TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
111inci Birleşim
02 Temmuz 2014 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- Denizli Milletvekili Emin
Haluk Ayhan'ın, turizm yatırımlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
2.- Balıkesir
Milletvekili Ayşe Nedret Akova'nın, zeytinlik sahaların
yatırıma açılmak istenmesine ilişkin gündem
dışı konuşması
3.- Bursa Milletvekili
Mustafa Öztürk'ün, Bulgaristanda yaşanan sel felaketine ilişkin
gündem dışı konuşması
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, 2 Temmuz Sivas olaylarının
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
2.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken'in, 2 Temmuz Sivas olaylarının yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
3.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın'ın, 2 Temmuz Sivas olaylarının
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
4.- Kayseri Milletvekili
Yusuf Halaçoğlu'nun, 2 Temmuz Sivas olaylarının yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
5.- Kayseri Milletvekili
Yusuf Halaçoğlu'nun, IŞİDin Musul Başkonsolosluğuna
yaptığı saldırıyla ilgili Dışişleri
Bakanlığı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi
verilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
V.- BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- HDP Grubu adına Grup
Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Balukenin, kadın
tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/999)
2.- Bursa Milletvekili
İlhan Demiröz ve 21 milletvekilinin, Bursada faaliyet gösteren taş,
maden, mermer ve kum ocaklarının neden oldukları sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/1000)
3.- Kırklareli
Milletvekili Mehmet S. Kesimoğlu ve 22 milletvekilinin, polis
şiddetinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/1001)
B) Tezkereler
1.- Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül
2014 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL harekâtına iştirak
etmesi hususunda Anayasanın 92nci maddesi uyarınca Hükûmete izin
verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi (3/1515)
VI.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Osman Taney Korutürk'ün, İstanbul Milletvekili Volkan
Bozkırın (3/1515) esas numaralı Başbakanlık tezkeresi
üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında şahsına ve Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- Ankara Milletvekili
Yıldırım Tuğrul Türkeş'in, İstanbul Milletvekili
Volkan Bozkırın (3/1515) esas numaralı Başbakanlık
tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
VII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
2.- Devlet Sırrı
Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet
Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
3.- Türkiye Cumhuriyeti
Sağlık Bakanlığı ile İran İslam Cumhuriyeti
Sağlık ve Tıbbi Eğitim Bakanlığı
Arasında Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanlarında
İşbirliğine Dair Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/428) (S. Sayısı: 163)
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Türkiye-İran Hududunda Yeni Kara Hudut Kapılarının
Açılmasına Dair Mutabakat Zaptının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/450) (S. Sayısı: 10)
5.- Araştırma
Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/894) (S. Sayısı: 593)
VIII.- YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba'nın, Bakanlık bünyesinde çalışan
sözleşmeli ve geçici personel ile iş kazası ve meslek
hastalıklarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldızın cevabı (7/44348)
2.- Van Milletvekili Özdal
Üçer'in, elektrik borcunun ödenmediği gerekçesiyle VEDAŞ
tarafından abonelerin elektriklerinin kesilmesine ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/44580)
3.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Mavi Akım Projesi ile
ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldızın cevabı (7/44581)
4.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Soma'da meydana gelen maden
faciasına ve son 10 yılda yaşanan maden göçüklerine ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/44582)
5.- Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker'in, TKİ Genel Müdürlüğünde açık bulunan bir
yönetim kurulu üyeliğine yapılan atamaya ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/44583)
6.- Kütahya Milletvekili Alim
Işık'ın, Soma'da yaşanan kazanın
gerçekleştiği kömür sahasını işleten firmaya ve
üretilen kömüre ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldızın cevabı (7/44585)
7.- Tekirdağ
Milletvekili Bülent Belen'in, Tekirdağ'daki maden ocaklarına ve
gerçekleştirilen denetimlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın cevabı (7/44586)
8.- Bursa Milletvekili Sena
Kaleli'nin, Bursa Bükköy'deki maden ocağıyla ilgili bazı
iddialara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/44587)
9.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt'ün, Ege Linyit İşletmelerinin 2013 yılı
denetimlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldızın cevabı (7/44588)
10.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Gezi Parkı eylemlerine
destek verdiği ve 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu
hakkında sosyal medyada paylaşımda bulunduğu için aleyhinde
soruşturma açılan personel olup olmadığına
ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmazın
cevabı (7/45471)
2 Temmuz 2014
Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati:
14.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza
YALÇINKAYA (Bartın), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
----- 0 -----
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, turizm yatırımları hakkında
söz isteyen Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhana aittir.
Buyurun Sayın
Ayhan. (MHP sıralarından alkışlar)
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- Denizli Milletvekili Emin Haluk
Ayhan'ın, turizm yatırımlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
EMİN HALUK
AYHAN (Denizli) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; turizm yatırımları
hakkında gündem dışı söz aldım. Yüce heyeti
saygıyla selamlıyorum.
Daha önce Termal
Turizm Yatırımcıları Platformundan aldığım
bir yazı üzerine Kültür ve Turizm Bakanına İstikrarlı
ortama ihtiyaç duyan yatırımcıların tereddütlerinin ortadan
kaldırılması ve yatırım yapmaktan
kaçınmalarının önlenmesi, yetkililerin çelişkili kararlar
alıyor imajının oluşturulmasından
kaçınılması, yetkililerin bölgeye ilişkin
düşüncelerinde tezatlık olduğu kanaatinin ortadan
kaldırılmasına ilişkin bir açıklamayı kamuoyuna
yapmayı düşünüyor musunuz? diye sormuştum.
Bakanlar Kurulu
kararıyla, Denizlinin Sarayköy ilçesi jeotermal bölgesi olması
nedeniyle 2006 yılında termal kültür ve turizm koruma ve gelişim
bölgesi ilan edilmişti. Bu bölgenin 1/25.000lik çevre düzeni planı,
1/5.000lik nazım imar planları onaylanmıştır. Turizm
yatırımlarına başlanılabilmesi için öncelikle 1/1.000
ölçekli imar planlarının onaylanması gerekiyor. Bu nedenle, 2013
yılının Nisan ayından bu yana bu plan yürürlüğe girmiyor.
Bakanlık
26/12/2012 tarihinde özel idareye yazdığı yazıda bölgede
sağlık ve turizm yatırımlarının öncelikli
olduğunu ve bölgede yapılacak sondaj çalışmaları ile
santral inşaatına izin verilmesinin mümkün
olmadığını belirtiyor. Ancak MTA tarafından turizm
alanı olan bu bölgede 2.250 hektarlık alanın elektrik enerjisi
üretilmesi için bir şirketin kullanımına verildiği ifade
ediliyor. Bakanlığın da Denizli Valiliğine yazı
yazarak turizm alanında plan tadilatı talep ettiği de
söylenmektedir. Bunun anlamı, biz buradan kısmen vazgeçiyoruz
demektir. Bu olay, Denizlinin termal kültür ve turizm koruma ve
geliştirme bölgesi yapılan Sarayköy bölgesinde toplam 16.500 yatak
kapasitesiyle 30 bin kişilik istihdamın, turizm tesislerinin
oluşturulmasının sıkıntıya girdiğini
göstermektedir. Şimdi herkes diken üzerinde. Ben soru sorduğumdan
beri yaklaşık bir yıl geçti, yatırımcılar diken
üzerinde. Yabancı yatırımcılarla temasta olanlar
karşı tarafa net bir ifade kullanamıyorlar, söz veremiyorlar.
Ekonomik büyümedeki gelgitler, istikrarın olmayışı,
Başbakan ve bakanların Merkez Bankasıyla dövüşmeleri gerek
uluslararası kuruluşlar gerekse derecelendirme kuruluşları
nezdinde Yatırım yapılamaz. konumuna düşürmektedir.
AKPnin,
kişilere, şirketlere özel değil, bir yatırım politikası
olması, sağlam kurallı, kuralları iyi konulmuş,
akşamdan sabaha değişmeyen bir politika izlemesi gerekir.
Bakanlık bir an önce yatırımcıların talebini
karşılamalıdır. Bunu zaten şunun için söylüyorum:
Dolar bazında yurt içi hasıla düşüyor. İlk çeyrekte yüzde
4,3 arttı. diyebileceğiniz millî geliri Fert başına yurt
içi hasıla 3 misli dolar bazında arttı. diyenlerle mukayese
ettiğinizde dolar bazında millî gelirin düştüğünü
görüyoruz. Şimdi, 2008den bu yana zaten dolar bazında ülkemizde
altı yıldır millî gelir kişi başına
artmıyor. Faizler düşsün, yatırım olsun. deyinceye kadar,
gelen yatırımcının kaçırılmaması gerekir.
İstikrar olsun, kararlar net olsun.
Bu söylediklerim
AKPyi tenkit için falan değil. Türkiyenin dışarıdan da
daha iyi, daha düzgün bir ekonomik ortamda görünmesi, yatırım
yapılır bir şekilde dışarıdan algı
oluşması içindir. Zaten 2014 yılı programında
yatırımların dağılımına
baktığınızda üç yılda önemli bir değişiklik
görmüyoruz. Diğer sektörler de turizm gibi. Demek ki bir politika
değişikliği yok ancak Sarayköyün 1/1.000 ölçekli imar
planının -o bölgedeki- bir an önce yapılması ve
yatırımlara kavuşması gerekiyor. Ben yüce heyeti
bilgilendirmek istedim.
Saygılar
sunuyorum.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Gündem
dışı ikinci söz, zeytinlik sahaların yatırıma
açılmak istenmesi hakkında söz isteyen Balıkesir Milletvekili
Ayşe Nedret Akovaya aittir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın
Akova.
2.- Balıkesir Milletvekili Ayşe
Nedret Akova'nın, zeytinlik sahaların yatırıma açılmak
istenmesine ilişkin gündem dışı konuşması
AYŞE NEDRET
AKOVA (Balıkesir) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Zeytinlik
sahaların yatırıma açılmak istenmesi hususunda gündem
dışı söz almış bulunuyorum. Zeytin ağacı
gibi uzun ömür, zeytin tanesi kadar bereket, zeytinyağı kadar
sağlıklı yaşam dileğiyle saygılar sunuyorum.
2 Temmuz 1993
tarihinde Sivas Madımak Otelinde, çoğunluğu Alevi 33 yazar,
ozan, düşünür, aydınımızla 2 otel çalışanı
vatandaşımızın radikal İslamcılar tarafından
yakılmasının üzerinden yirmi bir yıl geçmiştir ancak
adalet hâlen yerini bulmamıştır, vicdanlarımız adalet
sağlanmadığından dolayı hâlen kanamaktadır.
Yakılan ozanlarımız ve vatandaşlarımızı
saygıyla anıyoruz.
Saygıdeğer
milletvekilleri, zeytincilik Türkiyede 500 bin ailenin geçim
kaynağı, doğrudan veya dolaylı da 10 milyon kişinin
hakikaten geçim kaynağıdır. Bizler, Zeytincilik Kanununda
yapılmak istenen değişiklik tasarısının derhâl
geriye çekilmesini talep etmekteyiz.
Ulu Önder Mustafa
Kemal Atatürkün talimatlarıyla çıkan 3573 sayılı Kanun ile
zeytin ağaçlarının korunması ve artırılması
amaçlanmıştır, saygıdeğer milletvekilleri, başka
bir ağaç için de bir kanun yoktur. Zeytin, ağaçların ilki ve
ölümsüzüdür. Solon kanunlarında zeytinliklerin düzenlenmesine ilişkin
kararlar yer aldığı gibi zeytin ağaçlarının
kesilmesinden dolayı da ölüm cezalarının verildiğini
bilmekteyiz. 3 Nisan 2012 tarih ve 28253 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan
yönetmelik değişikliğiyle çevre kirliliğine yol açacak
işletmelere ve maden şirketlerine koruma altında olan zeytinlik
alanları talan etme imkânı tanınmak istenmişti.
Danıştay 8. Dairesinin yürütmenin durdurulması kararıyla
zeytinlik alanlar korunmuştur.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Zeytincilik Kanununun omurgası niteliğindeki 20nci
madde değiştirilmek istenmektedir. Bu değişiklikle
zeytinlik sahalarının bir daha ayakta durması engellenmek
istenmektedir. Öylesine geniş istisnalar getirilmektedir ki, bu
istisnaları uygulama kolaylığı getirilmektedir ki bu madde,
yasaklayıcı, zeytinlikleri koruyucu niteliğini de
kaybetmektedir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bölgemizin akciğerleri olan ve yine endemik bitki ve
hayvan varlığı ile önemli bir gen merkezi olan
Kazdağları ve Madra Dağlarını da bu maden arama ve
Zeytincilik Yasasında yapılmak istenen değişiklik tehdit
etmektedir. Millî Park Kazdağı ve Madra Dağlarında çok
fazla maden arama izni verildiği de bilinmektedir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, 3573 sayılı Kanunun 20nci maddesinde Zeytinlik
sahaları içinde ve bu sahalara en az
Çok teşekkür ediyorum, sağ olun var olun. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı üçüncü söz, Bulgaristanda
yaşanan sel felaketleri hakkında söz isteyen Bursa Milletvekili
Mustafa Öztürke aittir.
Buyurun Sayın Öztürk. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
3.- Bursa Milletvekili Mustafa Öztürk'ün,
Bulgaristanda yaşanan sel felaketine ilişkin gündem
dışı konuşması
MUSTAFA ÖZTÜRK (Bursa) Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; iki hafta önce Bulgaristanda meydana gelen sel
felaketiyle ilgili olarak gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bulgaristanda iki hafta önce meydana gelen sel felaketi;
Varna, Dobriç, Balçık ve Albena kentlerini büyük ölçüde etkiledi. Bu sel
felaketinde metrekareye 35 litrenin üzerinde yağış düştü.
Şehrin yüksek kısımlarından sel yağmuru ve çamur
aktı. 3 ev sel felaketinde yok oldu, 50 ev de çok hasarlı, iş
göremez durumdaydı, bunlardan 20 tanesi şu anda
yıkılmış durumda; 14 kişi de hayatını kaybetti.
500 aile mağdur oldu, 1.200 kişi zor durumda kaldı, bundan
etkilendi, bu kişilerin barınma ihtiyaçları hâlâ devam
etmektedir.
Varnada selden dolayı zarar gören
altyapının onarımı için 15 milyon avronun üzerinde kaynak
gerekeceği söylenmektedir.
Bulgaristan Hükûmeti 23 Haziranı ulusal yas ilan
etti. Aşırı yağmur ve doludan dolayı da meyve
ağaçları ve sebzeler de büyük zarar gördü.
Sayın Cumhurbaşkanımız ve
Başbakanımız da sel felaketiyle ilgili taziye
mesajlarını Bulgaristan Hükûmetine ilettiler, acılarını
paylaştığını söylediler ve Türkiyenin her türlü
yardıma hazır olduğunu iletmiş oldular.
Ben de Türkiye-Bulgaristan Dostluk Grubu
Başkanı olarak, bu sel felaketinde hayatını kaybeden
ailelere ve Bulgaristan devletine başsağlığı diliyor,
acılarını tekrar paylaşıyorum.
Türkiye ile
Bulgaristan komşu, dost ve müttefik iki ülkedir. İki ülke
arasındaki ilişkiler tarihî derinliği olan, coğrafi
boyutları olan, halklar arasında uzun yıllar süren
etkileşime dayalı özel stratejik ilişkilerdir. Ben de Bulgaristan
doğumlu bir milletvekiliyim, bu ilişkileri çok derinden biliyorum.
Türkiye ve
Bulgaristan, coğrafi konumları
gereği doğu ve batıya açılan kapılardır. Türkiye
Bulgaristan için Asyaya açılan kapı, Bulgaristan da Türkiye için
Avrupaya açılan kapıdır. Biz de bu dostluğun göstergesi
olarak yardım çalışmalarımıza hemen
başladık. Başta Bursa Büyükşehir Belediyemiz olmak üzere,
onun koordinatörlüğünde göçmen derneklerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız
sel felaketinin meydana geldiği andan itibaren komşu ve soydaşlarımızın
yardımına koştu.
Bursa
Büyükşehir Belediye Başkanlığımız 2 tır
gıda, giyim ürünleri, nevresim ve portatif yatakları içeren insani
yardım malzemesini Bulgaristanın Varna şehrine gönderdi. Bu
vesileyle, Büyükşehir Belediye Başkanımıza ve sivil toplum
kuruluşlarımıza bir kez daha sizlerin huzurunda teşekkür
etmek istiyorum. Ancak hâlâ daha barınma, gıda ve giyim
noktasındaki ihtiyaçlar devam etmektedir. Türkiye-Bulgaristan Dostluk
Grubu olarak biz, bu ihtiyaçların karşılanması
noktasında ilgili kurum ve sivil toplum kuruluşlarımızla
görüşmelerimize devam ediyoruz, organizasyonumuza devam ediyoruz.
Hükûmetlerimiz
zamanında Balkanlarda ne zaman bir felaket olsa Hükûmetimiz ve
belediyelerimiz, vatandaşlarımız dinamiklerini hayata geçirerek
o bölgelere destek verdik, bundan sonra da destek vermeye devam edeceğiz.
Bu vesileyle, bir
kez daha Bulgaristanda yaşayan soydaşlarımıza ve
Bulgaristan vatandaşlarına geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Dün çok önemli,
tarihî bir açıklama yaptık, 1994 yılında İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığından itibaren
yaptığı çalışmalar ve ülkemize katkılarından
dolayı milletimizin gönlünde taht kurmuş Sayın
Başbakanımızı Cumhurbaşkanı adayı olarak, AK
PARTİ olarak aday gösterdik. Başbakanımızın
Cumhurbaşkanı adaylığının ülkemiz, demokrasimiz, tüm mağdur ve
mazlum ülkeler için hayırlı olmasını diliyorum.
Bu vesileyle,
ramazan ayınızı da tekrar tebrik ediyorum. İnşallah,
muhtaç insanları hep beraber çıkarır, onların
ihtiyaçlarını gideririz.
Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KEMALETTİN
YILMAZ (Afyonkarahisar) Salonda Türk Bayrağı yoktu, Atatürk posteri
yoktu. Nasıl açıklamaydı o? Hayret bir şey!
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Hamzaçebi, söz talebiniz var.
Buyurun.
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi'nin, 2 Temmuz Sivas olaylarının yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün, tarihimizde
bir utanç tablosu olarak yer alan acı bir olayın, bir facianın
yıl dönümü. Bundan tam yirmi bir yıl önce, Sivasta, 2 Temmuz 1993
tarihinde, Türkiye'nin aydınları, Türkiye'nin sanatçıları,
Türkiye'nin yurttaşları, Türkiye'nin, aydınlık yüzleri
olarak isimlendirebileceğimiz tam 33 yurttaşı katledilmiştir.
Sivas Madımak Otelde meydana gelen bu katliamda, ayrıca, 2 otel
çalışanı da hayatını kaybetmiştir. Bu
vatandaşlarımız, Türkiye'nin aydınları,
aydınlık yüzleri olarak tanımladığımız bu
insanlar, sadece kimlikleri ve düşünceleri nedeniyle bir katliama tabi
tutulmuşlardır. Sivas Madımak katliamının 21inci
yıl dönümünde bu vatandaşlarımızı,
aydınlarımızı rahmetle, şükranla anıyorum. Ancak,
hâlen, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin bir görevi olduğunu da bugünkü
Hükûmete hatırlatıyorum. Bu katliamın gerçek sorumluları
kimlerdir, bu olayı planlayanlar, gerçekleştirenler kimlerdir,
bunları açığa çıkarmak Hükûmetin görevidir.
Hâlen bu olay aydınlatılmayı
beklemektedir. Yargıya intikal eden ve yargıda gelişen süreç
maalesef tatmin edici sonuçlar yaratmamıştır ve bir mahkemenin
zaman aşımı nedeniyle vermiş olduğu karar, Sayın
Başbakan tarafından Hayırlı olsun. nitelemesiyle
değerlendirilmiştir. Sayın Başbakanın, mahkemenin
Zaman aşımına uğramıştır. yönündeki
kararını Hayırlı olsun. diye nitelemesi, en az o insanlarımızın,
o vatandaşlarımızın katledilmesi kadar acı bir
olaydır. Bu acı olayın yıl dönümünde rahmete intikal eden
vatandaşlarımızı tekrar şükranla anıyorum, Sayın
Başbakanın Hayırlı olsun. cümlesini kınıyorum
ve bu olayı gerçekleştirenleri şiddetle kınıyorum.
Olayı gerçekleştirenleri ortaya çıkarmanın Hükûmetin bir
sorumluluğu olarak hâlen ortada durduğunu ifade ediyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN -
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Baluken, buyurun.
2.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in,
2 Temmuz Sivas olaylarının yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, biz de, Halkların Demokratik Partisi Grubu olarak, bundan
yirmi bir yıl önce 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivasta
insanlığın kara sayfalarına yazılmış olan
katliamı kınadığımızı buradan ifade etmek
istiyoruz.
Madımak
Otelinde 33 Alevi yurttaşımız; içlerinde aydın ve
sanatçıların olduğu 33 yurttaşımız maalesef,
resmî ideolojinin kanlı kodlarına yeni bir halka eklenecek
şekilde diri diri yakılmak suretiyle katledildiler. Madımak
Oteli sistemli ve planlı bir şekilde 2 Temmuz günü
yakılmış, devlet görevlileri de izlemiştir. Bu katliamda
yer alanlar, Madımak davasında yargılananlar zaman aşımıyla
ödüllendirilmiştir. Yani Madımak katliamı bu yönüyle tarihte
kalmış değildir, bugün de devam eden bir katliamdır.
Biz burada, bu
katliamda yer alanları ve failleri savunanları, katliamdan ötürü
-hükûmetler ve bürokratlar değişse bile- ödüllendiren zihniyeti
tekrar lanetlediğimizi, kınadığımızı ifade
etmek istiyoruz.
Bu ülkede ortak
bir gelecek tahayyülü oluşturacaksak, Madımak başta olmak üzere,
Çorum, Maraş, Gazi ve Dersime kadar Alevi halkımıza
yapılan bütün katliamlarla yüzleşilmesi gerektiğini ifade etmek
istiyoruz. Halkların Demokratik Partisi olarak, halklarımızın
ortak bir geleceğinin kurulması için bu failler yakalanıncaya
kadar, Madımak katliamının bütün detayları
halkımızın önünde teşhir edilinceye kadar mücadele
edeceğimizi ifade etmek istiyoruz.
Burada tekrar,
katliamda yaşamını yitirenlerin yakınlarına ve bütün
76 milyon halkımıza başsağlığı dileklerimizi
ifade etmek istiyoruz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Aydın, buyurun.
3.- Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın'ın, 2 Temmuz Sivas olaylarının yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
2 Temmuz 1993te
ve o zaman tabii, iktidarda DYP-SHP Hükûmeti var ve o Hükûmet döneminde, o
tarihte Sivasta meydana gelen Madımak olaylarının
seneidevriyesindeyiz.
O gün orada
yaşananlar; iman, vicdan ve izan sahibi hiçbir insanın
kabullenmeyeceği büyük bir felaket çerçevelemiştir. Ders almak ve
tekrarına engel olmak adına unutulmaması gereken bir elim
hadisede hayatını kaybetmiş olan vatandaşlarımızı
rahmetle anıyor, bu türlü olayların ülkemizde bir daha
yaşanmamasını diliyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Halaçoğlu, buyurun.
4.- Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu'nun, 2 Temmuz Sivas olaylarının yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
2 Temmuz 1993te,
yirmi bir yıl önce meydana gelen Sivastaki Madımak
olaylarının, toplumun birbirinden
ayrıştırılmasının ne büyük felaketlere yol
açtığının çok iyi bilinmesinde çok önemli bir dönüm
noktası, bir taş olduğu görülüyor. Toplumun bu şekilde
ayrıştırılması, insanların inançlarına göre,
mezheplerine göre ayrıştırılmasının felaketleri
ülkeye büyük zarar vermekte, insanlığa büyük zarar vermekte.
Bu tür
olayların, siyasetçilerin özellikle çok dikkat etmesi gereken bir husus
olduğunu özellikle belirtiyor, o tarihte hayatını kaybetmiş
olanlara rahmet diliyorum.
Bu olayların
bir daha yaşanmaması için, Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin bu
konuda çok dikkatli olmaları, toplumu birbirinden
ayrıştırmamaları, inançları dolayısıyla
birbirinden ayırt etmemelerini diliyorum.
Ölenlere,
öldürülenlere tekrardan rahmet diliyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge
vardır, okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- HDP Grubu adına Grup Başkan
Vekili Bingöl Milletvekili İdris Balukenin, kadın tutuklu ve
hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/999)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Kadın tutuklu
ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların ve
çözüm yollarının araştırılması amacıyla
Anayasa'nın 98inci ve İç Tüzükün 104 ve 105inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılmasını
saygılarımla arz ederim.
İdris
Baluken
Bingöl
HDP
Grup Başkan Vekili
Gerekçe:
2011 yılı verilerine göre cezaevlerinde 4.337
kadın mahkûm bulunmaktadır. Cezaevlerinin fazlalığı
kadar tutuklu ve hükümlü sayısının fazlalığı ve
mahpusların cezaevlerinde yaşadıkları hak ihlalleri
ülkemizin çözüm bekleyen en büyük sorunlarından biridir. Her gün en az bir
cezaevinde işkence haberleri basına yansımakta veya mahpuslardan
gelen mektuplarla açığa çıkmaktadır. Cezaevlerinde
yaşanan bu zulmü en çokta kadın tutuklu ve hükümlüler
yaşamaktadırlar. Zira, devletin erkek egemen
yaklaşımını buralarda daha ağır bir şekilde
hissetmektedirler. Anne olmanın yüklediği sorumluluğu
cezaevlerinde en acı bir şekilde yaşamaktadırlar. Birçok
kadın, hamileyken tutuklanıp cezaevinde doğum yapmaktadır.
Çocuklar, genellikle anneleri ile birlikte cezaevlerinde kalmaktadırlar.
Çocuklarının cezaevi koşullarında fiziksel gelişimleri,
beslenmeleri, sağlık ve sosyal koşullarının eksikliğini
gören annelerinin çektikleri ceza, iki katı yaşanmaktadır.
Bunun
dışında, kadın mahkum ve tutukluların
yaşadıkları sorunların başında tedavi olamamak
gelmektedir. Tutukluların revirlere yaptıkları başvurular
çoğunlukla sonuçsuz kalıyor. Mahpuslar, verdikleri dilekçelerine çok
uzun süre cevap alamadıkları için tedavileri geç kalabiliyor. Uzun
uğraşlar sonucunda alabildikleri hastane sevklerinde de sorunlar
yaşıyorlar. Hastaneye gidiş gelişlerde sözlü tacizlere
maruz kalan kadınlar, muayene odasına askerler de girdiği ve
kelepçeleri çıkarılmadığı için ya bu şartlarda
muayene olmayı reddediyor ya da -askerlerin doktorlara kendileri için
"tehlikeli ve terörist" olduklarına dair bilgi vermelerinin de
etkisiyle- ayrıntılı muayene olamadan cezaevine geri dönüyorlar.
Daha önce, Cezaevi
Müdürü tarafından gerçekleştirilen bir taciz olayı ile gündeme
gelen Karataş Cezaevi, hak ihlalleri nedeniyle de sık sık
gündeme gelmektedir. Ring araçlarında çok kötü koşullarda
mahkemelerine götürülüp getirilen kadınlar, her giriş
çıkışta x-ray cihazından geçiriliyor, bu esnada
kadınlara insanlık onuruna yakışmayacak arama biçimleri
dayatılıyor.
Adalet
Bakanlığı'nın açmakla övündüğü Şakran Cezaevi de
açılır açılmaz hak ihlalleri ve işkencelerle anılmaya
başlanmıştır. Şakran Cezaevine gerek Adana
Karataş Cezaevinden gerekse Bergama Cezaevinden nakledilen kadın
mahpusların cezaevine girişte tabi tutuldukları onur
kırıcı muamelelere ilişkin dile getirdikleri
şikâyetler maalesef devam etmektedir. Gümüşhane E Tipi Kapalı
Cezaevi'nde bulunan, Nedret Demir isimli hükümlü, kaldığı
hücrenin cezaevinde bulunan adli erkek tutuklu ve hükümlüler tarafından
görülebildiğini ve mahremiyetin kalmadığını aktararak,
kendisinin fiilî veya sözlü olarak taciz edildiğini, kimi kez darp
edildiğini ve ölümle tehdit bile edildiğini "Soyunma"
talebini reddettiği için zorla soyundurulduğunu ve saçlarından
tutularak yerlerde sürüklendiğini aktarmıştır.
Denizli Bozkurt
Açık Kadın Cezaevinde 189 adli kadın hükümlü çeşitli
işlerde çalıştırılıyor. Ancak bu cezaevinde,
çalışmak idarenin eliyle işkenceye dönüştürülüyor.
Kadın hükümlüler soğuk havaya karşın
dışarıda sabah yediden itibaren
çalıştırılıyor. Akşam 17.30'da bitmesi gereken
çalışma geç saatlere kadar sürüyor. Eldiven dahi verilmeden
kanalizasyonların temizliği yaptırılıyor,
ağır yük taşıttırılıyor. En son Urfa
Cezaevinde yaşanan yangın olayı ardından Sincan Cezaevine
nakledilmek istenen 13 kadın tutuklunun, gece yarısı 200 asker
ve gardiyan tarafından, üstlerini değiştirmeleri bile
beklenmeden dövülerek nakilleri yapılmıştır. Daha bir çok
cezaevinde benzer hak ihlalleri yaşanmaktadır. Tüm bunlara
bakıldığında, cezaevlerinde kadına yönelik cinsiyetçi,
ayrımcı yaklaşımların nasıl kaba ve sistematik
olarak uygulandığı görülmektedir. Kadın tutuklu ve hükümlülerin
yaşadıkları sorunları tespit etmek ve çözüm yolları
üretebilmek amacıyla bir Meclis araştırması
açılması bir zorunluluk arz etmektedir.
2.- Bursa Milletvekili İlhan Demiröz ve
21 milletvekilinin, Bursada faaliyet gösteren taş, maden, mermer ve kum ocaklarının
neden oldukları sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1000)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Güney Marmara Bölgesinde yer alan Bursa ili,
tarih, turizm, sanat, ticaret ve sanayi kenti olduğu kadar coğrafi
konumu ve ekolojik yapısının getirdiği avantajlar nedeniyle
aynı zamanda önemli bir tarım kentidir. İlde verimlilik düzeyi
Türkiye ortalamasının üzerinde olup, tarıma dayalı sanayi
gelişmiştir. Başta İstanbul ve Ankara gibi metropoller
olmak üzere, Marmara, Ege ve İç Anadolu Bölgesi'ndeki birçok ili besleyen
bir tarımsal merkez durumundadır. İlde tarım ile sanayi
entegrasyonu oldukça gelişkin olup domates salçası, dondurulmuş
gıda, meyve ve sebze konservesi ve meyve suyu sanayisinde önder
konumdadır. Yaş meyve ve sebze ihracatı ile önemli bir ihraç
merkezi, tohumculuk ve fidancılık etkinliklerinin yoğun olduğu
bir yöredir.
Kısaca,
yukarıda özetlemeye çalıştığımız, tarım
açısından önemli bir il olan Bursa'mızda giderek azalan
tarım alanlarının korunması gerekmektedir. Ancak, son
yıllarda Bursa'nın coğrafyasına, tarihî dokusuna, sosyal
yaşamına ve verimli tarım alanlarına onarılması
güç zararlar vererek faaliyet gösteren taş, maden, mermer ve kum
ocakları büyük çevre felaketlerine zemin hazırlamaktadır.
Gerekli incelemeler yapılmadan, doğaya ve su kaynaklarına
vereceği zarar araştırılmadan, ÇED raporları
gözetilmeden gelişigüzel ruhsat verilen ve denetlenmeyen işletmeler
Bursa'nın doğasına büyük zarar vermektedir.
Ruhsat verilirken
arıtma tesislerinin ya da çökertme tesislerinin olup
olmadıklarının araştırılması, özellikle
yeşilin, doğanın ve su kaynaklarının korunmasında
yeterli hassasiyetin gösterilip gösterilmediğinin tespit edilmesi
gerekmektedir. Maden Yasası gereği, Ankara'da işaretlenen maden
ve mermer ocaklarının iş yeri ve çalışma
ruhsatları, bulundukları il, il özel idareleri tarafından
verilmektedir. Bu ruhsatların ÇED raporu dışında verilebilmesi
için alan miktarları ÇED raporu kapsamı dışında
kalacak şekilde ayarlanmaktadır. Ayrıca ocakların
işletmesinin bitiminden sonra bölgenin geri kazanım işlemlerinin
yapılıp yapılmayacağı ve denetimleri
gerçekleştirilmelidir.
Bursa'da kamuya ve
özele ait Nilüfer, Gemlik, Gürsu, Kestel, Karacabey, İznik, Osmangazi,
İnegöl, Büyükorhan, Mustafakemalpaşa, Mudanya, Orhaneli, Orhangazi ve
Yenişehir ilçelerimizde taş ocağı, kil ocağı,
kum-çakıl ocağı ve mermer ocaklarının faaliyet
gösterdiği bilinmektedir. Özellikle son aylarda Bursa'nın Orhaneli
ilçesine bağlı Başköy ile Mustafakemalpaşa ilçesine
bağlı Sünlük ve Kabulbaba köylerinde mermer ocaklarının
işletmesine bağlı olarak su kaynaklarında bulanıklık
ve biyolojik kirlilik sorunlarının yaşandığı
görülmektedir. Bu durumda canlı için en önemli ihtiyaç olan su
kaybolmaktadır.
