TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
37nci
Birleşim
22
Aralık 2014 Pazartesi
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
Oturum Başkanı TBMM Başkanı Cemil
Çiçekin, bütçe görüşmelerindeki özverili çalışmaları için
herkese teşekkür ettiğine ve 2015 yılının milletimiz
ve tüm insanlık için sağlıklı, başarılı,
huzur ve barış dolu bir yıl olmasını dilediğine ilişkin
konuşması
IV.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- 2015 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656ya 1inci Ek)
2.-
2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına
İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki
Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu
İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi,
2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel
Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013
Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657)
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Amasya Milletvekili Mehmet Naci
Bostancının, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin 656
ve 656ya 1inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının tümü üzerinde CHP Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ
Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
2.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Başbakan
Yardımcısı Ali Babacanın 656 ve 656ya 1inci Ek sıra
sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra
sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısının tümü üzerinde
Hükûmet adına yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
3.-
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın, Sinop
Milletvekili Engin Altayın 656 ve 656ya 1inci Ek sıra
sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra
sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısının tümü üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşması
sırasında Hükûmete sataşması nedeniyle konuşması
VI.-
OYLAMALAR
1.-
(S.Sayısı 656 ve 656ya 1inci Ek) 2015 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının oylaması
2.-
(S.Sayısı: 657) 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısının oylaması
VII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan'ın, Artvin Defterdarlığına
kayıtlı bir mükellefin vergi borcunun
yapılandırılmasında uygulanan faiz oranına
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin
cevabı (7/55717)
2.- Kütahya Milletvekili Alim
Işık'ın, bir cemaate karşı
hazırlandığı iddia edilen eylem planına ve yapılan
işlemlere ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet
Yılmazın cevabı (7/56826)
22 Aralık 2014 Pazartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.00
BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Muharrem
IŞIK (Erzincan), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)
----0----
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37nci
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır.
III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum
Başkanı TBMM Başkanı Cemil Çiçekin, bütçe
görüşmelerindeki özverili çalışmaları için herkese
teşekkür ettiğine ve 2015 yılının milletimiz ve tüm
insanlık için sağlıklı, başarılı, huzur ve
barış dolu bir yıl olmasını dilediğine
ilişkin konuşması
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bugün 2015
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının tümüyle
ilgili son müzakereleri yapacağız.
Bugün yapacağımız müzakereler 2014
yılının aynı zamanda son Genel Kurul görüşmeleridir.
Bu bütçe de, 24üncü Dönem milletvekilleri olarak Meclisimizin
yasalaştıracağı son bütçedir. Yapacağımız
müzakereler dâhil bugüne kadar yaptığınız tüm özverili
çalışmalar için teker teker milletvekillerimize, Grup Başkan
Vekillerimize, Komisyon Başkanlarımıza, Meclis Başkan
Vekillerimize ve Divan Üyelerimize, Sayın Genel
Başkanlarımıza ve Meclis çalışanlarına
teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.
2015 yılının, şimdiden, hepimiz,
milletimiz ve tüm insanlık için sağlıklı,
başarılı, huzur ve barış dolu bir yıl
olmasını diliyorum.
Görüşmelere başlıyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978)
(S.Sayısı 656 ve 656ya 1inci Ek) (*)
2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim
Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve
Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013
Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi,
2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577,
3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657) (*)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 3/12/2014
tarihli 22nci Birleşiminde alınan karar gereğince, bütçe
görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete birer saat süreyle söz
verilmesi -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından
kullanılabilir- İç Tüzükün 86ncı maddesine göre yapılacak
lehte ve aleyhteki kişisel konuşmaların ise beşer dakika
olması kararlaştırılmıştı.
Şimdi, grupları ve şahısları
adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Recai
Berber ile Kayseri Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa
Elitaş, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili
Sayın Münir Kutluata ile İzmir Milletvekili ve Grup Başkan
Vekili Sayın Oktay Vural, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Akif
Hamzaçebi ile İzmir Milletvekili Sayın Rahmi Aşkın Türeli,
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili ve Grup
Başkan Vekili Sayın İdris Baluken ile Iğdır
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan; Hükûmet
adına Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan;
şahsı adına, lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın
İsmail Safi; şahsı adına, aleyhinde, Sinop Milletvekili
Sayın Engin Altay.
Şimdi, ilk söz Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Manisa Milletvekili Sayın Recai Berbere aittir.
Buyurun Sayın Berber. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Berber, süreniz otuz dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA RECAİ BERBER (Manisa)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Plan ve Bütçe Komisyonumuzun titizlikle yürüttüğü yoğun ve özverili
çalışmaların ardından 2013 Yılı Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının Genel Kuruldaki görüşmelerini yine yoğun
bir çalışma temposu sonunda gerçekleştirerek bugün sonuna
gelmiş bulunuyoruz. Ben de 2013 Yılı Kesin Hesap Kanunu ve bütçe
kanununun geneli üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütçeler devletin gelirlerinin toplanmasına izin veren ve giderlerinin
yapılmasına yetki veren kanunlardır. Bütçelerin mali yönlerinin
yanında, sosyal ve ekonomik yönleri de önemlidir. Bütçeler, devletin bir
yıl içinde milletine sunacağı kamusal hizmetleri,
izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar. Aynı
zamanda, iyi tasarlanmış bütçeler ekonomi politikalarına yön
verir, geleceğe ilişkin öngörüler içerir. Bir ülkedeki ekonomik
faaliyet düzeyi bütçelerle şekillenir. Bir bütçe ne kadar sağlam,
öngörülebilir ve güvenilir ise ülkenin dünya ekonomisi içindeki yeri de o
derece güçlü ve sağlamdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
küresel rekabet yarışında ülkemizin layık olduğu yere
gelebilmesi etkin kaynak kullanımı ve mali disipline
bağlıdır. Bunu sağlayacak olan ise bütçelerdir. Bu nedenle,
bütçelerin iyi idare edilmesi ve mali disipline bağlı
kalınması zorunluluğu vardır. Bizden önceki dönemlerde iyi
hazırlanmayan ve yönetilemeyen bütçeler yüzünden, milletimiz, yüksek bütçe
açıkları ve kamu borç yüküyle baş etmek zorunda kalmış
ve yüksek faizler ödemiştir. Önceki dönemlerde, bazı yıllarda
toplanan vergiler faizlerin büyük kısmını bile
karşılayamıyordu. Böyle olunca da kamu hizmetleri borç almak
suretiyle yapıldı ve bütçeler milletimizin ve gelecek nesillerin
sırtında bir borç sarmalı olarak, yük olarak kaldı.
Hükûmetlerimiz döneminde ise biz bütçeyi milletimizin sırtındaki bir
yük olmaktan çıkarıp milletimize hizmet eder hâle getirdik.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
uyguladığımız yapısal reformlar ve doğru maliye
ve ekonomi politikaları sayesinde son on iki yılda büyük
başarılara imza attık. Türkiyede 1992-2002 döneminde ortalama
yüzde 3,3 olan büyüme, AK PARTİ hükûmetleri döneminde ortalama yüzde 4,8
oldu. Yine, 1992-2002 döneminde millî gelir sadece 1,5 kat artarak 230 milyar
dolar olmuşken AK PARTİ hükûmetleri döneminde millî gelirimiz 2002ye
göre 3,6 kat artarak 822 milyar dolara ulaştı.
BAŞKAN Arkadaşlar uğultu var Genel Kurul
salonunda.
RECAİ BERBER (Devamla) Öte yandan, 1992-2002
döneminde sadece 1,3 katına çıkarılabilen millî gelir, AK
PARTİ döneminde 2002 yılına göre 3,1 kat artırılarak
2013 sonu itibarıyla 10.807 dolar seviyesine ulaştı.
ALİM IŞIK (Kütahya) Hesaplama yöntemiyle
kağıt üzerinde arttığını da kayıtlara
geçelim.
RECAİ BERBER (Devamla) Biraz sonra
anlatırız onları.
BAŞKAN Sayın Işık olmadı.
ALİM IŞIK (Kütahya) 2008le 2014
arasında ne kadar arttı?
RECAİ BERBER (Devamla) Hükûmetlerimiz döneminde
enflasyonda kalıcı iyileşmeler elde ettik.
BAŞKAN Sayın Işık, daha beş
dakika bile dolmadı, hemen başladınız ya! Bak, bugün dedik
ki, son bütçe. Lütfen, rica edeceğim.
ALİM IŞIK (Kütahya) Eksik bilgi verdi
Sayın Başkan, eksik bilgi veriyor. Bilgiyi tamamlamakta fayda var.
BAŞKAN Sonra ben ayrı bir süre vereyim size.
RECAİ BERBER (Devamla) Uzun yıllar yüksek
çift hanelerde olan, hatta bazı yıllarda üç haneye de çıkan
enflasyon oranlarını dönemimizde tek hanelere indirdik. Enflasyon
2013 yılının sonunda yüzde 7,4 seviyelerine indi.
Değerli arkadaşlar, tabii, bu yıl 9,2
diyeceksiniz. Onun için, özellikle, geçen hafta Merkez Bankamızı Plan
ve Bütçe Komisyonumuzda dinledik ve bunun yani geçen yıla göre hedefteki
sapmanın gerekçeleri tamamen bu yıla özgü; özellikle gıdadaki,
tarımdaki kuraklık ve birtakım konjonktürel nedenler.
Şimdi, orada bazı arkadaşlar enflasyonun
önümüzdeki yıl, özellikle yine konjonktürel olarak önümüzdeki
yıllarda devam etmesi hâlinde petrol fiyatlarından ve tarımdan
gelen düşüşlerle beraber hedefin yakalanacağını
söyleyince Bu da konjonktürel. Dolayısıyla, enflasyon hedefi hiçbir
zaman tutmuyor. dendi. Değerli arkadaşlar, petrol fiyatları
dünyada genel olarak düşerken bu petrolden kaynaklanıyor. Ama biz
iktidara geldiğimizde 26 dolar olan petrolün 120 dolarlara
çıktığı geçtiğimiz dönemlerde bunun enflasyona
etkisini görmenizi istiyorum. Özellikle, bakın, bu tabloda enflasyonun
1992-2002 ve 2003-2013 dönemini görüyorsunuz.
Yine, 2002 yılında 36,1 milyar dolar olan
ihracat 2013 yılında 4,2 katına çıkarak 151,8 milyar
dolara
Dikkat ederseniz yani trajik bir şekilde geçmiş
yıllardaki, neredeyse on yıldaki ihracatı bir iki yılda
gerçekleştirebilir hâle geldik.
MUSA ÇAM (İzmir) Sayın Başkan, bir de
ithalatı göster.
BAŞKAN Arkadaşlar, bakın, rica ediyoruz,
bu son müzakere, ne olur laf atmadan şu işleri bir götürelim.
MUSA ÇAM (İzmir) Sayın Başkan
BAŞKAN - Sayın Çam yani sizin adınıza
da grup başkan vekilleriniz, değerli sözcüler konuşacak, ne olur
şu huyumuzdan vazgeçelim ya!
RECAİ BERBER (Devamla) Değerli
arkadaşlar, ben burada bütçeyi değerlendirirken hepsini söylüyorum.
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Başkan,
eksik bilgi veriyor; eksik vermesin, tam versin o zaman.
BAŞKAN Efendim, sizler de
konuşacaksınız. Neden hatibin sözünü kesiyorsunuz? Yapmayın
ya, bu iyi bir görüntü değil ya! Daha yeni başladık yani
altı saat buradayız ya.
