TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
16ncı
Birleşim
13
Kasım 2013 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Kars Milletvekili Mülkiye Birtanenin, Karsın sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
2.-
Kocaeli Milletvekili Haydar Akarın, minibüsçülerin problemleri ile kent
içi ulaşım sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
3.-
Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınarın, 8 Kasım Uzun Mehmeti
Anma ve Kömür Gününe ilişkin gündem dışı
konuşması
IV.-AÇIKLAMALAR
1.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Tekirdağın
düşman işgalinden kurtuluşunun 92nci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
2.-
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebinin sataşma nedeniyle yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
3.-
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Tunceli Milletvekili Kamer Gençin
görüşülen 12 ve 12ye 1inci ek sıra sayılı İçtüzük
Teklifinin 3üncü maddesi üzerinde şahsı adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
4.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Giresun Milletvekili
Nurettin Caniklinin sataşma nedeniyle yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
5.-
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, uluslararası sözleşmelerin
onaylanmasının uygun bulunmasına dair kanun
tasarılarının görüşmelerinde maddeler üzerinde konuşma
yapılmasının teamüllere uygun olmadığına
ilişkin açıklaması
6.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Giresun Milletvekili
Nurettin Caniklinin açıklamasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
7.-
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebinin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
İstanbul Milletvekili İhsan Özkes ve 21 milletvekilinin, mülkiyeti
Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine
açılan ecrimisil davalarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/775)
2.-
BDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplanın, yolsuzlukla mücadele konusunda yapılması
gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/776)
3.-
BDP Grubu adına, grup başkan vekilleri Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplanın,
okullardaki temizlik ve sağlık hizmetlerinde yaşanan
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/777)
B)
Önergeler
1.-
İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprakın, (2/1318) esas
numaralı Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/126)
VI.-
ÖNERİLER
A)Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.-
BDP Grubunun, BDP Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris
Baluken tarafından 1990lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinde yaşanan katliam ve köy yakma olaylarının
ortaya çıkarılması, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin
açığa çıkarılması amacıyla 12/11/2013 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş
olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım
2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
2.-
MHP Grubunun, Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve arkadaşları
tarafından dershanelerin ortaya çıkmasına sebep olan
durumların ve dershanelerin kapatılmasının eğitim
sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla 9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013
Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
VII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Ankara Milletvekili Zühal Topcunun, Muğla Milletvekili Yüksel Özdenin
MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
2.-
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebinin görüşülen 12 ve 12ye 1inci ek sıra
sayılı İçtüzük Teklifinin tümü üzerinde şahsı
adına yaptığı konuşması sırasında
Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
3.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Giresun Milletvekili
Nurettin Caniklinin sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
4.-
Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzunun, Tunceli Milletvekili Kamer
Gençin görüşülen 12 ve 12ye 1inci ek sıra sayılı
İçtüzük Teklifinin 3üncü maddesi üzerinde şahsı adına
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5.-
Tunceli Milletvekili Kamer Gençin, Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin
yaptığı açıklama sırasında şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
6.-
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Tunceli Milletvekili Kamer Gençin
sataşma nedeniyle yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Gençin; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin
Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.-
Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı:
287)
3.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal,
İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi
Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri
Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup
Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli
Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S.
Sayısı: 12 ve 12ye 1inci Ek)
4.-
T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti
Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve
Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında
Televizyon Yayıncılığı Alanında
İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105)
5.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Arşiv Alanında İşbirliği Protokolünün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı: 421)
6.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Polis Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı 359)
IX.- YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- Bingöl Milletvekili
İdris Balukenin, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Erginin cevabı (7/25250)
2.- Ankara Milletvekili Özcan
Yeniçerinin, 2002-2013 yılları arasında Başbakanlık
ile bağlı kurum ve kuruluşlarca kamu ihale mevzuatından
istisna sağlanarak yapılan ihalelere ilişkin Başbakandan
sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin cevabı (7/31709)
13 Kasım 2013
Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati:
14.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
------0------
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16ncı
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline
gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Karsın
sorunları hakkında söz isteyen Kars Milletvekili Mülkiye Birtaneye
aittir.
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtanenin, Karsın sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
MÜLKİYE BİRTANE (Kars) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Karsın sorunlarını
paylaşmak için söz aldım. Sizleri ve ekranları başında
bizi izleyen tüm halkımızı ve Karslı hemşehrilerimi
saygıyla selamlıyorum.
Seçim bölgem olan Karsın sorunlarını 2011
genel seçimlerinden bu yana hem gündem dışı konuşmalarla
hem de diğer yasama faaliyetleri çerçevesinde dile getiriyor, Hükûmetin
dikkatini çekmeye çalışıyorum. Kars, otuz yıl öncesine
kadar, Türkiye için ekonomik gelir vadeden, bu potansiyeli tarım,
hayvancılık ve turizm açısından taşıyan
sayılı iller arasındaydı. Şimdi ise, ilin
sosyoekonomik durumu içler acısı. Süt fabrikası, deri fabrikası,
Et Balık Kurumu kapatılmış, yem ve şeker
fabrikasının üretimi yüzde 90 düşmüştür. İlin
hayvancılık potansiyelini açığa çıkaracak et, süt
entegre tesisleri için bir adım atılmazken, Kars halkı
akıbeti belli olmayan ve aynı zamanda Karslının gerçek
ihtiyacının dışında olan Bakü-Tiflis-Kars tren yolu ve
lojistik merkez hikâyeleri ile 2011 yılından beri uyutulmaya
çalışılıyor. Sınır kapısı kapalı
olan tek il konumundaki Kars ilinin Ermenistan sınır kapısı
neden ticarete açılmıyor?
İlde henüz altyapı ve içme suyu yok.
Mahallelerde günde iki üç saat içme suyu olarak tüketime uygun olmayan su
veriliyor. Belediye, kent merkezindeki yol çalışmalarını
dahi tamamlamış değildir. Kentte otopark, umumi tuvaletler,
kaldırımlar yok. Ara sokakların çoğu hâlâ topraktır ve
kentli çamur ve tozdan muzdarip. Kışın kent merkezi buzlarla
kaplanıyor, kar temizleme çalışmaları yok denecek kadar az.
Kent merkezi çöplerle dolu, tarihî mekânlar çöp sahası olmuş.
Karadağ Mahallesi başta olmak üzere, birçok mahallede çöp
yığınları mevcut. Mikroba bağlı ölüm ve hastalanmalar
had safhada.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
daha önce ilin çöp sorununu Meclise taşıdığımızda
ödenek olmadığı cevabını almıştık.
İyi de bir kentin çöp toplama sistemi yoksa, yolları yoksa,
otoparkı yoksa, altyapısı bulunmuyorsa, içme suyu yoksa, o hâlde
belediyesi neden var? Belediyenin işi rant peşinde koşup
yakınlarına fırsat kapısı açmak mıdır? Bir
şirkete para kazandırmak için Karsın kent merkezindeki
kırk yıllık ağaçların kesildiğini biliyor
musunuz? Kent merkezindeki caddeler çukurlarla doludur. Belediye hizmet
vermiyor. Üstelik, tarihî eserleri, doğal çevreyi tahrip ediyor. Kars
Çayı kirlilikten yok olmak üzere. Tarihî yapılar döküntü hâline
gelmiş, Kars Kalesi zar zor ayakta kaldı. Çevresindeki tarihî
yapılar birer birer yok oldu. Tarihî evlerin hepsi yıkıntı
hâlinde. Ani antik kentinin her tarafında altın araması
yapılmış, çobanlar hayvanlarına barınak olarak kullanıyor.
Başta Sarıkamış Katerina Köşkü olmak üzere, önemli
tarihî yapıların hiçbiri hak ettiği değeri görmüyor.
Ayrıca, Sarıkamışta kışın kış
turizmini, yazın yayla turizmini geliştirmek için ciddi ve sürekli
bir çalışma bulunmamaktadır.
İl Özel İdaresinin sorumlu olduğu
alanlarda da binlerce sorun mevcuttur. Köy yolları, su depoları,
hayvan içme suyu göletleri, elektrik kesintileri sorunları vardır.
Köylerin çoğunun -yüzde 60 oranında- suları arsenikli durumda.
Merkez köylerinden Ölçülü, Yalınkaya, Derecik, Tekneli, Halefoğlu
köyü; Selimin ilçe merkezi dâhil olmak üzere Başköy, Kırkpınar,
Koşapınar; Sarıkamışın Şehitler ve
İstasyon mahalleleri; Arpaçayın, Susuzun yol sorunları,
binlerce sorun önümüzde durmaktadır. Kağızmanın Çiçekli
köylüleri ile bugün konuştum, köyün elektrik, yol ve su problemi için
çözüm bekliyorlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sorunlar saymakla bitmez. Karsın durumu açıkça ortadadır. 2011
seçimleri üzerinden üç yıl geçecek, Kars halkı vaatlerden başka
bir şey görmedi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MÜLKİYE BİRTANE (Devamla) Caddeler
kapılarına kilit vurmuş dükkânlarla doludur. Köylüler üretimden
tamamen koparılmıştır. Hükûmet Karsın
sorunlarını gündeme almalı ve çözüm yolları
aramalıdır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı ikinci söz, minibüsçüler ve
kent içi ulaşım sorunları hakkında söz isteyen Kocaeli
Milletvekili Haydar Akara aittir. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.-
Kocaeli Milletvekili Haydar Akarın, minibüsçülerin problemleri ile kent
içi ulaşım sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Çok değerli milletvekili, gerçekten, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde konuşulmayan ama Türkiyenin tüm illerinde, ilçelerinde
vatandaşların sık sık karşılıklı
diyaloglara girdiği minibüsçü esnafının problemlerinden
bahsetmek istiyorum.
Öyle bir şey ki bu minibüsçü esnafı, devletin
olmadığı yerde, belediyelerin olmadığı yerde
taşıma hizmetlerini yapan, bütün ağır işleri bunlara
yüklediğimiz bir esnaf grubundan ki bu,
bizim kamuoyunda ve Mecliste çok da esnaf grubu olarak da görülmez, minibüsçüdür deriz, geçeriz.
Bu insanlar sabah altıda kalkarlar, gecenin saat birine kadar hizmet
ederler, bir devlet hizmeti yaparlar, kamu hizmeti yaparlar, insanların
ulaşabilecekleri yerlere kolayca ulaşması için çaba sarf
ederler. Sadece sabah altıdan gece bire kadar mı? Bunların hafta
sonları da yoktur. Haftanın yedi günü de çalışırlar ve
devlet tarafından horlanan ve ötekileştirilen bir esnaf grubudur.
Niye böyle söylüyorum? Çünkü, zabıta ve polis bunları gelir grubu
olarak görür, ceza yazar, sürekli yazar ve bunlar üzerinden devlete bir gelir
kapısı açılmıştır; hatta, bütçede bir kalem vardır. Bu
bütçedeki, kalemdeki bu geliri de minibüsçü esnafı üzerinden tamamlamaya
çalışırlar. Yine, kentlerde, belediyelerin beceremedikleri,
ulaşım hizmetini veremedikleri en kötü güzergâhlar bunlara tahsis
edilir ve burada çalışmaları istenir. Yine, çocuğumuzu,
canımızı emanet etmiş olduğumuz bir esnaf grubudur
bunlar da.
TÜİK verilerine göre, Türkiyede şehir içi
ulaşımında hizmet veren 167 bin minibüsçü esnafı
vardır ve bunların tüm ailesiyle birlikte yaklaşık 1 milyon
kişi bu meslek grubundan gelirlerini sağlarlar ve çoluk ve
çocuğuna, evlerine ekmek götürürler. Tabii, bunların en büyük
problemlerinden bir tanesi bedava taşıdıkları kalemlerdir
yani bedava taşıdıkları meslek gruplarıdır,
bedava taşıdıkları insanlardır ya da indirimli
taşıdıkları insanlardır. Biliyor musunuz, tam 17
ayrı grubu bedava veya indirimli taşıyorlar bu insanlar, 17
ayrı grubu. Ne var bunun içinde? Engelliler var. Ne var bunun içinde?
Polisler var, postacılar var, jandarma var, zabıta var; tam 17 kalem
bunlar. Peki, bunun karşılığında, bu kamu görevi
karşılığında bir indirim alıyorlar mı?
Hayır, hiçbir indirimleri yok. Ayda bir zam yaptığınız
mazottan bir sübvansiyon alıyorlar mı? Bu da yok. Sadece, ne
yapıyorlar bir kamu görevi yapıyorlar. Benim kentimde tam 20 bin
kişi bedava taşınıyor arkadaşlar. 1 milyon 700 bin
nüfuslu kentte 20 bin kişi bu esnaf grubu tarafından bedava
taşınmaktadır. Peki, bu esnaf grubu çeşitli kanunlar
çıkarılırken korunuyor mu, kollanıyor mu? En son
çıkartmış olduğunuz ve bütün araçların engelli
rampalı olmasına karar verilen bir kanunla bütün bu minibüsçü
esnafının
araçlarının değiştirilmesi istenmiştir. 150 bin
TL ile 250 bin TL arasında değişen fiyatlardaki araçları
yenilemek zorunda kaldılar. Peki, engelliler kendileri için araç
aldıklarında ÖTV ve KDV indiriminden yararlanıyorlar ama
engelliler için araçlarını değiştiren bu esnaf grubu bundan
yararlanamıyor.
Yine, eski araçlarına rampa yaptıranlar 2,5-3
bin liraya mal olan rampalarını yine ruhsat vermiş
olduğunuz birkaç şirketten değiştirmek zorunda
kaldıkları için 10-15 bin TLye değiştirmek zorunda
kalıyorlar. Bunlar gerçekten sıkıntılı.
Yine, belediyeler bu minibüsçü esnafından koltuk
başına 2 bin TL bir para alıyor, 2 bin TL. Yalnız, bu
rampalar bu minibüslere konduğunda 2 ila 7 tane koltuk çıkmak zorunda
yani 4 bin TL ile 28 bin TL arasındaki bir parayı, belediyeler daha
önce tahsil ettikleri parayı iade etmek zorundalar ama maalesef iade
etmiyorlar.
Yine, trafik sigortası
Yüzde 300
artırdınız. 600 liraya yaptıkları trafik
sigortalarını 3 bin TLye, 5 bin TLye yapmaya başladılar.
Son zamandaki moda da Kentkart, Akbil gibi, belediyelerin
elektronikleştirme çabaları ve üzerine alınan yüzde 5 komisyon
yani bunca üzerine binilmiş minibüs esnafının
kazançlarından bir de belediyeler ayrıca yüzde 5 tahsil ediyorlar.
Hafta sonları bu tahsil edilen paralar ödenmiyor. Ayrıca, belediyenin
cebine giren paralar ve bu komisyondan yararlanan insanlar var.
Bu dileklerimle, bu esnafların da problemlerinin
görülmesi dilekleriyle, minibüse bineceğinize minibüsçünün
sırtına binmişsiniz ve gidiyorsunuz diyorum, nasıl
halkın sırtına binmişseniz aynı şekilde de
minibüsçünün sırtına binmişsiniz diyorum. Umarım bu konuda
duyarlı olursunuz diyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı üçüncü söz, Uzun Mehmetin
taş kömürünü buluşu ve taş kömürünün Zonguldak ekonomisindeki
katkısı hakkında söz isteyen Zonguldak Milletvekili Özcan
Ulupınara aittir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
3.-
Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınarın, 8 Kasım Uzun Mehmeti
Anma ve Kömür Gününe ilişkin gündem dışı
konuşması
ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 8 Kasım Uzun Mehmeti Anma ve Kömür Günü
dolayısıyla gündem dışı söz almış bulunmaktayım.
Sözlerime başlamadan önce yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, birçok tarihî gün
vardır, resmiyette var olsa da, söz konusu yörede bilinse de toplumun
genelinde pek bilinmez. 8 Kasım da o önemli günlerden biridir. Ne
olmuş 8 Kasımda?
Osmanlı Devleti, Avrupa, Asya, Afrika gibi çok
geniş bir yelpazede iç isyanlar ve savaşlarla mücadele ediyor.
Buralara asker, silah, teçhizat yetiştirmek zorunda. Bu ihtiyaçları
yerine ulaştırmak için kullandığı gemi ve trenler
kömürle çalışıyor. Osmanlı da kömürü dışarıdan
alıyor, zaten çökmekte olan ekonomisinin parasının çoğu
kömür alımına aktarılıyordu. Bu zor ve çaresiz durumda
askerden izne gelen Uzun Mehmet, Zonguldaktaki Karadeniz Ereğli ilçesinin
sınırları içerisinde bulunan Neyren Deresi civarında
bulduğu taşları ocağa atması ve taşların
yandığını görmesiyle taş kömürü bulduğunu
anlamış ve bunları İstanbulda saraya götürmüş.
Padişah tarafından kendisine 5 bin kuruş verilmiş ve hayat
boyu 600 kuruş aylık bağlanmıştır.
İşte, Uzun Mehmetin Neyren Deresinde kömürü bulduğu tarih 8
Kasım 1829 olarak kayıtlara geçmiştir.
Gerçek olan, ülkemizde metalürjik özelliğe sahip
taş kömürünün yalnızca Zonguldak ve civarında
üretildiğidir. Cefakâr Zonguldak halkı yüz seksen dört
yıldır bu taş kömürünü canını vererek, kanını
dökerek üretiyor, Türkiye ekonomisine büyük katkıda bulunuyor.
Zonguldak, kömür sayesinde büyümüş ve kömür
sayesinde tanınmıştır. Zonguldak insanı, yeri
geldiğinde kanunlarla zorunlu olarak asker dipçiğiyle ocaklara
sokulmuş, kömür üretimi yaptırılmıştır.
Zonguldak kömür sayesinde o kadar önem
kazanmıştır ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kanunla
ilk kurulan vilayet olmuştur. Uzun Mehmet tarafından 8 Kasım
1829da taş kömürünün bulunmasıyla Zonguldak, Türkiye'nin stratejik
önemi en fazla olan illeri arasında yer almıştır.
Bu madenler binlerce kişiye ekmek, iş, aş
verdi, ekonomiye katkıda bulundu sadece ekonomiye değil, bölgemizin
sosyal ve kültürel yaşantısına hayat verdi. Bugün
ocaklarımız maalesef istediğimiz kapasitede, istediğimiz
istihdam sayısında çalışmıyor. Bunda belki en önemli
sebep verimli bir çalışma ortamını
sağlayamamış olmamızdır. Bunun nedenleri, niçinleri
geçmişte de günümüzde de tartışıldı. Gerek insanımız
gerekse ülkemiz, bölgemiz için ortak çözüm üretmek mecburiyetindeyiz.
Bizim dönemimizde Türkiye Taşkömürü Kurumuna 4.651
işçi alınmıştır. Yeni işçi alımı için
görüşmelerimiz devam etmektedir. Taş kömürü, bölgemiz için çok
önemlidir. Kömür ocaklarının işletmeye açılması ve
devletimiz tarafından işletilmeye başlaması, Ereğlide
ERDEMİRin, Karabükte KARDEMİRin kurulması, ardından
Tersaneler Bölgesinin yapılanması hep o kara taşın,
taş kömürünün eseridir. Bizi ısıtan, sanayide çeliği
eriten, fabrika bacalarını tüttüren taş kömürünü çıkartmak
için yerin yüzlerce metre altında alın teri döken işçilerimize
şükran borçluyuz. Bu nedenle, emeğimizle, taş kömürümüzle gurur
duyuyoruz. Taş kömürü sanayi için vazgeçilmezdir, öyle de kalacaktır.
Hükûmetimizin politikaları ile hak ettiği noktalara gelmeye devam
edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerimi bitirirken, bugüne kadar madenlerde hayatını kaybetmiş
bütün maden şehitlerine Allahtan rahmet dilerken yüz seksen dört yıl
önce Zonguldakta taş kömürünü bulan Uzun Mehmeti saygıyla
anıyorum. Madenlerde canı pahasına alın teri döken tüm
madencilere yüce Yaradanın kolaylıklar vermesini diliyorum.
Sabahları her gün evden çıkarken çoluk çocuğuyla helalleşip
işe giden, ocaktan her çıkışta Geçmiş olsun.
sözleriyle çıkan Zonguldak halkı ve madenciler adına yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Hamzaçebi, söz talebiniz var.
Buyurun.
IV.-AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin,
Tekirdağın düşman işgalinden kurtuluşunun 92nci
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün Tekirdağın düşman işgalinden
kurtuluşunun 92nci yıl dönümü. Böyle bir günde tüm
Tekirdağlıları Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sevgi ve
saygıyla selamlıyoruz.
Tekirdağ, önce Balkan Savaşları
sırasında bir yıl süreyle, daha sonra da Kurtuluş
Savaşı sürecinde bir buçuk yıl süreyle olmak üzere toplam iki
buçuk yıl süreyle düşman işgalinde kalmıştır.
Daha sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürkün önderliğinde milletimizin,
Tekirdağlıların vermiş olduğu kurtuluş mücadelesi
sonucunda düşman işgali Tekirdağda sona ermiş ve
cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyetindeki onurlu yerini
almıştır.
Bu vesileyle Gazi Mustafa Kemal Atatürkü saygıyla,
şükranla anıyor, tüm Tekirdağlıları ve onların
mücadelesini Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sevgi ve saygıyla
selamlıyor, kucaklıyor, saygı duyuyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes ve 21
milletvekilinin, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde
ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil davalarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/775)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait
yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil
davalarının araştırılarak, davaya konu olan
anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasına yönelik
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 ve İç Tüzükün
104üncü ve 105inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ederiz.
1) İhsan Özkes (İstanbul)
2) Metin Lütfi Baydar (Aydın)
3) Mahmut Tanal (İstanbul)
4) Veli Ağbaba (Malatya)
5) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
6) Haydar Akar (Kocaeli)
7) Hurşit Güneş (Kocaeli)
8) Mehmet Şeker (Gaziantep)
9) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
10) Gürkut Acar (Antalya)
11) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
12) Hülya Güven (İzmir)
13) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
14) Namık Havutça (Balıkesir)
15) Hasan Akgöl (Hatay)
16) Muharrem Işık (Erzincan)
17) Mehmet Hilal Kaplan (Kocaeli)
18) Osman Aydın (Aydın)
19) Arif Bulut (Antalya)
20) Erdal Aksünger (İzmir)
21) Tolga Çandar (Muğla)
22) Kazım Kurt (Eskişehir)
Gerekçe:
Diyanet İşleri
Başkanlığının son verilerine göre Türkiye'de 52.778
camide lojman (meşruta) bulunmaktadır. Cami lojmanları, din
görevlilerinin ikameti amacıyla halkın katkılarıyla
yapılmış yerlerdir. Bu cami lojmanlarının bir
kısmı Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinde olup,
kullanımı ise Diyanet İşleri
Başkanlığına aittir. Lojmanların bakım,
onarım ve ihtiyaçlarının giderilmesi Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından gerçekleştirilmekte olup bu
hizmetleri cami görevlileri yerine getirmektedir. Dolayısıyla cami
meşrutalarının ayakta kalabilmesi, cami imam ve müezzinleri gibi
görevliler eliyle mümkün olabilmiştir.
Vakıflarda hayrat ve akar olmak üzere
gayrimenkullerle ilgili iki statü vardır. Camiler hayrat statüsünde olup,
dükkân ve iş hanı gibi gelir getiren yerler akar statüsündedir.
Dolayısıyla cami meşrutaları din görevlilerinin ikameti
için tanzim edilen yerler olması münasebetiyle gelir getiren akar olarak
değerlendirilmesi yapılış ve kullanım amacına
uygun düşmemektedir.
Son yıllarda,
özellikle 6/1/1999 tarih ve 1089/16 sayılı Vakıflar Meclisi
Kararından itibaren cami meşrutalarının kullanım
durumlarıyla ilgili sıkıntılar ortaya
çıkmıştır. Bu meşrutalarda Diyanet İşleri
Başkanlığının kullanım hakkı çerçevesinde
ikamet eden din görevlileri işgalci durumuna düşürülmüştür. Son
on yıl içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğünün işgalci
olarak gördüğü bu din görevlileri hakkında birçok ecrimisil
davası açılmış olup, geriye dönük yüksek bedeller ödemeyle
karşı karşıya bırakılmışlardır.
Camilerde hizmet veren din görevlilerinin ikamet etmesi amacıyla
yapılan meşrutahanelerin gelir elde etme amacı
doğrultusunda statülendirilmesi, bu yerlerin korunması yönünde de
sıkıntılara yol açacaktır. Camiler vakfiye yapılar
olup cami meşrutahanelerinin camilerden ayrı bir statüde
değerlendirilmesi doğru değildir.
6/1/1999 tarih ve
1089/16 sayılı Vakıflar Genel Meclisi Kararının 2/a
maddesinde düzenlenen meşrutaların kullanım şeklinin,
Diyanet İşleri Başkanlığının 16/5/2001 tarih
ve 7176 sayılı yazısıyla yeniden değerlendirilmesi
talep edilmiştir. Bu talep doğrultusunda Vakıflar Genel
Müdürlüğünün 3/8/2001 tarih ve 1003 sayılı oluruna istinaden
oluşturulan komisyonca 6/1/1999 tarih ve 1089/16 sayılı
Vakıflar Meclisi Kararının 2/a maddesinin "a)
Meşrutanın, vakfiye şartlarına uygun olarak
kullanılmasına" şeklinde değiştirilmesine
22/8/2001 tarihinde oy birliğiyle karar verilmiştir. Bu karardan da
anlaşılacağı üzere cami meşrutalarında ikamet
eden imam ve müezzinler aleyhine açılan ecrimisil davalarının
kaldırılması gerekmektedir. Ayrıca Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 18/10/1966 T. 965/9207 E. 9084 K. sayılı kararında
"cami meşrutahanelerinden kira istenemeyeceği" karara
bağlanmıştır. Yine Fatih 1. Sulh Hukuk Mahkemesi 2010/343
esas no ve 2011/728 karar no.lu 07/07/2011 tarihli emsal olabilecek
kararında "Vakıflar Genel Meclisinin 22/8/2001 tarihli
kararının davalıların meşrutalarda oturmasına
muvafakat niteliğinde olduğuna, bu nedenle haksız işgal
sonucu talep edilebilen ecrimisile karar vermeye olanak
bulunmadığına" hükmetmiştir.
Ayrıca dava konusu olan bu meşrutalarda ikamet
eden din görevlileri, Diyanet İşleri Başkanlığı il
ve ilçe müftülüklerinin emirleri veya bilgisi dâhilinde buraları
meşruta olarak kullanmaktadırlar. Meşrutahanelerde ikamet eden
din görevlilerine açılan ecrimisil davalarıyla mağduriyetlerin
doğması söz konusudur. Din görevlileri belirlenen meblağları
ödememeleri durumunda tahliye edilme tehdidiyle karşı
karşıya kalmaktadırlar. Lojmanlardan tahliye edilerek
buraların başka kurumlara veya kişilere kiraya verilmesi
kamuoyunda güven kaybına yol açacaktır.
Yukarıda sunulan ve araştırma
sırasında belirlenecek nedenlerle, Anayasanın 98inci ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104üncü ve 105inci
maddeleri uyarınca, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait
yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil
davalarının araştırılarak davaya konu olan
anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasına yönelik
tedbirlerin belirlenmesi için Meclis araştırması
açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
2.- BDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplanın, yolsuzlukla mücadele
konusunda yapılması gerekenlerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/776)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Yolsuzlukla mücadele konusunda gerekli
çalışmaların yapılması için Anayasanın 98'inci,
İç Tüzükün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.
Hasip
Kaplan
Şırnak
BDP Grup Başkan Vekili
Gerekçe:
Türkiye'de 81 il özel idaresi, 3.226 belediye, 34.600
köy, binin üzerinde mahalli idare birliği, bünyesinde bilinmeyen
sayıda işletme, çoğunluğu belediyelere ait bine yakın
şirket, 50'ye yakın vakıf, yine bilinmeyen sayıda döner sermaye
ve fon bulunuyor. Belediyelerde şirketler hariç 450 bin, özel idarelerde
10 bin personel istihdam ediliyor. Böyle bir kamu örgütlenmesini merkeziyetçi
anlayışla yürütmek mümkün değil. Mali yapı
karmaşık ve verimsiz, yerel vergi tabanı düşük, Hazinenin
belediyelerin dış borçlanmasına sağladığı
garantiler mali disiplini bozuyor, belediyelerde sağlıklı bir
borç yönetimi bulunmamaktadır.
Dünya Bankası desteğiyle Hazinede yürütülmekte
olan "Türkiye'de kamuda etkin yönetimin sağlanması ve
yolsuzluğun önlenmesine yönelik reform ve politikalar" konulu
çalışmada yolsuzlukla mücadeleye dönük 16 değişik alan
belirlendi. Bu konularda mevcut durum ve yapılması gerekenler de
detaylı bir şekilde ortaya kondu. Yapılan çalışma
sonucu, yolsuzlukla mücadele mevzuatının caydırıcı
olmadığı, kamuda ücret adaletsizliği yaşandığı,
kara para takibinin zor olduğu, ihale, personel rejimi, denetim,
sağlık, gümrük, mahalli idare reformlarının
yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmektedir.
AB 2009 İlerleme Raporunda, yolsuzlukla mücadele
konusunda sınırlı ilerleme kaydedildiğine, Avrupa Konseyi
Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) tavsiyelerinin dikkate
alınmasına, Kamu Görevlileri Etik Kurulunun etkili
çalışmadığına, milletvekili
dokunulmazlıklarının yolsuzluklara ilişkin davalarda
sınırlandırma getirdiğine dikkat çekilmektedir.
Türkiye'nin kamu muhasebe sistemi ihtiyaca cevap veremez
hâle gelmiştir. Bütçenin bir yansıması olarak
aşırı derecede bölük pörçük bir görüntü sergilenmekte,
zamanında ve kapsamlı bilgi sunmada yetersiz kalınmaktadır.
Kamu satın alma (ihale) sistemi reformu yeterli
değildir. Bütçenin kapsam ve şeffaflığının uygun
politikaların üretilmesine ve performans değerlendirmesi yapmaya
olanak verecek şekilde genişletilmesi. Mevcut bütçe yapısı,
kamu gelir ve harcamalarının önemli bir bölümünü dahi
kapsamıyor.
Türkiye'de kamu hizmetlerinin yapısı ve
işlevleri ekonominin gelişme hızını
yakalamamaktadır. Kamuda ücretler rekabet esasına göre
belirlenmemekte ve eğitim fırsatları sınırlı
kalmaktadır.
Kamu denetimi uluslararası standartlara göre
yetersiz kalıyor. İdari denetime ağırlık veriliyor,
performansa ya çok az ya da hiç önem verilmiyor. Uluslararası standartlara
uygun bir denetim reform programı geliştirilmedi.
Bankacılığa ilişkin yasal, düzenleyici ve uygulamaya
yönelik sistem yetersizdir.
Türkiye'deki sağlık hizmetleri çok
karmaşık bir yapıda ve ihtiyacı etkin şekilde
karşılamaktan uzaktır. Sağlık hizmetlerine
erişimde eşitsizlikler gözlenmekte, kaynaklar verimsiz
kullanılmakta, yönetimde etkinlik sağlanamamaktadır. Gümrük
teşkilatının yeniden yapılanması, işlemlerin
kolaylaştırılması, gümrüklerde etkin denetimin
sağlanması, bilgisayar ağının güçlendirilmesi ve
gümrük kapılarının modernize edilmesi gerekli.
Cumhuriyet başsavcılıkları ve
mahkemelerin iş yükü fazlalığı ve uzmanlaşmanın
eksikliği, soruşturma ve davaların makul sürede
sonuçlandırılmasını engelliyor. Yargıtayda iş
yükü nedeniyle binlerce dava zaman aşımına
uğramıştır. Mahkemeler, cumhuriyet
başsavcılığı ve kolluk teşkilatı
çağdaş düzeyde yapılandırılmadığı,
ekonomik ve mali suçlarda uzmanlaşmaya gidilmediği için ilgili
birimler teknik donanım, personel bakımından yetersizdir.
Kara paranın aklanması ile etkin mücadele
yapılamamaktadır. Kurumların bünyelerinde merkezî veri
tabanı bulunmayışı tam ve zamanında bilgi edinmeyi
engelliyor, mal varlıklarının takibini
zorlaştırıyor. Kara para konusunda Mali Suçları
Araştırma Kurulu yapılanmasından kaynaklanan sorunlar da
vardır.
Bu nedenlerle, yolsuzlukla mücadele için Meclis
araştırma komisyonu kurulmasında yarar bulunmaktadır.
3.- BDP Grubu adına, grup başkan vekilleri
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplanın, okullardaki temizlik ve sağlık hizmetlerinde
yaşanan sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/777)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Okullarda kamu hizmeti olarak sunulması gereken
temizlik hizmetlerinin yardımcı destek personel kadrosu
yetersizliği, taşeron şirketler üzerinden hizmet alımı
ve okul aile birlikleri aracılığıyla velilerin
sırtına yüklenmesi çocuklarımızın
sağlıklı bir ortamda eğitimlerine devam etmelerini
engellemekte, eğitimi ticarileştirmekte ve eşitsizlikleri
arttırmaktadır. Okullarımızda yaşanan,
çocuklarımızın, ailelerimizin ve eğitim emekçilerinin
sağlığını tehdit eden bu sorunun nedenleriyle birlikte
araştırılıp kamusal çözümlerin geliştirilmesi
amacıyla Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzükün 104'üncü ve 105'inci
maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması
için gereğini arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan Hasip Kaplan
Grup Başkan Vekili Grup
Başkan Vekili
Gerekçe:
Birçok okulda yeterli temizlik personelinin ve
hizmetlinin bulunmaması halk sağlığını tehdit
eder bir nitelik kazanmıştır. Çocuklarımızın
temiz bir ortamda eğitimlerini sürdürüp bu temizliği bir yaşam
biçimi hâline getirmelerini sağlamak eğitim kurumlarının
temel görevlerindendir.
Uygulanmakta olan norm kadro sistemi ile okullardaki
yardımcı destek personel kadrosu en aza indirilerek, okullar
hizmetsiz bırakılmıştır. Hizmetli kadrolarına
"Kaynak yok." gerekçesiyle atama yapılmamaktadır.
Taşeron şirketler üzerinden temizlik işlerinin
yaptırılması eğitim sistemini ticarileştirmektedir.
MEB bilgilerine göre yaklaşık 25 bin kurumda
hiç kadrolu hizmetli bulunmamaktadır. Okulların temizlik gibi en
temel problemlerinin çözümüne yönelik hiçbir düzenleme
yapılmamış olması, özellikle okul yöneticileri ile velileri
karşı karşıya getirmekte, okul idarelerini veliden sürekli
para isteyen bir mekanizma hâline dönüştürmektedir. Öğrencilerden
zorunlu olarak toplanan paralarla güvencesiz hizmetli
çalıştırılmaktadır. Bu uygulamalar bir taraftan emek
sömürüsünü arttırırken, diğer yandan okullarda verilen hizmetin
de aksamasına neden olmaktadır.
Çocuklarımızın
sağlığının bir maliyet sorunu olarak ele
alınması eğitimde eşitsizlikleri derinleştirmekle
birlikte, çocuklarımızın, ailelerimizin ve eğitim
emekçilerinin sağlığını tehdit etmektedir.
Bugün okulların tamamının büyük bir
ihtiyaç duyduğu eğitim öğretim dışında kalan
temizlik, sağlık, güvenlik, teknik personel ve benzeri gibi
ihtiyaçların büyük bir kısmının devlet tarafından
ücretsiz bir şekilde karşılanmadığı,
okulların bu konuda kaderlerine terk edildiği ve kendi
kaynaklarını bulmaya zorlandığı ortadadır.
Okullarda eğitim ve öğretim hizmetlerinin yanında temizlik ve
sağlık hizmetlerinin de devlet tarafından sunulması
gerekmektedir. Okulları kendi kaderlerine terk eden, birer ticarethaneye
dönüşmesine neden olan ve okullar arasında derin eşitsizlikler
yaratan bu uygulama kabul edilebilir değildir. Bu nedenle, okullarda
temizlik hizmeti alanında yaşanan soruların neler olduğunun
tespit edilmesi, bu hizmetin devlet tarafından karşılanarak
çocuklarımızın daha sağlıklı ve temiz ortamlarda
eğitim alabilmeleri için neler yapılması gerektiğinin
tespiti ve Milli Eğitim Bakanlığına düşen görevlerin
belirlenmesi için bir Meclis araştırması komisyonunun
kurulması oldukça önem arz etmektedir.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç
Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
VI.- ÖNERİLER
A)Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, BDP Grup Başkan Vekili Bingöl
Milletvekili İdris Baluken tarafından 1990lı yıllarda
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan katliam ve köy
yakma olaylarının ortaya çıkarılması, geçmişle
yüzleşme ve hakikatlerin açığa çıkarılması
amacıyla 12/11/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013
Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
13/11/2013
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 13/11/2013 Çarşamba günü
(bugün) -yaptığı toplantısında-
toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki
önerisinin, İç Tüzükün 19uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Pervin Buldan
Iğdır
Grup Başkan
Vekili
Öneri:
12 Kasım 2013 tarihinde Bingöl Milletvekili Grup
Başkan Vekili İdris Baluken tarafından (4295 sıra no.lu) 1990lı
yıllarda Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşanan katliam ve
köy yakmaların ortaya çıkarılması, geçmişle
yüzleşme ve hakikatlerin açığa çıkarılması
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere
bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 13/11/2013 Çarşamba
günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin
aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Barış ve Demokrasi Partisi grup
önerisi lehinde söz isteyen Sırrı Sakık, Muş Milletvekili.
(BDP sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş) Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Yeniden, faili meçhul cinayetler ve köy yakmalarıyla
ilgili bir Meclis araştırması önergesiyle ilgili grubum
adına buradayım. Sizi tekrar selamlıyorum.
Daha önce de bu konuda önerilerimiz olmuştu,
önergeler getirmiştik ama hep reddedilmişti. Son günlerde,
aslında, bizim uzun yıllardır seslendirdiğimiz, bizi teyit
eden açıklamalar oldu. Bu açıklamalardan biri
Sabah gazetesinin
özellikle üç gün üst üste yaptığı bir yayın var: 16
İnfazda TİM Aynı. Yani Sabah grubu çok önemli bir habercilik
yaptı, Aliye Çetinkayaya da teşekkür ediyorum, bir döneme ışık
tutan bir çalışma. Burada, cinayetlerin nasıl
işlendiğine dair tanıklık edenlerin ve bu süreç içerisinde,
cinayette rol alanların itirafları var. Kürt iş
adamlarını, Kürt bürokratları nasıl alıp, nasıl
katlettiğimizi
Açık ve net olarak bu konuda itirafları
vardır. Ankara Cumhuriyet Savcılığı bir dava
açtı, 1.700 sayfalık bir iddianame hazırlandı ve bu konuda,
bu dönemin aktörlerini tek tek suçluyorlar ve bunlarla ilgili ciddi bir
soruşturma var. Hemen arkasından, Kürt coğrafyasında bu
aktörler nerede cinayet işlediler? Ankara ve İstanbulda, Kürt
iş adamlarına karşı. Hemen arkasından, bir askerin
itirafı var; Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına
bir ifadesinde aynen şöyle söylüyor: Yıl 1993. Biz, İstanbulda
görevliydik, askerdik. Bizi alıp götürdüler bölgeye. Bölgeye bizi
götürdüklerinde, bölgede operasyon yapacağımıza dair bize görev
verilmişti ama biz gittik, başımızda
komutanlarımız vardı, köylere gittik. Bizim taburumuzun adı
köy yakma taburuydu, ev yakma taburuydu, binlerce köyü yaktık. Bu itirafları,
bu beyanları Radikal gazetesine, Taraf gazetesine de yansıdı ve
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında da bu
beyanları var.
Şimdi, biz de o dönemde bu yaşanan cinayetlerin
tanığıyız. Onlarca kez, buralarda bunları sizlere
getirdik, seslendirdik ama siz, bizim sesimizi duymadınız,
çığlığımızı duymadınız,
uzattığımız eli tutmadınız. Bu sorumluların,
faillerin bulunması için çaba sarf etmediniz. Bakın, dün ve bugün
gazetelerde var, AİHMin kararı var. 1994te, ikinci Roboski olan bir
köyde yapılan vahşetten dolayı 2 milyon 305 bin euro Türkiyeyi
mahkûm eden bir karar var.
Bu kadar açık ve net olmasına rağmen ve
hemen arkasından, 1993 yılı, Bolu Tugay Komutanı Yavuz
Ertürk, Boludan giden birliklerle gidip bölgede operasyonlar yaptılar,
binlerce köyü yaktılar. Sadece köyleri yakmadılar, Muş
Altınovada Nasır Öğüt, 7 çocuğu, eşi ve kendisi -anne
hamileydi- diri diri yakıldı. Üniformalarıyla gittiler, askerî
araçlarıyla gittiler, helikopterleriyle gittiler ve apoletleriyle
gittiler, o insanları yaktılar diri diri. Bir gece sonra, benim
doğduğum Zengök köyüne gittiler; orada da 5 insanı diri diri
yaktılar ve bunlar benim kuzenlerimdi. Bakın, burada, şu
resimler insanlığa karşı işlenen suçlardır.
İsim veriyorum. Katildirler. Onlar yaptılar, üniformalarıyla yaptılar
ve bu insanları diri diri yaktılar. Ben kavas
arkadaşlarımızı davet ediyorum: Şu gruplara bu
resimleri verebilirseniz... Bütün gruplara dağıtabilirsiniz.
Yavuz Ertürk Bolu Tugay Komutanıydı ve bugün,
Diyarbakırda kendisiyle ilgili bir soruşturma var; 11 kez
ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor bu
zatla ilgili. Oysaki o günden bugüne kadar, 100 kez buralara bunu getirdik,
feryat ettik.
Ve yine, hemen Zengökten çıkıp
Şenyaylaya gittiler. Zengökte bu vahşeti yaptılar,
Şenyaylaya gittiler, 11 -yine birçoğu benim yakın
akrabamdı- insanı alıp götürdüler, öldürdüler ve sonra Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi bununla ilgili Türkiyeyi mahkûm etti. Büyük
bir mahkûmiyet çıktı ve şimdi soruyorum: Allah aşkına,
bu kadar katillik aşikâr bir şekilde ortadayken savcılar bu
kadar ağır cezalarla bunların
cezalandırılmasını istiyor
Ha Ankaradaki aktörler, ha bu
Yavuz Ertürkle ilgili...