Bursa'nın
tarihî ve kültürel dokusunun bozulmaması, bitki ve hayvan
varlıklarının korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi,
1inci sınıf tarım alanlarının erozyona
uğramaması, vazgeçilmez su kaynaklarının korunması,
toplumsal, ekonomik ve çevresel bakımdan sürdürülebilir bir madencilik
sektörünün geliştirilebilmesi için Bursa'da faaliyet gösteren taş,
maden, mermer ve kum ocaklarının neden oldukları sorunların
ve sonraki yıllarda ortaya çıkabilecek sorunların bugünden
tespit edilerek gereken önlemlerin alınması amacıyla,
Anayasanın 98inci, TBMM İçtüzüğünün 104üncü ve 105inci
maddeleri gereğince Meclis araştırılması açılmasını
arz ve teklif ederiz.
1) İlhan
Demiröz (Bursa)
2) Aykan Erdemir (Bursa)
3) Turhan Tayan (Bursa)
4) Hülya Güven (İzmir)
5) Kemal Ekinci (Bursa)
6) Sena Kaleli (Bursa)
7) Candan Yüceer (Tekirdağ)
8) Bülent Tezcan (Aydın)
9) Özgür Özel (Manisa)
10) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
11) Mehmet
Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
12) Celal Dinçer (İstanbul)
13) Rahmi
Aşkın Türeli (İzmir)
14) Ali İhsan
Köktürk (Zonguldak)
15) Ali
Sarıbaş (Çanakkale)
16) Ali Rıza
Öztürk (Mersin)
17) Kadir Gökmen
Öğüt (İstanbul)
18) Namık
Havutça (Balıkesir)
19) Turgut Dibek (Kırklareli)
20) Haydar Akar (Kocaeli)
21) Musa Çam (İzmir)
22) İhsan
Özkes (İstanbul)
3.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
Kesimoğlu ve 22 milletvekilinin, polis şiddetinin nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/1001)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Polis
şiddetinin nedenlerinin ve boyutlarının, işkence ve
orantısız kuvvete dair alınacak önlemlerin
araştırılması ve sorunların çözümünün
hızlandırılmasını sağlayabilmek için
Anayasanın 98inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
104üncü ve 105inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ederiz.
1) Mehmet S.
Kesimoğlu (Kırklareli)
2) Hasan Ören (Manisa)
3) Candan Yüceer (Tekirdağ)
4) Ali
Sarıbaş (Çanakkale)
5) Hülya Güven (İzmir)
6) Özgür Özel (Manisa)
7) Bülent Tezcan (Aydın)
8) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
9) Celal Dinçer (İstanbul)
10) Mehmet
Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
11) Ali İhsan
Köktürk (Zonguldak)
12) Rahmi
Aşkın Türeli (İzmir)
13) Ali Rıza
Öztürk (Mersin)
14) Kadir Gökmen
Öğüt (İstanbul)
15) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
16) Namık
Havutça (Balıkesir)
17) Turgut Dibek (Kırklareli)
18) Haydar Akar (Kocaeli)
19) Musa Çam (İzmir)
20) İhsan
Özkes (İstanbul)
21) Haluk
Eyidoğan (İstanbul)
22) Melda Onur (İstanbul)
23) Mehmet Hilal
Kaplan (Kocaeli)
Gerekçe:
Ülkemizde, Adalet
ve Kalkınma Partisi iktidarının özellikle son beş
yıllık döneminde giderek artan bir polis şiddeti
yaşanmaktadır. Her gün toplumsal olaylarda, karakollarda, sokaklarda,
üniversitelerde, kısaca, polisle vatandaşlarımızın
karşı karşıya geldiği her yerde polislerin fail
olduğu ölçüsüz şiddet, işkence, yaralama hatta öldürme
olayları gündeme gelmekte, bu olayların görüntüleri medyaya yansımaktadır.
Son olarak, Samsun
Sıhhiye Okulunda vatani görevini yapan ve akrabasının
düğünü için izinli olarak İstanbul'da bulunan er Ahmet Koca'nın
17 Haziran 2012 tarihinde Fatih Hacı Hamza Mahallesi, Hacı Piri
Caddesi üzerinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Önleyici Hizmetler Şube
Müdürlüğünde görevli polisler tarafından uğradığı
şiddetin görüntüleri, polisin ölçüsüz şiddet uygulama konusunda
geldiği noktayı net olarak ortaya koymaktadır.
Bu olayın
hemen arkasından, yine Fatih'te kapalı mekânda sigara içen sivil
polisler, kendilerini uyaran personeli evire çevire dövmüş, bazı polisler
personelin kafasına silah dayarken, kimisi de cop kullanırken
görüntülenmiştir.
İzmir'de
eşiyle birlikte eğlenmeye çıkan Fevziye Cengiz'in geçen yıl
Temmuz ayında Karabağlar Polis Merkezinde maruz
kaldığı vahim dayağın görüntüleri de henüz
hafızalarımızdaki yerini korumaktadır.
Yine, 2011
yılının Ağustos ayında Samsun'un İlkadım
ilçesi, 19 Mayıs Mahallesinde iş yeri bulunan 40 yaşındaki
Recep Kılıç'ın maruz kaldığı polis şiddeti,
tekme tokat dövülmesi ve başına telsizle vurularak yaralanmasına
ilişkin görüntüler de basına yansımıştır.
31 Mayıs 2011
tarihinde Ankara Kızılay'da, Hopa'da çıkan olaylarda emekli
öğretmen Metin Lokumcu'nun hayatını kaybetmesini protesto eden
Dilşat Aktaş'ın polis tarafından sokak ortasında
dövüldükten sonra sokakta sürüklenmesi MOBESE kameraları tarafından
görüntülenmiş; Aktaş, polisin müdahalesi sırasında
bacağına aldığı darbe sonrası felç tehlikesi
geçirmiştir.
Yine, geçtiğimiz aylarda görüntüleri ortaya
çıkan bir başka şiddet olayı da 4 Temmuz 2010'da
Aydın'ın Kuşadası ilçesinde yaşanmış,
motosikleti çekilmek istenen Fuat Şengül, polislerle
tartışınca karakola götürülmüş ve burada gördüğü
şiddet sonucu ciddi şekilde yaralanmıştır.
Demokratik
protesto gösterilerinde polisin uyguladığı ölçüsüz şiddet
ise artık kabul edilemez bir hâle gelmiştir. 2012
yılının Mayıs ayında, kürtajın
yasaklanmasına karşı çıkan kadınların protesto
gösterisine müdahale eden polis, bu müdahale sırasında çok sert
davranmakla, gözaltına alınan kadınlara şiddet uygulamak ve
hatta kadınları taciz etmekle gündeme gelmiştir. Polisin
öğrenci ve çalışan eylemlerinde uyguladığı
şiddetin görüntüleri, genç bir öğrencinin polis şiddeti sonucu
bebeğini kaybetmesine ilişkin görüntüler de bir daha silinmemek üzere
toplumsal hafızamıza kaydedilmektedir.
Bu şiddet
olaylarının yanı sıra, biber gazı ve gaz bombası
gibi kimyasal silahlar kullanmak konusunda da herhangi bir sınır
gözetmediği anlaşılan polislerin bu silahları kullanarak
neden olduğu ölüm sayısı giderek artmaktadır. Basit bir
mahalle kavgasında polisin sıktığı biber gazı
nedeniyle hayatını kaybeden Çayan Birben ve Hopa'daki olaylarda
hayatını kaybeden Metin Lokumcu gibi çok sayıda
vatandaşımız bu şiddetin kurbanı olmuştur. 18
yaşındaki Çağdaş Gemik ve 20 yaşındaki Baran
Tursun ise polisin Dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle
öldürdüğü çok sayıda vatandaşımızdan sadece ikisidir.
Tüm bunlara
rağmen, bu suçları işleyen polisler, bu suçların
gerektirdiği gibi cezalandırılmamakta, hatta bazı olaylarda
ödül gibi terfiler almaktadır. Hatta, mağdurlar polise mukavemetten
yargılanarak şiddet uygulayan polislerden çok daha büyük cezalar
alabilmektedir.
Araştırma
önergemiz, bu gerekçelerle, artık büyük bir toplumsal sorun hâline
gelmiş bulunan polis şiddetinin nedenlerinin ve
boyutlarının, işkence ve orantısız kuvvete dair
alınacak önlemlerin araştırılması ve sorunların
çözümünün hızlandırılmasını sağlayabilmek için
hazırlanmıştır.
BAŞKAN
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Anayasanın
92nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi
vardır, okutuyorum:
B) Tezkereler
1.- Birleşmiş Milletler Geçici Görev
Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2014 tarihinden
itibaren bir yıl daha UNIFIL harekâtına iştirak etmesi hususunda
Anayasanın 92nci maddesi uyarınca Hükûmete izin verilmesine dair
Başbakanlık tezkeresi (3/1515)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 11/8/2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006)
sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5/9/2006 tarihli ve
880 sayılı Kararıyla bir yıl için verdiği izin
çerçevesinde Türkiye, Lübnan'da konuşlu Birleşmiş Milletler
Geçici Görev Gücüne (UNIFIL) silahlı kuvvetleri unsurlarıyla
katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi, son olarak
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6/7/2013 tarihli ve 1045 sayılı
Kararıyla 5/9/2013 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmıştır.
Türkiye, UNIFIL'e
yaptığı katkılarla barışı koruma
harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev
üstlenmiştir. Bu çerçevede, Türkiye'nin katkısı gerek
Birleşmiş Milletler sistemi içinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte
gerekse kapsamlı sivil-asker iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla
Lübnan toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına
ayrıca barış ve istikrarın korunmasına yönelik
politikasının sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.
UNIFIL'in
ülkemizin askerî kuvvet katkısında bulunduğu tek
Birleşmiş Milletler Barış Gücü operasyonu olması ve
hâlihazırda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
adaylığımızın söz konusu bulunması dikkate
alınarak, UNIFIL Deniz Görev Gücüne katkımızın
sürdürülmesinin önem arz ettiği değerlendirilmektedir.
UNIFIL'in görev
süresi 31/8/2014 tarihinde sona erecek olup görev süresinin bu tarihten sonraki
dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
tarafından ağustos ayı içinde bir kararın kabul edilmesi
beklenmektedir.
Bu hususlar
ışığında ve Lübnan'la ikili ilişkilerimiz ile
bölgedeki güvenlik koşulları da göz önünde tutularak,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, UNIFIL'in görev süresinin
uzatılması yönünde karar alması durumunda; hudut, şümul ve
miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında 5/9/2014
tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak
etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için Anayasa'nın 92nci maddesi uyarınca izin
verilmesini arz ederim.
Recep Tayyip
Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN
Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzükün 72nci maddesine göre
görüşme açacağım.
Gruplara, Hükûmete
ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.
Konuşma süreleri,
gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar
dakikadır.
Tezkere üzerinde
söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:
Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Yıldırım Tuğrul Türkeş,
Ankara Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Osman Taney
Korutürk, İstanbul Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu
adına, Altan Tan, Diyarbakır Milletvekili; Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Volkan Bozkır, İstanbul Milletvekili;
Hükûmet adına, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz.
Şahısları adına: Ahmet Berat Conkar, İstanbul
Milletvekili; Mehmet Doğan Kubat, İstanbul Milletvekili.
Şimdi, söz
sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen
Yıldırım Tuğrul Türkeş, Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın
Türkeş. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Lübnanda barışı korumak
amacıyla Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)e
Türkiye'nin silahlı kuvvetleri unsurlarıyla katkı
sağlamasına bir yıl daha imkân sağlayacak düzenlemeyle
ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Şimdi,
değerli milletvekilleri, aynı bölgeyle ilgili bu tezkereler
değişik tarihlerde Meclisimize geliyor ve yenileniyor bunlar. Bir
kere bunlar takdir edersiniz ki sadece askerî bir konu değil. Sayın
Millî Savunma Bakanımız ve Millî Savunma
Bakanlığının yetkilileri burada bulunuyorlar. Bu,
Türkiye'nin dış politikasıyla yakinen ilgili bir konudur ve maalesef,
Sayın Dışişleri Bakanı başta olmak üzere
dışişleriyle ilgili gerek bürokrasi gerekse Bakan, Bakan
yardımcısı bu konularda konuşmaktan şiddetle
kaçınmaktadırlar. Bunun Türkiye Büyük Millet Meclisinin vereceği
kararlar açısından büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyorum.
Keza, Dışişleri Komisyonunda da bu konu görüşülmek
istendiğinde, bu veyahut buna benzer Iraktaki olan olaylarla da ilgili
Aman, bu çok sakıncalıdır. Bunlar konuşulmaz... Ya, dünya
konuşuyor, bu Meclisin dışında herkes konuşuyor, bir tek
siz konuşmuyorsunuz. Yani, hiçbir şeyden IŞİD etkilenmiyor
veyahut da oradaki olaylarla ilgili -bu konuda olduğu gibi- Lübnandaki
konuyla ilgili, bir tek Dışişlerinin yetkilileri veyahut da
Sayın Dışişleri Bakanı konuşunca, bu konuda
Meclise, Türkiye Büyük Millet Meclisine, yasama görevi yapan bu Meclise bilgi
verince mi alınıyorlar, alınganlık gösteriyorlar? Bunu
anlamak mümkün değil. Bu, sadece, tahmin ediyorum ki, olsa olsa söyleyecek
sözü bulunmadığı için gelemiyor buralara yoksa bunun haricinde,
bu söylenenleri mazeret diye kabul etmek mümkün değil.
Şimdi, tabii,
bu Lübnanı tek başına düşünmek mümkün değil yani bu
bölgedeki gelişmelere bakmak lazım. Bu bölgede bir kere epey bir
süredir bu mezhep çatışmaları devam ediyor. Bunları
doğru dürüst okuyamazsak, doğru dürüst tarif edemezsek, doğru
dürüst anlayamazsak bunların mahiyetini, değerlendirmeleri de
doğru yapamayız. Yani bu Lübnanda aynı şey, Irakta
aynı şey, Suriyede yaşananlar benzeri olaylardır. Bunlara
bir bütün olarak bakmak lazım. Ben daha önceki Iraktaki bu konunun da
Mecliste genel görüşme olarak görüşülmesi için MHP Grubu adına
bir öneride bulunduk, bir Danışma Kurulu kararı olarak bunu
neticelendiremedik ama burada grup önerisi görüşüldüğünde dile
getirdim.
Değerli
arkadaşlar, şimdi, yeni bir yüzyıl ve bu yeni yüzyılda bir
yüzyıl önceki yapılan anlaşmalar yenileniyor. Bunları
göremezsek, bunları anlayamazsak, bunları anlamlandırıp
Türkiyenin dış politikasını buna göre
şekillendiremezsek burada bunlar usulen bir bürokratik işlem olarak
gelir bu yazılar, burada oylanır, ondan sonra AKPnin
çoğunluğuyla da geçer gider ama bir netice de sağlamıyor
bunlar, Türkiyeye bir hayrı da olmuyor.
Şimdi,
bahsettim az önce, 3 tane tezkere var, aynı bölgede, mahiyetleri
farklı tabii ama. Suriyede uçağımız düştü 22 Haziran
2012de bunun ardından 1 Ekim 2012de bir tezkere geldi buraya, Meclis
Genel Kuruluna ve oylandı, biz de destek verdik. Bu geniş
kapsamlıydı yani sadece Suriyeyi işaret etmiyordu, bütün
bölgeyle ilgili, maksadına ve kapsamına Hükûmetin karar vereceği
bir yetki talebiydi. Bu yetkiyi verdik, o yetki ne işe yaradı? Yani,
asgaride beklerdik ki dış politika açısından
caydırıcılık ihtiva etsin yani hiç olmazsa, hiçbir şey
olmazsa Bak, Türkiyeden böyle bir tezkere çıktı, buna
karşı da dikkatli olalım. demelerini beklerdik insanların
ama tabii, bunu yapabilmek için siyasi iktidarın buna uygun
politikaları üretmesi lazım. O politikaları üretmediği
takdirde bunlar havada kalıyor -az önce belirttiğim gibi- bunlar
sadece bir bürokratik gereklilikten öteye geçemiyor.
Bir diğeri
Irak. Irak tezkeresi de 2012den bu yana ikinci yılında, herhâlde bu
sene gene sonbaharda, ekimde uzatması gelecek. Ondan sonra, orada Terör
örgütü unsurlarını takip edebilmek ve
caydırıcılık sağlamak için
Şaka gibi değil
mi? Yani burada siz bir taraftan terör örgütünü kendi
vatandaşlarınız için sözcü kabul edip, muhatap kabul edip
bunlarla müzakere yapacaksınız, burada İçişleri
Komisyonunda bununla ilgili Anayasaya aykırı
çalışmaları yapacaksınız ama elinize de bir taraftan,
Kuzey Irakta yuvalanan terör örgütüne karşı faaliyet gösterebilmek
için bir tezkere alıyorsunuz ve her sene de bunları
uzatıyorsunuz. Bunu anlamak mümkün değil. Yani eğer AKPden
anlayan arkadaşlar varsa belli ki bakanlar lütfedip teşrif edemiyorlar
buraya- onların burada çıkıp bu konuda izahat vermelerini çok
arzu ediyoruz.
Şimdi, bu
Irakta tabii, gene haziran ayı içerisinde, biliyorsunuz,
Başkonsolosumuz ve onunla birlikte 48 kişi kaçırıldı,
IŞİDin elinde rehin bunlar. Rehin bile denemiyor siyasi iktidar
tarafından yani Dışişleri Bunlar rehin değil
Peki,
nedir kardeşim? IŞİD nedir? Onun da ne olduğunu
söyleyemiyor, terör örgütü denemiyor, ayıpmış,
alınıyorlarmış. Herhâlde dünya tarihindeki en alıngan
terör örgütü bu, adını söyleyince alınıveriyorlar. Bunu
anlamak, bunu izah etmek mümkün değil. Bu noktada, şu anda üçüncü
haftayı da geçtik, hâlâ oradaki rehinelerimizin ne olduğu belli
değil ve oradaki Başkonsolosluğumuz işgal edildi. Türk
toprağı işgal edildi beyler, bayanlar, değerli milletvekilleri
ve ikinci defa da bayrağımız indirildi; biliyorsunuz, ilki
Diyarbakırda olmuştu.
Şimdi, tabii,
buradan şimdiki görüştüğümüz konuya, Başbakanlık
tezkeresi doğrultusundaki Lübnan UNIFIL tezkeresine gelmemiz lazım.
Şimdi, bu
tezkere de 2006dan beri yürürlükte. 2013te 6 Temmuzda tezkere yine Türkiye
Büyük Millet Meclisine geldi ve burada onaylandı, biz de olumlu oy verdik
çünkü o bölgede, Lübnanda Türkiyenin hem ticari hem de tarihten kalan
kültürel ilişkileri olduğu için bunları Birleşmiş Milletler
kapsamındaki bir barış gücü çerçevesinde orada onlara teminat
sağlamayı doğru buluyoruz.
Ama tabii bir
başka enteresan nokta oldu -herhâlde, umuyorum ki Sayın Bakan
birazdan konuşursa bizi de bilgilendirecektir- 3 Ağustosta Türk Hava
yollarının pilotları kaçırıldı yani 6 Temmuzda
burada UNIFILle ilgili verdiğimiz tezkerenin üzerinden çok kısa, bir
aydan az bir süre geçtikten sonra Türk Hava Yollarının 2 pilotu
kaçırıldı. İmam Rızanın Takipçileri veyahut
Hacıları -tercüme de karışıyor onlar- diye bir örgüt,
daha önce adı hiç duyulmamış, bunlar
pilotlarımızı ellerinde tuttular, yetmiş bir gün Türk Hava
Yollarının 2 pilotu rehin kaldı. Bu arada, Genelkurmay
Başkanlığı, eylül ayının başında yani
pilotlarımız orada rehin iken, UNIFILdeki yani şu anda tezkerede
tekrar yetki talep edilen bu görev gücü içindeki askerlerimizin görev süresinin
sona ereceğine dair bir açıklama yaptı ve zaten aslında
oradan bu askerleri de çekmek istediğimizi de beyan etti. Yani biz zaten
çekecektik... Peki, kardeşim, çekecektiniz; siyasi iktidara
söyleseydiniz, o tezkereyi getirmeseydi. Yani siz eğer çekme
kararında idiyseniz, bir ay önce bu belliydi herhâlde ve bunun
görüşülmesi lazımdı. Ama enteresan bir olay, burada
açıklama var, diyorlar ki: 5 Eylül 2013te görev süresi sona erecek, 2
Eylülden itibaren de İskenderuna, hava durumuna, hava
şartlarına göre intikal edilecek. filan. Peki, şimdi, bu
açıklamalar yapıldıktan sonra, şimdi, bir sene sonra,
tekrar oraya niye askerimizi yollamak istiyoruz, niye bu görev içindeki çalışmalarımıza
devam etmek istiyoruz? Arada ne oldu? Herhâlde, Sayın Bakan, umuyorum ki
birazdan bizi bilgilendirecek.
Peki, bunlar
sürpriz mi? Hayır, değil. Yani o bölgeyi takip eden bütün
yetkililerin; bürokrasidekilerin, Dışişlerindekilerin,
Genelkurmaydakilerin bunu biliyor olması lazım. Yani bir milletvekili
olarak, 19 Temmuz 2012de, bakın, iki sene önce yaklaşan yeni Lübnan
savaşı diye basın bildirisiyle o bölgedeki gelişmelere ben
şahsen dikkat çekmişim. Şimdi, nereden biliyorsun? Açık
kaynaklardan, medyadan, uluslararası gazetelerden. Bunu ben görebildiysem,
ben takip edebildiysem, umuyorum ve bekliyorum ki Türk Silahlı
Kuvvetlerindeki ve Dışişlerindeki kıymetli
bürokratların da bunları öngörmesi ve bunlara karşı tedbir
geliştirmesi gerekirdi. Ama ne oldu? Hiçbir şey yok. Pilotlar
kaçırıldıktan sonra Biz askerleri çekiyoruz. dendi, bir derin
sessizlik, pilotlar kurtarıldı, konu unutuldu diye de bir sene sonra
tezkere, burada, tekrar uzatım için geldi.
Şimdi, bu,
maalesef, yanlış siyaset her yerde devam ediyor. Son, Irakta
Başkonsolosumuz, özel harekatçılarımız, Konsolosluk
görevlilerimiz, 49 kişi alındıktan sonra -rehine
alındılar- bu konuda Sayın Dışişleri Bakanı
bilgi vermek arzusunda olduğunu siyasi partilere bildirdiğinde biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak 3-4 noktanın altını çizdik ve
bunlara dikkat çektik.
Bunlardan birinde,
elimizdeki mevcut tezkerelerin buradaki bir askerî müdahale seçeneğine
zemin olup olmadığı ve bunun kullanılıp
kullanılmayacağı, bu opsiyonun açık tutulması
gerektiği ve orada her hâl ve şartta
vatandaşlarımızın can güvenliğinin
sağlanması gerektiğini ifade ettik. Yo, yo, iyiler. diye bize
cevap veriyorlar. Değerli milletvekilleri, tatile mi gittiler altı
bezli çocuklarla Konsolosluktaki görevliler, izin mi kullanıyorlar, yani
üç haftadır nerede bu insanlar? Biz görüşüyoruz, iyiler... Sizin
görüşmeniz yeterli mi? Yani bir hapishanede tutukevinde, bir terör
örgütünün nerede tuttuğu belli olmayan insanların sadece sizlerle
görüşüyor olması onların iyi olduğu anlamına gelmez.
Onların ya görevlerinin başında ya da böyle bir tehdit
karşısında vatan topraklarında, kendi ailelerinin
yanında olmalarıdır beklenen ama bu konuda hiçbir şey
yapılmıyor.
Bir ikinci
değindiğimiz nokta Iraktaki Türkmenlerin durumu idi.
İlgilenildiği söyleniyor fakat maalesef orada, Suriyedeki Türkmenler
olsun, Iraktaki Türkmenler olsun hiçbir şekilde Türkiyenin ilgisi,
alakası kapsamı içinde bulunmuyor. Yani kozmetik olarak 2 kamyonda
silah yakalattığınızda Türkmenlere gidiyor. demeyle
sorumluluktan kurtulamazsınız. Yakalanmasaydı nereye
gittiği belli değildi, yakalanınca Türkmenlere mi gitmiş
oluyor bunlar? Böyle bir mantık olur mu ya, böyle bir akıl, böyle bir
kabul olur mu? Bunu da insanların, muhalefetteki partilerin, bizlerin,
vatandaşların kabul edeceğini mi düşünüyorsunuz? Böyle bir
şey söz konusu değil.
Bir diğer
değindiğimiz nokta, oradaki, bu IŞİDin doğurduğu
huzursuzluğun ardından olası bir göç ihtimaliydi. Daha üç hafta
önce yetkililerle görüştüğümüzde Böyle bir ihtimal de olabilir.
diye bakıyorlardı; bugün, hududa dayandılar, huduttan
geçiyorlar. Bu siyasetin, bu bölgedeki siyasetin çok daha ciddi, çok daha
akılcı ve çok daha kapsamlı olarak ele alınması
lazım; çok daha ciddi, tekrar altını çizerek söylüyorum.
Az önce de bahsettim,
daha önceki konuşmamda da bahsettim. Bu, Sykes-Picot
Anlaşmasının 100üncü yılıdır ve bölgede yeni
coğrafya, yeni sınırlar oluşuyor. Türkiyedeki siyasi
iktidar bunu anlamadığı takdirde, bunu çözemediği takdirde
ve buna karşı Türkiyenin menfaatlerinin gerektirdiği
tedbirleri, önlemleri alamadığı takdirde bu tip
sıkıntıları yaşamaya devam ederiz.
Bu UNIFIL
Barış Gücünün yani Başbakanlığın tezkeresi ile
ilgili Birleşmiş Milletler Barış Gücünün altında var
olmanın biz gereğine inanıyoruz. Bu nedenle de bu tezkereye
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak olumlu bakıyoruz. Ancak, tabii,
bir şeyi de söylemek lazım burada.
Değerli
arkadaşlar, sayın milletvekilleri; kendi topraklarınızda,
Diyarbakırda kendi bayrağınıza sahip
çıkamazsanız dışarıda sizin insanlarınızın,
sizin tarihî köklerinizden gelen insanların dayak yemesi maalesef mukadder
oluyor. Bu noktada, bunların daha sorumlu, daha vicdanlı, daha
akılcı ve yüzyılın başına uygun, daha kapsamlı
ele alınması gerektiğini vurguluyorum ve yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz isteyen Osman Taney Korutürk, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Korutürk. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'nin Lübnandaki Birleşmiş Milletler Geçici
Gücüne yapmış olduğu katkının bir yıl daha
uzatılması konusundaki tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak
üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, 2006 yılında başlamış olan bu
harekâta başından itibaren Türkiye'nin dünya istikrarını,
dünyadaki barışı, ülkeler arasındaki anlaşmaların
barışçı yollarla çözümünü destekleme çabaları çerçevesinde
kendi imkânlarıyla katkıda bulunmasını her zaman uygun
gördüğümüz için olumlu oy verdik. Bugün Lübnanda barışı
korumak için bulunan Birleşmiş Milletler Gücüne Türk birlikleri de
iştirak ediyor ama Türk birlikleri bölgedeki başka konulardaki
barışı koruma alanında Türkiye'nin çok parlak bir sicili
olmadığını da muhtemelen, üzülerek görüyor.
Şimdi,
Irakta meydana gelen, Suriyeden Iraka sıçrayan ve Irakın
komşularını da tehdit etmeye başlayan çok ciddi
gelişmeler çok muhtemeldir ki önümüzdeki görülebilir dönem içerisinde
Lübnana da sirayet edecektir.
Biz bu
taslağın, bu tezkerenin Meclise geleceğini gördüğümüz zaman
bunu önce bir araştırdık Bizim kara birliklerimiz, arazideki
birliklerimiz hâlen orada mı? diye. Arazide gerçi muharip birlik
değil, istihkâm birliğimiz var ama istihkâm birliklerimiz eğer
orada olsaydı biz, büyük bir ihtimalle, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu
badirenin içerisine hazırlıksız yakalanacak birliklerimize vize
vermemek için bugün burada olumsuz oy verecektik ama baktık ki Türkiye
Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerinin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin oradaki
istihkâm birlikleri 2 Eylül 2013 tarihinde çekilmiş ve karada başka
birliğimiz kalmamış. Şimdi mevsim şartlarına göre
orada görev yapan bir fırkateyn veya yerine göre bir korvet ve hücumbot
şeklinde deniz unsurlarımız var. Deniz
unsurlarımızın Doğu Akdenizde bayrak göstermesi, Doğu
Akdenizin istikrarına katkıda bulunması, Doğu Akdenizdeki
barış faaliyetlerinde yer alması ve Doğu Akdenizdeki silah
trafiğini engelleme görevinde Birleşmiş Milletler içerisinde yer
alması bizim açımızdan kabule şayan bir durumdur. Onun
için, biz bu tezkereye bu yıl da olumlu oy vereceğiz.
Şimdi, burada
bir şey söyledim dikkat ederseniz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
bölgedeki silah trafiğine engel olması bizim açımızdan
makbuldür. dedim. Makbuldür ama silah trafiğine Birleşmiş
Milletlerin görev güçleri dışında Türkiyenin, maalesef, katkıda
bulunduğunu görüyoruz. Başlangıçtan itibaren Hükûmeti çok ikaz
ettik bu konuda. Suriye politikasında, Suriyede silahlı bir
mukavemet, silahlı bir karşı koyma yaratma çabalarında
Türkiyenin bu işlere girişmemesi gerektiğini söyledik. Bir
komşu memleketin rejiminin değiştirilmesi Türkiyenin
şimdiye kadar denemeye kalkıştığı bir iş
değildi; denemeye kalkıştığı bir iş
değildi çünkü Türkiye bu bölgede şimdiye kadar hep istikrarı
korumaya, barışı korumaya çalışan bir ülkeydi. Kendisi
de, Türkiye, ancak istikrar ortamı olduğu takdirde sağlam bir
varlık gösterebilen bir ülke, Türkiye istikrarsızlık içinde
kolay çalışan bir ülke değil. Onun için,
istikrarsızlık kendisine sıçramasın diye Türkiyenin bu
bölgedeki istikrara mutlaka katkıda bulunması lazımdı,
barışa katkıda bulunması lazımdı. Suriyedeki
olaylara müdahale edelim mi? Edelim ama silahla mukavemeti organize ederek,
muhalefeti yapmaya çalışarak değil, uluslararası diplomatik
ve barışçı teşebbüslere önayak olarak edelim.
Tıpkı, vaktiyle Iraka Komşu Ülkeler mekanizmasını
kurup o günden bugüne kadar Irakın toprak bütünlüğünü muhafaza
etmiş olduğumuz gibi edelim dedik ama böyle olmadı. Onun için,
bu çok ciddi bir çelişki. Türkiye bir yandan bölgedeki birçok silahlı
harekete ve bu arada da IŞİD gibi birtakım terör örgütlerine
zamanında silah göndermiş, silah vermiş, her türlü
yardımı yapmış, bir yandan da Birleşmiş Milletler
Barış Gücünün, bölgeye, Lübnana silah gönderilmesini engelleme
faaliyetlerine de gemi, fırkateyn, hücumbot, korvet göndererek
katkıda bulunmaya çalışıyor. Bu belirsiz bir politika.
Hakikaten, şaşılacak bir politika. Bu ne demek? Bu nasıl
iş? Bir yandan silah verdiriyorsunuz, bir yandan silahı engellemeye
çalışıyorsunuz. Siz aslında hangisisiniz? Bunu iyi
düşünmek lazım. Biz, aslında silahı engelleyen
olmalıyız. Biz, aslında silahı veren olmamalıyız.
Bu bölgede silahlı faaliyetleri destekleyen, bunları geliştiren,
bunları planlayan ülkeler olmamalıyız. Olduğumuz zaman
başımıza ne geldiğini görüyorsunuz.
Değerli
arkadaşlar, İstanbulda gene bir barış toplantısı
yapıldı. İstanbulun barış toplantısına ev
sahipliği yapması aslında memnuniyet verici bir şey.
Dışişleri Bakanı orada bir konuşma yaptı. O
konuşmayı dinleyenler herhâlde epey
şaşırmışlardır çünkü takip ettiği
politikayla o konferansın kendi konusu birbirini çok fazla tutar mahiyette
değil. Bu arada, hemen konferansın ertesinde Musul IŞİD
tarafından işgal edildi. Sayın Dışişleri
Bakanı Twitter vasıtasıyla kamuoyumuza dedi ki: Biz,
Bağdat Büyükçelçiliğiyle, Mısır
Başkonsolosluğuyla, Basra Başkonsolosluğuyla temas
hâlindeyiz. Temas hâlinde olmasını Twitterla veya tweetle
atması için hiçbir sebep yok. Tabii ki temas hâlinde olacak. Türkiye
Dışişleri Bakanlığı, bütün dış
temsilcilikleriyle yedi gün yirmi dört saat temas hâlinde. Bunu niye
açıklama lüzumunu hissettiğini ben şahsen bir dış işleri
meslek mensubu olarak çok fazla anlamadım. Ama arkasından başka
bir şey daha söyledi gene Twitterda, dedi ki: Musulda durum kontrol
altındadır, endişe edecek bir şey yoktur. Bu daha
Twitterda birtakım kimseler tarafından retweet edilirken medilirken
bir de baktık ki Musul Başkonsolosluğumuz IŞİD
tarafından basılmış; Başkonsolos, Konsolosluk
personeli, personelin ailesi, kedisi köpeği bağlanmış,
götürülmüş. Musulda her şey kontrol altında, endişe
edecek bir şey yok. diyen -ama Twitterda diyen-
Dışişleri Bakanı ertesi gün bir beyanat verdi, dedi ki:
Bazı çevreler Irakın ciddi bir kaos içerisinde olduğu
izlenimini yaymaya çalışmaktadırlar. Yani Irakta ciddi bir
kaos yok, Irakı bir kaos içinde göstermeye çalışıyorlar.
dedi.