RECAİ BERBER (Devamla) Değerli
arkadaşlar, bakın, 2002 yılında 10,2-10,3 olan
işsizlik, 2012 yılında 9,2ye kadar düşmüştü ama bugün
itibarıyla 9,8; bunu söylüyoruz, kabul ediyoruz. İşsizlik
oranının arzu edilen seviyelere inmemesinde iş gücüne
katılım oranlarındaki artış etkili olduğu gibi,
2008 yılında Amerikada başlayan ve 2009 yılında bütün
dünyayı etkileyen global ekonomik krizin etkilerini göz ardı etmemek
gerekir. Ancak, alınan önlemler sayesinde ekonomimiz 2010
yılından itibaren yeniden yüksek büyüme performansı
göstermiş ve 2009 yılından bu yana 5,7 milyon kişi daha
istihdama katılmış, iş sahibi olmuştur. İstihdam
yaratma potansiyelimiz eğer 1990lı yıllar seviyesinde
olsaydı değerli arkadaşlar, bugün işsizlik oranı yüzde
14ler seviyesine çıkar ve işsiz sayımız 3,5 milyon
kişi daha fazla olurdu. Dünyanın hâlâ atlatamadığı
büyük global krize rağmen, bu sonuçların herkesin takdir ettiği
büyük başarı olduğu bir gerçektir.
Uygulanan ekonomi
politikaları ve mali disiplinle sağlanan güven ve istikrar
ortamı sayesinde büyümemizde önemli etkisi olan doğrudan yabancı
sermaye girişi 2002 yılına göre yaklaşık 12 kat
artmıştır, 2002 yılında ülkemize doğrudan
yabancı sermaye girişi 1,1 milyar dolarken bu rakam 2013
yılında 12,8 milyar dolara çıkmıştır. Özellikle,
burada, geçtiğimiz yıllarda Türkiyeye gelen sabit sermaye
yatırımlarının, yabancı sermaye yatırımlarının
rakamlarını yıllar itibarıyla verdim. Ki -yani son on
yılı- geçtiğimiz 1992-2002 döneminin toplamından daha
fazlası bir yılda gerçekleşti değerli arkadaşlar.
Yine, 1992-2002
döneminde Merkez Bankası rezervleri 17,3 milyar dolar, ortalama. Bizim,
2003-2013 döneminde ise 76,2 milyar dolar; şu anda ise rezervlerimiz 132
milyar dolar.
Değerli
arkadaşlar, uygulanan mali disiplin ve ekonomi politikalarıyla özetle
belirttiğim bu kazanımlar yanında, bütçe
performansımızda da önemli sonuçlar elde edilmiştir. 2002
yılında yüzde 11,5 olan merkezî yönetim bütçe
açığını 2013 yılında yüzde 1,2ye kadar indirdik,
2014 yılında bu oranın yüzde 1,4 olarak gerçekleşmesini
öngörüyoruz. 1992-2002 döneminde ortalama bütçe açığı yüzde 6,5
iken 2003-2013 döneminde bu oran yüzde 3e düşmüş ve bu, mali
disiplinin açık bir göstergesi olarak önümüzde durmaktadır.
Görüşmekte olduğumuz 2015 yılı bütçemizde
açığın yüzde 1,1e indirilmesi hedefleniyor, Orta Vadeli
Programda 2016 yılından itibaren de yine yüzde 1in altına
indirilmesi hedefleniyor.
Değerli arkadaşlar, bu tabloda da geçmiş
yıllardaki bütçe açıklarını görüyorsunuz. Gerçekten, 2003
yılından itibaren hızlı bir şekilde bütçe
açıklarının azaldığını ve 1995
yılından bu yana da bizim faiz dışı fazla
verdiğimizi bu tablo gösteriyor.
Yine, 1992-2002 döneminde faiz giderlerinin bütçe
içindeki payı yüzde 34,7 iken bu oran 2003-2013 döneminde ortalama yüzde
24,2ye düştü. Eğer faiz giderlerinin bütçe içindeki payı
1990lardaki gibi olsaydı, faiz giderleri 2013 yılında 48 milyar
yerine 142 milyar TL olacaktı. Benzer şekilde, 1990lardaki
performans devam etseydi, bizim 2003-2013 döneminde faize ödediğimiz
toplam para 392 milyar TL daha fazla olacaktı, ki biz bu tutarı
milletimize hizmet olarak harcadık, eski hükûmetler gibi rantiyeye
vermedik.
Diğer yandan, 1992-2002 döneminde faiz giderlerinin
millî gelire oranı ortalama 8,6 iken AK PARTİ hükûmetleri döneminde
bu oran yüzde 6,1e düşmüş. Yine, 2002 yılında
devraldığımızda millî gelirin yüzde 14,8i bütçeden faize
gidiyordu, 2014 bütçemizde bunu 2,8e kadar düşürdük. Değerli
arkadaşlar, bu da yine aynı şekilde bütçelerimizdeki faizlerin
nasıl azaltıldığını gösteriyor.
AK PARTİ hükûmetleri döneminde iç borç stoku da
aynı şekilde, dramatik bir şekilde çok önemli oranlarda
azalmıştır. Bakın, 1992-2002 döneminde iç borç stoku 418
kat, yanlış duymuyorsunuz, 418 kat artış gösterirken
2003-2013 döneminde sadece 1 kat artmıştır.
Değerli arkadaşlar, 1992-2002 döneminde merkezî
yönetim borç stokunun -bakın bu çok önemli bir gösterge- millî gelire
oranı yaklaşık yüzde 40 oranında, 40 puan daha
artış göstermiş. Borçlanma eğilimimiz bu şekilde devam
etseydi, 2013 yılı itibarıyla borç stokumuzun millî gelire
oranı yüzde 109a çıkacaktı; bunun da parasal
karşılığı 1,7 trilyon yani 1 trilyon 700 milyar liralık
bir borç stoku altında, biz de Yunanistan gibi şimdi borç batağında
iflas etmiş durumda olacaktık.
Kayıp 1990lı yılların aksine, ak
yıllarda faiz giderlerinin hem bütçe hem de millî gelir içindeki
payını hızlı bir şekilde azalttık. Bu sayede daha
fazla kamu kaynağını vatandaşımızın
hizmetine sunduk; eğitime, sağlığa, altyapı
yatırımlarına daha fazla kaynak ayırdık.
Kamu kesimi borçlanma gereğinde durum daha da
çarpıcıdır. 1992-2002 döneminde kamu kesimi borçlanma
gereğinin millî gelire oranı ortalama yüzde 7,8; 2003-2013 döneminde
yüzde 1,8. Değerli arkadaşlar, bu oranın 2014 yılında
yüzde 1 olacağını, 2015 yılından itibaren de yüzde
1in altına ineceğini öngörüyoruz. Değerli arkadaşlar,
aslında bu, kamu kesimi borçlanma gereğinin ortadan kalkması
anlamına geliyor, bazı yıllarda zaten artık negatif duruma
düşmüştü.
Bakın, burada özellikle şu hususa dikkati
çekmek istiyorum: Bütçe görüşmeleri sırasında bazı
arkadaşlar, muhalefet milletvekili arkadaşlar Plan Bütçe Komisyonunda
ve Genel Kurulda bu bütçenin seçim bütçesi olduğunu iddia ettiler.
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) Evet, öyle.
RECAİ BERBER (Devamla) Bir iktidar milletvekili
olarak keşke biraz dediğiniz gibi olsaydı demek geliyor içimden.
Ancak, altı ay sonra bir genel seçim ve ondan sonra da dört yıl
boyunca seçimsiz bir dönem ülkemizi beklerken bütçemizde yine sıkı
duruştan taviz verilmediğini görüyoruz.
Bir yandan borçlarımızın azalmasından
dolayı Komisyonumuzda pek çok muhalefet milletvekili, şehir
hastaneleri, havaalanları, otoyollar, köprüler, limanlar gibi
yatırımların kamu-özel iş birliği yöntemiyle
değil de hazine borçlanmasıyla yapılmasını savundular,
bunu tercih etmemizi söylediler; bu bir tercih meselesi. Eğer
hükûmetlerimiz özelleştirmelerle ekonomik faaliyetlerden büyük ölçüde
çıkmasaydı, birçok projeyi muhalefetin dediği gibi kamu-özel
ortaklığı modeliyle -PPP projeleri- değil de borçlanarak
yapsaydı işte o zaman bugün dünyanın takdir ettiği ekonomik
performansı asla gerçekleştiremezdik. Herkes şunu bilsin ki AK
PARTİ hükûmetleri ülkemizin potansiyelini harekete geçirmeye, özel sektör
eliyle büyümeye devam edecektir.
ALİM IŞIK (Kütahya) Ama, özel sektörün
borçlarını üstlenmiyorsunuz, onları hesaba katmıyorsunuz.
RECAİ BERBER (Devamla) Biz de devlet olarak
altyapı yatırımlarına devam edeceğiz. Enerji dâhil tüm
üretim alanlarının özel sektörümüz, girişimcilerimiz yani
milletimiz eliyle yapılmasını sağlayacağız.
Son yıllarda,
2008 global krizi sonrası, bazı sektörlerin, mesela
bankacılık gibi, regülasyon ve finansal istikrar amacıyla bir
kısmının devletin elinde kalması gerektiği
savunulmuştu değerli arkadaşlar. Bu tez doğru olsa bile
bizim genel ilkemiz olan devletin düzenleyici ve denetleyici rolünün
dışına çıkmasını gerektirmez, sadece çok küçük ve
konjonktürel istisna olarak değerlendirilebilir. Uyguladığımız
sıkı maliye politikaları, sadece bütçe açıklarının
azaltılması, faizlerin nominal olarak düşmesi ve bütçe içinde
faiz ödemelerine ayrılan payın azalmasını
sağlamamıştır; aynı zamanda piyasa faiz
oranlarını da düşürmüş, hazinenin borçlanma faizini 2013
yılında ortalama yüzde 7,6yla son kırk yılın en
düşük oranına indirmiştir. Bu sayede özel sektörün
kullandığı kredilerin faiz oranları da düşmüştür.
Bugün esnafımız yüzde 4-5 gibi, çiftçilerimiz yüzde 0-5 gibi,
sanayicilerimiz, tüketicilerimiz yüzde 10lar seviyesinde faizle kredi
kullanabiliyorsa bu sayede olmuştur.
Değerli
arkadaşlar, ben her iki tabloda Türkiyede özellikle reel faizlerdeki ve
nominal faizlerdeki düşüşleri gösterdim. Bakın, son
yıllarda faiz oranlarındaki, reel faizlerdeki düşüş o kadar
hızlı ki bazı yıllarda negatife düşmüş, şu
anda da aşağı yukarı sıfır seviyelerinde
seyrediyor. Bu yeterli mi değerli arkadaşlar? Biz, özellikle bu
faizlerin düşmesiyle, ekonomideki faiz yükünün azaltılmasıyla
sadece devlet bütçesinden değil, milletin cebinden çıkan faizin de
yine rantiyecilere gitmesini önlemiş olduk. Yani, millî gelir
pastasından daha önce toplam olarak faize daha fazla pay
ayrılırken bu, üretime ve üretimde emeğiyle çalışan
insanlara aktarılmış oldu.
Değerli
arkadaşlar, bunu yeterli bulmuyoruz. Biz bunu da aşabilmek
açısından, özellikle önümüzdeki dönemde iç tasarrufları
desteklemek suretiyle bunu artırmamız gerektiğini biliyoruz.