YÖKü protesto eden öğrenciler apar topar
tutuklanıyor. Kürt siyasetçiler sadece siyaset yaptıkları için
apar topar tutuklanıyorlar. Yani avukatından gazetecisine, bilim
adamına kadar herkes tutuklanıyor. Peki, bu katiller, bu cinayetlerle
ilgili bu kadar ağır itham altında olanlar nasıl ellerini,
kollarını sallayarak dolaşabilirler? Burada büyük bir tezat
vardır. Bu özel yetkili mahkemeler sadece muhaliflerle ilgili mi
görevlidirler? Bakın, bunlar bunu yaparken ne diyorlardı?
Vatanın birliği ve bütünlüğü için... Aslında içinde vatan
falan yok, bunlar sadece vatana cepleriyle, mideleriyle bağlıdır.
Ankarada, cinayet işleyen bu şebekenin, o cinayeti
işlediği zaman, o mağdurun cebinden çıkan parayı
paylaşmak için birbiriyle nasıl cebelleştiğine hep
tanıklık ettik. Böyle bir hukuk devleti olur mu? Böyle bir hukuk
devleti olmaz. Ve biz, size onlarca kez bunu getirdik ve siz bize inanmadınız.
Sizi bütün inançlarımızla temin ettik, dedik ki biz olayın
tanığıyız, bire bir gördük, bire bir yaşadık ama
siz bize inanmadınız, getirdiğimiz bütün bu araştırma
önergelerini reddettiniz.
Şimdi, tarihî bir gün yaşıyoruz.
Bakın, bu kadar açık ve net olarak kamuoyunda artık katiller
biliniyor, bu gök kubbe altında artık gizli saklı bir şey
kalmadı. Sizi bu kutsal kitap adına temin ediyorum ki bildiklerimin
belki binde 1ini anlatmışımdır, yani daha binde 999u
anlatılmadı. Sizi bugün vicdanınızla baş başa
bırakıyorum. Ya gelip inanacaksınız, öyle boş inanç
yok. Bu mağdurun, şu yakılan insanların hukukunu eğer
veremiyorsanız, eğer bugün, burada el kaldırıp bu Meclis
araştırma önergesine oy veremiyorsanız bana inançlardan, bana
İslamiyetten bahsetmeyeceksiniz. Biz size yalan söylemiyoruz,
doğruları söylüyoruz ve yaralıyız. Yaralı
olduğumuz için de diyoruz ki: Bu Meclis araştırma önergesi kabul
edilmelidir ve adı devlet, adı kim olursa olsun, amasız,
lakinsiz bu topraklarda mağdur edilen insanların hukukunu savunmak
hepimizin boynunun borcudur. Sizi bugün göreve davet ediyorum
Bakın, Sayın Başbakan dün şunu
söyledi: Bir barış süreci yaşayacağız. Bu
barış sürecinde biz, Irak Federal Bölgesi Kürdistanın
Başkanı Mesut Beyle Diyarbakırda olacağız. Önemli
bir görüşmedir. Bunu da önemsiyoruz. Yanında Şivan Perwer
olacak. diyor. Yanında İbrahim Tatlıses olacak, düet
yapacaklar. Şivan Perwer bu toprakların çocuğu. İkisi de bu
topraklarda doğdu ama biri buralarda hayat bulamadığı için
kırk yıldır yurt dışında, kırk
yıldır diliyle, kültürüyle, sazıyla bu mücadeleyi sürdürüyor.
Benim de buradan Şivana bir çağrım var:
Bizim acılarımız var. Siz Diyarbakıra geliyorsunuz.
Diyarbakırın acıları var Şivan. Sen, kırk
yıl bu mücadeleyi sürdürdün. Sen, bu acılar adına
Eğer
düet yapacaksanız, senin, Pariste sürgünde ölen Ahmet Kayanın naâşı
başında bir parçan vardı, bu parçayı istiyoruz.
(Hatip tarafından kürsüde cep telefonundan bir
kaydın dinletilmesi)
SIRRI SAKIK (Devamla) Bizim acılarımız
var. Bu topraklarda çok acı yaşandı ve bu acıların
seslendirilmesi gerekir Diyarbakırın sokaklarında ve bu
acılardan dolayı özür dilenmelidir eğer barış
inşa edilecekse. Sevgili Şivan bu acılara öncülük etmelidir, bunu
seslendirmelidir. Barış ancak bu şekilde inşa edilir.
Diliyorum acılarımıza ortak olursunuz.
Bu duygularla hepinize teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Anlaşıldı, bir
Çırpınırdı Karadeniz de biz çalacağız burada
yani. Öyle görünüyor.
SIRRI SAKIK (Muş) Çalın. Siz doksan yıl
çaldınız.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Bir doksan daha
çalacağız anlaşılan.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Öğretemedik.
Öğreneceksin bundan sonra. Doksan birinci yılda, Allah nasip ederse
öğreneceksin.
BAŞKAN Evet, teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi
aleyhinde söz isteyen Mehmet Naci Bostancı, Amasya Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Çok teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Keşke Kuran-ı Kerim burada kalsaydı ben
de gösterseydim. O resimlerin yanına eklenecek başka resimler de var
tabii.
SIRRI SAKIK (Muş) Var, doğrudur.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Belki, bütün
resimler bir araya getirildiğinde, bütün o resimlerin konuşulması
üzerinden bu topraklara ilişkin ortak bir adaleti
gerçekleştirebiliriz. Bu, çok önemli.
Değerli arkadaşlar, İnsan
Haklarının altında şiddete ilişkin bir komisyon oluşturduk,
Anadoluyu dolaştık, şimdi Çözüm Komisyonu olarak
çalışmaları sürdürüyoruz. Gittiğimiz yerlerde, insanlar
bize otuz yıllık süre içerisinde yaşananlara ilişkin kendi
tanıklıklarını, gördüklerini, geleceği barış
ve çözüm için nasıl biçimlendirmek gerektiğini anlatıyorlar,
aynı zamanda acılarını anlatıyorlar. Bu acılar,
bu topraklarda ne olupbittiğini anlamak bakımından
insanların tanıklığına muhtaç. Elbette gazeteler de
yazıyor, bazen televizyonlarda küçük bir enstantane de gösteriliyor ama
gerçeğin onlardan ibaret olmadığını bilelim.
Yaşlı bir kadın gelmişti daha birkaç
gün önce Komisyona. 3 tane çocuğunu dağda kaybetmiş. Oğlu
faili meçhul olmuş -BDP Grubunun verdiği önerge çerçevesinde-
kaybolmuş. Oğlundan geriye sadece bir mendil kalmış.
Kadın dedi ki: Benim torunlarım, 3 torunum, babalarından kalan
tek hatıra olan bu mendile bakarak ağlıyorlar. Çok önemli. Bunu
anlayamayacak insan var mı, buradaki duyarlılığı,
buradaki insaniliği? Elbette, insani olan her şeyi
anlayabildiğimiz ölçüde insan oluruz ve
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Ali İsmail
Korkmazı da anlamanızı bekliyoruz, Ethem Sarısülükü,
Mehmet Ayvalıtaşı da anlamanızı bekliyoruz.
Onları öldürenlerin destan yazmadığı bir ülke istiyoruz
biz.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla)
herkesi
kucaklayacak bir adalet duygusuna ulaşırız.
Aynı kadına sordum, dedim ki: Evin
kapısı çalındığında, gelmeyen çocuklarından
hangisinin geldiğini düşünüyorsun? Yüzüne mahzun bir gülümseme
çöktü, en küçüğünü söyledi. Bir annenin
duyarlılığından bahsediyorum. Ben de dedim ki: Bu ülkede,
kapıları çalındığında gelmeyen
çocuklarını bekleyen çok anne var. Türkiyenin her tarafında,
bu anneler, kapılar her çaldığında, daha mezarlıktan
yeni gelmiş bile olsa, mezarda, orada başında dua okuduğu
çocuğunun geldiğini düşünüyor. Anne yüreği, ümit eder.
Yirmi dört yıl önce şehit olan bir askerin -tek
bir evlat, yirmi dört yıl önce, ismi Kemal- annesi anlatıyor:
Evladım, her hafta gidiyoruz. Bizim hayatımız aslında
mezarlıkta geçiyor ama yine de umut, ne zaman kapı çalınsa
Acaba Kemalim mi? diyorum, kapıya doğru yöneliyorum, sonra birden
duruyorum, biliyorum ki Kemal yıllar önce hayatını kaybetti.
Yaşlı bir çift geldi komisyona, İzmirde 5
katlı bir apartman dairesinin en üst katında oturuyorlar. Apartmanda
asansör yok ve her gün, o apartmanın 5inci katına binbir güçlükle
inip çıkıyorlar. Onların da tek evlatları, genç bir
teğmen şehit olmuş. Yakınları demişler ki. Sizi
buradan çıkaralım, daha düzayak bir eve taşıyalım.
Hayır, biz burada öleceğiz çünkü çocuğumuzun nefesi hâlen
burada. demişler.
Bunları niye anlatıyorum? Acıları
yarıştırmak için değil, bu ülkede otuz yıllık
süre içerisinde ne olduğunu görebilmek için anlatıyorum. Faili
meçhuller bu genel hikâyenin bir parçası, bütün parçalarını
göreceksin. Adalet talep ediyorsan, bütünüyle bir adalet talep edeceksin.
Adalet iki tarafı keskin bir kılıçtır; sadece
karşıdakini kesmeyeceksin, kendini keseceksin. Bu topraklarda bir
çatışma yaşandıysa, bu bahsettiğim acılar
yaşandıysa, bu acılardan çıkışın yolu, her
defasında -çok politik bir dille, kim olursa olsun- sadece kendi
acılarından ve kendi hakkaniyet, adalet duygundan bahsetmek olamaz.
Geçmişte bu yanlışlık yapıldı. Otuz yıl biz
bu dramı niçin yaşamaya devam ettik? Çünkü herkes kendi adaletini
istedi. Ben 80 öncesini de yaşadım. Burada var 80 öncesinde o dönemlere
şahit olanlar. Herkes, kendi adaletini istediği ve devleti bu adaleti
gerçekleştirmek için yeterli görmemesi sebebiyle ihkakı hakk
denilen o meşrulaştırıcı unsura
sığındığı için, şiddet sarmalı Türkiyeyi
bir tufan gibi 12 Eylüle götürdü.
Arkadaşlar, aklın bir sınırı var
ama akılsızlığın yok. Sınırlı olan
aklımız bu işleri nasıl çözümleyecek?
Başkalarının acısına bakacaksın. Susan Sontag diye
bir denemeci vardır, der ki: Başkalarının
acısına bakmak insaniliktir, ancak başka insanların
acılarını, dertlerini, genel insani bağlamda bütün bu
hikâyeleri görebildiğin ölçüde insan olur ve adaleti bunun üzerine
kurabilirsin. Şimdi, biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Çözüm
süreci dediğimiz nedir? Çözüm süreci dediğimiz, bugün, bu ülkede iki
farklı kamuoyuna bölünmüş, duyarlılıkları, hikâyesi,
anlatıları, acıları, kendi içine gömülmüş
insanları bir araya getirmek, bu duvarları yıkmak, toplumun
ortak vicdanını kurmak için, çözüm süreci bunun için. Sırrı
bey
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sizin bir
araya getirmek istediğiniz proje milleti ayrıştırıyor.
Hocam, sen farkında değilsin memlekette olanın, bitenin.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Affedersin
BAŞKAN Sayın Türkoğlu, lütfen müdahale
etmeyin.
RECEP ÖZEL (Isparta) Asıl sizin
anlayışınız bu hâle getirdi.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Veya da ihanetin
ortağı, öyle görüyorum ben.
BAŞKAN Lütfen, sayın milletvekilleri...
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) İki tarafı da
eşit kefeye koyuyorsun ya, bütün geçmişini inkâr ediyorsun Hocam!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Ya ne geçmişi!
BAŞKAN Sayın Bostancı, buyurun.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Yani ben böyle,
plastik, ucuz, demagojiye dayanan sözleri aynen reddediyorum. Ben burada
insanlıktan bahsediyorum. (AK PARTİ ve BDP sıralarından
alkışlar) İnsan olduğunuz ölçüde memleketi seversiniz,
milliyetçi olursunuz, bu toprakları kucaklarsınız. Herkesi
kucaklamayan bir milliyetçilik olmaz, herkesi kucaklamayan bir insanlık
olmaz. Bu vatanın birliğini nasıl sağlayacağız?
(AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP
sıralarından gürültüler)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Onun için mi teröristlerle
kucaklaşıyorsun?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Katilleri kucaklamak
mı milliyetçilik?
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Teröristleri kucaklarken, o
anlattığın insanların hatırasına hürmetsizlik etme!
Yazık!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) -
Kurtuluş Savaşı verdiğimiz Yunanlıları da
kucaklayacak mısın?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Elbette, bu ülkede
yaşayan her insanı kucaklayan ve ortak bir adalet duygusunda
buluşturan bir yaklaşım bu ülkenin birliğini ve
dirliğini sağlar. (CHP sıralarından gürültüler)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Oraya şehit
anasını anlatmaya çıkmışsın, hürmetsizlik
yapıyorsun!
BAŞKAN Sayın Korkmaz
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Şehit anasına
hürmetsizlik yapıyorsun!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Elbette
konuşacaklar, siz de konuşacaksınız, herkes konuşuyor.
Meydanlarda konuşuyorsunuz, millet de dinliyor, dinliyor ve
kararını veriyor.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Millet tokadı vuracak
size, hiç merak etmeyin!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Herkese, millet
diyoruz ya, hani hep kendisini referans verdiğimiz, adaletin
kaynağı olarak gördüğümüz o millet, işte bu tabloyu
çıkartıyor, bu tabloyu.(AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Birileri vatan için öldü,
öbürü vatana ihanet ettiği için. Aynı kefeye koyuyorsun! En büyük
adaletsizlik budur!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ve diyor ki: Ey bu
tablo, bu Meclis bu ülkenin birliğini sağlasın. Biz de milletin
bize verdiği görevi yapıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, çözüm süreci
inşallah yolunda gidecek.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Yazık, yazık! En
büyük adaletsizliği siz yapıyorsunuz!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sokağa
çıkamayacaksınız, sokağa! Kaçacaksınız milletten!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) İnşallah,
bu ülkenin bütün acılarını sona erdirecek bir hakkaniyet ve
adalet durumunu sağlayacağız. Bu ancak sınırları
yıkmakla olur.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) - Devleti çözdünüz, devleti!
Sizin çözdüğünüz devlet, çözdüğünüz o.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bu ancak
başkalarının acılarına açık olmakla olur.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Millete silah çekenle,
milleti koruyanı aynı kefeye koyuyorsun ya, en büyük adaletsizlik
budur, millete en büyük hürmetsizlik budur! Yazık, yazık!
BAŞKAN Sayın Milletvekili, lütfen
Sayın
Korkmaz, lütfen...
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ben isterdim ki
Sırrı Bey buraya geldiğinde, o gösterdiği resimlerin
yanına başka resimleri de koysun. Ben, bütün o resimleri gördüm. Ben
burada, hem Sırrı Beyin resimlerini göstermek isterdim hem de
başka resimleri göstermek isterdim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Bence gerçek yüzünü gösterdin,
hepsi o kadar! Bir tek gösterdiğin gerçek yüzün oldu, başka bir
şey gösteremedin.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Türkiyenin
gerçekliği bütün bu resimler, bütün bu resimler, bütün bu acılar.
Bunları görmeyen göz kördür. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Gerçek yüzünü gördük, o kadar,
başka da bir şey yok!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, çözüm sürecinin arkasında en çok olan insanlar
yaralı insanlar, evlatlarını kaybetmiş insanlar. Hikâyesi
uzakta olanlar sadece bu işin dedikodusunu yapıyorlar. Onlar çözüm
istiyor, biz de inşallah yapacağız.
Saygılarımla. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Siz kim? Siz derken kim,
kimden bahsediyorsunuz siz?
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Oraya şehit ailesini
anlatmaya çıkmışsın. Şehit anasını anlatmaya
çıkmışsın oraya. Yazık, yazık!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sahte kabadayı gibi yürüme
öyle!
BAŞKAN Barış ve Demokrasi Partisi grup
önerisi lehinde söz isteyen Hüseyin Aygün, Tunceli Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sahte kabadayı!
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Şu kurduğun
cümlelere bak!
ŞUAY ALPAY (Elazığ) Teröristleri
kucaklayan kim? Acıları paylaşmaktan bahsediyor Hoca.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) Şuay
Bey, Amerikalılarla görüşün bu konuyu!
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) Sayın Başkan,
çok teşekkürler.
Benden evvel konuşan hatip, terör alt komisyonunda başkanlık
da yapan ve mesai arkadaşlığı yaptığım Naci
Bostancı. Beyefendi aynı zamanda bir profesör ve o komisyondaki
çalışmalar sırasında, geçmişle yüzleşme,
geçmişteki acıların telafisi ve insani bir çözüm
arayışı uğruna, Diyarbakır ve Hakkârinin de içinde
bulunduğu illeri gezdik. Bu arada, Naci Bostancı bir kitap yayımladı
-eski ülkü ocakları yöneticisi olarak- çok merak ettim kitapta ne
yazdıklarını çünkü sadece 90lı yılların köy yakmaları
ve cinayetleri, karşılıklı verilen insan
kayıpları, şehitler, evlatlarını yitiren anneler
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Hüseyin Bey, o eski ülkücü
değil, ülkücü eskisi o!
RECEP ÖZEL (Isparta) Terbiyesizlik yapma!
BAŞKAN Sayın Korkmaz
Sayın Korkmaz,
lütfen
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla)
konularını
değil, aynı zamanda, 1980den önce olan olayları da merak
ediyordum ve Naci Bostancının ne
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) O eski ülkücü değil, o
ülkücü eskisidir ancak olsa olsa!
BAŞKAN Sayın Korkmaz, ona siz karar verecek
değilsiniz. Lütfen
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) O bir türkücü! Ülkücüyle
türkücüyü karıştırma. O bir türkücü!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) Ülkücüyü geri
alıyorum, peki. Ülkü ocakları yöneticisiydi, öyle diyeyim
arkadaşların uyarısıyla.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) O, o zamandı.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) O türkü söyler devamlı!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) Şimdi, alıp
okudum ilgiyle çünkü aynı komisyonda çalışmıştık
ve hocanın ne dediği, ne yazdığı bir profesör olarak
da ilgi alanıma giriyordu.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Ülkücülükle alakası
yok. Dün dündür. Bülent Ersoy bugün erkek mi?
ŞUAY ALPAY (Elâzığ) Ayıp!
Ayıp! Hakikaten çok ayıp. Hiç yakışıyor mu?
Yazık! Yazık!
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Ne ayıbı!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) Naci Hocanın
kardeşini kaybettiğini o kitap vesilesiyle öğrendim, 80 öncesi
sağ sol çatışmalarında, yanılmıyorsam.
Kardeşi yaşamını kaybetmişti ve hocanın ülkü
ocakları yöneticisi olarak da kitapta ne dediğini, nasıl bir
mesaj verdiğini sayfalar boyunca takip ettim. Tabii, kardeşinin
ölmesi çok korkunç bir şey ve insani olarak da acısını
bence çok iyi ifade etmiş ama mesela, isterdim ki ülkü ocakları,
sağ sol çatışmaları, Maraş olayları
sırasında yaşananlar, örneğin TİPli 7 gencin
Bahçelievlerde katledilmesi, eter, pamuk burunlarına tıkanmak
suretiyle, boğulmak suretiyle vahşice katledilmesiyle ilgili de bir
şeyler söylesin, o zaman öldürülen, katledilen sol insanlarla ilgili de
bir şeyler söylesin. Tabii, bir insan sadece kendi kardeşinin
acısını da yazabilir ama Başkasının
acısına bakmak. diyen AKPli hatibin, o kitapta
başkasının acısına çok bakmadığını
gördüm.
Şimdi, köy yakmalarla ilgili de tabii çok problem
var. Biz, gerçekten o komisyonda çalışmalar yaptık,
insanları dinledik. Köy yakma dediğimizde, sadece göç ettirme,
mesela 90lı yıllarda 1 milyon 300 bin kişinin TBMM raporuna
göre batıya nakledilmesini anlamıyoruz; aynı zamanda, faili
meçhul cinayetleri, siyasi kayıpları, insanlara uygulanan
zorbalığı, insanlara dışkı yedirilmesini, hiç
dillerini bilmedikleri kentlerde, ilçelerde ve varoşlarda insanların
iskân edilmelerini kastediyoruz; aynı zamanda, büyük bir insani
acıyı konuşuyoruz.
90lı yıllarda -TBMM raporuna göre- 1 milyon
300 bin kişi
Bu sayının çok fazla olduğu kanaatindeyim
çünkü göçlerin en yoğun yaşandığı bölgelerin birinden
geliyorum ben, orada avukatlık da yaptım. Mesela, Dersim bölgesinde
45 bin kişi göç ettirildi, oranın nüfusu 100 küsur bin
civarındaydı, şehrin neredeyse üçte 1i zorunlu göçe gönderildi
ve gidenlerin köylerinin büyük bir bölümü yakıldı. Bu arada, bu
raporu yazan, 1 milyon 300 bin kişinin nakledildiği raporunu yazan
devlet, mesela Türkiyenin batısında bu insanların nereye
yerleştiği, ne yiyip içtiği, neyle geçindiği konusunda
hiçbir araştırma yapmadı; bu konuda da hiçbir envanter elimizde
bulunmuyor.
Şimdi, eskiye gidecek olursak, bu köy yakmalar çok
eski bir mesele arkadaşlar. Mesela, köy yakma konusunda bir kitapçık
var, jandarma tarafından yayımlanmış, Köy Yakma El
Kitapçığı adı. Köydeki evlerin nasıl olduğunu
tarif eden bu kitapçık, en kolay yoldan bir evin nasıl
yakılacağını anlatır. İsteyen gider,
kütüphanelerde bu kitapçığı okuyabilir. Demek ki çok eski bir
politikayla karşı karşıyayız, insanların köyleri
yüz yıllar boyunca yakılmış ki başka yerlere
nakledilsinler ve bunlardan bazı politik ve ideolojik yararlar elde
edilebilsin. Benim aklıma gelen şeylerden bir tanesi, nüfus ve iskân
politikaları. Balkanlarda da oldu, Vanda da oldu, Dersimde de oldu; bununla,
aynı zamanda, insanların kültürlerini ortadan kaldırıp tek
tip insan yaratma amacı izlenmiş olsa gerek.
Köy yakmalarla ilgili BDP adına konuşan
Sırrı Sakık, bir askerin Taraf gazetesindeki itiraflarına
atıfta bulundu, onu ben de okudum, başka bazı gazetelerde de yer
aldı. Kendilerinin köy yakma timi diye bir tim kurduklarını ve
Güneydoğuda köyleri yaktıklarını söylüyor. Aslında,
bu tanık ifadelerine de çok fazla gerek yok yani orada göç
ettirilmiş, sayıları milyonları bulan, herhangi bir
yurttaşı İstanbulda, İzmirde, Egede bulup -rahat-
dinleyebilirsiniz köylerinin nasıl yakıldığını,
size aradan geçen yirmi yılı da anlatabilir ve aslında, o insani
acıların mağdurlarının tarafından da olaya
bakabilirsiniz.
Bu Mecliste de çok sayıda önerge oldu, hem
arkadaşlarımızca hem bizim tarafımızdan verilen
önergeler. Fakat, şu ana kadar bu alanda hiçbir işlem
yapılmadı. Sadece, 2004 yılında, Avrupa Birliğinin
baskısıyla terörle mücadeleden doğan zararları
karşılayan bir kanun çıkarıldı. O da aslında
başkasının acısına bakmak diskuruna uygun olarak
atılan bir adım değildi ne yazık ki. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde çok sayıda dosya birikmişti ve onların
yaratacağı mali külfet Hükûmeti çok korkutuyordu. Bu yüzden,
yayınlanan o yasada da ne yazık ki amaca ulaşılamadı
çünkü yasa çıktığında öldürülmüş bir insanın can
bedeli sadece 17 bin TL olarak ifade edilmişti ve yasa, manevi tazminat
ödemeyi en baştan reddediyordu. Öldürülmüş, sürülmüş
insanların acılarını telafi eden bir yasada, bu Hükûmet
döneminde çıkan bir yasada, onlardan şeklen özür dilenmesini içeren
bir hüküm bile bulunmuyordu. Ayrıca, bu yasa sadece
çıktığı tarihe kadarki mağduriyetleri giderdi. Mesela,
2004ten 2013e kadar hâlâ yüzlerce, binlerce boş olma durumları
devam eden köy ve mezra var. Bu aradaki maddi zararlarla ilgili de bu yasa
herhangi bir çözüm önermiyor ve bizim 2003ten 2013e kadarki zararların
da tazminine dair kanun tekliflerimiz var; eğer Meclis Genel Kuruluna
gelirse ve çoğunluk oy verirse köylülerin mağduriyetlerinin bir
bölümü daha karşılanabilir.
Bu arada, yine çok ilginç bir şey var benim
okuduğum: Yavuz Ertürk ve etrafındaki bir grup insanın -Bolu Komando
Tugayı yöneticisi zamanında- Diyarbakırda sanırım
açılmış bir soruşturması var. Yavuz Beyin geçen gün
ifadesi alındı ve serbest bırakıldı çünkü yirmi
yıllık zaman aşımı doluyordu. Spesifik olarak, 11
köylünün Kulpta kaybedilmesine dair bir dosyaydı ama aynı zamanda,
bu kayıp olaylarının meydana geldiği bölgelerde köyler de
yakıldı, siyasi cinayetler de işlendi. Dolayısıyla,
orada uygulanan kıyıcı politikaları ortaya koyan kompleks
ve büyük bir davayla karşı karşıyayız. Dilerim, bu
davada bir mesafe katedilebilir ama şu ana kadar köy yakmadan dolayı
-başta Tansu Çiller olmak üzere- hiçbir siyasetçinin ve kamu görevlisinin
veya jandarma komutanının yargı önüne çıkarılması
veya cezalandırılması gibi hiçbir sonuç yok, çok ilginç. Yani, 1
milyon 300 bin kişi göç ettiriliyor Türkiyenin batısına ama
yargılanmış tek bir kamu görevlisi yok, sene 2013!
Tabii, bu arada yargılamalar oldu. Türkiyede
yargılanmadı insanlar ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
bol bol Türkiye aleyhine davalar açtı ve Türkiyeyi, işkenceci
devlet, katil devlet, köy yakan devlet gibi tanımlamalarla
uluslararası camianın önünde son derece zor bir pozisyona soktu.
Kendi vatandaşının köyünü yakmak, bomba atmak, havadan
bombardıman etmek nasıl bir şey, bir hükûmet veya devlet
açısından ne kadar onur kırıcı bir şey olsa
gerek, tahammül ediyoruz.
Bu Yavuz Ertürke yeniden dönecek olursam, Yavuz
Paşanın ismi ilk olarak AİHMdeki bir yargılamada ortaya
çıktı. Yani, onu Türkiyede hiçbir savcı yargı
karşısına çıkaramadı, AİHMde ismi ortaya
çıkarıldı ve bu Ankara Adliyesinin bir kütüphanesi var, orada
AİHM yargıçları geldi, kendisinden -yıllar evvel, 1990lı
yılların sonunda- ifade aldılar. Daha sonra, Diyarbakır ve çevresinde
işlenen cinayetlerle ilgili insan hakları savunucularının
yoğun takibiyle Yavuz Ertürk ve arkadaşlarına karşı bu
dava açıldı ama bu davada bir yere varılabilecek mi? Gerçekten
köy yakanlardan hesap sorulabilecek mi? Maddi zarar, manevi zarar boyutuyla
insanların mağduriyetleri giderilebilecek mi? Doğrusu çok
umutsuzum çünkü bu haftaya, Başkasının acısına
bakmak. diyen Profesör Naci Bostancının hiç de dileklerine uymayan
gelişmelerle girdik. Mesela, 19 yaşında dövülerek vahşi
şekilde katledilen Ali İsmail Korkmazın davası, Onu
arkadaşları öldürdü, polis böyle bir şey yapmaz. diyen
Eskişehir Valisi tarafından Kayseriye gönderildi. İşte,
başkasının acısına böyle bakıyoruz.
Veya bir vali, Adana Valisi, artık sosyal medyada
çok gülünç bir duruma düştü ama kendisini protesto eden bir vatandaşa
ne biçim hakaretler etti, görüyorsunuz ve utanmadan bir de çıkıp
yalan söyledi. Dün de bu Mecliste Onu yedirtmem. diyen bir
Başbakanı dinledik. Dolayısıyla, Başkasının
acısına bakmak. eğer tutarlı bir diskur olacaksa Ali
İsmail Korkmazın, Ethem Sarısülükün, canlarını
kaybeden diğer gencecik çocukların da acısına bakmamız
lazım.
Bugün, yüzlerce gündür derin bir uykuda olan, polisin,
başından gaz kapsülüyle vurduğu 14 yaşındaki Berkin
sabah ameliyata girdi. Onun da acısına bakmalıyız, o zaman
köy yakmaların ne olduğunu tutarlı bir şekilde
anlayabiliriz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi
aleyhinde söz isteyen Recep Özel, Isparta Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Barış ve Demokrasi Partisinin vermiş olduğu grup önerisinin
aleyhinde söz almış bulunmaktayım.
Tabii ki araştırılması istenen konu,
Türkiyenin tarihinde yaşanmış, acıları olan, bir daha
bu ülkede bu acıların yaşanmasını hiç kimsenin arzu
etmediği bir durum. Bunlara birtakım sloganvari söylemlerle
karşı çıkmak, acıyı yüreğinde hissetmemek
çözümden ziyade yine eski günlerin tekrarlanmasından ibaret olacak. Onun
için, biz, bir daha bu ülkede bu tür acıların
yaşanmasını hiç kimsenin arzu etmemesini ve bu ülkede sevginin,
kardeşliğin her yerde her şekliyle hâkim olmasını arzu
etmekteyiz. Onun için bu çözüm süreci, onun için barış ve
kardeşlik diyoruz. Birtakım milliyetçi söylemlerle bu ülkeye hiç
kimse bir şey katmadı. Biz kardeşliği, ortak
değerlerimizi acaba yükseltebilirsek, bu acıları yüreğimizde
hissedebilirsek
Biz AK PARTİ olarak Türkiyede her kesimin, yaşayan
her kesimin uğramış olduğu bütün mağduriyetlerin
acısını yüreğimizde hissediyoruz. Onun için çözümden
yanayız, onun için kardeşlikten yanayız.
Adımlar partimiz ve Hükûmetimiz tarafından
atılmaktadır. Meclisimizin gündemi bellidir; bugün İç Tüzük
değişikliği, kamuoyunun beklentisi ve milletvekili
arkadaşlarımızın beklentisini cevaplayacak bir düzenleme
var. O nedenle araştırma önergesine üzülerek de olsa
katılmadığımızı belirtiyor, hepinize
saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
SIRRI SAKIK (Muş) Sayın Başkan,
Sayın Bostancı dedi ki: Resmin tümüne bakmamız lazım. Ben
orada açık ve net olarak ortaya koymama rağmen hâlâ bir başka
tarafa çekmenin çok da vicdani olmadığını
BAŞKAN Fikirlerini söyledi Sayın Sakık.
SIRRI SAKIK (Muş) Hayır, bakın,
Sayın Başkan, ben aynen şunu söyledim
BAŞKAN Hayır, orada sizin
konuşmanıza bir sataşma söz konusu mu, var mı?
SIRRI SAKIK (Muş) Var, var efendim.
BAŞKAN Ne var? Ne söyledi de sataştı?
SIRRI SAKIK (Muş) Efendim, aynen şöyle diyor:
Resmin tümüne bakmanız...
BAŞKAN Evet, dinledim.
SIRRI SAKIK (Muş) Oradan şöyle bir şey
çıkıyor: Sanki, efendim, PKKnin yaptığına
karşı devletin bunu yapmak gibi bir hakkının olduğunu
söylüyor. Oysaki ben
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Hayır,
hayır.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Öyle bir şey
demedi.
BAŞKAN Hayır, onu söylemedi, onu kastetmedi.
İşte Sayın Bostancı...
RECEP ÖZEL (Isparta) Demedi.
SIRRI SAKIK (Muş) Bakın, Sayın
Başkan, tutanaklara geçsin, isterseniz söz vermeyin. Ben şunu
söylüyorum
BAŞKAN Hayır, söz verip vermeme konusu
değil, sataşma olmadığı için vermiyorum yani.
SIRRI SAKIK (Muş) Adı devlet olur, adı
örgüt olur, adı birey olur, kim olursa olsun dedim bu komisyonu
oluşturalım, üzerine gidelim; örgüt mü, devlet mi, kimse, hep
birlikte oluşturalım. Tarih size son derece önemli bir fırsat
sunuyor.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Sakık.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Yanlış
yanlışla temizlenmez.
BAŞKAN Barış ve Demokrasi Partisi grup
önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul edilmemiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.05
İKİNCİ
OTURUM
Açılma Saati:
15.19
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
------0------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 16ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzükün
19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
2.- MHP Grubunun, Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve
arkadaşları tarafından dershanelerin ortaya çıkmasına
sebep olan durumların ve dershanelerin kapatılmasının
eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla 9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013 Çarşamba
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin
aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
13/11/2013
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 13/11/2013 Çarşamba günü
(bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki
önerisinin İç Tüzükün 19uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Yusuf Halaçoğlu
Kayseri
MHP Grup
Başkan Vekili
Öneri:
09 Ekim 2013 tarih, 250 sayı ile TBMM
Başkanlığına vermiş olduğumuz Ankara Milletvekili
Zühal Topcu ve arkadaşlarının dershanelerin ortaya
çıkmasına sebep olan durumların ve dershanelerin kapatılmasının
eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla verdiğimiz Meclis araştırma önergemizin 13/11/2013
Çarşamba günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Zühal Topcu, Ankara Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
ZÜHAL TOPCU (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dershaneler
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına verdiğimiz
araştırma önergesi adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, konuya nereden
başlayacağımızı gerçekten bilmiyoruz. On bir
yıllık süre içerisinde, en fazla üzerinde oynanan konu ve
değişikliğe uğrayan, akşam yatılıp sabah
önemli değişikliklerle kararlar alınan konu eğitim konusu
olmaktadır. Özellikle, baktığımızda, eğitim sistemindeki
sorunların da gittikçe kar topu gibi büyüdüğünü artık hepimiz de
biliyoruz yani bunu, artık iktidar partisinin kendi milletvekilleri ve
bakanları da biliyor; özellikle belirtmek istiyoruz. Çünkü,
baktığımızda, şimdiye kadar, özellikle eğitim
konusunda, ağzı olan herkesin konuştuğunu görebiliyoruz;
herkes her konuda ahkâm kesiyor ve önemli açıklamalarda bulunuluyor.
Eğitimin bileşenlerine
baktığımızda, öğretmenlerin mutsuz olduğunu
görebiliyoruz. Özellikle eğitimin itici gücü olan öğretmenler
artık kendilerini tam olarak görevlerine veremiyorlar çünkü sistem her gün
değişiyor. Öğretmenlerin kariyer basamaklarına yönelik herhangi
bir sistematik programlaması daha yapılamadı.
İktidarın on bir yıldan beri üzerinde düşündüğü,
tartıştığı konular hâlâ gerçekleşemedi.
Özellikle, yine, öğretmenlerin maaşları
üzerinde sürekli olarak bir
azalmanın gündeme geldiğini ve bunun yeni değişen
şartlara göre yenilenmediğini de biliyoruz.
Öğrenciler mutsuz çünkü sürekli olarak sınav
sistemi değişmekte ve ders içerikleri değişmektedir.
Artık öğrenciler de yetişemiyor, hangi sınava ne zaman
girecekleri ve sınav içerikleri konusunda böyle bir belirsizlik sürekli
olarak gündemi işgal etmektedir.
Veliler mutsuz çünkü artık onlar
çocuklarını mutlu edemiyorlar, aynı zamanda, gelecekleri olan,
hem kendilerinin hem de bu ülkenin geleceği olan çocuklarına
yetemiyorlar, cevap veremiyorlar.
Yöneticiler mutsuz çünkü görev yaptıkları
okulda herhangi bir güvenceleri yok, iktidarın uyguladığı
politikalarla, anında, farklı görev yerlerine atama gibi bir durumla
karşı karşıya kalmaktadırlar.
Şimdi, baktığımızda, özellikle
eğitime yönelik sorunlar üzerine odaklanan tartışmaların da
seviyesinin iyice düştüğü ve siyasete alet edildiğini, özellikle
gençlerimizin ve çocuklarımızın siyasete alet edildiğini de
görebiliyoruz. Burada, artık eğitime yönelik bir sürü önemli sorun
var iken, onların gündeme getirilmesi gerekir iken bir bakıyoruz ki,
dershane konularının gündeme getirildiğini görüyoruz.
Baktığımızda, özellikle 2008
yılında Sayın Başbakanın dershanelere karşı
milletçe mücadele çağrısında bulunduğunu biliyoruz ve o
zamandan bugüne AKP iktidarının da dershaneler konusunda bir
adım atmadığını da biliyoruz.
Yine, şikâyet konusunda, sürekli olarak her gün
şikâyetler artarken icraat konusunda, buna çözüm üretme konusunda AKP
iktidarının bir adım atmadığını da görebiliyoruz.
Çözüm üretmenin aksine problem sarmalının daha
da büyümesine sebep olacak Üniversite giriş sınavlarını ve
üniversite hazırlık kurslarını ortadan
kaldırıyoruz. Dershaneler ya özel okullara dönüşecek ya da
kapatılacak. gibi söylemlerde bulunmaya hâlâ hem Başbakan hem de
bazı yetkililer, bakanlar devam ediyor ama bu söylemlerin ortak
olmadığını da görebiliyoruz. Sayın Başbakan ve
Bakan Kapatılacak. derken, Millî Eğitim eski bakanlarından
bazıları dershanelerin kapatılmaması gerektiğini,
bazıları ise kapatılmadan önce bu konuda iyi bir çözüm
üretilmesi gerektiğini vurguluyorlar.
Şimdi, buraya baktığımızda,
yine, gündemde olan bakanlardan bir tanesinin söylemiyle devam etmek istiyorum,
Sayın Bülent Arınç: Dershaneler hayatın gerçeği,
gençlerimiz ortaokuldan itibaren sınavlara hazırlanmak için bu
dershanelere gidiyorlar, eksikliklerini giderip sınav sistemine adapte
oluyorlar. diyor.
Şimdi, baktığımızda, Adalet ve
Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde, 2.002 olan dershanelerin
sayısının bugün 2 katına çıkarak 4 bine
ulaştığını biliyoruz.
Yine, 2002 yılında dershanelere devam eden
öğrenci sayısı 589 bin iken hâlihazırda bu
sayının 1 milyon 200 bin civarında olduğunu biliyoruz.
Yine, dershanelerde çalışan öğretmen
sayısının ise 2002 yılında 20 bin iken bugün resmî
rakamlar olarak verilen 52 bine ulaştığını ama
gayriresmî rakamların bunların çok daha üzerinde olduğunu
biliyoruz.
Ve şu anda, Türkiye'de gerçekten dikkate değer
bir dershane gerçeğiyle karşı karşıyayız. Önce,
dershane gerçeğinin nasıl ortaya çıktığına
yönelik olarak birtakım sorunların başlıklar hâlinde
toparlanması lazım. Bunları çok genel olarak toparladığımızda
4 başlık altında toplayabiliyoruz:
Bunlardan bir tanesi, eğitimdeki kalite sorunu.
Özellikle, öğrenci merkezli eğitimde kalite sorununun ortaya
çıkmasında, burada öğrenci merkezli eğitimin olmaması;
öğretmen kalitesinde, özellikle öğretmen yetiştirmenin dikkate
alınmaması; fırsat eşitliğinin
sağlanamaması, müfredat ve okul fiziki şartlarının
dikkate alınmaması gibi, özellikle kalite sorununu gündeme getirecek
alt başlıkların hiçbir zaman dikkate
alınmadığını görebiliyoruz.
Bir diğeri, sınav merkezli eğitim sistemi
olarak karşımıza çıkıyor. Ki özellikle bu iktidar
döneminde, eğitim sistemini yalnızca sınavlar bütününden
oluşan bir bütün olarak algılayan bir iktidarla karşı
karşıyayız. Sınavları kaldıracağız.
ve Azaltacağız. şeklindeki yorumlarla sınavların
daha da arttığını görebiliyoruz ve sistemin sınav
odaklı hâle getirildiğini de görebiliyoruz. Şu anda bile, yeni
karar verilen sistemde sınavlar 12ye çıkmıştır, onu
da belirtmek istiyoruz.
Özellikle dershanelerle ilgili toplumsal algılardan
bahsetmek istiyoruz. Artık dershanelere aileler çok daha fazla anlam
yüklemeye başladılar. Eğitim kurumlarından, okullardan çok
daha fazla anlam yükleniyor. Çünkü burada da özellikle eksik konu tamamlama,
çok soru çözme, sınav tekniklerini kazandırmanın da ötesinde
artık dershaneler Hizmette sınır yok.
anlayışıyla, mantığıyla öğrencilerin düzeyinin
belirlenmesi, etüt, konu tekrarı, öğrenci takip sistemi, kariyer
planlama, rehberlik etme ve sırdaşlık rollerini üstlendiler.
Bakın, eğitim kurumlarının bugün yapması gereken
işlemleri, işlevleri artık dershaneler üstlenmiş
durumdalar. Bazı eğitim kurumlarında rehberlik hocası
bulunmazken hemen hemen bütün dershanelerde artık yoğun olarak
rehberlik hizmetleri verilmektedir.
Şimdi, zorunlu eğitim düzeyinde çocuğu
olan ailelerin sohbet konularının bile artık dershaneler
olduğunu bizler biliyoruz ve istikrarsız yönetimden de çok fazla
bahsetmek istemiyoruz. Çünkü baktığınızda, bugün
dershaneleri özel okullara çevirerek problemi çözeceklerini zannediyorlar ama
bugün özel okulların kontenjanlarının yüzde 40ının
boş kaldığını görebiliyoruz. Hangi türlü, hangi
şekilde, hangi nedenle bunları özel okullara çevireceksiniz? Ve yine,
Bakanlığın yaptığı araştırmalarda 4 bin
dershaneden yalnızca 263ünün özel okul olabilme özelliklerine sahip
olduğunu görebiliyoruz.