Şimdi, onu
dedi. Bu gazetelerde yer aldı. Biz notumuzu aldık, bir kenara koyduk.
Üç gün önce, dört gün önce bir beyanat daha verdi Irakta dehşetli bir
kriz baş göstermiştir. Bu kriz kapımıza
dayanmıştır, bizi de tehdit ediyor. dedi.
Şimdi, çok
kısa aralıklarla bir akademisyen birbiriyle çelişen
değerlendirmelerde bulunabilir veya birbiriyle çelişen saptamalar
yapabilir, beyanlarda bulunabilir. Bu, ileride bakıldığında
o akademisyenin akademik kariyerinde bir etkisi olur, o açıdan tenkit
edilir, eleştirilir ama bir Dışişleri Bakanı bir
hafta, on gün içinde birbiriyle 180 derece zıt iki açıklama
yapıp da birinde Bir şey yok. birinde de Feci bir vaziyetteyiz.
derse, o zaman temsil ettiği, dış işlerini yönettiği
ülkesinin güvenlik, savunma, siyasi mekanizmalarının hepsinde çok
ciddi bir sorun olduğunu gösterir.
Dışişleri
Bakanı Sayın Davutoğlunun -burada daha önce bunları
konuştuk, bütçeyi de konuşurken bu konuları görüştük-
artık bu görevi ne kadar başarıyla yürüttüğünü, ne kadar
daha yürütmesi gerektiğini kendi vicdanı içinde bir
değerlendirmesi lazım diye düşünüyorum.
Dışişleri
Bakanını, siyaset Dışişleri Bakanı
yapmıştır. Siyasetin imkânları Dışişleri
Bakanına, Dışişleri Bakanı olma şansını
vermiştir. Dışişleri Bakanı aradan geçen zaman
zarfında Türkiye'nin dış politikasını bugün içinde
bulunduğu çok olumsuz, çok sakıncalı, çok rahatsızlık
verici ve Türkiye'nin gücünü, kuvvetini, varlığını,
ağırlığını çok hafifletici bir noktaya
getirmiştir. Siyasetin kendisine bakan olma şansını vermiş
olduğu Dışişleri Bakanının önünde şimdi bir
şans daha vardır; o şans da istifa etme şansıdır.
Bakın, bizim
siyasi hayatımızda istifa çok kullanılan, çok başvurulan
bir unsur değil, istifayı herkes etmiyor. Hiç olmazsa
Dışişleri Bakanı buradaki başarısızlıklarını
görüp artık bunu daha fazla devam ettirme inadından vazgeçip istifa
ederse, istifa erdemiyle tarihe geçer. Tarihe geçeceği şüphesiz.
Dışişleri Bakanı tarihe geçmek için ciddi bir faaliyet
içinde diye birçok yayınlarda yorumlar okuyoruz, ediyoruz.
Dışişleri Bakanının öyle bir endişesi yok,
Dışişleri Bakanı tarihe geçti. Dışişleri
Bakanı tarihe, Türkiye'nin gelmiş geçmiş en
başarısız Dışişleri Bakanı olarak ve
Türkiyeyi dış politikada en fazla zora sokan
Dışişleri Bakanı olarak geçti. Bunu silmek mümkün
değil ama bunu, belki bir ölçüde, istifa ederek, ama istifa erdemini de
göstermiştir kaydını düşerek bir olumluya çevirebilmek hâlâ
elinde. Çevirmezse ne olur? Çevirmezse ne olacağını hep birlikte
yaşayarak göreceğiz, bugüne kadar gördüğümüz gibi.
Şimdi, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin barışı destekleme harekâtlarına
katkıları hakkında Genelkurmay
Başkanlığının web sitesinde çok etraflı bilgiler
var. Bunlara baktığınız zaman, hakikaten Türkiye'nin, 1993
yılı Şubat ayından itibaren uluslararası
barışa katkıda bulunmak için çok ciddi bir çaba içerisinde
bulunmuş olduğunu görüyorsunuz. Bunlar sırasıyla, burada
Genelkurmay web sitesinde belirtilen sırayla, önce Somali harekâtıyla
başlıyor. Somali harekâtı benim çok yakın
tanıdığım, hatırladığım, içerisine zaman
zaman müdahil olduğum bir harekâttır ve Türkiye'nin,
dışarıya, Birleşmiş Milletler barış
harekâtlarına açılışını sağlamış
olan bir harekâttır. Arkasından Bosna-Hersek Koruma Gücü,
arkasından eski Yugoslavya Cumhuriyetine yönelik ekonomik
yaptırımlar ile silah ambargolarının kontrol edilmesi için
bir başka barış harekâtı, sonra Bosna-Hersek harekâtı,
daha sonra Arnavutluk harekâtı. Bunların hepsinin Genelkurmayın
web sitesinde İngilizce isimleri var. İngilizce isimlerin
Türkçeleştirilmiş olmasını isterdim. Türkiye Büyük Millet
Meclisi kürsüsünden de İngilizce isim okumayı doğru bulmuyorum.
Onun için, nerelerde olduğunu söylüyorum. Daha sonra Makedonya,
Makedonyadan sonra Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kongo Demokratik
Cumhuriyetinden sonra Sudan, Sudandan sonra Iraka eğitim desteği,
ondan sonra da Libya harekâtı -ki bu, meşhur NATOnun Libyada ne
işi var? şeklinde Başbakanın
vasıflandırdığı ama hemen arkasından bizim
katıldığımız NATO harekâtı- ondan sonra da Darfur
Misyonu var. Bunlar geçmişler, geçmiş harekâtlar. Şimdi de,
şu anda, halihazırda Türk Silahlı Kuvvetleri beş ayrı
noktada dünya barışına katkı sağlıyor; bunlar
gene, Bosna-Hersek, Kosova, Afganistan, Lübnan ve Somali, Somalideki de deniz
harekâtı.
Barışa
bu kadar katkıda bulunmayı kendine şiar edinmiş olan,
Genelkurmay Başkanlığının web sitesinde 5
sayfalık çok etraflı bir barışı koruma planı ve
bu planın nasıl uygulandığına dair bilgi bulunan bir
ülkenin kendi bölgesindeki silahlı çatışmaları teşvik
etmiş olması bu bölgede çok kolay affedilecek bir şey
değil. Arkadaşlar, bakın, çok açık söylüyorum: Bu bölgede
hatıralar bizim her zaman unuttuğumuz kadar kısa zamanda
unutulmaz, bu bölgede hep eskilerden kalan şeyler kalır.
Bunların içerisinde Türkiyenin, içinde bulunduğumuz bu yıldan
geriye doğru saydığınız dört, beş yıl
içerisinde bu bölgenin istikrarını, barışını
nasıl bozmuş olduğu, bunlara ne kadar kötü katkılarda
bulunduğu bu bölgedeki insanların hepsi tarafından
hatırlanacak ve zamanı gelince bizim yüzümüze vurulacaktır. Biz
buralarda her zaman barışı korumakla, istikrarı
sağlamakla, ara bulmakla, sağlığı, eğitimi,
kültürü, çok sesliliği teşvik etmekle övünürken bize bunları hep
hatırlatacaklar, Ama, şurada da şöyle yaptınız,
burada da böyle yaptınız. diyecekler.
Şimdi,
artık bunu düzeltmek için vakit geç, bunu bugünden sonra çok kolay
düzeltemeyiz ama bugünden sonra vuku bulacak hadiseleri bir parça daha kontrol
altına alabiliriz. Irakta meydana gelen çok karışık
hareket Irakı artık dağıtacak gibi gözüküyor. Orada
Türkiyenin rolü: Her hâlde tekrar, eskiden olduğu gibi, Irak içerisinde
barışın, güvenliğin sağlanması Irak
halkının katmanlarının, Kürtlerin, Türkmenlerin,
Arapların, etnik ayrılık gütmeden; Sünnilerin, Şiilerin,
mezhepsel ayrılık gütmeden; Hristiyanların, din
ayrılığı gütmeden bir araya getirilmesi için bir
uluslararası harekâta öncülük etmesi lazım.
Geçen gün bu
kürsüde Türkmenlerin durumunu konuştuk; Türkmenler de Irakın ana
katmanlarından bir tanesi, aynen Araplar gibi, Kürtler gibi ama Türkmenler
bugün Irakta çok ihmal edilmiş bir vaziyette. Telafer
basılmış, oradan dışarı çıkmışlar,
nereye gittikleri, nereye gidecekleri belli değil, kimin güvencesi
altında oldukları belli değil. Kürt bölgelerinde olanlar bir
parça daha istikrarlı olan o bölgelerin güvenliğinden
yararlanıyor ama o bölgelerin içerisinde olmayanlar yararlanamıyor.
Burada, çok etraflı bir şekilde ben gene sizlere Bunlara
karşı Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ne yapabilir? diye bir önlemler
dizisi saydım. Bu önlemler dizisi hakkında veya bunların üzerine
eğilindiği hakkında elimizde hiçbir belirti yok. Biz burada
konuşuyoruz, konuştuğumuz şeyler uçuyor gidiyor.
Bakın,
şimdi benden sonra muhtemelen bir noktada Dışişleri
Komisyonu Başkanı, meslektaşım, arkadaşım Volkan
Bozkır konuşacak ama bizim Sayın Volkan Bozkıra
yapmış olduğumuz bir başvuru var Dışişleri
Komisyonunun muhalefet üyeleri olarak. Muhalefet üyeleri dediğimiz zaman,
Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Halkların Demokratik
Partisi üç ayrı muhalefet partisi olarak bir dilekçe verdik ve dedik ki:
Bu kadar karışık şartların, bu kadar korkunç
hadiselerin cereyan ettiği bir ortamda Dışişleri Komisyonu
uluslararası anlaşmaları falan gene yapmaya devam etsin ama
onların dışında, asıl işlevini icra edecek
şekilde bir özel oturumla dış politikayı konuşsun.
Dışişleri Bakanını, Bakan gelemiyorsa Bakan
Yardımcısını, Bakan Yardımcısı gelemiyorsa
Müsteşarını çağırıp bunlarla bu işleri
konuşsun. Ama bakın bu, geçen haftadan sonra yarın,
Dışişleri Komisyonunun bizim müracaatımızın
üzerine geçen üçüncü toplantısı yapılıyor ve Hükûmet
kanadından da, iktidar kanadından da bu toplantıyı
gerçekleştirmek için hiçbir girişimde bulunulmuyor.
Dışişleri Bakanlığı
meşgul. veya Bunların konuşulması sakıncalı
Nasıl sakıncalı olabilir arkadaşlar, nasıl meşgul
olabilir? Bundan başka bir meşguliyet olabilir mi veya bundan
başka bir ortam olabilir mi bunların konuşulabileceği?
Genel Kurulda konuşulacağı zaman çok garip bir tabir
kullanılıyor: Bunlar ulu orta konuşulacak sözler
değildir. Genel Kurulda ulu orta konuşulmak demek, burada oturan
bütün milletvekillerinin her birisini teker teker -hakaret lafını
kullanmak istemiyorum- küçümseme demektir. Ulu orta ne demek? Burası ulu
orta değil, burası milletin bütün işlerinin
konuşulacağı bir yer. Bizler buraya seçilerek geldik, oy alarak
geldik. Bizim seçmenlerimiz soruyor Ne yapıyorsunuz siz orada? diye.
Peki, Dışişleri Komisyonu bir ihtisas
komisyonu. Dışişleri Komisyonu, dış politikanın
tartışılıp, görüşülüp Meclise sunulacağı bir
ihtisas komisyonu. İhtisas komisyonu, sadece birtakım
uluslararası anlaşmaların onaylanmasına indirgenmiş
şekilde çalışıyor. Ben bunu çok yersiz ve yanlış
görüyorum, böyle bir şey olabilir mi? Üstelik de o gelen
anlaşmaların içerisinde -işte, Sayın Başkan,
arkadaşım bilir- bir sürü yanlışlıklar, kelime
hataları, ifade hataları, Bu şekilde söylenirse başka
manaya gelir. falan diye düzeltmeler oluyor. Ama düzeltme de olmuyor
Komisyonda. Neymiş efendim, bunlar Bakanlar Kurulundan geçmiş,
imzalanmış, yapılabilecek bir şey yokmuş. O zaman
nedir? O zaman bunlar tasdik mercisidir. Nedir? Gideceğiz oraya,
okuyacaklar, Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul edilmiştir., oradan buraya
gelecek, burada kaç dakikalık konuşma süreniz varsa
konuşacaksınız, sizi kimse dinlemeyecek veya dinleyenler varsa
hiç üzerinde bile durmayacak, kulak arkası edecek, Bitse de gitsek.
diyecek. E, böyle bir Meclisin işlevleri çok zayıflamış
demektir, çok azalmış demektir. Bizim hep birlikte -sizlerle de
birlikte, biz de kendimiz- şu Meclisi bir parça daha canlandırmamız
lazım. Şu Mecliste, Türkiyenin bugün çok kötü giden dış
politikasına en azından müdahale etmemiz lazım. Şurada, bu
dış politikayı bu hâle getirenlere Niye böyle yapıyorsunuz,
neden böyle yapıyorsunuz, gelin anlatın. dememiz lazım,
onların da anlatmaktan kaçmamaları lazım.
Onun için,
arkadaşlar, Lübnana gidecek olan Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarına, ki Türk Deniz Kuvvetleri unsurlarıdır
Türk Deniz
Kuvvetleri geçmiş olduğumuz dönemde çok büyük
sıkıntılardan geçmiş, gücünü çok büyük ölçüde kaybetmiştir
ama Deniz Kuvvetleri gene Deniz Kuvvetleridir, gene vazifesini
yapmaktadır. Oraya giden gemilerimizde görevli subay, astsubay,
erbaş, er ve sivil personele sağlık ve başarılar
diliyorum, pruvaları neta, rüzgârları bol olsun diyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Şimdi, söz
sırası Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz isteyen
Altan Tanda, Diyarbakır Milletvekili.
Buyurun Sayın
Tan.
HDP GRUBU ADINA
ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bir kez daha yurt
dışına asker gönderilmesiyle ilgili bir tezkere
doğrultusunda konuşmak üzere huzurlarınızdayım. Bu
kaçıncı tezkere, bu, kaçıncı konuşma, bu,
kaçıncı tartışma, doğrusu ben de
hatırlamıyorum.
Bir zamanlar
yabancı bir gazeteci yazdığı bir makalede Türkiyenin en
büyük ihracat kalemi askerleridir, ordusudur. dediği zaman yer yerinden
oynamıştı ama geriye dönüp bakıyoruz, Demokrat Parti
döneminde Koreye asker yollamadan daha sonra Afganistana asker yollamaya
kadar, işte bugün de Lübnana tekrar asker yollamaya kadar kaç sefer bu
işi yaptık, herhâlde, devlet de, yetkili yerlerde, ilgili yerlerde
kayıtları olmasa irticalen sayısını unuttu.
Değerli
arkadaşlar, tabii ki, dünyada belli
paktların, belli organizasyonların, belli kuruluşların
içerisinde iseniz, isek, dünyada yine belli bir çerçevede siyaset
yapıyorsak bununla ilgili yükümlülüklerimizi de yerine getireceğiz
ama dönüp soracağız: Neden? Niçin? Nasıl? Ne kadar? Nereye? Bu
soruların cevabını bilen yok, bilen varsa da bu konuda gelip de
Meclise bilgi veren, malumat veren de yok.
Şimdi,
Lübnan, tabii, Orta Doğunun en hassas bölgesi. Etnik yapısı
itibarıyla, dinî yapısı itibarıyla, mezhebî
yapısı itibarıyla, neredeyse bütün bir Orta Doğunun özeti
bir yer ve aynı zamanda, İsrail politikası, Suriye
politikası, Filistin politikasının da birinci derecede etkili
olduğu ve etkilendiği bir yer.
Burada bu
mevzuları parça parça konuşmak yerine; Lübnan, Suriye, Gazze,
Filistin, Mısır, Afganistan, Bosna-Hersek, Arnavutluk diye
ayırmak yerine, defalarca yine bu kürsüden seslendik sayın Hükûmet
yetkililerine ve bugün Dışişleri Bakanlığı
koltuğunda oturan Sayın Ahmet Davutoğluna, dedik ki: Lütfen,
gelin, bize bir makro plan analizi yapın. Siz dünya siyasal sisteminde
nerede duruyorsunuz? Avrupa Birliği, Batı ekseninde mi siyaset
yapıyorsunuz, yoksa son dönemlerde sıkça dillendirdiğiniz
Şanghay Beşlisi hayalleri peşinde misiniz? Yoksa, bütün
bunlardan da ari, bütün bunlardan da müstagnî ve öte, Orta Doğuda bir
farklı politikanın temsilcisi misiniz? Gelin, bize anlatın, önce
bu büyük planınızı, siyasetinizi, duruşunuzu, siyasetinizin
koordinatlarını bize anlatın, ondan sonra da nereye asker
yollanılması gerekiyor, nereye ambargo konulması gerekiyor,
nereye büyükelçi gönderilmesi gerekiyor, nereden büyükelçi alınması,
geri çekilmesi gerekiyor, bunu daha doğru düzgün
tartışalım.
Ancak,
değerli arkadaşlar, maalesef, bugüne kadar defalarca bu
çağrıda bulunmamıza rağmen, gelip de bu Mecliste eskilerin
tabiriyle sadra şifa veya dişte bir kovuk dolduracak kadar bir
bilgi, malumat, analiz, tahlil, belge bu Meclisin önüne konulmadı.
Şimdi de
bütün bir Orta Doğu yine ateş çemberi içerisinde. Ne
yapıldığı belli değil. Tekrar tekrar soruyoruz
Hükûmete. Bir dönem Türkiyede Adriyatikten Çin Seddine kadar tabirleri
konuşuldu. Yani Türkiye öyle bir devlet olacak ki Adriyatikten Çin
Seddine kadar etkili olacak. Peki, Adriyatikten Çin Seddine kadar neyi
kastediyorsunuz, bir Turan imparatorluğu mu kurmak istiyorsunuz? Cevap
yok.
Ondan sonra,
İslami söylemler ön plana çıkarıldı; İslam
birliği, İslam kardeşliği, İslam ülkeleri, Rabia
işaretleri
Peki, ne yapmak istiyorsunuz? Orta Doğuda bu
Müslümanların yüzlerce yıldır hâli
perişanlığını ortadan kaldıracak, Ziya
Paşanın yüz otuz sene evvel Dolaştım mülk-i
İslâmı, hep virâneler gördüm / Dolaştım mülk-i
küffârı, hep beldeler, kâşâneler gördüm. dediği bu hazin tabloyu değiştirecek nasıl bir
planınız var hamasetten öte?
Yine aynı
şekilde, bir dönem Afrika ülkeleriyle iş birliği, üçüncü dünya
antiemperyalistliği dillerde dolaşır oldu. Peki, sizin
Afrikayla ilgili TUSKONun ötesinde bir siyasetiniz var mı? Yani TUSKON
kadar bile başarılı değilsiniz, kurulan ilişkiler, yapılan
ihracatlar, diyaloglar ve kültürel entegrasyonla alakalı olarak.
Değerli
arkadaşlar, birinci sorun, bir vizyon ve misyon eksikliğidir;
maalesef, en büyük eksiklik budur. İkinci olarak da bir başarı
efsanesi ortada dolaşmaktadır ama başarının kendisi
ortada yok. Yani şair diyor ya Ne efsûnkâr imişsin ey didâr-ı
hürriyet/Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten. Bir
başarı, başarı, başarı ama bu başarı
nerede, bunu gören, bilen, duyan, işaret eden yok.
Komşularla
sıfır sorun. Ne oldu? Halep kuş uçuşu
Abidin Dino,
memleketimizin yetiştirdiği en önemli ressamlardan ve
entelektüellerden biriydi, aynı şekilde Nazım Hikmet de kendi
sahasında büyük bir edebiyatçı, büyük bir şair, ikisi iyi
arkadaş. Nazım Hikmet, Abidin Dinoya bir mektup yazıyor, diyor
ki: Her şeyin resmini çizdin ama mutluluğun resmini çizebilir misin
Abidin?
Biz de Sayın
Davutoğluna soruyoruz: Bu mutluluğun resmi nerede, çerçevesi nerede?
Getir de önce Meclisin duvarına, sonra da hepimiz kendi
odalarımızın, bürolarımızın, evlerimizin
duvarına asalım. Nerede bu başarı? Neler
yaptınız? Bu stratejik derinliğin bütün dünyayı, hatta
ahireti tahlil eden analizleri neden okyanusları, denizleri geçti de bir
kaşık suda boğuldu? Neden Halepte, Musulda, Bağdatta,
Basrada, Gazzede, Kahirede sokağa çıkamaz hâle geldi? Neden,
neden, neden? Hatta hatta Bosnada
Bosna bugün ne oldu? Kaç tane kanton var
orada, kaç tane özerk bölge var? İktidarlar nasıl
değişiyor? Halk niye sokakta tekrar? Neler yaptınız?
Arnavutlukta neler oldu? Bulgaristanda alternatif parti kurdurdunuz,
akıbeti ne oldu?
Sayın
Başbakan geçen sene, önceki sene 4 Temmuzda Gazzeye gidecekti, tekrar 4
Temmuz geldi, niye gidemedi? Ne oldu? Demek ki bu işler böyle hamasetle,
yağmayla, gürlemeyle, öksürmeyle, bakanları azarlar gibi milleti de
azarlamayla olmuyor.
Şair diyor
ya:
Meyhane
taşradan mukassi görünür amma,
Bir başka
nezahet, bir başka letafet var içinde.
Bu siyasetin de
bir inceliği, bir nezaketi, bir nezaheti, bir rekaketi var. Tabii, tercüme
lazım bunlara, neyse
Bu kadar Osmanlıcılık yapanların
bunları bilmesi lazım, evet.
Değerli
arkadaşlar, tabii, her şeye rağmen, biz ne kadar
eleştirirsek eleştirelim, bu ülke bizim ülkemiz, Orta Doğu
coğrafyası bizim coğrafyamız, ölen de öldürülenler de bizim
kardeşlerimiz, yanan bizim evimiz. Yani, Hükûmet buralarda
başarısız oldu diye biz sevinç içerisinde değiliz çünkü bu
ev, bu gök kubbe bizim üzerimize yıkılıyor,
yıkıldı, perişan oldu. Benim akrabalarımın
yarısı, işte Suriyedekiler perperişan; kaçabilen Avrupaya
kaçtı, gerisi de burada sürünüyor, orada kalan da Allaha emanet. Bütün bu
yangın evimizin içinde değerli arkadaşlar.
Yine, kaç gün
oldu, bizim, Musuldaki rehin tutulan elçilik mensuplarımızdan bir
haber var mı? Bir de üstüne üstlük medya yasağı koydunuz,
konuşma yasağı koydunuz. Peki, dünya bunu konuşmuyor mu?
Vallaha dünya âlem konuşsun, siz konuşmayın! İşte
gelinen nokta bu. Dünya âlem her şeyi biliyor, İngiliz
istihbaratı şu an onların ne yediğini ne içtiğini
biliyor, CIA biliyor, KGB biliyor, SAVAK biliyor, diyeceksiniz ki Bizim
MİT de biliyor. Ama, biz bilmiyoruz. İşte sorun bu. Ya, siz
kimsiniz, milletvekilleri böyle, gizli saklı şeyleri bilecek
olgunlukta mı? derseniz, o zaman, bu yazıyı buradan silin,
götürün evinizin banyosuna asın. Yani, en yüksek merci burasıysa,
bütün dünya âlem bunları biliyorsa, bütün istihbarat örgütleri biliyorsa
ve bütün dünya gazeteleri, medyaları bunu konuşuyorsa, biz
konuşamıyorsak, dış politikada da aynı böyle, o zaman
buranın da hiçbir anlamı yok.
Evet, değerli
arkadaşlar, şimdi, bir diğer önemli mevzu: Yine, yanı
başımızda, Irak fiilen üçe bölündü, fiilen. Peki, Türkiyenin
politikası ne? Kürtlerle doğru düzgün bir birliktelik kur.
diyorsun, Ortaya bir siyaset koy. diyorsun, Ben Rojavayla, Suriyedeki
Kürtlerle diyalog kurmam. Hâlâ kapılar kapalı, hasta
akrabalarımız gelemiyor. Dün, Mardin Valiliğini aradım,
hasta, raporu olan iki yakınım, akrabam gelecek, izin verilemiyor,
kapıdan geçemiyor. Peki, Irak Kürdistan Bölgesel
Yönetimiyle bu diyalogları nereye götüreceksin? Bağımsızlık
hazırlıkları var, referandum hazırlıkları var;
politikan ne? Daha düne kadar Erbilde konsolosluk açmayanlar
Biz, Abant
Platformu olarak Erbilde 18 Şubat 2009da Kürdistan konferansı yaptık,
Kürt konferansı yaptık. Buraya gelip de yani o toplantıya gelip
de o toplantıyı bize zehir edenler, Kürdistan adını
ağızlarına almayanlar, toplantının
insicamını bozmaya çalışanlar bir yerler adına, bugün
Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı ve farklı
görevlerde. Yunanistan orada konsolosluk açana kadar Türkiye konsolosluk
açmadı. Bugün Hüseyin Çelik çıkıyor, diyor ki: Kürdistan
bağımsızlığını ilan ederse zımnen biz
hayır demeyiz. Ondan sonra da diyor ki Öyle demedim, böyle demedim,
şöyle çarpıtıldı, böyle oldu. Peki, Kürtler
bağımsızlığını ilan etsin, biz de bir
şey demiyoruz. Kardeşlerimiz eğer birlikte
yaşamıyorlarsa tabii ki başlarının çaresine
bakacaklar. Ama, sen beş yıl zarfında bu kadar manevrayı
nasıl yaptın? İngilterenin, Amerikanın, Rusyanın
elli yıllık, yüz yıllık öngörüleri, politikaları
varken sen beş yılda bu kadar şaşırdınsa, ne
yapacağını bilmez bir hâle geldinse, peki, senin dış
politikan nerede? Hani yüz yıllık dış politikan, hani bin
yıllık -öyle övündüğün göğsünü gere gere- devlet
geleneğin, devlet nerede? Vallahi o zaman öyleydi ama bugün Kürtlerde 1
milyon varil petrol çıkıyor. 1 milyon varil petrole ben gözümü
kapatamam, boş ver. 1 varil petrol 50 bin insanın kanından daha
değerlidir. diyorsan, işte burada da vicdanını ve
insafını atıyorsun, kardeşlik petrole feda edilmez.
Kardeşlik, gizli saklı petrol satıp yarısını
kasaya, yarısını Avrupa bankalarına cukka etmeyi
kaldırmaz. Kürtlerle ilgili de, Araplarla ilgili de, Sünniler,
Şiiler, Alevilerle ilgili de, Hristiyanlarla, Süryanilerle,
Ermenilerle ilgili de elli
yıllık, yüz yıllık adil
politikalar gerekir. Bu politikaların insani, vicdani olma mecburiyeti
vardır, büyük bir kısmımızın Müslüman olması
hasebiyle, Müslüman vicdanına uygun olması gerekliliği
vardır ve bunların bir insicam içerisinde, bir uyum içerisinde, bir
dantel gibi örülme mecburiyeti vardır.
Bir gün Ben
Erbili işgal edeceğim, Kürdistan ismini kabul etmem. Öbür gün
Petrol gördüğüm vakit, bağımsızlık ilan etsin... Bir
gün Irak üçe bölünmez. Öbür gün IŞİD Musulu alacaksa hem
Barzaniye tehdit olur hem Rojavadaki Kürtlere tehdit olur, ben hadi ona da
göz yumayım. Öbür gün Malikiyle başka bir şey yapayım.
Başka bir gün Tarık Haşimiyi Iraka Başbakan
yapayım. Bir gün Özgür Suriye Ordusuyla Antepte toplantı
yapayım. Öbür gün Antalyada toplantı yapayım. Bu
karmakarışıklığı, bu
perperişanlığı anlayabilmek mümkün değil.
Onun için,
değerli arkadaşlar, ısrarla şunu söylüyoruz: Yeni bir Orta
Doğu kuruluyor, bunu herkes söylüyor. Orta Doğuda farklı dinler
var: Müslümanlar var, Hristiyanlar var, Yahudiler var, Ezidiler var. Orta
Doğuda farklı mezhepler var: Sünniler var, Şiiler var, Aleviler
var, Müslümanlardan. Hristiyanların içinde Ortodokslar var, Katolikler
var, Protestanlar var. Yine, kadim kültürden gelen Nasturiler var, Katolik olan
Nasturilerden Keldaniler var. Süryaniler var, Süryanilerin içinde Katolik olan
Lübnanda Maruniler var. Yahudilerin içerisinde Aşkenazlar var, Sefaradlar
var, Falaşalar var son Etiyopyadan getirilenler. Bu kadar farklı bir
dini, mezhebi ve etnik çeşitlilik var. Etnik olarak da Kürtü, Türkü,
Arapı, Ermenisi, Süryanisi, Çerkezi, Lazı, aklına gelen
bütün unsurlar, bu Orta Doğu, Türkiye, Mısır, İran
üçgeninde, coğrafyasında halklar var.
Öyle bir politika
ortaya koyacaksınız ki uzun vadeli, istikrar içerisinde, demokrasiyi,
insan haklarını, adaleti ve vicdanı tesis alan bir politika
ortaya koyacaksınız. Yoksa, Ben bir gün Kürtü tutayım
İşte, Yavuz Sultan Selim de öyle yaptı, Alevileri vurdu. Bugün
Kürtü tutayım, petrolünü alayım, Araplara patron olayım. Öbür
gün, Yahu, boş ver, bu Kürt çok ileri gitti, Arapı tutayım,
Kürtü döveyim. Türkiye'nin içinde bütün Sünni kesimi alayım, bloke
edeyim, Alevileri dışta bırakayım, hiçbir şeye
sokmayayım. Buradan bir şey çıkmaz. Buradan kıyamete kadar
çatışma çıkar, kıyamete kadar. Zaten dünyada,
neoconların, siyonistlerin arzu ettikleri, bu bölgenin mümkün olduğu
kadar dinî, mezhebî, etnik ve sınıfsal olarak -zengin, fakir, yoksul-
bölünmesi, birbirine düşmesi, birbirini vurması ve bundan yarar uman
neocon ve siyonistlerin de keyfine bakması. Biz devlet olarak da, millet
olarak da, şahıs olarak da böyle bir felaketin, böyle bir
curcunanın takipçisi ve istekçisi olamayız.
Peki, ne
yapacağız? O hâlde, önce Türkiye'nin içinde bir iç barış
sağlanacak; Kürt-Türk, Sünni-Alevi, dindar-laik, zengin-fakir, ekonomik
dengeden tutun, bütün bu çatışma noktalarındaki problemlerimizi
çözeceğiz, Türkiye'nin içinde bir toplumsal uzlaşma
sağlayacağız, bunu da yeni bir anayasayla
taçlandıracağız. Ondan sonra da içeride
yaptığımız, becerebildiğimiz, başarabildiğimiz
bu kardeşliği, bu toplumsal uzlaşmayı bütün bir bölgenin
önüne koyacağız; Kürtün de, Arapın da,
İranlının da, Hristiyanın da, Süryaninin, Ermeninin,
Maruninin, Keldaninin tamamının önüne koyacağız. Biz
ancak bu şekilde Orta Doğuda bir mesafe alabiliriz. Önce evimizin
içerisini doğru düzgün düzenleme, sonra da bütün bir Orta Doğuya
etnik esaslı, mezhep esaslı, din esaslı bir totaliterlik
değil, bütün insan haklarını, adaleti, eşitliği,
herkesin kendi kimliğiyle, kendi varlığıyla yaşayabileceği
bir perspektifi sunabiliriz.
Bunları
yapamazsak ne olur? Bunları yapamazsak işte, anlı
şanlı Türkiye Hariciyesi Maalesef, Suudi Arabistan istihbaratına
mars olur, benim en fazla zoruma giden bu. Senelerce küçük gördüğünüz,
entarili, kefiyeli, ageli dediğiniz Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn,
Umman, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ayakta kaldı;
Mısırda İhvan çöktü, Gazzede Hamas çöktü, Suriye çöktü,
Türkiye tam kamplaştı. Peki, kim kurtuldu? İşte, Arap
Baharından sonra eğer demokratikleşmeler devam etseydi, bir
iskambil kağıdı gibi devrilecek olan Körfezdeki diktatörlükler;
Suud, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, bunlar
ayakta kaldı. İşte, netice bu, başarı bu.
Değerli
kardeşlerim, daha fazla şeyler anlatmak isterdim, içimi dökmek
isterdim, vaktim bitti.
Saygılar
sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Volkan Bozkır,
İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın
Bozkır.
AK PARTİ
GRUBU ADINA VOLKAN BOZKIR (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Lübnan
Geçici Görev Gücü UNIFILe sağladığı kuvvet
katkısının bir yıl daha uzatılması hakkında
yüce Meclisimizin onayına sunulan Hükûmet tezkeresi hakkında AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
2006
yılında yaşanan İsrail-Lübnan savaşı
sonrasında Lübnanda barışın tesisi ve idamesi
amacıyla Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL)
oluşturulmuştur. Ülkemizin de kuvvet katkısında
bulunduğu UNIFILin başarıyla icra ettiği görevler
sonucunda, Lübnan-İsrail sınırında sağlanan güvenlik
ve istikrar ortamı hâlâ sürmektedir. Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701
sayılı Kararla kurulan UNIFILin görev süresi geçici olarak bir
yıl belirlenmiştir. Aynı kararda, bu sürenin gerekli görülmesi
hâlinde her yıl yeniden uzatılması da öngörülmüştür. UNIFILin
görev süresi bu çerçevede bugüne kadar 7 kez uzatılmıştır.