Başbakanımızın 25 başlıktan oluşan ve
17sini açıkladığı Yapısal Dönüşüm
Programında bu konu özellikle yer almış ve eylem planları
oluşturulmuş, hedefler ve yol haritaları
açıklanmıştır. Bu sayede, kamu ve özel sektör daha uzun
vadeli ve düşük maliyetli finansman sağlama imkânına
kavuşacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; geçtiğimiz on iki yılda dünyanın
yaşadığı en büyük krize rağmen, ülkemiz ortalama yüzde
4,8 büyüme gerçekleştirmiştir. Yüce milletimize, Meclisimizin kabul
ettiği Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Orta
Vadeli Programda öngörüldüğü gibi yine en az yüzde 5ler seviyesinde bir
büyümeyi gerçekleştirme zorunluluğumuz olduğunu belirtmek
istiyorum. 2009 yılından bu yana alınan önlemler sayesinde,
krizden sonra, 2010-2014 döneminde yine dünya ortalamasının üzerinde
büyümeye devam ettik.
Şimdi, Sayın Başbakanımızın
bir kısmını açıkladığı Yapısal
Dönüşüm Programı ve eylem planlarıyla ülkemiz yeni bir
kalkınma seferberliğini başlatmış olacaktır.
Herkes görecek ki AK PARTİ hükûmetleri devrim niteliğindeki
reformları sayesinde yine kendi rekorlarını kırmaya devam
edecektir. Milletimizden aldığı destekle yine sadece
milletimize, ülkemize hizmet etmeye ve İstanbul üçüncü havaalanı,
üçüncü köprü, Marmaray, Körfez geçiş köprüsü gibi büyük projeleri yapmaya,
ülkemizin her köşesini eserlerle donatmaya devam edecektir.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Kanal İstanbul ne oldu,
Kanal İstanbul?
RECAİ BERBER (Devamla) İşte bu bütçe
bunu sağlayacaktır. Gerçekçi bir bütçedir. Milletten aldığını
yine milletimize sunan, rantiyecilere değil memuruna, emeklisine,
işçisine ve köylüsüne daha çok imkânlar sağlayan, eğitimine ve
sağlığına aslan payını ayıran, sosyal adaleti
sağlamaya çalışan; engellisini, yaşlısını,
garibanını kayıran sosyal devlet anlayışının
ürünü bir bütçedir.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Kanal İstanbul da var
mı?
RECAİ BERBER
(Devamla) - AK PARTİ hükûmetleri döneminde, sadece iki yıl hariç
bütçe hedeflerimizi -2009 ve 2012- tutturduk, hatta çoğu zaman bütçe
hedeflerimizi aştık. Oysa 1992 ve 2002 döneminde hedeflerin
tutturulabildiği yıl sayısı sadece 3. Bu, hükûmetlerimiz
adına büyük bir başarıdır. Bu başarı da
hükûmetlerimizin istikrarlı, kararlı, tutarlı ve şeffaf
maliye politikaları sayesinde olmuştur. Bu başarıda
imzası bulunan sayın bakanlarımıza,
Başbakanımıza ve bu dönemde Başbakanımız olan,
milletimize on iki yıl hizmet etmiş olan Sayın
Cumhurbaşkanımıza şahsım ve milletimiz adına teşekkürlerimi
sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütçemizin biraz da gelir kısmına ait son derece önemli
hususları belirtmek istiyorum. Bütçemiz sağlam kaynaklardan finanse
edilmektedir. Biraz önce de belirttiğim gibi, 2015 yılında bütçe
açığımızı millî gelirin yüzde 1,1ine, izleyen
yıllarda da yüzde 1in altına düşürmeyi en önemli hedef olarak
koyduk. Bu da yine maliye politikalarında Hükûmetimizin, seçimlere
rağmen, sıkı duruşunun devam edeceğinin göstergesidir.
473 milyarlık bütçemizde sadece 21 milyarlık bir açık
öngörülmektedir, esasen bu rakam da Sosyal Güvenlik Kurumu açıkları
olan 22,6 milyarlık açığın bile altındadır. 2014
yılında öngörülen açık, bu yıl
yaşadığımız bütçede 33,2 milyar idi ancak
gerçekleşme inşallah 24,4 milyar olacak. Değerli
arkadaşlar, biraz önce söyledim, 2015 yılı bütçesi hadi seçim
bütçesi falan iddiaları, elimizde 2014 yılı bütçesine
koyduğumuz açık var; 33,2 milyar ve bunun yaklaşık 9 milyar
altında bir rakamla, açıkla bütçeyi kapatıyoruz. Yani, elimizde,
aslında Sayın Maliye Bakanımızın elinde, 9
milyarlık daha bize bu yüce Meclisin bütçeyle verdiği harcama yetkisi
var ama buna rağmen bu kullanılmıyorsa demek ki 2015
yılında da
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) Tasarruf ediyorsunuz,
bravo!
RECAİ BERBER (Devamla) Tasarruf ediyoruz,
tasarruf.
Bütçenin 452 milyarlık gelirinin 389,5
milyarlık kısmı vergi gelirlerinden, 51,5 milyarlık
kısmı diğer gelirlerden oluşuyor.
Değerli arkadaşlar, yine yeri gelmişken
Komisyonda ve kamuoyunda çokça tartışma konusu olan doğrudan ve
dolaylı vergilerin vergi gelirlerindeki payı konusuna değinmek
istiyorum. AK PARTİ iktidarları dönemlerinde dolaysız vergilerin
yeterli düzeyde artırılmadığı veya dolaylı
vergilerin göreceli olarak fazla artırıldığı
algısı gerçek değildir. Burada gelir, kurumlar vergisi
artırılmadı; KDV, ÖTV artırıldı gibi bir
algı söz konusu yani dolaylı, dolaysız vergiler diye.
Değerli arkadaşlar, 1980 yılından
2013 yılına kadar, bu dönemde seyreden vergi dilimlerinde onar
yıllık dönemler itibarıyla bir analiz
yaptığımızda şunu görüyoruz üç açıdan: Dolaylı
vergilerin gayrisafi yurt içi hasıladaki payı, otuz üç
yıllık dönemde 10,1 artmış; bunun da yüzde 6sı
1990-2000 yılları arasında, bu dönemdeki artış,
dolaylı vergilerdeki toplam artışın yüzde 60ı. AK
PARTİ hükûmetleri dönemindeyse sadece 1,9. Yine aynı şekilde,
dolaysız vergilerin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yani
gelir ve kurumlar vergisinin, doğrudan aldığımız
vergilerin, bakın, 1990-2000 yılları arasında 3,3;
2000-2013 yılları arasında 5,7; bu otuz üç yıllık
dönemde de 5,9 artmış.
Değerli arkadaşlar, özellikle daha
çarpıcı olan, dolaysız vergilerin ve dolaylı vergilerin
toplam vergiler içindeki payı çok ciddi anlamda değişmiş ve
toplam artışın, bu 5,9un yüzde 2,7si dolaysız vergiler;
bu da doğrudan vergilerin yüzde 46sına tekabül ediyor. Yani, biz
gelir ve kurumlar vergisi oranlarında indirim yapmamıza rağmen,
yüzde 50ye yakın bir artış sağlamışız bu
dönemde. Dolayısıyla, bizim bu dolaylı, dolaysız vergiler
konusunda daha adaletsiz bir yapıya gittiğimizi kimse söyleyemez
ancak bunlar yeterli değil, biz de biliyoruz. Şu anda Maliye
Bakanlığının, biliyorsunuz, özellikle dolaysız
vergilerin yeniden düzenlenmesi konusunda Plan ve Bütçe Komisyonu alt
komisyonunda gelir ve kurumlar vergisi kanunlarıyla ilgili bir düzenlemesi
var. İnşallah, bunu en kısa zamanda yasalaştırmak
suretiyle, arkasından Maliye Bakanlığının yine önemli
vergi reformu kapsamında Vergi Usul Kanunu ve diğer alanlardaki
düzenlemeleriyle bunların gerçekleşeceğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bir de son olarak özellikle
milletimizle ve yüce heyetinizle paylaşmak istediğim bir husus var.
Komisyonumuzda da özellikle geçtiğimiz yıl ve bu yıl kesin hesap
kanunu ve Sayıştay raporlarının müzakereleri
sırasında ciddi tartışmalar oldu. Bazı
arkadaşlarımız ısrarla kesin hesap kanunu ve
Sayıştay raporunun görüşülmediğini, hatta
Sayıştay denetimlerinin ve raporlarının yetersiz
olduğunu iddia ettiler.
MUSA ÇAM (İzmir) Doğru değil mi
Sayın Başkan?
RECAİ BERBER (Devamla) Burada, hatta bir anekdotu
da hatırlatacağım. Bu arada da, geçtiğimiz dönemde
kaybettiğimiz Plan ve Bütçe Komisyonumuzun çok renkli, çok değerli
üyesi Mevlüt Aslanoğlunu da rahmetle anmak istiyorum. (CHP ve AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Çünkü, o, geçtiğimiz dönemde bu konularda çok
seviyeli bir şov demeye dilim varmıyor ama- tepki gösterirdi ve
her defasında da Sayıştay raporlarından birini
yırtardı.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Ayıp ya! Yani,
yaşamını yitirmiş bir milletvekiline karşı
RECAİ BERBER (Devamla) Bir gün, artık
herhâlde ya rapor kalmadı ya da elinde yoktu, ben de o sırada tam
karşı sırada oturuyorum, Recai Bey, şu raporun bir
tanesini verir misin. dedi, ben de Mevlüt ağabey, eğer okuyacaksan
vereyim ama yırtacaksan kusura bakma, kendi raporlarını
yırt. dedim. Ancak, değerli arkadaşlar, hakikaten, dediğim
gibi çok seviyeli bir tepki gösteren değerli ağabeyimizdi, kendisini
rahmetle anıyorum.
Şunu bilmemiz lazım: Sayıştay, bu
yüce Meclis adına denetim yapmakta ve raporlarını da 5018
sayılı Kamu Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 6085 sayılı
Sayıştay Kanunu çerçevesinde, kendi yönetmelikleri, denetim ve
raporlama standartları çerçevesinde Meclisimize sunmaktadır. Bizler
de Plan Bütçe Komisyonunda ve Genel Kurulumuzda bu raporlardan yararlanarak
denetimlerimizi yapıyoruz.
Malumunuz, bir
önceki yıl kesin hesap kanunu ve raporları ile gelecek yıl bütçe
kanununun Komisyonumuzda birlikte görüşülmesinde sıkıntılar
ve zorluklar olduğunu görüştük ve birlikte görüşülüyor. Bir alt
komisyonda, kesin hesap kanununun, bütçe görüşmelerinden önce
görüşülmesi konusunda da mutabıkız ancak bu yıl bütçemizin,
Komisyonumuzun yoğunluğu nedeniyle bunu ele alamadık. Ancak,
Komisyonda çok ciddi şekilde bu raporlar ve kesin hesap kanunu
tartışıldı, müzakere edildi, denetimler
gerçekleştirildi. Dolayısıyla, bu konuda, ne verdiği raporlar
dolayısıyla Sayıştayımızı ne de Komisyon
çalışmalarımızı sanki yapılmamış gibi,
burada, kamuoyumuzu ve milletimizi yanıltmaya gerek yok. Bunların
yeterli olmadığı söylenebilir, tartışılabilir.