Şimdi, yine, baktığımızda,
şu anda, lütfen yolda yürürken sağınıza solunuza iyi
bakmanızı öneriyoruz. Çünkü, 2 apartman arasında okullar
yapılmaya başlandı, inşa edilip tabelalar
takıldı. Bu çocuklar nerede okuyacak, bu çocuklar nerede oynayacak,
bu çocukların sosyal veya fiziki ihtiyaçlarını giderebilecekleri
alanlar nedir, bunları kimse düşünmüyor.
Özellikle şimdi Millî Eğitim Bakanına
sormak istiyoruz: Yükseköğretime Geçiş Sınavında
sıfır alan öğrenci sayısı 2010da 14 bin iken 2013te
61 bin olması dershanelerin suçu mu? Endüstri meslek liselerinden LYSye
giren 2013 yılındaki öğrencilerin yalnızca yüzde 27sinin
LYSye girebilmesi dershanelerin suçu mu? Ve yine sınava giren 1 milyon
800 bin öğrencinin 1 milyon 300 bininin fen sınavından 4
doğru bile yapamaması dershanelerin suçu mu? Ve yine acaba,
Türkiye'nin, PISA, TIMSS gibi uluslararası öğrencilerin bilgi ve
beceri düzeylerini ölçen sınavlarda, 2006da, 57 ülke arasında 37nci
veya 44üncü olması dershanelerin suçu mu?
Ben özellikle vurgulamak istiyorum: Sorunların çok
iyi tespit edilmesi lazım, eğitimin şu anda AKP
iktidarının yaptığı gibi siyasete alet edilmemesi
lazım.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz
isteyen Demir Çelik, Muş Milletvekili.
DEMİR ÇELİK (Muş) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi partim ve şahsım
adına saygı ve sevgiyle selamlarken Milliyetçi Hareket Partisinin
eğitim ve dershanelere ilişkin araştırma önergesi üzerinde
konuşma sözü aldım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
eğitim, günümüz toplumunun önemli sosyal, siyasal faaliyetlerinden
biridir. Her ulus üniter devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti devletinde de,
kuruluşundan bu yana, gerek buluştuğu hükûmetler gerekse
tanıştığı ve iktidara
taşıdığı bir kısım odaklar ve kesimler
tarafından eğitimle hep oynanagelmiştir, üzerinde en çok
tartışmanın, en çok değişimin ve
değişikliğin yapılması yönlü müdahalelerin olduğu
bir alandır. Bunun nedenini öncelikle araştırmak, bu nedenleri
giderecek bir duyarlılık içerisinde soruna yaklaşmak olması
gerekendir ama her iktidar gibi AKP iktidarının da on bir yıl
boyunca en çok uğraştığı ve değişime yönelik
bir kısım müdahalelere sahne ettiği alan millî eğitim. Hâlâ
da ihtiyaç karşılanmış değildir, hâlâ ihtiyaç olan
demokratik meşru talepler, maalesef, Meclis tarafından, Hükûmet
tarafından, iktidar tarafından karşılanmış
değildir. Bu manada, öncelikle yapılması gereken eğitimden
ne anladığımız, eğitimin toplumun ekolojik, demokratik,
sosyal ve siyasal ihtiyaçlarını karşılayıp
karşılamadığına bakmak gerekiyor. Eğer bu
paradigmayla soruna yaklaşamazsak sadece ve tek başına günü
kurtarmaya, palyatif bir kısım çözümlerle toplum ve toplumun biriken
enerjisini almaya dönük bir kısım adımlar, bizi, dün olduğu
gibi bugün de açmazlarla karşı karşıya bırakacaktır.
Her şeyden önce eğitim, bilimsel olmalıdır; eğitim,
realist, gerçekçi olmalıdır; eğitim, ana dilde,
erişilebilinir, nitelikli ve parasız olmalıdır. Bugün
uyguladığınız, doksan yılın birikimi üzerine
yeniden uygulamaya çalıştığınız anlayışınızdan
devreye koyduğunuz eğitim anlayışınız
bunları içeriyor mu? Hayır, çok daha uzağında; tekçidir,
merkeziyetçidir, tek tipleştirmenin aracıdır, ötekileştiren,
asimilasyonist politikaların bizatihi cereyan ettiği bir
alandır. Bu alan olduğundandır ki çocuklarımız,
kuşatılmışlığın içerisinde hegemonik
ilişki ile önüne konulan hedefe koşturulan at misali rekabetin,
yarışmanın demokratik ve meşru olmayan zeminleriyle
karşı karşıyadır. İşte bu meşru olmayan
zeminlerden biri dershanecilik. Dershanecilik, millî eğitim denilen
yapının, Millî Eğitim Bakanlığının kendisi
ve onun organik ilişkilerinin gerekçesi olan devamı pozisyonundaki
bürokrasi görevini yapmadığı için dershane ve dershanecilik
mantar gibi her yerde türemiştir, üremeye ve türemeye de devam ediyor. Devlet,
nitelikli, parasız, erişilebilinir ana dilde eğitimi vermiş
olsaydı; devlet, çocukları ve gençleri yarışa
koşturmak yerine herkese ihtiyacı kadar, herkese beceresi,
yetenekleri, bilgi birikimi oranında veriyor olsaydı bunlar
tartışılmıyor olacaktı.
Evet, bugün 4 bin dershane var. 4 bin dershanede devletin
veremediği, Bakanlığın veremediği eğitimin
eksikliklerini telafi etmek adına, insanlar parayla eğitimi
satın almaya gidiyor. Bu, günahtır, yazıktır; öncelikle
demokratik değil, meşru değil. Devlet hem ana dilde eğitimi
vermeyecek, beni, asimilasyonist
politikalarla kendi okullarında yeni bir cenderenin içerisinde
şekillendirmeye çalışacak, yetmeyecek, veremediklerini de
parayla satın almam için dershanelere teşvik edecek. İşte,
neoliberalizmin taşeronlaştırma, piyasalaştırma ve
metalaştırma alanı millî eğitimde de devam ediyor.
Bu yönüyle öncelikle yapılması gereken, Türkiye
gibi çok kimlikli, çok kültürlü bir
toplumun gerçekliğine uygun yeni eğitim politikalarıyla
toplumun karşısına çıkmak lazım. 36 etnik
kimliğin yaşadığı bu coğrafyada her dil, her
lehçe kutsaldır. Belki, dinler, inançlar ve kültürler çıkmadan önce,
bundan milyarlarca yıl önce insanlar, ilk kez, sosyal ilişkinin, sosyal varlık
olmanın gereği olan dille tanıştılar. O dil en eskidir.
İnsanı ve insan olmanın sosyalitesini açığa
çıkaran dili inkâr etmek, yadsımak, dil üzerine eğitimi
öngörmemek ayıptır, abestir. Biz bu manada, bu 36 etnik kimliğin
varlığını dikkate alarak herkesin kendi ana dilinde
eriştiği, ulaştığı bir eğitim müfredatıyla
toplumun ve gençliğin, çocukların önüne çıkabilir,
karşılayabilirsek, nitelikli eğitim ve besleme noktasında
çocukları devreye koyabilirsek dershane ihtiyaç olmaktan çıkar. Ama,
siz millî eğitim müfredatı temelinde ezberci, despotik ve empoze edici
noktada herkese her şeyi vermeye
kalkıştığınızda, el becerisini, sanatsal faaliyetini, yeteneklerini açığa
çıkarmayıp herkesi üniversiteye endeksler, üniversitenin de akademik,
nitelikli bir kısım bölümlerine angaje ederseniz bu iş içinden
çıkılmaz bir kaosa, içinden çıkılmaz bir yumakla bizi
karşı karşıya bırakır. Kaldı ki bunca
üzerine titrediğimiz ve önemsediğimiz eğitime gerekli
maddiyatı, kaynakları da oluşturmuş değiliz. Bugün,
işte bütçe hazırlanıyor, 2014 bütçesine
baktığımızda, Eğitim Bakanlığının
bütçesine baktığımızda, Millî Savunma
Bakanlığına, emniyet bütçesine, diyanet bütçesine
baktığımızda aradaki makası görebiliriz. Eğitimi
es geçen, dikkate almayan devlet algısı, doğası gereği
bu görevi, sorumluluğu dershaneye devretmiştir. Dershane de bir
ticarethane olduğundan, eğitimi metalaştırıp
satın alınacak ve satılacak bir konuma getirdiği için de bu
döngü bir kısır döngüye gitmiştir. Devlet bu yükten kurtulmak
istese de kurtulamıyor, kurtulmak istemediğiyle birlikte de bununla
nasıl rekabet edebileceğini, nasıl yürüteceğini bilemiyor.
O anlamıyla, siyasal alanda olduğu gibi,
eğitimde de devlet, bilerek, isteyerek paralel devlete yol
açmıştır. Birçok odak, birçok siyasal yapı bu dershanelerin
üzerinden eğitim dışı bir kısım faaliyetlerini de
gerçekleştirmenin zeminine
dönüştürdüğünden, bir kısım odakların, ulusal ve
uluslararası odakların cirit
attığı alanlara dönüştürdüğünden de dershaneler,
neredeyse devlete ve sisteme karşı direnen belirli uluslararası
odaklar konumuna gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
eğitim gibi her insanın her yaşında ihtiyaç duyduğu
konu, üzerinde Meclisin titizlikle durması gereken, bu hassasiyetle
yaklaşılması gereken bir konudur. Bu konu, öncelikle
araştırılmaya değerdir. Toplumun gelişmişlik
düzeyine uygun olan yeni eğitim programları, müfredatlarıyla
toplumun karşısına çıkmak ise toplumun beklentisidir. Bu
manada, sorunu ertelemeden, ötelemeden, toplum dinamiklerini esas alan, sivil
toplum örgütünden demokratik kitle örgütlerine, toplumun örgütlü güçlerinden
siyasal partilerine herkesi dinleyen, herkesin
ortaklaştırdığı yeni bir anlayış, yeni bir
zihniyetle yola çıkmak bize kazandırır ama her şeyde
olduğu gibi bu konuda da Hükûmet tek adamcılığa, millî
şefe oynar, benmerkezci davranır, merkezden her şeyi
şekillendiren algısıyla yaklaşırsa her gün karalama
tahtası üzerinden oynadığınız gibi üzerinde
oynadığınız bir alana dönüştürmüş olursunuz ki
bir yanıyla kendi kendimizi 4+4ten bilinmezliklere koşturmuş
oluruz. O anlamıyla da, tam da demokratik çözüm sürecini
tartıştığımız bu süreçte çözüm öncelikle ana
dilde olmalıdır, parasız olmalıdır ve çözüme gidecek
parametreleri dile getirdiğimiz bu süreçte de herkesin eşit, adil,
ana dilinde eğitim aldığı koşulları yaratmak da
devletin, devlet kadar bu Meclisin görevidir. Bu duyarlılıkla soruna
yaklaşıp toplumun birikmiş olan sorunlarını çözüme
kavuşturmak, dershane yerine bizatihi bilimsel eğitimin devlet
tarafından parasız verildiği bir sisteme kavuşturmak da
halklarımızın, toplumumuzun bizden beklentisidir diyor,
saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz
isteyen Tanju Özcan, Bolu Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
TANJU ÖZCAN (Bolu) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu tarafından verilmiş
araştırma önergesinin lehinde söz almış bulunuyorum.
Tabii, sayın milletvekilleri, son derece önemli bir
konu ancak bu önemli konuda birçok önemli konuda olduğu gibi AKP
sıralarını boş görmek bizi şaşırtmadı
ama aynı zamanda üzdü.
AHMET AYDIN (Adıyaman) CHPye bak, CHP
sıraları boş.
TANJU ÖZCAN (Devamla) Bu öneri, dershaneleri kapatma
önerisi Sayın Başbakandan geldi, Muhalefet belli ki buna itiraz
ediyor, en azından bu sorun araştırılsın. diyor ancak
neye itiraz ettiklerini bile merak etmeyen bir Hükûmet grubu ile
karşı karşıyayız. Son derece üzüntü verici ama
yaşadığımız deneyimler itibarıyla
şaşırtıcı değil.
Sayın milletvekilleri, bu dershanelerin
kapatılması konusunda öncelikle şunu bir konuşalım:
Sayın Başbakan ne kadar samimi Dershaneleri kapatacağım.
derken? Bakın, dershanelerin kapatılması ilk kez 2005
yılında sizin bakanlığınıza bağlı bir
müsteşar tarafından dile getirilmiş. 2008 yılında
Sayın Başbakan bunu yeniden dillendirmiş, 2010 yılında
yeniden dillendirmiş, yakın dönem öncesinde. Ancak müsteşar
Dershaneler kapanacak. derken, Sayın Başbakan yıllar önce
Dershaneler kapanacak. derken, sürekli bunu söylerken devriiktidarınızda
tuhaf bir şey olmuş, kapatılacağı iddia edilen dershanelerin
sayısında iktidarınız döneminde sadece yüzde 100
civarında bir artış olmuş. Şimdi, siz hem kapatmaktan
bahsediyorsunuz hem de döneminizde dershane sayıları çok ciddi
şekilde artıyor, öğrenci sayısında da buna paralel
olarak yine çok çok büyük artış var. Bugün dershanelerdeki
öğrenci sayısı neredeyse 1,5 milyonu bulmuş.
Sayın milletvekilleri, şu tespiti yapalım:
Dershaneler bir sonuç Türkiyede, Türk eğitim sisteminde. Gerçekten
eğitim öğretim anlamında yetersizlikten ve mevcut sistemimizde
sınav sisteminin esas hâle gelmesinden dolayı bugün bu dershanelerin
sayısı bu derece artmış, bugün bu dershanelere Türkiyede
1,5 milyona yakın öğrencinin gitme sebebi de bu. Şimdi, siz AKP
olarak diyorsunuz ki: Biz bu dershaneleri kaldıracağız. Peki,
sınav esaslı eğitim sisteminden vazgeçmeden siz bu dershaneleri
nasıl kaldıracaksınız? Dershaneleri kapatmak için okullar
ve bölgeler arasındaki eğitim öğretim kalite farkını
ortadan kaldırmadan siz bu dershaneleri nasıl
kaldıracaksınız? Anadoluda birçok okulda öğrencilerin
temel dersleri boş geçerken siz bu dershaneleri nasıl
kaldıracaksınız? ÖSYMnin yaptığı sınavlara
bakıyorsunuz, bu sınavların tamamının dershane
müfredatına uygun olarak hazırlandığını
görüyorsunuz. Şimdi, siz bu durumu ortadan kaldırmadan dershaneleri
kaldırıp ÖSYMnin sınavlarında öğrencilerin nasıl
başarılı olmasını bekliyorsunuz? Devlet
okullarında az önce söyledim- matematik, fizik, kimya dersleri, birçok
okulda boş geçiyor. Sorulara bakıyorsunuz, bu alanlardan geliyor
ağırlıklı olarak. Devlet okullarında okutulan müzik,
resim, beden eğitimi gibi derslerden öğrencilere herhangi bir soru
dahi sorulmuyor. Şimdi, siz, bu anlamda, durum böyleyken, bu dershaneleri
nasıl kaldıracaksınız?
Devlet okullarında ve hatta özel okullarda
doğru dürüst yabancı dil eğitimi veremezken yabancı dil
öğretimine dönük olarak kurulmuş dershaneleri siz nasıl
kaldıracaksınız?
Dershaneleri peki kapattınız, şu garantiyi
topluma verebiliyor musunuz: Evet, tüm okullarda matematik, fizik, kimya,
tarih, edebiyat gibi temel derslerin bundan sonra boş geçmeyeceğini,
bu çocuklara bu dersler ile ilgili anlaşılabilir bir eğitim
verebileceğinizi taahhüt edebiliyor musunuz? En azından, topluma
şu taahhütte bulunabiliyor musunuz: ÖSYMnin sınav sistemini
kaldıracağım. veya en azından ÖSYMnin sınav
sistemini okul müfredatına uygun hâle getireceğim. diyebiliyor
musunuz? E diyemiyorsunuz bunları.
Dershaneler kapatılınca Ağrının
Doğubeyazıt ilçesindeki bir genç ile batıda bir ilde Anadolu
veya fen lisesi mezunu bir gencin eşit şartlarda
yarışabileceğinin garantisini verebiliyor musunuz?
Bakın sayın milletvekilleri, bugün, 300 bine
yakın atanamayan öğretmen var. Dershanelerde 55 bin civarında
öğretmen çalışıyor. Bu öğretmenlere, dershaneler
kapatıldığı takdirde iş bulma garantisi veriyor
musunuz, istihdam garantisi veriyor musunuz? Veremiyorsunuz. Yine, bu
dershanelerde, öğretmenlerle birlikte 200 bine yakın
çalışan var. Şimdi, siz Bu dershaneleri kapatacağız.
diyorsunuz. Peki, bu 200 bine yakın çalışana iş bulma
garantisi veriyor musunuz, sözü veriyor musunuz? Aileleriyle birlikte 800 bin
insan yapıyor bunlar, bunlara bu garantiyi vermiyorsunuz. 300 bine
yakın atanamayan öğretmen var, bir de üstüne üstlük dershaneler
kapatılınca 55 bin öğretmen açığı daha
doğmasına sebebiyet vereceksiniz. Bu soruları kendi kendinize
sordunuz mu?
Her şeye rağmen, diyelim, Sayın
Başbakan yaptı bir emrivaki, dershaneleri kapattı. Peki, ne
olacak? Özel dershanecilik merdiven altına kayacak, kayıt
dışı ve denetimsiz iş yerleri hâline gelecek. İsterseniz
bunu bir açalım, ne demek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, bugün dershaneler
bildiğiniz gibi Millî Eğitim Bakanlığı tarafından
ciddi anlamda denetime tabi tutuluyor, özellikle ciddiye alınırsa.
Yarın gençlik merkezi adı altında, sınav merkezi adı
altında, etüt merkezi adı altında, çok değişik
isimler altında bunlar, belediyelerden alınacak iş yeri açma ve
çalıştırma ruhsatları çerçevesinde birer iş yeri gibi
faaliyetini sürdürebilecekler. Bunun sonucunda ne olacak? Bugün en azından
denetleme imkânına sahip olduğumuz dershaneler yarın tamamen
denetimsiz kalacak, müfredatlarını denetleyemeyeceksiniz,
çalışma koşullarını denetleyemeyeceksiniz. Böyle bir
durumla karşı karşıya kalacağız.
Bugün, özel dershaneler ciddi bir katma değer
yaratıyor ülkemizde. Başta vergi ve SGK primleri olmak üzere birçok
gelirden Türkiye Cumhuriyeti devleti
mahrum kalacak. Bu geliri nereden tolere edeceğinizi hiç düşündünüz
mü?
Hatırlayın, aslında 17 Nisan 2013te yasa
dışı eğitim kurumları ibaresi mevzuattan çıkartıldı
ve yasa dışı eğitim kurumları bu şekilde yasal
hâle getirilmiş oldu. Şimdi, bazıları -basında bu uzun
süredir tartışılıyor- AKP ve Sayın Başbakan -bu
dershanelerin kapatılmasını- cemaat olarak
adlandırılan gruba karşı bir operasyon yapıyor. diye
adlandırıyorlar.
Arkadaşlar, 17 Nisan 2013te yapılan yasal
düzenlemeden sonra, kastınız eğer cemaatle hesaplaşmaksa,
bugüne kadar yol arkadaşlığı yaptığınız
cemaatle hesaplaşmaksa şunu bilin: Yasa dışı
eğitim kurumları ibaresi mevzuattan çıkartıldıktan
sonra dershanelerin kapatılması, bu cemaatin daha da güçlenmesine
sebebiyet verecektir. Bu dershaneler kapatıldıktan sonra cemaatler,
yerel yönetimlerden aldıkları iş yeri açma ruhsatlarıyla bu
tür kurumları daha kolay ve yaygın bir şekilde açabilecekler,
kimsenin de bunları denetleme imkânı kalmayacak. Ben şuradan
açıkça ifade etmek istiyorum: Şayet Sayın Başbakanın
kastı cemaatle hesaplaşmaksa lütfen Türkiyede milyonlarca
çocuğumuzu ilgilendiren eğitim üzerinden bu hesaplaşmayı
yapmayın, gücünüz yetiyorsa gidin, başka alanlarda, cemaatle
hesaplaşın ne hesaplaşacaksanız.
Sayın milletvekilleri, sürem doluyor. Önemli bir
konu var. Dün 12 Kasım 1999da Bolu ve Düzcede meydana gelen depremin
yıl dönümüydü. Ben depremde hayatını kaybeden 758
vatandaşımıza tekrar Allahtan rahmet diliyorum.
Bir de size şu çağrıyı yapmak
istiyorum: Bakın, depremin üzerinden on dört yıl geçti. Bu depremi
yaşamış olan Bolu ve Düzcede hâlâ depremle ilgili çok büyük
sıkıntıların yaşanıp yaşanmadığını
bizim oturup konuşmamız lazım, araştırmamız
lazım. Bakın, bu deprem sonucunda Düzcedeki konutların
yaklaşık yüzde 80i, Boludaki konutların da yüzde 48i hasar
gördü ve bu hasarlı binaların bir kısmı onarıldı,
bir kısmı onarılmadı; daha ne kadarı
onarıldı, ne kadarı onarılmadı; onarılan
binaların durumu nasıldır, değildir, bunu dahi bilemiyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi geçtiğimiz günlerde, yıllarda Boluda bir
araştırma yaptı belediyeyle ortak olarak. Bu
araştırmanın sonuçlarını 2007 yılında verdi
ve dedi ki: Boluda 500 konut şu anda riskli bina
kapsamındadır. Bolu Belediyesi tarafından bu konu dahi kat
mülkiyetine sahip olanlardan ve orada oturan vatandaşlardan saklandı.
Allah korusun, on saniye sonra Türkiyenin herhangi bir yerinde deprem olmayacağının
garantisini kimse veremez. Ve Hükûmetiniz tarafından, bu depremin
üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ bu depremin
yarattığı sorunların çözümü konusunda herhangi bir
adım atılmadı. Milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet
verebilirsiniz.
Bu konuda ben sizleri daha dikkatli olmaya davet
ediyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz
isteyen Yüksel Özden, Muğla Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Milliyetçi Hareket Partisinin dershaneler üzerinde verdiği Meclis
araştırma önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum, yüce
heyetinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum.
En başından itibaren, başlangıçta
önerge sahibi Milliyetçi Hareket Partisinin değerli üyesi, konuşan
değerli meslektaşım Zuhal Hanımın, sonraki
konuşan arkadaşlarımızın, her iki partiden
konuşan arkadaşlarımızın eğitim
duyarlılığını kutluyorum. Gerçekten, burada,
çocuklarımızın eğitimini önceleyen, bunu her şeyin
üstünde tutan bir anlayışı her zaman, her fırsatta görmek
istediğimi belirtmek istiyorum. Şimdi, aynı kaygılara
katılıyorum. Özellikle değerli meslektaşım Zuhal
Hanımın söylediklerini, aynı kaygıları, aynı
sorunları paylaştığımı bir kez daha sizlerle
paylaşarak birkaç noktanın altını çizelim.
Eğitime ilişkin, bizim
Başbakanımız -geçenlerde kendisi bir kez daha söyledi- eğitimle
ilgili bugün geldiğimiz noktada, evet, biz, Türkiyenin on yıl
öncesine göre dershane yetersizliğinden, fiziksel altyapıdan,
bilgisayar, yani fiziki altyapıyla, programla, ders kitaplarıyla
İnternetle ve FATİH Projesiyle geldiğimiz noktada hâlâ
tamamlamamız gereken eksikler olduğunu, önümüzde daha katetmemiz
gereken yollar olduğunu söyledi. Ama buraya nereden geldiğimizi bir
konuşmamız gerekiyor değerli meslektaşlarım,
değerli üyeler.
Çok kısa zaman öncesine kadar biz, Türkiyede hiçbir
eğitim konusunu bir eğitim konusu olarak
tartışamıyorduk. Hangi eğitim konusunu ele alsanız,
ister üniversiteye giriş konusunu ele alın ister mesleki eğitimi
ele alın ister zorunlu eğitimi, kapsamını, süresini,
şeklini ele alın hiçbirini rejim meselesi hâline gelmeden
konuşamıyorduk. Bunu hepimizin bir görmesi gerekiyor.
Ben eğitimciyim. Üniversiteyi bitirdiğim,
doktorayı tamamladığım, yani 1995ten bu yana
üniversitelerde hoca olduğumuz ve sonrasındaki millî eğitim
göreviyle bakacak olursak bizim, Türkiyede eğitimi bir eğitim konusu
olarak konuşamadığımız gerçeğinden ve o günlerden
buraya geldiğimizi bir hesap etmemiz gerekiyor. Değerli
meslektaşım kendisi de çok iyi bilir, hangi konuyu ele almak istersek
alalım, dakika bir, mesele rejim meselesi hâline geliyordu; dakika bir,
mesele laiklik meselesi hâline geliyordu ve bundan dolayı biz
yıllarca eğitim meselesini konuşamadık. Eğitimin
üzerindeki vesayetleri kaldırdık ve bugün konuşabilir olmaktan,
en ağır eleştiri gelmiş bile olsa, gelen en ağır
eleştiriyi de saygıyla karşılıyorum ve esasında
gurur duyuyorum çünkü artık mesele bir rejim meselesi hâline gelmeden bir
eğitim konusu hâline getirilip tartışılabiliyor.
Biraz önce gene bir değerli konuşmacı
eğitime ayrılan payı diyanetle, emniyet teşkilatıyla,
savunmayla filan karşılaştırdı. Çok değerli
milletvekilleri, çok uzun zamandır millî eğitim bütçeden en yüksek payı
alıyor. Bir eğitimci olarak benim gönlümden geçen rakamdan hâlâ eksik
olduğunu, az olduğunu söylüyorum ama önceki durumlara göre
savunmanın önündedir. Yani herkes hâlâ aynı şekilde zannediyor
belki, Millî Savunma Bakanlığının çok çok önündedir ve bugünkü
rakam yani 2014 için teklif ettiğimiz rakam 56sı millî eğitime,
17si üniversitelere olmak üzere 73 milyardır. Bu rakam 2000
yılında 4,5 milyardı toplam, 2002 yılında 9,5
milyardı. Hadi rakamlar, enflasyon değeri filan, o oranları da
verelim: Gayrisafi yurt içi hasılanın 2000 yılında yüzde
2,64ü, 2002 yılında yüzde 2,84ü, bugün geldiğimiz noktada 4,23ü
yani ikiye katlamıştır. Bundan dolayı eğitime verilen
önem, eğer bütçe rakamlarıyla bakılacak olursa, daha önceki
hiçbir dönemde konuşulamayacağı kadar daha yüksek bir
rakamdır ve daha da yükseltilmesi gerektiğine inanan birisi olarak
bunun da altını çiziyorum.
Şimdi, gelelim dershane meselesine. Burada bir
tenakuz var değerli meslektaşım, diyorsunuz ki: Bugün veliler
dershanelere okullardan daha fazla anlam yüklüyor. Eğer tablo buysa bizim
hep beraber bunu değiştirmemiz gerekiyor ve önergenizi okudum,
diyorsunuz ki: Dershaneler fırsat eşitliği sağlayan
araçlardır. Geldiğiniz noktanın ne kadar tenakuz içerdiği
burada gözüküyor. Ne demek? Yani parasını ödeyip de dershaneye
gidemeyen birisi fırsat eşitliği elde edemiyor, böyle bir
şey olabilir mi? Dershaneye kim gidiyor? Dershaneye parasını
ödeyebilen gidiyor. Siz önergenizde diyorsunuz ki: Dershaneler bugün
Türkiyedeki eğitimdeki fırsat eşitliğini sağlayan
Bir bakın Allah aşkına. Yani parasını ödeyemeyen
insanların fırsattan yararlanamadığını, yani
eşit bir şekilde, kendisine sunulan fırsatı
değerlendiremediğini söylüyoruz. Bu geldiğimiz noktada -ben on
beş yıl önce de bunu söylüyordum- yani Anadolu lisesi
öğrencilerinin, fen lisesi öğrencilerinin bile
Esasen dershaneyi
dolduran öğrencilerin bunlar olduğunu bilmemiz gerekiyor. Yani burada
hızla değiştirmemiz gereken bir tablo var. Yani buna bakarak,
bunu görerek ilerleyelim.
Ne var? Peki, biz ne yapıyoruz? Yani tespitler
doğru, burada geliyoruz, biz ne yapıyoruz bakalım. Dershaneyi
doğuran 2 tane sebep var. Biraz önceki değerli konuşmacı da
söyledi, esasen dershane bir sonuç. Dershane önümüze bir sonuç olarak ortaya
çıkıyor. Niye çıkıyor? 2 tane
Birincisi, üniversiteye
giriş; ikincisi, liseye giriş. Ne yaptık? Bugün itibarıyla
baktığımızda, çok değerli milletvekili
arkadaşlarım, liselerden yeni mezun olan öğrenciler, sadece ve
sadece onlar üniversiteye girecek olsa Türkiyede üniversiteye girişte tek
mesele kalmamıştır çünkü liselerden yeni mezun olan
öğrencilerin sayısıyla üniversitenin -açık ve örgün-
yarattığı kapasite miktarı aynıdır; ikisi de 650
bin, 700 bin civarındadır. Bir önceki yılda 659 bin biri, 668
bin biriydi. Nereden geliyor? 1 milyon 800 bin yılların birikimi,
defalarca girenler ve dershanelerin
Ona da şaşırdım,
dershaneler çok iyi yönlendirme yapıyormuş, çok iyi rehberlik
yapıyormuş. Soruyorum
İlk 2 bine giren öğrencilerin 1.200
tanesi tek mesleği seçiyorsa burada yönlendirme yoktur. İlk 10 bine
giren öğrencilerin çok büyük bir kısmı ya da tamamı üç dört
tane mesleği seçiyorsa burada yönlendirme yoktur, kendi kendimizi
kandırmayalım. 10 bin öğrencinin zekâ puanı,
başarı puanı ne olursa olsun üç meslekte birleşmesinin,
buluşmasının imkânı yoktur. İşte, ondan
dolayı ikinci kez giriyor, ondan dolayı üçüncü kez giriyor.
Yönlendirme yok ve dershaneleri böyle bir yönlendirme yaptığı
varsayımıyla savunmak da doğru değil.
Burada, bakın, geldiğimiz nokta şudur:
Önümüzdeki yıllar içerisinde üniversiteye girişten dolayı
dershane ihtiyacı minimuma ve keyfekeder bir hâle gelecektir. Çünkü
üniversiteye gitmek isteyen herkesin kendi puanına göre,
çalışmasına göre gidebileceği yerler olduğu gibi, ben
eminim, birkaç yıl içerisinde sınavsız olarak girilebilecek
üniversitelerin, üniversite bölümlerinin, programlarının
sayısı da artacaktır.
Gelelim ikinci nedene, ikinci neden de liseye
giriştir. Evet, yani 3 çocuğu bu birinci basamaktan
atlatmış birisi olarak konuşuyorum, 1i lisede, 2si üniversitede
çocuğu olan bir veli olarak konuşuyorum, çocuklar
hayatlarını yaşayamıyorlar, çocuklar bugün dersin
dışında hiçbir iş yapamıyor. Hafta içinde okulla dolu,
hafta sonunda da dershaneye koşturuyor, ne aile bir araya gelebiliyor ne
çocuk sosyal, kültürel -müzik, spor gibi- herhangi bir etkinliğe
girebiliyor, hiçbiriyle uğraşmıyor. Bakıyorsunuz, hafta
sonu Kızılay civarında dolaşın, her veli 1, 2
çocuğunu almış, hafta sonunu orada geçiriyor. Bu tablo bizim hep
birlikte hızla değiştirmemiz gereken tablodur, üniversite
kısmı çok büyük oranda hallolmuştur, lise kısmında da
evet, fizikî altyapıyı eşitleyerek, niteliği
eşitleyerek, burada kurumlara birbirine yakın fırsatlar
sağlayarak hep birlikte o kısımda da dershaneye gitme
ihtiyacını kaldırmak burada konuşmamız gereken
konudur. Yani, bir sorun olarak ortaya çıkmış, bir ur olarak
orada duran, kaynaklarımızı sömüren, çocukların
sosyalleşmesini, hayattan da, aile hayatından bile
kopmasını sağlayan bir durumu paylaşmanın, bunun
varlığını sürdürmenin değil, hep birlikte nasıl
kaldırmamız gerektiğinin üzerinde duruyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Başkan,
efendim, bizim grup önerimiz üzerinde konuşan sayın hatibe tenakuzlu
bir açıklama yaptığı iddiasıyla sataşmada
bulunmuştur. Sayın hatibin tenakuzunu ortaya koymak üzere, Sayın
Zuhal Topcuya sataşmadan dolayı söz vermenizi istirham ediyorum.
BAŞKAN Ne diye tenakuzlu ifadede bulundu?
OKTAY VURAL (İzmir) Tenakuz var. demişti
Sayın Zuhal Topcu
BAŞKAN Fikrini söylüyor, bu sataşma
değil ki Sayın Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) Nedir peki? Yani bir kimsenin
açıklamasının çelişkili olduğunu ifade etmesi
BAŞKAN Fikrini söylüyor diyorum. Hayır,
söylediğinin aksini söylememiş yani.
OKTAY VURAL (İzmir) Yani tutarlı bir
açıklama yapmadığını söylemek sataşma
değilse o zaman
BAŞKAN Sataşma değil tabii. Yani söylediğinin
aksine bir şeyi söylese sataşma olabilir yani.
OKTAY VURAL (İzmir) Evet, aksine bir şey.
Tenakuz değil tabii, tenakuz değil. Kendi tenakuz içerisinde olana
BAŞKAN Sayın Vural, sataşma yok ama
vereceğim iki dakika.
Buyurun.
OKTAY VURAL (İzmir) Sataşma da var efendim,
vermek durumundasınız zaten.
BAŞKAN Sataşma yok efendim burada. İç
Tüzük sataşmayı açıklamış.
Buyurun.
OKTAY VURAL (İzmir) Sizin lütfunuz değil.
Sataşma vardır ve vereceksiniz, bu kadar açık.
Vermiyorsanız o tutumunuzu görüşürüz, bu kadar açık ve net.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Ankara Milletvekili Zühal Topcunun, Muğla
Milletvekili Yüksel Özdenin MHP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
ZUHAL TOPCU (Ankara) Evet, sayın
meslektaşıma yaptığı övgüler için teşekkür
ediyorum en başta ama zaten kendisi açıkladı yani Bu
dershaneleri ortaya çıkartan sebepler. diye. Evet, dershaneleri ortaya
çıkartan sebepler on bir yıllık AKP iktidarı döneminde
yoğun olarak hissedildiği için yani siz de biliyorsunuz bunu ama hâlâ
da ısrar ediliyor. Sınavlar da artırıldı, açık
uçlu sorular gündeme gelecek ki bu ayrı bir şey.
Şimdi, fırsat eşitliği dediniz. Acaba
mahallelere göre -ki şu anda adrese dayalı kayıt sistemi de
geçerli- gecekondu bölgesinde okuyan bir çocuğu, nasıl siz diğer
merkezde okuyan bir çocukla aynı sınava tabi tutarsınız?
Eksik derslere giren, hocası olmayan, burada bu okulda eğitim yapan
bir çocuğu nasıl aynı sınav sistemine tabi
tutarsınız? En azından, dershaneler, mesela bulundukları
yerlere göre fiyat ayarlaması yapılıyor, onu diyelim; en azından
destekleniyor. Bu çocuk dershanelerde kendini geliştirme imkânı
buluyor. Bu bir.
YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) Parası?
ZÜHAL TOPCU (Devamla) Parası destekleniyor, zaten
dershaneler de o imkânı sağlıyor, onu da diyelim.
Bir ikincisi, rehberlik konusunda zaten çocuk dershaneye
geldiğinde eğitim sistemi yani öyle bir dikdörtgenleştiriyor ki
çocuğa seçenek alanı bırakmıyorsun ama yine dershanelerde
biraz daha fazla imkân bulabiliyor perspektif genişletmekte. Ama yine de
diyoruz ki: Eğer eğitim sistemini düzgün işletseydiniz, bugün,
bu sorunlar bu kartopu yumağı hâlinde karşımızda
olmazdı, belki de dershane diye bir sorun olmazdı.
Yine, kendi iktidarınızı,
şapkanızı önünüze koyup düşünmeniz lazım, onu da
söyleyeyim.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A)Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- MHP Grubunun, Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve
arkadaşları tarafından dershanelerin ortaya çıkmasına
sebep olan durumların ve dershanelerin kapatılmasının eğitim
sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla 9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013
Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul
edilmemiştir.
Gündemin Oylaması Yapılacak İşler
kısmına geçiyoruz.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Önergeler
1.- İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprakın,
(2/1318) esas numaralı Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/126)
BAŞKAN Bu kısımda yer alan,
İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprakın, Ceza Muhakemesi
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifinin, İç Tüzükün 37nci maddesine göre doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergenin oylamasını
yapacağız.
Geçen birleşimde önerge üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştı.
Şimdi önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
KAMER GENÇ (Tunceli) Karar yeter sayısı
istiyorum.
BAŞKAN Karar yeter sayısı
arayacağım.
Karar yeter sayısı yok.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.06
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:
16.15
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
------0------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 16ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprakın
İç Tüzükün 37nci maddesine göre doğrudan gündeme alınma
önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter
sayısı var ve kabul edilmemiştir.
Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini
görüşmüyor, gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri İle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile
Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında
İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S.
Sayısı: 156)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu
Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu raporlarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve
Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484)
(S. Sayısı: 287)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili
Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili
Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup
Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli
Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlıyoruz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili
Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris
Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu
Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel
Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile
Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12ye 1inci
Ek)(x)
BAŞKAN Komisyon ve Başkanlık temsilcisi?
Yerinde.
Komisyon raporu 12 ve 12ye 1inci Ek sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz isteyen Ruhsar Demirel, Eskişehir Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA RUHSAR DEMİREL (Eskişehir)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; parti grubum adına
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İç Tüzükte yapılmak istenen bu
değişiklik biz kadın milletvekillerinin pantolon giymesi
konusunu içeriyor. Elbette ki buna hiçbirimiz itiraz etmiyoruz. Hatta biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu insan haklarının birincil
cümlesi içinde teati ediyoruz.
Dolayısıyla İnsanların giyinme, barınma, beslenme
ihtiyaçları cümlesinden pantolonun da bir giyim olması, bugünün
hayatının getirdiği bazı ortamlarda kadınlar
tarafından sıklıkla kullanılması itibarıyla
Milliyetçi Hareket Partisi bu konuya destek vermektedir, hiçbir çekincemiz
yoktur.
Yaklaşık iki hafta kadar önce Türkiye Büyük
Millet Meclisi çatısı altında yine biz kadınların
giyim kuşamıyla ilgili bir düzenleme yapıldı. Bütün
bunların Mecliste grubu bulunan tüm partiler tarafından
uzlaşmayla yapılmış olması hepimiz adına
memnuniyet verici. İnsanların milletvekili seçilme yeterliliğine
sahip olduklarında ne giyip ne giymeyecekleri, buraya nasıl
çıkabilecekleri konusunda kendilerinin karar verme yetenekleri
olduğuna millet karar vermiş ki bizleri buraya kendilerini temsil
edelim diye çıkarmış. Dolayısıyla, bu yalnızca
özgürlükleri genişletici bir hâldir ve Milliyetçi Hareket Partisi buna
taraftır.
Burada da en çok önemsediğimiz şey bu insan
hakları cümlesinde olan her şeyin bizim tarafımızdan olumlu
karşılanacağının bilinmesidir. Onun ötesinde de
uzlaşma kültürünün ülkemizde yaygınlaşması ve toplumdaki
tansiyonun düşmesi adına bütün siyasi partilerin iş birliğiyle
alacağı bu tür kararlara her zaman biz de destek vereceğiz.
Ancak söylediğim gibi, uzlaşma anlık bir şey değil,
uzlaşma bir kültür. Uzlaşma yalnızca bir anda ağızdan
çıkan evet sözü değil, uzlaşmanın arkası, anı
ve sonrası var. Nitekim, millet olmak bile bir uzlaşma. Millet olmak
demek binlerce yıllık biriktirdiğimiz anı bohçalarımızla
anda, hâlde uzlaşmak demek ama bizler, yalnızca böyle nokta
atışlarla uzlaşmamalıyız; başörtüsünü
çekiştirdiniz, uzlaştık, hiçbir şey olmadı, şimdi
paçadan çekiştireceksiniz yine bir şey olmuyor ama uzlaşma
yalnızca kılık kıyafetle olmamalı. Uzlaşma bir
kültür; uzlaşma hayatımızın bütününde olmalı ve
özellikle karar verici insanların sarf ettikleri cümlelerin insanları
ayrıştırmaya, insanları kışkırtmaya,
insanları farklılaştırmaya yönelik olmaması gerekir.
Bu sebeple, dün sarf edilmiş bir sözü
hatırlatmak istiyorum: Düşmanları sevindirmek. diye bir ifade
kullanıldı. Siyasi rekabette düşmanlık yoktur. Siyaset
uzlaşma üzerinden gider. Yalnızca, çıkacak bir yasa, bir İç
Tüzük düzenlemesinde uzlaşmak, toplumdaki tansiyonu düşürmek
adına yetmez.
Muhalefet olarak biz -kendi parti grubum adına
söylüyorum bunu ve sanıyorum diğer muhalefet partilerinde de
aynı şey vardır- iktidar eden partiyi düşman diye
görmüyoruz. Bizler kimsenin düşmanı değiliz, kimsenin de bizi
düşman diye görmesini arzu etmeyiz. O sebeple, bu sevinecek
düşmanlar kimdir, bunun izah edilmesi gerekir.
Bütün siyasi partiler mümkün olduğunca
uzlaşarak toplumdaki tansiyonu düşürmeye çalışırken
Hükûmet eden parti tarafından Düşmanları sevindirmeyelim. diye
bir cümle sarf edilmesi, bu kültürün henüz bazı kişiler
tarafından içselleştirilmediğinin bir göstergesidir ve
dolayısıyla, bu kışkırtıcı, bu
insanları ürküten cümlelerin izaha ihtiyacı olduğu mutlaktır.