Ülkemiz,
geniş bir bölgeye yayılma riski taşıyan İsrail-Lübnan
savaşına son verilmesi amacıyla ve bölgesel barış ve
istikrara atfettiği önem çerçevesinde, 1701 sayılı Kararla
kuruluşunu takiben, UNIFILe kuvvet katkısında bulunma
kararı almıştır. Bu irade doğrultusunda da Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının UNIFILe iştirak etmeleri
yüce Meclisimizin 5 Eylül 2006 tarihinde aldığı 2880
sayılı Kararla onaylanmıştır. Bu karar sonrasında
Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları Ekim 2006dan itibaren bölgeye
konuşlandırılarak görevlerine
başlamışlardır. UNIFILe iştirak eden askerî
unsurlarımızın görev süreleri UNIFILin görev süresine paralel
olarak da uzatıla gelmiştir. Bu kapsamda yüce Meclisimizin
geçtiğimiz yıl aldığı karar doğrultusunda bu yetkilendirmenin
süresi 5 Eylül 2014 tarihine kadar uzatılmıştır. Bu defa
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince UNIFILin görev süresinin
Ağustos 2014 sonu itibarıyla yeniden bir yıl
uzatılması öngörülmektedir. Bu çerçevede Hükûmetimiz, yüce
Meclisimizin çalışma programını da dikkate alarak ülkemizin
katkı süresinin UNIFILin görev yönergesiyle eş güdüm içinde
uzatılabilmesini teminen Anayasamızın 92nci maddesi
uyarınca yüce Meclisimizden vakitlice izin istemiş
bulunmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yakın coğrafyamızda
barış ve istikrarın tesisi öncelikli dış politika
hedeflerimizden birisidir. Bölgesel barış, istikrar ve güvenliği
ilgilendiren tüm gelişmelerin dış politikamız üzerinde
şüphesiz önemli yansımaları olabilmektedir. Son dönemde bölgemizde
yaşanan gelişmeler, ülkemizin istikrar ve esenliğinin bölge
ülkelerinden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha gözler önüne
sermiştir. Bu itibarla, millî menfaat ve çıkarlarımızı
yakından ilgilendiren bölgesel gelişmeler karşısında
kayıtsız kalmamız düşünülemez. Bu anlayıştan
hareketle, Hükûmetimizin dış politikası ülkemizin etrafında
bir barış, güvenlik, istikrar ve refah kuşağı
oluşturulmasını hedefleye gelmiştir.
Suriyede rejimin
halka karşı uyguladığı kanlı şiddet ve
baskı politikalarının bölge istikrarına yönelik tehdidini
artırdığı bir ortamda tüm bölgenin istikrarı
bakımından kilit önemi haiz Lübnanda barış ve
istikrarın muhafazası, bölgemizin içinden geçmekte olduğu bu hassas
süreçte hiç şüphesiz daha da önem kazanmıştır. Bölgesel
gelişmelerin etkisiyle Lübnandaki etnik ve dinî gruplar arasında
yaşanan dönemsel gerginlikler ve toplumsal huzuru hedef alan eylemlerde
kaydedilen artış endişe kaynağı olmayı
sürdürmektedir. Hizbullahın artan ölçüde Suriye rejimine destek vermesi
ve Suriyedeki iç savaşta rejimin yanında bilfiil yer alması
Lübnanı da Suriyedeki gelişmelere müdahil kılmaktadır.
Ayrıca, çatışma ortamından kaçarak komşu ülkelere
sığınmak durumunda kalan milyonlarca Suriyelinin
yarattığı mülteci baskısı da Lübnanı ciddi
sınamalarla baş başa bırakmaktadır. Ülkedeki
farklı mezhep grupları arasında zaman zaman ortaya çıkan ve
silahlı çatışma boyutuna varabilen gerginlikler bugüne kadar
Lübnan Hükûmetinin, Lübnan halkının ve ordusunun sağduyulu
tavrı neticesinde büyümeden önlenebilmiştir. Lübnan
halkının sahip olduğu ve uzun yıllara dayanan bir arada
yaşama kültürünün beraberinde getirdiği toplumsal direnç, ülkenin
istikrarsızlıklarının olumsuz yansımalarının mümkün olduğunca asgari düzeyde
tutulmasına imkân sağlamıştır. Lübnan halkının
zor zamanlarda sergilediği bu olgunluk ve dayanışma duygusunun
bölgedeki diğer toplumlar açısından da örnek teşkil
etmesini temenni ediyoruz. Ne var ki Lübnan toplumunun bugüne kadar
başarıyla karşı koyduğu sınamalar bölgesel
dinamiklerin etkisiyle gün geçtikçe yeni boyutlar kazanmaktadır. Son
dönemde Lübnana sığınan çoğunluğu Sünni Suriyeli ve
Filistinli 1 milyonu aşkın mültecinin ülkedeki hassas mezhep
dengelerini de bozmasından endişe edilmektedir. Bunun yanı
sıra, IŞİDin son dönemde Irakta kaydettiği ilerlemelerin
bölgesel planda yarattığı Şii-Sünni gerginliğinin
diğer bölge ülkelerine kıyasla sosyopolitik açıdan daha hassas
dengeler üzerine kurulu Lübnanın barış, huzur ve istikrarı
üzerinde olumsuz etkileri olabilecektir. Bu etkilerin asgari düzeyde
tutulamaması hâlinde ülkede yaşanabilecek mezhep temelli bir iç
çatışma komşu ülkeler başta olmak üzere, bölgesel ve
küresel düzeyde barış ve istikrara yönelik ciddi bir risk ve tehdit
oluşturacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Suriye kaynaklı güvenlik
tehdidi ve bölgesel çatışma riski bağlamında Lübnan
ordusuna önemli görevler düşmektedir. Bugüne kadar, sahip olduğu
kısıtlı imkânlarla, gerek bölgesel tehditler
karşısında gerek ülke içinde yaşanan gerginliklerin iç
çatışmaya dönüşmeden kontrol altında tutulması
hususunda başarılı bir sınav veren Lübnan ordusunun,
bölgesel gelişmelerin beraberinde getirdiği sınamalar
karşısında desteklenmesi önem arz etmektedir. Bu kapsamda, ikili
düzeyde yürütülen askerî iş birliği faaliyetlerimizin yanı sıra,
Lübnan ordusuna destek sağlanması hususunda uluslararası
platformda yürütülen çabalara da aktif katkı sağlamaktayız.
Suriyedeki
ihtilafın yarattığı güvenlik riskinin asgari düzeyde
tutulabilmesi ve sayıları bir milyonu aşan Suriyeli mültecilerin
yarattığı sosyoekonomik baskıların
hafifletilebilmesini teminen Lübnan Hükûmetine destek sağlanması
hususunda uluslararası alanda çalışmalar yürütülmektedir. Bu
bağlamda, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin girişimi
ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerinin
katılımıyla Lübnan İçin Uluslararası Destek Grubu
oluşturulmuştur. Lübnanın istikrarının ve
güvenliğinin desteklenmesi ve uluslararası toplumun gayretleri
arasında eş güdümün sağlanması amacıyla
oluşturulan bu destek grubunun teşkil edilmesini doğru yönde
atılmış bir adım olarak değerlendiriyoruz. Ne var ki
bu grubun sadece Lübnanın siyasi ve ekonomik olarak desteklenmesine
değil, aynı zamanda Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin
güçlendirilmesine de odaklanması gerekmektedir. Bu doğrultuda,
Uluslararası Destek Grubu toplantısını takiben 17 Haziran
2014 tarihinde Romada Lübnan Silahlı Kuvvetlerine destek amacıyla
bakanlar düzeyinde düzenlenen toplantıya Sayın Millî Savunma
Bakanlığımızın Başkanlığındaki bir
heyetle katıldık. Toplantıda ülkemizin bu konudaki
görüşlerini belirttik ve UNIFIL kapsamında sağlamakta
olduğumuz desteğe ilave olarak Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin
güçlendirilmesi amacıyla yapacağımız somut
katkıları da belirttik.
Lübnanla
aramızdaki derin tarihsel bağların ve her alanda gelişen ikili
ilişkilerimizin yanı sıra, bölgemizde giderek tehlikeli
boyutlara ulaşan ve Suriye rejiminin körüklediği mezhepçi
yaklaşımları da dikkate alarak Lübnan'daki gelişmeleri
yakından izliyoruz.
Mevcut konjonktürde, Lübnan'da huzur ve sükûnetin
korunması her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır.
Lübnanda istikrar ve refaha atfettiğimiz önem çerçevesinde, bu ülkede
barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik olarak ortaya
koyduğumuz somut katkılar ikili ilişkilerimizin her veçhesine
olumlu etki yapmaktadır. UNIFILde görev yapan birliklerimizin
sergilediği performans, diğer katılımcı ülkeler
olduğu kadar, Lübnan halkı tarafından da takdirle
karşılanmaktadır.
Sur şehri yakınlarındaki Eş
Şatiye kasabasına konuşlanan Türk İstihkâm ve
İnşaat Bölüğü, 20 Ekim 2006 tarihinden bu yana, UNIFIL
tarafından icra edilen görevler kapsamında Lübnanda önemli projeler
hayata geçirmiştir. Bunlar arasındaki ana ikmal yollarının
yenilenmesi ve bakımı, helikopter pisti yapımı ve
bakımı, altyapı inşaatı, mevcut bina ve
yapıların bakımı, yeni yapı ve
sığınakların inşası ve bakımı gibi
birçok önemli proje Lübnan halkının hafızalarında yer
etmiştir.
UNIFIL bağlamında yapılan gözden geçirme
ve değerlendirme çalışmalarımız sonucunda ise kuvvet
katkımızın bundan böyle deniz gücüyle sınırlı
tutulması geçtiğimiz yıl karara
bağlanmıştır. Bu çerçevede, Türk İstihkâm ve
İnşaat Bölüğü, Suriyedeki durum ve Lübnandaki iç dinamiklere
bağlı olarak kendisine yönelik risk tehdit seviyesinin
yükselebileceği değerlendirmesi üzerine 5 Eylül 2013 tarihinde görevi
sona erdirilerek geri çekilmiştir.
Benden önce konuşan konuşmacı, Sayın
Türkeş, geçtiğimiz yıl, burada, yine, aynı kürsüden, bu
tezkere görüşmeleri yapılırken Hükûmetimizin Lübnandan askerî
birliklerimizin çekileceği hakkında bilgi vermediğini, aniden
bir karar verdiğini ve bunun bir sürpriz olduğunu ifade etti. Ancak,
sanıyorum, yine, bu kürsüden konuşmayı ben
yapmıştım ve tezkerenin kendi metnini ve benim
konuşmamı tekrar incelerseniz, orada uzatmanın bu kez sadece
deniz görev gücüne yapılacağı açıkça belirtilmektedir.
Bununla birlikte, bu karardan itibaren, 2013-2014
döneminde deniz kuvvetleri unsurlarımız UNIFIL deniz görev gücüne
fırkateyn, hücumbot, korvet ve Tuzla sınıfı karakol
gemileriyle iştirak etmişlerdir. Bir taraftan deniz kuvvetleri
unsurlarımız denizde denetim harekâtı icra ederken ayrıca
Nakurada konuşlu UNIFIL karargâhında da 2 karargâh
subayımız hâlen görev yapmaktadır.
UNIFILe
yaptığı katkılarla barışı koruma
harekâtının icrasında önemli işlev üstlenen ülkemiz böylece
Birleşmiş Milletler sistemi içerisinde bölgesel ve küresel ölçekte
etkin bir aktör olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Bu kapsamda, askerî kuvvet katkısında bulunduğumuz
Birleşmiş Milletler barış gücü harekâtı
niteliğindeki UNIFILe iştirakimizin sürdürülmesi, bir yandan
uluslararası barışın korunmasına yönelik çabalar
kapsamında görünürlüğümüzün artırılmasını
sağlarken diğer yandan 2015-2016 dönemi için Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine
adaylığımız bağlamında da olumlu katkıda
bulunacaktır.
Bu
anlayışla hareket eden Hükûmetimiz, uluslararası meşruiyeti
haiz olan ve uluslararası toplumun ortak iradesini yansıtan
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı
Kararında öngörülen araçlar doğrultusunda Lübnanda görev yapan
Birleşmiş Milletler geçici görev gücü UNIFILe kuvvet
katkısında bulunmaya devam edilmesinin uygun olacağı
görüşünü muhafaza etmektedir.
Sözlerime son
vermeden önce, benden önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz alan
Değerli eski meslektaşım Korutürkün bazı ifadelerine de
değinmek istiyorum. Siyasette, tabiatıyla, bazı unsurlar
önemlidir, özellikle dış siyasette bunlar daha da önem kazanır.
Bunların bir tanesi, tabii, mahremiyet kuralıdır, bir tanesi de
ketumiyet kuralıdır. Maalesef, Dışişleri Komisyonu
toplantılarında mahremiyet ve ketumiyet kuralına çok önemli
konularda riayet edilmediğine şahit olduk, Sayın Korutürk de
bunun şahididir. Çok önemli bir toplantı yaptık 1915
olaylarının önümüzdeki yıl gelecek olan yıl dönümü
çerçevesinde Türkiyede alınmakta olan önlemler, yurt
dışında Türkiye aleyhinde sürdürebilecek faaliyetlere
karşı neler yapılmasının planlandığına
dair ve bu son derece mahrem kalması gereken bilgiler, Komisyonda verilen
bilgiler kelime kelime, satır satır basına -Komisyon üyelerimiz tarafından
mı artık, başkasının olması mümkün değil-
sızdırılarak hem bu çalışmalar
sıkıntıya sokuldu hem de Dışişleri Komisyonumuzun
mahrem kalması gereken bilgileri bu şekilde basında yer
aldı.
Ayrıca,
başka bir Dışişleri Komisyonu toplantısında
Komisyonumuza yeni atanan çok değerli bir milletvekili üyemizin çok
hassasiyet dolu bir konuda, basın orada mevcutken Dışişleri
Komisyonumuzda hiç görmediğimiz oranda bir tavır sergileyerek
gerçekten, alışmadığımız bir ortam
yarattığını ve bu nedenle de herkesin
Dışişleri Komisyonunda meydana gelen bu olayı
televizyonlardan şaşkınlıkla izlediğini siz de
biliyorsunuz.
Tabii, böyle bir
atmosferde Dışişleri Komisyonumuzun 9 üyesinin Musulda
Konsolosluğumuza yapılan baskın ve şu anda 49 Konsolosluk
görevlimizin ve bazı kamyon şoförlerimizin IŞİDin elinde
olmasını gerekçe göstererek Komisyonu toplantıya
çağırdığını biliyorum. İç Tüzük
gereğince de bu toplantıyla ilgili olarak çağrıyı ben
yaptım ancak bugün içinde bulunduğumuz ortamda, burada bilgi almak
ile insanların hayatının riske edilmesi arasında bir tercih
yapmak mecburiyetimiz var. Yıllarca Dışişleri
mesleğinde çok ciddi ve kritik konularda görev yapmış
kişiler olarak bu tür hassasiyet, canın korunması gereken
konularda nasıl davranılması gerektiği yolunda bazı
edindiğimiz tecrübeler de var. Daha önce, bazı olaylarda bu
şekilde davranılarak Lübnandaki pilotlarımız olsun,
Afganistandaki mühendislerimiz olsun ve çeşitli, bu şekilde
canları tehlikeye girmiş kardeşlerimizin,
vatandaşlarımızın nasıl
kurtarıldığını ve salimen Türkiye'ye
ulaştırıldığını da hepimiz
hatırlıyoruz. Hükûmetimiz, Dışişleri
Bakanlığımız ve bu konudaki bütün ilgililer -şu anda
tek öncelikli konu bu- hâlen Musulda tutulmakta olan kardeşlerimizin
sağ salim Türkiyeye dönmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar.
Bu çerçevede, Dışişleri Komisyonunda bu konunun
görüşülmesini bu şartlar değişene kadar, maalesef ,yerine
getiremedik ama Dışişleri Komisyonumuzun, bu ortam ortadan kalktıktan
sonra, bir toplantısında tekrar bu konuyu, tabii, hem bölge konularını
hem Irak konusunu hem Suriye konusunu görüşmekte bir sakınca
görmediğini de burada ifade etmek istiyorum.
Tabii, siyasette
bir de hakkaniyet unsurunu burada saymak lazım. Dışişleri
Komisyonuyla ilgili olarak Sayın Korutürk, gerçekten kabul edemeyeceğim
ve haklı da bulmadığım ve hakkaniyete
uymadığını düşündüğüm bazı ifadeler
kullandı, Dışişleri Komisyonunun hiçbir iş yapmadan
görevini ifa etmekte olduğu yolunda bir kanaat uyandıracak ifadeler
kullandı. Tabii, bunu, bir Dışişleri Komisyonu üyesi olarak
gerçekten üzüntüyle karşılıyorum.
Dışişleri
Komisyonu bugüne kadar 81 toplantı yaptı, Mecliste en çok
toplantı yapan komisyonların başında gelir ve 492
uluslararası anlaşmayı Komisyonda onayladık, Genel Kurulun
onayına sunduk. Bu arada, Sadece uluslararası anlaşmaları
onaylayan bir Komisyon hâline geldi. ifadesi de hakkaniyete uymamaktadır.
Çünkü, siz de hatırlayacaksınız, bu Komisyonda bakanlarımızı
defalarca misafir ettik; Dışişleri Bakanımız
Komisyonumuza 2 kere üç dört saatlik bilgi sunumu yaptı, Enerji
Bakanımız geldi, Ulaştırma Bakanımız geldi. Onun
yanında yabancı bakanları çağırdık, KKTC
Dışişleri Bakanı 2 kere geldi. Ayrıca, bürokratlardan
çeşitli konularda Dışişleri Komisyonumuz brifing aldı
ve 19 brifingle de Dışişleri Komisyonu bu tür toplantıları
gerçekleştirdi. Ama bugünkü ortamda, izah etmeye
çalıştığım nedenlerle Komisyonumuzda bu
toplantıyı şu anda gerçekleştiremiyoruz, ilk fırsatta
bunu yapacağız.
Ama
Dışişleri Bakanımızla ilgili olarak burada ifade
edilen hususlarda da hakkaniyet unsurunun olmadığını
düşünüyorum. Musulda bu olay meydana geldikten sonra Meclisimizde bilgi
alma arzusu ve ortaya çıkan hassasiyet sonrasında
Dışişleri Bakanımız Mecliste grubu olan partilerin genel
başkanlarını ziyaret etti, bilgi sundu. Ayrıca,
geçtiğimiz günlerde, burada, yine, bir soru önergesi çerçevesinde
yaptığımız konuşmalarda -ki ben bizzat burada konuştum- bazı bilgiler
verdim. Meclisi elimizdeki bilgilerle donatmaya çalıştık.
Dışişleri Bakanlığımız tarafından her
gün Irakla ve Musulla ilgili açıklama yapılmaktadır. Bütün bu
bilgilendirme, bilgi paylaşımı mevcut iken sanki burada hiç
bilgi verilmiyormuş ve Meclisin gündeminden kaçılıyormuş
izlenimi verilmesini de doğrusu hem doğru bulmuyorum hem de
hakkaniyete uygun olmadığını düşünüyorum.
Bu sözlerle
birlikte, UNIFILe askerî katkıda bulunmaya devam etmemize ilişkin
Hükûmet tezkeresine olumlu oy vereceğimizi yüce Meclisin takdirine
sunuyorum, saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
OSMAN TANEY
KORUTÜRK (İstanbul) Sayın Başkan
Buyurun Sayın
Korutürk.
OSMAN TANEY
KORUTÜRK (İstanbul) Sayın Başkan, hatip benim
Dışişleri Komisyonun çalışmalarına hakaret
ettiğimi öne sürdü, benim konuşmalarımı saptırdı.
Ayrıca, Dışişleri Komisyonunda mahremiyetle ilgili
bazı beyanlarda bulundu, ki o da muhalefeti itham eden beyanlardır.
Onlara cevap vermek istiyorum izin verirseniz.
BAŞKAN
Buyurun Sayın Korutürk.
İki dakika
süre veriyorum, sataşma nedeniyle. (CHP sıralarından
alkışlar)
Yeni bir
sataşmaya mahal vermeyelim, lütfen.
VI.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Osman Taney
Korutürk'ün, İstanbul Milletvekili Volkan Bozkırın (3/1515)
esas numaralı Başbakanlık tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu
adına yaptığı konuşması sırasında
şahsına ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
OSMAN TANEY
KORUTÜRK (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, Dışişleri Komisyonu Başkanı Milletvekili
arkadaşımın söylediği sözleri çok anlamış
değilim. Mahremiyete riayet edilmedi, bazı konular sızdırıldı.
filan... Yani bunlardan söylemek istediğiniz: Burada gereken mahremiyeti
sağlayamıyoruz, onun için Mecliste hiçbir şey konuşmaya
gerek yok. Meclise de bir şey söylediğimiz zaman o da susuyor,
siyasetçilerin zaten bu işle işi yok, Dışişleri Bakanlığı
yürütüyor ne güzel. Onu mu demek istiyorsunuz?
Başka bir
şey daha söylüyor sayın hatip, diyor ki: Bir soru önergesi üzerine
Dışişleri Bakanlığı gereken bilgileri yazdı.
Ben de burada okudum. Yasama ile yürütmenin arasındaki işlem, ilişki
bu mudur? Dışişleri yazar, milletvekili okur; böyle bir şey
olabilir mi?
Ayrıca,
Dışişleri Komisyonundan 490 -bilmem- küsur anlaşma
geçmiş filan. Bu rakam meselesi, nedense Adalet ve Kalkınma
Partisinin dış politikasıyla ilgilenenleri çok ilgilendiriyor.
Şu kadar büyükelçilik açtık, bu kadar başkonsolosluk
yaptık, şu kadar karar kabul ettik, bu kadarını geçirttik.
Bunlar değil mühim olan.
Bakın, Musul
işgal edildi, Irak bölünüyor, oradaki insanlar perişan vaziyette. Bu
konularda biz burada Dışişleri Bakanından bilgi istiyoruz.
Gelecek, anlatacak. Dışişleri Bakanı, Komisyona dahi
gelmiyor. Ha şimdi sebebini anladık. Çünkü Komisyona geldiği
taktirde o Komisyon yeteri kadar mahrem davranmıyormuş. Böyle bir
şey olabilir mi arkadaşlar? Nasıl mahrem davranmıyor, hangi
mahrem konu konuşuldu da dışarıya çıktı?
Dışişleri Komisyonuna gelip bize verilen bilgileri gazetelerden
takip etmek imkânımız var. Gazeteler dışında, bize
-bakın, çok açık söylüyorum, ben Dışişleri Komisyonu
üyesiyim ve Cumhuriyet Halk Partisi grup sözcüsüyüm- saklanması gereken,
mahremiyete uygun tek bir kelime söylenmedi.
Hepinizi
saygılarla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
YILDIRIM
TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) Sayın Başkan, Sayın
Bozkır konuşmasında geçen yılki konuşmasını
anlamadığımla ilgili söz söyledi. Onun için 69a göre söz
istiyorum.
BAŞKAN
Buyurun Sayın Türkeş.
Size de iki dakika
söz vereceğim sataşma nedeniyle.
2.- Ankara Milletvekili
Yıldırım Tuğrul Türkeş'in, İstanbul Milletvekili
Volkan Bozkırın (3/1515) esas numaralı Başbakanlık
tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
YILDIRIM
TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bozkırın geçen yılki konuşması, diğer
yaptığı konuşmalar gibi istatistiki bilgilerle ve teknik
birtakım konularla alakalıydı. Ben fevkalade dikkatle dinledim.
Ama sanıyorum ki Sayın Bozkır beni çok iyi takip edemedi burada.
Benim az önce ifade etmek istediğim, pilotlar kaçırıldıktan
sonra, tezkere çıkmasından, burada tezkerenin Meclisten geçmesinden
bir ay sonra apar topar karadaki unsurları çekmeye kalkmak ve ondan sonra
da bir derin sessizliğe gömülmekle alakalıydı. Yani, şimdi,
denizde bir terör örgütü yok diye denize askerî birlik verebiliyoruz ama karadakilerden
hâlâ korkuyoruz. Şimdi, laf oyunlarıyla bir yere varamayız.
Kaldı ki
diğer konuda
Ben de Dışişleri Komisyonu üyesiyim.
Dışişlerinde mahrem olabilecek hiçbir şey
konuşulmadı herhangi bir konuda. Ermeni meselesiyle ilgili de kayda
değer, yeni hiçbir şey duymadık. O kadar duymadık ki benim
çok ciddi kaygılarım var bu konuda. Ama orada film artisti seçip bir
tane filmle karşı tarafı tuş yapmaya kalkmak zihniyetinin
yanlış olduğunu düşünüyorum. Kate Winsletle hiçbir yere
varamazsınız.
Teşekkür
ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) Sayın Başkan
BAŞKAN
Buyurun Sayın Halaçoğlu.
IV.- AÇIKLAMALAR(Devam)
5.- Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu'nun, IŞİDin Musul Başkonsolosluğuna
yaptığı saldırıyla ilgili Dışişleri
Bakanlığı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi
verilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) Sayın Başkan, şimdi, Musul
meselesiyle ilgili yasaklar söz konusu edildi ama bakın, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde grubu olan partiler birlikte bir şeye karar verdik,
dedik ki: Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi verilsin
Dışişleri Bakanlığı yetkilileri tarafından
veyahut da Dışişleri Bakanı tarafından. Tamam.
dendi, söz verildi. Ama bize söylenen şey: Aman birazcık bekleyelim.
Serbest bırakılmak üzere bir anlaşmamız var. Buna zarar
gelmesin. Biz de dedik ki, pekâlâ. Ama ertesi gün, bir gün daha
uzatıldı. Sonra Dışişleri Bakanı, sayın
genel başkanlara bilgi verdi diye Türkiye Büyük Millet Meclisi
bilgilendirilmedi. Kimse kusura bakmasın ama asıl bilgi verilmesi
gereken Türkiye Büyük Millet Meclisiydi. Hâlâ bilgi vermediler. Üç hafta geçti
hâlâ bilgi vermiyorlar. Artık IŞİDin ne yaptığı
ne yapmadığı, tutuklu olup olmadıkları, bunların
hepsi zaten ortada. Hâlâ bilgi vermemekte ısrar ediyorlar.
Bunu
kınıyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI(Devam)
B) Tezkereler(Devam)
1.- Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül
2014 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL harekâtına iştirak
etmesi hususunda Anayasanın 92nci maddesi uyarınca Hükûmete izin
verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi (3/1515) (Devam)
BAŞKAN
Evet, şimdi söz sırası Millî Savunma Bakanı Sayın
İsmet Yılmazda.
Buyurun Sayın
Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü
(UNIFIL) bünyesinde bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının
5 Eylül 2014 tarihinden itibaren UNIFIL Deniz Görev Kuvvetine bir yıl daha
katılımı hususunda Anayasanın 92nci maddesi uyarınca
Hükûmete izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresinin gerekçelerini
açıklamak üzere huzurlarınızda bulunuyor ve bu vesileyle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tehdit
algılamalarının sürekli değiştiği ve buna
bağlı olarak dış politika konularının gün
geçtikçe karmaşıklaştığı günümüz dünyasında
fırsat ve risklerin iç içe geçtiği bu coğrafyada yer alan
ülkemizin etkin bir dış politika yürütmesi her zamankinden çok daha
fazla elzem hâl gelmiştir. Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde
yaşanan değişim ve dönüşüm süreci sancılı bir
şekilde devam etmektedir. Âdeta Dünya her gün yeniden kurulur. sözü bu coğrafya
için söylenilse doğrudur ve yerindedir. Bölge ülkeleriyle olan tarihî,
siyasi ve ekonomik bağlar nedeniyle ülkemiz bölgede barış ve
istikrarın tesis edilmesine öncülük etmekte, bu amaca hizmet eden
girişimlere de destek vermektedir. Bölge ülkeleriyle olan
bağlarımızın yanı sıra, bölgemizdeki
gelişmelerin iç ve dış politikamız üzerindeki
yansımaları nedeniyle olup biten gelişmelere kayıtsız
kalabilmek mümkün değildir. Başta komşularımız olmak
üzere, bölge ülkelerinde barış, güvenlik, istikrar ve refahın
hâkim kılınması ile millî çıkarlarımızın
korunması arasında çok yakın bir ilişki mevcuttur. Ülkemiz,
bu doğrultuda, sürecin başından itibaren bölge
halklarının yanında yer alarak ve onların meşru ve
demokratik haklarına saygılı, çok boyutlu, sağduyulu bir
dış politika uygulamaktadır. Ayrıca, küresel ölçekli
sorunların ancak küresel iş birliğiyle çözümlenebileceğinin
bilincinde olan ülkemiz, bölgede yer alan tüm yapıların içerisinde
yer almayı dış politikasının bir gereği olarak
görmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yaşanan gelişmeler
neticesinde Türk dış politikasının öncelikli ilgi
alanı hâline gelmiş olan Orta Doğu ve Akdeniz
havzasının istikrarı açısından kilit önemde ülkelerden
biri, şüphesiz Lübnandır. Lübnan, bildiğiniz gibi, Osmanlının
âdeta çok kültürlülüğünü ve Osmanlı barışını
somut olarak herkesin gördüğü bir yerdir. Çok farklı etnik
grupların, çok farklı mezhepsel inanışların
olduğu bir yer ama hepsini Osmanlı döneminden beri bir
barış içerisinde, bir uzlaşma içerisinde yaşatmayı bu
coğrafyaya da göstermeye gayret eden bir ülke.
Lübnan iç
savaşı ve bölgedeki istikrarsızlıklar nedeniyle uzun süre
sınırlı bir şekilde devam eden ikili ilişkilerimiz,
özellikle 2000li yılların başından itibaren büyük bir
değişim göstermiş ve yeni bir ivme kazanmıştır.
2006 yazında yaşanan, geniş bir bölgeye yayılma ve ciddi
boyutlar kazanma emareleri gösteren İsrail-Lübnan savaşına son
verilmesi ve ateşkes sağlanması için ülkemiz yoğun çaba
sarf etmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11
Ağustos 2006 tarihinde aldığı 1071 sayılı
Kararı uyarınca, Lübnanda barışın tesisi ve idamesi
amacıyla uluslararası bir güvenlik gücü, UNIFILin
oluşturulmasında aktif rol oynamıştır. Suriyede
yaşanan iç savaş, diğer bölge ülkeleri gibi, bu
coğrafyanın en kırılgan ülkesi olan Lübnanı da her
bakımdan etkilemiştir. Gerek siyasi gerek ekonomik gerek sosyal ve
güvenlik durumunu olumsuz etkilemiştir. Yaşanan süreç Lübnanın
barış ve istikrarının korunması konusundaki
kaygıları da artırmıştır. Lübnanda
barış, istikrar ve huzurun korunmasına ve Suriyedeki
olayların Lübnana sıçramamasına büyük önem vermekteyiz. Ancak,
Suriyeden Lübnana sığınan mülteciler sorunu ve
Hizbullahın, Lübnan Hizbullahının Suriyedeki savaşa
müdahil olması ciddi bir güvenlik sorununa ve ülke içindeki dinî ve
mezhepsel çatışmaların artmasına neden olmaktadır.
Suriyedeki
ihtilafın olumsuz yansımaları karşısında
Lübnanın istikrarının ve güvenliğinin desteklenmesi ve
uluslararası toplumun gayretleri arasında eş güdümün
sağlanması amacıyla
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin girişimi ve
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerinin
katılımıyla Lübnan İçin Uluslararası Destek Grubu
oluşturulmuştur. Bu kapsamda 17 Haziran 2014 tarihinde Romada
bakanlar seviyesinde düzenlenen Lübnan Silahlı Kuvvetlerine Destek
Konferansında, UNIFILin Lübnanın istikrarına katkıda
bulunduğu bizzat Lübnan Dışişleri Bakanı ve Lübnan
Savunma Bakanlığı tarafından açıkça dile getirilmiş
ve bu görev gücüne katkıda bulunan tüm ülkelere Lübnan tarafından
teşekkür edilmiştir. Eğer istikrarına yönelik bu katkı
olmasaydı Lübnanın bugün sahip olduğu göreceli
istikrarının da aranır durumda olacağı
söylenmişti. Bu toplantıda da gerek katılımcı
ülkelerin gerek geniş bir Lübnan diasporasını bulunduran
ülkelerin gerekse de UNIFILe katkıda bulunan ülkelerin, yine, tekrar
Lübnanın bağımsızlığını,
egemenliğini ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmesinde faydası
olduğunun ve bütün bu ülkelerin destek vermesi gerektiğinin de bir
kez daha altı çizilmiştir, yinelenmiştir. Tüm bu gelişmeler
ışığında, içinde bulunduğumuz bu dönemde
Lübnanda barış ve istikrarın korunması
bakımından UNIFILin oynadığı rol daha da önem
kazanmış bulunmaktadır.
UNIFIL,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006
tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı Kararla genişletilerek
kurulmuştur. Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve
bölgedeki güvenlik koşulları da dikkate alınarak Hükûmetimizin
önerisi üzerine yüce Meclisimizin 5 Eylül 2006 tarihinde aldığı
880 sayılı Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının UNIFILe iştirak etmesine
onay verilmiştir. Lübnan-İsrail sınırında istikrar ve
güvenliğin sağlanmasına önemli katkılarda bulunan UNIFILin
görev süresi bugüne kadar 7 kez uzatılmıştır. UNIFIL Deniz
Görev Kuvvetine iştirak eden Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının görev süresi de son olarak Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 6 Temmuz 2013 tarih ve 1045 sayılı Kararıyla 5 Eylül
2013 tarihinden itibaren bir yıl süreyle daha
uzatılmıştır.