Ancak, özellikle 6085 sayılı Sayıştay Kanununda
yaptığımız değişiklikten sonra
Sayıştayın daha etkin ve kapsamlı denetim yapma yetkisi,
imkânı getirilmiştir. Özellikle, bazı muhalefet
milletvekillerimiz tarafından, savunma sanayisi bütçeleri ya da
harcamaları, belediye iştirakleri konusunda denetimlerin yeterince
yapılmadığı söyleniyordu. Şimdi, artık, kamu
kaynağı kullanan herkes, yüzde 50sinin üzerinde kamu
kaynağı kullanan herkes, her kurum Sayıştayımız
tarafından denetlenmektedir. Dolayısıyla, bu konuda bazı
mali suç içeren raporların Meclisimize niye gelmediği
arkadaşlarımız tarafından söyleniyor. İnşallah,
bu dönem son dönem ama Plan ve Bütçe Komisyonunda görev yapacak
arkadaşların mutlaka çağrılıp Sayıştay
tarafından bilgilendirilmesi, brifing verilmesi, hangi
raporlarının sunulacağı konusunda, bu konuda
bilgilendirilmesi lazım. Çünkü, mali suç içeren bu raporların,
Sayıştayın yargı fonksiyonu nedeniyle Sayıştay
tarafından süreci takip edilmektedir. Burada Sayıştayın
2013 yılındaki denetimleriyle ilgili rakamlar var, bunlar
arkadaşlarda da var, ben tek tek bunlara girmek istemiyorum ama Meclis
Başkanlığımıza genel bütçeye dâhil ve katma bütçeli
diğer idarelerden, 5018e tabi olan, olmayan kurumlardan toplam 400 kamu
idaresi hakkında Sayıştay denetim raporu düzenlenmiştir ve
denetlenen kurumlarımız da aşağı yukarı -ilçe
belediyeleri hariç- yüzde 95ler, yüzde 99lar seviyesindedir.
Değerli
arkadaşlar, ekonomik alanda elde ettiğimiz başarıların
arkasındaki temel güç, mali disiplin anlayışımız ve
ihtiyatlı mali politikalarımız olmuştur.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Berber, süreniz doldu.
İki dakika ek
süre veriyorum, lütfen konuşmalarınızı
tamamlayınız.
RECAİ BERBER
(Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Şeffaf ekonomi yönetimi, öngörülür yapısal
reformları da Türkiyedeki dönüşümün temel motoru hâline getirdik.
Bundan sonra da tüm alanlarda, ekonomimizde değişim, dönüşüm ve
yenileşmeyi sürdüreceğiz. Yeni Türkiyeyi inşa etmeye hep
birlikte devam edeceğiz inşallah. Bu yaklaşımımız
sayesinde, 2023 hedeflerimize hızla ilerliyoruz. Gelmiş
olduğumuz nokta, bu hedeflere ulaşacağımızın en
güzel göstergesidir. Mali disiplin sayesinde elde ettiğimiz
kazanımlar ülkemize hem sağlam bir duruş hem de mali esneklik
kazandırmıştır. Dünyada büyümenin
yavaşladığı ve belirsizliklerin devam ettiği bir
ortamda sağlam mali ve ekonomik göstergelerimiz en güçlü
dayanağımızdır. 2015 yılı bütçesi de bu
politikalarımızın devam ettirileceği bir bütçedir. 2015
yılında büyümeyi destekleyecek, kamu altyapı
yatırımlarında, teşviklerde ve AR-GE desteklerinde
kullanılacak bir mali alan yaratılmasına devam edilecektir.
Bunun için, temel politika araçları yine faiz dışı
harcamaların kontrol edilmesi, kamu kesimi harcamalarında
gereğinin makul seviyelerde tutulması -kamu borçlanmasının-
cari harcamalarda daha verimli kullanımların sağlanması,
bütçe gelirlerinin sağlıklı ve sürekli kaynaklardan temin
edilmesi, yine kayıt dışı ekonomiyle mücadele edilmesi
temel hedefler olacaktır. Sonuç olarak, mali disiplin önümüzdeki dönemde
de devam edecek ve bu, bizim en önemli gücümüz olacak.
Değerli arkadaşlar, konuşmama burada son
verirken, öncelikle ve özellikle Maliye Bakanımız ve ekibine,
görüş ve eleştirileriyle katkı sağlayan Plan ve Bütçe
Komisyonumuzun çok değerli üyelerine, milletvekillerimize, bu süreçte
emeği geçen tüm çalışanlarımıza teşekkür
ediyorum.
2015 yılı bütçemizin milletimiz, ülkemiz için
hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla
sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Berber.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci
konuşma, Adıyaman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Ahmet Aydına aittir.
Buyurun Sayın Aydın. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz otuz dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET AYDIN (Adıyaman)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında konuşmak
üzere AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyor, 2015 yılı bütçemizin
ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.
2015 mali bütçesinin hazırlanmasında emeği
geçen başta Maliye Bakanımıza, bakanlarımıza ve
bürokratlarımıza, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı ve
üyelerine, personellerine ve siz saygıdeğer milletvekillerine,
iktidarıyla muhalefetiyle teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, 2015 bütçesi, AK PARTİ
hükûmetlerince hazırlanan 13üncü bütçedir. Daha önceki 12 bütçe gibi,
2015 bütçesi de insan merkezli ve ekonominin odağına insanı
yerleştiren bir anlayışla hazırlandı. Bu
anlayışın doğal bir yansıması olarak yeni bütçede
de eğitime, sağlığa, adalet ve emniyete, toplumun her
kesimini gözeten sosyal harcamalara önemli paylar
ayrılmıştır. Şu hususu özellikle vurgulamak istiyorum:
AK PARTİ hükûmetleri, bütçe hazırlarken açık söylemek gerekirse
boş kese mantığıyla hareket etmiyor. Yani sorumsuz ve
tedbirsiz planlamalarla günü kurtarıp gelecek nesillerin sırtına
semer vurmuyor. Bütün dünyanın şaşkınlıkla
izlediği ve uluslararası ekonomi otoriterlerinin sitayişle
bahsettikleri mali disiplinimizin temelinden, mantığından da
asla vazgeçmiyoruz. Bu sebepledir ki AK PARTİ hükûmetlerinin kendisi
eyyamcı olmadığı gibi bütçeleri de eyyamcı
değildir. Neden? Çünkü armut dibine düşer. Ülkemizin imkân ve
ihtiyaçları doğrultusunda, önceden tayin edilmiş orta ve uzun
vadeli hedeflere ulaşmanın yollarına, evvelkiler gibi 2015
bütçesi yoluyla da kilit taşları döşenmektedir.
Kıymetli arkadaşlar, muhalefetin ekonomik
meselelere değinirken yaptığı bir kurnazlık var,
oransal değerlendirme yapmak yerine mutlak rakamlar itibarıyla
azalış ya da artışlardan bahsediyorlar. Bu, sadece
işgüzarlık değil, aynı zamanda bilimsel bir eksikliktir.
Çünkü bir ekonominin ölçümlenmesi ya da performans değerlendirmesi, millî
gelir gibi esas parametrelere borç rakamları gibi ikinci parametrelerin
oranlaması yoluyla yapılır. Bunun sebebi çok basittir: Bireysel ya
da mikroekonomik değerlendirmelerde de doğal olarak yine aynı
mantık geçerlidir.
Mesela, bir
insanın borcunun gerçek anlamı, bu borcun o şahsın
sırtındaki yük değeriyle ortaya çıkar. Eğer bu
kişinin servetinde 10 liradan 100 liraya artış varken borcunda
20 liradan 30 liraya yükselme söz konusu ise ortada bir problem yoktur. Tam
tersi, bu şahsın çok ciddi bir ekonomik başarısı söz
konusudur. Çünkü borcu yüzde 50 artarken serveti yüzde 900
artmıştır ve borcunu ödeyebilme kapasitesi yükselmiştir.
BAŞKAN Arkadaşlar,
salonda uğultu var, lütfen
AHMET AYDIN
(Devamla) Tıpkı bu basit bireysel denklemde olduğu gibi, bir
ülkedeki ekonomik değişkenler hakkında konuşurken
yapılacak olan değerlendirmelerde nispi rakamların
konuşulması asgari bilimsel bir zarurettir. Değilse, hem
kendimizi hem de milletimizi aldatmış oluruz. Çünkü millî servet yani
gayrisafi millî hasıla rakamlarında bir artış varsa bu da
görevdeki ekonomi yönetiminin başarısıdır. Nitekim, büyüme
oranlarında bir düşme olduğunda muhalefetin felaket tellallığı
yaparak Hükûmeti suçlaması bunun en büyük delilidir. Düşen
hasıla rakamlarının ceremesini Hükûmete yüklerken yükselen
hasıla rakamlarını Hükûmetin başarı hanesine
çıkarmamak iyi niyetten yoksun bir yaklaşımdır, üstelik
bilimsel de değildir.
Muhalefetin, bilhassa ana muhalefetin bununla da
sınırlı olmayıp, yine, geçmişte özellikle Sayın
Genel Başkan Kılıçdaroğlunun da ifade ettiği
birtakım hususlar var. Eline aldığı birtakım bilgileri
cımbızlama yapmak suretiyle farklı verilerden farklı
sonuçlar çıkarmaya çalışıyor. Geçmişi bugüne
taşırken istediği sonuca ulaşabilmek adına rakamlarla
âdeta oynanıyor. Zira, özellikle son birkaç bütçede sıkça tekrar
ettiği bir husus var. Bakınız, 1946 ile 2002 yılları
arasındaki büyüme ortalaması hakkında tutanaklara geçen cümlesi
şu: 1946-2002, kırk üç yılda ortalama büyüme yüzde 5,1.
Darbeler oldu, 5 sente muhtaç olunan dönemler oldu, ekonomik krizler oldu,
Kıbrıs çıkarmaları oldu, Türkiyeye yönelik ambargolar
oldu; 5,1 ortalama büyüme. Peki, 2003-2014 ortalama büyümesi nedir? diye
sorduğunda, Yüzde 4,7. diye kendisi zaten tutanaklarda beyan ediyor?
Kurnazlık bunun neresinde? diyeceksiniz arkadaşlar.
Baktığımızda, hakikaten çok basit, başlangıç
yılına dikkat etmemiz gerekiyor. Sayın
Kılıçdaroğlu hikâyeyi neden 1946dan başlatıyor? Çünkü
1945 savaşın bittiği ama savaşla birlikte ekonomilerin de
bittiği bir yıldır. Bütün dünyada, savaşan ülkeler
noktasında özellikle, ekonominin yerle bir olduğu bir
yıldır. Ekonomi literatüründeki baz etkisi denilen şey
işte tam da budur. Bitmiş bir ekonomiden sonra meydana gelecek bir
sıçrama, oransal olarak elbette ki çok yüksek olacaktır. Bütün
savaşan ekonomilerde de, savaşan ülkelerin ekonomilerinde de böyle
olmuştur. Şu hâlde, gerçekten ve samimi bir mukayese yapılacaksa
daha gerilerden bir yerden almak gerekmez mi? Mesela 1939 yılı.
Neden? Çünkü, Atatürkün vefatını takip eden bu yıl, CHPnin tam
anlamıyla sorumluluk mevkisine geldiği yıldır.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) 1939
savaşın başlangıç yılı Sayın Aydın,
savaş başlıyor, İkinci Dünya Savaşı. Böyle bir
şey olur mu?
AHMET AYDIN (Devamla) İşte 1939-2002
yılları arasındaki kümüle büyüme oranı yüzde 263,1. Bu
altmış dört yılın ortalama büyüme oranı ise 4,1dir.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sen bir de milattan önceye
doğru bir git Ahmet, milattan önceye doğru bir uzan!
İZZET ÇETİN (Ankara) O hesabı nereden
aldın?
AHMET AYDIN (Devamla) AK PARTİ hükûmetlerinin on
bir yıllık kümüle büyüme oranı yüzde 54,6; ortalama büyüme
oranı yüzde 4,9dur. Asıl hesap buradadır arkadaşlar.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Ahmet, milattan önceye
doğru da bir uzan bakalım!