Düşmanlık ifadesi, hiçbir siyasetçinin ağzına
yakışmayan bir şeydir. Düşmandan
anladığımız, millî menfaatlerimize karşı olan bir
tutumdur. Burada siyaset yaparken birbirimizin karşıtı,
birbirimizin düşmanı değiliz, aksine, uzlaşmak üzere
buradayız.
Nitekim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, pozitif
muhalefet yaptığımızı her zaman söylüyoruz; doğru
olan her uygulamaya, doğru olan her kanuna evet demeyi prensip olarak
kabul ediyoruz ve bunu da dillendiriyoruz ve hep örnek veriyoruz şunu:
Dumansız hava sahası kadar iyi bir uygulama mı var? diye.
Bunlara Hayır. demek mümkün müdür? Bunlara muhalefetteyiz diye itiraz etmemiz
beklenebilir mi? Hayır. Ama, muhalefet yalnızca reddetmek değil,
biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu gerçekleştirmeye
çalışıyoruz pozitif bir muhalefet yaparak. Ama,
düşmanları sevindirme tanımının -tekraren
söylüyorum- izaha ihtiyacı vardır ve birileri bunu izah etmelidir,
düşman kimdir?
Ve bu farlılıkları belirten,
farklılıkları kışkırtan söylemlerin de
sonlanması gerekiyor ama kimlik sorunu üzerinden yürütülen bu mevcut
durumdaki siyasetteki kışkırtıcılık, retorikteki,
bu söylemdeki abartılı tutumlar toplumdaki tansiyonu maalesef ki
yükseltiyor ve bu yükselen tansiyona koşut giden bazı bürokratlar da
oluyor, hepimiz biliyoruz ve bu çirkinlikler yayılıyor. Hani, laf
meşhur, Hoca öksürürse, cemaat hapşırıyor.
Dolayısıyla, toplumda bu tür sıkıntı yaratacak,
diğer siyasetçilerle ilgili tereddütler uyandıracak,
karşıtlıkları pekiştirecek söylemlerin karar vericiler
tarafından sarf edilmemesi gerekiyor. Zaten devlet adamı denilen
kişilerin de hizmet için kalkıp, hikmetle konuşup hürmetle oturması
bekleniyor, kışkırtması değil ve bir gün, hayatta öyle
enteresan şeyler oluyor, başkası için söyledikleriniz bumerang
gibi dönüp sizi bulabiliyor, bunun örnekleriyle dolu siyasi tarihimiz. O
bakımdan başkalarına bazı şeyleri atfederken kendimizi
de o insanların yerine koyup Ne diyorum, ne yapıyorum? diye
düşünmek gerekir. Siyaset biraz da empati yapmak demek, toplumu
kışkırtmak yerine toplumu uzlaşmada buluşturmak demek.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu uygulamalara elbette
ki Evet. diyoruz ama ben pantolon konusundan öte başka bir şey
söylemek istiyorum. Burada daha önce bir konuşmacı, Milliyetçi
Hareket Partisiyle özdeşleşmiş bir kavram üzerinden birilerine
atıfta bulundu ve o arada da barış süreci diye bir şeyden
bahsediyor ve bizim buna karşı olduğumuzu, ayrıca kendisinin
eski ülkücülüğünden filan atıf yapan konuşmacılar da oldu.
Hikâye meşhur, ben bu hikâyeyi paylaşmak istiyorum sizlerle,
tavşanın doktora tezi hikâyesi.
Tavşan mağaranın önünde doktora tezini
yazıyormuş bilgisayarı kucağında. Ayı geliyor,
diyor ki: Tavşan kardeş, ne yapıyorsun? Tavşan Doktora
tezimi yazıyorum. deyince, diyor ki: Nedir konusu? Bir tavşan bir
ayıyı nasıl yer? Ayı diyor ki: Güldürme beni, sen beni
hiç yiyebilir misin? Tavşan Mağarama gir, görürsün. diyor ve biraz
sonra mağaradan tavşan elinde bir kemik, dişlerini
karıştırarak çıkıyor ve ayı yok. Arkasından
kaplan geliyor, diyor ki: Tavşan kardeş, ne yapıyorsun?
Tavşan Doktora tezimi yazıyorum. diyor. Hayırdır, konusu
ne? Bir tavşan, bir kaplanı nasıl yer? Kaplan inanmıyor.
Diyor ki tavşan: Gel mağarama, göstereyim. Mağaraya
giriyorlar, kaplan yok. Tavşan yine elinde bir kemik, dişlerini
karıştırarak çıkıyor. Ormanda bu hikâye
yayılınca ormandakiler toplanıp geliyorlar, diyorlar ki:
Tavşan, sen burada ne yapıyorsun? Oturuyor dizüstü
bilgisayarıyla, diyor ki: Doktora tezimi yazıyorum. Hani, önce
mezun oldu, mastırını yaptı, artık doktora,
ustalık belgesini alacak. Diyorlar ki: Bunu nasıl yapıyorsun?
Tavşan Mağarama gelin, göstereyim. diyor. Diyorlar ki: Ama bak,
biz sağlam çıkmak istiyoruz. Hayhay. Tavşan mağaraya
götürüyor bunları. Bir giriyorlar ki içeride aslan yan gelmiş
yatıyor.
Özetle konu şudur: Doktora tezinizin ne olduğu
değil, danışmanınız önemlidir. Kimlere akıl
danışıyorsanız onlarla istişare ettiğiniz
şeyleri bu millete kefen diye biçmeyiniz lütfen, istirham ediyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi bu milletin hayrına olan her şeyde, her
zaman vardır ve bu milletin hayrına olan her konuya evet der.
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bu pantolon uygulamasına da parti
grubumuz olarak evet diyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ayşe Gülsün
Bilgehan, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Meclis İç Tüzük
değişikliğiyle ilgili kanun teklifinin tümü üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek için söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bugün değiştireceğimiz Meclis
İçtüzüğünün 56ncı maddesi sadece üç paragraftan
oluşmaktadır. Kadınların kıyafetine de üç kelimeden
oluşan bir cümle ile değinilmektedir. Bayanlar tayyör giyerler.
diyor. İşte, biz, bugün bu bölümü değiştiriyoruz. Geç,
zamanlaması kötü, tuhaf bir değişiklik yapacağız.
Öncelikle, dil çoktan değişmeliydi. Artık,
hepinizin bildiği gibi bayan denmiyor, kadın deniyor.
Ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitliği, insan haklarının
önemli bir parçası ve sözlüklere de girmiş. Örneğin bilim
adamı yerine bilim insanı çok daha güzel bir deyim. Bu vesileyle,
bu deyimi çok kullanan Erdal İnönüyü de belki anmak gerekir.
Tayyör, Fransızcada takım elbise yerine
kullanılıyor. Zaten
etek-ceket, pantolon-ceket olarak da anlaşılabilirdi. Görünen
şu ki: Asırlar içerisinde kadınların kıyafetleri
değişmiştir. Önemli olan, kadının bir birey olarak ne
giyeceğine karar verecek özgürlüğe ve güce sahip olmasıdır.
Burada, arkadaşımız Şafak Paveyin onurlu duruşunu
hatırlıyorum. İki yıl önce kendisine kıyafet
ayrımcılığı yapılmasını reddetmiş,
kurallara saygılı olacağını belirtmişti, çok
doğru yapmıştı. Çünkü dünyanın pek çok parlamentosunu,
meclisini görüyoruz, gerçekten her yerin kendine göre usulleri var.
Örneğin, Fransada Meclis Başkanı Genel
Kurula Cumhuriyet Muhafızlarının çaldığı
trompetler eşliğinde giriyor, hâlâ böyle oluyor. En son, Sayın
Tekelioğlunun başkanlığında bir karma parlamenter
heyetle gittik ve biz de buna şahit olduk. Fransa Meclisi eş cinsel
evliliği onayladı ama Fransız İhtilalinden gelen bu
geleneği değiştirmedi. Ayrıca, vatandaşa saygı
özenli bir kıyafet gerektiriyor. Bu açıdan, milletvekillerinin
kıyafetlerinin belli kurala bağlı olmasının da
doğru olduğunu düşünüyorum. Ama gerçekten şu anda tek
derdimiz pantolon mu? Unutmayalım, bugün İç Tüzükünde kadınlara
pantolon giyme hakkını tanıyan bu Meclis, 1926 yılında
Medeni Kanunu kabul etti. Bizim o zaman elde ettiğimiz haklara
ulaşmak için bugün, Arap Baharını gerçekleştirmeye
çalışan ülkeler mücadele ediyorlar. Şu son birkaç gün
içerisinde, Sosyalist Enternasyonalde, pek çok Arap ülkesinin temsilcisiyle beraber
olduk.
Medeni Kanun, 1926da, kadınlara yasa önünde
eşit vatandaşlık hakkı verdi, tek eşli evliliği
getirdi, tek taraflı boşanmayı kaldırarak kadına da
boşanma hakkını verdi. O zamana kadar, sadece hanedan mensubu
kadınlar eşlerinden ayrılabilirlerdi, diğerlerine Boş
ol. demek yeterliydi. Medeni Kanun mahkemelerde eşitliği getirdi, 1
erkeğe karşı 2 kadının şahitliğini
kaldırdı. Medeni Kanunun yürürlüğe girmesiyle mecelle tarihe
karıştı. Böylece, örneğin miras hukukundaki
haksızlıklar düzeltildi. Bunlardan biri de yetim hakkını
koruyan maddedir. Mecelleye göre, evli ve çocukları olan evlat babadan
önce ölünce, miras açılmadığı için, ailenin mirasından
mahrum bırakılıyordu, yetimlerin hakkı öbür kardeşler
arasında pay ediliyordu. Medeni Kanun, yetim hakkını
korumuştur. Türkiye'nin iki yüz yıldır yanlış yolda
olduğunu düşünenler bunları bilmezler mi? Kendi anneleri,
eşleri, kızları, bizler bu haklardan yararlanmadık mı?
Laiklik, kadınların ve demokrasinin en büyük
teminatıdır. Başbakan da herhâlde bu gerçeğe
karşı değil ki Mısırdaki arkadaşlarına
Türkiyeyi örnek göstermişti. Ancak, laikliğin sadece kadın
kıyafeti üzerinden kendisini ispat etmesi ne kadar yanlışsa,
inancın da en çok kadında görünür olması haksızlık
değil midir? Sayın Başbakan, şimdi, iki yüz yıllık
yanlış yol yorumunu bize nasıl açıklayabilir? Eğer
Batılılaşmaya karşı ise, yıllardır
Brükselde ne için uğraşıyoruz? (CHP sıralarından
alkışlar)
Ayrıca Sayın Başbakana Avrupa kültürünün
Anadoluda doğduğunu da hatırlatmak isterim. İki yüz
yıl geriye dönünce, o dönemde
gerçekleştirilen Tanzimat hareketleri, Anayasa, ilk Meclis,
azınlık hakları, hepsine karşı mı
çıkıyor?
Bir hatırlatma daha yapmak istiyorum. Çok takdir
ettiği Osmanlının son topraklarını korumak için
savaşanlar sonradan cumhuriyeti kuranlardır.
Başbakan, ayrıca İki yüz yıldır
halka görüşü sorulmuyor. diyor. Peki, şimdi soruluyor mu? Şimdi
de sorulmuyor. Ama iki yüz yıl içinde değişenler var.
Bazıları artık siz sormadan fikirlerini belirtiyorlar. İşte,
pek çoğumuzun anlayamadığı Gezi eylemcileri. Onları
açıkçası biz de zorlukla anlayabildik ama aramızdaki fark, biz
onların zekâsına, mizah anlayışlarına, cesaretlerine
şapka çıkarıyoruz ve onlara saygı duyuyoruz.
Bir taraftan, 18 yaşındakilere milletvekili
olma önerisini getirirken, o insanların nerede oturduklarını
kurcalamayı anlamakta zorluk çekiyoruz. Bunun yerine 16 yaşında
evlilik oranı artan kız çocuklarının durumunu düzeltmek
daha iyi olmaz mı? Bugün, Türkiyede 18 yaşında evlenen
kızların, gelin olanların oranı genele
baktığımızda üçte 1.
Bakın, geçenlerde yabancı bir siyasetçi bizimle
ilgili ne dedi: Yolda giderken hep dikiz aynasına bakarsanız sonunda
duvara toslarsınız.
Biz, iki yüz yılı, yetmiş, seksen
yılı bırakalım da on bir yıldır iktidarda olan
AKP döneminde kadın hakları ne durumdadır, ona bakalım.
Gerçekten insaf! Kadın-erkek eşitliğinde
120nci sıradayız. Dünya Ekonomik Forumunun 2013 Küresel Cinsiyet
Eşitliği Sıralaması yeni yayımlandı. Türkiye,
kadınların eğitim düzeyi açısından 104, ekonomi ve
fırsat eşitliği bakımından 127 ve kadınların
iş gücüne katılımı bakımından 123üncü
sıradadır. Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında ise sondan bir
önceki sırada geliyoruz. Göstergede sürekli gerileyen Türkiye, dünya sıralamasında
Nepal, Mali, Çad, Yemen gibi ülkelerle birlikte en altta bulunan 15 ülke
arasında yer alıyor. Bu ürkütücü tablo karşımızdayken
kadının özgürlüğünden söz edilebilir mi?
Kadınların ekonomik
bağımsızlığı var mı? En önemli konu,
aslında bu ekonomik eşitsizlik. Çalışma hayatına
katılım, tarım dışı sektörlere baktığımızda,
sadece ve sadece yüzde 24. Bu, gerçekten dünya sıralamasında çok çok
gerilerde geldiğimizi gösteriyor. Bir örnek vereceğim,
İzlandada aynı oran yüzde 81, yani İzlandadaki
kadınların yüzde 81i ekonomiye katılırken, Türkiye'deki
kadınların kentlerde sadece yüzde 24ü katılabiliyor. Ve
Türkiye'deki kadınların sadece yüzde 33ünün bankada hesabı var.
Çalışanların yüzde 57,8i de kayıt dışı,
sosyal güvenceden yoksun.
Yürürlüğe giren, evlenen kadınlara kıdem
tazminatıyla işten ayrılma hakkı, uzun doğum izni gibi
uygulamalar kadın istihdamını cesaretlendirici değildir,
tam tersine işverenleri ürkütmektedir.
Bir taraftan, Başbakan sürekli 3 çocuk
çağrısı yapıyor, bir taraftan da kadınların
çalışmaları isteniyor. Çalışan kadınlara
aile-iş yaşamı dengesini sağlamaları için gerekli
kurumsal ve yapısal destekler, tam gün okul, ucuz ve kaliteli kreş
verilmiyor.
Bunun sonucunu da, endişe verici bir şekilde
yüksekokul mezunu kadınlar arasında görüyoruz. Eskiden, en
azından yüksekokul mezunu kadınlar çalışırlardı,
bu oran daha yüksekti, artık çalışmıyorlar. 1989
yılında yüzde 81,3 olan bu oran, 10 puan düşmüş durumda.
Bakıyoruz, kamuda çalışanların
oranı yüzde 34. Ama yönetici kadrosunda yine çok az kadın var, hem de
yıllar geçtikçe daha da azalmış.
Örneğin, Hazine Müsteşarlığında
sadece 1 kadın yönetici var, oysa, ben hatırlıyorum, Hazine
Müsteşarı bir zamanlar bir kadındı. BDDK ve SPKda hiç
kadın yönetici yok. Merkez Bankası Banka Meclis üyeleri, başkan
yardımcıları arasında da yok. Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay, HSYK başkanları erkek. Hele yargıda gerçekten bir
gerileme var, HSYKda yüzde 33 olan kadın oranı yüzde 3e
düşmüş. Yani bunu açıklamak mümkün değil. Üniversite
rektörleri içinde kadınların oranı sadece yüzde 5. Bu arada,
yapılan seçimleri kazanan 5 kadın aday rektör atanmamış.
Yani bunu da anlamak mümkün değil çünkü bu aslında tam bir pozitif
önlem, olumlu ayrımcılık olabilirdi, üstelik zaten
kazanmışlar, hakları ama o 5 kadın da atanmamış.
Bakıyoruz, ilk ve ortaöğretimde
pek çok kadın çalışan, kadın öğretmen var ama
onların da yönetici sayısı sürekli olarak azalmış.
Şimdi, en son olarak şunu söylemek istiyorum:
Kadınların çalışabilmesi için mutlaka ev ve aile
işlerinin paylaşılması gerekiyor. Yani devlet bir yerde ne
kadar çok önlem alırsa, ne kadar yardımcı olmaya
çalışırsa çalışsın aslında iş aile
içinde bitiyor. Şimdi, bir veri vereceğim, Avrupa Konseyinin
yaptığı bir çalışma. Oradaki yapılan
çalışmada aile ve ev işlerini paylaşımda erkeklerin
oranına bakıldı, yüzde 70 oranıyla İsveç 1nci
gelirken, yüzde 17 ile Türkiye sonuncu geldi. Yani Türkiyedeki erkeklerden
bahsediyorum. ABdeki erkeklerin günlük ev işlerini
paylaşımı, ev işlerine katılması günlük dört
saat, bizde kırk dakika. Oysa yasalarda ileride görünüyoruz. Avrupa Konseyinin
kadına yönelik şiddetle ilgili en önemli anlaşmasını
iki yıl önce burada hep birlikte kabul ettik, onayladık.
İstanbul Sözleşmesini ilk imzalayan ve onaylayan ülke olarak
kendimizi gururla Avrupa Konseyinde gösteriyoruz. Oysa uygulamaya
baktığımızda, kadınların bu yasadan haberleri
yok, polis ve yargı güçleri yeteri kadar bilgilendirilmedi ve hâlâ
kadınlar en güven içinde olmaları gereken yerde, yani evlerinde
kendilerini en çok seven kişi olarak düşündükleri ve mutlaka da
sevdikleri eşleri, bazen de eski eşleri tarafından öldürülmeye
devam ediyorlar.
Demek ki mesele zihniyet ve özgürlük kavramının
yorumunda. Bireysel seçim için, kadınların yaşam
tarzlarını belirleyebilmeleri için önce korkusuz olmaları gerek.
Oysa Türkiye'de kadınların yüzde 40ı şiddet görüyor.
2002de 66 kadın öldürülürken, şiddetle mücadele eden kadın
örgütlerinin belirlemelerine göre, 2012 yılında eşleri veya aile
bireyleri tarafından öldürülen kadın sayısı 155. 2009-2012
yılları arasında ise 666 kadın aile içi şiddetin
hedefi olarak yaşamını yitirdi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
peki, Tüzükümüzdeki tek kusur pantolon muydu? Türkiye Büyük Millet Meclisinde
bugün kadınların temsil oranı yüzde 14ü biraz geçiyor, oysa
hepimiz biliyoruz ki 1935te, ilk defa cumhuriyet tarihinde kadınlar bu Meclise
girdiklerinde, bu oranla biz dünya 2ncisi idik, bugün dünya 103üncüsüyüz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yönetici olma
oranları da bu düzeyi yakalayamıyor. 12 grup başkan vekilinin
yalnızca 2si kadın. 17 ihtisas komisyonunun başkanlarından
1i kadın neyse ki, o da Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonunun başkanlığını sürdürüyor. 25 bakanlık
içinde sadece 1i kadın, o da aileden sorumlu. Bu dönemde 4 kadın
başkan vekilinden 3ünün kadın olması ise tek tesellimiz oldu
diyebilirim.
Hepimiz kendimize şu soruyu sorabiliriz: Zorunlu ya
da gönüllü kota uygulanıyor mu partiler arasında? Uygulayan partiler
var, ama henüz sonucunu da görmedik.
Madem İç Tüzük konuşuyoruz,
konuşmamın sonuna gelirken, acaba milletvekilleri olarak, kadın
ve erkek milletvekilleri olarak denetim görevini de yeterince yapabiliyor
muyuz? Gittiğimiz ülkelerdeki meclislere baktık, oradaki milletvekili
ya da senatörlerin nasıl çalıştıklarına baktık.
Gördük ki örneğin, İngiltere Parlamentosunda 1 dönemde 47 bin
yazılı soru önergesinin 42 bini yanıtlanmış. Aslında
ayrıca, yazılı ve sözlü olarak İngiltere Parlamentosunda
tam 100 bin soru önergesi verilmiş. Fransız Parlamentosunda 28 bin
yazılı soru önergesi verilmiş, bunların 17 bini yanıt
bulmuş. Bizim Parlamentomuzda ise geçen dönemde sözlü ve yazılı
toplam soru önergeleri 22.500 civarında, bunun da ancak 13.500ü cevap
bulmuş yani 10 bin soru önergesine de cevap verilmemiş.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, tamamen
başka bir konuya geçiyorum. Bakın, ülkemizde son çocuk felci
olayı yani polio vakası 1998de görülmüştü. Dünya
Sağlık Örgütü Suriyede polio virüsünün varlığını
açıkladı şu son günlerde yani çocuk felcinin yeniden görülmeye
başladığını açıkladı ve ülkemizin hastalık
bulaşması riski altında olduğunu da belirtti. Suriyeli
mültecilerin yerleştirildiği kamplar başta olmak üzere bütün o
bölgede; Malatya, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman,
Şırnak, Urfa ve Mardinde yeniden önemli bir oranda aşılama
seferberliğinin başlatılması gerektiğini duyurdu. Yani,
Türkiyede polio alarmı, çocuk felci alarmı verildi. Demek ki belki
şöyle bitirebilirim: Bugün Türkiyede polio alarmı verilirken
Meclisimiz kadın milletvekillerinin pantolon giymesine izin verdi. E, ben
de hayırlı olsun diyeyim.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz
isteyen Mülkiye Birtane, Kars Milletvekili. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE BİRTANE (Kars)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Meclis
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evet, burada bugün
tartıştığımız konu bir özgürlük adımı
olarak sunulabilir. Bize göre ise kafa karıştırmaya dönük,
üzerinde tartışma yapılması bile utandıran bir durum
ve şekilsel bir geri kalmışlığı topluma özgürlük
olarak sunma çabasıdır. 21inci yüzyılda böylesi bir sorunu
tartışmak demokrasinin neresinde olduğumuzu göstermesi
açısından önemlidir, ki biz daha başındayız. Hükûmetin
bu adımları demokratik adımlar olarak nitelendirmesi,
kadın özgürlüğünü pantolon ve başörtüsü arasına
sıkıştıracak kadar dar bir çerçevede gördüğünün de bir
pratiğidir. Bir açıdan ise Hükûmetin kadına gerçek
bakış açısını örtmeye dönüktür. Yıllardır
devam eden başörtü sorunu üzerinden siyaset yapan iktidar, bu sorunu
çözmeyi kendi siyasi stratejilerine göre şimdi uygun görmüştür.
Oysaki bu durum, toplum nezdinde sorun olmaktan çoktan
çıkmıştır. Çağdaş ve demokratik ülkelerin yüz
yıl öncesinden bıraktığı bu tartışmalar,
AKPnin demokratikleşme paketinin ana eksenini oluşturur konumda.
Türkiye demokrasi sınavını, Kürtlerin, Alevilerin, Süryanilerin
ve diğer özgürlük ve yasal statü talepleri olan halkların
sorunları hakkında verecektir. Kadınların giyim
tarzını tartışmak, hangi yönde karar çıkarsa
çıksın müdahaleye açık bir durum olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiyenin en can alıcı sorunlarının
tartışılmasının önünü tıkayıcı bir
şekilde gündeme getirmek ise sorunları
ağırlaştırmaktan başka bir katkı
sunmayacaktır. Kürt sorununa demokratik çözüm bulma sözü ile
başlayan sürecin geldiği kritik aşamada bugün
tartışmamız gereken, demokratik siyaset yapma
koşullarının yasal dayanaklarını
oluşturmaktır. Çözüm olarak adlandırıldı ancak çözüme
dair tek adım atmayan Hükûmetin başörtü, pantolon serbestisi ile oyalanması,
süreci ciddiye almadığını göstermektedir. Bugün
tartışmamız gereken, ana dilde eğitim sorunu
olmalıydı, Alevilerin talepleri, demokratik siyasetin önüne konulan
en büyük engel olan TMKnın kaldırılması
olmalıydı. Örgütlenme ve siyaset yapma hakları elinden
alınan, yıllardır tutuklu bulunan Kürtler ve yirmi otuz
yıldır cezaevlerinde tutulan PKKli hükümlü tutsakların genel ve
sağlık durumları olmalıydı. Cezaevlerinde on
yılda bine yakın kişi hayatını kaybetti, ancak, hâlâ,
hasta tutsaklar hakkında tek adım atılmıyor. Türkiye bir
gün gerçekten demokratikleştiği zaman Adalet
Bakanlığının bu konudaki tutumu utançla
anılacaktır. Hasta tutsaklara yasal düzenleme yapılmasına
rağmen âdeta gizli tanıkla TMK ile geldin, tabutla
çıkarsın. deniliyor.
Değerli milletvekilleri, 20nci Dönem bitmek üzere.
Halkın ezici bir çoğunlukla seçtiği milletvekilleri dönemlerini
cezaevinde bitirmektedirler. 28 Aralıkta Roboski katliamının
üzerinden iki yıl geçecek. Sorumlular ortada, ancak hiçbiri yargı
önüne çıkarılmadı. Kışlalarda Kürt, demokrat, Alevi
askerler şüpheli ölümlere kurban gidiyor, mevcut iktidar bununla ilgili
herhangi bir çaba içerisinde değil. Biz bu tabloya rağmen,
önceliği ne giyilip ne giyilmemesi tartışmalarına
veriyorsak bu konuda da birkaç şey söylemek isterim.
Bugün kadınlar istediği gibi örtünebilmekte,
ancak, istediği gibi giyinememektedirler. Dün, kapalı olduğu
için okullara alınmayan kız öğrenciler vardı; bugün,
askılı giyindiği için dolmuştan indirilen kadınlar,
kız arkadaşına sarıldığı için tokatlanan
erkekler, bankta yan yana otururken elinde evlilik cüzdanı
taşımak zorunda olduğunu hisseden kadınlar ve erkekler var.
Dün türbanlı kadınlar devlet dairelerine çekinerek girerlerdi,
şimdi mini etek giyinen kadınlar aynı durumda. Dün cemaat evleri
basılırdı, bugün ise öğrenci evleri basılıyor.
Dün devletin irtica korkusu vardı, bugün Gezi Parkı
direnişçileri korkusu var. Dün zikir getirmek yasaktı, bugün içki
içenler kendisini baskı altında görüyor. Dün toplum şeriatla
insanları korkuturdu, bugün ise Kadıköyde vapurdan inen
kadınlarla, kadınlı erkekli evlerle korkutuluyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sistem muhafazakâr ve Kemalistler, statükocular arasında el
değiştirdikçe kaderi değişmeyenler ise Kürtler, Aleviler ve
kadınlar oldu. Tansu Çillerin başbakanlığı döneminde
Kürt iş adamları, siyasetçileri katledilirdi, faili meçhul
sayılırdı. Başbakan Erdoğan zamanında Roboskide
sınır ticareti yapan 34 Kürt çocuğu faili belli savaş
uçakları ile parçalanarak can verdi. Kürt siyasetçiler ise belediye
başkanları, milletvekilleriyle birlikte cezaevlerine konuldu.
1990lı yıllarda 17 bin faili meçhul cinayet
yaşandı, köyler yakıldı, insanlar göçe zorlandı,
Başbakan Erdoğan zamanında 12 yaşındaki Uğur
Kaymaz, üniversite öğrencileri Aydın Erdem, Şerzan Kurt ve daha
niceleri sokak ortasında öldürüldü. Van depremzedeleri göç ettirildi,
çaresiz insanlar yıllardır çadırlarda bekletilmeye mahkûm
edildi. Köylerde hayvancılık, tarım bitti, köylüler
metropollerde inşaat işçisi olarak çalışmak,
kaldıkları çadırlarda iş cinayetlerinde can vermeye mahkûm
edildi. Yıllardır süren savaş nedeniyle her
karışına mayın döşenen topraklarda yüzlerce Kürt
çocuğu mayınla sakat kaldı, can verdi. Başbakan
Erdoğan zamanında, Ceylan Önkol koyun otlatırken bedeni
şarapnelle parçalandı, dört aylık Mehmet Aytun annesinden süt
emerken gaz fişeğiyle öldü. Enes Ata ve İsmail Erkek
adındaki 8 yaşındaki çocuklar 2006 yılında
Başbakanın Kadın da olsa, çocuk da olsa
talimatıyla Hükûmetin
polisleri tarafından öldürüldü.
AKP iktidarından önce Aleviler Dersimde,
Maraş, Çorum, Sivasta katledildi, AKP zamanında ise Gezi
direnişi eylemleri sırasında öldürülen Mehmet
Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük ve Ali İsmail
Korkmaz adında 4 genç de Alevi idi. Aleviler o zaman ölümle tehdit
ediliyordu, şimdi ise Alevilerin evleri işaretlenip yeni katliam
sinyalleri veriliyor. Değişen ne oldu? Önceki iktidarlarda
gazeteciler katlediliyordu, şimdi ise cezaevlerinde tutuluyor ve
baskı altında bırakılıyorlar. 1990lı
yıllarda Irakta Kürtlerin statü elde etmesinden korkuluyordu, senaryolar
yazılıyordu, bugün ise Rojava Kürtleri ile
savaşılıyor, çeteler destekleniyor; Türkiye, Suriyedeki
savaş ortamından çıkar elde etmeye çalışıyor. Bu
politikanın da Kürtlerin vermiş olduğu mücadele ile boşa
çıkarılacağı gerçekliğinin unutulmaması
gerektiğini bir kez daha vurgulamak isterim.
Daha önceleri Bakur ve Rojava Kürtleri arasına
çekilmiş tel örgüler Kürtlerin mücadelesi ile nasıl
anlamsızlaştırıldıysa, dünyada yıkılan
duvarların bugünkü iktidarın dâhiyane politikaları ile Kürtler
arasına örülmek istenmesi de Kürtlerin mücadelesi ile
anlamsızlaştırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
iktidarlar, oylarını aldıkları kesimin taleplerine göre
değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak,
taleplerine kulak vermek, onları hayata geçirmek için vardırlar.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. söylemiyle
insanın yaşamını ancak devletin yaşaması için
malzeme yapan devletçi anlayış, sakat olduğu kadar
Yaratılanı Yaradandan ötürü seviyoruz sözü de bir Başbakan
tarafından telaffuz edildiğinde kibrin, aşağı görmenin
ve insanı yok saymanın, dışlayan bir tutumun tezahürü
olduğunu göstermektedir. Halkı ya devleti yaşatmak ya da Yaradan
hatırına seven bir iktidarın demokrasi
sınırlarını nereye kadar çizdiği açıktır.
Kendi ideolojisi, kendi anlayışı ve kendi siyasi pozisyonuna
göre toplumu iyi ya da kötü insan tipi, azınlık ve çoğunluk,
ahlaklı-ahlaksız tarifi yaparak kategorize eden bir iktidar, herkesi,
her kesimi kucaklamayacağı gibi, hizmet verdiği grupları ve
kesimleri de kendisine bir oy deposu olarak görür, hizmeti oya satan bir
anlayışla hareket eder. Zaten, bugüne kadar, Alevilere dönük en ufak
taktiksel bir adım ya da göz boyayan tek icraatının olmaması,
Alevilerin kendilerine oy vereceğine dair en küçük bir umudunun
olmamasından kaynaklıdır diye düşünüyoruz. Hiçbir
vatandaş, bir iktidara kendisi dışında kalan kesimler
üzerinden baskı kurması için oy vermez. Otorite ve baskı, halk
iradesinin ve çoğunluğun talebi değildir. O yüzdendir ki
baskıcı rejimler geçicidir ve demokrasiye gelince, toplumun genel
sorunlarını, bireyin kendini mutlu ve güvende hissetmesi için onun
tüm sorunlarını çözen bir sistemdir ki o yüzden demokratik
gelişim bir süreklilik arz eder.
İktidar, kadının kaç çocuk doğuracağına,
aile içi ilişkilerine müdahale etmekle değil, kadını her
türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı
koruyabiliyor, ona bir yaşam güvencesi sunabiliyorsa demokratiktir. Demokratik
iktidar, tecavüz sonucu hamile kalmış bir kadını o
çocuğu doğurmak zorunda bırakan değil, kadınları
tecavüze karşı koruyan, tecavüzü caydırıcı
düzenlemeler yapan iktidardır. Demokratik iktidar, Roboski
katliamından kürtaj yasağı çıkaran değil, katliamın
sorumlularını bulan, halkından özür dileyen iktidardır.
Baskı rejimleri ve halkı kendine göre şekillendirme
anlayışına sahip iktidarlar başarılı
olabilselerdi, şimdi, Hitler, Pinochet, Saddam Hüseyin, Franco, Yavuz
Sultan Selim rahmetle anılırlardı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
AKPnin kadın yaşamına müdahale üzerinden işleyen
muhafazakâr anlayışı, erkekle kadının bir aradayken
her koşulda cinsellik yaşayabileceği bilinci olup toplumu alenen
karalamaktır. 18 yaşını aşmış erkekle kadının
aynı sınıfta, aynı evde, aynı yurtta
kalmasının aşka, sevgiye ve cinsel birlikteliğe vesile
olacağından kaygı duyuyor ancak evlenme yaşını
16ya indiriyor; liselerde emzirme odaları yapmayı planlıyor. Bu
evli olan üniversiteli öğrencilere evlenme bursu vermeyi demokratik
adım olarak göstermeye çalışıyor. Ancak, gençlerin dinî
nikâh ya da devlet tescilli belge ile bir arada olmasına müsaade eden
iktidar resmî makamlar tarafından onaylanmış cinselliği
kadın ahlaksızlığı olarak tanımlıyor.
Kız kardeşleriniz, kızlarınız
okullarda neler yapıyor neler. deyip âdeta topluma kadın ve
öğrenci düşmanlığı enjekte ediliyor. Toplumun namusa
bakışının kadın üzerinden şekillenmesini yeniden
yeniden örgütlüyor.
Bu çocuklar bizim sorumluluğumuzda. deyip 18
yaşını geçmiş gençleri gönüllü ve bilinçli birliktelikler
üzerinden vuran Başbakan toplumun en temiz, en masum, en sevimli
yanına yani gençlere savaş açıyor. Gençleri 18, 19
yaşında evlendirmek, kadınları 16sında çocuk sahibi
yapmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Gençler üretimden koparılıyor,
üniversite gençleri üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulamaz durumda
bırakılıyor. Sayın Başbakana soruyorum: Üniversite
gençleri sizin sorumluluğunuzda ise üniversiteyi bitirdikten sonra
işsiz dolaşan mühendisler, atanmayan öğretmenler, asgari ücretle
çalışanlar sizin sorumluluğunuzda değil midir?
Karışık yurtlar uygun değil.
diyorsunuz da Dicle Üniversitesi öğrenci yurdunda kalan kadın
öğrencilerin tecavüze uğraması, cinsel taciz ve tecavüze maruz
kalması hiç mi sizi ilgilendirmiyor? 2009-2011 yılları
arasında yaşanmış 29.980 tecavüz suçu sizin sorumluluğunuzda
değil mi? Buna müdahale etmek işinize mi gelmiyor? 2009-2012
yılları arasında cinayete kurban giden 1.411 kadın sizin
sorumluluğunuzda değil mi? Koruma emri
çıkartıldığı hâlde sokak ortasında katledilen
kadınların sayısından haberdar mısınız?
80 yaşındaki erkeklere 6ncı, 7nci
kadın diye verilen 13-14 yaşındaki kızlar sizin
sorumluluğunuzda değil mi?
Bir resmî nikâh üç dört dinî nikahla bir binanın her
katında, her şehirde bulunan her evinde ayrı ayrı dinî
nikahlı eşler bulunduran, üç dört kadını kendine eş
yapan erkekler sizin sorumluluğunuzda değil midir?
Evet, bütün bunlar yaşanırken AKP bir pantolon
bir eşarpla oy hesabı yapıyor. Kadınların istedikleri
gibi giyinmesini değil de, örtünmek isteyenlerin istediği gibi
giyinmesini kadın özgürlüğü temelinde ele alıyor. Bir taraftan
kadın milletvekillerine giyim konusunda sınırlı da olsa bir
özgürlük tanımakta diğer tarafta insanların evlerinin içindeki
yaşam şekline müdahale edilmektedir.
Muhafazakâr anlayışını giyim,
düşünce biçimi, cinsel yönelim ve sosyal yaşama istikamet çizme
unsuru olarak kullanan iktidar, kendi anlayışına ters
düşmeyen bireyler yaratmak için toplumu çeşitli yöntemlerle etkisi
altına almaya çalışmaktadır ve toplumun gerçek sorunlarını
gizlemek için bu yönlü suni gündemlerle uyutmaya çalışıyor.
Bizler gerçek demokrasi mücadelesi veren iktidarlara
ihtiyacımızın olduğunu belirtiyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına söz isteyen Mehmet Akif
Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın
milletvekilleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bulunacak olan
kadın kamu personelinin sadece tayyörle değil, ceket ve pantolon
giyerek de Genel Kurula girebileceklerine ilişkin görüştüğümüz
İç Tüzük düzenlemesi gerçekte iki yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kuruluna gelmişti. 6 Ekim 2011 tarihinde Anayasa Komisyonunda
görüşüldükten sonra 11 Ekim 2011 tarihinde Genel Kurula gelen bu düzenleme
Anayasa Komisyonunun talebi üzerine Genel Kuruldan çekilerek Anayasa
Komisyonuna iade edilmiştir. Yani iki yıllık bir gecikme söz
konusudur. Tam iki yıl önce yürürlüğe girebilecek olan bir düzenleme
iki yıl gecikmeyle Genel Kurula gelebilmiştir.
Bu iki yıllık gecikme olarak tarif
ettiğimiz sürenin son haftalarında bir gelişme oldu. İki
hafta önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4 siyasi partinin
mutabakatıyla, başörtüsüyle, türbanıyla Genel Kurula girmek
isteyen kadın milletvekillerimiz Genel Kurula girdiler; herhangi bir sorun
çıkmadı. Hemen ardından kadın milletvekillerimizin pantolon
giyebilmesine ilişkin düzenleme Genel Kurula getirildi. İki yıl
önce bu düzenleme Genel Kurula geldi. İki yıl önce biz bunu
yürürlüğe koyabilirdik ama
çoğunluk iradesi farklı yönde teşekkül etti. Ancak ve
ancak türban Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna girerse kadın
milletvekillerimiz de pantolon giyebilir. anlayışıyla bu
düzenleme bugün görüşülüyor. Bu maalesef rencide edici bir tutumdur. Bu
özgürlükçü bir tutum değildir. İnsanların, kadınların,
milletvekillerimizin, kadın kamu personelinin pantolon giyebilmesi düzenlemesini,
böyle bir imkânı bir başka kıyafetin arkasına
takarsanız, Ancak o olursa pantolon da Genel Kurula girebilir. derseniz
siz konuya özgürlükçü yaklaşmıyorsunuz demektir. Asıl
tartışılması gereken konu budur.
Şimdi, bazı kadın milletvekillerimiz
başörtüleriyle, türbanlarıyla Genel Kurula girdikten sonra, hemen onu
takip eden pazartesi günü, yani geçen hafta, 4 Kasım 2013 tarihinde Adalet
ve Kalkınma Partisi milletvekilleri, grup başkan vekilleri bir teklif
verdiler. Yani sanki bu ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
geliyormuş gibi bir anlayışla bir teklif verildi. Hayır,
iki yıl önce bu teklif, İç Tüzük değişiklik teklifi Anayasa
Komisyonunda görüşüldü, Sayın Rıza Türmen ve Sayın Mustafa
Şentopun vermiş olduğu önergelerle son şeklini aldı,
Komisyon bunu oy birliğiyle kabul etti, Genel Kurula geldi. Şimdi,
iki yıl sonra, 4 Kasım 2013 tarihinde yeni bir teklif vermek bu
gerçeği gizlemeye yetmiyor. Ayrıca, verilen teklif, Adalet ve
Kalkınma Partisinin vermiş olduğu teklif satır satır,
kelime kelime o teklifin aynısı. Zaten bir satırlık bir
teklif, aynısı verilmiş durumda, hiçbir değişiklik
yok. İki yıllık bir gecikme var.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda türbanı
özgürlükçü bir anlayışla değil, demokratik bir
anlayışla değil, insan haklarına saygı duyan bir
anlayışla değil de mensup olunan siyasi geleneğin gelinen
aşamasında laiklik, sekülarite karşısında bir zafer
olarak görürseniz bu yanlıştır, bu yanlış. İki
yıllık gecikmenin hesabını Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu burada vermek zorundadır. Özgürlükçü anlayışa sahip
olanlar kadınlarımızın kıyafetini bir başka
şarta bağlı kılmazlar. Eğer
kılıyorsanız bu anlayış problemlidir, bu anlayış
demokrat değildir.
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki kıyafetleri,
rövanş duygusuyla geçen bir siyasi yaşamın sonucunda, bugün
gelinen aşamada alınan rövanş duygusuyla takdim edenlerin
demokrasiyle, özgürlüklerle, insan haklarıyla problemi vardır. Bugün
aslında konuşulması gereken gerçek konu budur.
Şimdi, bakın, bugünlerde Sayın
Başbakan kendi otoriter anlayışıyla topluma istikamet
vermeye çalışıyor, toplumu hizaya getirmeye
çalışıyor. Sayın Başbakanın
anlayışı bu, toplumu hizaya getirmek. Özgürlükçü bir yaklaşımla
insanların, bireylerin özgürlük alanını genişletmek
değil, tam tersine kendi anlayışına uygun olarak topluma
istikamet vermeye çalışıyor Sayın Başbakan. Birden,
türban uygulaması sonrasında Türkiyenin gündemine kız
öğrenci evleri çıktı, öğrenci yurtları meselesi geldi.
Hemen akabinde, Sayın Başbakanın tutumundan görev çıkaran
bir kısım valiler hemen uygulamaya geçtiler. Manisada bir evi polis
gece basıyor, kimlik kontrolü yapıyor, kızlı erkekli o
gençler orada oturmuş sohbet ediyorlar, hemen onlara bir gürültü
cezası kesiliyor. Bir başka vali bir başka ilde daha farklı
bir uygulama yapıyor, para cezası kesiyor.