Söz konusu karar
çerçevesinde 20 Ekim 2006 tarihinden bu yana görev süresi boyunca birçok önemli
proje hayata geçirmiş ve bu görev gücü kapsamında yer alan Türk
İstihkam İnşaat Bölüğümüzün görevi ise sona
erdirilmiştir. UNIFIL Deniz Görev Kuvvetine katkımız 2013-2014
döneminde fırkateyn, hücumbot, korvet ve Tuzla sınıfı
karakol gemileriyle sürdürülmektedir. Hâlihazırda harekâta ilk defa bir
Tuzla sınıfı karakol gemisi Tarsusla katkı
sağlanmaktadır. Deniz Kuvvetleri unsurlarımız harekâta
katkı sağlamaya başladığımız 15 Ekim 2006 tarihinden
bugüne kadar kesintisiz şekilde iştirak etmiştir. Ayrıca,
Nakurada konuşlu UNIFIL karargâhında 2 subayımız da görev
yapmaktadır.
UNIFILde
Türkiye'nin de içinde bulunduğu toplam 37 ülkeden yaklaşık 11
bin personel görev yapmaktadır. Akdeniz havzasına komşu olmayan
Almanya, Brezilya, Çin, Guatemala, Hırvatistan, Kamboçya gibi ülkelerin
bile katılım sağladığı UNIFIL harekâtına
katılım sağlamamız, bu coğrafyanın bir ülkesi
olarak, tarihî ve kültürel bağları olan bir ülke olarak bizim olmazsa
olmaz bir unsurumuzdur.
Değerli
Meclis üyeleri, Sayın Başkanım; UNIFILin görevi genel olarak
çatışmaların sona erdirilmesi ve ateşkesin izlenmesi,
insani yardımın sivillere ulaştırılması,
Lübnanın isteği üzerine sınırların güvenliği ve
Hükûmetin rızası olmadan Lübnana silah girişinin
engellenmesidir. Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerden, bahse konu
kararda belirtilen görevin yerine getirilmesi maksadıyla UNIFIL
unsurlarını desteklemek üzere birlik tahsis etmeleri talep edilmiştir.
Ayrıca, vurgulamak isterim ki Birleşmiş Milletler, UNIFILin
yukarıda ifade ettiğim görevlerin dışında, bölgedeki
unsurların silahtan arındırılması da dâhil, hiçbir
ilave görev üstlenmeyeceğini de açıkça belirtmiştir yani ülkenin
iç işlerine müdahil olmayacaktır, taraflar arasında herhangi bir
taraf tutmayacaktır.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemiz geçmişte
olduğu gibi bundan sonra da barışı destekleme
harekâtlarına katkıda bulunarak bölgesinde ve dünyada istikrar ve
barışın tesis edilmesine katkıda bulunmaya devam edecektir.
Eğer komşunuzda bir ateş varsa size bunun zararının
dokunmaması imkânsızdır; Suriyedeki ateşten zarar gören
Türkiyedir, Irakta bir ateş varsa bir şekilde mutlaka Türkiye
bundan zarar görür, Ermenistanda da varsa, Gürcistanda da varsa, Azerbaycanda
da varsa ama bu coğrafyalarda barış olursa, istikrar olursa bu
coğrafyayla çok daha geniş kültürel bağları olan ve
kendisini âdeta bu kültürel coğrafyanın birer parçası sayan bu
ülkelerin primini, barışın ve istikrarın primini her
ülkeden daha fazla yine Türkiye alacaktır. Dolayısıyla,
Türkiyenin önceliği bu coğrafyalarda barışın
olması, istikrarın olması, huzurun olması ama sadece bizim
bunu istememiz bu coğrafyada huzurun sağlanmasına da
yetmemektedir. Lübnan bölgesinde de istikrarın sağlanmasının
en önemli bileşenlerinden biri olan ve tezkerenin konusunu oluşturan
UNIFIL kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları bölgede
görevlerini sürdürmektedir.
Sözlerimin
başında belirttiğim gibi zor bir coğrafyada
bulunmaktayız ve zor bir dönemden geçmekteyiz. Suriyedeki
çatışmaların bölgesel yansımaları Lübnanın
mevcut durumunu etkileme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle, ülkede huzur,
sükûnet ve istikrarın korunması, bölgede yeni bir sorunun ortaya
çıkmaması açısından UNIFILin Lübnanda görev yapması Lübnan
Hükûmetinin bizzat talebidir. Ayrıca, istikrarlı bir Lübnanın
bölgede barışın tesis edilmesine katkı
sağlayacağı da herkesin malumudur. Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı Kararının uygulamaya
konularak genişletilmiş UNIFILin göreve başlamasının
ardından Lübnan-İsrail sınırında tesis edilen güvenlik
ve istikrar ortamı hâlihazırda devam etmektedir.
Taraflar, 1071
sayılı Karar çerçevesinde ateşkese uymuş ve Lübnan ordusu
güney Lübnanda konuşlanmıştır. UNIFIL, görev yönergesi,
harekât konsepti ve angajman kurallarında tanımlanan görevleri
çerçevesinde barış, güvenlik ve istikrarın idamesine
katkıda bulunmayı sürdürmektedir. Bu çerçevede, UNIFILin bugüne
kadar başarıyla ifa ettiği görevinin devamına ihtiyaç
bulunmaktadır. Lübnanda barış ve istikrara katkıda
bulunması nedeniyle Lübnan Hükûmeti ve Lübnandaki tüm taraflar UNIFILin
faaliyetlerine ve UNIFILin görev süresinin uzatılmasına büyük önem
vermektedir.
Söz konusu
gerekler göz önünde bulundurularak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
1701 sayılı Kararı doğrultusunda UNIFILin bir yıl
olarak belirlenmiş olan görev süresinin, geçmiş yıllarda
olduğu gibi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
tarafından ağustos ayının sonundan itibaren bir yıl
süreyle daha uzatılması beklenmektedir. Bu hususlar çerçevesinde
UNIFILin ülkemizin askerî kuvvet katkısında bulunduğu tek
Birleşmiş Milletler Barış Gücü Harekâtı olması da
göz önüne alınarak UNIFILe katkımızın sürdürülmesinin
ülkemiz için ayrı bir önemi olduğunu huzurlarınızda
vurgulamak isterim.
Lübnan
makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki güvenlik
koşulları da dikkate alınarak Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin UNIFILin görev süresinin uzatılması yönünde
karar alması durumunda hudut, şümul ve miktarı hükûmetçe
belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701
sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ile
5 Eylül 2006 tarih ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi
Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında, 5 Eylül 2014 tarihinden
itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Kuvvetine iştirak etmesi ve
bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için Anayasanın 92nci maddesi uyarınca izin
verilmesini yüce Meclisimizden arz ve talep ediyoruz.
Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Şahsı
adına söz isteyen Ahmet Berat Çonkar, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın
Çonkar (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET BERAT ÇONKAR
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesindeki Türk Silahlı
Kuvvetleri unsurlarının 5 Eylül 2014 tarihinden itibaren bir yıl
daha UNIFIL harekâtına iştirak etmesi hususunda Anayasanın
92nci maddesi uyarınca Hükûmete izin verilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği
1701 sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5 Eylül 2006
tarihli ve 880 sayılı Kararıyla bir yıl süreli
verdiği izin çerçevesinde Türkiye, Lübnanda konuşlu
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne (UNIFIL) Silahlı
Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi, son olarak Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 6 Temmuz 2013 tarihli ve 1045 sayılı
Kararıyla 5 Eylül 2013 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmıştır.
Türkiye, UNIFILe
yaptığı katkılarla barışı koruma
harekâtının etkin bir biçimde icrasında önemli bir işlev
üstlenmiştir. Sürekli görev hâlinde olan birliklerimiz belli periyotlar
hâlinde hücumbotlar, karakol gemileri, korvet ve fırkateynlerle ve
değişen personel sayısıyla hizmet vermektedir. Ayrıca,
askerî unsurlarımızın masrafları da Birleşmiş
Milletler tarafından karşılanmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, ülke ve millet olarak geniş Akdeniz havzasıyla yüzyıllara dayanan ortak bir
geçmişe sahibiz. Tarihin doğal akışı uyarınca,
bizlerin geleceği, içinde yaşadığımız bu bölgenin
kaderinden ayrı düşünülemez. Şüphesiz ki bölgesel istikrar,
güvenlik ve barışla bağlantılı her türlü
gelişmenin iç ve dış politikamız üzerinde önemli
yansımaları olacaktır. Dolayısıyla yakın
çevremizde olup biten gelişmelere kayıtsız kalmamız mümkün
değildir. Son dönemde bölgemizde yaşanan gelişmeler, Türkiye'yle
bölge ülkelerinin huzur ve dirliğinin birbirinden ayrı
düşünülemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Bu
anlayıştan hareketle, Hükûmetimizin dış politikası,
ülkemizin etrafında bir barış, güvenlik, istikrar ve refah
kuşağının oluşturulmasını hedeflemektedir.
Sürdürülebilir istikrarın bölge halklarının meşru talepleri
doğrultusunda barışçıl ve düzenli demokratik dönüşüm
süreçlerinin tamamlanması yoluyla tesis edilebileceğini ülkemiz her
fırsatta dile getirmektedir. Esasen, millî
çıkarlarımızın ve ulusal güvenliğimizin
savunulması ve ilerletilmesinin de ancak bölgemizde barış,
istikrar ve güvenliğin tesisine aktif katkı sağlayarak hayata
geçirilebileceği de açıktır.
Bu
anlayışla hareket eden Hükûmetimiz, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı Kararında öngörülen amaçlar
doğrultusunda, Lübnanda görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici
Görev Gücüne (UNIFIL) kuvvet katkısında bulunmaya devam etme
iradesine sahiptir. Bu çerçevede, Türkiye, gerek Birleşmiş Milletler
sistemi içinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte gerekse kapsamlı
sivil-asker iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan
toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına,
barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının
sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca, bu sayede
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz uluslararası operasyonlarda da önemli
tecrübeler kazanmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnanda siyasi yapı, 1943
yılında, üzerinde mutabakata varılan ulusal hak çerçevesinde
siyasi görevlerin mezhepler arasında nüfusa orantılı olarak
paylaştırılması esasına göre
oluşturulmuştur. Söz konusu uzlaşı çerçevesinde,
Cumhurbaşkanının Maruni, Meclis Başkanının
Şii, Başbakanın Sünni olması ve iktidarın Hristiyanlar
ile Müslümanlar arasında 6/5 temelinde paylaşılması kararlaştırılmıştır.
1975 ile 1989 yılları arasında Lübnanda yaşanan iç
savaşa 1989 yılında Arap Ligi himayesinde imzalanan Taif
Anlaşmasıyla son verilmiştir. Bu anlaşmayla Hristiyan
toplumdan seçilen Cumhurbaşkanının yetkileri
kısıtlanmış, Mecliste Hristiyan ve Müslüman milletvekillerinin sayıları
eşitlenmiş ve kendi içlerinde mezhep temelinde
bölüştürülmüştür. Söz konusu anlaşmayla Lübnandaki 3 ana dinî
grup arasında denge oluşturulmuştur.
Değerli
milletvekilleri, bugün siyaset sahnesinin başlıca aktörleri
arasındaki görüş ayrılıkları nedeniyle anayasal kurum
ve mekanizmaların işleyişine ilişkin belirsizliklerin hâkim
olduğu Lübnanda kırılgan ve hassas dengelere dayanan iç
istikrar ve toplumsal uyum, Suriyedeki ihtilaftan artan ölçüde
etkilenmektedir. Bu doğrultuda, gerek
Hizbullahın Suriyede muhalifleri hedef alan
saldırılarında rejime aktif destek vermesi gerek mezhepsel
gerginliklerin bir çatışma ortamına dönüşmesinden duyulan
kaygı Lübnandaki siyasi tartışmaların ana gündem maddesini
oluşturmaktadır. Hizbullah lideri Hasan Nasrallahın Suriyedeki
varlıklarının devam edeceğine ilişkin ilk olarak 14
Kasım 2013 tarihinde yaptığı açıklamaları bu
yöndeki kaygıları pekiştirmekte ve Lübnanın Suriyedeki
olayların dışında tutulmasını
güçleştirmektedir. Bu çerçevede, bir yandan Suriyedeki olaylar nedeniyle
Lübnandaki etnik ve dinî gruplar arasında dönemsel gerginlikler
yaşanırken diğer yandan da bu ülkeye sığınan
çoğunluğu Sünni Suriyeli ve Filistinli 1 milyonu aşkın
mültecinin ülkedeki hassas dengeleri etkilemesinden ve istikrarı
bozmasından endişe edilmektedir. Son
dönemde Lübnanda meydana gelen bombalı saldırılar çok
sayıda can kaybına yol açmıştır. 19 Kasım 2013
tarihinde İranın Beyrut Büyükelçiliğine
bombalı araçlarla düzenlenen saldırı 30 kişinin
hayatına mal olmuş, 27 Aralık 2013 günü ise eski Maliye
Bakanı Beyrutun merkezinde düzenlenen bir suikast sonucu
hayatını kaybetmiştir. 19 Şubat 2014 günü Beyrutun
güneyinde İrana ait bir kültür merkezi yakınında meydana gelen
patlamada 5 kişinin öldüğü, 70den fazla kişinin
yaralandığı bildirilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı makamının da boş
kaldığı mevcut konjonktürde Suriyedeki gelişmelerin
derinleştirdiği bunalım ve artan mezhepsel gerginliğin,
önümüzdeki dönemde yapılması öngörülen parlamento seçimleriyle
birlikte ülkedeki dengeler üzerinde etkili olması ihtimal dâhilindedir.
Değerli
milletvekilleri, geçen yıl süresini uzattığımız
tezkereden bu yana Lübnanla ilgili faaliyetlere bakacak olursak Suriyedeki
ihtilafın olumsuz yansımaları karşısında Lübnanın
istikrarının ve güvenliğinin desteklenmesi ve uluslararası
toplumun gayretleri arasında eş güdüm sağlanması
amacıyla, BM Genel Sekreterinin girişimi ve BM Güvenlik Konseyi
üyelerinin katılımıyla Lübnan için Uluslararası Destek
Grubu oluşturulmuş ve grup ilk toplantısını, BM Genel
Sekreteri Ban Ki-moonun başkanlığında, 25 Eylül 2013
tarihinde New Yorkta gerçekleştirmiştir. Destek Grubunun müteakip
toplantıları 25 Kasım 2013 tarihinde New Yorkta daimî
temsilciler düzeyinde ve 5 Mart 2014 tarihinde bakanlar düzeyinde Pariste
düzenlenmiştir. 10 Nisan 2014 tarihinde Romada düzenlenen Kıdemli
Memurlar Toplantısına ülkemiz tarafından katılım
sağlanmıştır.
Söz konusu
toplantıyı takiben, 17 Haziran 2014 tarihinde Romada Lübnan
Silahlı Kuvvetlerine destek amacıyla bakanlar düzeyinde
gerçekleştirilen toplantıya Millî Savunma Bakanımız
Sayın İsmet Yılmaz başkanlığında bir heyetle
iştirak edilmiş olup toplantıda ülkemizin Lübnan Silahlı
Kuvvetlerinin güçlendirilmesi bağlamında yapacağı somut
katkı açıklanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, 13.887 kayıtlı vatandaşımızın
bulunduğu, 1,3 milyar dolar ticaret hacmimiz bulunan ve Türk Hava
Yollarımızın İstanbul-Beyrut hattında günlük üç
uçuş gerçekleştirdiği Lübnanla vize uygulaması 2010
yılında kaldırılmıştı.
2015-2016
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi adaylığımıza
destek veren ve buna yönelik Ağustos 2013te yazılı bir kararla
bunu teyit eden Lübnana, Sayın Bakanımız son olarak 14-15 Ocak
2012 tarihlerinde bir ziyaret gerçekleştirmiş ve dönemin Lübnan
Başbakanı Mikati de 17 Aralık 2013 tarihinde, Konyada,
Sayın Başbakanımızın davetlisi olarak Şebiarus
törenlerine katılmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, her zaman olduğu gibi
Lübnanın istikrarını hedef alan her türlü teşebbüsün
karşısında durmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, Türkiye,
dost ve kardeş Lübnan halkının birliği ve dirliği ile
iç barışının muhafazasına atfettiği önem
doğrultusundaki katkılarını sürdürecektir.
Bu hususlar
ışığında, Lübnanla ikili ilişkilerimiz ile
bölgedeki güvenlik koşulları da göz önünde tutularak,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFILin görev süresinin
uzatılması yönünde karar alması durumunda, hudut, şümul ve
miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının 1701 sayılı Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet
Meclisi Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2014
tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak
etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için Anayasanın 92nci maddesi uyarınca izin
verilmesinin uygun olacağı düşüncesindeyim.
Bu duygu ve
düşüncelerle sözlerimi tamamlıyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi,
tezkereyi tekrar okutup oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 11/8/2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006)
sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5/9/2006 tarihli ve
880 sayılı Kararıyla bir yıl için verdiği izin
çerçevesinde Türkiye, Lübnan'da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici
Görev Gücü'ne (UNIFIL) silahlı kuvvetleri unsurlarıyla katkı
sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi, son olarak Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 6/7/2013 tarihli ve 1045 sayılı
Kararıyla 5/9/2013 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmıştır.
Türkiye, UNIFIL'e
yaptığı katkılarla barışı koruma
harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev
üstlenmiştir. Bu çerçevede, Türkiye'nin katkısı gerek
Birleşmiş Milletler sistemi içinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte
gerekse kapsamlı sivil asker iş birliği faaliyetleri
vasıtasıyla Lübnan toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün
artmasına ayrıca barış ve istikrarın korunmasına
yönelik politikasının sürdürülmesine önemli katkıda
bulunmuştur.
UNIFIL'in
ülkemizin askerî kuvvet katkısında bulunduğu tek
Birleşmiş Milletler Barış Gücü operasyonu olması ve
hâlihazırda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
adaylığımızın söz konusu bulunması dikkate
alınarak, UNIFIL Deniz Görev Gücüne katkımızın
sürdürülmesinin önem arz ettiği değerlendirilmektedir.
UNIFIL'in görev
süresi 31/8/2014 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin bu tarihten
sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi tarafından ağustos ayı içinde bir kararın kabul
edilmesi beklenmektedir.
Bu hususlar
ışığında ve Lübnan'la ikili ilişkilerimiz ile
bölgedeki güvenlik koşulları da göz önünde tutularak,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (UNIFIL)'in görev süresinin
uzatılması yönünde karar alması durumunda; hudut, şümul ve
miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında 5/9/2014
tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak
etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için Anayasa'nın 92nci maddesi uyarınca izin
verilmesini arz ederim.
Recep Tayyip
Erdoğan
Başbakan
MEHMET ALİ
SUSAM (İzmir) Karar yeter sayısı
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) Karar yeter sayısı
BAŞKAN
Oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım.
Kabul edenler
Kâtip üyeler
arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama
yapacağım.
Üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, tezkere
kabul edilmiştir.
Alınan karar
gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmına geçiyoruz.
1inci sırada
yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İç Tüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S.
Sayısı: 156)
BAŞKAN -
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada
yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa
Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporlarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü sırada
yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ile
İran İslam Cumhuriyeti Sağlık ve Tıbbi Eğitim
Bakanlığı Arasında Sağlık ve Tıp Bilimleri
Alanlarında İşbirliğine Dair Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
3.- Türkiye
Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ile İran İslam
Cumhuriyeti Sağlık ve Tıbbi Eğitim Bakanlığı
Arasında Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanlarında
İşbirliğine Dair Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/428) (S. Sayısı: 163)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4üncü sırada
yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile İran İslam Cumhuriyeti
Hükûmeti Arasında Türkiye-İran Hududunda Yeni Kara Hudut
Kapılarının Açılmasına Dair Mutabakat
Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
4.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Türkiye-İran Hududunda Yeni Kara Hudut
Kapılarının Açılmasına Dair Mutabakat
Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/450) (S. Sayısı: 10)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5inci sırada
yer alan, Araştırma Altyapılarının Desteklenmesine
Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporlarının
görüşmelerine başlayacağız.
5.- Araştırma
Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/894) (S. Sayısı: 593)(X)
BAŞKAN
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon Raporu
593 sıra sayısı ile bastırılıp
dağıtılmıştır.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç
Tüzükün 91inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir.
Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp
maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek
ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının
tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet
Günal, Antalya Milletvekili
2nci sırada
söz isteyen Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adil Zozani,
Hakkâri Milletvekili
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Ali Susam, İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın
Susam. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; araştırma altyapılarının
desteklenmesiyle ilgili kanun tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Araştırma
altyapıları, Türkiye'nin uzun süredir ihmal edilmiş olan AR-GE
alanında üniversite-sanayi iş birliğinin oluşturulması
ve bu alanda iyi niyetli bir çalışmanın ürünü olarak komisyonlarımıza
geldi ve komisyonlarda eksikliklerini de belirterek AR-GE konusunda
araştırma altyapılarının daha da geliştirilmesi
konusundaki bu tasarıya genel çerçevesinde destek verirken
eleştirilerimizi, önerilerimizi ve bu çalışmanın
yetersizliğiyle birlikte Türkiye'nin bir ihtiyacına cevap
verdiğinin altını çizerek bu konudaki görüşlerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum. (Gürültüler)
Sayın
Başkanım, arkadaşlar bir sessizliği sağlarlarsa
-onlarla ilgili olarak da- yapacağımız değerlendirmelerin
onlara da katkısı olacağını düşünüyorum.
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyelim.
MEHMET ALİ
SUSAM (Devamla) AR-GE ve günümüzde AR-GEye katkı koymak ülkelerin
gelişmişlik düzeyinin temel hedeflerinden bir tanesi. Bugün
Türkiye'nin kendisine koyduğu kalkınma planlarındaki hedefler,
2023 hedefi ilk 10 içerisine girme. Peki, bu hedefe varabilmek için Türkiye,
koyduğu bu hedefe gitme yolunda nasıl bir ekonomik politika
izleyebilir ve nasıl bir ekonomik politikayla bu noktaya gelebilir?
Gelebilir mi? On iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi
iktidarının uyguladığı ekonomik politikayı
değerlendirdiğimiz zaman da bunun olamayacağını görmek
mümkündür.
Hem Bilim, Sanayi
ve Teknoloji Bakanlığı hem Kalkınma
Bakanlığının hedefleri içerisinde Türkiye'nin orta gelir
tuzağını aşması ve ihracatıyla,
gelişmesiyle, dünyadaki 10 büyük ekonomi içerisine girmesiyle ilgili çok
güzel tanımlamalar, hedefler, vizyonlar var ama
baktığımız nokta itibarıyla, bunların teorik bir
yazılma olmaktan öteye geçmediği açıktır.
Bu kürsüden, yine,
bunların doğru işlemediği konusunda eleştirilerim
vardı, 2008 Sanayi Bakanlığı bütçe görüşmelerinde. O
zaman AR-GEye ayrılan pay Türkiyede 7,5 dolayındaydı.
Eleştirim şuydu: Türkiye, bu hızla, AR-GE
yatırımlarına gayrisafi millî hasıladan
ayırdığı bu payla ileri teknoloji üreten, katma değeri
yüksek, dünyadaki yüksek, gelişmiş katma değerli ürün üretme
noktasına gelemez demiştim. O dönemin Bakanı demişti ki:
2009 hedefimiz yüzde 1,5 yani binde 15 olacaktır. Ve büyük bir iddiayla
da 2013 yılında yüzde 3 rakamına ulaşacağını
-o gün için- bu Parlamentonun bu mikrofonlarından söylemişti.
Şimdi bu kanunu konuşuyoruz, rakama baktığımızda
binde 9dayız arkadaşlar. Yani, AR-GE yatırımlarına
gayrisafi millî hasıladan ayırdığımız pay yüzde 3
değil binde 9 civarında. Demek ki kalkınma hedeflerimizin
içerisine AR-GE yatırımları için koyacağımız
payları yazmakla, çizmekle, teorik olarak olmuyor, bu konuda bütçe
ayırmak, bu bütçeleri kullanmak ve bu kullanılan bütçeleri
denetleyerek gerçekten ürün geliştirmede, AR-GEde, inovasyonu yakalamada
ve yüksek katma değerli ürünler üretmede bir noktaya gelmemiz gerekir.
Bunun olmadığı çok açık bir gerçeklik.
Peki, Türkiyede
on iki yıldır uygulanan ekonomik politikada bu dediklerimizi
kanıtlayan neler var?
Bir kere, toplam,
büyüme olarak on iki yıllık süreç çok partili iktidar dönemlerinin
büyüme oranlarının altında. Adalet ve Kalkınma Partisi on
iki yılda 4,8 büyüme oranı gerçekleştirmiş, çok partili
dönemin ortalama büyüme oranı ise 5,1 düzeyindedir.
Sanayi liginden
düşmüşüz. Bakınız, sanayi tabanı erimiş; 1998
yılında gayrisafi millî hasılada sanayinin payı yüzde 35,5,
bugün ise gayrisafi millî hasılada sanayinin payı yüzde 28 yani 8
puana yakın bir düşüşümüz var.
Rekabet
ettiğimiz ülkelere baktığımızda, hiçbirisinde
düşme olmadığı gibi, ya istikrarlı, bu yerlerini koruyor
ya da yükselme içerisindeler. Bunlara Brezilyayı, Meksikayı,
Hindistanı sayabilirsiniz, bunlar bizim rekabet ettiğimiz ülkeler.
Üretimin
Türkiyede niteliği bozuluyor. Ne demek üretimin niteliği bozuluyor?
İmalat sanayisi içerisinde ithalatın payı giderek artıyor;
2002de ithalatın 100 dolarlık bir üretim içerisinde 27 dolar
payı var, bu 2007de 39 dolara çıkıyor, bugün ise 43 dolara
çıkmış durumda. Yani, biz üretimin niteliğinde kendi ürünlerimizi
kullanma payını gittikçe kaybederek daha çok ithalata dayalı bir
büyüme modeli yapıyoruz ve bu, giderek artan bir noktada kendini
gösteriyor. Bunun sonuçları ne oluyor? KOBİ düzeyindeki üreticilerin
piyasadan çekilmesi ya da ithalatçı konumuna geçerek ithal ettikleri
ürünlere kendi montajıyla ülke pazarında pazarlanması
noktasına geliyor. Bu, Türkiyede neyi getiriyor? Cari
açığın artmasını getiriyor. Giderek cari açık
artıyor, üreten bir ekonomi yerine ithal eden bir ekonomi noktasına
geliyoruz. Peki, bu sonuç insanların şahsi tercihi mi,
KOBİlerin, üretim yapan insanların şahsi tercihi mi?
Hayır, uygulanan ekonomik politikanın dayattığı bir
sonuç olarak bu noktaya geliyoruz. Nedir o? Düşük kur, yüksek faiz
politikası yani siz, düşük kur, yüksek faizle ülkede üretim yapmak
yerine düşük kurla ithalat yapmayı tercih ediyorsunuz ve ithalat
yapmak üretim yapmaktan ucuz hâle geliyor.
Enerji
maliyetleriniz çok yüksek. OECD üzerinde, OECD ülkeleri içerisinde enerji
maliyeti en yüksek olan üretim yapısı bize ait. Bunu bir üretimin
ithalat niteliğinin artmasında ciddi faktör olarak görmek
durumundayız.
Dolaylı
vergilerle de aynı şekilde üretimin ithalatçı niteliği
artıyor ve yasal düzenlemeler, asgari ücret dâhil vergiler üzerinden gelen
yükler tümüyle üreticinin ithalatçı konumuna geçmesini bir ekonomik
politika olarak, iktidarın uyguladığı ekonomik
politikaların sonucu olarak zorluyor
Aynı
şekilde bunun sonucudur ki gayrisafi yurt içi hasılada ara malı
ithalatının oranı her geçen yıl artmaktadır. Gayrisafi
yurt içi hasılayı artırırken aynı zamanda ithal girdilerin
oranını da artırıyoruz. 2002 yılında yüzde 10
olan bu oran, 2012 yılında yüzde 16ya yükselmiş durumda. Bütün
bunların sonucu ne oluyor? Dünya üretim liginde Türkiye giderek
düşüyor, ilk 15 ülkenin içerisinde artık Türkiye üretim liginde yok.
Daha önce ne durumdaymış? 1990 yılında üretim liginde
Türkiye 13üncü sırada. Yani üretim ligi sıralamasında 13üncü
sıradayız. Hedeflerimiz, ilk 10a girmek isteyen ülkenin hedefleri
1990da 13üncü sırada olmakla daha yakınmış. Peki, 2000
yılında kaçmış? 15inci sıradaymış. 2007de
15inci sıradan da aşağı düşmüşüz, üretim
liginden düşmüşüz. Yani, o yazdığınız
kalkınma planlarındaki hedefler, 2023 hedefleri, gerçekleşmesi imkânsız
hedefler noktasına gelmiş ve AR-GE noktası açısından
da baktığımızda artık bu hedefler, gerçekten,
Türkiyenin çok uzağında hedefler noktasına gelmiş
durumdadır. Peki, ne olmuşuz? Artık üretim liginden düşen,
giderek üretimde dışa bağımlılığı
artan, cari açığını yükselten ve üretmek yerine ithal etme
noktasındaki bir ekonomiyle, Orta Doğuda bir lojistik üs
noktasına gelen bir ekonomiyi iktidarınız döneminde bu noktaya
getirmişiz ve giderek, gelinen nokta itibarıyla, orta gelir
tuzağından kurtulamamanın büyük riskiyle karşı
karşıyayız.
Bu kanunda yeni
bir yapı şudur: Bu kanunla üniversite-sanayi iş birliğini
sağlayıp üniversitede yapılan çalışmaların, AR-GE
çalışmalarının ticari hâle dönüştürülmesi
noktasında bir iş birliği yapmaya çalışıyoruz ve
bu iş birliğiyle ilgili olarak ürünlerin ve buluşların bir
ticari niteliğe dönüşmesi konusunda sanayiyle iş birliğini
gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Ancak burada da gene en
önemli eksikliklerimizden bir tanesi Sayın Bakanım, sanayiyi bu
kurulların içerisinde temsil noktasına koymuyoruz, yok burada. Sadece
3 bakanlık var, 3 bakanlıkla bu konular karar alınma ve
gerçekleştirilme noktasında. Yönetim kurulu da 3
bakanlığın müsteşarı ve gerekli gördüğü
alanlardaki uzman kuruluş veya kamu kuruluşlarından temsilci
alır noktasındadır. Eğer bir ürünü
piyasalaştırmak istiyorsanız, AR-GEde özel sektörün daha çok
yer almasını istiyorsanız yönetim
yapılarınızın içerisinde de bunlara yer vermekle, sadece
bakanlıkların çizdiği vizyon politikalarıyla değil,
hayatın gerçeğinde ve sanayinin ihtiyaçlarının neler
olduğunu bu şekilde bu kurumları içinize almakla mümkündür.
Örneğin, bu anlamıyla bu kurulda TOBBun, Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliğinin olması lazım, KOBİ temsilcilerinin olması
lazım, örneğin TESKin olması lazım, örneğin KOSGEBin
olması lazım. Bu anlamıyla bunların bu kurullar içerisinde
önemli bir şekilde kendini hissettirmesine ihtiyaç olduğunun
altını çizmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, aynı şekilde, bu AR-GEdeki yeterli
kaynağın ayrılmaması ve AR-GEyle ilgili
çalışmalarda geldiğimiz düzey açısından durumun ne
noktada olduğunu ihracat incelemesi yaptığımızda çok
net bir şekilde görme fırsatımız var. Türkiye 150 milyarın
üzerinde bir ihracat yapıyor. Peki, bu ihracatta birim başına
yani kilo başına bir değerlendirme yaparsak Türkiye ne kadar
para kazanıyor, dünyada gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş
ülkeler neler kazanıyor, bunu bir kıyaslama
yaptığımızda, Türkiye'nin, gerçekten, ileri teknolojiyi
yakalama noktasında ne kadar zayıf olduğunu görme
şansına sahibiz. Türkiye 1 kilo ihracat yaptığında
1,46 dolar para kazanıyor. Peki, Güney Kore ne yapıyor? 3 dolar kazanıyor.
Japonya 3,5 dolar, Almanya 4,1 dolar. Demek ki bizim ihracatımız
şöyle bir ihracat: Biz yükte ağır, parada hafif, düşük
ücretli; AR-GE, inovasyon, yenilik, yüksek teknolojiden uzak, Avrupanın
ve gelişmiş ülkelerin terk ettiği alanlarda ihracat yapıyoruz.
Zaten, AR-GEde bile verdiğimiz desteklere baktığınız
zaman, oranlamayı yaptığınızda otomotiv sektörü ve
başka birkaç sektörle, büyük oranda AR-GE destekleri o alana gidiyor.
Yüksek teknolojiye yönelik AR-GE desteği kullanan firma sayımız
bile çok az, ayrılan pay da o noktada az. Yani,
ihracatımızın kalitesi düşük, düşük fiyatlı
ürünlerle ihracat yapan noktadayız. Bunun neticesi olarak da, Türkiye,
giderek, dediğim gibi, ciddi sıkıntılar içerisinde.