BAŞKAN Lütfen arkadaşlar, bakınız,
daha sonra sizler konuşacaksınız. Bir cevap vermek gerekiyorsa
orada verirsiniz.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Konuşmacıya
katkı veriyoruz Sayın Başkanım, katkı veriyoruz.
AHMET AYDIN (Devamla) Değerli arkadaşlar,
1945ten sonra, 1946-1947 yıllarında yüzde 20, yüzde 30 büyümelerin
olması da mümkün, yüzde 40ların da olması mümkün.
İZZET ÇETİN (Ankara) Adıyaman teorisi mi
o?
AHMET AYDIN (Devamla) Çünkü, savaş sona
ermiş. Savaş sonrası ekonomiler bir anda bütün dünyada böyle bir
sıçrama yaptı.
Bir diğer kritik konu ise muhalefetin, Türkiyenin
rakamlarını ısrarla Türkiyenin rakamlarıyla
karşılaştırmak istemesidir. Oysaki dışsal
şartların son derece belirleyici, küresel
kırılganlıkların önemli ölçüde etkili ve bilhassa ekonomik
zaafların süratle bulaşıcı olduğu bir süreçte bu
perspektif yanlıştır. Bütün dünyayı etkisi altına
almış olan küresel krizin artçı poyrazları hükmünü devam
ettirirken ulusal rakamlar arasında sıkışıp
kalmış bir değerlendirme modeli çok gülünçtür.
Bu yüzden, evvela dünyaya kısaca bir göz atmakta
fayda var. Stoklarının yüksek seyrettiği bir dönemde güçlü mali
dengeler Türkiyeyi diğer ülkelerden pozitif yönde
ayrıştırmakta değerli kardeşlerim. Şimdi, dünyada
hem gelişmekte olan ülkelerde hem gelişen ülkelerdeki durumu bütün
kamuoyu çok iyi biliyor. Dünyanın büyük ülkeleri âdeta iflas
eşiğine gelmiş, büyük bankaları batmış,
gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin neredeyse büyüme oranları
gittikçe düşmüş ama Türkiye dünyada yüz yılda bir yaşanacak
ekonomik krize rağmen ekonomisini en çok artıran iki üç büyük
ekonomiden biri olmuştur.
Diğer taraftan, 2002 yılında yüzde 74 olan
Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı
Çok da dile getirildi, borçlar arttı. Evet -az
önce de ifade ettim- borç artmış olabilir ama toplam millî gelirin
toplam servetin içerisindeki oranı esastır, aslolan budur. 2002
yılında yüzde 74 olan Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2014 yılında yüzde 33,1e
düşmektedir. Dikkat ediniz, borç yükümüz 2014 yılı
itibarıyla avro bölgesi ortalamasının yaklaşık üçte
1i, Maastricht Kriterininse neredeyse yarısı kadardır.
Mali disiplin sayesinde ülkemiz önemli kazanımlar
elde etmiştir. 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7si
faiz ödemelerine giderken bugün bu oran 14,3e kadar gerilemiştir ve
1983ten beri de en düşük orandır bu oran.
2002 yılında yüzde 62,7 düzeyinde olan iç
borçlanma faiz oranıysa 2014 Aralık itibarıyla yüzde 8,1e
düşmüştür. Reel faiz oranları ise 2002 yılında yüzde
25,4 iken Kasım 2014 itibarıyla eksi 1,4e kadar düşmüştür.
İşte, bunun gibi, sayın milletvekilleri,
sadece bütçeden yapılan faiz ödemelerinin AK PARTİ hükûmetleri
dönemindeki düşüş seyrine bakılırsa, bizim hükûmetlerimizin
bütçesi talancı, peşkeşçi veyahut yağmacı bütçe
yerine, tam tersine, rantiyecilerin rant yollarını kapayan bir
bütçedir.
Şimdi, bu seyir hakkında sizlere bazı çok
basit ve kısa bilgiler vermek durumundayım. Faiz giderlerinin 2002
yılı toplam bütçe giderleri içindeki payı yüzde 44,7ydi, 2002
yılında. Yani, toplam bütçemizin yarıya yakını faize
gidiyordu. Zaten bütçemiz de 2002de 119 milyardır, bunun
yaklaşık yarısı faize gidiyor ve yatırıma
ayrılan pay neredeyse kalmıyor. Bu oran -sıkı durun
arkadaşlar- 2015 bütçesi itibarıyla yüzde 11,4e çekilmektedir ve
bunun için muazzam bir faiz tasarrufu söz konusudur. Yani, bütçenin, 119
milyarlık bütçenin yüzde neredeyse yarıya yakını faize
giderken şu anda 473 milyarlık bir bütçe var, bunun ancak yüzde
11,4ü faize gidecek ve bu oran her geçen yıl da düşmektedir.
Çok daha önemli ve çarpıcı bir hesap var, onu
da aktarıp bu faslı bitirmek istiyorum. Şimdi, AK PARTİ
hükûmetleri bahsini ettiğim bu faiz oranlarıyla ilgili hiçbir
şey yapmasa ve 2002 yılındaki oran korunsaydı ne olurdu? Ya
da tersinden soralım: AK PARTİ 2002 yılından sonra faiz
oranlarıyla mücadeleye girişip faizin bütçe içindeki payını
indirerek millet namına ne kadar tasarruf yapmış ve millete ne
kadar kazandırmıştır? Bu sorunun cevabı her hür
vicdanı ayağa kaldıracak ve AK PARTİyi
alkışlatacak çaptadır çünkü bu rakam tamı tamına 942 milyar
liradır. Bu tutar, para değerimizin eski ifadesiyle 942 katrilyon
liradır değerli arkadaşlar. AK PARTİnin faizlerle
mücadelesi noktasında vermiş olduğu bu gayretin neticesinde
tasarruf oranı, tasarruf miktarı 942 katrilyon. Bu hakikaten her hür
vicdanı ayakta alkışlatacak bir rakamdır, bunun
altını özellikle çizmek istiyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, önemli
sorunlarımızdan biri olan cari açık 2013 yılındaki 65
milyar dolarlardan 2014 yılı Eylül itibarıyla 46,7 milyar dolara
gerilemiştir. Altın ve enerji hariç denge ise 4,1 milyar dolar
açıktan 7 milyar dolar fazlaya dönmüştür.
Özetle bahsettiğim bu başarılardaki temel
faktör nedir diye sorarsanız bu, siyasi ve ekonomik istikrar adına
çok önemli adımlar atmış olan ve küresel krizi mali disiplin ile
psikolojik direnç açısından başarıyla yöneten AK PARTİ
hükümetlerinin performansıdır.
Çok kritik bir bilgi daha vereceğim sizlere.
İhracat alanında kırılan rekorların haddi hesabı
yok malum. 1923 yılındaki toplam ihracatımız 51 milyon
dolar, 2014 yılında on bir aylık ihracat 144 milyar dolar, on
iki aylık tahmin ise yaklaşık 160 milyar dolardır. 1923te
bir yıl içinde yapılan ihracatı bugün beş saatte
yaptığımızı duymayan kalmadı. 1992 ile 2002
yılları arasındaki ihracat artış oranı yüzde
145tir. 2002 ile 2014 yılları arasındaki ihracat
artış oranı ise yüzde 344tür. Verecek olduğum bilgi, bu
muazzam başarıların arkasındaki sırrı da
deşifre eden bir bilgi. Birincisi: Sattığımız mallar
açısından sınıf atladık. İhracat sektöründe
üretilen mallar ciddi bir rekabet kıymetine erişmiş ve göz
doldurmaya başlamıştır. İkincisi ve bence daha
önemlisi: İhracatımız çeşitlendi. Bakınız, 1995
yılında en çok sattığımız ilk 5 ürünün toplam
ihracatımız içindeki payı ne kadardı diye
soracaksanız, tam yüzde 65 oranındaydı, ilk 5 ihracat ürününün
ortalaması. Şimdi aynı oran yüzde 45 dolayında yani
ihracatımız çeşitlendi, dış ticaretimiz hem arttı
hem de çeşitlenmiş oldu.
Son on bir yıldaki ekonomik istikrarı ve güçlü
büyümeyi, AK PARTİ hükûmetlerinin sağladığı siyasi
istikrara, uyguladığı doğru makroekonomik politikalar ile kararlılıkla
yürüttüğü yapısal reformlara borçluyuz. Bu sayede son on bir
yıllık dönemde yılda ortalama 4,9 büyüyerek millî gelirimiz
230,5 milyar dolardan 821 milyar dolara yükseldi. Ülkemiz dolar bazında 3
kattan fazla zenginleşti. Aynı dönemde kişi başına
düşen millî gelirimiz 3.492 dolardan 10.807 dolara çıktı.
Gelişmiş ülkelerle olan gelir makası hızla daraldı.
Gerçekleştirilen reformlarla ülkemizde kurumsal yapı
güçlendirilmiş ve iş yapma ortamı iyileştirilmiştir.
1980-2002 arasındaki yirmi iki senede sadece 14,8
milyar dolar doğrudan yatırım çekebilen Türkiye, son on bir
yılda 137,5 milyar dolar doğrudan yatırım girişi
sağlamıştır. Zamana bağlı performansın
aynı düzeyde kalması durumunda bu yirmi iki yıllık dönemde
7,4 milyar dolarlık yatırım girişi gerçekleştirilmiştir
ancak AK PARTİ hükûmetlerinin olağanüstü performansı bunun tam
18,5 kat fazlasına netice vermiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, iktisadi literatüre
girmiş olan, epeyce kullanışlı ve çok önemli bir
gerçeği tek cümlede özetleyen meşhur bir söz vardır: Ekonomide
ya rakamlar vardır ya da masallar. Bu sözün ima ettiği gerçekse
şudur: Eğer birisi ekonomiden bahsederken rakamlarla konuşuyorsa
anlattığı şey masal değildir. Yahut, masal anlatıyorsa
rakamlarla konuşmuyor demektir.
Vatandaşların en hassas olduğu konu
elbette ki maişet davası ve geçim şartları. Bu masalcı
siyasetin en ziyade dolaştığı mıntıka alanı
da burasıdır. Bu sebeple, söz konusu mıntıka boş
bırakmaya gelmiyor. Dolayısıyla, bir şeyler söyleyip sizi
yine şaşırtmak istiyorum. Çünkü vatandaşın alım
gücü üzerinde, oldukça, daha önceki konuşmalara
baktığımız kadarıyla, farklı yönlendirmeler,
farklı anlamlara yol açabilecek bilgi eksikliğini de içeren
birtakım konuşmalar yapıldı.
Değerli milletvekilleri, aile yardımı
ödeneği dâhil en düşük memur maaşı 2002 Aralık
ayında 392 TL iken bu rakam 2014 Ekim ayında 2.025 TLye
çıktı, artış oranı yüzde 416,8. Net asgari ücret 2002
Aralık ayında 184 lira iken bu rakam 2014 Ekim ayında 891 liraya
çıktı, artış yüzde 383,6.
MUSA ÇAM (İzmir) Geçen yıla göre?
AHMET AYDIN (Devamla) En düşük memur emekli
aylığı 2002 Aralık ayında 377 lirayken bu rakam 2014
Ekim ayında 1.312 liraya çıktı, artış yüzde 248,4. En
düşük SSK emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257
lirayken bu rakam 2014 Ekim ayında 1.047 liraya çıktı,
artış yüzde 307,4. En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli
aylığı 149 liradan 849 liraya çıktı, artış
yüzde 470,9.
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) Açlık
sınırı ne kadar, açlık sınırı?
AHMET AYDIN
(Devamla) En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 66
liradan 634 liraya çıktı, artış yüzde 862,9. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) 65 yaş aylığı 24
liraydı, bakın 2002de 65 yaş aylığı 24
liraydı, bu rakam 142 liraya çıktı, artış yüzde 478,1.