Şimdi, Sayın Başbakanın sürekli
olarak dine, dindarlığa vurgu yapmasını demokratik bir
devlette kişisel bir tercih, kişisel bir düşüncenin ifadesi
olarak alabiliriz elbette ama kendisini dindar olarak tanımlayan bir
kişi, kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kişi kendi
inancını, onun gereklerini herkes için geçerli sayıyor ve bu
inanç ve pratikleri herkes için geçerli olacak şekilde uygulamaya koyma
konusunda görevli sayıyor ise bu demokrat bir tutum değildir. Din,
inanç hepimizindir, kimsenin değildir. Kişiyle Allah arasında
olan bir konudur ama dinî inancı bireysel tutum, bireysel inanç, bireyle
Allah arasındaki bir ilişki olarak değil de toplumsal
hayatımızın bütün alanlarını düzenleyecek bir kavram
olarak görürseniz bu anlayıştan demokrasi çıkmaz.
Şimdi, Sayın Başbakan dünkü grup
toplantısında çok vahim bir konuşma yaptı -Sayın
Gülsün Bilgehan buna değindi, kendisine teşekkür ediyorum- Tam iki
yüz yıldır insanımıza bir dayatma yapılıyor.
diyor. İki yüz yıl aşağı yukarı 1808 Senedi
İttifak tarihine denk gelir, işte Türkiyenin anayasacılık
tarihinde ilk belge olarak kabul edilir. Anayasal belge midir değil midir
ayrı bir tartışma konusu ama ilk belgedir ve II. Mahmutla başlayan
bir dönemdir Senedi İttifak sonrası. Yani Türkiyenin
modernleşme tarihi, insanımızın modernleşme tarihi
oradan başlar, II. Mahmutla başlar. Sayın Başbakan hedefi
büyüttü, sadece cumhuriyet değil modernleşme nerede
başlıyor ise problem orada vardır! (CHP sıralarından
alkışlar) Yani modernleşme karşıtı bir
düşünceyi ifade ediyor Sayın Başbakan. Ne var Senedi
İttifaktan sonra? 1808 Senedi İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı,
1856 Islahat Fermanı, 1876 Kanuni Esasi, Birinci Meşrutiyet, 1908 İkinci
Meşrutiyet ve ondan sonra bizim işte 1921 Anayasamız, 1924
Anayasamız ve 1961, 1982 anayasalarımız. Sayın
Başbakan hedefi büyüttü, Türkiyenin modernleşme yolunda
atmış olduğu adımlardan başlayarak hedefine onu koydu.
Bir yandan diyeceksiniz ki: Biz insanımıza hayat tarzı
dayatmıyoruz, tam tersine hayat tarzı çeşitlemesi
yapıyoruz. ama öte taraftan Türkiyenin modernleşme tarihiyle
hesaplaşma anlayışıyla bir anlayışı ortaya
koyacaksınız, parkta yan yana oturan genç kızla genç
erkeğin varlığından rahatsız olacaksınız ve
kızları ve erkekleri, öğrencileri, onların anne ve
babalarının duygularına yaslanarak mahalle
baskısının objesi hâline getireceksiniz. Bu tutum demokratik
değildir, özgürlükçü değildir. Eğer özgürlükçü
olsaydınız bu pantolon düzenlemesi iki yıl önce
gerçekleşirdi.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkan, Sayın Hamzaçebi, şimdi görüştüğümüz teklifle
ilgili yasalaştırma sürecinde oradan bazı konularda
açıklama istedi yani grubumuzla ilgili
Çünkü birlikte yürüttük bu süreci.
Dolayısıyla bu süreçte meydana gelen hadiseleri, olayları
farklı şekilde aksettirdi. Bu yüzden söz istiyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sataşma yok ki efendim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Hayır,
sataşmadan dolayı değil zaten.
BAŞKAN Sayın Canikli, böyle bir usulümüz yok.
Açıklama
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) Açıklama da
istemedi efendim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Hayır,
AK PARTİ Grubunun bunu açıklaması gerekir. dedi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Hayır, hayır, açıklama istemedim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Aslında sataşma da var Sayın
Başkanım. Şöyle: O süreçte iki yıl önce bu düzenlemenin
yapılması gerekirdi.
BAŞKAN Evet.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Hiçbir
gerekçe olmadan AK PARTİ çoğunluk grubunu çekti diye çok net bir şekilde
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Efendim, benim söz talebine saygım vardır. Sayın Canikliye söz
vermenizden ben mutlu olurum efendim.
BAŞKAN O şekilde ifade etmedi efendim. İki
sene önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiğini, AK PARTİ
Grubunun da yeni verdiğini söyledi; söylenen bu.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Net
değil. Daha önce çekildiğini söyledi ve ayrıca şu anda
gelen teklifin motamot aynısının tekrar
BAŞKAN Buyurun Sayın Canikli, iki dakika söz
veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
2.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin görüşülen 12 ve 12ye 1inci ek
sıra sayılı İçtüzük Teklifinin tümü üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşması
sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Teşekkür
ederim Sayın Başkan. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önce sondan başlayalım. Daha önce verilen
teklif 2 tane AK PARTİli milletvekili tarafından verilmişti
yani Sayın Hamzaçebinin bahsettiği iki yıl önce bu sorunu
çözecek olan teklif 2 milletvekili tarafından verilmişti. Biz son
olarak son düzenlemede yeni bir teklif düşünmüyor idik. Onun aktive edilmesi,
Adalet Komisyonunda gündem yapılması şeklinde bir irade ortaya
konulmuştu ancak bazı siyasi partilerimizle birlikte verelim, mümkün
olduğu kadar diğer siyasi partilerimiz de bu düzenlemeyi
destekliyorlar ve altında imzaları olsun düşüncesiyle ve
arkadaşlarımızın kendilerine biz sorduk, bunların
talebini yerine getirmek amacıyla yani diğer siyasi partilerin
imzasını alabilmek, birlikte verebilmek amacıyla, bir mutabakat
çerçevesinde yapabilmek amacıyla bu şekilde hareket ettik, başka
bir nedeni yok, başka bir amacı yok. Yani motamot aynı olması
da son derece doğal çünkü problemi çözüyoruz; birincisi bu yani ne
başka siyasi bir amaç güdüyoruz ne de başka bir düşüncemiz,
zihnimizin arkasında başka bir planımız var.
İkincisi: İki yıl önce yapılması
düşünülen, planlanan düzenlemede başka bir sıkıntı
ortaya çıktı. Açık söylemek istiyorum, o zaman oraya, o
düzenlemeye bir teklif gündeme geldi. Başörtülü de girebilirler.
şeklinde bir düzenleme önerisi gündeme geldi. Başörtüsüyle ilgili
İç Tüzükte bir yasak olmadığı için böyle bir düzenlemenin
oraya monte edilmesi kesinlikle doğru değildi ama böyle bir
düzenlemenin reddedilmesi de mümkün değildi, açık söylüyorum yani
samimiyetle söylüyoruz. Dolayısıyla, bu nedenle çekildi ve o zaman
yine Cumhuriyet Halk Partisi de kabul etmedi bu düzenlemeyi çünkü peşinden
başörtü yasağının kaldırılması da gündeme
gelebilir düşüncesiyle. Nitekim, şunu yaptı
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Yani,
böyle bir şeyi söyleyen kimse yok.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bak, somut
söylüyorum, o zaman düzenlemeye gerek olmadan, başka bir yorumla, bütün
siyasi partilerin mutabakatıyla Pantolonla girilebilir.den hareketle
birlikte bir adım atalım dedik yani İç Tüzükte düzenleme
yapmayalım, bütün siyasi partiler
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
defakto
olarak kabul etsinler ve yapalım dedik. 3 siyasi parti kabul etti ama o
zaman Grup Başkan Vekili olarak Sayın Emine Ülker Tarhan kabul etmedi
bunu. Yani, İç Tüzükte bir değişiklik yapmadan, fiilî olarak
BDP kabul etti, MHP kabul etti, biz Tamam. dedik -önemli olan sorunun
çözülmesi, önemli olan yasağın kaldırılması- ama iki
yıl önce Cumhuriyet Halk Partisi kabul etmediği için o zaman
yasalaştırılamadı veya bu sorun giderilemedi.
İşin esası budur.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan, şimdi, o zamanki Grup Başkan Vekilimiz
Sayın Emine Ülker Tarhana atfen bir değerlendirme yaparak
sataşmada bulundu, söz istiyorum.
BAŞKAN Buyurun Sayın Hamzaçebi.
Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkanım, bize verirken kök söktürüyorsunuz. Neyse, yani
Verilmesin. demiyorum ama yani
BAŞKAN Ama, bir saniye Sayın Hamzaçebi...
Sayın Hamzaçebi ne için
Sataşmanın
gerekçesini söyleyerek söz istedi.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Efendim, biz
de söylüyoruz, hatta açıklamayı söyledim Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Arada bir fark var yani.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Evet, yani
amacım şey değil, sadece bilgilendirmek.
BAŞKAN Buyurun Sayın Hamzaçebi.
3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin,
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulun doğru
bilgilenmesini isterim. Yani, sanki Pantolonla Genel Kurula girilebilir.
şeklinde bir mutabakat ortaya çıkmış da Cumhuriyet Halk
Partisi bu mutabakata karşı gelmiş gibi bir
anlayışı ifade etti.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Mutabakata
yanaşmadı. İkisi farklı şey.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Şimdi,
bakın, ama Sayın Canikli, mutabakata yanaşmadı, neyse,
böyle bir şey doğru değil, böyle bir şey doğru
değil.
Bu İç Tüzük değişikliği neden
yapılıyor? Çünkü İç Tüzük diyor ki: Kadınlar Genel Kurula
tayyörle girer. Yani ceket ve etek. Böyle olduğu hâlde Ya, pantolonla da
girsin. diyemezsiniz. Böyle bir şey olabilir mi? Eğer hukuka
birazcık saygımız varsa bu İç Tüzükün değişmesi
gerekir.
Eğer size göre pantolonla girilmesine bir engel yok
ise bu teklife de gerek yok. Niye getirdiniz? Teklife ihtiyaç var, böyle bir
düzenlemeye ihtiyaç var.
Konu, bu düzenlemenin iki yıl gecikmiş
olmasıdır; bakın, iki yıl bu düzenlemeyi geciktirdiniz.
Sayın Canikli gerçi gerekçelerini burada açıkladı ama doğru
olmadı; bakın, doğru olmadı. Sonuçta, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde 4 siyasi parti türban konusunda ortak bir tavır aldı, onun
hemen ertesinde bu teklifi getiriyorsunuz. Keşke bunu bir sene önce
getirseydiniz, bir buçuk sene önce getirseydiniz. O zaman Anayasa Komisyonuna
çektiniz. Çektikten sonra, altı ay sonra bunu buraya getirebilseydiniz.
Yani sizin başörtüsüyle ilgili o zamanki, 2011deki değerlendirmelerinizi
bilemiyorum; o size ait bir konu, bilemiyorum. Yani İç Tüzük buna müsaade
ediyordu, etmiyordu, reddetmek istemedik
Bütün bunlar sizle ilgili bir konu.
O konuda ayrıca bir yorum yapmayacağım ama işin
gerçeği budur. Gerçek, bunun iki yıl geciktiğidir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkanım
BAŞKAN Buyurun Sayın Canikli.
IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin sataşma nedeniyle
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkan, tayyör kelimesinin Türkçe karşılığı
gerçekten etek ve ceket olarak tanımlanıyor ancak biraz daha olay
geniş yorumlanırsa, mesela Fransızcada bunun
karşılığı deux- pièces, aslında orijinali de
oradan geliyor ve iki parça anlamına geliyor.
Dolayısıyla, biz o zaman bu yorumdan hareketle
yani İki parça, pantolonu da kapsayabilir. geniş bir yorumlamayla
bunun, bu yasağın rahatlıkla kaldırılmasının
mümkün olduğunu söyledik ve birçok arkadaşımız da buna
katıldı.
Ha, daha net olması, daha tartışmasız
olması için İç Tüzük gerekir ama yasağın
kaldırılması açısından böyle bir yorum yapma
imkânı da vardı Sayın Başkan. Dolayısıyla, o
zaman bu şekilde, bu düşünceyle hareket etmiştik.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.22
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:
17.35
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
------0------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 16ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
12ye 1inci Ek sıra sayılı İç Tüzük
Teklifinin görüşmelerine devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili
Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan
Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S.
Sayısı: 12 ve 12ye 1inci Ek) (Devam)
BAŞKAN Komisyon ve Başkanlık temsilcisi
yerinde.
Şimdi, söz sırası şahsı
adına söz isteyen Zeynep Armağan Uslu, Şanlıurfa
Milletvekili.
ZEYNEP ARMAĞAN USLU (Şanlıurfa)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 56ncı maddesinin değişmesi
üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün yüce Meclis çatısı altında,
şekil ve içerik olarak basit fakat sembolik olarak çok değerli bir
hususu
Genel olarak ülkenin, özel olarak da kadınların
özgürleşmesinin önemli adımlarından birini atmak üzere
toplanmış bulunuyoruz. Bugün oylanacak husus, sadece Genel Kurulda
giyilebilecek kıyafet tercihlerinin kadın parlamenterler için
genişletilmesi değildir. Bundan daha da önemli olan boyutu,
Türkiyede demokrasinin yavaş ilerlemesinin nedeni olan, on yıllar
boyunca taşımak zorunda bırakıldığımız
tüm sosyal, ekonomik ve siyasi safraların son on bir yılda bir bir
atılması ve ülkede krizlere, bireysel yaşamlarda ise travmalara
neden olan sorun kümelerinin birer birer çözüme kavuşturulması
gerçeğidir. Bugün de işte bu sürecin devamı adına umuyorum
ki tüm partilerin desteğiyle önemli bir adım atılacak çünkü
artık tarihin gongu çalmış, kendini oluşturan farklı
unsurlarıyla çatışmayan, barışan,
farklılıklarını korku değil, zenginlik vesilesi olarak
sahiplenen yeni Türkiyenin inşa zamanı gelmiştir. Artık bu
ülkenin kadınları ve erkekleri, daha doğru bir ifadeyle tüm
fertleri için tabu hâline getirilmiş, âdeta konuşulması dahi
yasaklanmış, kimi zamanlar da tamamen yok sayılmış hak
taleplerine gerçek karşılıkların üretildiği bir evreye
geçilmiştir. İşte bu kavrayışla, eski Türkiyenin bir
iz düşümü daha bugün tarihe karışıyor.
Kadın parlamenterlerin olası tercih ve
ihtiyaçlarını tamamen göz ardı eden bir mantıkla
hazırlanan Meclis İçtüzüğü 1973te tanzim edilmiştir ve
aslında sadece bugün değiştireceğimiz maddenin değil,
pek çok yönünün de değiştirilmesi önemli düzeyde bir ihtiyaç konusu
olarak karşımızda durmaktadır fakat bütün bu sürecin
yanı sıra, konuyu kamu kurumlarındaki uygulamalarla da
bağlantılayarak açıklarsak, 1980 darbesinin bir
kalıntısı olarak kadın kamu görevlilerini pantolon giyme
yönünde meneden uygulama 2002de yapılan yönetmelik
değişikliğiyle sonlandırılmıştır ve
artık hiçbir kurumda var olmayan bir sınırlama, sadece
Parlamentodaki kadın milletvekillerine karşı geçerli
kalmıştır. Elbette bu, ülkedeki özgürlüklerin teminatı olan
bir kurum açısından izah edilebilir nitelikte değildir ve bu
uygulamanın değişmesi hem kurumsal itibar açısından
hem de biz kadın siyasetçilerin uzun süren çalışma saatleri
çerçevesinde kolaylık sağlayacağı için pratik olarak da
yararlı olacaktır. Bu bağlamda, kadınların cinsiyet
kimliğini ifade etmeyen, ülkemiz mevzuatlarındaki ifade ediliş
biçimiyle de örtüşmeyen bayan ifadesinin de aynı maddeden
kaldırılmış olması doğru bir
konumlandırılıştır.
Türkiye tabularını yıkıyor.
İşte, on yıllardır kadınlar arasındaki
ayrımcılığa neden olmaya, milyonlarca kadını ve
ailelerini temel insan haklarından mahrum bırakmaya,
kadınların üretkenliğine ket vurmaya yarayan ya da başka
bir deyişle topluma hayat tarzı dikte etmeyi rejimin korunması
zannedenlerin buyurgan küstahlığını tatminden başka
hiçbir işe yaramayan, başörtüsüyle kamuda çalışma
yasağı kaldırılmıştır. Böylece tüm
kadınlar yükseköğrenim hakkında olduğu gibi,
çalışma hayatında da eşitlenmiştir. Tabii, bu
çerçevede, 2004te 20,8ken, 29,5a çıkan kadın iş gücüne
katılma oranlarının da, bu doğrusal artışın
da sevindirici olduğunu ve aynı zamanda böylesi yasakların
kaldırılmasıyla birlikte, Kadın istihdamı, kadın
istihdamı diyoruz, kadın istihdamın nasıl artacağını
hep birlikte görme imkânına sahip olacağımızı ve bu
çerçevede bu gelişmenin de ortak geleceğimiz adına güven verici
olduğunu ifade etmek isterim.
Bu bağlamda, cumhuriyetin kuruluşunun
90ıncı yılında, 31 Ekim 2013 tarihini, başörtülü
kadınlara seçilme hakkının verildiği bir milat olarak da
zikretmek gerekir. Parlamenterlik görevlerini başörtülü olarak yapma
kararı alan milletvekili arkadaşlarımıza yönelik olarak tüm
partiler tarafından gösterilen siyasi olgunluk da demokrasimizi
derinleştirme adına gerçekten gurur vericidir.
Artık, bu ülkede hukuk ve mevzuat
dışı bir biçimde sadece yaratılan baskıcı
atmosferlerle işlerlik kazanabilen hak ihlallerine,
ayrımcılıklara ve zulümlere yer yoktur. Ve alınan mesafe,
yıllarca haklarının gaspı karşısında dimdik
duran başörtülü kadınların, onların yanında saf tutan
başı açık kadınların, ülkede adalet ve demokrasinin
tesisi için çabalayan erkeklerin, hasılıkelam, bir milletin ortak
özgürlük mücadelesinin eseridir.
Ama maalesef, hatırlamak gerekir ki, söz
kadınların temel haklarından, temel haklarının teslim
edilmesine geldiğinde, söz buradan açıldığında, en
hoşgörü kisveli konuşmalar da bile kimileri kibir kulelerinden
fırlattıkları oklarla bu süreci hırpalamaktan, bu yöndeki
motivasyonları sahiplenmekten hiç geri durmadılar. Çünkü, hâlen
bazı zihinler Jakobenist vesayetçi dönemlerin yarattığı
yanılsamanın etkisiyle oluşan akıl tutulmasından
maluldür. Yaşanan dönüşümden öylesine muzdariplerdir ki,
yıllarca hak etmedikleri konumları kendilerine bahşeden ilerici
maskelerinin düşmesi pahasına hazımsızlıklarını
dışarı vurmakta ya da müfteri konumuna düşmekte dahi beis
görmezler. İmtiyazların ve kotaların konforunu yaşamak
yerine iş ve politik yaşamlarında verdikleri mücadeleyle temsil
sıfatını kazanmış donanımlı
mevkidaşlarına, hemcinslerine vitrin süsü diyerek saldırmaktan
da hicap duymazlar ve işte, belki de, tam da o anda kendileri bir vitrin
süsüne dönüştüklerini fark dahi edemezler. Yegâne misyonu kendisine
verilmiş repliği okumaktan ibaret, ülkesine ve toplumuna yabancı
bir mürebbiye kalmaya nafile
çabaladıklarını anlamazlar. Hatta, gerçeklikle bağları
öylesine kopar ki, Meclis resepsiyonlarına Meclis başkanları ve
milletvekillerinin, eşleriyle katılmalarını protesto edip
kriz çıkarmaya çalışanların ve daha nice benzer hâllerin
müsebbiplerinin kimler olduğunu unutur, Eşlerinizden
utanıyorsunuz. diyecek kadar, ailelerin duygularını incitecek
kadar üstenciliği rahatça sergilerler. Ancak bilsinler ki, aslında bu
yaklaşımlardan medet umanlar sadece kendilerine yazık ederler ve
yine bilsinler ki, artık ötekileştirme teraneleri üzerinden
düşmanlık tohumları ekemezler çünkü bu topraklar böylesi
tohumlara bağrını hiç açmadı ve hiç açmayacak.
Bunları esas rahatsız eden şeye gelirsek,
kendi ideolojilerinin, kurguladıklarının dışında
bir kadın profilinin sosyal ve siyasi hayat içinde temayüz etmesinden
duydukları rahatsızlıktır. Yıllarca kadını,
erkeklerin ne kadar tırnak içerisinde- modern insanlar olduğunu
ispat eden göstergeler olarak konumlamaya, buna endekslemeye
alışanlar, muhafazakâr demokrasinin özgürleştirici
ortamında, kadınların temel haklarına kavuşmasından
rahatsızlar.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bu konuşmayı kim
hazırladı, sana verdi? Senin gücün onu hazırlamaya yetmez!
ZEYNEP ARMAĞAN USLU (Devamla) Türkiyede
kadını olması gereken yere hızla yaklaştıran
onların köhnemiş yaklaşımları değil, gücünü ve
kökünü milletten alan muhafazakâr demokrasidir. Her ne kadar gerçekleri
çarpıtmak üzere kara propaganda çarkları işletilse de Tagoreun bir
ifadesiyle diyebiliriz ki, Yıldızlar ateş böceği
sanılmaktan hiç korkmazlar.
Bu ülkenin tüm vatandaşları, bugün burada
görüşülen İç Tüzük değişikliği gibi tercih
çeşitliliklerine imkân sağlayan, özgürlüklerin doyasıya yaşandığı,
devlet-vatandaş ilişkisinin efendi devletten hizmetkâr devlete
tümüyle endekslendiği bir ülkede yaşayacaklar diyor, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Şimdi, yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Genç
KAMER GENÇ (Tunceli) Teşekkür ediyorum.
Komisyon Başkanına sormak istiyorum:
Aslında türban bu maddeye göre serbest mi değil mi? Onu öğrenmek
istiyorum.
İki, türban inançtan dolayı mı
takılıyor yoksa özgürlükten dolayı mı takılıyor?
Onun cevabını öğrenmek istiyorum.
Komisyon sırasında oturan Meclis Başkan
Vekili arkadaşıma da sormak istiyorum: Tabii, siz Türkiye Büyük
Millet Meclisine ilk defa türbanı getiren bir Meclis başkan vekili
olarak acaba vicdanen çok huzurlu musunuz? Buna göre -tabii çok huzurlu
olabilirsiniz ama- tarih karşısında acaba nasıl bir
değerlendirmeye tabi tutulursunuz?
Yani Türkiye Büyük Millet Meclisine bugüne kadar, yetmiş yıllık
geçmişinde türban girmemiş ve geçmişte 411 milletvekilinin kabul
ettiği bir anayasa değişikliğiyle türban serbest
edilmiş ve Anayasa Mahkemesi bu şekildeki bir
değişikliği cumhuriyetin temel ilkelerinin
değiştirilmesi yönündeki bir ilke olarak kabul etmiş ve bunu
iptal etmiştir.
Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Anayasa Mahkemesi ve Danıştayın bu konuda kararları var.
Danıştayın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve
Anayasa Mahkemesinin dinî simge olarak kabul ettiği bir konunun böyle ulu
orta Parlamentoda, işte, bu yasalar, anayasalar, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararları kale alınmadan göz ardı
edilmesi Anayasayı ihlal suçu değil midir? Tabii, bunu Komisyon
Başkanınıza sormak istiyorum.
Biraz sonra zaten konuşacağım, bu konudaki
düşüncelerimi belirteceğim, evvela düşüncelerinizi öğrenmek
istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, buyurun.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Sayın Başkanım, Sayın Genç'in
sorduğu sorunun iki boyutu var: Bir, belirttiği gibi, Anayasa
Mahkememizin, Danıştayın ve İnsan Hakları Mahkemesinin
kararları var, doğrudur. Ama tabii, o verilen kararlar bizim
düzenleme yapmamıza ya da özgürlüğü serbest bırakmamıza
engel kararlar değil.
Şundan değil: Mesela, Danıştayın
kararında -Anayasa Mahkemesinin kararı da öyleydi, eski kararı-
diyor ki: "Başörtülüler Anadolu'da sırf gelenek ve görenekten
dolayı başlarını kapatıyorlar. Ama okumuş olan
kızlarımız -tırnak içinde söylüyorum, mahkeme
kararını söylüyorum- sırf cumhuriyeti yıkmak için takıyorlar."
Benim buna inanmam mümkün değil, bunu kabullenmem de
mümkün değil. Dolayısıyla, hiçbir vicdan burada, bu Mecliste
bunu kabullenemez, bu ifadeyi kabullenemez.
O zaman, baş örtmeyenler içerisinde de benzer
düşüncede olan olabilir. Hatta, erkekler için ne yapacaksınız,
yani hangi ölçüyü getireceksiniz?
Kaldı ki, İnsan Hakları Mahkemesi
şunu diyor Sayın Genç: "Evet, özel durumu varsa -yani o ülkenin-
yasak koyabilir." diyor. Ama "Yasak koyabilir." demek
serbestliğe engel bir şey değil, yani "Serbest bırakma
da mümkündür." demek istiyor. Çok katı bir yaklaşım
değil o. Özgürlük noktasında gelinen noktayı...
KAMER GENÇ (Tunceli) - Özgürlük mü, yoksa inanç
mıdır, sizin düşüncenizi soruyorum.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Şimdi oraya geleceğim.
Tabii, ikisi de mümkün... Biri diyorsa ki "Ben
inancımdan dolayı takıyorum..."
KAMER GENÇ (Tunceli) - İkisi değil, biri
olacak.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Ben de başörtü örtmüyorum ki canım, benim
başım örtülü değil ki yani bana soruyorsun "Hangi nedenden
dolayı kapatıyorsun, açıyorsun?" diye.
Ben, kapatıp açanlara göre konuşuyorum, diyorum
ki: Başını örten insan ya da işte bayan, neyse, hanım,
kadın İnancım gereği de bunu ben takıyorum,
kapatıyorum." diyebilir, bunda hiçbir engel yok, inanç da bir
özgürlüktür; "Özgürlük olarak da takıyorum." diyebilir;
"Moda olarak da takıyorum." diyebilir, bunda hiçbir engel yok,
yani bunun ayrıntısına girmek
Kişinin kendi iç
dünyasında olan bir meseledir.
Sorunun son bölümü, bu getirilen maddenin başörtüsüyle
alakalı bir tarafı yok. Zaten bir yasak yok ki herhangi bir düzenleme
olsun. Sadece pantolon ve işte tayyörü açığa kavuşturan bir
madde olarak Sayın Genç bu madde getirilmiştir.
Teşekkür ederim Başkanım.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Söylediğin beni tatmin
etmedi.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Teklifin üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ İÇTÜZÜĞÜNDE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR İÇTÜZÜK
TEKLİFİ
MADDE 1- 5/3/1973 tarihli ve 584 Karar
numaralı Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 56 ncı
maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Genel
Kurul salonunda yer alan milletvekilleri, bakanlar, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı
memurları ve diğer kamu personelinden erkekler, ceket ile pantolon
giyer ve kravat takar, kadınlar ise; ceket ve etek veya ceket ve pantolon
giyerler."
BAŞKAN Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, gerçekten boşu boşuna yıllarca
Türkiye Büyük Millet Meclisini meşgul etmiş bir konunun inşallah
çözüldüğü gün olarak tarihteki yerini alacaktır. Bundan da büyük bir
memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum.
Bir İç Tüzük değişikliği
yapılıyor. Bu İç Tüzük, hepinizin bildiği gibi
arkadaşlar, Parlamentonun anayasası. Dolayısıyla, her
şeyin; burada, Genel Kurulda, komisyonlarda, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde cereyan eden her şeyin İç Tüzüke uygun olması
gerekiyor. 1973 yılında yapılmış bir İç Tüzükle
bugünkü Meclisimizi çalıştırma gayreti içerisindeyiz. Ancak
zaman zaman ihtiyaçlardan kaynaklanan birtakım değişiklikler
olmuş, böyle olunca da iç tutarlılığını
kaybetmiş bir İç Tüzük var karşımızda, âdeta
yamalı bohça hâline dönmüş. Bu yüzden de İç Tüzükün
değiştirilmesi hususu hemen hemen her dönemde bu Parlamentonun
gündemine geliyor. Eğer iktidarsa bir parti, özellikle yasamanın
yavaşlığından şikâyet ederek İç Tüzük
değişikliğini gündeme getiriyor, muhalefetse de denetimin
etkisiz olduğundan söz ediyor; hatta iktidar partisiyken farklı,
muhalefete düştüğünde de farklı görüşler ifade edebiliyor.
23üncü Dönemde Meclis Başkanı Sayın Köksal
Toptan Beyefendinin bir çağrısı oldu, 4 konudaydı
yanlış hatırlamıyorsam, uzlaşma komisyonları
kurulması; bunlardan bir tanesi de İç Tüzük Uzlaşma Komisyonunun
kurulması idi. Bu hususla bir komisyon oluşturuldu, her partiden bir
milletvekili arkadaşımızın katıldığı ve
altı ay kadar bu komisyon çalıştı, gerçekten İç Tüzük
literatürü açısından devrim sayılabilecek bir taslak ortaya
koydu; ancak bu taslak, anayasa değişiklikleri, efendim, aniden seçim
ortamının bastırması dolayısıyla bir türlü
gerçekleşemedi.
24üncü Dönemde Meclis Başkanı Sayın Cemil
Çiçek yeniden bir çağrıda bulundu. Bu sefer her partiden 2şer
milletvekili katıldı -ben her iki komisyonda da görev almış
bir kardeşiniz olarak- maalesef, 24üncü Dönemde de ortaya çıkan
taslağın yasalaşması mümkün olmadı.
Tabii, bunun sebeplerine çok fazla girmek istemiyorum,
ancak her iki komisyonda da görev almış bir kardeşiniz olarak,
orada yaşanan bazı hususları da sizlerle paylaşmak
istiyorum, kayıtlara geçirmek istiyorum ki
bundan sonraki -ki hâlen grup başkan vekillerinin üyesi
bulunduğu bir İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu görevine devam ediyor-
çalışmalarda da en azından bu hususlar dikkate
alınsın.
Neden uzlaşılamadı? Özellikle ikinci
dönemdeki İç Tüzük Uzlaşma Komisyonunun ortaya bir uzlaşma
taslağı çıkaramamasının en büyük sebebi -son derece
objektif olarak belirtiyorum- maalesef, ortalıkta oluşturulması
gereken uzlaşma alanının küçüklüğü idi. Yani, aslında
her parti birer adım geri çekilip ortadaki uzlaşma alanını
büyütmesi gerekir iken özellikle -biraz sonra gerekçesini de belirteceğim
bu görüşün- iktidar partisinin yeni öneriler sunmaması ve mevcut
İç Tüzükte ısrarcı olmasıyla birlikte bu yol kapandı.
Bu çalışmaların sonucunda, şu hiç unutulmamalıdır
ki, ortaya çıkacak İç Tüzük kesinlikle hiçbir partinin gönlündeki
İç Tüzük olmayacak. Ancak üzerinde anlaşılabilen bir taslak
ortaya çıkarılabilir bu komisyonlarda.
İki önemli problem var. Bu iki problemi kısaca
şu şekilde özetleyebiliriz: Özellikle Genel Kurulda, komisyonlarda
kaybedilen vakit dolayısıyla yasaların hızlı
çıkarılamaması, verimli bir yasama sürecinin, etkin bir yasama
sürecinin yaşanamaması, birinci mesele bu.
İkinci mesele de; muhalefet partilerinin kendisine
siyasal anlamda İç Tüzükün vermiş olduğu denetim görevinin bir
şekilde yerine getirilemiyor olması. Tabii, her iki problemin de
çoğulcu, katılımcı, Genel Kurul ve komisyon
çalışmaları içerisinde gerçekleştirilmesi icap ediyor. Bu
meseleler aşağı yukarı bütün İç Tüzük
çalışmalarının ana fikrini oluşturuyor. 24üncü
dönemde çalışan komisyon gerçekten çok büyük bir madde
sayısında uzlaştı ancak son 20-22 madde kalmış
idi ki bir anda bu İç Tüzük Komisyonunun Meclis Başkanlığı
tarafından lağvedilmesiyle ilgili bir kampanya yürütülmeye
başlandı. Bugün aynı hususu Anayasa Uzlaşma Komisyonunda da
görüyorum. Yani bu masadan kalkmanın herhangi bir partiye vereceği
zararı bildiği için, özellikle iktidar partisinin bu
komisyonların lağvettirilmesi, kaldırılmasıyla ilgili
Meclis Başkanlığına bir baskı oluşturduğunu
görüyoruz. Değerli arkadaşlar,
nitekim, 24üncü Dönem İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu da bu
gerekçeyle lağvedildi. Biz o zaman Sayın Cemil Çiçek Beyefendiye,
özellikle o dönemde yayımlanan gazete kupürünü de gösterdik, bunun
yanlış olacağını söyledik. Sayın Başbakan o
günlerde Anayasa Uzlaşma Komisyonunda üzerinde uzlaşılan 48
madde var, buraya verilen emek heba olmasın. diyor idi, hâlbuki İç
Tüzük Uzlaşma Komisyonunda İç Tüzükün yüzde 90ında
uzlaşılmıştı. Sadece, maalesef, iktidar partisi bu
komisyondan gönlündeki iç tüzüğü alamadığı için bu
komisyonun lağvettirilmesi gibi bir strateji uygulamaya başladı.
Bu görüşlerimin o dönemin gazetelerine bakıldığında da
şu şekilde vücut bulduğunu, yer aldığını
göreceksiniz: Meclis Başkanına hitaben Yık masayı, kap
Başkanlığı gibi gerçekten siyasi nezakete de uymayan
başlıklar atıldı. Ama, görünen o ki bu gazetelerde yer alan
senaryolar, özellikle komisyonun lağvedilmesiyle birlikte
gerçekleşti. Bugün de Anayasa Uzlaşma Komisyonunun ortadan
kaldırılmasıyla ilgili, iktidar partisince bir kampanya
yürütüldüğüne, sözcülerinin zaman zaman Artık bitti, bundan sonra
hiçbir şekilde uzlaşma, anlaşma olmaz. diye bir kampanya
yürüttüğüne şahit oluyoruz.
Tabii, Sayın Cemil Çiçekin, bu komisyonu
lağvetmesinden bir vicdan azabı duymuş olmalı ki, bu
çalışmaların grup başkan vekilleri düzeyinde yeniden
başlatılmasıyla ilgili bir çağrısı oldu.
İnşallah, uzlaşılamayan bu 22 madde üzerinde de bir
uzlaşma sağlanır. Gerçekten, artık yamalı bohça hâline
gelmiş İç Tüzük çağdaş bir iç tüzük hâline getirilir.
Bugün, bayan milletvekillerinin, kadın
milletvekillerinin giyimiyle ilgili bir konuyu konuşuyoruz yani
aslında, gerçekten samimiyetle söylüyorum, bu hususun erkekler
tarafından müzakere edilmesini de doğru bulmuyorum. Ancak, sadece, bu
özgürlüğün ne kadar gecikmiş olduğunu, bugüne kadar bu işin
aslında siyasi malzeme konusu olmaktan çıkarılıp insani bir
mesele olarak çoktan çözülmesi gerektiğini vurgulamak üzere
buradayım. Bugün pantolon meselesi çözüldü. İnşallah, yarın
başka meseleler çözülecek. O 22 maddeye baktığınız
zaman, müzakerelerine, gerçekten muhalefet partilerinin bu hususlarla ilgili
birçok önerisi olduğunu ama iktidar partisinin sadece durumu muhafaza
etmek gibi bir önerisiyle karşı karşıya
kaldığımızı göreceğiz.
Kaybolan bir zaman var ortada. İnşallah, bu,
İç Tüzükle ilgili kaybedilmiş son zaman olur, bundan sonra çok
hızlı bir biçimde gerçekleşir çağdaş bir İç
Tüzük, hepimiz de daha çağdaş uygulamalar yaparız diyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz isteyen Atilla Kart Konya Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan İç Tüzük
değişikliği teklifinin 1inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, çok tekrara
girmeden, konuyla ilgili değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak
istiyorum. Günümüzde, çalışma hayatında pantolon giymek
artık kadınların çoğu zaman tercih ettiği bir
kıyafet olmuştur. Bu tercih, kabul etmek gerekir ki tamamen
milletvekillerinin, kadın milletvekillerinin kişisel tercihi
kapsamında, takdiri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir
konudur. Meclis bünyesinde, aslında, çoktan çözüme
kavuşturulması gereken, polemik konusu yapılmaması gereken
bu konu, bu insani konu ve talep maalesef uzun bir müddetten bu yana ülkemiz
gündemini meşgul etmiştir.
Biraz evvel Sayın Grup Başkan Vekilimiz de
temas etti, daha evvel, biliyorsunuz, 11 Ekim 2011 tarihinde görüşülmekte
olan İç Tüzük değişikliği teklifi Komisyonun talebi üzerine
geri çekilmişti. Aslında o geri çekmenin özü şuydu, diyor ki siyasi iktidar: Hak ve özgürlüklere
ben istediğim zaman, uygun gördüğüm zaman ben karar veririm.
Başkalarının hak ve özgürlük talebi benim umurumda değil.
Kabul etmek gerekir ki bu yaklaşım demokrasiyi bloke eden,
uzlaşma kültürünü yok eden bir anlayıştır. Bu
anlayışı artık aşmamız gerekiyor değerli
arkadaşlarım.
Ben bu konu vesilesiyle bir diğer önemli konuya
temas etmek isterim. Biliyorsunuz, yine on beş gün kadar evvel kadın
milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde başörtüsü ya da türban
tercihi yapmaları konusunda bir gelişme yaşandı. Burada
daha evvel de kişisel olarak da ifade etmiştim, Anayasa Uzlaşma
Komisyonu tutanaklarında da ifade etmiştim. Milletvekili,
değerli arkadaşlarım, bir kamu görevlisi değildir, bir
devlet memuru değildir. Milletvekili, bu anlamda, bir devlet memurunun,
bir kamu görevlisinin tabi olması gereken kıyafet anlamında
söylüyorum- kısıtlamalara tabi değildir. Milletvekili
halkın temsilcisidir, devlet memuru gibi o egemenlik yetkisini
kullanırken tarafsız olması gerekmiyor. Milletvekilinin bu
anlamda kamu hizmetini zafiyete uğratacak, güven anlamında, bir
sorumluluğu yok. Milletvekilinin zaten siyasi bir kimliği var, o
siyasi kimliğiyle halkın temsilcisi olarak gelip burada görev
yapıyor. Ha, şu denebilir: Elbette türbanı ya da
başörtüsünü kişisel anlamda istismar eden, edecek olan kişiler
olabilir ama bizler demokrasilerde insanların, milletvekillerinin
kişisel niyetleri ya da saikleri üzerinden, demokrasi anlamında,
halkın temsili anlamında bir kısıtlama gerekçesi
yaratamayız. Böyle bir yaklaşım kabul edilemez. O sebepledir ki
biz şunu çok net olarak ifade ettik: Burada, elbette, yine Türkiye Büyük
Millet Meclisinin o resmî kılık kıyafet prosedürü çerçevesinde
milletvekili kıyafet konusunda tercihini yapmalıdır, yapabilmelidir.
Bunun artık tartışılmaması gerekir, bu konunun Türkiye
gündeminden çıkması gerekir. Burada şunu elbette
tartışmamız gerekiyor: Milletvekilleri üzerinden, kişiler
üzerinden tartışmak yerine, Türkiyeyi on bir yıldan bu yana
yöneten siyasi iktidarın kurumsal uygulamaları nedir, bunu konuşmamız
gerekiyor, bunu sorgulamamız gerekiyor değerli
arkadaşlarım.
Bakın, on bir yıllık AKP iktidarları
döneminde -on ikinci yılın içindeyiz- Türkiyede şu gerçekle
karşı karşıyayız: Türkiyede laikliğin içi idari
işlemlerle ve yasal düzenlemelerle boşalmış
durumdadır, boşaltılmış durumdadır. Bu anlamda,
Türkiyede laiklik tehdit altındadır değerli
arkadaşlarım. Adalet ve Kalkınma Partisi bu anlamda anayasal
engelleri ortadan kaldırma çabası içindedir. Bunu Anayasa
Uzlaşma Komisyonu zemininde de görüyoruz, başka pek çok zeminde de
görüyoruz. Bakın, bu nasıl aşılabilir, bu nasıl
aşılıyor? Hemen bu sorular elbette geliyor, gelecek. Bu bir
iklimdir, bu iklimi Adalet ve Kalkınma Partisi yarattı değerli
arkadaşlarım. Bakın, elbette burada bunları söylem düzeyinde
bıraktığınız zaman kimse bunu kabul etmeyecektir ama
yaptığımız, yarattığımız iklimi biraz
sorgulamamız gerekiyor, biraz tartışmamız gerekiyor.
Bakın, bu iklimi, gelin, 7-8 yaşındaki Merveler üzerinden
konuşalım değerli arkadaşlarım. Kim bu Merveler?
Biraz evvel Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşan Sayın Bilgehan aslında bu iklimi, bu iklimi yaratan
sebeplerin analizini evrensel boyutta birtakım rakamlarla anlattı.
Ben o rakamları, izninizle, Merve üzerinden, 7-8 yaşındaki Merve
üzerinden somutlaştırmak istiyorum. İki ay kadar evvel, Konya
örgütümüzle, bir pazar günü, Çumrada, Akörende, Konya merkeze bağlı
Akören ilçesinde bir çalışma yapıyoruz. Gidiyoruz, tarlada,
işte, 70 yaşındaki vatandaşımız
çalışıyor, 2 tane genç, bir de küçücük bir kızımız
var. Soruyoruz, adı Merve, 7 yaşında, ilkokul ikiye gidiyor
değerli arkadaşlarım, oyun çocuğu, oyun çocuğu. Bunun
herhâlde tereddüt edilecek bir yönü yok ama neyi görüyoruz? Merveyi türbana
sarmışız, Merve olmuş bir küçük kadın. Merve, bizlere
namahrem duyguyla bakıyor, bizlerden utanıyor. İçimiz
acıyor değerli arkadaşlarım, içimiz acıyor. İklim
budur işte, o Merveleri yaratıyoruz.