Bunun
yanında, tabii ki iş gücü niteliğinde de Türkiye çok kötü bir
noktada. İş gücü niteliğinde 148 ülke içesinde 130uncu
sıradayız. Küresel inovasyon sıralamasında 68inci
sıradayız. Küresel rekabet gücünde 148 ülke arasında 44üncü
sıradayız. Nerede ilk 10 hedefleri, nerede 2023 hedefleri, nerede
AR-GEdeki hedeflerimiz, nerede bu? Bu iş gücü niteliğiyle bizim
gelişmişlik düzeyimizi artırmamız mümkün değildir. Bu
niye böyle oluyor? Çünkü, eğitim kalitemiz düşük, yedi
yıllık ortalama bir eğitim kalitemiz var. 65 ülkenin
yarıştığı PISA sınavlarında matematikte
44üncüyüz, fende 43üncüyüz, okuma-anlamada 42ncideyiz, İngilizce
pratikte 44üncü sıradayız. Demek ki eğitim kalitesini
yükseltmeden, üniversiteleri özerk, bağımsız, niteliği
yüksek bilim adamlarıyla donatmadan, üniversitelerin üzerindeki siyasi
iktidarın baskısını, YÖKün atanmış rektörleri
yerine üniversitelerin kendi seçtiği rektörleri, bilim
adamlarını üniversitelerin politikalarını tayin etmede
etkin noktaya getirmeden bizim bilimsel niteliğimizi ve eğitim
niteliğimizi geliştirme şansımız yok. Bu nedenle,
kalan sürem içerisinde şunun altını çizmek istiyorum: Bu yasa
tasarısı üniversitelerde yapılan çalışmaları
sanayiyle bütünleştirmek ve sanayiyle birlikte ürüne dönüştürüp
yüksek katma değerli ürünleri dünya piyasasına satan bir ülke
noktasına gelebilmede devletin kamu olarak AR-GEye desteğini fazlalaştırma
konusunda iyi niyetli bir çalışma ama ne kaynak olarak ne vizyon
olarak bu çalışmaların Türkiyenin sorununu çözme
noktasında uyguladığınız ekonomik politikalar
itibarıyla mümkün olmadığı açıktır. Hızla bu
noktada ülkede uyguladığınız ekonomik politikayı
değiştirmelisiniz. Üretimi teşvik eden, KOBİleri
teşvik eden ve üretimin maliyetlerinde devletin engellerini ortadan
kaldıran, üreten insanları baş tacı eden, düşük döviz
kuru ve yüksek faiz yerine üretimin teşvik edildiği, üretim yapan
insanlara da AR-GE teşviklerinin yoğun bir şekilde
verildiği bir ekonomik politikayı uygulamaya ihtiyacınız
var.
Cumhuriyet Halk
Partisi olarak bu yasa tasarısında yapılan olumluluklara destek
verirken, genel olarak Hükûmetin, vizyonunu değiştirmeye, üretimi ön
plana alan, üretimin niteliğini artıran, sanayide insanın
iş gücünün niteliğini artıran bir politika
uygulamasının gerekli olduğunu bir kez daha bu kanun
tasarısıyla söylemek istiyor ve huzurlarınızı
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
17.02
İKİNCİ
OTURUM
Açılma Saati:
17.09
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
----- 0 -----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111inci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
593 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının tümü üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Günal, Antalya
Milletvekili.
Buyurun Sayın Günal. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Bu yoğun, gereksiz
tartışmalı gündemin arasında kaynamaması gereken
önemli bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Bu
sıkışıklık arasında kendisine yer bulabildi.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki çok önemli eksiklikleri olmakla beraber
ülkemizin araştırma altyapısı açısından, ekonomik
büyümesi açısından önemli bir kanun tasarısını
görüşüyoruz. Uzun dönemdir bu tasarı bekliyordu değerli
arkadaşlar. Bütçe döneminde de ilgili bakanları uyarmıştık
Bir an önce çıkaralım. diye. İlgili rektörlerimizle
yaptığımız görüşmelerde, araştırma merkezlerinin
yöneticileriyle de yapmış olduğumuz görüşmelerde
bunların bir an önce çıkarılması gerektiği
belirtilmişti. Bizim de Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunun
gecikmiş bir tasarı olduğunu -eksiklikleri olmakla beraber-
baştan söylememiz gerekiyor. Çünkü burada baktığımız
zaman değerli arkadaşlar...
Ama baştan
bir iki tespitimi sizinle paylaşayım. Gecikmiş ama
araştırma altyapıları diye devam ediyoruz. Böyle
tercümesel bir koku alıyoruz. Söyledim arkadaşlara Bir ayrım yapabilmek
için koyduk. dediler ama yine de bunu daha farklı bir şekilde
yansıtmak mümkün olabilirdi diyeceğim. Hakikaten de bu
görüşmelerimizin ışığında bu tasarının
çıkması gerektiğini düşünüyoruz. Hakikaten biz önemli
buluyoruz ama sohbeti daha çok önemseyen arkadaşlarımız da var
Genel Kurulda, bu ramazan gününe rağmen enerjileri bitmemiş herhâlde.
Değerli
arkadaşlar, 2023 diyoruz, siz de kabul ediyorsunuz, bizimkinin telif
hakkını ödemeseniz de, arkasından 2053 geliyor dedik. Sayın
Başbakan ileri gitti, orayı da atladı
Peki, bunu
nasıl yapacağız? Özel sektörün yenilik yapma yeteneğinin
artırılması, insan gücünün geliştirilmesi,
araştırma sonuçlarının ticarileştirilmesi, desteklerin
etkinliğinin artırılması ve altyapıların etkin
kullanımının sağlanması. Yani bu tespitler güzel. Bu
çerçevede de bu tasarı hazırlandı. Onuncu Kalkınma
Planında var. diyor. Ama bu tespitler uygulanmadığı
sürece ve planlamalar uygulamaya dönüşmediği sürece maalesef lafta
kalıyor ve temenniden öteye geçemiyor. Burada tespitler yine hem
Kalkınma Planında hem gerekçede var. Bu araştırma
merkezlerinin işleyişinde, yönetiminde, personel yapısında
eksiklikler olduğunu ve burada yapılan çalışmaların,
sonuçların yeterince ticarileşemediğini ve ürüne dönüştürülemediğini
yukarıdaki tespitlerin yanı sıra hepimiz de biliyoruz.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, sorun burada. Belli araştırmalar
yapılıyor.
Sayın
Başkanım, arkadaşlar çok
Benim yüksek sesle insicamım
bozuluyor, eğer dinlemeyeceklerse sorun değil ama hâlâ devam ediyor,
yoğun bir uğultu var. Kusura bakmayın.
BAŞKAN
Sayın Günal, sözlerinizi arkadaşlar duydular, buyurun.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) Ben devam ediyorum ama konuşmam engelleniyor hâlâ burada
bakıyorum. Biz zaten yukarıda yirmi dört saat esaslı komisyondan
geldik, konuşma sıramızın da ikincisine yetiştik,
tekrar döneceğiz. Yani böyle önemli bir kanun tasarısı
görüştüğümüz için söylüyorum. Hem ben konuşurken insicamım
bozulmasın hem de arkadaşlar faydalansın diye söylüyorum.
Baştan desteklediğimizi söyledik, eksiklikler olduğunu söyledik.
Hiç olmazsa belki önergelerle tamamlanmasına vesile olabilirler.
Dolayısıyla burada bir yapısal çözüm ihtiyacı
bulunduğunu tespit etmiş arkadaşlarımız ama bunun
uygulanmasıyla ilgili bazı eksiklikler var.
Şimdi, Onuncu
Planın içerisinde bunlar yazıyor. Ama bunlarla beraber
uygulanması gereken teşvik politikaları var, bunlarla beraber
yapılması gerekenler var. Yani biz sadece araştırma merkezi
kanunu çıkarınca bu iş çözülmüyor. AR-GE merkezli diyoruz,
inovasyon odaklı bir üretim sistemi geliştirmemiz gerekiyor.
Peki, nasıl
yapacağız bunu? Önce eksiklikleri tespit etmeden bunu yapma
şansımız var mı? Yok. Yani kronik dış ticaret
açığıyla uğraşan, bir taraftan cari açıkla
dışa bağımlı bir ekonomik yapıyla boğuşan
bir ülkede bu yapısal dönüşümleri nasıl yapacağız,
açıkçası şaşırıyorum. Çünkü sorunun esasına
inmeden palyatif tedbirlerle uğraşıyoruz.
İşte,
yukarıda, bir ayı aşkın bir süredir bir torba, çuval,
harar, ne derseniz -hâlâ devam ediyoruz eklemelerine- bir kanun
tasarısı görüşüyoruz. Bu arada böylesine önemli bir kanun
bekliyor. İçinde Somayla ilgili kısım da var. Hemen
çıkaralım dedik. Bunlar bekliyor.
Önce
sorunları tespit etmemiz gerekiyor. Burada bizim ürün odaklı
dışa bağımlılığı azaltmış,
rekabete dayalı bir yüksek teknoloji, yüksek katma değerli bir üretim
sistemi oluşturmamız lazım, böyle bir ekonomik sistem
oluşturmamız lazım. Kendi kendine yürüyen sistemle ancak ne
yapıyoruz? Pembe tabloları, TÜİKin yaptığı
birtakım baz yılı kaydırmalarıyla veya işsizlik
hesaplamalarında tanım değişiklikleriyle, yöntem
değişiklikleriyle sanki kendimizi ekonominin sorunlarını
çözmüş gibi takdim ediyorsunuz. Dolayısıyla bu kanunun
uygulanması için öncelikle eksikliklerinin tamamlanması gerekiyor.
Şimdi, bizim
Milliyetçi Hareket Partisi olarak daha önce parti programımızda ve
seçim beyannamelerimizde belirtmiş olduğumuz hususlar esas
itibarıyla bu tasarının desteklenmesini gerektiriyor ama
yapılması gereken daha çok şey var. Neden? Burada
araştırma merkezlerinin hepsi bir paket içerisine konuluyor. Üç ana
konuya ayrılmış: İleri teknolojiler, tematik laboratuvarlar,
bir de merkez laboratuvarları.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, çok değişik araştırma
merkezleri var. Yani kültür araştırma merkezleri var, tarih
araştırma merkezleri var, sosyal bilimler var; biyolojik, fen
bilimleri, sağlık bilimleri; bir de malzeme teknolojileri, yüksek
enerjiyle ilgili birtakım araştırma merkezleri var.
Bunların hepsini aynı kategoriye koyduğumuz zaman, sorunu
çözelim derken tekrar içinden çıkılmaz hâle getiririz. Yani
Efendim, işte üniversitedeki araştırma merkezleri ayrı, bunlar
ayrı, yönetimine filanca gelecek, şunları atayacağız,
bunları atamayacağız, yönetim kurulu şöyle olacak,
danışma kurulu
Bunlar işin ayrıntı kısmı
ama özü itibarıyla şunda anlaşmamız lazım: Nasıl
bir araştırma merkezi olacak? Eğer kamunun araştırma merkezleri
ile üniversitede kuracaklarımızı özel sektörle entegre edemezsek
bu sorunu çözemeyiz. Sadece yönetimine belli kişileri alarak
Şunları şunları koyduk ama kontrolü bizde olsun.
mantığıyla bakarsak bunları çözemeyiz.
Yani
üniversitelerde kurulu araştırma merkezleri var. Ben, 2003
yılında üniversiteye full time öğretim üyesi olarak
geçtiğim zaman -bir araştırma merkezinin müdürüydüm ama bir
süredir kurulmuş- baktım YÖKten yazışma numarası dahi
alınmamıştı, arkadaşlara yukarıda söyledim. Ama
fiiliyatta baktığınız zaman resmî olarak bu da bir
araştırma merkezi. Yani bunlarda tematik olarak, konular olarak belli
ayrışmaları sağlamak gerekiyor.
Bir de,
bunların hepsini standart araştırma merkezi gibi tek
düzenlemeyle yapmak da doğru değil. İleri teknoloji gerektiren,
büyük yatırım gerektiren araştırma merkezlerinin öncelikle
birinci kategori olarak uluslararası düzeyde araştırma
yapabilecek olanları farklı bir kategoriye koymak lazım.
İkincisi de ulusal araştırma merkezi niteliğinde
olabilecekler olur. Üçüncüsü de normal üniversitelerle beraber belli konularda
yapılacak araştırmalar olur.
Şöyle bir
yanlış oluyor değerli arkadaşlar uygulamada: Şimdi,
bunu kuracağız, bu kanun böyle çıkacak. Bunun yönetimi kimlerden
oluşacak, kanunda yazıyor. O arada, bir anda bakıyorsunuz -onun
için önergeler de hazırladık- üniversitenin otoritesine
bırakmıyoruz, üniversiteye güvenmiyoruz. Diyoruz ki: Özel sektörden,
oradan buradan gelecek arkadaşlar, bunlar yapacaklar. Ama burada bir düzene
koymak lazım, en az şu kadarının
5 ila 9 kişiden
oluşur. Güzel de bunun kaçı nereden olacak, tamamı mı özel
sektörden olacak, kaçı üniversiteden olacak, kaçı ilgili kurumdan
olacak belli değil. Yani şunu söylüyorum: 5 kişiden
oluşur. deyip 1 tane üniversiteden hoca koyarak burada bir merkez
kurulabiliyor, böyle bir sınırlama yok.
Peki, nasıl
olacak? Şöyle bir örnek vereyim: 2002 yılında Bilim ve Teknoloji
Yüksek Kurulu toplantısında alınan kararlar vardı, 2023
Bilim ve Teknoloji Vizyonu. Ben de -rahmetli DPT diyorum artık- DPTnin o
zamanki Müsteşar Yardımcısı olarak toplantıya
katıldım. 6ncı Çerçeve Programı için bir toplantı
yapıldı. Bu toplantıda baktım üniversitelerde bir kümelenme
olmuş, yani 3-4 tane üniversite belli projelere
yoğunlaşmış. Şimdi, bu yanlış bir şey.
Burada gen teknolojileri var, biyoteknoloji var, zirai teknolojiler var,
tohumculuk var, metalürjisi var, otomotivi var; onların olduğu
illerdeki üniversitelerin lokomotif görevi görmesi gerekir dedik. Örneğin
otomotivle ilgili bir araştırma yapacaksanız, öyle veya böyle,
Marmaradaki üniversitelerin -Bursa, Kocaeli neyse- buraların lokomotif
olması gerekir ve fiziksel ortamın da, araştırma merkezinin
de buralara yakın olması lazım. Mesela mevcut merkezlerde
seramik araştırma merkezleri var. Bunların bir şekilde
İç Anadoluda, Eskişehir, Kütahya yöresinde ve bu üniversitelerin
özellikle katılımıyla oluşturulması daha doğru
olur. Yani bir merkezi bir yere kurduk
Veya tohumculuk yapacağız,
bunun içerisinde bunu Ankarada kurduğumuz zaman ayrıdır, bunun
merkezini Harranda ya da Çukurovada kurup bunları lokomotif
üniversiteler olarak belirleyip özel sektörün dinamizmini, kamunun dinamizmini,
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının
kurumlarını bunlarla entegre etmek başka bir şeydir. Yani
biz buradan kanunu çıkararak, bunların hepsini bir torbaya koyarak
araştırmayı, geliştirmeyi sağlamış
olmayız. Eğer bunu yapmazsak sorunu çözemeyiz değerli
arkadaşlar.
Burada, şu
anda, farklılaştırılması gereken birçok yer var.
Örneğin, burada birkaç tane üniversitenin önderliğiyle kurulmuş
olan Türk Hızlandırıcı Merkezinin altyapısı olan
Hızlandırıcı Enstitüsüdür. Şimdi, bunları normal
bir üniversitedeki araştırma merkezi mantığıyla
yaparsak buradan bir sonuç alma şansımız yok. Yani bunlar için
farklı kategori lazım ve kanun maalesef bunları düzenlemiyor,
esnek, genel kararları, kuralları belirliyor. Ha, bu da bir
aşama, evet, doğru ama bu kadar uzun süre sonra çıkmış
bir tasarıyı da tam çıkarmak lazım. Neden? Çünkü 2010 yılında
karar alınmış, dört yıl sonra ancak burada kanun hâlinde
görüşebiliyoruz değerli arkadaşlar yani bunun kararı 2010
yılında alınmış, dört yıldır da
arkadaşlarımız uğraşıyor yani ancak tasarı
hâline gelmiş. Böyle pat diye, Meclisteki bu gereksiz,
tartışmalı siyasi tasarılardan maalesef bu yapısal
önlemlerle ilgili tasarılara sıra gelmiyor.
Onun için, gelin,
buradayken önergelerle bu eksiklikleri tamamlayalım, bu üç tane ana
ayrıştırmanın yeterli olmadığını, belli
şekillerde gerekirse usul ve esaslar da -Bakanlar Kurulunca veya Danışma
Kurulunca belirlenecek şekilde -3 Bakanlığımız burada
görevli- burada bunları yeniden yapılandıralım diye
düşünüyorum. Aksi takdirde, yine bir şeyi çıkarmış
oluruz, 3-5 kişi orada kurumsal olarak, müdür olur, çalışmacı
olur, bir şey olur ama başka türlü bunları yapamayız.
Bunların farklı statüleri var değerli arkadaşlar.
Başka bir
husus var: Burada merkez laboratuvarları var. İşte,
arkadaşlarımız iyi niyetli olarak diyor ki: Ya, işte, daha
çok dağınık laboratuvarlar vardı, biz de bunları bir
araya topladık, israfı önledik. Ama bu yeterli değil. Yani ne
yönden yeterli değil? Bir üniversite içerisinde birkaç tane fakültenin
kullanacağı laboratuvar, eğer merkez laboratuvarından
anladığımız işte, 3-5 bilgisayar, çıktı makinası,
eğer buna benzer teknik aletse o zaten araştırma merkezi laboratuvarı
olmaz.
Şimdi,
içimizde bilim adamları var, araştırmacılar var,
bürokrasiden gelen arkadaşlarımız var. Bir biyoloji
laboratuvarıyla kimya laboratuvarı veya fizik laboratuvarında
kullanacağımız şeyler aynı mı? Bir metalürji
işinde, malzeme işinde, mühendisliğinde kullanılacak
laboratuvar
Yani temel birtakım makineler hariç hiçbirisi aynı
değil. Ben de şunu diyorum: O zaman kümeleme tarzı sanayide
yaptığımız gibi- birkaç tane
Ankarada kaç tane üniversite
var, şu konularda hangileri araştırma yapıyor? Demin
söylemiş olduğum, bir konuda bir üniversitenin lider olması,
oraya yakın bir sanayi kurumunun da lider olması gerekiyor. Aksi
takdirde çok başlılık, herkes kendi adamını oraya
koymaya çalışacak ve kamu yararı ortadan kalkacak. Buradaki,
diyelim ki fizikle ilgili yapılacak araştırmalar şu anda
Ankara Üniversitesinde bir araştırma merkezi var, örnek; bunlar
yapılsın. Peki bu araştırma merkezinde enerjiyle ilgili
konu görüşülecek ama burada söyledik, BOREM var, Atom Enerjisi Kurumu var,
diğer şeyler var. Bunların da katkısının
sağlanması lazım yani bir ulusal araştırma stratejisi
olması lazım, sadece araştırma altyapısını
sağlamak yetmiyor. Yani yenilikçi diyoruz, tamam, yüksek katma
değerli, yüksek teknolojili; güzel de kamunun enerjisini, birikimini, özel
sektörün dinamizmini getirip üniversitelerdeki akademik araştırma
altyapısıyla eğer bir araya koymazsak yine birkaç kişiye
post yaratmış oluruz. Filancayı buraya müdür yaptık, yüksek
şeyle bunu çalıştırdık deriz ve böyle geçer.
Müdür
demişken söyleyeyim: Arkadaşlarımıza söyledik, önergemiz de
var. En az işte lisans düzeyinde
Yani işte o zaman
eyyamcılık gibi geliyor bize. Dedik ki: En az doktora düzeyinde
olsun. Komisyonda kabul ettiremedik. Neden? Şimdi bakın,
uluslararası araştırmacılar gelecek, hocalar burada
araştırma yapacak, sadece idari müdür değil burada yer alan
arkadaşlar, teknik konularda da yönetim kurulunun bütün işini görüp
özetini, takibini, projesini takip edecek bir müdürden bahsediyoruz. Şimdi
o müdür lisans düzeyinde olacak. O zaman bu idarecilik gibi bir şey,
teknik olarak bunun ne olduğunu bile anlayacak durumda değil. Tamam,
çalışan arkadaşlarımız olabilir, bürokrasiden birileri
kayabilir ama o idari müdür olur. O zaman bunu ayırmak lazım. Yani bu
söylediğim şey, olayın hafife
alındığını gösteriyor, onun için
çırpınıyorum. Elimize böyle bir fırsat geçmişken,
bunları -tekraren söylüyorum- uluslararası çapta olacakları
ayrı bir kategoride, ulusal araştırma merkezlerini kamunun
araştırma merkezleriyle entegre ederek, üniversiteyle, özel sektörle
ve üniversite-sanayi işbirliğini de gerçekten yapacak şekilde
ortak ortamlar kurmamız lazım. Eğer böyle eyyamcılık
yaparsak üniversitedeki birkaç kişiye post yaratmış oluruz, onların
yanına da ticaret odasından ve kamudan bazı arkadaşlarımızı
yönetim kurulu üyesi veya ofis çalışanı olarak entegre
etmiş oluruz. Bu da Türkiyenin 2023 vizyonuna da, 2053 uzun erimli
vizyonuna da maalesef uygun olmaz; başta Onuncu Kalkınma
Planında ve kanun tasarısının temel gerekçesinde söylenen
eksikliklerimizi bu şekliyle gideremeyiz. Ha, bunlarla beraber,
bunların uygulanmasını da çok iyi şekilde takip etmek
lazım. Ne yapmak lazım? Kalkınma
Bakanlığımızın bunu yapması lazım. DPT
rahmetli oldu, yakında Kalkınma Bakanlığı da bu
gidişle rahmetli olacak, Bakanım bakıyor ama. Sayın
Başbakan bizden 402 tane sektörel değerlendirme izleme raportörü
kadrosu istiyor, yukarıda torbaya ekledik, inşallah önünüze bayrama
kadar gelir. Yani şöyle bir şey oluyor: Daha önce bu Genel Müdürlük
kurulurken söylemiştik Siz DPTyi kapatacak mısınız?
diye, burada birçok arkadaşımız var geçen dönemden milletvekili
olan, gülmüşlerdi; sonra, DPT kapandı, onun yerine
Başbakanlıkta alternatif bir birim kuruluyordu, sonra KHKyla kurulmuş.
Şimdi de arkadaşlarımız getirdiler -dört yıl
beklemişler 2011den bu yana- nedense şimdi, ben de dedim ki:
Herhâlde Sayın Başbakan Cumhurbaşkanı
olamayacağını anladı, Başbakanlıkta bunlarla
takviye yapıp kendine danışmanlar ordusu yapıyor. Hükûmet
içerisinde de frenciler, gazcılar var; her gün Merkez Bankası, Maliye
Bakanı, Başbakan Yardımcısı, farklı bir kategori
gibi, sanki ayrı bir koalisyon ortağı gibi sunuluyor; dedim ki
Herhâlde oralardan da destek alamıyor, kendine göre sektörel izleme,
değerlendirme uzmanlığı kuracakmış.
İşte, Sayın Bakan burada, İktisadi Sektörler Genel
Müdürlüğü var, Sosyal Sektörler İzleme Genel Müdürlüğü var,
Türkiyenin her konusunda da uzman arkadaşlarımız var, zaten
bunlar Başbakanın da müşavirleri, istediği zaman Sayın
Bakan hepsini verir.
Sonuç olarak,
böyle palyatif tedbirlerle bunu çözemeyiz. Bu sektörlerin analizleri zaten
yapılmış, planda programda var, sadece iyi uygulamamız
lazım; iyi uygulamak için de kanunu eksiksiz çıkarmamız
lazım.
Biz, Türk
milletinin bu zorlukları aşacağına ve sonrasında lider
ülke olacağına inanıyoruz ama kısır çekişmeleri
bırakıp bu yapısal önlemleri almamız şart diyor,
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Şimdi, söz
sırası Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz isteyen
Adil Zozani, Hakkâri Milletvekili
Buyurun Sayın
Zozani. (HDP sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, ben de 593 sıra sayılı Araştırma
Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve
Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları üzerine söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Şimdi,
komisyon raporunun ismi bu şekilde geçiyor ama esasında Sanayi,
Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar Komisyonunda bu iş hiç
görüşülmedi, oraya hiç gitmedi, bununla alakası yok, bunlar işin
içinde yoklar. Direkt, doğrudan doğruya Plan ve Bütçe Komisyonuna
gelmiş ve Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş, tartışılmış
bir komisyon raporu ve kanun tasarısından söz ediyoruz.
Biz de özü
itibarıyla bu konunun önemli olduğunu düşünüyoruz ve
esasında gecikilmiş bir düzenleme olduğunu da ifade ediyoruz.
Tabii ki dünyadaki teknolojik ilerleme, teknolojik gelişim ile
Türkiyedeki teknolojik gelişimi yan yana koyduğumuz zaman
-sayısal veriler de biraz önce ifade edildi- dünyanın çok çok
gerisinde olduğumuz aşikâr. Dünyanın gerisindeyiz. Peki, aradaki
açığı kapatma gibi bir şansımız var mı?
Hükûmetin koyduğu vizyon programları çerçevesinde bunun olabilme
şansı da yok, görülmüyor, maalesef. Kısa vadede bu
açığı kapatmak, üst sıralara tırmanmak bu alanda pek
mümkün değil. Çünkü, dünyanın gelişmiş ülkeleri,
gelişmiş sanayileri artık bizim bugün kullandığımız
teknolojileri müzeye koyarak tanıtmaya başladılar. Müzede bunlardan
yararlanıyorlar. Biz geçmişte bu teknolojileri kullanıyorduk.
demeye başladılar. Biz dünyayı çok çok geriden takip eder bir
noktaya geldik ve özellikle teknoloji ithal eden bir ülke pozisyonundayız.
Teknoloji ithal etmek aynı zamanda yetişmiş bilgiyi de ithal
etmek. Beyin göçünün önüne geçmek bir tarafa dursun, dışarıdan
akıl satın alır pozisyonuna geldik, böyle bir noktadayız.
Türkiye sanayi gelişimi itibarıyla dünyanın artık
sanayisinin alanı durumuna gelmiştir. Artık, dünyada
insanların, kendi ülkelerinde bulunmasını doğa
tahribatı olarak algılayıp kendi coğrafyalarında
değil de başka ülkelerin coğrafyalarında inşa
ettiği sanayi faktörünün merkezi pozisyonuna geçtik ya da bu merkezlerden
biri durumuna geliyoruz. Düşünün, mesela dünyanın sayılı
otomotiv sektörüne sahip ülkelerin pek çoğu artık kendi ülkelerinde
fabrika inşa etmiyorlar, sadece marka satıyorlar. Ama, biz, işte
Japonyadaki bir markanın montajını ya da parça imalatını Türkiyede
yaptığımız için övünüyoruz, İşte bunu burada
üretiyoruz. diyoruz. Ya da Almanyadaki bir üretimi alıp
montajını burada yaptığımız zaman, parça
üretimlerini yani ağır sanayi gerektiren parça üretimlerini burada
yaptığımız zaman biz övünüyoruz, İşte
bunları yapıyoruz. diyoruz. Şu kadar geniş sahaya
yayılmış, şu kadar sayıda fabrikamız var.
diyoruz. İyi, güzel de dünya bunları aştı,
gelişmiş dünya bunları aştı. Hiç kimse metrekare
boyutuyla, inşa ettikleri fabrikalarla artık övünmüyor. Beyin
üretimini yapıyor mu yapmıyor mu? Bununla insanlar övünüyor, bununla ilerleme
sağlıyor.
Şimdi, en
son, uzaya fırlattığınız uydu üzerinden, 15
Ağustos itibarıyla yarım metre mesafeden yer görüntüsü
alabileceğiz beklentisi içerisindesiniz. Şimdi mevcuttaki uydularda
yer tespiti görüntü mesafeniz ne kadardır? 7 metredir,
Bu tasarı
Komisyon aşamalarında da tartışılırken,
konuşulurken özellikle 3üncü ve 4üncü maddelerine biz itiraz koyduk.
İtiraz koymamızın sebebi şu: Aşırı
siyasallaştırılmış bir yapıdan söz ediyoruz
burada. Kurulu kimlerden oluşturuyorsunuz? Bakanlardan
oluşturuyorsunuz. Alt kurulu kimlerden oluşturuyorsunuz?
Bakanlık müsteşarlarından oluşturuyorsunuz. Bilim bunun
neresinde? Bilim bunun hiçbir yerinde yok. Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığını buranın, kurulun içerisine koyarak
siz bu işe bilimsel bir tamamlayıcı
sağladığınızı düşünüyorsanız büyük bir
yanılgı içerisindesiniz. Dünya bu işi nasıl
ilerletmiş? Süreklilik kazandırarak bunu sağlamış.
Gelişmeyi süreklilik kazandırarak elde etmiş.
Şimdi,
Türkiyede büyük çoğunlukla bakanlarımızın hükûmetteki
görev süreleri -hadi, öncesini hesaba katmayayım- sadece AKP hükûmetleri
dönemindeki bakanların Hükûmette kalma süreleri ortalama üç
yıldır. Her gelen bakanın kendi müsteşarını da
değiştirdiğini hesaba katarsanız -ki yapıyor,
doğal olarak yapar, kim olsa yapar- kendine göre bir müsteşar, rahat
çalışacağı bir müsteşar atıyor. Şimdi, hem
kendisi bu işe sıfırdan başlamış olacak hem ona
düşünsel veri altyapısını sunacak olan müsteşar
sıfırdan başlamış olacak. Ortalama üç yılda bir
siz buradaki bilimsel gelişmelerin havzasını resetlemiş
olacaksınız. Komisyon aşamalarında da söyledik. Bu
şekilde oluşturacağınız bir kurulun bu iş için uygun
olmayabileceğini ifade ettik. Üniversiteleri buna dâhil edin,
üniversitelerdeki gelişimi buna dâhil edin. Üniversiteleri katmadan, bilim
insanını bu işin içerisine, bu projenin içerisine
katmadığınız zaman ilerleme sağlama şansına
sahip değilsiniz. Yok, tasarı geldiği şekliyle komisyondan
geçti. Açın, bakın, işte, sizler de mutlaka okumuşsunuzdur
3üncü maddede: Kurul Kalkınma Bakanı
Başkanlığında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ile
Millî Eğitim Bakanından oluşur. 4üncü maddede komiteyi, yani
kurula verisel altyapı hazırlayacak, bu işi yönetecek komiteyi
kimlerden oluşturmuşsunuz? Kalkınma Bakanlığı
Müsteşarının Başkanlığında Millî Eğitim
Bakanlığı Müsteşarı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı Müsteşarı, Yükseköğretim Kurulu
Başkanı ve TÜBİTAK Başkanından oluşur.
Bunların hiçbirisi yani TÜBİTAK Başkanını kısmen
bu işin dışında tutarsak- bu işte sürekli görev
yapabilecek nitelikte değildir, hiçbiri. Oysaki burada sürekliliğe
ihtiyaç var.
İkinci önemli
eksiklik burada -şimdi, Sayın Bakan muhtemelen biraz sonra, bu konuya
açıklık getirdiği zaman tematik laboratuvarlardan
başlayacak ve ifade edecek- araştırma merkezlerine ilişkin
olarak Türkiye'nin saygın üniversitelerinin bir tanesinin
araştırma merkezinin işlevlerine bir bakın, ne
yapıyor, ona bir bakın, okuyun. ODTÜ Üniversitesi bünyesinde
kurulmuş araştırma merkezine bakın. Doğrudan
doğruya toplum mühendisliği yapan bir araştırma merkezi. Ne
adına kurulmuş? Sosyal Bilimler Araştırma Merkezi
adı altında kurulmuş, o amaçla kurulmuş. Mevcut olan
araştırma merkezlerinin büyük bir kesimi böyle: Toplum
mühendisliği yapan araştırma merkezleri. Tematik laboratuvarlar
amaca hizmet edebilir pozisyonda değildir. İleri teknoloji
merkezleri dediğimiz merkezler
Şimdi,
arkadaşlar, Türkiye Hükûmeti çıkar, her defasında der ki:
Türkiyede şu kadar sayıda üniversitenin önünü açtık.
İyi, güzel. Harran Üniversitesi, bulunduğu coğrafyanın
koşulları itibarıyla oranın yereline bilimsel altyapı
hazırlamalıdır, araştırmalarında bunun üzerine
yoğunlaşmalıdır. Harranda çoğunlukla ne
yapılabilir, üretim kalemleri ne olabilir? Herkesin ilk aklına gelen
tarım olur. Der ki: Harran Üniversitesi Türkiye'nin tarımsal
gelişimine ilişkin olarak merkezlerinde, laboratuvarlarında bilimsel
veri üretsin. Peki, siz bu işi Harran Üniversitesine mi vermişsiniz?
Yok. Kime vermişsiniz? İstanbul Üniversitesine vermişsiniz.
İstanbul Üniversitesi Harrandaki tarımsal gelişmeyi
inceleyebiliyor, araştırabiliyor ama Harrandaki üniversite bununla
ilgilenemiyor.
Bir başka
başlık: Maden sektöründeki gelişmeleri kim, hangi üniversite
daha iyi yapabilir? Sektöre en yakın olan üniversite bunu yapabilir. Ama
bu görevi de sektöre en yakın olan, üretime, üretim aşamasına en
yakın olan, sahaya en yakın olan üniversite yerine,
almışsınız, üretime en uzak üniversiteye vermişsiniz.
Şimdi, böyle
bir kurgulamadan siz verim elde edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz?
Elde edemezsiniz. Bırakın mesafeyi kapatmayı, mevcut durumdan da
geriye düşersiniz. Çünkü rekabet içerisinde olduğunuz ülkelerin ayağına
taş bağlanmış değil, onlar da ilerleme katediyorlar.