Muhtar aylığı 97 liraydı, bu rakam 871 liraya
çıktı, artış yüzde 794,7 oldu. Bu dönemde enflasyon kümüle
olarak yüzde 177 artmış. Yani, bütün ücretlilerin, bütün
çalışanların aylıkları enflasyonun katbekat üzerinde
arttı. Enflasyona ne memurumuzu ne işçimizi ne çiftçimizi ezdirmedik,
ezdirmeyeceğiz. Bu maaş tutarları ve artış oranları,
bu dönemde gerçekleşen enflasyona bakıldığında emekli
ve dar gelirli vatandaşlarımızın harcanabilir gelirinde
önemli bir artış olduğunu göstermektedir. Bu oransal
mukayeseleri sizlerin vicdanına ve milletimizin takdirine
bırakıyorum.
Yine, değerli
arkadaşlar, tabii ki 13üncü bütçeyi yapıyoruz ve bundan önceki 12
bütçe gibi yine insan odaklı, toplumu, milleti önceleyen, milleti merkeze
alan bir bütçe yapıyoruz ve yeni Türkiyenin yeni kodlarını da
bilerek, özümseyerek bu bütçenin, bugüne kadar nasıl ki
insanlarımıza hizmet olarak, yatırım olarak,
demokratikleşme olarak gittiğini biliyorsak, aynı şekilde,
yeni Türkiyede yeni yatırımlara, yeni hizmetlere, yeni
Yapılamaz. denilenlere, inşallah, bu bütçeyle
ulaşacağız.
Değerli arkadaşlar, yeni Türkiye dedik. Yeni
Türkiye eski Türkiyenin birçok kodlarını unutturacak bir ülke
olacak. Çünkü, biz şunu biliyoruz ki: Eski Türkiyede 3 Kasım
2002den önce millî irade vesayet altındaydı. Eski Türkiyede
insanlar dışlanıyordu, tehdit olarak tanımlanıyordu. Eski
Türkiyede istikrarsız hükûmetler vardı, on altı ayda bir
hükûmetler değişiyordu. Bu, istikrarsızlık demekti ve yeni
Türkiyede artık istikrar var, artık güven var, artık büyüme
var, artık kalkınma var. Eski Türkiyede âciz bir devlet görünümü
vardı maalesef, olağanüstü hâller vardı eski Türkiyede. Eski
Türkiyede Türkiyenin gündemini günün iktidarları belirlemiyordu, eski
Türkiyede Türkiyenin gündemini eli çantalı bir IMF memuru belirliyordu
ve bu, ülkemiz için, milletimiz için acı bir durumdu.
MUSA ÇAM (İzmir) Şimdi kim belirliyor?
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Millet, millet!
AHMET AYDIN (Devamla) O günün, o haftanın gündemi
eli çantalı memur ve o memurdan, o IMFden 5 kuruş almak adına
kırk takla atan bir iktidar görüntüsü vardı, bir Türkiye vardı.
Acziyet içerisinde olan bir iktidar vardı.
MUSA ÇAM (İzmir) Onun reçetelerini uyguluyorsunuz!
BAŞKAN Lütfen, arkadaşlar, müdahale etmeyin
ya. Lütfen, rica edeceğim. Bakın, bundan sonra hep siz
konuşacaksınız.
AHMET AYDIN (Devamla) Şimdi, Türkiye'nin gündemini
belirlediği gibi, dünyanın gündemini belirleyen bir Türkiye var
artık, dünyanın gündemini belirleyen bir ülke var. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Eski Türkiye'de ekonomide faiz ödemelerini bile yapmaktan
âciz bir Türkiye vardı. Hatırlayın eski Türkiye'nin
manşetlerini, televizyon ana haberlerini, gazetelerin
sürmanşetlerini. Neler vardı eski Türkiye'de? Eski Türkiye'de
iktidarlar sorunları çözmekten âcizdi. O sorunlar büyüyordu,
canavarlaşıyordu ve canavarlaşan sorunlar o iktidarları
yiyordu. Hatırlayın faiz canavarlarını, gecelik faizlerin
yüzde 7.500lerde, 8 binlerde olduğu bir Türkiye vardı.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Enflasyon
canavarlarını
AHMET AYDIN (Devamla) Hatırlayın enflasyon
canavarlarını, hatırlayın trafik canavarlarını,
hatırlayın ekonomi canavarlarını. Bütün bu sorunlar birer
canavar hâline dönüştü eski Türkiye'de. Canavarlaşan sorunları,
işte, bu yeni Türkiye'nin yeni iktidarları bir bir ortadan kaldırdı.
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) Geçen hafta 15 kişi
öldü trafik kazalarında.
AHMET AYDIN (Devamla) Bundan sonra, bu sorunların
hepsini bu iktidar nasıl ki çözdüyse bundan sonraki sorunları da
aynı şekilde, aynı kararlılıkla, aynı ihtiyatla
çözmeye devam edecektir.
Yine, eski Türkiye'de dünya gündemine sadece, maalesef,
terörle, depremle, faili meçhullerle, işkencelerle gelen bir Türkiye
vardı. İki büklüm duran bir Türkiye vardı. Tabiri caizse,
eskiden, âdeta hastanelerin yoğun bakım odasında can
çekişen bir Türkiye vardı. Böylesine bir reçete vardı önümüzde.
İşte, buradan devraldık biz Türkiye'yi. Bütün
sıkıntılara rağmen yılmadık, enkaz edebiyatı
da yapmadık ama bunların da bilinmesi lazım.
ERKAN AKÇAY (Manisa) On iki yıldır enkaz
edebiyatı yapıyorsunuz.
AHMET AYDIN (Devamla) Bunun üzerine, milletten
aldığımız dua ve destekle, milletimizden almış
olduğumuz verginin her kuruşunu yine millete geri döndürdük.
Bakın, eski
Türkiye'de her 100 lira verginin 85-86 lirası faize gidiyordu, acı
bir şeydi. Milletin alın teri heba olup uçuyordu, birilerinin cebine
gidiyordu. Batan bankalar vardı eski Türkiye'de, birtakım hortumlar
vardı eski Türkiye'de. İşte bütün bunlarla mücadele eden,
yasaklarla mücadele eden, yolsuzlukla mücadele eden bir Türkiye vardı.
Böyle bir Türkiye'yi biz inşallah hedef edindik, yeni Türkiye'de bütün
bunların sıkıntılarını, milletimizin önündeki
toplumsal meseleleri ortadan kaldırmak adına ciddi adımlar
attık, atmaya da devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar, artık küresel
krizlerden etkilenmeyen bir yeni Türkiye var. Artık yazar kasadan
etkilenmeyen, artık kitapçık fırlatmadan, artık
dünyanın en büyük ekonomik krizinden dahi etkilenmeyen güçlü bir
ekonomimiz, güçlü bir Türkiye var. (AK PARTİ sıralarından
Bravo sesleri, alkışlar) Ülke kaynakları bir grubun elinde
talan edilmiyor, ülkenin dar imkânlarından artık mucizeler
gerçekleştiren bir yeni Türkiye var.
Türkiye 2014 sonu itibarıyla -az önce de ifade
ettim- borç stokunda çok önemli bir noktaya geldi. 25 Avrupa ülkesinden çok
daha önemli bir yere geldi Türkiye. Türkiye her açıdan
demokratikleşmede, ekonomik büyümede, refah seviyesinde adından
sıkça söz ettiren bir başarı hikâyesini resmen
yaşıyor.
OECD
rakamlarına göre
Çünkü burada sıkça değerli arkadaşlar,
dile getirildi; gelir dağılımındaki adaletsizlik, maalesef,
haksız bir şekilde, mesnetsiz birtakım iddialarla dile
getirildi. Bakın, OECD rakamlarına göre dünyada gelir
dağılımının en doğru düzeldiği ülkelerin
başında Türkiye geliyor. Artık 1 doların altında, 2
doların altında, 3 doların altında bir Türkiye yok.
Değerli arkadaşlar, 2002de 4,3 doların altındaki nüfusumuz
yüzde 30 civarındaydı yani bu ülkenin nüfusunun yüzde 30u 4,3
doların altında yaşıyordu. Şimdi, biz bunu yüzde 2ye
düşürdük arkadaşlar, yüzde 30dan yüzde 2ye
düşürdük. Hani gelir dağılımındaki adaletsizlik? Bunu
bütün dünya takdir ediyor. OECD rakamları ortada. Dünya Türkiyenin bu
başarı hikâyesini yazıyor, anlatıyor. Bu
başarıyı nasıl sağladınız? diye Gelin,
bize ders verin. diyor dünya ama maalesef bizim arkadaşlarımız
bu başarıdan hoşlanacağına, sevineceğine, ülkenin
geldiği durumdan mutlu olacağına, maalesef bu rakamları da
çarpıtarak halkın kafasını karıştırmaya
çalışıyor ama ne yaparlarsa yapsınlar, dokuz seçimdir, on
üç bütçedir bu halkın kafasını
karıştıramadılar çünkü halkın kafası berrak,
kafası karışık olanlar başkaları. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Yine,
yeni Türkiyede ülkemizin her bir bireyiyle devlet arasındaki aidiyet
bağını pekiştirmeye çalışıyoruz. Yeni
Türkiyede, değerli kardeşlerim, el atılamaz, yapılamaz,
hayal dahi edilemez birçok soruna el attık, çözmeye
çalışıyoruz. Birliği, kardeşliği, toplumsal
bütünleşmemizi, çözüm sürecini gerçekleştirmeye
çalışıyoruz. Yeni Türkiyede milletin iradesinin
karşısında duran her kesime karşı, kim olursa olsun,
nereden gelirse gelsin kararlı, dirayetli bir karşı duruş
sergiliyoruz ve bugüne kadar da AK PARTİ hükûmetleri bu on iki
yıllık süreç içerisinde çeşitli darbe planlarıyla da
karşı karşıya kaldı. Romantik birtakım insanlarla
darbe planları oldu, parti kapatılmaya çalışıldı,
e-muhtıralara maruz kaldık; Geziyi yaşadık, 17
Aralığı, 25 Aralığı yaşadık, Kobaniyi
yaşatmaya çalıştılar, birtakım paralel operasyonlar
olmaya çalıştı ama değerli arkadaşlar, burada hedefin
sadece AK PARTİ Hükûmeti olmadığının
farkındayız. Burada hedef, bu milletin geleceğiydi. Burada
hedef, büyüyen, gelişen Türkiyeydi. İşte bunun adına,
korkmadan, bıkmadan, kararlılıkla, cesaretle, nereden gelirse
gelsin, kim tarafından olursa olsun, millî iradeye karşı
yapılan bütün bu kalkışmalara da sonuna kadar karşı
direndik, karşı direnmeye de devam edeceğiz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Yine hedefimiz ve amacımız,
değerli arkadaşlar, bu dönemde arzumuz yeni bir anayasayı
yapabilmekti. Bu milletin beklentilerine uygun, bu milleti kucaklayan, 77
milyonu bir ve kardeş gören ve bu millete ait olan herkesin benim
anayasam, benim ülkem, benim vatanım diyebileceği, kimsenin kendini
ötekileştirmeyeceği yepyeni bir anayasayı hedefledik ve bu
noktadaki bütün azmimizi, gayretimizi ortaya koyduk ve bu noktada da, maalesef,
bu dönemde bütün arzularımıza rağmen yeni anayasayı
gerçekleştiremedik. Hedefimiz, arzumuz
Halkımıza
gideceğiz. 2015 seçimleri var. Bu milletin mutlaka ama mutlaka tüm bu
kazanımlarının muhafazası ve üzerine yeni kazanımlar
elde edebilmesi adına da mutlak surette milletin kendine ait olan, kendine
ait hissedebileceği bu yeni anayasayı gerçekleştirmesi
lazım. Bu manada da, inşallah, halkımızdan, 2015 seçimleri
için yine destek isteyeceğiz yeni anayasa yapma noktasında. Bu,
milletin de talebidir, önceliğidir, beklentisidir. Bu manada, bizler de bu
seçimlerde, inşallah, yeterli sayıya ulaşabilirsek, yeni anayasa
konusundaki hedefimizi de gerçekleştireceğiz.