Ne yapıyoruz? Oyun çocuğu olan Mervelerin
özgürlükleri üzerinden, istikballeri üzerinden, bedenleri üzerinden,
kişisel hesaplarla, siyasi ikbal ile siyaset yapıyoruz. Bugün bu
iklimi yarattık. Ne yapıyoruz? Ne yapalım, bırakalım,
Merveler çocukluğunu yaşasın, ergin yaşa gelsin, reşit
olsun, tercihini istediği gibi yapsın ama bakın, bunu
yapmadığımız içindir ki 7-8 yaşındaki Merveler,
13-14 yaşında evleniyor değerli arkadaşlarım, 13-14
yaşında evleniyor.
Bu iklimi yarattıktan sonra, Değerli Bakan
Arkadaşım Fatma Şahin, istediği kadar çaba göstersin. Siz,
aslında, öylesine bir iklimi yaratıyorsunuz ki onun çözüm sebeplerini
de, çözüm önerilerini de yok ediyorsunuz. Ne oluyor, Merveler ne yapıyor
değerli arkadaşlarım? 13-14-15 yaşında evlenen
Merveler ne yapıyorlar? Yaratılan bu iklim sonucunda,
çocuklarını
Hangi çocuklarını? Çumra Türkmen
Karahüyükteki Bayram Meriçleri, Konya Çayırbağındaki Mustafa
Özpınarları, Cihanbeylide Koyuncu ailesinin çocuklarını
nereye gönderiyorlar? Suriyedeki çatışmalara -tırnak içinde
söylüyorum- cihada gönderiyorlar değerli arkadaşlarım. Bir
Türkiye fotoğrafı bu. Bunu Konyada yaşıyoruz, bunu Gaziantepte
yaşıyoruz. Arkadaşlarımız Meclis
araştırması hazırladılar. Bu iklimi analiz etmeye
cesaretiniz var mı? Bu iklimin sosyokültürel analizini yapmaya cesaretiniz
var mı değerli arkadaşlarım? Bunu yapmamız gerekiyor,
bunu sorgulamamız gerekiyor, bunu araştırmamız gerekiyor.
Bunu yapmayıp ondan sonra birtakım hamasetlerle, birtakım
söylemlerle, bakın, neyi yaratıyoruz biliyor musunuz? Neyi
yaratıyoruz değerli arkadaşlarım? Aslında bunların
üzerinden toplumsal ayrışmanın temellerini atıyoruz.
İnançlar üzerinden, kutsal değerlerimiz üzerinden toplumsal
ayrışmanın temellerini atıyoruz. Bunu asıl
sorgulamamız gerekiyor, bunların analizini yapmamız gerekiyor
ama bunu yapabilmek için bir özgüven içinde olmamız gerekiyor.
Umarım, bundan sonra bu sorumluluğu gösteririz, bu dirayeti
gösteririz.
Onun için diyoruz ki, gelin, 7-8 yaşındaki
Mervelerin özgürlükleri üzerinden, onların istikballeri üzerinden,
onların bedenleri üzerinden siyaset yapmaya tenezzül etmeyelim
değerli arkadaşlarım. Bırakalım Merveler çocukluklarını
yaşasınlar; olgun yaşta, reşit oldukları zaman da
tercihlerini istedikleri gibi yapsınlar değerli
arkadaşlarım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına söz isteyen Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır)
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifinin 1inci maddesi üzerine söz
aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kadın olmak dünyanın her yerinde zordur ama bizim
yaşadığımız coğrafyada daha zordur. Kadın
konusunda kafalar karışıktır aslında hem cennet
anaların ayakları altındadır hem kadının
hayatını cehenneme çevirmek haktır. Tarih boyunca
kadının etkisi altında en çok kalan erkekler de bu
topraktandır, kadını etkisiz hâle getirmek isteyen erkekler de.
Hep kadınlar üzerinde konuşulur, hükümler verilir, sınırlar
çizilir, yasalar konulur, savaşlar açılır, kan
akıtılır.
Kadın, en küçük toplumsal birim olan aileden, en
geniş tanımıyla, ülke yönetimine kadar sürekli kurallar ve
kanunlarla yönetilmek istenir. Önce baba karışır
kızına asla oğluna karışamadığı
konularda. Sonra ağabey ya da kardeş karışır
giyindiğinden konuştuğuna ve arkadaşına kadar, okuyup
okuyamayacağına, eteğinin boyuna, saçına,
başını kapayıp kapamayacağına, evlenme
yaşına. Sonra tıpkı toprak gibi, tapudaki isim el
değiştirir gibi koca karar verir ömrünün kalanında
kadının nasıl yaşayacağına.
Ayaklarımın üzerinde dururum, özgür olurum.
demek de kurtarmaz kadını. Koca koca adamlar dünyada başka
mesele yokmuş gibi hep kadınları konuşurlar bu
coğrafyada. Ülkeyi yönetenlerin üç sözünden ikisi kadın üzerinedir.
Ne işsizlik ne açlık ne savaş ne trafik ne de yolsuzluk bu kadar
meşgul etmez kimseyi, varsa yoksa kadınları kalıba dökme
çabası.
Kaç çocuk doğuracağından kılık
kıyafetine, soyadını kullanma kurallarından
çalışma iznine erkekler için tek bir örneği bulunmayan onlarca
kural, kanun vardır kadınlar üzerinde. Kadının
saçının teli, yakasının açıklığı,
eteğinin boyu savaştan da, aç çocuklardan da önemlidir bu memlekette.
Kadınlar bir başka kadının elbisesini çekiştirirse bu
dedikodu olur ama bunu politikacılar yaptığında vazife
olur. Bu yüzden bu ülkede iktidarlar ve ona bağlı olarak
kadınların kılık kıyafet yasakları
değişir ama memleket sorunları olduğu gibi kalır.
Kadının da bir insan, erkekle eşit hak ve özgürlüklere sahip,
kendi inisiyatifini elinde tutabilecek bir birey olduğunu anlamak ne kadar
zaman alacak bu topraklarda bilinmez.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
egemen erkekler ve kadına bakışları iktidardan iktidara
farklılık gösterse de, iktidara gelenin kendi
anlayışında kadınlar yaratmak isteme zihniyeti
değişmiyor ne yazık ki. Kadın üzerinden politika yaratma
geleneğinde kılık kıyafet yönetmelikleri
değişiyor ama kılık kıyafete karışma geleneği
değişmiyor.
Tam demokratikleşmeden, kadınlara uygulanan
başörtü yasaklarının ortadan kalkmasından
konuştuğumuz bugünlerde yasak kavramının
kalkmadığı, sadece şekil değiştirdiği bir
tokat gibi yüzümüze çarptı. Kadınlar için demokratikleşmenin her
kesimden kadına uygulanan yasakların kaldırılması
olduğunu sanıp yanılmışız meğer. Sadece bir
dönemki yasaklar kaldırılıp yerine yenileri eklenecekmiş,
bunu anladık.
Erkek egemenin sıradan bir sözü ile bir
kadının işinden olabildiğine şahit olduk. Pantolonun
darlığı tahrik indirimine neden oldu bu memlekette.
İşte tam da bu sebepten demokrasinin dsinden bile söz etmek mümkün
olmuyor. Kendi kurallarını yürürlüğe sokmanın
sarhoşluğunda olan yeni egemen erkekler zafer
çığlıkları atarken, kaybeden her daim ve her dönem
kadınlar oluyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sizin de bildiğiniz gibi, dünya parlamentolarında parlamento
üyelerinin kıyafetlerini düzenleyen iç tüzük düzenlemeleri
bulunmamaktadır. Elbette düzgün, temiz vesaire giyinilmesine yönelik
düzenlemeler mevcuttur fakat etek, pantolon, ceket vesaire giyilecek diye kesin
maddeler yoktur. Dünyanın sadece iki üç ülkesinde, Fransa, Estonya,
İtalyada bu yönlü düzenleme olmasına rağmen yine de erkek ve
kadın üyelerin tam olarak ne giymesi gerektiği
yazılmadığı gibi, bunlar da zaman içerisinde fiilî olarak
işlemez hâle gelmiştir.
Türkiyede kamu kurum ve kuruluşlarında
memurların, görevlilerin, üyelerin kıyafetleri konusunda düzenleme
1980 darbesi sonrası çıkarılmıştır. Daha önce bu
yönlü bir düzenleme bulunmadığı gibi, cumhuriyetin ilk
Meclisinde herkes kültürüne, kimliğine, inancına göre, mahallî ve
yöresel kıyafetleriyle Meclise girmiştir. Kadın vekiller Meclis
Genel Kuruluna başörtüleriyle gelmeden önce AKP Hükûmeti bu konuda bir
araştırma yapmış ve araştırma yaptığı
20 ülke ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin kıyafetlerine yönelik iç tüzük
düzenlemelerinin bulunmadığını görmüştür.
Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay da bunu
dile getirmiştir.
Dünya parlamentolarına
baktığımızda, parlamento üyeleri kendi gelenek ve
göreneklerine uygun, rengârenk ve değişik biçimlerdeki yöresel,
ulusal kıyafetlerini giyebilmektedir. Bu çeşitli kıyafet
biçimleri renkliliğin ötesinde, aslında toplumdaki farklı
milletlerin, kültürlerin, kimliklerin, inançların, aidiyetlerin yani
farklı kesimlerin Parlamentoda temsil edildiğinin göstergesidir yani
bir demokrasi göstergesidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, tüm dünya
parlamentolarında olduğu gibi, özgür düşüncelerin dile
getirildiği, farklı kimlik, inanç ve kültürlerin temsil edildiği
demokratik bir kurumdur. Dolayısıyla bu kurumda kıyafet
düzenlemesi yapmak, üyelerin nasıl giyinebileceğini belirlemek,
özgürlükleri ve temsiliyetleri başından itibaren sınırlamak
demektir. Örneğin, modern toplumda erkeğin statü göstergesi olarak
kullanılan kravat, Anadolu kültürümüzü, Anadolu köylümüzü nasıl
temsil edebilir?
Yine, yıllardır AKPye oy veren binlerce
başörtülü kadın seçmen olmasına rağmen, on bir
yıllık iktidarı boyunca kendilerinin Mecliste temsil
edildiğini gösteren bir tek başörtülü kadın milletvekili
olmaması bu konuda bir samimiyetsizlik yaratmıştır. Başörtülü
vekillerin Meclis Genel Kuruluna gelmesi bu açıdan son derece olumlu bir
gelişmedir fakat sadece Mecliste değil, kadınların tüm kamu
kurumlarında başörtüleri ile serbestçe çalışabilmelerini sağlayabilecek
misiniz, asıl önemlisi budur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bizler Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde kıyafet
düzenlemesiyle ilgili değişikliğe gidilmesini değil, bu
İç Tüzük düzenlemesinin tamamen kaldırılmasını talep
ediyoruz. Eğer tamamen kaldırılmayacaksa da
İdari
Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden erkekler,
ceket ile pantolon giyer ve kravat takar, kadınlar ise; ceket ve etek veya
ceket ve pantolon giyer. ibaresi yerine
İdari Teşkilatı
memurları ve diğer kamu personelinden erkekler ve kadınlar kendi
kültürlerini, inançlarını, kimliklerini temsil eden, başta
yöresel ve ulusal kıyafet olmak üzere, her türlü giyim serbestisine
sahiptir. ibaresi konulmalıdır. Ancak bu şekilde Meclis modern
Batıda şekillenen kültürü değil; Anadolu, Trakya ve Mezopotamyaya
ait kültürü yansıtabilir ve toplumun çok farklı kesimlerini temsil
ettiğini gösterebilir.
Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu tür
antidemokrasi yasaların toptan kaldırılması
gerektiğini, kadın milletvekillerinin istediği gibi
kıyafetler giyebilmesini, bunun bir daha tartışma konusu dahi
yapılmaması gerektiğini düşünüyor, bu konuda desteklerinizi
bekliyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Madde üzerinde şahsı adına
söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekrar bu kürsüye gelmeyi
düşünmüyordum ama bazı değerlendirmeler nedeniyle kürsüye
çıkma zorunluluğunu hissettim.
31 Ekim 2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4
siyasi partiyi temsilen bu kürsüye gelen arkadaşlarımız son
derece güzel konuşmalar yaptılar. Hepsi kendi alanlarında
birikimli, deneyimli olan bu arkadaşlarımız konuyu kendi açılarından,
partileri açısından, insan hakları açısından gayet
güzel değerlendirdiler ve o gün dört siyasi partinin bir konuda mutabakat
sağladığı ender günlerden birisiydi.
Cumhuriyet Halk Partisini temsilen kürsüye çıkan
Genel Başkan Yardımcımız, İstanbul Milletvekilimiz
Sayın Şafak Pavey de o gün yine son derece güzel bir konuşma
yaptı. Bu konuşması toplum tarafından beğenildi,
takdir edildi. Sayın Şafak Pavey birikimiyle, donanımıyla
sadece Cumhuriyet Halk Partisini değil, Türkiyeyi de uluslararası
platformlarda gayet iyi temsil eden bir arkadaşımızdır, ben
de konuşmasını zevkle dinlemiştim. Diğer
arkadaşlar da çok güzel konuştular, tekrar, onlara bir
haksızlık etmemek için onu ifade etme ihtiyacı duyuyorum.
Ancak, öyle anlıyorum ki Sayın Şafak
Paveyin bu kürsüden yapmış olduğu konuşmayı
izlemeyenler oldu ya da yeteri kadar ona nüfuz edemeyenler oldu. Onun, insan
haklarını koruma, temel hak ve özgürlükleri koruma
bağlamında bu kürsüden yapmış olduğu
hatırlatmaları farklı yöne çekerek değerlendiren
arkadaşlara ben üzüntülerimi bildiriyorum. Sayın Şafak Pavey,
temel hak ve özgürlükler konusunda, insan hakları konusunda bütün
milletvekillerinin çok daha titiz olmaları ve bu kürsüyü daha çok
kullanmaları gerektiği konusunda bir hatırlatma
yapmıştır. Güzellikleri, başarıyı takdir etmek de
bir güzelliktir. Ben bu güzelliği yaşamayı, onu uygulamaya
koymayı tercih ederim ama farklı arkadaşlar Ben güzellikleri,
başarıyı takdir etmem. Sadece birtakım günlük politikalar
uğruna birtakım kişileri, onların yapmış
olduğu başarılı konuşmaları feda ederim. diyorsa
o da kendi takdirleridir.
Ben bu konuyu bilginize sunuyorum ve hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, birleşime bir saat ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.24
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma Saati:
19.29
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
------0------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 16ncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu
açıyorum.
12ye 1inci Ek sıra sayılı İç Tüzük
Teklifinin görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Başkanlık temsilcisi yerinde.
1inci madde üzerinde şahsı adına söz
isteyen Ülker Can, Eskişehir Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÜLKER CAN (Eskişehir) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzük
değişikliği teklifi hakkında şahsım adına
söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm
grupların ortak teklifi olarak görüştüğümüz İç Tüzük
değişikliği, esasında normalleşme adına
atılan adımların, bu anlamda genişletilen özgürlüklerin bir
örneği olarak değerlendirilmelidir.
Büyüyen ekonomisiyle, vesayetten kurtulan demokrasisiyle,
genişleyen özgürlükleriyle son on yılda yeniden inşa
ettiğimiz bir Türkiyede yaşıyoruz. Yeni Türkiyenin
kadınları da dün olduğundan çok daha fazla söz sahibi, dün
olduğundan çok daha fazla özgür.
Bu ülkenin tüm kadınları, hiçbir şekil,
ırk, inanç ayrımı gözetmeksizin bizim kardeşimizdir. Bu
ülkedeki her kadının sorunu bizim sorunumuzdur, her derdi bizim
derdimizdir. Kadın milletvekili olarak hiçbir kadın
vatandaşımız arasında o veya bu sebepten dolayı fark
gözetme lüksümüz de olmamalıdır.
Kadın, nasıl bir şiddetin mağduru
olduğunda aynı tepkiyi veriyorsak, her zaman bu duyarlılıkla
kadınlarımız için ortak paydada buluşmak zorundayız.
Erkeklerin siyaset sohbetine konu olmaktan şikâyet ederken
kadının tam anlamıyla seçilme hakkına
kavuşmasını eleştirmek değildir kadın
özgürlüğü. Seçim döneminde çarşaflı kadınlarımıza
rozet takıp kamuda başörtülü çalışmayı
Danıştaya götürmek de değildir kadın özgürlüğü.
AK PARTİnin özgürlük anlayışında
hiçbir zaman Çamlıca Parkındaki gencin başörtüsüyle dalga
geçilmez; AK PARTİnin özgürlük anlayışında hiçbir zaman
ikna odaları da olmamıştır; AK PARTİnin özgürlük
anlayışında Anayasayla kadına pozitif
ayrımcılık sağlanırken Meclisi terk etmek de asla
yoktur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bizim kültürümüzde, dinimizde kadının yeri, her zaman çok farklı
bir konumda, anne olması hasebiyle çok özel bir değerde
olmuştur. Yeni nesillerin mimarı olan anneleri, ülkelerin
geleceğini inşa ederken kadınlarımızı sadece
başörtüleriyle, giyim kuşamlarıyla değerlendirmek, en
basitinden, kadını siyasetin bir argümanı olarak görmektir. AK
PARTİ, kadını, siyasetin bir nesnesi değil, öznesi olarak
gören bir anlayışla bugünlere geldi. Bugün, dünyanın en büyük
kadın sivil toplum örgütü, 4 milyona yakın üyesiyle AK PARTİ
kadın kollarıdır. Aynı şekilde, gerek temsilde gerek
iş hayatında kadınlarımız dün olduğundan çok daha
fazla söz sahibi bir konuma gelmiştir. Türkiye, 2002 yılına
kadar kadını sadece başörtüsüyle, şiddet haberleriyle
konuşuyorken, bugün kazandığı haklarla konuşuyor. Eşi
vefat etmiş kadınlarımızdan yeni evlenen
kadınlarımıza sağlanan haklarla konuşuyor. Mikro
kredilerle girişimcilik örneğini sergileyen
kadınlarımızdan siyasette temsili yüzde 100 artan
kadınlarımızı konuşuyor.
Bunun yanında, bu ülkenin ikna odalarında
işkence edenleri ve edilenleri de unutmadı bu millet. Üniversite
kapılarından döndürülen gençleri, 28 Şubatta eşi
başörtülü olduğu için görevinden ayrılmak zorunda kalan bu
milletin evlatlarını da unutmadı. Birileri unutturmaya
çalışsa da bu millet o günleri unutmadı. O zaman
kadının haklarını savunanlar neredeydi? Kimse bu yapılanları
özel yaşama müdahale saymadı mı? Bugünü dünden ayrı tutmaya
çalışanlar, bugün yaşanan normalleşmeyi de tam
anlamıyla okuyamazlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tarihin bu anlamda bıraktığı acı mirası bir nebze
de olsa unutturmak, kadın haklarını korumak ve güçlendirmek
adına bugün olduğu gibi, çok daha önemli ve anlamlı konularda
ortak paydada buluşmayı temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
12'ye 1'inci Ek sıra sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde değişiklik yapılmasına
dair İçtüzük teklifi 1. Maddesinde geçen "İdari
teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinde erkekler,
ceket ile pantolon giyer ve kravat takar, kadınlar ise; ceket ve etek veya
ceket pantolon giyerler." İbaresinin, "İdari
teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinde erkekler,
ceket ile pantolon veya yöresel kıyafetler giyer, kadınlar ise; ceket
ve etek veya ceket ve pantolon veya yöresel kıyafetler giyerler."
İbaresi ile değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan İdris
Baluken Hasip
Kaplan
Iğdır Bingöl Şırnak
Leyla Zana Sırrı
Sakık Esat
Canan
Diyarbakır Muş Hakkâri
Erol
Dora
Mardin
BAŞKAN Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN Başkanlık Temsilcisi
katılıyor mu?
TBMM BAŞKAN VEKİLİ MERAL AKŞENER
(İstanbul) Katılmıyoruz.
BAŞKAN Önerge üzerindeki gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe
Kravat modern toplumda erkeğin statü göstergesi
olarak yer almakta ve Meclis Genel Kurulunda saygının bir göstergesi
olarak görülmektedir. Oysaki Anadolu kültürünü incelediğimizde
kıyafet giyme anlayışının ve kıyafetler ile
saygıyı gösterme biçiminin modern batı kültüründen çok
farklı olduğunu görmekteyiz. Mecliste görev alan vekillerin Genel
Kurulda temsil ettikleri kültürü yansıtabilmesi için kravat
olmaksızın temsil ettikleri yöreye ait kıyafetleri giyebilmesi
gerekir.
Genel Kurulda kadın milletvekillerinin ceket ve etek
veya ceket-pantolon giymelerini bir zorunluluk olmaktan çıkarıp kadınların
özellikle kültürlerini yansıtan kıyafetleri giyebilmesi ve temsil
ettikleri yöreye ait özel günlere ve bayramlara özgü kıyafetler giyebilmesi
gerekir.
Ancak bu şekilde Meclis modern batıda
şekillenen kültürü değil Anadolu, Trakya ve Mezopotamya'ya ait
kültürü yansıtabilir ve temsil edebilir.
Bu nedenlerle maddenin tasarı metninde
değiştirilmesi gerekmektedir.
BAŞKAN Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu İçtüzük hükümleri yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen Rıza Türmen, İzmir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA RIZA TÜRMEN (İzmir) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; İç Tüzük
değişikliği -kıyafetle ilgili olarak yapılan- şu
nedenlerle olumlu değişiklikler: Bir kere, uzunca bir süre sonra
kadına kadın diyebiliyoruz, bayan değil, kadın
denebiliyor. Bu bakımdan olumlu bir gelişme.
İkincisi, kadınların pantolon giymesine
olanak tanınıyor. Bu bakımdan olumlu bir gelişme.
2011 yılında Anayasa Komisyonunda bu konu
görüşülürken Sayın Mustafa Şentop ve bendeniz bu konuda bir
önerge vermiştik kadınların pantolon giymesini öngören. O zaman
bu önerge kabul edilmişti fakat işte, bildiğiniz gibi, sonra bu
İç Tüzük değişikliği gerçekleşmedi ama şimdi
gerçekleşiyor. Bu nedenle de bunun iyi, ilerici, özgürleştirici bir
değişiklik olduğunu düşünüyoruz.
Üçüncüsü, tayyör yerine ceket ve etek, pantolon ve
etek deniliyor. Bu da, daha iyi anlaşılıyor ne giyileceği.
Dördüncü değişiklik olarak da erkeklerin kravat
ve ceket yanında pantolon giymeleri de öngörülüyor. Bu da olumlu bir
gelişme çünkü eski İç Tüzük olduğu gibi kalsaydı bu İç
Tüzüke sıklıkla uymak
isteyen bir erkeğin kıyafetini düşünebilirsiniz, herhâlde
Meclise pek uygun düşmezdi o kıyafet.
Fakat, buradaki sorun şu: Böyle bir düzenleme yapmak
İç Tüzükte gerekli mi, değil mi? Şimdi,
baktığınız zaman 20 ülke arasında yapılan
araştırmaya; bir tek Fransada Temsilciler Meclisinde böyle bir
kıyafet düzenlemesi var, İtalyada Senatoda böyle bir düzenleme var,
bir de Letonyada Etik Kodunda yapılan bir düzenleme var. Geri kalan
ülkelerde böyle bir İç Tüzük düzenlemesi yok. Onun yerine ya genel bir
madde konuyor, deniyor ki işte: Meclisin saygınlığına
uygun olarak giyinirler. ya da bununla birlikte meclis başkanına bir
yetki veriliyor, işte, meclisin saygınlığına uygun
olarak giyinmeyenlere meclis başkanı ihtarda bulunabiliyor,
doğru dürüst giyinmeye davet edebiliyor ama bu kadar
ayrıntılı bir düzenleme yok. Bu kadar ayrıntılı
bir düzenleme yapılmasının ne kadar doğru, ne kadar
sakıncalı olduğu da düşünmeye değer doğrusu.
Şimdi, yani, mesela, erkekler için yelek öngörülmemiş. Erkekler yelek
giyemeyecek mi? Bir yorum meselesi yani şimdi dersiniz ki Tabii ki o da
var. Yok, efendim, dersiniz ki Yazmadığına göre yok, onu
giyemez. E, kadınlar için etek-bluz kötü bir kıyafet midir yani
Meclis saygınlığıyla bağdaşmayan bir kıyafet
midir? Hiç zannetmiyorum. Bu, düzenlenmemiş ama. Yani, bunun gibi birçok
yoruma açık böyle husus var burada. Yani, giyim kuşamı bu kadar
ayrıntılı düzenlemek ne kadar uygun bir şey?
Bir de tabii, moda değişiyor. Moda, işte,
birkaç yıldan birkaç yıla değişiyor. Bugün kadınlar ya
da erkekler için doğru dürüst kıyafet dediğiniz şeyler,
birkaç yıl sonra bir bakıyorsunuz ki modası geçmiş,
giyilmeyen, kullanılmayan şeyler. O nedenle de böyle neler giyilecek,
neler giyilmeyecek diye teker teker sayıp bir düzenleme yapmak yerine,
genel bir ifade koyup, işte, Meclisin saygınlığına
uygun düşmeyecek kıyafetler giyilemez. Eğer giyilirse Meclis
Başkanı gerekli uyarıları yapar. demek bana daha
doğru bir hareket tarzı olarak geliyor.
Bütün bunlara rağmen, yapılan düzenleme bu
aşamada aslında kötü bir düzenleme değildir, doğru bir
düzenlemedir. O nedenle de desteklemeye değer.
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
(Alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına söz isteyen, Fuat
Karakuş, Kilis Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
FUAT KARAKUŞ (Kilis) Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; 12ye 1inci Ek sıra
sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifinin 2nci
maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle aziz milletimizi ve yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün 10 Muharrem Aşure Günü. Tüm kardeşlerimin Aşure Gününü kutlar,
oruçlarının ve ibadetlerinin kabul olmasını Rabbimden
niyaz ederim. Muharrem ayının ülkemiz, bölgemiz ve dünya için daha
fazla kardeşliğe, barışa ve dayanışmaya vesile
olmasını temenni ederim.
Ve maalesef, bugün, Peygamber Efendimizin sevgili torunu
Hazreti Ali ve Hazreti Fatımanın ciğerpare oğulları
Hazreti Hüseyin Efendimizin Kerbelada şehit edildiği gün. Bu
vesileyle Hazreti Hüseyin Efendimizi ve ehlibeyti bir kez daha hürmetle yâd
ediyor, bir daha insanlığa Kerbela ve benzeri olayları
yaşatmamasını yüce Allahtan niyaz ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
millet iradesinin tecelligâhı olan yüce Meclisimiz, kadın
milletvekillerimizin, başörtüsüyle Genel Kurula
katılmalarının ardından pantolon giymelerine imkân veren
düzenleme ile bir yasağı daha sona erdiriyor. Ülkemiz, maalesef,
kılık kıyafet konusunda çok zaman kaybetmiş ve bazı
kesimler çok acı çekmiştir. Yıllarca
vatandaşımızın hayatına, yaşam tarzına,
tercihlerine müdahale edilmiş, tek tip toplum oluşturma yolunda çok
sert tedbirlere başvurulmuştur. Örneğin, genç
kızlarımız üniversite kapılarından gözü
yaşlı geri dönmek zorunda bırakılmış,
bazılarının zorla başları
açtırılmış, bazıları da eğitimlerine yurt
dışında zor şartlarda devam etmek zorunda
kalmıştır. Şükürler olsun ki, yıllarca devam eden bu
mağduriyetleri sona erdirdik. Kamu kurum ve kuruluşlarındaki
başörtüsü yasağını ortadan kaldırdık. Bu
yasakların kaldırılmasını aziz milletimiz de yerinde bulmuşlardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kadın milletvekillerinin Genel Kurulda tayyör giymeleri 5/3/1973
yılında kabul edilen İç Tüzükün 56ncı maddesinde yerini
almıştır. Aradan kırk yıl geçtikten sonra bu
kısıtlamanın kaldırılması 24üncü Dönem
milletvekillerine yani bizlere nasip olmuştur. Bundan dolayı da
mutluyuz, gururluyuz. Yüce Meclisin üyesi bir kadın milletvekili, hangi
ortamda nasıl giyineceğine ve ne tür bir kıyafet giyeceğine
en doğru kararı kendisi verir. Dolayısıyla, bence bir kural
koymak da gerekmez. Avrupa Birliği ülkelerinde bu tarz bir
uygulamanın olmadığı bilinmektedir. Ülkemizde ise, bundan
tam kırk yıl önce, kadına Sen tayyör giy., erkeğe de Sen
de frak giy. demişler.
Gerek başörtüsü yasağının
kalkması gerekse Genel Kurulda pantolon giyilmesinin serbest olması
demokratik bir hak mıdır? Evet. Bireysel özgürlük müdür? Evet.
Normalleşmek midir? Evet. İnsani bir durum mudur? Evet. Bu
yasakların kaldırılması iyi olmuş mudur? Evet.
Toplumsal uzlaşıya katkısı olur mu? Evet. Türkiye Büyük
Millet Meclisinde bulunan partiler arasında uzlaşıyı
getirmiş midir? Evet. Uzlaşma kültürünün gereği bir
değişiklik midir? Evet. Öyleyse, bize de bu
değişikliğe evet demek düşer.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; AK PARTİ olarak, on bir yıldır
yaptığımız gibi, daha kapsamlı ve daha ileri bir
demokrasi için, sizlerin de desteğiyle ne gerekiyorsa yapmaya devam
edeceğiz. Dünyayı takip ediyor, vatandaşlarımızı
ve onların sorunlarını dinliyor ve çözüm için de
durmaksızın çalışıyoruz. Çünkü, milletimizin
hoşgörüsü, irfanı, değişim ve gelişim talebi bize yol
gösteriyor. Biliyoruz ki huzurlu, uyumlu ve barış içinde yaşayan
bir toplum olmanın yolu, demokratik adımların
atılmasından geçmektedir.
Biz de AK PARTİ olarak milletimiz için bu
adımları atmaya, Türkiye'nin önündeki engelleri bir bir
kaldırmaya devam edeceğiz. Partiler arasındaki bu güzel
uzlaşmanın devamını canı gönülden diliyorum çünkü
ben yok, biz varız, biz hep birlikte Türkiyeyiz.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; sözlerime son verirken bu değişikliğin yüce
Meclisimiz ve kadın milletvekillerimiz için hayırlı
olmasını temenni ederken emeği geçer herkese ayrı ayrı
şükranlarımı sunar, aziz milletimiz ve yüce heyetinize
saygılarımı sunarım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum:
13/11/2013
T.B.M. Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Sıra Sayısı 12ye
1. Ek teklifinin 2. maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ederim.
Kamer Genç
Tunceli
Madde 2- Bu İçtüzük hükümleri yayımından 6
ay sonra yürürlüğe girer.
BAŞKAN Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN Başkanlık temsilcisi
katılıyor mu?
TBMM BAŞKAN VEKİLİ MERAL AKŞENER
(İstanbul) Katılmıyoruz.
BAŞKAN Sayın Genç? Yok.
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Pantolon değiştirmek zaman
alacağından maddenin 6 ay sonra yürürlüğe girmesi daha uygun
olur.
YAHYA AKMAN
(Şanlıurfa) Bu, Meclisle dalga geçme! Böyle şey olur mu?
BAŞKAN Tekrar okur musunuz.
Gerekçe:
Pantolon diktirmek zaman alacağından maddenin 6
ay sonra yürürlüğe girmesi daha uygun olur.
BAŞKAN Evet, önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu İçtüzük hükümleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafndan yürütülür.
BAŞKAN Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belli
bir anlayış içerisinde bu İç
Tüzükü tüm siyasi partilerin desteğiyle çıkaracağımız
anlaşılıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak İç Tüzük
değişikliğine destek veriyoruz ancak ilginç bulduğum bir
konu var: İktidar partisi adına buraya çıkan sözcüler, 31 Ekim
2013 tarihindeki Genel Kurul konuşmaları sırasında
Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinin yapmış olduğu bazı
konuşmaları gündemlerine alarak birtakım eleştiriler,
değerlendirmeler yapıyorlar. Ben o sözcülere şunu tavsiye
ederim: Keşke bu değerlendirmenizi o tarihte yapsaydınız,
medeni cesaret gösterip, çıkıp Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinin
görüşlerinden katılmadığınız bölümler varsa o
zaman söyleseydiniz. Yani iki hafta geçti, ikide bir buraya çıkıp
oralardan bir kelimeyi, bir cümleyi alıp, asıl bağlamından
kopararak Cumhuriyet Halk Partisini eleştirmeyi, doğrusu Meclisin
bugünkü atmosferine uygun bulmuyorum.
Ben de birkaç şey söylemek istiyorum. Bizi
eleştiren o arkadaşların bu eleştirileri nedeniyle ben
birkaç konuyu dikkatinize sunmak istiyorum. Demokrasi dersi vermeye kalktı
bu arkadaşlarımız.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunda Kadıköy vapurundan inen kadınların kıyafetinden
rahatsız olan hiç kimse yoktur. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda
ya böyle bir rahatsızlık duyulmuyor ya da bu rahatsızlık
duyulduğu hâlde ifade edilemiyor korkudan.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) İfade
edilemiyor.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Bu
anlayıştan demokrasi çıkmaz. Kadıköy vapurundan inen
kadınların kıyafetinden rahatsız olan insanlar demokrat
olamazlar. Banklarda yan yana oturan genç kız ve genç erkeğin
sohbetinden rahatsız olanlar demokrat olamazlar. Devlet-birey ilişkisini güç-itaat ilişkisi olarak
algılayanlar özgürlükçü olamazlar, demokrat olamazlar. Bu
anlayışa sahip hiçbir kimse Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda yoktur
ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Yoktur.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Hayır,
Yoktur. demeyin Sayın Canikli. Olmadığını ben
görebilmiş değilim, öyle arzu ederim ama çıkan
arkadaşlarınız, Kadıköy vapurundan
Siz buraya çıkıp şunu söyleyin: Biz,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu olarak Kadıköy vapurundan inen
kadınların kıyafetinden şikâyetçi değiliz, şikâyetçi
olanları da eleştiririz.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Niye
rahatsız olalım, böyle bir şey yok. Söylüyorum, böyle bir
şey yok, hiç kimse rahatsız değil.
MEHMET METİNER (Adıyaman) Bizimkilerin
yaptığı yanlışları siz yapmayın.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) -
Mısırda ölenlerin, Mısırda hayatını
kaybedenlerin ölümleri üzerine mersiyeler düzerken, Gezide hayatını
kaybedenler için bir Allahtan rahmet dilemeyi bile esirgeyenler, demokrat
olamazlar. Böyle bir kişi bizim grubumuzda yoktur ama Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunda olup olmadığını bilmiyorum.
Olmadığını söyleyemiyorsunuz.
Mursiyle kendini özdeşleştirip Mursi ve
taraftarlarına karşı uygulanan devlet şiddetini
eleştirirken, kendi güvenlik güçlerinin şiddetini Kahramanlık
destanı yazdılar. diye kutsayanlar demokrat olamazlar. Bunlar bizim
grubumuzda yok ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda
olmadığını söyleyemiyorsunuz, söyleyemeyeceksiniz.
Mursiyi ve Sisiyi kastederek Mısırda
firavunun izinden gidenler var, bir de Musanın izinden gidenler var.
diyor Sayın Başbakan.
Değerli milletvekilleri, Mısırda firavunla Musanın
mücadelesi, bir din mücadelesinin ötesinde bir mülk, kenz mücadelesidir.
Türkiye'de Musanın izinden gideceğim. diye yola çıkıp
firavunlaşanlar, Onun kardeşi Hârûnu takip edeceğim. deyip
Hârûn değil, Karûn olanlar var.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Doğru,
aynen öyle, Karûnlar var.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Firavunlar ve
Karûnlar demokrat olamazlar. Bunlar bizim gurubumuzda yok ama sizin grubunuzda
olmadığını siz söyleyemiyorsunuz.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Onu burada
aramayın, bulamazsınız; başka yerlere bakın, burada
yok.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Genel Başkan
Yardımcınız söylüyordu bir sene evvel, bunu ben söylemedim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Alevi
vatandaşlarımızı ötekileştirip Alevi
açılımı diye yola çıkıp hiçbir şey yapmayıp
toplumu kutuplaştırıp ondan sonra Torunuma Ali ismini
vereceğim. diyen insanlar demokrat olamazlar. Doğmamış
torununa verilecek isimden medet umarak Alevi vatandaşlarımızı,
onları onore edeceklerini düşünen insanlar demokrat olamazlar.
Değerli milletvekilleri, bütün sorun nereden
çıktı biliyor musunuz? Bakın, 31 Ekim tarihinde burada önemli
bir oturum gerçekleştirdik ama hemen ertesinde Sayın Başbakan
klasik yöntemine başvurdu, klasik kutuplaştırma yöntemine.
İki haftadır yapmış olduğu konuşmalar bu merkezde
cereyan ediyor. Hâlâ tek parti dönemi, Cumhuriyet Halk Partisi dönemi, hâlâ
türban, hâlâ başörtüsü, hâlâ bunun üzerinden siyaset. Problem
şuradan çıktı: 31 Ekimde beklemediğiniz bir Cumhuriyet Halk
Partisi tavrı ortaya çıktı. Sayın Başbakanın var
oluşunun iki nedeni bugün Türkiyede ortadan kalktı.
İki konu Sayın Başbakanın temel
istismar alanıdır, temel politika alanıdır. Birincisi:
Darbe mağduru, asker mağduru AKP. Bu kalktı. Uydurma
davalarla, hukuksuz davalarla, hukukun ayaklar altına
alındığı davalarla insanlar mahkûm edildi. O hukuksuz süreç
devam ediyor ama artık Darbe ve asker mağduru AKP. rolü, misyonu da
sona erdi, kullanabileceğiniz bir şey yok.
İkincisi: Başörtüsü mağduru AKP. Bu da
elinizden çıktı. Şimdi, gerçekler çıplak kaldı. Temel
hak ve özgürlükler sınavını vereceksiniz şimdi ama o
sınavı verme yolunda bocalamaya başladınız. Çünkü öyle
bir kültürünüz yok. Bu mücadeleyi verebilecek durumda değilsiniz.
Eski bir düşünür şunu demişti: Aynı
nehirde iki kere yıkanılmaz. Sayın Başbakan, artık o
nehirden çık!
Sözlerimi burada bitiriyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkan
BAŞKAN Grup adına mı söz istiyorsunuz
Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Madde
üzerinde grup adına
BAŞKAN Madde üzerinde grup adına söz isteyen
Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın Başbakanımızın
birkaç gün önce bir iftar programında yaptığı
konuşmayla ilgili ifade edilen uydurma, hayalî gerekçe veya muhtemel
gerekçe, bir başka ifadeyle onlar açısından, üzerinde bir
şeyler söylemek istiyorum.
O konuşmanın tek bir amacı vardır.
Orada Sayın Başbakanımızın, torununun isimlerinden bir
tanesinin Ali olacağını ifade etmesinin ve
konuşmanın diğer cümleleriyle birlikte düşünüldüğünde
tek bir amacı vardır. Türkiye'de, bu konuda, şu veya bu ölçüde
olan, hepimizin bildiği kutuplaşmanın hafifletilmesi ve ortadan
kaldırılmasıdır. Bunun tek amacı budur, bu cümle, bu
ifade bunun için kullanılmıştır.
HASAN AKGÖL (Hatay) Niye başlattı o zaman?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın,
biz
Ya, bunları konuşmak doğru değil ama
biraz daha detaylandırmak gerekiyor.
Biz, Alevi vatandaşlarımızın, bugüne
kadar -siyasi anlamda söylüyorum- AK PARTİye çok fazla destek vermediklerini
hep biliyoruz, bu, bilinen bir gerçek
KAMER GENÇ (Tunceli) Niye vermiyorlar?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bir tespit
olarak söylüyorum, yani sadece bir tespit olarak, herhangi bir
değerlendirme, eleştirmek amacıyla söylemiyorum, bir tespit olarak
söylüyorum.
Bu önemli ama. Neden? Çünkü bizim Alevi
vatandaşlarımızı, bu anlamda siyasi bir getiri malzemesi
olarak kullanmamız gibi bir niyetimiz olamaz. Neden? Çünkü Alevi
vatandaşlarımızın zaten biraz önce ifade etmeye
çalıştığım o bilgi nedeniyle böyle bir beklentisi muhtemelen
söz konusu olmaz. Yani, kelimeleri biraz dikkatle seçmeye
çalışıyorum. Dolayısıyla, böyle bir açıklama ya
da böyle bir niyet sadece ve sadece şudur: Bu acı hepimizin
acısıdır, bu değerler hepimizin ortak değerleri ve
tarihidir. Bu noktadan bakıldığında, Alevi
vatandaşlarımız ile Sünni vatandaşlarımız
arasında bir fark olmaması, bir ayrışma olmaması
gerekir ya da yaşanan bu acılar bir ayrışmanın
faktörü, unsuru olamaz. Bunu anlatmaya çalışıyor. Zaten
konuşmasında vurgu olarak sürekli bunu söylüyor Sayın
Başbakanımız.
HASAN AKGÖL (Hatay) Siz hiç dinlememişsiniz o
konuşmayı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Dinledim ben
konuşmayı, çok net dinledim, biliyorum.
Dolayısıyla, amaç bu. Bence burada sorun
başka. Daha önce de gündeme geldi. Bugün Alevi
vatandaşlarımızın bu sorunlarını gündeme getirerek
Hükûmetimizin bunları yerine getirmediğini ifade ederek, örtülü bir
şekilde Hükûmetimizi suçlayanlardan bazılarının
geçmişte uzun yıllar iktidarda kaldıklarını biliyoruz.
Evet, yani, burada samimiyetin de olmadığı çok net bir
şekilde ortada. Eğer samimi olunsaydı, bugün o
arkadaşlarımızın, bugün Alevi
vatandaşlarımızın sorunu olarak gündeme getirdikleri ve
bizi de, AK PARTİ hükûmetlerini de çözmemekle suçladıkları o
sorunları geçmiş dönemlerde iktidar olduklarında çok
rahatlıkla çözebilecek güçleri, imkânları vardı.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Kendi tarihlerine
baksınlar.