Dünyada bu alanda ilerleme kateden ülkelerin pek çoğu rekabet
koşulları itibarıyla Türkiyeye göre daha avantajlı
pozisyondalar. Artık sanayi ülkesi durumuna gelmiş bir ülkede siz
ileri teknolojiyle üretim safhasına geçme şansına sahip
değilsiniz.
Önemli bir
başka eksiklik de şu: Şimdi, Türkiyede ileri teknolojik
üretim denilince ağırlıklı olarak savunma sanayisi akla geliyor, herkesin aklına
savunma sanayisi geliyor, bu kapsamın dışında tutulmuş
ama biraz önce değerli hatip arkadaşların ifade ettikleri o
AR-GE yatırımlarının bindelik dilimleri de
ağırlıklı olarak savunma sanayisi kapsamındaki
yatırımlara ilişkindir.
Esasında,
tabela dışında laboratuvarlarımız bile yok,
araştırma merkezlerimiz bile yok; tabela var, sadece tabela var. Geçen gün bir üniversitenin hazin
öyküsünü komisyonda ilgili bakanla paylaştım. Bazı yerlerde
tabela asacak yer de yok. Hakkâri Üniversitesinin adını bina bulamadıkları
için tepeye yazmışlar, dağa yazmışlar ve orada bir
tematik laboratuvar olduğu görülüyor.
ÖZDAL ÜÇER (Van)
Ekolojik üniversite. Bizim siyasal tezimize uygun.
ADİL
ZOZANİ (Devamla) Şuradan da bakın: Muhalefet şerhi
içerisindeki haritada da ifade etmiş. Burada, Hakkâride bir tematik
laboratuvar olduğu görülüyor. O laboratuvar Hakkâri Üniversitesinin
bünyesinde. Üniversite nerede? Üniversite yok. Üniversite yok ama
laboratuvarının olduğu söyleniyor. Üniversite, son çare,
adını tepeye yazmış, bir dağa yazmış.
ÖZDAL ÜÇER (Van)
Ama haksız değiller, Hakkârinin dağları üniversite
gibidir.
ADİL
ZOZANİ (Devamla) Hiç abartı yok, İnternete girin, Hakkâri
Üniversitesi diye yazın, karşınıza çıkacak şey,
koskoca tepeye yazılmış bir isim ve başka da hiçbir
şey yok.
Anadoludaki
laboratuvarların çoğunun durumu böyledir. Mevcut araştırma
merkezlerinin, üniversiteler bünyesindeki araştırma merkezlerinin de
durumu bundan da vahim bir pozisyon. İstanbul yoğunluklu,
İstanbul merkezli gelişimi siz Türkiyenin önüne koydunuz. İstanbul
artık Anadolunun prangası durumuna geldi. İstanbul, birçok
boyutuyla artık Türkiyenin yaşanamayacak kenti pozisyonuna geldi.
Türkiyenin bütün yollarını İstanbulla düğümlediniz,
Türkiyeyi İstanbula düğümlediniz. Her şeyin merkezini İstanbul
yaptınız, sanki İstanbulun dışında, Türkiyede başka
yerde bu işler yapılamayacakmış gibi bir algı
yarattınız siz.
ÖZDAL ÜÇER (Van)
Artık İstanbula bir merkez lazım.
ADİL
ZOZANİ (Devamla) - Türkiyede yıllık yapılan
yatırımın neredeyse yüzde 50sini sadece İstanbula
yapıyorsunuz. Oysaki İstanbul, Türkiyenin 81 ilinden sadece bir
tanesi. Ama sizin bu ile yönlendirdiğiniz yatırımlar, neredeyse
Türkiyedeki toplam yatırımların yüzde 50sine tekabül ediyor.
Yapılmasın demiyoruz, yatırımlar yapılsın ama bu
işler Anadolunun diğer yerlerinde de yapılabilir.
Bu ülkenin
doğu bölgesindeki bütün üretimler, batıdaki üretimlerin ham maddesi
olarak kullanılır duruma geldi. Şimdi, biz bunları
söylediğimizde, Bu bir sömürü yöntemidir. dediğimizde hoplayıp
zıplıyorsunuz, itiraz ediyorsunuz ama sömürünün başka bir tarifi
yok, bu şekilde yapılıyor zaten. Oradaki ham maddeyi ham olarak
alıyorsunuz, sanayisel olarak, teknolojik olarak gelişmiş
batı bölgelerinde işliyorsunuz, ondan sonra tekrar oraya geri
veriyorsunuz. Sömürü çarkının tarifini 40 defa da okusanız budur,
başka da bir tarifi yok.
Şimdi, bu bilimsel gelişim
altyapısını kurgularken bölgelerin özelliklerini dikkate alarak,
kaynağa en yakın yerden bunu
kurguladığınız zaman, bu yatırımı
gerçekleştirdiğiniz zaman amacınıza
ulaşırsınız. Bunu bu şekilde yapmadığınız
zaman amacınıza ulaşma şansına sahip değilsiniz.
Müsaadenizle, son iki dakikamda bugünün
önemi üzerinden yani bugünün tarihsel önemi üzerinden birkaç cümle sarf ederek
konuşmamı bitirmek istiyorum.
Bugün 2 Temmuz ve bundan tam yirmi bir
yıl önce Sivasta bir katliam gerçekleşti, 37 insanımız
cayır cayır yakıldı. O gün bugündür bu yara
sarılmış değil, bu yara açık duruyor. O dosyadan yargılananlar
öldüklerinde ki bir tanesi öldüğünde açığa çıktı. Türkiyede
Sivasın hemen yanı başında, birilerinin gözetiminde
korunarak yaşatıldığı açığa çıktı
hem de on dokuz yıl boyunca. Ölünce öldü dendi, bu falan kişi öldü
dendi. Geriye kalan failler için de zaman aşımı faktörü devreye
girdi, dosya zaman aşımına uğratıldı.
İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç Türkiye
yargısı tarafından zaman aşımına
uğratıldı ve o yara açık bırakıldı,
Sivasın yarası açık bırakıldı. Madımakta
yakılan insanların külleri bu ülkenin üzerine serpili duruyor. Siz,
bu insanların uğruna yaşadıkları Türkiye ideallerine
karşılık koymadan, Türkiyedeki toplumsal yaşama bir
barış faktörü eklemeden, toplum içerisindeki bu nifak
tohumlarını ayıklamadan, geçmişin yaralarını
sarmadan bu yaralı hafızayı unutturma şansına da sahip
değilsiniz, hiç kimse bunu unutturamaz. Sivas bir yaralı hafıza
olarak duruyor ve maalesef, bu Hükûmet döneminde bu dava zaman
aşımına uğratıldı ve ne yazık ki bu
Hükûmetin başı o zaman aşımına sahip çıktı.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Tasarının
tümü üzerinde şahsı adına söz isteyen Ümit Özgümüş, Adana
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmama başlamadan önce, yirmi bir yıl önce -içerisinde çok
sevdiğim değerli arkadaşlarımın da olduğu-
Sivasta hunharca, insanlık dışı yöntemlerle öldürülen
değerli canları rahmet ve saygıyla anıyorum. O sene
Sivasta yangın söndürüldü ama bilinmeli ki içimizde hâlâ yanıyor,
yüreğimizde hâlâ yanıyor.
Bugün,
Araştırma Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun
Tasarısı üzerinde şahsım adına söz aldım. Sizleri
saygıyla selamlıyorum.
AR-GE,
araştırma, katma değerin yükseltilmesi Türkiye'de en çok
konuşulan konulardan bir tanesi, neredeyse son yirmi yıldan beri
konuşulan bir konu. Ama, Türkiye'de anlamadığım bir
şey var, o da şu: Çok konuşulan konularda mı az iş
yapılır, yoksa gerçekten Türkiye'de az iş
yapıldığı için mi o konunun üzerinde çok konuşulur,
onu bir türlü anlayamadım. Bu konu da, AR-GE konusu da,
araştırma konusu da, üniversite-sanayi iş birliği konusu da
üzerinde çok konuşulan konulardan bir tanesi. Son on sene içerisinde
yapılan AR-GE toplantılarının, TÜBİTAK
toplantılarının, üniversite-sanayi iş birliği
toplantılarının tutanaklarına bakarsanız hemen hemen
hep aynı şeylerdir, birbirinden alınmış, birbirini
kaynak gösteren aynı konuşmalardır. Hep şu konuşmaya
rastlarsınız: İşte
Değerli
arkadaşlar, Batıdan gelişmiş teknolojiyi nasıl
alacağız? Birincisi: Batı bizden iki yüzyıl önce
sanayileşmiş; daha sonraki yüzyıl içerisinde
ordularını göndermiş, Afrikada, Asyada sömürgeler tutmuş,
onların kaynaklarını sömürmüş ve bunun karşılığında
da çok ciddi bedeller ödemiş; sonra, o biriktirdiği kaynakla AR-GEye
yatırım yapmaya başlamış ve bu dönemde de zihniyeti de
değiştirmiş, zihnî modellerini de değiştirmiş.
Yani, 1600lerde feodalizmden kapitalizme evrilme sürecinde geleceği görerek
bütçelerinden AR-GEye, araştırmaya, ürün geliştirmeye pay
ayırmışlar ve bugün artık sanayi modelini, Sanayi
Devrimini atlamış sanayi ötesi toplum modeline geçmişler.
Bakın zihnî
modelin değişikliğine şu örneği verebilirim: Newton
bir ağacın altında yatıyor, yatarken üzerine elma
düşüyor. Normal koşullarda bu elmanın düşmemesi gerekir,
niye düşüyor? diye üzerine düşerek bir süre sonra Yerçekimi
Kanununu buluyor. Aynı dönemlerde yaşadığı varsayılan
Nasrettin Hoca bir ceviz ağacının altında yatıyor, kafasına
bir ceviz düşüyor ve yanındaki, bostandaki karpuzlara bakarak diyor
ki: Oh, çok şükür, iyi ki karpuzlar ağaçta yetişmiyor. Zihnî
model ya da zihniyet değişikliği dediğim o yıllardan
itibaren bu.
Şimdi, böyle
bir durumda yani bizden iki yüz yıl
önce sanayileşmiş, yüz yıl uğraşmış,
sömürgelerin kaynaklarını sömürmüş ve AR-GEye, teknolojiye
yatırım yapmış ülkelerden onların
geliştirdiği teknolojiyi almamız ve gelişmiş
teknolojiyle üretim yapmamız bekleniyor, isteniyor. Bu mümkün değil.
Bilimi ve teknolojiyi satın almak yerine kendimizin üretmemizden
başka yolumuz ne yazık ki yok. Bu da bugünden yarına olmaz. Yani
iki yüz yıllık açığı iki sene, on sene, yirmi sene,
otuz sene içerisinde kapatamayız. Orta ve uzun vadeli, ciddi, üzerinde
çalışılmış stratejilere ihtiyaç var.
Son on sene
içerisinde bazı olumlu gelişmeler oldu. Bunlardan bir tanesi, 2004
yılında TÜBİTAKın AR-GE bütçesi ciddi biçimde
artırıldı, bunu çok olumlu karşıladık ve hâlâ da
olumlu karşılıyoruz. Ondan sonra, o zaman ilk başlarken adı
ÜSİMP olan üniversite-sanayi işbirliği modeli programı daha
sonra da üniversite-sanayi araştırma merkezlerine dönüşen ÜSAM
modeli de çok doğru modeldi. Adanada biz Adana ÜSAMı kurduk o zaman
ve çok başarılı oldu, üniversite-sanayi iş birliğini
sağladık. O kadar başarılı oldu ki bugün Avrupada,
dünyada söz sahibi olan TEMSA Otobüs Fabrikası, kendi bünyesinde yüzlerce
AR-GE elamanı, mühendisi olmasına rağmen, gelip birçok
çalışmasını Adana ÜSAM içerisinde yaptı. Burada, o
merkezdeki, ÜSAMın yapısı içerisindeki sanayicilerin
koyduğu kaynak kadar, devlet, TÜBİTAK da kaynak aktarıyordu ama
Türkiyede şöyle bir söz var, Hiçbir başarı cezasız
kalmaz. diye. ÜSAMlar da başarılı olduğu için bir süre
sonra cezalandırıldı, bazı sudan sebepler gösterilerek
TÜBİTAKın ve devletin desteği çekildi. Ortada bir boşluk
var.
Şimdi, burada
araştırma altyapıları
Bu konuda genel olarak çok olumlu
bir yasa tasarısı. Çünkü dünyanın hiçbir tarafında,
gelişmiş ülkelerde zaman zaman örnek alınan, Güney Kore gibi,
gelişme modeli örnek alınan ülkelerde eğer üniversite işin
içerisinde değilse orada bilim de üretilemiyor, teknoloji de üretilemiyor.
Ama şunu da söylemem gerekir: Üniversitelerde ortaya çıkarılan,
geliştirilen bilim veya teknolojilerde eğer üniversitenin
raflarında kalacaksa o da bir işe yaramaz, onun da
ticarileştirilmesi gerekir.
Şimdi,
burada, araştırma altyapıları tüzel kişilik
kazandıktan sonra, gerek ÜSAMlarda gerekse araştırma
altyapılarında üniversite hocalarının
çalışması isteniyor. Değerli arkadaşlar, üniversite
hocalarını özellikle, sanayide çalıştıracaksak,
eğer sanayide çalışmalarını sağlayacaksak onlara
bir motivasyon gerekir ya da oralarda çalışması için bir
gerekçenin olması gerekir. Neredeyse on yıl, on beş yıldan
beri YÖKle yaptığımız toplantılarda, Millî
Eğitim Bakanlığıyla yaptığımız
toplantılarda bir önerimiz vardı. Önerimiz de şuydu
Sayın
Bakanım önerim size, Sayın Bakanım, bir önerim var; bu, on
yıldan beri, Sanayi Odası Başkanlığı
yaptığım dönemden beri gelen bir öneri, öneri de şu:
Üniversite hocaları akademik kariyer yapmak için bir makale yazmak zorunda
ve bu bilimsel dergilerde yayımlanmak zorunda. Siz de biliyorsunuz ki
bunların çok önemli bir kısmı intihal ya da
yapıldıktan sonra orada kalan, bir işe yaramayan şeyler.
Ama şunu önerdik biz uzun yıllardan beri: Eğer bu merkezlerde
üniversite hocaları çalışacaksa, KOBİlerde ya da sanayide
çalıştıklarında ürün geliştirebiliyorlarsa ya da
maliyet düşürebiliyorlarsa ya da bilim, buluş geliştiriyorlarsa
YÖK Yasasında değişiklik yapılarak bilimsel yayın
yapmış gibi, oradaki yaptığı çalışmalar
onların akademik kariyer yapmalarına yarar sağlamalı ya da
akademik kariyer yapmaları için bir etken olmalı. YÖK Yasasında
yapılacak değişiklikle bu yapılırsa raflarda kalan
makaleler yerine üniversite hocaları o zaman oradan bir yarar
sağlayacağı için sanayinin içerisinde olacak, KOBİlerin
içerisinde olacaktır diye düşünüyorum.
Maddelerle ilgili
ufak tefek eleştirilerimiz var, yanlışlıklar var,
onları da maddelere geldiği zaman konuşuruz.
Tekrar
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Tasarının
tümü üzerinde şahsı adına söz isteyen Abdullah Nejat Koçer,
Gaziantep Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın
Koçer.
ABDULLAH NEJAT
KOÇER (Gaziantep) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 593
sıra sayılı Araştırma Altyapılarının
Desteklenmesine Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım
adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Rekabetin ve
sürdürülebilir gelişmenin en önemli unsuru olan inovasyon kabiliyetiyle
bilim, teknoloji ve AR-GE alanlarında özellikle son yıllarda
Türkiyede çok önemli gelişmeler yaşandı ve
yaşanmaktadır. Örneğin, AR-GE harcamaları 2002
yılında 1,8 milyar TL düzeyindeyken 2012 yılında 13 milyar
TLye yükseldi. AR-GE harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla
içindeki payı 2002 yılında yüzde 0,53 iken 2012 yılı
itibarıyla yüzde 0,92ye yükseldi. AR-GE personeli sayısı 2002
yılında 29 bin iken 2012 yılında 105 bine ulaştı.
2002 yılında yüzde 28i özel sektör tarafından
gerçekleştirilen AR-GE harcamalarının oranı 2012
yılında yüzde 45,1e ulaştı ve yine 2002 yılında,
özel sektör tarafından istihdam edilen AR-GE personelinin oranı yüzde
20 iken 2012 yılında yüzde 49,7ye çıktı. Ancak tüm bu
iyileşmelere rağmen, gelişmiş ülkelere kıyasla AR-GE
harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki
payının daha da artması gerekiyor. Bu sebeple özel sektör
başta olmak üzere, AR-GE faaliyetlerinde istihdam edilen insan gücü
sayısının artması, niteliğinin geliştirilmesi,
AR-GE harcamaları içindeki özel sektör payının vakit kaybetmeden
hızla artması gerekmektedir.
Sayın
milletvekilleri, araştırma altyapıları, değişik
kesimlerden paydaşları bir araya getirerek toplumun
karşılaştığı sorunlara çözüm bulma ve yeni
fırsatları değerlendirme hususunda önemli bir araçtır.
Araştırma alt yapıları, ortak aklın AR-GE
alanındaki adıdır. Araştırma yoluyla bilgi üreten,
eğitim yoluyla yeni bilgileri yayan ve yenilik geliştirilmesine
katkıda bulunan araştırma altyapıları
araştırma, eğitim ve yenilik faaliyetlerinin merkezinde yer
almaktadır. Araştırma alt yapılarının kurulumu
için bugüne kadar ayrılan kamu kaynağıyla kurulan ve kurulmakta
olan araştırma altyapısı sayısı göz önüne
alındığında, ülkemizde araştırma altyapısının
güçlendirilmesi için ne denli önemli adımlar atılmış
olduğunu görebiliriz. Bununla birlikte, kurulmuş olan merkezlerin
yönetiminde, işleyişinde, personel sayısında birtakım
yetersizlikler olduğunu ve buralarda yapılan AR-GE
çalışmalarının yeterince ticarileşemediğini, bu
altyapıların ülkemizin ekonomik ve sosyal gelişimine
katkısının sınırlı düzeyde
kaldığını da inkâr edemeyiz. AR-GE faaliyetleri ekonomik
anlamda risklidir. Bu risk, özel sektör tarafından yapılan AR-GE
harcamalarını da kısıtlamaktadır. Bu nedenle kamu,
bilginin üretilmesinde, ticarileşmesinde bu sürece katkı koyması
ve risklerin bazısını da üstlenmesi gerekmektedir. Bunun için
kamunun araştırma faaliyetleriyle teknoloji ve yenilik geliştirme
çalışmaları için bilgi tabanı oluşturması, ulusal
araştırma altyapılarını kurması, proje bazlı
desteklerle AR-GEye finansman sağlaması ve ticarileştirmesi
için uygun ortamlar geliştirmesi gerekmektedir.
Onuncu Kalkınma Planının temel
hedeflerinden biri de yenilikçi üretim ve istikrarlı yüksek büyüme olarak
belirlenmiştir. AR-GE ve yenilik politikalarının temel
amacı, teknolojik ve yenilik faaliyetlerinin özel sektör odaklı
artırılarak faydaya dönüştürülmesi, araştırma
sonuçlarının ticarileştirilmesi, markalaşmış
teknolojik ürünlerle ülkemizin küresel ölçekte yüksek rekabet gücü
kazanmasına katkıda bulunmaktır. Bu çerçevede, özel sektörün ve
özellikle Anadolunun yenilikçi ve proje yapma yeteneğinin
artırılması, araştırmacı insan gücünün
geliştirilmesi, araştırma sonuçlarının
ticarileştirilmesi, araştırma desteklerinin etkinliğinin
artırılması ile araştırma altyapılarının
etkin kullanımının sağlanması bu alandaki
politikaların temelini oluşturmaktadır. Her geçen gün teknoloji
ilerlemekte, araştırma faaliyetlerinin sınırları
genişlemektedir. Hâl böyle olunca, araştırma
altyapılarının yatırım maliyetleri yükselmekte,
yatırımların daha etkin kullanılma ihtiyacı
doğmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin 2023 vizyonundaki hedeflerine ulaşması,
rekabet gücünün artması, hızlı kalkınması için
araştırma altyapılarının ilgili kurum ve
kuruluşlar, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları iş
birliğinde ortak akılla kurulmasını çok önemsiyorum.
Kurumlar ve üniversitelerde araştırma altyapıları
oluşturulması amacıyla 2003-2014 yılları arasında
harcanan yaklaşık 3 milyar TLlik kaynağın önemli olmakla
birlikte bunun daha da artması gerektiğini düşünüyorum.
Kalkınma Bakanlığının yatırımları
programı kapsamında vermiş olduğu altyapı
desteklerini, 2005 yılından itibaren vakıf üniversitelerinde de
tematik araştırma laboratuvarı projelerinin desteklenmeye
başlamış olmasını, 2014 yılı itibarıyla
yaklaşık 200 milyon TL tutarında kaynağın
aktarılmış olmasını son derece değerli ve önemli
buluyorum.
AR-GE merkezi
belgesi almak için en az 50 AR-GE personeli çalıştırma
zorunluluğunun Bakanlar Kurulu kararıyla 30a düşürülmesini
önemli bir gelişme olarak görüyorum. Artık, kendi firmasında
AR-GE merkezi kurup en az 30 AR-GE personeli çalıştıran
firmalara da Sanayi Bakanlığımız tarafından AR-GE
merkezi belgesi verilecektir. Ayrıca, bu merkezlerin 5746 sayılı
Kanunun sağladığı bütün destek ve vergisel muafiyetlerden
yararlanma imkânları da bulunacaktır. Tüm bunları çok önemli
gelişmeler olarak değerlendiriyorum. Bunların yanı
sıra Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığında Bilim ve
Teknoloji Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan yeni Etki Değerlendirme
Daire Başkanlığı ile Bakanlığa bağlı
ilgili kuruluşlar tarafından verilen AR-GE ve inovasyon desteklerinin
etki analizlerinin yapılacak olmasını ve böylelikle kamunun bu
alana ayırmış olduğu kaynakların makro ve
mikroekonomik çıktılarıyla yarattığı sosyal katma
değerin ölçülecek olmasını çok önemli bir adım olarak
nitelendiriyor; bu duygu ve düşüncelerle kanunun hayırlı
olmasını diliyor, AR-GE yeteneği gelişmiş, inovasyon
yapan ve katma değeri yüksek mal üreten bir ülke olmak dileğiyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Şimdi soru-cevap
işlemi yapılacaktır.
Sayın Acar,
buyurun.
GÜRKUT ACAR
(Antalya) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
üniversitelerin susturulduğu, araştırma kaynaklarının
kesildiği bir yapının Türkiyeye olumlu sonuçlar
getirmediği açıktır. Şimdi de farklı bir modele
gidilmiyor. Yine üniversiteler devre dışı. Yine AKPlilerden
oluşacak bir kurulla sağlıklı bir yapının
oluşması mümkün değildir.
Araştırma
faaliyetlerinin üniversitelerden koparılmasının sonuçları
ne olmuştur? Son on yıllık süreçte araştırma geliştirme
faaliyetlerinde bir sıçrama mı yoksa gerileme mi olmuştur?
Araştırma yapacak araştırma görevlileri ciddi bir geçim
sıkıntısı içinde. Geçim sıkıntısı
yaşayan insanların nitelikli araştırmalar yapması
nasıl mümkün olacaktır? O nedenle Türkiye üreten değil, tüketen
durumdadır. Bu tablo ne zaman tersine döndürülecektir?
Bir soru da şöyle: TÜBİTAK, son dönemde,
Başbakanın Kriptolu telefonlarımı dinlemişler. diye
kabul ettiği, doğruladığı konuşmalarla ilgili
montaj raporu veriyor. TÜBİTAK konuşmaları sıfırlamaya
çalışırken kendini, güvenilirliğini, bilim kurulu olma
vasfını sıfırlamıştır. TÜBİTAKta
yaşanan güven erozyonunu nasıl önleyeceksiniz? TÜBİTAK eliyle dağıtılan
araştırma fonlarının amacına uygun
kullanılıp kullanılmadığı denetlenmekte midir? Amacına
uygun kullanılmadığı için kaç kişiye ne
yaptırım uygulanmıştır? Türkiyenin ne kadar
parası heba edilmiştir? Bunlar tahsil edilmiş midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Işık, buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, özellikle son dönemde,
araştırma ve geliştirme faaliyetleri için ayrılan
ödeneğin yetersiz kaldığı ve maalesef, hedefleri bir türlü
tutturamadığı gerçeğini hepimiz bilmekteyiz. Sizce
gayrisafi yurt içi hasıladan ayrılan ödeneğin yetersiz
kalmasının önündeki en büyük engel neydi? Yani neden yüzde 1,5-2lere
bugüne kadar çıkaramadık hep söylenmesine rağmen?
İkincisi: Üniversite öğretim üyelerinin, son
dönemde, özlük ve mali haklarının düzeltilmesi yönünde ciddi
talepleri var. Ama Hükûmetimizce bu konuda nedense bir adım
atılmadı. Bu şartlarda, üniversite öğretim üyelerinin
maaşının öğretmen maaşının altında
olduğu bir dönemde, araştırma altyapısının
iyileştirileceğine inanıyor musunuz?
Bir de, son dönemde, Yüksek Öğretim Kurulu
tarafından üniversitelerdeki kadrolara atama izinlerinin verilmediği;
bazı öğretim üyelerine, örneğin doktorasını
bitirmişe yardımcı doçentlik, doçentlik unvanını
almışa doçentlik kadrosu, profesörlüğü gelmiş öğretim
üyelerine profesörlük kadrosu verilmediği ve üniversitelerde bu konuda
ciddi rahatsızlıkların gündeme geldiği bilinmektedir. Bu
konuda Hükûmetçe bir çalışmanız olacak mı? Bakanlık
olarak, özellikle Kalkınma Bakanı olarak üniversite altyapısının
iyileştirilmesi için bu ihtiyacın giderilmesine katkı yapabilir
misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Kaplan, buyurun.
MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, iki sorum var. Aslında,
sorularımın yanıtını Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanından almak isterdim, Kocaelideki Sayın Işıktan
almak isterdim ama size kısmet oldu sorular.
Birincisi:
Kocaelinin Gebze ilçesinde yıllardan beri bir program dâhilinde bulunan
bilişim vadisiyle ilgili son durum nedir, bilgi istiyorum. Yani Geldi,
gelmedi., Kurtköye taşınacak, taşınmadı.,
Başka bir yere gidecek, gelmeyecek. bunun altyapısının
ilişkilendirmeleri oldu, bir sözleşme imzalandı, bir türlü
sağlıklı bir bilgi ne yazık ki Kocaeliye verilemedi;
birinci sorum bu.
İkinci sorum:
TÜBİTAK Gebze yerleşkesinde her başkan
değişikliğinde, her bakan değişikliğinde bilim
adamlarının içinde bulunduğu koşullarla oynama ve yerinden
etme var. Gerekçeleri paralel yapıyla ilişkilendirebiliyorsunuz,
herhangi bir mazeret bulabiliyorsunuz, kriptolu telefonlarından tutun,
böcek araştırmalarının yeterli sonuç olup
olmadığına bağlıyorsunuz. Ama birçok kişi
yerinden oynatılıyor ve işten atılıyor. Son,
Sayın Işıkın göreve geldiğinden beri 245 kişi
işten atıldı. Nedir bu bilim yuvasıyla bu kadar
oynamanın gerekçesi? Bilmediğimiz bir konu varsa bu konuda
aydınlatırsanız sevinirim.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan,
buyurun.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Öncelikle, bütün
grupların bu kanun tasarısına verdikleri genel desteğe,
prensipteki desteğe çok çok teşekkür ediyorum,
şükranlarımı sunuyorum. Bu kanun gerçekten son derece önemli;
ülkemizin uzun vadeli kalkınma hedefleri açısından katma
değeri yüksek, bilime, teknolojiye dayalı bir üretim ve ihracat
yapısı oluşturması bakımından önemli bir kanun
tasarısı. Uzun zamandır üzerinde
çalıştığımız ve inşallah, Meclisimizin takdiriyle
yasalaşması hâlinde önemli katkılar beklediğimiz reform
niteliğinde bir düzenleme. Verilen desteğe öncelikle
şükranlarımı sunuyorum.
Tabii ki, her
kanunda olduğu gibi bu kanunun da çeşitli noktalarına itirazlar
olabilir, eleştiriler olabilir, şu anda veya gelecekte
yapacağımız iyileştirmeler olabilir ama öncelikle bir
uygulamaya mutlaka geçmemiz gerekiyor. Bu alanda son dönemde büyük
yatırımlar yaptık. Sadece Kalkınma Bakanlığı
olarak araştırma altyapılarına geçtiğimiz on on bir
yılda 3 milyar Türk lirası civarında bir kaynak
ayırdık, üniversitelerimizdeki araştırma
altyapılarına. Bir anlamda yaygınlaşmayı
sağladık, şimdi derinleşme zamanı. Bu
araştırma altyapılarını daha verimli, daha etkili
kullanmamız, katma değer üretimini sağlayacak bir şekilde,
hızlı bir şekilde, performans odaklı bir şekilde
harekete geçirmemiz gerekiyor. Bunun özü de aslında, özel sektörle
araştırma merkezlerini daha yakın çalışır hâle
getirmek. Bu merkezlere çok sayıda düzenleme yaptık onların
detaylarına girmek istemiyorum. Fakat işin özü kendi bütçesi olan,
araştırmacılara daha fazla destek sunabilecek, performans
odaklı bir şekilde kamudan daha fazla destek alabilecek, diğer
taraftan yedi gün yirmi dört saat açık kalacak, çeşitli
sınıflandırmalar çerçevesinde uluslararası, ulusal ve
bölgesel düzeyde işlev görecek mekanizmalar olarak tasarlandı.
İyi bir hazırlık yapıldı, ilgili taraflarla,
üniversitelerimizle çok yakın iş birliği içinde bu
çalışmalar yürütüldü ve huzurlarınıza getirildi. Buradan
çok şey beklediğimizi özellikle belirtmek isterim.
Burada
Üniversiteler devre dışı mı kalıyor? diye sayın
vekilimiz, Sayın Acar bir soru yöneltti. Elbette ki üniversitelerimizin
devre dışı kalması söz konusu değil.
Üniversitelerimizle ilgili de burada önemli düzenlemeler yapıyoruz. Bir
defa, bu araştırma merkezleri üniversiteler bünyesinde, ayrı bir
hükmi şahsiyetleri de olsa o bünyede kalacaklar. Temelde hangi üniversite
bünyesindeyse o üniversiteyle çok yakın ilişki içinde olacaklar. O
üniversitenin teklifi üzerine, gönüllü olarak sisteme girmeyi arzu etmesi
üzerine sisteme girecekler. Burada bir zorunluluk getirmiyoruz. Hangi
üniversite bu sisteme dâhil olmak istiyorsa kendisi bu kararı alacak.
Ayrıca,
üniversitenin tabii, eğitim çalışmalarına, diğer
çalışmalarına bu araştırma merkezleri destek olmaya
devam edeceği gibi üniversitedeki öğretim üyeleri, öğretim görevlileri
de araştırma merkezlerinde yine görevlendirilecekler. Bu merkezlere
vereceğimiz desteklerin bir kısmını üniversitelere de
vereceğiz. Yani üniversiteler de belli bir payla bu desteklerden
faydalanmış olacaklar.
Diğer
taraftan, yine bu merkezlerde üretilecek patentlerin ticarileşmesi
hâlinde, katma değer üretilmesi hâlinde buradan, yine içinde
bulundukları üniversiteler kendi paylarını alacaklar. Yani
üniversiteyle bağının koparılması diye bir şey
söz konusu değil. Bu zaten eşyanın tabiatına da
aykırı olur. Bizim buradan beklediğimiz daha aktif hâle getirmek
bu araştırma merkezlerini, daha güçlü yapılar hâline getirmek
ama aynı zamanda içinde bulundukları üniversiteyle de
bağlarını elbette devam ettirmek.
Son on yılda
gerileme mi, ilerleme mi oldu AR-GE harcamalarında? diye sordunuz.
Şöyle söyleyeyim, en genel rakamlar itibarıyla: 2002
yılında toplam AR-GE harcamamız ülke olarak 1,8 milyar Türk
lirasıymış, 2012de en son hesapladığımız
yıl bu 13 milyar lira düzeyine yükselmiş. Yani ciddi anlamda bir artış
var. Oran olarak baktığınızda 2002de yurt içi
hasılamızın yüzde 0,53üne denk gelen AR-GE
harcamalarımız, 2012 yılında yüzde 0,92ye yükselmiş
durumda. Yüzde 1 eşiğine yaklaşmış durumdayız ama
arzu ettiğimiz noktada mıyız? Elbette değil. Bu süreçte millî
gelirimizin, yurt içi hasılamızın da çok hızlı
arttığını özellikle vurgulamak isterim. Aynı zaman
zarfı içinde 230 milyar dolardan 820 milyar dolara yükselen bir ekonomiden
bahsediyoruz. Bu büyüyen yurt içi hasıla içinde oransal bir
artış var. Tabii ki bu yeterli değil ama küçümsenecek bir rakam
da değil. Özellikle küresel kriz ortamında birçok ülke AR-GE
harcamalarını kısarken, çok ciddi anlamda bu
programlarını dondururken ülkemiz bu harcamalarını artırmaya
devam etti. Bu, gelecek adına gerçekten umut vaat eden bir durum.