Yine, değerli arkadaşlar, on iki
yıllık süreçte başkalarının hayallerine dahi
sığdıramayacakları birçok hayali gerçekleştirdik, birçok
icraatı gerçekleştirdik. Ekonomiden, eğitimden,
sağlıktan, adaletten bir tarafa ama bir zihniyet değişimi
yaptık. Bu millete, nerede yaşıyorsa yaşasın, kim
olursa olsun, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı
olduğu, bu ülkeye ait olduğu hissini verdik. Çünkü, biz,
kırmızı çizgilerimizle siyasete girdik, bölgesel siyaset
yapmadık, etnik siyaset yapmadık, dinsel siyaset yapmadık. Bu
ülkede yaşayan her bir unsuru, kuzeyden güneye, doğudan batıya
bir ve beraber gördük, kardeş gördük. 77 milyon kişinin, 77 milyon
nüfusumuzun, insanımızın birliği ve kardeşliği
üzerine siyaset yaptık. O kardeşliğin pekişmesi adına
siyaset yaptık ve siyasetimizin merkezine de insanımızı
koyduk.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Aydın, süreniz doldu.
Konuşmanızı tamamlamak için iki dakika
süre veriyorum.
Buyurun.
AHMET AYDIN (Devamla) İnsan merkezli bir siyaset
yaptık. İdeolojilerden arınmış, fikriyatı ne
olursa olsun, siyasi düşüncesi ne olursa olsun benim insanım, bu
ülkenin birinci sınıf vatandaşı dedik, kim olursa olsun ve
bütün politikalarımızı bunun üzerine gerçekleştirdik ve
Türkiyede geçmişte ötekilenen her kim varsa, Alevilerden Kürtlere kadar,
mütedeyyin insanlardan gayrimüslimlere kadar her kesimin sorunlarını
çözmek adına ciddi gayretler sarf ettik. Bir kısım
sorunları ciddiyetle çözdük, başkalarının hayal
edemeyeceği noktalara taşıdık. Reformlar yaptık,
adımlar attık; temel hak ve özgürlükler noktasında hamleler
gerçekleştirdik. Daha da yapacağımız çok şey var. Biz,
her şey bitti, tozpembe de demiyoruz. Ama değerli arkadaşlar,
Türkiye, artık o eski Türkiye değil. Türkiye on iki yılda çok
değişti, Türkiye on iki yılda çok gelişti ve ne olursunuz,
hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle, bu ülkenin milletvekilleri
olarak, siyasi partileri olarak hepimiz ülkenin temel problemleri konusunda
sorumluluğumuzun bilincinde olalım. Çözüm sürecinde bunu
yaşayalım, dış politikada yaşayalım, toplumsal
meselelerde millet adına siyaset yapalım. Milleti önceleyelim,
milletin bütün sorunlarının çözümü noktasında hep birlikte
gayret edelim. Tabii ki muhalefet aykırı düşünebilir,
farklı seslere ihtiyacımız da var bizim ama sadece ve sadece
reddetmek üzerine bir muhalefet değil, bize proje geliştiren, bize
öneri getiren bir muhalefet de bizim arzumuz.
Yine, bu süreçte zihniyet değişimi yaptık
dedik, demokratikleşmede adımlar attık dedik. İşte,
olağanüstü hallerden devlet güvenlik mahkemelerine kadar değerli
kardeşlerim, çok ciddi adımlar attık. Bu ülkede bazı etnik
gruplar âdeta yok sayılıyordu, bazı insanlar dillerini
konuşamıyordu; bazı insanlar değerli kardeşlerim,
inançlarını yaşayamıyordu, kültürlerini
yaşayamıyordu. İşte, herkesin inancına saygı
dedik, herkesin ibadetine özgürlük dedik. Kim olursa olsun, ne olursa olsun,
neye inanırsa inansın, benim gibi inanmak zorunda değil herkes
ama herkes inandığı şekilde yaşasın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Aydın, Genel Kurulu
selamlamak üzere son defa açıyorum mikrofonu.
AHMET AYDIN (Devamla) Tekrardan bütçemizin
hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Bütçeye katkı
sunan herkese, bütün gruplara teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Aydın.
Sayın milletvekilleri, söz sırası
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın
Münir Kutluataya aittir.
Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Kutluata, sizin de süreniz otuz dakika. Ek
süre veririm.
MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) Sağ
olun.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2015 yılı merkezî yönetim bütçesinin tamamı üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
Bütçe görüşmelerinde bütçenin yeterliliği,
güvenilirliği, gelirlerin sağlamlığı,
toplanmasındaki adalet, kalkınmaya hizmet edip edemeyeceği,
fakirliğe çare olup olamayacağı, toplum kesimlerinin
önceliklerini belirleyip belirleyemeyeceği tartışılır.
Bu anlamda güzel geleneklerimiz de oluşmuştur. Cumhuriyet tarihimiz
boyunca bütçe görüşmeleri her zaman ciddiye alınmış ve bu
şekilde bütçe görüşmeleri sonuçlanmıştır.
AKP Hükûmetlerinin döneminde bütçe görüşmelerinin
her geçen yıl heyecanını kaybetmesi, bütçelerin arkasında
bulunması gereken siyasi iradenin durumunu ve dayandığı
ekonomik yapının hâlini ortaya koymaktadır.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, içeride
gerçekten konuşulanları duymakta zorlanıyoruz.
MÜNİR KUTLUATA (Devamla) Yeterlilikleri ve
güvenilirlikleri açısından tartışılan bütçeler son iki
yıldır itibarı açısından da
tartışılır olmuştur. Bu nedenle, AKP
iktidarının siyasi hedeflerinin Türk milletinin beklenti ve
hedeflerinden farklı istikamete yöneldiğinin ortaya çıkması
ve bütçenin dayandığı ekonominin yolsuzluk ekonomisine
dönüşmüş olmasının büyük önemi vardır.
Geçen yıl aralık ayında bütçesi
görüşülen AKP Hükûmetinin büyük bir yolsuzluk olayına
karıştığı ortaya çıkmış ve önce 17
Aralık, arkasından da 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk
olayları patlak vermişti. Bu yılın bütçe görüşmelerini
de Milliyetçi Hareket Partisinin ilan etmiş bulunduğu 17-25
Aralık yolsuzlukla mücadele haftası içerisinde görüşüyoruz.
Geçen yıl 20 Aralık tarihinde 2014 yılı bütçesi üzerinde
konuşurken 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olaylarının
çok vahim olduğunu, ancak 17 Aralıktan sonra ortaya çıkan
tablonun yani AKP Hükûmetinin sergilediği tavrın çok daha vahim
olduğunu ifade etmiştim. Nitekim, bu vahim tablonun ardından
patlayan 25 Aralık yolsuzluklarına rağmen adaletin
işlemesinin önü kesilmiş, bu yüzden bu yara toplumun derinlerine
doğru işlemiştir. O tarihte, sadece yolsuzluğa
karışanlar suçlanırken aradan geçen süre içinde gereği
yapılmadığı için yolsuzluk girdabı yolsuzlukları
savunanları, ona göz yumanları, görevini yapmayanları, zaman
zaman maalesef bu Mecliste de şahit olunduğu gibi
alkışlayanları da içine çekmiş bulunmaktadır.
Esasen, bütçelerin yetersizliği bile hükûmetleri
düşürmeye yeterken bizzat Hükûmet üyeleri ve daha ileri makamların
içinde bulunduğu yolsuzluk iddiaları önlenemez,
tartışılamaz ve mahkemelere sevk edilemez hâle gelmiştir.
İktidar, ortaya çıkan yolsuzlukları ne reddedebilmiş ne de
adalete sevk etmiştir, sadece yolsuzlukların Hükûmeti düşürmek
için ortaya çıkarıldığını söylemiştir.
Dünyanın her yerinde yolsuzluğa bulaşan hükûmetler düşerdi
ama Türkiyede maalesef öyle olmadı; düşen, ülkenin itibarı
oldu, iktidarın itibarı oldu ve bu seneki zayıflıktan
görüldüğü gibi bütçenin itibarı oldu.
Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği durumu
değerlendirirken aslında Hükûmetin bir ekonomi politikası
olmadığını, sadece bazı uygulamalar setiyle ülkeyi
yönettiğini daha önceden ifade etmiştik. Üretim yerine ithalatla
yürütülen bir ekonomi, gelir yerine borçla tüketen bir toplum oluşturuldu.
Böyle bir tercihin sonucu olan devamlı yüksek cari açığa
Türkiyenin dayanamayacağı, bunun devam edemeyeceği biliniyordu.
Bunu Hükûmet de biliyordu, bu nedenle ekonomideki her bozulmayı Temel
ekonomik göstergeler sağlam. asılsız teziyle savundu, cari
açık gölgesinde temel göstergelerin sanal olmasını umursamadan
durumu idare etti. Şimdi yolun sonuna gelindi. Temel ekonomik
göstergelerden yüksek olması arzulananlar aşağıya
doğru gitmekte, düşük olması gerekenler dramatik şekilde
yükselmektedir. Yüksek cari açığa rağmen büyüme düşmekte,
tasarruflar düşmekte, yatırımlar düşmektedir. Buna
karşılık enflasyon yükselmekte, işsizlik yükselmekte,
borçlar artmakta, fakirlik artmakta, yolsuzluk artmaktadır. Ekonomide
ortaya çıkan bu toplu bozulma toplumun sosyal bünyesine de sirayet
etmektedir. Cinayetler, cinnetler, kadına yönelik şiddetler; esrar
kullanımının, uyuşturucu kullanımının bu
kadar yaygınlaşması; dalgınlığa bağlı
trafik kazaları, iflaslar, icralar, hepsi bunların işaretidir.
Değerli milletvekilleri, biraz önce burada
konuşan iktidar milletvekili ekonominin iki şekilde
konuşulduğuna dair bir hüküm ortaya koydu, Ya rakamlarla ya da
masallarla. dedi ve bize rakamlara dayanan masallar anlattı. Ben size çok
kısa olarak büyüme, enflasyon, işsizlik ve tasarruflar konusunda
birkaç cümleyle durumu özetlemek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, son üç yıldır
Türkiyenin büyümesi dramatik şekilde düşmektedir. 2012de 2,2;
2013te 3,9; bu sene de 2,8ler civarında gerçekleşeceği
anlaşılmaktadır. Bu Türkiye gibi ekonomiler için resesyona
girilmekte olduğunun işaretidir. Dünyada gelişmekte olan
ülkelerde bu sene için beklenen büyüme oranı yüzde 4,5 iken niye Türkiye
hep gerilerden gitmektedir, bunu iktidara sormak zorundayız. Türkiyede
işsizlik oranı yüzde 10,5ları bulmuş, iş aramaktan
yorulup kenara çekilenleri de dâhil edersek işsizlik ordusu 5,5 milyona
çıkmışken, Türkiye bu işsizlik ordusunun
sayısını 5,5 milyonda tutabilmek için bile yüzde 5 büyümek
mecburiyetinde iken Türkiyenin büyüme rakamları neden resesyon
düzeylerine kadar inmiştir? Bunun bilinmesi, açıklanması, en
azından bu hâlin iktidar tarafından pişkinlikle
savunulmaması gerekiyor.