MEHMET METİNER (Adıyaman)
Kanattıkları bir sorun bu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Evet, bu, bir
samimiyet sınavıdır değerli arkadaşlar ve bu
sınavdan maalesef bu arkadaşlarımız geçememişlerdir,
sınavda kalmışlardır. Neden? Eğer samimi
olunsaydı, bugün Alevi vatandaşlarımızın
sorunlarının büyük oranda, kendileri tarafından ifade edilen
sorunlarının tırnak içerisinde söylüyorum- büyük bölümü
çözülmüş olacaktı. Demek ki samimiyet yok, samimi değiller. O
zaman sorun ne burada? Esas sorun, Alevi vatandaşlarımızın
bir siyasi oy deposu olarak görülmeleri ve bu şekilde hareket edilmesi.
Bizim böyle bir amacımız olamaz. Böyle bir kaygıyla hareket
etmemiz, saikle hareket etmemiz düşünülemez. Neden? Çünkü zaten burada, bu
yapının siyasi desteğinin nereye gittiği belli. Tekrar
söylüyorum, tekrar tekrar, bir tespit olarak söylüyorum sadece bunları.
Dolayısıyla, bu değerlendirmeler son derece yanlış.
Biz her konuda olduğu gibi bu konuya da son derece
samimi olarak yaklaşıyoruz.
Bakın, bunu söylemek istemezdim ama başörtü
meselesine gelelim değerli arkadaşlar. Başörtü meselesi
konusunda, biliyorsunuz, daha önce, sanıyorum 2010 yılında bir Anayasa
değişikliği çalışması oldu; Anayasanın
10uncu ve 42nci maddelerinin değiştirilmesine yönelik, Milliyetçi
Hareket Partisiyle birlikte bir çalışma yapıldı.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) 2008de.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) 2008 mi?
Neyse, şu anda tam hatırlayamıyorum.
7 tane grup başkan vekilinin ortak imzasıyla, 5
AK PARTİli, 2 MHPli grup başkan vekili
arkadaşımızın imzasıyla bir teklif verildi
Anayasanın 10uncu ve 42nci maddelerinin değiştirilmesi için,
bu sorunu çözmek amacıyla, başörtü meselesini çözmek amacıyla.
Yine bunu da üzülerek söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partisi bütün bu
çalışmaların karşısında o zaman, çok net. Biz,
Milliyetçi Hareket Partisiyle birlikte hareket ettik. Hani Kullanıyorsunuz.,
bugüne kadar, Bunları siyasette suistimal alanı olarak
kullanıyorsunuz, rant amacıyla kullanıyorsunuz, malzeme
yapıyorsunuz. deniliyor ya. Daha sonra partimiz hakkında kapatma
davası açıldı arkadaşlar ve bazı
arkadaşlarımız ve bazı milletvekillerimiz hakkında da
yasaklılık talep edildi o davada. 5 tane grup başkan vekiline de
yasaklama talep edildi. Gerekçe ne biliyor musunuz? İçlerinde ben de
varım, imzam var çünkü; bu sorununu çözmek amacıyla, Anayasanın
10 ve 42nci maddelerini değiştirmek yoluyla sorunu çözmek
amacıyla verdiğimiz teklifte şahsımın da imzası
vardı. Gerekçe, o teklife imza atmak. Evet, aynen böyle.
Başka bir şey yok, başka hiçbir konu, husus yok. Sadece ve
sadece başörtü yasağını kaldırmak amacıyla
Milliyetçi Hareket Partisiyle birlikte
yaptığımız o çalışmada o teklifin, Anayasa
değişiklik teklifinin altında imzamız olduğu için
siyasetten yasaklılığımız talep edildi değerli
arkadaşlar. Hatırlayın, son dakikada kapatılmaktan kurtulduk,
son dakikada. Bunlar yaşandı burada, bunlar yaşandı. O
zaman siz neredeydiniz Cumhuriyet Halk Partisi?
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Alkış tutuyorlardı,
alkış!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Kusura
bakmayın, bunları konuşacağız, madem açıldı
konu konuşalım bunları, lütfen.
Ha, bugün oluşan ortama teşekkür ediyoruz, 31 Kasımda
oluşan havaya, mutabakata teşekkür ediyoruz, saygı duyuyoruz, inanıyoruz,
önemlidir. Buna hiçbir itirazımız yok. Her zaman da söylüyoruz, dört
siyasi partinin mutabakatı ile bu sorunun çözüldüğünü kabul ediyoruz
yani arkada şu vardı, efendim, imkân olsa yaparlar mıydı
yapmazlar mıydı, bunların tartışmasına hiç
girmiyorum. Bu dört siyasi partinin 31 Kasımda oluşan iradesinin
samimi olduğuna inanıyoruz, destekliyoruz, önemsiyoruz, bunu da
söylüyoruz ama
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Kasım değil,
ekim.
RECEP ÖZEL (Isparta) 31 Ekim.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Pardon,
pardon, 31 Ekim.
Ama bakın, yani konu biraz daha eğer
Hani,
söylüyorsunuz ya: Efendim, şimdi artık malzemeniz elinizden
alındı, ne yapacaksınız? Biz bunu başından,
iktidara geldiğimiz günden itibaren çözmek istedik, çözmek istedik. Ve
göreceğiz. Tamam, sizin ifadenizle, bu malzeme alındı.
Göreceğiz, bakalım, önümüzde seçimler geliyor, mahallî seçimler var,
genel seçimler var, o zaman da göreceğiz.
Tek bir çizgimiz var bu konuda -hiç sağa, sola,
arkaya bakmıyoruz- özgürlüklerin genişletilmesi; her alanda, her
alanda ve bunu samimiyetle de yapıyoruz.
HASAN AKGÖL (Hatay) Allah aşkına, bunu siz
söylemeyin.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Evet,
yapıyoruz yani bunun sayısız örnekleri var. Yasaklar
kalkıyor, kalkacak yani çünkü yasaklar toplumun dokusuna
işlemiş, zihnimizi o kadar işgal etmiş ki doğal olarak
her şeye bu şekilde bakılıyor.
O nedenle, 31 Ekimde oluşan o mutabakatı bu
açıdan da önemsiyoruz. Bundan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi siyasi
partilerimizin, siyaset kurumunun bu olaya bakışını veya
genel olarak, nereden gelirse gelsin, hangi kesimden gelirse gelsin, evrensel
değerlerle örtüşecek, aykırı düşmeyecek olmak
şartıyla -elbette, onda sınır yok değil- bütün özgürlüklerin
gerçekleştirilmesinden yanayız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa)- Muhafazakâr değerler!
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Parasız
eğitim suç mu, parasız eğitim?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın,
en somut örneğini daha yeni verdik, yeni bir sınav. Şu anda
Anayasa Uzlaşma Komisyonunun mutabakatla karar verdiği ve büyük
çoğunluğu da, hatta tamamına yakını da temel hak ve
hürriyetleri düzenleyen ve özgürlükleri genişleten 60 maddelik anayasa
teklifi. Buyurun, işte bakın, hodri meydan! Alanlardan bir tanesi de
bu. Orada yanlış herhangi bir düzenleme var mı? Yok.
Özgürlükleri geriye götüren bir düzenleme var mı? Yok. Altında dört
siyasi partinin mutabakatı var mı? Var. Buyurun, oradan
başlayalım. Söylüyoruz, bugün de söylüyorum, defalarca söyledik,
ziyaretler yaptık vesaire. Yani bizim bu konudaki görüşümüz,
düşüncemiz belli. O kadar ileri düzenlemeler var ki bu 60 maddede. Burada
Anayasa Uzlaşma Komisyonundan arkadaşlarımız da var, onlar
da biliyorlar, altında onların da imzası var. Yani bir yerden
başlayalım. Yasalar noktasında zaten büyük oranda sorun
gideriliyor ama anayasal anlamda da bir kez daha sesleniyorum.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Başlayalım,
milletvekillerini çıkar, biz de başlayalım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bu 60
maddeyi, özgürlükleri evrensel değerlere büyük oranda yaklaştıran, özgürlükleri istisna
olmaktan çıkaran şu 60 maddelik düzenlemeyi, gelin, hep birlikte
yapalım; bu testi, bu sınavı birlikte geçelim, buyurun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Biz de hep birlikte yapalım
diyoruz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Öğrenci evleri var
mı o 60 maddede Sayın Başkan?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani,
efendim, yok Öğrenci evidir, şudur, budur. Diyorsanız,
işte buyurun, burada. Somut olarak bir şey söylüyorum ben, somut,
somut, hiç sağ sola gitmeden, sağa sola kaymadan herkese sesleniyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Öğrenci evi var mı,
tutuklu milletvekilleri var mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani,
konuşmaların çok önemi yok değerli arkadaşlar.
Konuşmalar ne zaman önemlidir?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Parasız eğitim isteyen öğrenciler
var mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Eğer
icraatınızla örtüşüyorsa, icraatınız
konuşmaları destekliyorsa konuşmaların anlamı
vardır.
HASAN AKGÖL (Hatay) - Söylediğiniz en doğru söz
buydu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Eğer
çelişiyorsa, cümleler, kelimeler özgürlük ama icraat yasak diyorsa
bunun çok fazla bir anlamı yok. En somut bir örneğidir, hep birlikte
yapalım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASAN AKGÖL (Hatay) - Söylediğiniz en doğru söz
buydu.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan
Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Canikli konuşmasının başlangıcında bir
cümle kurdu, ben o cümle nedeniyle kendisine teşekkür ediyorum. Sayın
Başbakanın torununa Ali ismini koymasının gerekçesi
olarak toplumdaki kutuplaşmayı azaltmak diye bir ifade
kullandı. Toplumda bir kutuplaşma olduğunu kabul etmesini, böyle
bir gerçeği tespit etmiş olmasını önemli buluyorum.
İktidar partisi Toplumda bir kutuplaşma var. diyor ise herhâlde
bunun sorumlusu da on bir yıldır iktidarda olan Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmetidir.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Tek bir
şey söyleyeceğim Sayın Başkan.
Bu kutuplaşma on bir yıldan beri yok bu ülkede,
on bir yıldan beri yok; kırk yıldan beri var, elli yıldan
beri var, altmış yıldan beri var.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen
Kamer Genç, Tunceli Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiyede başka bir mesele yokmuş gibi
kadınların Türkiye Büyük Millet Meclisinde pantolon giymesi meselesi Meclisin
gündemini işgal ediyor. Çok enteresan bir şey. Aslında, tabii,
biraz önce bir soru sordum. Bakın arkadaşlar, bilim adamı
kimliğinde olan insanların fikir namusunu taşıması
lazım. Fikir namusunu taşıyan bilim adamı da doğru
söyler. Eğer fikir adamı, bilim adamı fikir namusuna sahip
değilse o bir militandır. Bilimden, akıldan kendisini soyutlamış
ve belirli bir kitlenin emrine göre hareket eden bir kişi
pozisyonundadır. Biraz önce sorduk, maalesef, diyoruz ki: Türban inançtan
mı kaynaklanıyor, özgürlükten mi kaynaklanıyor? Doğru bir
cevap verilmiyor bize.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) Hala çözemedin mi?
KAMER GENÇ (Devamla) Şimdi, bakın, Atatürkün
kurduğu laik, çağdaş ve uygar Türkiye Cumhuriyetinin ve dünyada
emsali görülmemiş devrimlerin özünde bir medeniyet projesi yatar.
Şimdi, maalesef, on bir senedir karşı devrimciler bundan çok
rahatsız oluyorlar ve bu medeniyet projesini yok etmeye
çalışıyorlar.
Şimdi, mesele şu arkadaşlar: Burhan Kuzu
anayasa profesörüdür. Anayasa Mahkemesi kararı var, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararı var, Danıştayın kararı
var, Türban dinî simgedir. Dinî simge kamu hizmeti alanında
kullanılamaz. diyor. Bunu söyle, bunu söyle de ondan sonra de ki:
Kardeşim, yani bizim bugün çoğunluğumuz var, bu çoğunluk
bunu sağlıyor. Ben bir şey demiyorum buna.
Bakın, bu sene bize bir haber geldi, dediler ki:
AKPliler toplanmışlar, hacca birtakım kadın
milletvekillerini götürecekler, o kadın milletvekilleri hacdan döndükten
sonra -yeni bir seçime gidiyor ya- bunları Meclise sokacaklar. Cumhuriyet
Halk Partisi bunlara saldıracak, biz de bunu seçimde
kullanacağız, bunun nemasını elde edeceğiz.
Şimdi, bu çok önemli ve çok sağlıklı bir istihbarat
aldım.
RECEP ÖZEL (Isparta) Sen kaynaklarını bir
kontrol etsene! Nereden aldın o bilgiyi?
KAMER GENÇ (Devamla) Ben size bir hikâye anlatayım:
İki köyün arasından bir nehir geçiyormuş. Haftada bir gün, o
nehrin bir tarafına bir kadın, öteki tarafına da bir kadın,
geliyorlarmış, birbirlerine hakaret ediyorlarmış,
bağırıyorlarmış,
çağırıyorlarmış. Kadının birisinin işi
çıkmış, Ya, ben gidip o kadına bağırmayacağım,
benim yerime sen git bağır. demiş. Tabii, o gitmeyince,
karşıdaki kadın bağırmış,
çağırmış, hakaret etmiş, o yeni gelen kadın
susmuş. Susunca, o hakaret eden, bağıran kadın kederinden,
üzüntüsünden çatlamış.
MEHMET METİNER (Adıyaman) Ah canım!
KAMER GENÇ (Devamla) Dolayısıyla biz de sizin
kederinizden, üzüntünüzden çatlamanız için bu işe ses çıkarmadık.
Yani bu işin özü böyle, bunu bilesiniz.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Hadi canım sen
de!
KAMER GENÇ (Devamla) Şimdi, arkadaşlar,
bakın, bütün mesele şu...
BÜLENT TURAN (İstanbul) Öyle mi arkadaşlar?
MEHMET METİNER (Adıyaman) Sayın
Hamzaçebi, öyle mi? Bu yüzden mi karşı çıkmadınız?
KAMER GENÇ (Devamla) Bakın, şimdi, bugüne
kadar çok bu işin peşine düştünüz. Biz bunu vatandaşa
bırakıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti, çağdaş, ilerici,
medeni bir ülkedir. Medeniyet projesi. Medeniyet projesi Türkiyede yalnız
şey değil ki. Şimdi, vatandaşlarımız
Seçime
gidiyoruz. Siz, dini çok istismar ediyorsunuz. İslam dini çok kutsal bir
dindir, çok yüce bir dindir.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) Senden mi
öğreneceğiz ya! Sen işine bak!
KAMER GENÇ (Devamla) Bu yüce dini kavramak için
İslam dininde görev yapan, İslam dininde olan insanların dünyada
lider olması lazım. Bu liderlik kadınları kara çarşafa
sokmakla olmaz.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Rozet takarken iyimiydi.
KAMER GENÇ (Devamla) Bir gün benim odama 3 tane
kız geldi. Şimdi, güzel de kızlar. Başlarını
örtmüşler. Ya dedim, bakın, kızlar, şimdi, sizin en güzel
yeriniz gözleriniz, dudaklarınız, yüzünüz.
MEHMET METİNER (Adıyaman) Allah Allah!
Saygısızlık yapma!
KAMER GENÇ (Devamla) Şimdi, dedim ki bu yüzünüzü
açın, saçlarınızı açın; sendeki de kıl, bendeki
de kıl. Yani bunun bir farkı yok ki.
ÜLKER CAN (Eskişehir) Aa! Ne diyor bu ya!
KAMER GENÇ (Devamla) İslam dini bir akıl ve
izan dinidir. Akıl ve izana inanmayan insanların zaten İslam
diniyle ilgisi yok. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Ya ben bunları size söylüyorum,
anlayasınız diye. Bakın, beyler, ben otuz senedir bu kürsüde
konuşuyorum. Otuz senedir -özellikle Meclis Başkan Vekilime de
söylüyorum, söyledim belki size- öyle günler olmuştur ki burada tek ses
çıkmıştır ama öyle anlar olmuştur ki o dil, o tek ses
bir anda en büyük tepkiye neden olmuştur.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Konuşuyorsun
ama boş konuşuyorsun. Otuz senedir boş konuşuyorsun.
BAŞKAN Sayın Milletvekili, lütfen hatibi
dinleyin, aydınlanın lütfen.
AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul) Hakaret ediyor,
neyini dinleyeyim Sayın Başkan!
KAMER GENÇ (Devamla) Bugün siz burada
çoğunluktasınız.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Hadi oradan, yürü!
KAMER GENÇ (Devamla) Ama ben inanıyorum ki Türk
milleti yüce bir millettir, medeniyete inanan bir millettir, Atatürkün
getirdiği devrimlere sahip çıkan bir millettir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Atatürkün getirdiği
devrimler sayesinde artık Türkiye Cumhuriyeti devleti yükselecek ve
dünyada lider bir devlet olacaktır.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Otur yerine!
KAMER GENÇ (Devamla) Kadınları kara
çarşafa sokmakla bu memleket medeniyet seviyesine kavuşamaz.
Saygılar sunuyorum.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Rozet takarken iyiydi
değil mi? Rozet takıyordunuz. Yürü!
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Çok meraklıysan
soyunmaya, soyun Meclisin ortasında da bu millet görsün seni.
BAŞKAN Lütfen, Sayın Milletvekili
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Başkan, bir
talebiniz var.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
4.- Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzunun,
Tunceli Milletvekili Kamer Gençin görüşülen 12 ve 12ye 1inci ek
sıra sayılı İçtüzük Teklifinin 3üncü maddesi üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) Sayın Başkanım, sataşmadan
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Komisyon Başkanı konuşuyor, lütfen
Sayın Başkanım, sataşmadan söz
aldım ama kelimelere yazık. Değmez bu Kamer Genç için
konuşmaya, vazgeçtim. (AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkanım, sadece kayıtlara geçmesi için
BAŞKAN Buyurun Sayın Canikli.
IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin görüşülen 12 ve 12ye 1inci ek sıra
sayılı İçtüzük Teklifinin 3üncü maddesi üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Biraz önce
konuşmacı, kendisini ziyarete gelen 3 genç kızı taciz
ettiğini Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden itiraf etmiştir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Evet, teşekkür ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bakın, bu çok önemli bir
sataşma. Sayın Başkan, biraz önce, kendisi, beni ziyarete gelen
kızları taciz ettiğimi söyledi. Bundan daha ağır bir
sataşma olur mu? Müsaade edin, bunu açıklayayım efendim.
BAŞKAN Ne istiyorsunuz yani şimdi?
KAMER GENÇ (Tunceli) Taciz etti. dedi.
BAŞKAN Sataştı mı yani size?
KAMER GENÇ (Tunceli) Sataştı tabii.
BAŞKAN Ne diye sataştı Sayın Genç?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Tutanaklara
bakalım Sayın Başkan, tutanaklar gelsin. Ben
sataşmadım.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Meclis Başkan
Vekili, şimdi, size birisi derse Siz kızları taciz ettiniz.,
bundan sataşma olmaz mı? O zaman, bir söz verin.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkan, tutanaklara bakalım. Taciz etti demedim.
BAŞKAN Sataşma nedeniyle söz veriyorum iki
dakika.
Buyurun Sayın Genç.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Boyundan posundan da
mı utanmıyorsun, yaşından da mı utanmıyorsun ya!
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Ben senin
söylediğini söyledim.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
5.- Tunceli Milletvekili Kamer Gençin, Giresun Milletvekili
Nurettin Caniklinin yaptığı açıklama sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) Ya, şimdi, bakın beyler,
evvela konuşulan şeyleri anlamak için adam olmak lazım. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Konuşmak
için de adam olmak lazım.
BAŞKAN Sayın Genç, lütfen
BÜLENT TURAN (İstanbul) O kendine söylüyor
Sayın Başkan.
KAMER GENÇ (Devamla) Adam değilseniz
konuşulan şeyleri anlayamazsınız. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın Genç, temiz bir dille
konuşun lütfen. Meclis kürsüsü burası. 67nci maddeyi
hatırlatıyorum ben size Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) Tamam, onu diyorum.
Şimdi, gelen o kızlar benim kardeşlerim.
Benim yanıma geldikleri için, ben onlara dedim ki
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Orası hakaret etme kürsüsü değil,
kimseye hakaret edemezsiniz!
KAMER GENÇ (Devamla) Efendim, bir dakika ya
Etmiyorum.
O zaman, yeniden süreyi ver de
BAŞKAN Vermiyorum!
KAMER GENÇ (Devamla) Vermiyorsun!
Şimdi, bakın, hep burada bu Meclis böyle keyfî
yönetiliyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bize savunma
hakkı verilmiyor. Meclis böyle kötü yönetildiği için, maalesef,
burada fikirler doğru anlaşılmıyor. Olur mu canım?
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Kürsü hakaret etme
yeri değil ki, kürsü görüşleri anlatma yeri.
KAMER GENÇ (Devamla) Ben hiçbir zaman gelen o kız
kardeşlerimizi taciz etmedim. Ben onlara kendi düşüncelerime göre
doğruları söyledim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sen söyledin
biraz evvel taciz ettiğini.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Kocaman adamsın
ya!
KAMER GENÇ (Devamla) Yani benim doğrum odur, sizin
doğrularınız başka olabilir. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Ya, bakın, biraz insan olun da
konuşulanları dinleyin. Dinleme özürlüsü insanlarsınız.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sen söyledin,
sen söyledin.
KAMER GENÇ (Devamla) Dinleme özürlüsü insanlarla bir
yere gitmek mümkün değil.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Boş
konuşuyorsun, boş!
KAMER GENÇ (Devamla) - Bu kürsüde oturanların sizi
desteklemesi bir şeyi ifade etmiyor. Sizin benim
konuşmalarımı anlayabilmeniz için daha birkaç fırın
ekmek yemeniz lazım. Sizin hâlâ beyin itibarıyla gelişmemiş
insanlar var aranızda. Böyle bir şey olur mu! (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkan, böyle konuşamaz!
MEHMET METİNER (Adıyaman) Sayın
Başkan, böyle saygısızlık olur mu!
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Hakaret
ediyor Sayın Başkan! Bu ne biçim konuşma!
KAMER GENÇ (Devamla) - Benim yaptığım
konuşmayı anlamıyorsunuz, ne dediğimi anlamıyorsunuz,
ondan sonra da çıkıp da bağırıyorsunuz. Böyle
bağırma olmaz ki yahu! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Düzgün
konuşacaksın, düzgün! Düzgün konuşacaksın, o kürsüye
yakışır şekilde konuşacaksın! Orası hakaret
yeri değil!
MEHMET METİNER (Adıyaman) Yazıklar olsun
sana!
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Kocaman adamsın
be!
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Boş
konuşuyorsun!
KAMER GENÇ (Devamla) - Ben size diyorum ki,
başımızdan geçen olayları anlatıyorum size. Ben
diyorum ki, o kız arkadaşlarımıza dedim ki: İslam
dini bir akıl ve mantık dinidir, yüce bir dindir. Bu dindeki
gerçekleri anlamak için evvela siz bunları iyi anlayın.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sen kimsin,
millet kim!
BAŞKAN Sayın Canikli, lütfen oturun.
Sayın Canikli
KAMER GENÇ (Devamla) Ama siz burada
çoğunluğunuza bakarak bağırıyorsunuz
çağırıyorsunuz.
Yahu, şimdi, sizin bağırmanız
çağırmanız bana göre sivrisinek vızıltısı.
Ben bu sivrisinek vızıltılarına çok
alışmış bir insanım. Ben otuz senedir bu kürsüde
konuşuyorum. Benden biraz örnek alın. Türkiye Cumhuriyeti devleti
hepimizin devletidir. Benden örnek alırsanız bu memleket daha rahat
eder.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Kaç yaşında
adamsın! Yaşından başından utanmıyor musun?
MEHMET METİNER (Adıyaman) Utanmaz arlanmaz
herifsin sen!
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Senin neyini örnek
alacağız ya! Boş konuşuyorsun!
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın
Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Canikli. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
6.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Değerli
arkadaşlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Ne söylediğin
belli değil be! Buradaki insanlara hakaret ediyorsun!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
Arkadaşlar, arkadaşlar, rahat olun.
Hayatını, zihnini, beynini çukurdan
çıkaramayan, çukurun seviyesinin üzerine çıkaramayan insanların
konuşmalarını ciddiye almayın. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) O konuşmaları anlamak
için, yani Türkiyedeki, dünyadaki yaratılmış esfeli sâfilîn
beyinleri dahi fazla gelir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, şimdi
bana hakaret etmedi mi!
BAŞKAN Lütfen Sayın Genç, bunu sabaha kadar
KAMER GENÇ (Tunceli) Çukurda olan kendisi midir, ben
miyim! Ben onun Maliyede neler yaptığını iyi biliyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Söyle!
KAMER GENÇ (Tunceli) Söz versin bana,
açıklayayım Maliyede senin yaptıklarını.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Otur be yerine!
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili
Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris
Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu
Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel
Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile
Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12ye 1inci
Ek) (Devam)
BAŞKAN Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, İç Tüzükün 86ncı
maddesi gereğince lehte söz isteyen Tülay Kaynarca, İstanbul
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; İç Tüzük değişikliğiyle
ilgili oyumun rengini belli etmek üzere lehte söz aldım. Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
İç Tüzük 56ncı madde Bayanlar tayyör
giyerler. ifadesini içeriyordu. Bu 56ncı madde Kadınlar tayyör
veya ceket ve pantolon giyer. şekliyle değiştirildi ve dünya
parlamentolarında buna benzer hiçbir hüküm yok. Geç de olsa böyle bir
kararın alınmasını önemsiyorum. Dünyada iç tüzüklere de bakıldığı
zaman tüm parlamentolarda böyle bir hükmün olmadığı da
açıktır.
Ben bir cümleyi de ifade edip
Gerçi çıktı ama
Cumhuriyet Halk Partisinden Gülsün Hanım AK PARTİ iktidarı
döneminde kadınlar adına neler yapıldı? cümlesini sarf
etmişti, bazı istatistiki bilgileri vererek bunu söylemişti.
Gerçekten bunu görmemek için
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) Kamer Genç olmak lazım.
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) Onu ifade etmeyeyim ama on bir
yıl içerisinde kadın lehine alınan tüm kanuni düzenlemeler, Türk
Ceza Kanunu, Medeni Kanun, İş Kanunu, hele de Anayasadaki pozitif
ayrımcılık ilkesini de kadın lehine sunan bütün
değişiklikler kadınımızın toplumdaki yerini
önemseyen, kadınlarımızın, hem anne olarak hem iş kadını
olarak hem dünyadaki temsilini hem Türkiyede en iyi noktaya taşıyan
düzenlemeleri getiriyor.
Bugün buna baktığımızda gerçekten
Türkiyede bu noktaya gelinmesinde emeği geçen 22, 23üncü Dönem ve
24üncü Dönemdeki tüm vekillerimizi yürekten tebrik etmek istiyorum ben. Tüm
ayrıntılara girmeyeceğim ama sadece bunun altını özellikle
dikkatle çizmek istedim çünkü yapılan tüm düzenlemeler
kadınımızı dünle bugün arasında iyi bir noktaya
getirdi. Dünya Forumu şunu dedi, şu istatistikler var
Tamam,
eğitim, istihdam, sağlık, bununla ilgili bütün kalemlere
baktığınızda sadece istihdamda yüzde 21lerden bugün
31lere çıkması, eğitimlerde çocuklarımızın,
kız çocuklarımızın yüzde 98lere varması, istihdamda
Başbakanlık genelgesiyle bugün gelinen noktada kadın istihdamının
ciddi noktaya gelmesi, her biri bunların açık göstergesi ama iki
şey var: Birincisi, hukuki düzenleme yaparsınız; tamam ama
ikincisi toplumsal zihniyet dönüşümüyle alakalıdır. Birincisi,
birçok hukuki düzenlemeye adım adım imza atar, belli noktaya
getirirsiniz; tamam ama ikincisi toplumsal zihniyet dönüşümüyle ilgilidir.
Sayın Hamzaçebi ne güzel ifade etti, Kimse
diyemez. dedi ama bak söylüyorum: Kadıköy vapurundan inen
kadınların giyim kuşamı beni hiç ilgilendirmiyor, buradaki
arkadaşlarımın hiçbirini de ilgilendirmiyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) Bravo.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Teşekkürler.
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) Niye biliyor musunuz?
Eğer öyle olsaydı
Çünkü biz farklıyız, çünkü biz
demokratikleşme paketinde neye imza atıyoruz biliyor musunuz?
İnsanların yaşam tarzına müdahale etmeyi cezai müeyyide
altına alıyoruz. O yüzden, umurumuzda değil, kim ne giyerse
giysin. Özgürlükler önemli, demokrasi önemli.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Öğrenci evi
baskını nasıl Tülay Hanım?
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Ev baskınları
hariç!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Ev baskınlarını
hangi pakete koyacağız?
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
İç Tüzükün 86ncı maddesi gereğince,
oyunun rengini belirtmek üzere, aleyhte söz isteyen Recep Özel, Isparta
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teklifin aleyhinde söz aldım ama usulen aleyhinde,
esasında hepimiz lehindeyiz çünkü dört grubun ortak ittifakıyla
verilmiş olan bir teklifin son konuşmasını yapmak üzere
huzurlarınızdayım. Sadece birkaç kelime edeceğim.
Biraz önce Kamer Genç burada birtakım ifadeler
kullandı, sadece Yunus Emrenin bir sözüyle noktalamak istiyorum. Yunus
Emre diyor ki: Edebimiz elvermez edepsizlik edene/Susmak en güzel cevap edebi
elden gidene.
Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan, 60ıncı maddeye göre söz talebim var efendim.
BAŞKAN Sayın Hamzaçebi, buyurun.
IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin,
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin sataşma nedeniyle
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, biraz önce yaşanan
tartışma üzerine, izninizle, görüşümü ifade etmek istiyorum.
Sayın Kamer Genç kürsüde doğru bulmadığım bir
konuşma yaptı; daha doğrusu, konuşmasının bir iki
cümlesini doğru bulmadım. AK PARTİ Grubuna, Sayın
Canikliye yönelik olarak beyinle ilgili birkaç şey söyledi. Sayın
Canikli haklı olarak ayağa kalktı, itiraz etti. Elbette
kendisine yönelik böyle ağır bir değerlendirme olunca kendisi de
doğal olarak bu tepkiyi göstermek durumundadır. Ancak, Sayın
Canikli dün kürsüde Sayın Kamer Gençe hitaben beyinsiz kelimesini
kullandı.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Hayır, sadece
bir genel ilkeden bahsettim, kimseyi hedef almadım ben yapmayın.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Bakın, beyinsiz kelimesini kullandınız. Onu geçiyorum yani ben
bu kadar önemli bir konuyu, daha doğrusu dört partinin mutabakatıyla
yürürlüğe girecek olan bir düzenlemeyi konuşurken herkesin üslubuna
dikkat etmesi gerektiğini söylemek istiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Tamam da bu
konuşmaları kim yapıyor Allah aşkına Sayın
Hamzaçebi? Yapmayın ya, lütfen ya. Kim başlattı, kim yaptı?
Hakaret ediyor, cevap verin o zaman. Yapmayın ya.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Biraz önce siz kürsüye
çıktınız, dediniz ki: Esfeli salihin (AK PARTİ
sıralarından gülüşmeler)
BÜLENT TURAN (Ankara) Salihin, salihin!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Esfeli
sâfilîn Gülmeyin, sizlerle bu konuda yarışırım, o gülen
bir beyefendi, arkadaş var.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Zaten belli oluyor.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Gelin,
gelin, bu konuları sizlerle tartışabilirim, yeter ki
karşıma çıkın.
BAŞKAN Sayın Hamzaçebi, lütfen Genel Kurula
hitap edin.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Caniklinin kullanmış olduğu bu ifadenin anlamı
Aşağıların aşağısı,
aşağılığın
aşağılığı. Bakın, bir hakaret, dün
beyinsizle başlayan bir hakaret cümlesi bugün bir başka hakaretle
devam ediyor ve AK PARTİ Grubu da bu hakaret cümlesini
alkışlıyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Ben hayatımda
hiç kimseye hakaret etmedim.
BAŞKAN Yapmayın sayın milletvekilleri.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Bakın, bu kelime kime hakarettir? Bunun muhatabı birisi vardır
burada.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Ben hiç
kimseye hakaret etmedim en fazla kendimi savunmuşumdur. Bu kadar.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Bu
hakaret cümlesiyle sizi baş başa bırakıyorum. Nasıl
Adana Valisinin hakaret cümlesini Başbakan koruması altına
aldıysa öyle anlıyorum ki sizin bu hakaret cümlenizi de AK PARTİ
Grubu koruma altına alıyor. Hayırlı olsun bu
anlayışınız. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
Yapmayın. Hakaret eden sizin arkadaşınız, çıkıp
burada söyleyen sizin arkadaşınız. Sayın Hamzaçebi,
yapmayın ya. Kendimizi savunmayalım mı? Her türlü hakaret yapana
burada söylemeyelim mi, cevap vermeyelim mi? Olur mu ama?
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan,
bakın, bize burada milletvekilleri olarak hakaret ediliyor ve siz hakaret
edenleri koruyorsunuz. Sizi şiddetle kınıyorum, böyle
kollamanızın bir anlamı yok. O bana yapılan hakaretleri
size havale ediyorum.
BAŞKAN Sayın Genç, çok güzel, gerçekten
tebrik ediyorum yani! Teşekkür ederim.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili
Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris
Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu
Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu
(2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12ye 1inci Ek) (Devam)
BAŞKAN - Teklifin tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Teklif kabul edilmiş ve
yasalaşmıştır.
4üncü sırada yer alan, T.C. Başbakanlık
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve
Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti
Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon
Yayıncılığı Alanında İşbirliğine
Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
4.- T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan
Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri
Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo
Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı
Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S.
Sayısı: 105)(x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 105 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz isteyen Yusuf Halaçoğlu, Kayseri
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Dışişleri
Bakanı nerede?
ÜLKER CAN (Eskişehir) Hesap mı vereceğiz?
KAMER GENÇ (Tunceli) Soruyorum Sayın Başkan,
Dışişleri Bakanı nerede?
ÜLKER CAN (Eskişehir) Yerinde Bakan var, sana ne!
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri)
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dost
ve kardeş bir ülkeyle ilgili olarak burada 8 madde üzerinde bir
anlaşma, sözleşme onaylayacağız. 1970 yılında
öğrenciliğim döneminde Amerika Stratejik Araştırmalar
Merkezinin yayınladığı bir dergide şöyle bir haber
okumuştum: 2000li yıllarda Sovyetler Birliği
dağılacak ve Sovyetler Birliğinin bulunduğu coğrafyada
geniş bir Müslüman nüfusu ortaya çıkacak. Bu Müslüman nüfusun, tarih,
kültür ve dil birlikteliği olan Türkiyeyle bir entegrasyona gitmesi
kaçınılmazdır. Dolayısıyla, böyle bir entegrasyon
dünyada yeni bir gücün doğmasına yol açacaktır. demişti ve
bir harita koymuştu. Bu harita da bugün Türk dünyası dediğimiz
Türk cumhuriyeti devletlerini Türkiyeyle birleştiren bir haritaydı
ve tek renk üzerinde bulunuyordu. Ama ilginçti ki 1970 yılında
Amerika, belli ki Orta Doğuda da buna bağlı olarak bir politika
üretmişti. Nitekim, bu harita üzerinde bir Kürdistan ve Orta Doğuda
sınırları çizilmiş yeni bir harita mevcuttu.
Dediğim gibi, yıl 1970. Aslında,
Türkiyede 1970ten sonra çok önemli olaylar oldu: Sağ sol
çatışmaları oldu, 5 bin genç hayatını kaybetti; 1980
darbesi, ardından bir dizi siyasi çalkantılar; tabii, bu arada ASALA ve
ASALAnın dışında bir de PKK terör örgütü ortaya
çıktı. Türkiye, bunlarla meşgul olmak uğruna milyarlarca
dolar harcamak zorunda kaldı ve gerçekten de 1991 yılında
Sovyetler Birliği dağıldı ve 5 Türk cumhuriyeti ortaya
çıktı.
Değerli milletvekilleri, şimdi, burada
şunu iyi düşünmemiz gerekmektedir: Türkiyenin uzun bir müddet PKK
terör örgütüyle mücadelesi ve harcadığı maddi değer
şayet bu örgüt kurulmadan Türk dünyasının entegrasyonuna
harcanabilse, Türkiyenin kalkınmasına harcanabilseydi muhakkak ki 1970te
Amerika Birleşik Devletlerinin strateji uzmanlarının
çizdiği yeni bir güçlü dünya ortaya çıkacaktı.
Mamafih, 2000li yıllara
ulaşmamıştı Sovyetler Birliğinin çöküşü ama
şöyle bir hafızanızı canlandıracak olursanız,
1984ten itibaren PKK terör örgütü ortaya çıkmıştı ama
garip olan şey, ASALAnın sona ermesinden sonra ortaya
çıkmıştı. Dolayısıyla, 1991den itibaren
birtakım gelişmeler oldu Türkiyede. Ben o sırada Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü görevindeydim, Başbakan Süleyman
Demirel olmuştu, Cumhurbaşkanı rahmetli Özaldı. Demirelle
bir görüşme talebinde bulundum çünkü Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğünde yani bizim Osmanlı arşivinde 100 milyondan fazla
arşiv belgesi, 800 bin defter mevcuttu. Tarihimizin en zengin arşivi
olan bu arşivin depoları maalesef eski medreseler veya birtakım
binaların depolarıydı. Böylesine kıymetli bir hazinenin
heba olmaması için çünkü belli bir nem oranının altında
veya üstünde olması, bu hazineyi yok eden en önemli unsurlardan bir
tanesiydi. Rahmetli Özal, bugünkü Topkapı Sarayının
içerisindeki, Cankurtaran
Daha doğrusu, şöyle söyleyeyim: Gerçek
olan, Gülhane Hastanesinin bulunduğu bölgede 204 dönüm araziyi bize
tahsis etti ve burada bir arşiv sarayı yapılacaktı, bunun
için Demirelle görüşmek istedim.
Benim burada size anlatmak istediğim şey
şu: Aslında, Şubat 1992de Sayın Demirelle görüştüm
ve kendisiyle görüşmeye gireceğim sırada, onun basın
danışmanı olan İlnur Çevik ile bir sohbetimiz oldu, bana
hangi sebeple görüşeceğimi sordu, ben de kendisine şunu söyledim:
Osmanlı arşivlerindeki demin size aktardığım
konuları aktardım. Dedi ki: Hoca, Demirel bununla fazla ilgilenmez.
Dedim ki: Nasıl olur? İşte, Türk cumhuriyetleri ortaya
çıktı, onlarla ilgili pek çok belge bu arşivde bulunmaktadır.
Dolayısıyla, nasıl olur da ilgilenmez? Sonuçta, Sayın
Demirelin yanına girdim. Bana Demirel ne istediğimi sordu.
Sayın Başbakanım, paramız var, projemiz var, her şeyi
hazırladık, sadece özel bir bina olduğu için Bakanlar Kurulu
kararını istiyorum, binanın yapımı için. dedim.
Tamam Hoca, bakalım. dedi ama biraz böyle, tam arzu ettiğim
şekilde bir cevap alamayınca, kendisine, Türk dünyasının
bağımsızlığına kavuştuğunu, bununla
ilgili arşivimizde çok kıymetli belgeler olduğunu -Osmanlı
Devletiyle ilişkiler, Cumhuriyet Dönemiyle ilişkiler konusunda-
söyledim. Onun üzerine, Demirel ayağa kalktı, bana Gel seni bir
kucaklayayım Hoca. dedi. Beni Demirel bir kucakladı fakat bir hafta
sonra görevden aldılar. (AK PARTİ sıralarından
gülüşmeler)
Fakat, İlnurun söylediği bir önemli konu
vardı: Demirel bütün Dışişleri mensuplarını
toplamış ve bu dünya hakkında, yeni çıkan Türk dünyası
hakkında ne gibi bir bilgiye sahip olduklarını sormuş.
Onlar başlarını önlerine eğmişler
-Dışişleri mensupları- onun üzerine, Demirel Üzülmeyin,
ben de bir şey bilmiyorum. demiş. Değerli arkadaşlar,
bizzat benim başımdan geçen bir hadiseyi anlattım.
Şimdi, gerçekten de rahmetli Özal zamanında,
Türk dünyasına tam vâkıf olmadan bir girişimde bulunduk,
öğrenciler getirdik, yanlışlar yaptık, yanlış
insanlar gönderdik Türk dünyasına ve Türkiye'nin adı yanlış
şekilde oralarda lanse edildi, duyuldu fakat aslında, bizim
heyecanımız, onların heyecanı, Özal döneminde ciddi
şekilde ekonomik ilişkilere ve yakın dostluklara dönüştü.
Sonra, gerçekten -Allah selamet versin- Sayın Demirel bu işte çok
ciddi bir atılım yaptı, yakınlıklar kuruldu. Ki
birçoğuyla hâlâ, şu anki Kazakistan Cumhurbaşkanı
yakından tanıştığımız bir kişiydi,
Türkmenistan öyle, Azerbaycan öyle- benim çok yakın ilişkilerim oldu
Tarih Kurumu Başkanı olarak.
Şunu söyleyeyim: Hemen hepsi, gerek Özalın
gerekse Demirelin koluna girip ağabey diyen insanlardı ve bizden
bir şey bekliyorlardı ama bir şey vardı, eksiğimiz
vardı; biz bu dünyayı tanımıyorduk, tanımadığımız
için onların hiçbir şey bilmediğini, hiçbir şey
yapamayacağını düşünüyorduk. Sonuçta, onlar da bizi
Türkler geri kalmış, dilenci şeklinde tanıyorlardı.
Dolayısıyla, planlı bir yaklaşım gösteremedik. Bunun
sonucu, bu planlı yaklaşım gösterememe sonucu, aslında,
bugün dünyanın en zengin enerji kaynaklarına sahip olan bu dünyayla
ilişkilerimizi mesafeli bir oranda devam ettirebiliyoruz. Hâlbuki, 10 bin
kilometre öteden Amerika geliyor buraya, İngiltere geliyor, Fransa
geliyor, Çin geliyor ama maalesef, onların gösterdiği çabayı
Türkiye Cumhuriyeti olarak biz gösteremiyoruz.