Yatırım programında, kamu yatırım programındaki
rakamlarda da ciddi bir artış var. 2002 yılında kamu
yatırım programında sadece 114 milyon Türk lirası yatırım
ödeneği ayırmışız AR-GE harcamalarına, 2014
yılında bu rakam 1,8 milyar Türk lirasına yükselmiş
durumda. Yani artışlar, mutlak değerler gerçekten önemli bir
ilerlemeyi işaret ediyor ama en az toplam artış kadar özel
sektörün AR-GE harcamaları içindeki payındaki değişme de
son derece önemli. Bu noktada da çok
güzel gelişmeler var. 2002 yılında özel sektörün toplam AR-GE
harcamaları içindeki payı sadece yüzde 28,7yken 2012de bu rakam
yüzde 45e ulaşmış durumda. Yine, AR-GE personeli
sayılarımıza baktığınız zaman 2002de 29
binken, 2012de 105 bine ulaşmış durumda. Bunun içinde de özel
sektör araştırmacılarının sayısı 6 binden 52
bine yükselmiş durumda.
Özel sektör niçin
önemli? Bilginin katma değere dönüşümü bakımından önemli.
İşin püf noktası bu aslında. Kamu olarak biz oturup Bu
yıl bütün bütçemizi araştırmaya harcayalım. diye karar
verebiliriz. Bu, beklediğimiz faydayı doğurmaz. Özel sektörün de
mutlaka harcamalar içinde payını yükseltmemiz lazım. Avrupa
Birliğinde, biliyorsunuz, burada esas alınan kriter üçte 2 özel
sektör, üçte 1 kamu. Yani ideal olan rakam üçte 2nin özel sektörden gelmesi,
üçte 1in kamudan gelmesi. Bu yolla ancak araştırmayı daha fazla
katma değere, daha fazla faydaya dönüştürebiliriz. Türkiye bu yolda
ilerliyor ama burada da henüz arzu ettiğimiz yerde değiliz. Aşağı
yukarı yarı yarıya yaklaşmış durumda özel sektör.
Önümüzdeki plan döneminde, 2023 vizyonunda, biz de 2018 itibarıyla 1,8e
çıkarmak istiyoruz AR-GE harcamalarının yurt içi hasılaya
oranını. 2023te de bu rakamı yüzde 3lere ulaştırmak
istiyoruz. Bunun içinde de özel sektörün payını yine üçte 2
seviyelerine taşımak istiyoruz. Bunlar gerçekten iddialı
rakamlar ama Türkiye makro birtakım hedeflerine ulaşacaksa
bunları da yapmak durumundayız.
Diğer
taraftan, TÜBİTAKla ilgili sorunuz oldu. Tabii, son dönemde,
biliyorsunuz, yine Sayın Kaplanın da öyle, bu mahiyette bir sorusu
olmuştu, çok değişiklik oluyor. Malum,
tartışmaları hepimiz biliyoruz, TÜBİTAKla ilgili ciddi
birtakım konular gündemde ve araştırmalar yapılıyor,
soruşturmalar yapılıyor. Bu çerçevede, TÜBİTAKın biz
bilime odaklanmasını istiyoruz, gerçek misyonuna
odaklanmasını istiyoruz, başka siyasi amaçlara alet olan bir
kurum olmasını arzu etmiyoruz, bilimsel bir kurum olarak bilimsel
çalışmalara yoğunlaşmasını istiyoruz.
MEHMET HİLAL
KAPLAN (Kocaeli) Sayın Bakan, siz atıyorsunuz yetkilileri.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Yine, Sayın Işıkın Bu ödenekler
niçin yeterince yükselmedi? diye bir sorusu olmuştu. Burada, az önce arz
ettiğim gibi, önemli miktarda artışlar var. Belki şunu
söyleyebiliriz: Absorbe etme kapasitesi diye bir hadise var. Yani
istediğiniz kadar siz ödenek oluşturun, yeterince hazır
değilse birtakım mekanizmalar, yeterince anlamlı proje üretip
bunu kullanamıyorsanız bu kaynaklar yeterince harekete geçmiyor.
Dolayısıyla, son dönemlerde yaptığımız bu
yatırımlar geleceğe dönük olarak absorbe etme kapasitemizi de
artırıyor. Avrupa Birliği fonlarından bunu görüyoruz. En
son 7nci Çerçeve Dönemi bitti biliyorsunuz, yeni döneme geçtik. 2014-2020
Horizon denilen Ufuk Programı devreye girdi ve ona da Türkiye üye olma
kararı aldı, üyeliğimiz devam edecek daha doğrusu.
Her geçen dönem
daha fazla kaynak kullanabildiğimizi de görüyoruz. Bu biraz, işte,
araştırmacı sayımızın artması, özel
şirketlerin bu işe daha fazla önem vermesi, proje üretme
kapasitesinin, ortaklık oluşturma kapasitesinin artması, bütün
bu altyapıların gelişmesiyle daha fazla kaynağı da
harekete geçirebiliyoruz. Bu anlamda, bu
tartıştığımız kanun da yine AR-GE alanında
anlamlı bir şekilde harcamalarımızı artırmaya
dönük önemli bir destek sunacak diye bekliyoruz.
Üniversitelerimizdeki
özlük hakları tabii daha geniş bir konu, bu kanunun konusu değil
ama o konuda da Maliye Bakanlığımızın bir
çalışma yaptığını, belli üniversitelerimizle,
YÖKle iş birliği içinde belli çalışmalar
yapıldığını söyleyebilirim. Burada biz
araştırmacılarımıza dönük özlük haklarını
düzeltici, bu araştırma merkezlerinde çalışacak
insanlarımızın,
araştırmacılarımızın özlük haklarını
iyileştirici birtakım düzenlemeler getiriyoruz ama o genel özlük
hakları tabii bu kanunun konusu değil.
Diğer taraftan, yine, Sayın Kaplanın bir
sorusu vardı, Kocaeli Gebzede bilişim vadisinin son durumunu
sordular. Bilişim vadisinde kamulaştırma
çalışmaları devam ediyor, bunun tamamlanmasını
müteakip bu sene içinde altyapı ihalesine çıkmayı
planlıyoruz. Bu kapsamda da, 15 milyon Türk liralık en azından
bu yıl bir harcama yapılması tahmin ediliyor. Biliyorsunuz bu
çalışma da uzun yıllara dayanıyor. Türkiye genelinde bir
analiz yapıldı neresi uygun olur şeklinde ve Kocaelinde böyle
bir karar kılındı. Şu anda çalışmalar devam
ediyor. Tabii, bir noktada bilişim vadisinin kurulması da söz konusu
değil. Yine Türkiyenin değişik bölgelerinde birbirleriyle de
irtibatlı bir şekilde network ağı oluşturacak bir
anlayış içinde bilişim konusundaki
çalışmalarımızı da sürdüreceğiz.
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.26
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:
18.38
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Muhammet Rıza YALÇINKAYA
(Bartın)
----- 0 -----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
593 sıra
sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Şimdi,
birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm 1
ila 11inci maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Alim
Işık, Kütahya Milletvekili.
Buyurun Sayın
Işık. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 593 sıra sayılı
Araştırma Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun
Tasarısı hakkında, birinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Tasarının yasalaşması hâlinde, ülkemizin
araştırma altyapısına katkı yapmasını
temenni ediyor, emeği geçenlere teşekkür ederek sözlerime
başlamak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, geneli itibarıyla tasarının olumlu
olduğunu, ancak önemli eksikliklerinin giderilmesi hâlinde amaca
ulaşabileceğini ifade etmek istiyorum. Nelerin olduğuna geçmeden
önce, özellikle son dönemde ülkemizde araştırma
altyapısının geldiği nokta itibarıyla içinde
bulunduğu sorunlardan bahsetmek ve ondan sonra da bunların çözüm önerileriyle
birlikte kanunun daha iyi olmasına katkı yapmak istiyorum.
Öncelikle, bilim
ve teknoloji göstergeleri açısından ülkemizin durumu
değerlendirildiğinde, maalesef, olması gereken yerde
olmadığını görüyoruz. Bugün, gayrisafi yurt içi
hasılanın ortalama yüzde 2,5-3ünü AB ülkeleri araştırmaya
ayırırken, maalesef, ülkemizde yüzde 1in altında olduğu
gerçeğini hepimiz bilmekteyiz. Yine, aynı bölgede, aynı
coğrafi bölgede yarış içerisinde bulunduğumuz ülkeler
açısından bir değerlendirme yaptığımızda,
örneğin, İsrailin AR-GEye ayırdığı pay yüzde
5e yaklaşırken, Türkiye'nin aynı coğrafyada yüzde 1in
altındaki bir AR-GE payıyla iddialı olmasının mümkün
olmadığının altını çizmek istiyorum.
Diğer önemli
bir konu, tabii ki, son dönemde AR-GE harcamalarında özel sektörün
payının giderek artması önemlidir ve olumlu bir gelişmedir,
ancak yeterli değildir. Hâlen ağırlık yine kamu
sektöründedir ve üniversitelerin üzerindedir.
Önemli bir konu,
teşvik politikalarıyla AR-GE ve araştırma
altyapısının uyumlu olup olmadığı konusudur.
Maalesef, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde
değiştirilen teşvik politikaları birçok üniversitede
araştırmayı durdurmuş ve araştırma
altyapısının gelişmesine engel olmuştur. En son,
bölgesel bazda yapılan teşvik sistemi, maalesef, birçok ilde yeni
kurulmuş üniversitenin kendi ilgi alanı ve bulunduğu bölge
içerisindeki ağırlığını hissettiremez hâle
gelmesine yol açmıştır. Çünkü, örneğin Ankara 1inci bölge
ama komşusu Aksaray 6ncı bölge, 5inci bölgeyse o zaman Ankarada
bulunan üniversitelerin veya orada çalışan öğretim üyelerinin bu
teşvikten yararlanmasını beklemek sadece iyi niyetten öte
geçmeyecektir. Onun için, bu teşvik politikasının yeniden gözden
geçirilerek bölge bazlı teşvik sisteminden ziyade ürün bazlı ve
özellikle yüksek yoğunluklu teknoloji kullanımlı ürünlere yönelik
bir sisteme dönüştürülmesinde fayda vardır. Bazı illerde maden
sektörü ağırlıktadır, bazı illerde özellikle
başka alanlarda ciddi kaynak birikimi vardır ama bu bölgesel
teşvik sisteminden dolayı özlenen düzeyde araştırmanın
gelişmesine maalesef bu teşvik sistemi engel olmaktadır.
Bir diğer çok
önemli sorun maalesef, üniversitelerimizin geldiği noktadır. Bugün
üniversitelerde
Birkaç yıl öncesine kadar üniversite rektörleri birçok
öğretim elemanının kadro talebini YÖKe iletmezken,
geldiğimiz noktada üniversite rektörleri YÖKe talep iletiyor ama bugün
diyor ki: Yok, hayır kardeşim, dur, bekle bakalım. Ben hangi
öğretim elemanı hangi gruptan, hangi yapıdan, önce onu
çıkaracağım, sonra müsaade edersem kadro ilan edeceğim.
Değerli
milletvekilleri, bu sistemde gelinen noktada üniversitelerde rektörle YÖK
arasındaki, rektörle öğretim elemanları arasındaki
ilişkiyi gerçekten objektif kriterlere
bağlayamadığımız sürece ne yaparsanız yapın
üniversitelerin araştırma altyapısını
geliştiremezsiniz. Çünkü, yine, Millî Eğitim Bakanının son
verdiği verilerden yola çıkarak söylüyorum: Bugün 6 binden fazla
kadro boş beklemekte üniversitelerde. Çok sayıda öğretim
elemanı kadro beklerken
Doktorasını bitirmiş,
yardımcı doçent olacak, iki yıl geçmiş, üç yıl
geçmiş, rektör kadro vermemiş, bekliyor. Doçent olmuş, doçentlik
unvanını almış, kadro verilecek üç yıl geçmiş,
rektör Bana oy vermedin. diye kadro vermiyor. Profesörlüğü gelmiş,
iki yıl, üç yıl geçmiş, rektör veya üniversite rektörlüğü
kadro ihtiyacını YÖKe bildirmiyor veya bildirdiyse, YÖK Hayır,
yarın başıma yeni bir dert açar bu öğretim üyesi, buna
profesör kadrosu vermeyelim. diye keyfî bekletiyor.
Bu ülke bu kadar
zengin değil, bu ülkenin kaynakları bu kadar keyfî harcanacak
şekilde değerlendirilmemeli; bir öğretim üyesinin, bir bilim
adamının, bir araştırıcının geleceği
bir kişinin iki dudağının arasına
sıkıştırılmamalıdır, bunun çözülmesi
lazım.
Bir diğer
önemli konu, öğretim üyeleri özlük haklarının yıllarca dile
getirilmesine ve yetkililerce söz verilmesine rağmen, bugüne kadar
düzeltilmemiş, iyileştirilmemiş ve sorunlarının
çözülmemiş olmasıdır. Bugün bir öğretim üyesi, örneğin
bir yardımcı doçent kamudaki mühendis maaşının
altında maaş alırken veya bir araştırma görevlisi,
doktora yapan bir araştırma görevlisi, yeni mezun, yeni
atanmış bir öğretmen maaşının altında
maaş alırken, kusura bakmayın üniversitelerde
araştırmayı geliştirmek ve araştırmacı
elemana ön açarak onlara destek olmak bu şartlarda mümkün değil.
Onun için,
üniversitelerden artık araştırıcılar fırsat
bulursa ayrılmaya, özellikle vakıf üniversitelerinde daha iyi
şartlar teklif edilirse hemen kamu üniversitelerini bırakıp
oraya geçmekle meşguller, bunun mutlaka çözülmesi gerektiğini,
artık, öğretim üyelerinin özlük hakları konusunda bu Meclisin
ciddi bir adım atması gerektiğini sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Üniversitelerde
bir diğer önemli sorun, döner sermaye gelirlerinin araştırmada
görev alan öğretim üyesine ayrılan payının oldukça
düşük kalmasıdır. 100 birimlik bir gelirden ancak 30 birimi
burada emek vermiş öğretim üyesine geçerken, diğer birimlerde,
işte, üniversite ve diğer ara birimlerde vergi ve benzeri
kesintilerle başkalarına giderken, bu yapıyı da düzeltmek
bu şartlarda mümkün değildir. Öncelikle bunun YÖK Kanununda ve döner
sermayeyle ilgili, ilgili yönetmeliklerde gerekli düzenlemeler
yapıldıktan sonra bu kanunla birlikte senkronize edilmesinin
yararlı olacağını düşünmekteyiz.
Yine, özellikle
rektör seçimleri ve rektörlerin üniversitelerdeki tavırları, YÖKün
özellikle son dönemdeki üniversitelere bakışı mutlaka ama
mutlaka düzeltilmek zorundadır. Benim adamım, benim rektörüm, benim
öğretim elemanım anlayışından, bizim elemanımız,
bizim rektörümüz, bizim üniversitemiz anlayışına mutlaka
geçilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Yine, rektör
atamalarının maalesef YÖKte ve
Cumhurbaşkanlığında kişiler odaklı yürütülmesi
doğru değildir. Eğer bunun adı seçimse, üniversitede, en düşüğü
doktora yapmış öğretim üyesi tarafından kullanılacak
oylarla belirlenmek zorundadır. Onun için de mutlaka bu yasal
değişikliğin yapılması lazım. Çünkü, rektör
seçimleri sadece o üniversitede adaylar arasından 6 kişinin
belirlenmesini sağlayacak bir seçimdir. Ondan sonra, 1 oy almış
kişi de rektör olabilmekte, en çok oy almış ve ikinci adaya en
az 2 kat fark atmış bir rektör adayının rektör
atanmadığını da maalesef yaşamaktayız. Onun için,
seçimse adı, mutlaka en fazla oy alan 2 ya da 3 adaydan birisinin
doğrudan, YÖKü de devre dışı bırakarak rektör
atanacağı bir sisteme geçilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ancak o zaman kurumsallaşma gerçekleşir, ancak o zaman
araştırma altyapılarında daha ciddi adımlar
atılabilir.
Bölüm üzerinde
maddelerde değişik önergelerimiz var. Onlarla daha mükemmel bir kanun
hâline geleceğini ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş,
Balıkesir Milletvekili.
Buyurun Sayın
Gümüş. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Araştırma
Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun Tasarısı,
ülkemizde araştırma altyapılarının daha etkin
kullanımını ve sürdürülebilirliğini sağlamak üzere bu
çalışmaların desteklenmesini amaçlamaktadır. Bu amaç
anlamıyla olumlu bulduğumuz, desteklediğimiz
tasarının, cumhuriyetin 100üncü yılına dair büyük ekonomik
ve sosyal hedeflere sahip ülkemiz açısından kapsamının
genişletilmesi, içeriğinin daha da zenginleştirilmesi
gerektiğini düşünüyorum.
Ülkemizde
araştırma altyapılarının sayılarla incelenmekten
öte, çok daha planlı, makro düzeyde stratejiler içeren ve uluslararası
gelişmelerin bu alanda etkileşimini gözeten bir içerikte olması
gerekir. Uluslararası değişimler, gelişimler ve büyük
ülkelerin önümüzdeki on beş otuz yıldaki hesapları ve
beklentileri incelenip göz önüne alınmalıdır.
Ülkemiz
gelişmekte olan ülkeler arasında yer alırken, bir yandan da
ekonomik alanda dünya sistemine
bağımlı hâle gelmiş ve dünyadaki hızlı
değişimlerden, ekonomik oynaklıklardan fazlaca etkilenebilen ve
etkilenen bir yapıya sahip olmuştur. Bu durumun yaratacağı
risklerin bertaraf edilmesi için kapsamlı bir kalkınma ana üst
stratejisi gerekmektedir. Araştırma geliştirme faaliyetleri de
bu şekilde hazırlanıp değerlendirilmelidir.
Dünyamızın girdiği süreçte, üretmeyen ve tüketime dayalı
bir büyümeye razı olmuş ekonomilerin orta vadede çok sıkıntı
çekeceği açıktır.
Orta gelir
tuzağı, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeler
grubuna dâhil olmaya çalışırken, üretimlerini katma değeri
yüksek bir formasyona sokamamaları neticesinde geride kalmalarıyla
sonuçlanabilmektedir. Dolayısıyla, hedeflerine bir türlü
ulaşamadıkları bir kısır döngü sürecine girmelerini
ifade etmektedir.
Orta gelir
tuzağını iyi anlamak lazım. Orta gelir tuzağı,
kişi başına millî geliri belli bir seviyeye
ulaşmış ülkelerin sorunudur. Üretim tarzı ve sanayinin
kendini yenileyememesi, dünya rekabetinde geri kalma orta gelir
tuzağının göstergeleridir. Geleneksel üretimlerin devam etmesi
ve kendini yenileyememesi de aynı göstergelerdendir. Ülkemizin
şimdiki ithalata bağlı yapısı da aynı
şekilde orta gelir tuzağıyla karşı karşıya
olduğumuzu göstermektedir. Son kırk yılda bu tuzağa
neredeyse tüm gelişmekte olan ülkeler düşmüştür. Filipinler,
Brezilya, Tayland, Arjantin millî gelirinde orta gelir tuzağına
düşmüş ve millî gelir düzeylerini belli bir seviyenin üzerine
çıkaramamışlardır.
Bilindiği
gibi, Türkiyede katma değeri zayıf olan üretim tarzı hâkimdir.
Orta gelir tuzağını bertaraf etmek yani katma değeri yüksek
üretimde bulunarak gelişmiş ülkeler grubuna dâhil olmak, teknolojik
altyapı gelişimi ve araştırma geliştirme faaliyetlerinin
millî gelir içerisindeki payının yükseltilmesi ile söz konusu
olabilecektir. Sadece pay yükseltilmemeli, millî gelirdeki pay konusundaki
orana karar verirken sadece oranlar
karşılaştırılmamalı; bu konuda Çin ne yapıyor,
önde gelen ülkeler ne yapıyor, diğer ülkeler ne yapıyor, onlar
ne kadar düzeyde, hangi alanlara yatırım yapıyorlar, bunlara
göre bu oran tespit edilmelidir. Ancak, uygulama için önemli olan, bunun
Türkiye açısından nasıl gerçekleşeceğini tespit
edebilmektir. Bize göre, Türkiyenin kalkınma sürecinde önündeki temel
handikap bu orta gelir tuzağıdır. Kalkınma
Bakanımızın bu durumun farkında olduğunu
düşünüyoruz ancak bu durumun üstesinden gelmek öyle kolay bir iş
değildir ve çok kapsamlı bir politika gerektirmektedir.
Şimdi, bu
çerçevede bakarsak, dünyada geriden gelip de orta gelir tuzağına
düşmeden gelişmiş bir ülke hâline gelen çok az ülke
olduğuna göre bu durum zannedildiğinden çok daha zordur. Aslında
bu konuda içeriden olduğu kadar dışarıdan da
zorlayıcı etkenlerin var olduğunu, dışarıda da
global birtakım hesapların ve senaryoların var olduğunu ve
bizim gibi ülkelere de bunların yansımakta olduğunu da
kesinlikle göz ardı etmemeliyiz. Zaten zor olan bu süreç bir de somut
dünya şartlarının yanlış değerlendirilmesi
durumunda imkânsız hâle gelebilir.
Somut dünya
şartları nedir? En önemli gelişme, artık dünyada bundan
böyle likiditenin yani paranın az bulunacağı döneme
girildiğidir. Faizler yükselecek, kredi şartları
zorlaşacaktır. Yani, gelişmekte olan ülkeler için zor bir döneme
girilmektedir. Gelişmişler için de zor bir dönem vardır ama bu
zor dönem bizim için olduğu gibi onlar için değildir. Onlar
ellerindeki gücün dünya coğrafyasında bundan böyle
dağılacağını ve bu şartlarda
sürdürülebilirliklerini nasıl devam ettirebileceklerini hesap etmektedirler.
Bizim hesabımız başkadır, bizim hesabımız
güçlülerin arasına girmektir.
Ekonomi yeniden,
topyekûn olarak ele alınmalıdır. AR-GE
yatırımları geliştirilmeli, üretime yönelik ekonomi
desteklenmelidir. Teknolojik ağırlıklı lokomotif sektörler
tespit edilip ekonominin yapısı radikal bir biçimde yeniden ele
alınmalıdır çünkü bundan böyle kazanmak ve dış ticaret
şartları daha çetin olacaktır.
Ne yazık ki
Kalkınma Bakanlığının bu perspektifi üretmesinin
önünde siyasi engeller bulunmaktadır. İleri teknolojiyi kullanarak
üretim yapabilme kabiliyetinin önemi ne kadar kavranmış olursa olsun
bugünkü dünya koşullarını doğru tanımlamayan bir
Hükûmette gerçekten iş kolay değildir, çok zordur.
Ayrıca, AKP
Hükûmetinin açmazlarla dolu, sorun üreten dış politika
geliştirmesi, Kalkınma Bakanlığını orta gelir
tuzağından kurtarmak için yürüttüğü çabada güçsüz
bırakmakta ve büyük sorunlara neden olmaktadır. Bu durum, kuşku
yok ki ülkemizin önünü tıkar hâle gelmiştir. Kalkınmada ortaya
çıkan olağanüstü önemde fırsatlar bu körlük nedeniyle
kaçırılmaktadır. Oysa, 21inci yüzyılda güç, dünya
coğrafyasına geçmişte, tarihin bazı dönemlerinde
olduğu gibi yeniden yayılacaktır ve Türkiye'nin önüne bu
yüzyılda çok büyük fırsatlar çıkacaktır. Çok büyük
fırsatlar çıkacaktır ama hamasi nutuklarla bu fırsatlar ele
alınırsa, dünya gerçekten gerektiği gibi
değerlendirilemezse ve iç politikada at gözlüğü
takıldığı gibi dışarıda da
takılırsa ilerlemek çok zor olacaktır. Ama, göreceksiniz
arkadaşlar, Türkiye bu seneden başlayıp önümüzdeki yıllara
doğru çok büyük tecrübeler geçirecektir. Bunları hepimiz
yaşayacağız.
Ülkemizin
kalkınma stratejisi bu kısır çerçeveden koparılarak,
dünyada hâlihazırda gelişmekte olan entegrasyon projeleri gözetilerek
yeni oluşturulacak olan ölçek ekonomilerine ve bölgesel entegrasyon
projelerine katılım yönünde yeniden örgütlenmeli,
tasarlanmalıdır. Bu çerçeve dışında kalan tüm çabalar
üst yapısal düzenlemeler olup yetersiz kalacaktır.
Hepinize
saygılar sunarım. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Şimdi, bölüm
üzerinde söz isteyen, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Hasip
Kaplan, Şırnak Milletvekili.
Buyurun Sayın
Kaplan. (HDP sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sevgili
halkımız, birazdan AK PARTİ iktidarının gücüyle
karanlık başlayacak, Meclis TV kararacak, sansüre girecek, buradaki
tartışmaları izleyemeyeceksiniz. Çünkü bazı konuların
artık şeffaf bir şekilde izlenmesini istemiyorlar.
Şimdi, araştırma geliştirme
faaliyetleri derken biz parti olarak -geçen dönem bu geldi, tasarı olarak
geldi; geçen sene AR-GE Yasa Tasarısıydı, bu da bu sene
AR-GEnin altyapısının desteklenmesi- şunu anlattık:
Arkadaşlar, özel sektörden bazı kesimler bu konuda yararlansın
diye en az 50 çalışan şartını getirmeyin, bir de büyük
şirketlerde en az 500 AR-GE personelinin
çalıştırılması olayını. Bu ikisi
tekelleşmedir, bunu yapmayın. dedik. Bu, farklı bir
olaydır. Yüksek katma değer yaratmak istiyorsanız, bu bilimsel
çalışma gerektirir, bu teşvik gerektirir. Bütün bunları
söyledik.
Şimdi, bu dönemdeki gelişmelere
baktığımız zaman, örneğin, yazılım
endüstrisinde 50 kişiye gerek yok, 50 kişilik bir ekibe gerek yok; 20
kişi, 10 kişi bile yazılım alanında AR-GE
çalışması yapabilir. Yani, Bill Gatesin sermayesi,
üniversiteleri, teşvikleri yoktu Microsoftu yarattığı
zaman; şimdi, işin
gerçeği bu.
Şimdi, burada, bakıyoruz, bu yasayla neyi
getiriyorsunuz? Eski yasaya baktığımız zaman, eski yasayla
yeni yasa arasındaki fark şu: Üniversitelerimizin
binalarını, altyapılarını, personelini,
elemanlarını özel sektörün çalışması için nasıl
kullanabiliriz? Ya, böyle bir anlayış olabilir mi? Prim affı var
mı? Var. Matrahtan düşüyor musunuz? Düşüyorsunuz. Yüzde 5
işveren primi kesilmiyor, değil mi? Kesilmiyor. E, kaç senesine kadar
bu devam ediyor? 2024e kadar. Peki, 2024e kadar sürecek olan bu olayda,
şimdi, siz KOBİlere hayat hakkı tanımadınız
sayıyı 50ye çıkararak. Büyük şirketlerde sayıyı
500e çıkardınız. Kendinizin Avrupa Nükleer Araştırma
Merkezi (CERN) gibi bir kuruluş yaratacağınızı mı
düşündünüz? Yani, 600den fazla üniversite, 80den fazla ülke,
araştırmacılar burada, yaratılıyor. Otomotiv sanayisi,
teknoloji alanı, cep telefonları -bakın, dikkat edin- enerji
alanı
Zaten tekstili çökerttik arkadaşlar, onu söyleyeyim, yani
tekstil alanı da gitti. Peki, hangi üniversiteyi nereye çekeceksiniz Allah
aşkına, söyler misiniz? Çinliler bile geliyor, artık ham madde
alıyor buradan. Niye ham madde alıyorlar? Uyanıklar, ham madde
alınca bu iş çok rahat oluyor. Nasıl oluyor? Bunun
rakamlarına bir bakalım şimdi, beraber. Evet, beton 1 cent,
kilogram ürün fiyatı; çimento 5 cent; demir çelik 50 cent; alüminyum 1,5
dolar. Bor madenini alıyor, vanadyum madenini alıyor -bir sürü böyle
maden var- sonra gidiyor işliyor bunları, otomobil sanayisinde 50
katına satıyor, yolcu uçağında 100 kat fazlasına
satıyor, savaş helikopterinde 200 kat fazlasına satıyor ve
uyduda bin kat fazlasına satıyor arkadaşlar. Yani, şu
gördüğünüz işte krom madeni, nikel madeni, bilmem ne madeni falan,
bunları alıyorlar. Bizimkiler bunları ham madde olarak
satıyor, onlar da alıyor, işliyor, ondan sonra bize geri
gönderiyorlar. Şimdi, bu kafayla bu ülkede hâlâ özel sektöre teşvik
vereceksiniz. İyi, güzel de Allah aşkına şunu açık
açık konuşalım: Bu ASELSANda, TÜBİTAKta çalışan
AR-GE
personeline esrarengiz suikast girişimlerinin sonucu ne oldu, bilen var
mı arkadaşlar? Buraya geldik, soru önergeleri verdik,
araştırma önergeleri verdik, bir teki açıklığa
kavuşturulmadı ve bir bakıyorsunuz, bir akşam 3ünün
beraber yol kenarında cenazeleri bulunuyor. Şimdi, böyle bir olaydan
geçen bir Türkiyeden bahsediyoruz.
Burada rakamlar var ama bu
rakamların içinde ilginç bir olay var. İtalyada Po Ovası
zengindir; tarımı zengindir, bereketi var, sanayisi var, bilmem nesi
var. İniyorsunuz Napoliden öteye, Sicilyaya doğru, Sardunyaya doğru,
perişanlık başlıyor. İtalya bu bölgelerde AR-GE
araştırmaları yaparak ben burayı nasıl
geliştiririm, burada turizmi, ekonomiyi, buradaki deniz ürünlerini, bilmem
neleri, bunların üzerinde çalışma yapıyor. Bizimkiler ne
yapıyor? Ya, bölgesel dengesizlik var. Şimdi, Avrupa Birliğinin
de CERN gibi bir örgütü var. İyi de yerel yönetimlerimiz proje
desteği alacaklar Avrupa Birliğinden bu AR-GE
çalışmaları nedeniyle, merkezî hükûmetin vesayetine
takılıyorlar. Kalkınma ajansları var, kalkınma
ajanslarımızın üniversiteyle ilişkileri yok.
Şimdi, Allah aşkına,
Ilısu Barajı yapılıyor. Münih Üniversitesi bundan yedi sene
önce geldi, Ilısu Barajıyla ilgili, gövde barajından
Hasankeyfin batışına kadar bütün ekolojik yapıyı inceledi.
Bütün hayvan türlerinin, canlı türlerinin, hepsinin fizibilitesini,
çalışmasını yaptı, 500 tane kitap bastı ve bu
kitapları piyasaya vermedi. Türkiyenin elinde var mı öyle bir
çalışma? Kurdun barajı, Hasankeyfi sular altında
bırakacaksın, otuz beş yıllığına elektrik
üreteceksiniz oradan. Peki, otuz beş yıllığına elektrik
ürettiğiniz buradan yüzde 30 da sulama yaptınız diyelim. Onunla
ilgili bir çalışma var mı? GAPla ilgili var mı
arkadaşlar? Yani, tarım endüstrisini geliştiriyorsunuz. Biz
torba yasada hâlâ tarım endüstrisinde kullanılan elektriğin
sayaçlarıyla, faturalarıyla meşgulüz. Oysaki kanallar, GAP
Projesinin birinci şartı olarak, Mardin Ovasını
sulayıp Habura kadar gelecekti. Sizin AR-GE çalışmanız var
mı? Bu sulama yapıldıktan sonra burada pamuk nasıl
yetişir, mısır nasıl yetişir, bunun endüstrisi
nasıl olur, bunun piyasaya sürümü nasıl olur, bu farklı
farklı biçimlerde nasıl üretilir, değerlendirilir? Harran
Üniversitesi ne işe yarıyor? Sadece Ilısu Barajı
çerçevesinde 5 tane üniversite var: Şırnak Üniversitesi -Güçlükonak üzerinde- Siirt Üniversitesi,
Batman Üniversitesi, Mardin Üniversitesi. Hani bir çalışma? Yok. Özel
sektörü de
Kardeşim, eğer bu ülkenin kurtuluşu hep özel sektör
olacaksa, vallahi, özel sektör kendini kurtarır. Bugüne kadar, böyle,
Somada gördük, başka yerlerde gördük. Daha fazla kâr etsin diye az eleman
çalıştırır, çok çalıştırır, az para
verir. E, şimdi de gözlerini dikmişler üniversitedeki öğretim
elemanlarına, üniversitedeki genç dimağlara. E, onlar, vallahi, Z kuşağıdır,
bu Z kuşağı uyanıktır; bir altı ay, bir sene
yanınızda çalışır, ondan sonra, pır,
gideceği yeri bulur. Bu şekilde bir çalışmayla
gelişmeler sağlanamaz.
Arkadaşlar,
bu AR-GE çalışmalarının -bölgesel dengesizlikten öte-
otomotiv sektörüyle ilgili çalışmalarının maalesef
geliştirilmediğini görüyoruz. Geliştirilmediği içindir ki
KOBİ, KOSGEB desteği, SAN-TEZ Programı, eğitim
desteği, ihracata yönelik devlet teşviki -efendim,
TÜBİTAKı zaten partizanca kadrolaştırdılar- teknoloji
geliştirme bölgeleri, bütün bunlar, maalesef, bütün
yatırımların hepsi heba oluyor, hâlâ gayrisafi millî
hasılada yüzde 2 hedefine ulaşabilmiş değiliz;
0,89dayız.
Biraz arttı
mı?
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) 0,92 oldu.
HASİP KAPLAN
(Devamla) 0,92 olmuş, Sayın Bakan müjdeyi verdi.
Saygılar
sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Birinci bölüm
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati:19.10
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:
19.11
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT
(İstanbul), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
----- 0 -----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111inci
Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
593 sıra
sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Kanun tasarı
ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için, 3 Temmuz 2014 Perşembe günü,
alınan karar gereğince saat 14.00te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati:
19.12