Birçok hata işledik. Türkmenbaşı,
rahmetli, şunları söyledi: Ya, hep Batıya dönüyorsunuz. Sizin
çıkarlarınız buradadır, niçin gelmiyorsunuz? Size ben
doğal gazı 47 dolardan vereceğim. Evet, gerçekten de Türkmenbaşı
bu konularda samimiydi. Samimiydi, birçok kuruluş oluşturdular -ki
ben de üyesi oldum bunların- ama bir türlü Türkiye istenilen biçimde bu
bölgelerle ilgilenemedi ama hâlâ ilgilenmiyor. Şimdi, herkes
şapkasını önüne koysun. Batıya yöneldiğimiz ölçüde
biz bu dünyaya hangi ölçüde yöneldik? Kazakistan Cumhurbaşkanı olmasa
neredeyse birbirimizle ilişki kurmama raddesine geldik.
Bakın, bir Ermeni açılımı
yaptınız. 2005 yılında, Tarih Kurumu Başkanı
olarak Sayın Başbakan beni Bakanlar Kuruluna davet etti, bir brifing
verdim. O brifing sırasında şunu Bakanlar Kurulunda ifade ettim:
Efendim, Ermenistanla ilgili olarak, basında, kapıların
açılması konusunda Türkiyenin bir jestte, iyi niyette bulunması
şeklinde haberler geçiyor. Bu haberler doğru mudur bilmiyorum ama
doğruysa, sakın ola ki böyle bir jestte bulunmaya
kalkışmayın. Devletler jestle yönetilmez. Bu, elimizdeki en
önemli kozlardan birisidir. Bunu ifade ettim, bir bilim adamı
sıfatıyla söyledim ve sorumluluğumu onların üzerine
attım ama Ermenistanla bir açılım politikası güdüldü. Bu
açılım politikası, aslında, tam, bizim bu konuda,
Ermenilere karşı -bir yerde- soykırım iddialarını
sona erdireceğimiz bir dönemde meydana geldi çünkü ben görevden
alınmadan önceki haziran ayının başında Osloda bir toplantı
yapıldı, Ermeniler bir toplantı yaptılar, diaspora ve
buraya Tarih Kurumundan 2 kişi davet edildi. Biz bu davete icabet ettik.
Beni kabul etmediler, 2 arkadaşımı gönderdim ama onlar oradayken
şöyle bir teklifte bulundum, gazetelere bakabilirsiniz, Hürriyette de
sürmanşetti: Bostondaki Taşnak arşivlerini açın, 20
milyon dolar vereceğim. dedim. O Oslodaki toplantı
karmakarışık olmuş, Bu 20 milyon doları verirdi,
veremezdi. muhasebesine girişmişler. Sonuçta, Alman Hilmar Kaiser
isimli bir Ermeni taraflısı araştırıcı bu
parayı verebileceğimi, bir şey söylersem yerine
getireceğimi orada ifade etmiş. Onun üzerine, ertesi hafta, beni
diaspora Ermenilerinin yönetim kurulundan Garabet Mumcuyan aradı, eylül
ayında Tarih Kurumunda bir yuvarlak masa toplantısı yapma
teklifinde bulundu basın olmamak kaydıyla, kabul ettim. Yine,
onların haftalık çıkan bir gazetesi vardı. Bu gazetenin
yazı işleri müdürü Haçik Muradyan, ağustos ayının
ikinci yarısında benimle röportaj yapmak üzere Türkiyeye gelmek
istediğini belirtti, onu da kabul ettim. İngiltereden Gomidas
Enstitüsü Müdürü Ara Sarafyan aradı, o da ekim ayında gelip bir
konferans da verip hem Boston hem de Kudüs arşivlerinin açılması
konusunda birlikte hareket etmeyi teklif etti, onu da kabul ettim.
Değerli arkadaşlar, bunların bu
şekilde gelmelerinin sebebi şuydu: Biz, Tanıtma Fonundan
Sayın Devlet Bahçelinin verdiği 280 bin lirayla bütün dünya
arşivlerini baştan sona taradık ve bütün belgelerin
kopyasını aldık. Bunun içerisinde Rusyadaki Taşnak
arşivleri de vardı, 3 bin dolar
karşılığında. Dolayısıyla,
Taşnakların Anadoluda neler yaptıkları elimizde zaten
vardı. Artık, diaspora çözülmeye başlamıştı.
Fakat, o sırada, Dışişleri Bakanlığı
Cenevrede, Ermenilerle ve Amerikalılarla bir toplantı
yapıyordu, bu açılım öncesi toplantısı. Orada
Amerikalıların ve Ermenilerin isteği üzerine görevden
alındım. Ve bütün bu toplantı sözlerinin hepsi havada
kaldı, gerçekleşmedi. Ve bugün, bakın, bir gazeteci
çıkmış, Hasan Cemal Ben Ermeni evinde kalıyorum. diyor.
E, onun dedesi de vardı Adana Valisi olarak, Cemalettin Paşa.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Cemal
Paşa.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Onunla ilgili olarak da
Cebelibereket Mutasarrıfı Mehmet Asafın yazdığı
1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım diye bir kitap var. O
kitapta, dedesinin bir beyanname yayımladığı ve bu
beyannamenin Vatan-ı ihaniyyenin bir şâheseri. olarak
adlandırıldığını da burada söylemek istiyorum.
Birileri çıkıyor soykırımdan bahsediyor, birileri
çıkıyor Dağlık Karabağ bölgesinin Ermeni
toprakları olduğunu söylüyor ama biz, açılım yaparak
Azerbaycanlı kardeşlerimizi küstürüyoruz.
Bakın, değerli arkadaşlar, dış
politikada atılan her bir adımın daha sonra tevili çok zordur,
onun koyduğu, bıraktığı izleri de ortadan
kaldırmak çok zordur. Dolayısıyla biz, Azerbaycanla ilgili olan
her olumlu işte var olduğumuzu söylüyoruz, buna destek
olacağımızı söylüyoruz çünkü Türkiye'nin gerçek yönelmesi
gereken devletler Türk cumhuriyetleridir. Amerika dünyanın öbür ucundan gelecek,
bu bölgeye, enerji bölgelerine hâkim olmayı arzu edecek ve bu yolda
politikalar üretecek ve Türkiye Cumhuriyeti bundan sarfınazar edecek. Bunu
kimsenin beklemesi söz konusu olmamalıdır.
Dolayısıyla, 8 maddelik, Azerbaycan ile ilgili
sözleşmelerin hepsini Milliyetçi Hareket Partisi olarak
onayladığımızı ve olumlu oy vereceğimizi
belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
Bravo sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen
Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir)
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; 105
sıra sayılı uluslararası anlaşmanın
onaylanmasının uygun bulunması hakkındaki Kanun Tasarısı
üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşma yapmak üzere söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham
Aliyev ülkemize iki günlük resmî bir ziyaret gerçekleştirdi. Dün,
kendisine Türkiye Cumhuriyetinin en yüksek nişanı olan Devlet
Nişanı tevcih edildi. Hani üzerindeki T.C. kısaltması ve
Atatürk siluetini kaldırdığınız Devlet
Nişanı var ya, işte o, Sayın Aliyeve layık görüldü.
Elbette, Türk halkı için Azerbaycanın,
Azeriler için de Türkiye'nin önemi çok büyüktür. Ancak, bugünkü
uluslararası konjonktürde Bir millet iki devlet. gibi söylemler
uygulamada kendini göstermekten çok uzaktır çünkü AKP Hükûmetinin bugünkü
dış politikasıyla bu söylemin örtüşmediği
gözlemlenmektedir. Azerbaycan ve Türkiye eşit ve egemen iki devlettir.
diyoruz. Biz diyoruz ve katılıyoruz ki tarihten gelen güçlü
bağlar bu iki devleti her zaman bir arada tutmalıdır. Türkiye,
uluslararası arenada her zaman Azerbaycan Türklerinin
sorunlarını gündeme getirmeye devam etmeli, haklı davasında
Azerbaycanın yanında olmalıdır. Bize göre Uluslara
özgürlük ama Türkler hariç. biçimindeki politikaları sürdürmek
yanlıştır. En az tüm ulusların olduğu kadar
dış Türklerin haklarıyla da yakından ilgilenmeli ve bu
konudaki hassasiyetimizi beyan etmeli ve göstermeliyiz.
Azerbaycan topraklarının yüzde 20ye
yakını hâlen haksız bir şekilde işgal
altındadır. 1992 yılındaki Hocalı
katliamının ardından 1 milyona yakın Azeri Türkü
yurtlarından edilmiştir. Artık, kronikleşen Yukarı
Karabağ sorununun çözümü yönünde somut adımlar
atılmamaktadır. AGİT Minsk Grubu bu sorunun çözümü konusunda
atıl, hareketsiz kalmıştır. Ermenistanla
ilişkilerimizin normalleştirilmesi elbette önemlidir ve Türk
halkı tarafından arzu edilmektedir. Ancak, bunun Azeri kardeşlerimizi
incitmek pahasına yapılması asla istenilen bir durum
değildir. Bunu aklımızda tutmakta yarar vardır.
Türkiye'nin resmî politikası, yirmi yılı
aşkın süredir Ermenistanın işgal altında
bulundurduğu Azerbaycan topraklarını terk etmediği sürece
sınırı açmama, ekonomik ambargoyu kaldırmama ve diplomatik
ilişki kurmama biçimindedir. Bu resmî politikadaki en ufak bir oynama
Azerbaycanı incitebilmektedir.
İşte, hatırlatayım: Bu
politikanın değişeceği yönündeki söylemlerin artması
üzerine, 2009 yılında, İlham Aliyev bu konuyu gerekçe gösterip
İstanbulda yapılan Medeniyetler İttifakı Zirvesini boykot
edip katılmamıştı. Azerbaycan Hükûmeti bu zirveye bakan
düzeyinde dahi katılımcı göndermemişti.
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki özel
ilişkiler, aynı zamanda büyük stratejik ve jeopolitik bir öneme
sahiptir. Sovyetler Birliğinin dağılması, bulunduğu
coğrafi konum ve yeni kurulan devletlerle olan tarihî bağları
nedeniyle Türkiye'nin stratejik önemini arttırmıştır. Bu
durum, bölgede birçok ülkeyi rahatsız etmekte ve beraberinde türlü
hesapları getirmektedir. Yaşanan süreç göstermektedir ki 20nci
yüzyılın sonunda ortaya çıkan yeni durumda Türkiye önemli bir
bölgesel aktör konumuna ulaşmıştır. Yukarı
Karabağ sorunu Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan ilişkilerini etkilediği
gibi, Hazar çevresindeki zengin enerji kaynaklarının
uluslararası pazarlara ulaştırılmasını da
etkilemektedir. Bu bağlamda, Yukarı Karabağ sorunu AB, ABD ve
Rusyanın politikaları açısından önem arz etmekte,
Türkiye'nin bu ülkelerle ve uluslararası kuruluşlarla olan
ilişkilerini de etkilemektedir.
Değerli arkadaşlarım, Güney Kafkasyada
büyük devletlerin etkinliğinin daha fazla hissedileceği bir döneme
giriyoruz. ABD, Rusya, Türkiye ve İran, hatta perde arkasında Çin,
bölgede jeopolitik görünümün değişmesine yönelik mücadeleyi
artırmakta, fazlalaştırmaktadırlar. Bugün, dünyanın
önde gelen jeopolitika uzmanları Rusya-Ermenistan-İran jeopolitik
iş birliği ekseninden söz etmektedir -şu andaki durum- bunu
Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan ekseninin dengeleyebileceğine
inanmaktadırlar. Bu arada ABD, AB, Çin gelişmeleri çok yakından
takip etmektedir. Yani 19uncu yüzyılda Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde
İngiltere ve Rusya gibi iki büyük uluslararası aktörün
başrolünde sahnelenen büyük oyun, 20nci yüzyılda yeni aktörlerle
yeniden gündeme gelmek üzeredir.
Peki, Türkiye ne yapıyor arkadaşlar? Türkiye,
tırnak içerisinde değerli yalnızlık isimli oyunu oynuyor.
Türk dış politikasının sözde değerli
yalnızlık yaşadığı bu zaman diliminde, çok yönlü
dış politikanın nasıl olması gerektiğini
tartışıyoruz ve tartışmalıyız, belki de. Çok
yönlü ve çok boyutlu dış politika AKP Hükûmetinin izlediği
biçimde olmaz, bu bellidir. Bugün, politikalarınız iflas etmiş
durumdadır. 2008deki Rusya-Gürcistan savaşı sonrasında
teklif edilen ancak sonuçlandırılmayan Kafkas ittifakı ve devam
eden süreçte sonuçsuz kalan Türkiye-Ermenistan protokolleri gibi konulardan
dolayı bölgeye olan ilgisini azaltan Türkiye, enerji alanında transit
ülke olma konumundan daha fazlasını hedeflemediği sürece
Kafkasyada tırnak içerisinde değerli yokluk yaşamaya devam
edecektir.
Hazar ötesine olan ilgisizlik ise Rusya, ABD ve Çin gibi
devlerin çatışma alanı olan Orta Asyada Türkiyenin tırnak
içerisinde değerli bilinmezliğini pekiştirecektir arkadaşlar
sayenizde. Almanya kadar bölgenin etnik haritasına egemen, Fransa kadar
ticari olanaklardan, imkânlardan haberdar, İran kadar ortak değer
vurgusuna sahip ve bunları incelemiş, Rusya kadar baskın
politika girişimi olmayan Türkiye, Orta Asya coğrafyasında
artık sayenizde, bu Hükûmet sayesinde neredeyse yoktur arkadaşlar.
Çok boyutlu dış politika diyorsunuz, çok
boyutlu dış politikada parlamenter diplomasi bu denli göz ardı
edilir mi? Dış politika bütün ülkeler için ulusal politikadır,
ülkelerin ulusal çıkarları üzerine inşa edilir. Çağdaş
demokrasilerde muhalefet de dış politikadan haberdar edilir ve destek
verilir. Bu desteği alabilmek için iktidarlar, Dışişleri
Bakanları aracılığıyla yüce Meclisi ve muhalefet
partilerini periyodik olarak bilgilendirirler. Burada Sayın Çevre ve
Şehircilik Bakanı var, Dışişleri Bakanı her zaman
olduğu gibi yok! Ülkemizin köklü demokrasi kültüründe olan bu gelenek, ne
yazık ki AKP hükûmetleri döneminde sekteye uğramıştır.
Stratejik derinlik üstadı Sayın Dışişleri Bakanı
ancak lütfederse Meclise uğramaktadır. Geçen hafta
Dışişleri Komisyonuna gelmişti, doğrusu biz de çok
şaşırmıştık, Sayın Bakan Meclisin yolunu
hatırlamıştı, umarız bundan sonraki süreçte Genel
Kuruluda bilgilendirme nezaketini gösterebilir.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin
çıkarları söz konusu olduğunda, Cumhuriyet Halk Partisi
Türkiye'nin çıkarlarına, Türkiye'nin menfaatlerine sahip çıkar
ve çıkacaktır. Komşularla sıfır sorun
anlayışından Sıfır komşulu dış
politika anlayışına geçtiğimiz bir süreçte, Sayın
Genel Başkanımız önderliğinde, CHP heyeti Irakı
ziyaret etti ve Iraktaki bütün taraflarla görüştü. Sayın Bakan ancak
bizim bu ziyaretimizden sonra Iraka gidebildi. Aynı şekilde,
Mısırla yaşanan sorunların çözümü amacıyla da
adımlar attık. Partimizin yetkilileri Mısırdaki tüm siyasi
aktörlerle görüştü, her kesimi kucakladı.
Cumhuriyet Halk Partisi bunu neden yapıyor? AKP
Hükûmetinin dış politikada kırıp döktüklerini temizlemek,
arkasını toplamak ve Türkiyeyi içine düştüğü
yalnızlıktan kurtarmak için yapıyor. Bizim girişimlerimiz
sayesinde, Türkiye Orta Doğu coğrafyasındaki saygın
konumunu tekrar kazanacaktır, rol modeli olma iddiasını tekrar
sürdürebilme imkânına kavuşacağız.
Gelelim diğer önemli soruna: Türkiye dış
Türklerle ilgili sağlıklı ve gerçekçi bir politika
geliştirmediği için, çoğu kez diğer ülkelerdeki Türk
azınlıkların sorununu çözmediği gibi bu sorunları daha
da içinden çıkılmaz hâle getirmiştir. TİKAnın yurt
dışı faaliyetlerinde akraba topluluklarla olan
ilişkilerimizden ziyade, Orta Doğu ve getirisi meçhul Afrika
ülkelerine verilen önem söz konusudur. Sanıyoruz, birileri yurt
dışındaki Türklerle ve akraba topluluklarımızla
Türkiye adına geliştirilebilecek ilişkilerin sakıncalı
olduğu görüşündedir ya da bu görüş bir şekilde
benimsetilmeye çalışılmaktadır. TİKAnın insan
hakları mücadelesi veren Uygurlara sırtını dönmesi bu vahim
tabloyu ortaya koymaktadır. Ne yazık ki Uygurlu kadınlar
toplantıdan neredeyse kovulmuşlardır sizler tarafından.
TİKA ne Türklerin yaşadığı
diğer ülkelerde ne Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle ne de akraba
topluluklarıyla ekonomik ve siyasi bütünleşme alanları
yaratabilmiştir. Ne yaptığını merak ediyoruz. Hatta,
kimi iddialara göre, özellikle Türk cumhuriyetlerindeki TİKA büroları
âdeta dinî grupların temsil ofislerine dönüştürülmüştür. Bu
konuya cevap gelmez tabii ki! Bu nedenle, başta Özbekistan ve Rusya olmak
üzere, birçok ülkede TİKAya ciddi kuşku ve mesafeyle
bakılmaktadır.
Libyada ABD yaklaşımına önce
Hayır. dediniz, daha sonra, nasılsa politikanız örtüştü.
Türkiyeden gemiler, paralar, El Kaide militanları gitti Libyaya. Buna
Hayır. diyen olmadı. Suriyede ABD ile yola çıktınız
ama geldiğimiz nokta aynı değildir. Mısırda ABD ile
paralel politikamız vardı, daha sonra politikalar
ayrıştı. Gelecekte, muhtemelen, aynı şeyi söylüyor
olacaksınız. Batılı ülkeler dış politikada ne
kadar mesafeli olacaklarını bilmektedirler, dış politikada
neyi, ne kadar açıklayacaklarının farkındadırlar. Bu
konuda politikaları, onlara muhtemel durumlara karşı esneme veya
başka açıdan hedef farklılaştırma olanakları
sağlamaktadır. Peki, Hükûmetin politikası nasıldır?
Her konuya bodoslama girmektedir bu Hükûmet dış politikada.
Türkiyede El Kaideler, El Nusralar kol gezmektedir. Avrupada birçok
yabancı örgüt ile angajmana girdiğinizi duyuyoruz. Sonunda ne oluyor?
Politikalar farklılaşıyor dünyada, siz girdiğiniz
angajmanlar nedeniyle ortada kalıyorsunuz. Yasa dışı
örgütler Suriye sınırını kapattığınız
takdirde Türkiye içerisinde eylem yaparız. diyerek sizi tehdit ediyor,
siz ses çıkarmıyorsunuz. Siz, dış politikadan
anlamıyorsunuz sayın Hükûmet yetkilileri. Hayalî hedefler
peşinde giderken, bakınız, her konuda açığa
düştünüz. Osmanlıcılık diyorsunuz, bakın,
Osmanlı tarihçileri size ne diyor?
Daha dün akşam, İlber Oltaylı, CNN TÜRKün
Aykırı Sorular programında şöyle diyor: Şu anda,
garip bir kadrolaşma başladı. Hiç
alışmadığımız, sözde diplomat türleri görüyoruz.
İdari aksaklıklar aldı başını gidiyor, ciddi
değiller. Çad'daki Sefirikebirin Mali'deki politikalar için Twitter'dan
mesaj çekmek nereden aklına geldi acaba? Bunu Mehmed Emin Ali Paşa
duysa şapkası havaya uçardı, bunları sopayla
kovalardı. Çölden gelmedik, biz kocaman, eski bir devletiz."
Kısaca, sizin bir zamanlar sözü üzerine söz
kondurmadığınız tarihçilerin yorumları böyle.
Kendi tarihinizi yazıyorsunuz ve
hazırlanın, yakında tarih olacaksınız arkadaşlar.
İktidara geldiğiniz dönemle -burası
önemli- sizinle pek yakın ilişkileri olan Amerika Birleşik
Devletlerinin eski Ankara Büyükelçilerinden Morton Abramowitz ve Bush Hükûmeti
döneminin en önemli diplomatlarından Eric Edelman -sizin
iktidarınızda burada Büyükelçiydi- geçenlerde ABDnin Türkiye
Politikasını Yeniden Biçimlendirmek isimli bir raporu
tanıttılar, üzerinden çok zaman geçmedi. Bu raporda nelere
değiniliyor, birkaç örnek verelim; sizin beraber yola
çıktığınız sizleri destekleyen dostlardan bir
kısmının sizlerle ilgili yorumlar nedir diye bakalım.
Abramowitz diyor ki: Suriye, Başbakanın laneti
hâline gelmiştir. Başbakanın çok yakın ilişkileri
vardı kendisiyle, öyle duyardık basından. Esat gitmeli. sözü
onu felakete sürükleyen bir fikrisabit hâline geldi. Türkiye, savaşan
teröristlere destek verme noktasındadır. Başbakan,
etrafındakilerce yanlış yönlendirilip ülkesini ve kendi siyasi
geleceğini pek çok açıdan tehlikeye sokmuştur. İnatçı
karakteri nedeniyle bu durumu da sürdürmek niyetindedir. Arkadaşlar,
sizlerin geleceğini çok ilgilendiriyor bu anlattıklarım
verdiğiniz itibara göre. Uluslararası alanda Türkiye sorgulanır
hâle gelmiştir. İzlenen mezhepçi dış politika bunun en
büyük nedenidir. Amerikalılar söylüyorlar.
Edelman ise şöyle diyor: İki ülke
arasındaki ayrışma Suriye sorunuyla
başlamıştır. Yani ABD ile Türkiye. Davutoğlunun
tercihleri ile ayrışma daha da derinleşmiştir. Türkiye ile
Suriye arasında. Hükûmetin mezhepçi dış politikası
nedeniyle bölgede dostluk kalmamıştır. Buraya dikkat ediniz.
Edelman, Hükûmetin Gezi Parkı direnişi nedeniyle toplumun büyük
bölümünün gözünde meşruiyetini yitirdiğini söylüyor arkadaşlar.
Oyları düştü. diyor ve partinizin gelecekte büyük
ayrışmalar yaşayacağını ima ediyor, içinizde. Ben
söylemiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) İlk defa
söylenmiyor bu, yıllardan beri söyleniyor.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) Bunu Amerikalılar
söylüyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
Amerikalıların hayali o.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) Devam ediyor.
Hayır, yola çıktığınız
adamlar size neler söylüyorlar, onu söylüyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Demek ki yola
çıkmamışız.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) Yollar
ayrışmış, öyle diyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Hayır,
biz çıkmadık.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) Devam ediyor ve diyor
ki: Türkiye'nin Orta Doğu ve Arap coğrafyasında rol modeli olma
şansı kalmamıştır. Rapor, AKP
politikalarının Türkiye toplumundaki kutuplaşmayı biraz
önce meseleydi- artırdığını, bunu da partinin siyasi
güvenliği ve rant sağlamak uğrunda yaptığını
belirtiyor. Yani, diyor ki: Rant sağlama ve siyasi güvenliğiniz
için, geleceğiniz için kutuplaşmayı artırıyorsunuz.
Biz düşünmüyoruz, bize böyle söylüyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Ya, ne kadar
kıymetliymiş bu Amerikalının düşünceleri ya.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) Zaten ondan cevap
verdim biraz önce Sayın Grup Başkan Vekili.
Rapor, Amerikanın, Başbakanın otoriter
bir politikayı saplantı düzeyinde benimsediğini, eleştiriye
tahammülü olup olmadığını belirtip Türkiyede artık
hukukun üstünlüğü ve basın özgürlüğü
kalmamıştır. diyor ve ekliyor: Ilımlı
sağcılar ve toplumun demokrat kesimleri kendini terk etmektedir.
Son olarak, partinizin iktidara gelmesinden bir süre
sonra ABDnin Ankara Büyük elçisi olarak atanan Edelman, AKPnin Türkiye
siyasetinde belirleyiciliğinin sona erdiğini belirtip
Başbakanın çatışmacı üslubuna değiniyor. Burada
kişiliği hakkında nasıl bir yorum yapıyor, Türkiye
Başbakanı olduğu için dile getirmeyeceğim.
Şimdi, sizin iktidara gelirken yakın
desteğini gördüğünüz gruplardan böyle yorumlar geldiğini
belirttik. Bu gruplara ne diyeceğinizi, bunlara ne haber
yollayacağınızı çok merak ediyorum. Ancak, dikkat ediniz,
içinizde dış politika ve diğer konularda raporla aynı
fikirde kişiler olabilir.
Son bir şey ekleyip raporu kapatalım. Rapor,
arkanızdaki seçmen desteğinin ağırlıklı olarak
ekonomik nedenle olduğunu ancak durumun değişeceği
doğrultusunda sizleri uyarıyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) On
yıldan beri söyleniyor onlar.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) Diyor ki: Bugüne
kadar kısa vadeli yabancı sermaye girişimi Hükûmet
borçlanmasıyla
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) Süre bitti mi, yirmi
dakika?
Peki efendim, teşekkür ediyorum, sağ olun. (CHP
sıralarından alkışlar)
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) Efendim, yeni
FED politikalarıyla gelecekte borçlanma meselelerinin dönmeyeceğini
ve büyük siyasi krizlerin yolda olduğunu belirtiyor. Hayırlı,
uğurlu olsun.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Bütçe
konuşmalarına bakın, on yıldır yine aynı
şeyler söyleniyor, 11incisi bu sadece.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) Bu sefer
Amerika söylesin.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
T.C.
Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti
Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve
Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında
Televizyon Yayıncılığı Alanında
İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
Madde 1- (1) 24 Ocak 2008 tarihinde Baküde
imzalanan T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan
Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri
Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo
Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı
Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet
Sözleşmesinin onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, iki
devlet, bir millet tanımı ile özdeşleşmiş dost ve
kardeş Azerbaycan ile imzaladığımız 105 sıra
sayılı T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan
Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı
ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası
Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında
İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının 1inci maddesi üzerine söz almış
bulunuyorum.
Açık adını uzun uzun söyledim çünkü
açık adında aslında Azerbaycanlı kardeşlerimize
nasıl zarar vereceğimizi tahmin etmenizi istedim. Birazdan ben
sizlerle endişelerimi paylaşacağım. Doğru haber alma
özgürlüğüne saygı gösteren, TRTyi arpalık olarak kullanmayan,
basın özgürlüğünü savunan ve basını baskı altında
tutmayan tüm milletvekillerini saygıyla selamlayarak sözlerime
başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Azerbaycanlı
kardeşlerimizle imzaladığımız mutabakat zaptına
hiçbir şekilde karşı değiliz, canıgönülden de
destekliyoruz. Biz, bu vesileyle, AKP Hükûmetinin uygulamalarını
deşifre ederek hem kendi vatandaşlarımızı hem de
Azerbaycanlı kardeşlerimizi uyarmak istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
görüştüğümüz bu tasarı yeni bir tasarı değil, bir
yenileme anlaşması ve gerekçesinde üç tane çok önemli temel nokta
var. Bir tanesi, diyor ki gerekçede: Ülkemiz, Azerbaycanda karasal vericiler
ile yayın yapma hakkını elinde tutmaya devam edecek. Yani, siz
burada yayın yaptığınız zaman TRT aracılığıyla,
oradaki karasal vericilerle yayın yapmaya devam edeceksiniz Azerbaycanda.
Kurulacak televizyon vericileri vasıtasıyla TRT
yayınları tüm Azerbaycanda, yetmiyor, çevre ülkelerde de
izlenebilecek. Yani, TRTde olan biten her şey, TRTde dillendirilen bütün
rezillikler, TRTde bizi küçük düşüren ve sizlerin göz yumduğu pek
çok şey, sadece Azerbaycanda değil bütün komşu ülkelerde de
izlenebilecek diyor. Dikkatinizi buraya çekmek istiyorum ne anlaşma
yaptığınıza, hangi anlaşmayı
yaptığınıza dikkat etmeniz açısından. Tabii,
Türkçe bildikleri için, Azeri kardeşlerimiz de bir şekilde
konuşmamızı dinlerlerse onları ne gibi tehlikelerin
beklediğini de anlamış olacaklar.
Ve yine gerekçede diyorsunuz ki: Türkiyenin bölgede
kültürel ve siyasi etkinliğinin artmasına yardımcı olacak.
Yani, bizim kültürümüz orada da yaygınlaşacak. O güzel kültürümüzü
bakalım -birazdan size anlatacağım- televizyonlarda, TRTde
nasıl anlatıyorsunuz?
Şimdi, bu kadar önemli gerekçeler varken -gerekçeler
gerçekten önemli eğer layıkıyla yapılabilirse- dost ve
kardeş Azerbaycan ile yapılan bu anlaşmanın Nisan 2009dan
beri niçin bekletildiğini merak ediyorum. Kardeşlerimize kültürümüzü
yayacağız, kardeşlerimize Türkiyede olan biteni
anlatacağız ve biz Nisan 2009dan beri bu anlaşmayı
bekletiyoruz. Peki, niye bekletiyoruz? Bilmiyoruz. Belki birazdan iktidar
partisi milletvekilleri, bize, çıkar bunları anlatırlar.
Peki, bu gerekçede yazılanlar ertelenebilecek kadar
önemsiz mi? Hayır, değil. Siz de biliyorsunuz ki çok önemli. Peki,
niye yenilemediniz? Bilmiyoruz. Peki, anlaşmayı yenilemediniz, bizim
TRTnin yayınları Azerbaycanda bitti mi? Hayır, bitmedi;
hukuksuz bir şekilde uluslararası anlaşma yapmadan bu
yayınları devam ettirdiniz, Acaba TİKA bunu bir şekilde
halleder mi? diye düşündünüz. Çok daha önemlisi, acaba Azerbaycanla
anlaşma yapmaktan vaz mı geçtiniz?
Bu tarihi özellikle söylüyorum değerli
arkadaşlarım. Bu tarihte Ermenistanla flört ediyordunuz, bu tarihte
Ermenistanla iyi ilişkiler kurmaya çalışıp Azeri
kardeşlerimizi incitiyordunuz. O tarihlerde yürüttüğünüz bu
hesapsız, öngörüsüz ve ödün vermeye dönük politikalar eğer duvara
toslamasaydı, yolunda gitseydi belki de bu anlaşmaya hiç gerek
kalmayacaktı, o zaman Azeri kardeşlerimizin yerine Ermenilerle el ele,
kol kola devam edecektiniz; muhtemelen bu yüzden beklettiniz. Benim iddiam
budur. Çıkın benim bu iddiamı yalanlayın.
Yine, gerekçenizde diyorsunuz ki: Türk
dünyasının ortak kültür değerlerinin korunması,
geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasında
televizyon çok önemli bir role sahiptir. Çok doğru; televizyon bir
kültürün yayılmasında ve kültürel değerlerin korunmasında
çok ama çok önemli bir araç, doğru. Peki, şimdi soruyorum
değerli arkadaşlarım: Hamile bir kadının sokakta
gezmesi terbiyesizliktir, hiç estetik değildir. sözleri TRTde
yayınladı mı, yayınlanmadı mı? Hangi birinizin
sesi çıktı? Bu TRT yayını Azerbaycanda da vardı o
zaman. Bizim kültürümüz bu mu? Bizim kültürümüze göre hamile bir kadının
sokakta gezmesi terbiyesizlik mi? Bunu TRTde söylettiniz. Birinizin de
gıkı çıkıp Ne oluyor orada? demedi. Keşke deseydiniz,
hiç olmazsa onu söyleyen terbiyesiz söylemlerine devam etmezdi. Bu utanç verici
ifadeler de hangi kültürde var, bilmiyorum.
Diyor ki: Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim
terbiyemize aykırıdır. Böyle bir karınla sokakta gezilmez.
Her şeyden önce estetik değildir. Lafa bak ve bunlar televizyondan
yayınlanıyor. Yedi sekiz aydan sonra anne adayı biraz hava
almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşamüstü
çıkarlar. Şimdi ise maşallah kanatlısı
kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır,
ayıp! Bunun adı realizm değildir, bunun adı
terbiyesizliktir.
Bunu söyleyenler ödüllendiriliyor değerli
arkadaşlar. Bunu söyleyenin eğer hakkında işlem
yapmadıysanız, bunu söyleyeni eğer terbiyesizlikle suçlayıp
cezalandırmadıysanız, siz de onun
ortağısınız çünkü bizim kültürümüz bu değil. Bizim
olmayan bu kültürü Azerbaycana dayatmanız, oradaki insanlara söylemeniz
bizi alçaltır. Bunu yapmayacaksınız. Eğer
yapacaksanız, yapmaya devam edecekseniz bu anlaşmayı
imzalamayın. Ne bize yararı var ne Azeri kardeşlerimize.
Şimdi yine soruyorum. Yine aynı TRTde, yine
aynı televizyonda adam çıktı dedi ki: Ben, karımla ve
çocuğumla eşit değilim. Ve bunu savundu. Birinizin
gıkı çıktı mı? Hayır. Bizim kültürümüz bu mudur?
Hani eşittik, hani insandık, hani kadın-erkek eşitti?
Burada sabahtan beri kadın-erkek eşitliği üzerine pek çok
arkadaşımız güzel konuşmalar yaptı. Hangi biriniz çıktınız
da Ben karımla, çocuğumla eşit değilim diyen adam terbiyesizdir.
Bizim kültürümüzü yansıtmaz. dediniz? Demediniz. Demediniz ve buna ortak
oldunuz.
Eğer bunlar devam edecekse bu anlaşmayı
imzalamayın, bu anlaşmayı onaylamayın. Bırakın,
Azeri kardeşlerimiz Türkiyeyi Mustafa Kemal Atatürkün kadını,
erkeği eşit, çağdaş bir ülke olarak bilmeye devam etsin.
Nasıl olsa bugünler geri gelecek, nasıl olsa kadın ve erkek bu
ülkede gerçekten eşit olacak. O
zaman Azerilere, tüm dünyaya, TRT aracılığıyla yayın
yapabilirsiniz değerli arkadaşlarım.
Başka bir soru: Çalışan kadın elin
adamının hizmetinde. Yine TRTden söylendi bunlar. Çalışan
kadın, eğer kadın bir yerde çalışıyorsa elin
adamının hizmetinde. Acaba bu kültür bize mi ait? Yani kocasının
hizmetinde değil, elin adamının hizmetinde. Bakın, TRTyi
ne hâle getirdiniz.
TRT ekranında bir başka söz: Çalışan
kadın Ben kocama muhtaç değilim. deyip yuvasını
dağıtıyor. Bunların hangi birisini onaylamadınız
arkadaşlarım, bunların hangi birine itiraz ettiniz? Siz
bunların hepsini kabul ettiniz, siz bunların hepsini onayladınız
ve bu ahlaksızlara alkış tuttunuz. Yani kadın kocasına
muhtaç olsun, evinde otursun istediniz. Bunu Azeri kardeşlerimize
önerecekseniz ne olur önermeyin. TRTnin bu şekilde, sadece
avazının çıktığı ve bizi rezil ettiğiyle
değil
Ayrıca, TRTyi Türkiye rant televizyonu hâline getirdiniz ve
eğer Azerilerle bir anlaşma yapacaksak TRTyi nasıl rant hâline
getirdiğinizi, oradaki bir adamın nasıl bütün köyünü TRTde
işe aldığını da belki anlatmak ihtiyacı
duyabilirsiniz aynı hatayı yapmasınlar diye.
Ne olur Azeri kardeşlerimize kıymayın.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Canikli, söz talebiniz var.
Buyurun.
IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)
5.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin,
uluslararası sözleşmelerin onaylanmasının uygun
bulunmasına dair kanun tasarılarının görüşmelerinde
maddeler üzerinde konuşma yapılmasının teamüllere uygun
olmadığına ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Bugün dost,
kardeş Azerbaycan devletiyle yaptığımız
sözleşmelerin onaylanması için buradayız ve bu
çalışmaları yürütüyoruz. Uluslararası sözleşmelerle
ilgili kanun tasarıları görüşülürken genel teamül partilerin
gruplarının ya da sözcülerinin genel görüşlerini ifade
etmesinden sonra diğer maddelerde konuşulmaz ve bu şekilde
yürütülür. Bu, bu Meclisin en köklü geleneklerinden, teamüllerinden bir
tanesidir.
KAMER GENÇ (Tunceli) Geçmişi unutmuşsun,
geçmiştekilere bak.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Elbette
İç Tüzüke göre herkes madde üzerinde konuşabilir, ona hiç kimsenin
bir itirazı olamaz. Elbette o anlamda bir İç Tüzüke
aykırılıktan bahsetmiyoruz ama bu teamül maalesef bugün
Milliyetçi Hareket Partisi o teamüle uyuyor, teşekkür ediyoruz. Bizlerin
de hiçbir konuşmacımız yok AK PARTİ Grubu olarak ama
maalesef, Cumhuriyet Halk Partisi
Tekrar söylüyorum: Tüzüğe
aykırı değil, ancak teamül noktasında
Elbette bu,
uluslararası sözleşmelerin yasalaşmasını geciktiriyor,
hatta engelliyor. Sadece kayıtlara geçmesi için söylüyorum. Tabii, bu
şekilde uluslararası görüşme yapılması,
sonuçlandırılması mümkün değil.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Hamzaçebi, buyurun.
6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin,
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin açıklamasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Caniklinin açıklamasını
doğrusu üzüntüyle karşılıyorum. Dost ve kardeş ülke
Azerbaycanla yapılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına
sunulmuş olan anlaşmaları büyük bir mutlulukla
karşılıyoruz ve bu anlaşmaların yürürlüğe
girebilmesi amacıyla, Cumhuriyet Halk Partisi olarak anlaşmalara
katkı vermek için arkadaşlarımız kürsüye
çıkıyorlar, gerektiği yerde konuşuyorlar.
Meclisin teamülünde uluslararası anlaşmalarda
konuşma yoktur. diye bir değerlendirme yaptı. Böyle bir
şey kesinlikle yanlıştır. Örnek veriyorum: Ben
bürokrasideyken, Gelirler Genel Müdürü olarak şuralara, şu hükûmet
sıralarına geldiğimde, çifte vergilemeyi önleme
anlaşmalarında birçok konuşma olduğunu
hatırlarım. Yine, 22nci, 23üncü dönemlerde uluslararası
anlaşmalarda konuşmalar yapıldı. Bu, Meclisin
tutanaklarında mevcuttur.
Böyle olduğu hâlde, kendi yetersizliklerini, iktidar
partisi olarak bu uluslararası anlaşmaları
yasalaştırmadaki diyalog eksikliklerini, yetersizliklerini kendi
partisi içinde izah edemeyecek bir konuma gelip sorumluluğu ana muhalefet
partisine atmak gibi bir anlayışı yadırgıyorum. Yani siz
iktidar partisisiniz, burada muhalefet partisinin konuşmasını
arzu etmiyorsunuz. Bu nasıl demokrasi anlayışı? Böyle bir
şey olabilir mi? Bize gelip dediniz mi dün, evvelsi gün Bu
uluslararası anlaşmalarda konuşmayalım. gibi bir şey
söylediniz mi? Böyle bir öneriyi yapmadınız. Biz
konuşmalarımızı planlamışız, bu
anlaşmalara katkı vermek istiyoruz. Bilgilerinize sunuyorum.
Ayrıca yani iktidar partisine şunu da
hatırlatmak isterim: Bu Parlamento bir diyalog müessesiyle
çalışır, diyalogdur daima, karşılıklı
diyalog her şeyi çözer. Diyalogda da birbirlerine verilen sözler tutulur.
Biz eğer böyle bir söz verdiysek bu sözü tutmamakla bizi
eleştirebilirsiniz ama sizin verip de tutmadığınız
birçok söz vardır, bunları da size hatırlatabilirim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Başkan,
Sayın Grup Başkan Vekili benim konuşmamdan hemen sonra
teamüllere aykırı davrandığımı ifade
etmiştir.
BAŞKAN Hayır, sizin teamüllere
aykırı davrandığınızı değil
Grup
olarak bahsetti Sayın Grup Başkan Vekili. Sayın Hamzaçebi de
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Grup olarak
söylüyor.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın
Başkanım, benim konuşmamdan hemen sonra
yapmıştır.
BAŞKAN Hayır, sizi değil, grup olarak
bahsetti efendim. Sayın Hamzaçebi cevap verdi.
AYTUĞ ATICI (Mersin) TRTnin övünülecek hiçbir tarafı
kalmamıştır, TRT sizin propaganda aracınız hâline
gelmiştir. Ne teamül dinlerim ne bir şey dinlerim. Siz böyle
yaptığınız sürece de sabaha kadar konuşurum Sayın
Başkan.
BAŞKAN Sayın Atıcı, teşekkür
ediyoruz. Bunları söylediniz efendim.
Sayın Canikli buyurun.
7.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin açıklamasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Teşekkür
ederim.
Değerli arkadaşlar, uluslararası
sözleşmelerle ilgili tasarıların diğer tasarılardan
bir farkı var. Diğer tasarılara buralarda her
aşamasında katkı sağlanabilir; komisyonda, Genel Kurulda
değiştirilebilir ama uluslararası sözleşmeler
değiştirilemez, ya kabul edilir ya reddedilir. O nedenle üzerinde elbette
yani konuşulur, siyasi partiler, gruplar kanaatlerini genel olarak ifade
edebilirler ama bu gerçek ortadayken, yani uluslararası sözleşmelerle
ilgili kanun tasarılarının bu özelliği ortadayken Biz
katkı veririz, çıkar konuşuruz. dediğiniz zaman bunun tek
bir anlamı var, yani fiilî olarak tek bir anlamı var, elbette İç
Tüzüke uygundur ama engelleme amaçlıdır, başka bir şey
değildir.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 21.22
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati:
21.28
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
------0------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 16ncı Birleşiminin Altıncı Oturumunu
açıyorum.
105 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerine devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan
Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri
Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo
Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı
Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S.
Sayısı: 105) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arşiv Alanında
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Arşiv Alanında İşbirliği
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/669) (S.
Sayısı: 421)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir
6ncı sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis
Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Polis Eğitiminde İşbirliği Üzerine
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S.
Sayısı 359)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Bundan sonra da Komisyonun bulunmayacağı
anlaşıldığından kanun tasarı ve teklifleriyle
komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek
için 14 Kasım 2013 Perşembe günü, alınan karar gereğince,
saat 14.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 21.29