Gözlerden gizlenen bir başka nokta var:
Yabancılar tarafından satın alınan tesis ve işletmeler
ve sıcak para bir arada düşünüldüğünde Türkiye ekonomisi,
yabancı kazançlarını ödeyebilmek için bile en az yüzde 4 büyümek
mecburiyetindedir. Yani gayrisafi yurt içi hasıladan yabancı
payını düştükten sonra gayrisafi millî hasılayı bir
önceki yılın seviyesinde tutabilmek için bile bu büyüme oranları
gerekirken büyüme üzerinden methiyeler yapmanın veya savunmalar
yapmanın hiçbir anlamı yoktur.
Enflasyon konusuna gelince -çok kısa olarak ifade
etmek istiyorum- Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı en
son ifadelerinden bir tanesinde Türkiyede Merkez Bankasının mucize
yaratacak hâli yok. demek suretiyle enflasyonu düşürme konusunda
iktidarın kendisine düşen görevleri yapmadığını
ifade etmiş oldu.
İşsizlik konusu Türkiyede Hükûmetin tutumu
yüzünden, olduğundan daha yakıcı hâle gelmektedir. Üretime
dayalı büyümenin olmadığı yerde istihdam artmıyor,
işsizlik müzminleşiyor. İthalata dayalı büyüme olsa bile
istihdamın kalitesini bozuyor. Öyle veya böyle, büyüme olmayınca
işsizlik alıp başını gidiyor, yüzde 10,5lara
çıkmış durumdadır ve üstelik daha acısı bir
gelişme, artma trendi içerisindedir. Gelişmiş ülkelerde iş
gücüne katılım oranının bizden en az yüzde 20 fazla
olduğunu kabul edecek olursak işsizliğin vahameti iyice ortaya
çıkacaktır. Bunlar da yetmiyormuş gibi Türkiyede
partizanlık işsizliğin tahribatını çok daha fazla
artırmaktadır. Sağlanan istihdamın çoğu kamuda, oraya
da insanlar doğrudan doğruya AKPlileştirilerek
alınıyor yani kişilerin, insanların, işsizlerin
işe girmeleri için şahsiyetleriyle oynanıyor. Özel sektöre
eleman alımı da siyasi iktidarın kontrolüyle
yürütüldüğünden, insanların AKPnin kapısına düşmeden
iş sahibi olması mümkün görünmüyor. İş arayan gençlerimizin
durumu timsahların kontrolü altında bulunan göletlerden su içmeye
çalışan ürkek ceylanlara benziyor; ya burunlarından
yakalanacaklar ya da susuzluktan ölecekler. Türkiyede işsizliğin
acımasızlığını ortaya koyan tablonun bir cephesi
de budur.
Tasarruflara gelince, değerli milletvekilleri, bu
iktidar, ekonominin can suyu olan tasarrufları Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin en düşük seviyesine indirmiştir. 2012 yılındaki
24 oranının yarısına, 12ye indirmeyi
başarmıştır. Bu, gelişmekte olan ülkelerde yüzde
33-36dır, bazı ülkelerde çok daha yüksektir. Gelişmiş
ülkelerde bile yüzde 20nin üzerinde seyrederken Türkiye ekonomisinin can suyu,
bu iktidar tarafından bu anlamda kesilmiştir.
AKP iktidarı döneminde Türkiyenin toplam
dış borçları 3 katından yüksek artarak 402 milyar dolara
çıkmıştır, dolar olarak söylüyorum rakamı. İç
borçları 436 milyar TLyi aşarak 3 katına
ulaşmıştır, hele hele hanehalkı borçları 58 kat
artmak suretiyle 6 küsur milyardan 350 milyar Türk lirasına
çıkmış bulunmaktadır. Bu tablo üzerine Rakamlarla ekonomi
konuşalım. diyen arkadaşlarımızın hangi
rakamları duymak istediklerini merak ediyorum.
Büyüme konusunda yapılan çok ciddi bir
yanlışlık var değerli milletvekilleri. Büyüme
kıyaslamaları, AKP döneminin büyüme rakamları ile cumhuriyetin
diğer dönemlerinin büyüme rakamları kıyaslanırken her iki
dönemin şartları dikkate alınmıyor. AKPden önceki
dönemlerde hiçbir zaman yüzde 5in altına düşmemiş olan büyüme
oranları, bugünün AKPsinin yüzde 4,7lere düşen büyüme
oranlarıyla karşılaştırılırken gözden
kaçırılan çok önemli bir şey var: O dönemlerin büyümeleri, o
dönemlerin tasarrufları ülkenin kendi imkânlarıyla
sağlanmış ve doğrudan doğruya iktisadi kalkınmaya
intikal etmiş ve bir iktisadi birikim sağlamıştır. Bu iktidarın
dönemindeki büyüme, Cumhuriyet Döneminin bütün birikimlerinin
satılması ve 2014 yılını da işin içine katarsak
395 milyarı bulmuş bir cari açık ve bununla da yetinmeyip
ülkenin otuz kırk yıl ilerisine yönelik yatırımları
özel sektöre kefil olmak suretiyle yaptırırken mega projeler
adı altında ülkenin geleceğe yönelik vergi gelirlerinin ipotek
edilmesi karşılığında olmaktadır. O
bakımdan, şartları eşitlemeden yapılacak büyüme
kıyaslamalarının herhangi bir anlamı olmayacaktır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bu noktaya
nasıl geldiğine bakmak da lazımdır. Üretimden kopmuş
bir ekonominin kalkınma getirmeyeceğini, kalkınma olmayan yerde
gelişme olmayacağını, gelişmenin durduğu hâllerde
de toplumsal yapının yerinde duramayıp bozulmaya
başlayacağını Milliyetçi Hareket Partisi olarak
devamlı söyleyegeldik.
Ekonomide kural dışı diyebileceğimiz
bir yapı oluşturuldu. Ekonomiyi ekonominin kuralları
dışında yönetme arzusu, iktidarı bir ekonomi
politikasına sahip olmaktan alıkoydu, o nedenle dedik ki: AKP
iktidarının bir ekonomi politikası olmamıştır,
olamamıştır. Eğer üretime dayalı bir ekonomi
politikası tercihi yapılmış olsa idi, ülkenin tamamı
zenginleşecekti. AKPnin tercihi yandaşlarını zengin etmek
olunca, bir AKPli zengini çıkarabilmek için on binlerce, yüz binlerce
insanın fakirleşmesi gerekiyordu, nitekim öyle oldu. AKP dönemi
zenginlerinden, bu dönemde türeyen iş adamlarından yatırım
yaparak, üretim yaparak, istihdam sağlayarak büyüyen bir örnek gösteremezsiniz.
Bu iktidar döneminde ekonominin temelleri o kadar yerinden oynadı ki,
üretim faktörleri üretime yönelemez hâle geldi.
AKP iktidarı döneminde sermaye yatırıma
dönüşemiyor, üretim yapamıyor, istihdam sağlayamıyor,
spekülatif kazançların peşinde koşmak zorunda
bırakılıyor; müteşebbis, yatırım yapıp,
istihdam sağlayıp faaliyetini sürdüremiyor, iktidarın
yanaşması hâline getirilip yolsuzluk ve rüşvet çarkına
eklemlenmeye zorlanıyor.
Size, doğal kaynaklar açısından da
örnekler vermek isterim. Doğal kaynaklar üretime gidemiyor, iktidar
yandaşlarının yağmasına tabi tutuluyor. Sakaryadan
bir örnek vermek suretiyle Türkiye'nin bütün illerine tercüman
olacağımı zannediyorum. Hepinizin gözünün önünde, Sapanca
Gölünün, iktidarın yağmasından korunamadığı için
çoraklaşmaya başladığı bilgilerinizin dâhilindedir.
Şimdi, yine Türkiyenin çok yerinde görülen bir yakıcı
örneğinin Sakaryada yaşanmakta olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, mineralli su işleteceği gerekçesiyle bir
yandaşa Sakaryada 49 bin küsur dönüm arazi tahsis ediliyor ve şu
anda muazzam bir orman kırımı var ve çiftçiler, köylüler,
gazeteciler, Sakaryalılar hiç bölgeye yaklaştırılmadan
işlem sürdürülüyor. Buradan söylemek istediğim, ekonominin üretimine
girdi olarak katılmak zorunda olan doğal
kaynaklarımızın iktidar eliyle yağma edildiğidir.
Diğer taraftan, iş gücü üretime katılamıyor, işsizler
ordusuna katılmak mecburiyetindedir. Kural dışı ekonomi
ekonomiyi temellerinden sarsmakla kalmadı, hukuk düzenini de altüst etti
çünkü kural dışı ekonomi, yolsuzluk ekonomisi ancak hukuk
dışı bir yönetim yapısıyla sürdürülebilirdi, nitekim
Türkiyede yapılmaya çalışılan, sağlanmaya
çalışılanın o olduğunu da görüyoruz. O nedenle,
ekonominin tahribatı ve devletin tahribatı ve dahi milletin
fakirleştirilmesi beraber yürütüldü. Bunun sonrasında Ümit var
mı? denilirse, maalesef o da yok, ekonomi politikası olmayan
Hükûmetin istese bile ekonomiyi düzeltecek dirayeti yok. Yeni Başbakan
ümit vermeyi denedi, sonra kendisi de ümitsizliğe düşüp kenara
çekildi. Hatırlayacaksınız, Sayın Davutoğlu 5
Kasım 2014 günü öncelikli dönüşüm programı, yeni eylem
planı gibi isimler altında birtakım başlıklar, fazla
sayıda maddeler açıkladı, sonra Hepsini birden kaldıramazsınız.
demeye getirerek gerisini daha sonra açıklayacağını ifade
etti, şimdi, tefrika hâlinde arada bir açıklıyor. Ancak, ekonomi
çevreleri ve kamuoyu bu söylenenlerin Onuncu Beş Yıllık
Kalkınma Planında aynen olduğunu görünce işi ciddiye
almadı, yeni Başbakanın yeni duyduğu konularda kendini
heyecanlandırmaya çalıştığına hükmetti. Kendisini
dinlerken ümitlenmek şöyle dursun, endişeye kapılmamak mümkün
değildi. Sayın Davutoğlu dış politikada olduğu
gibi bir de ekonomiye merak sararsa Vay halimize. dedirtiyordu. Dürüst
iş adamlarının, esnafımızın, çiftçimizin
maazallah, Türkiye sokaklarında sefalete terk edilmiş 2 milyon
Suriyelinin durumuna düşmesi ihtimali ortaya çıktı çünkü
onları Sayın Davutoğlunun ilgisi bu hâle getirmişti.
Bu arada söylemek
isterim ki, kim 2 milyona yakın Suriyeliyi evinden, yurdundan kopartsa,
buna sebep olup kendi ülkesinin sokaklarına salsa siyaset dünyasından
kopar giderdi ama bizde bu işin faillerinden Dışişleri
Bakanı olan Başbakanlığa, Başbakan olan da
Cumhurbaşkanlığına terfi etti. Bu da bir başka Türkiye
manzarası.
Ortada ekonomi politikası yok, ekonomiye güven yok,
Hükûmetin ekonomi yönetimine de güven yok; ortada tek başına bir
Başbakan Yardımcısı var sayın milletvekilleri. Bu
Başbakan Yardımcısı, o makama PKK terör örgütü kontenjanından
getirilmiş görüntüsü veren Başbakan yardımcıları gibi
itibar kaybına uğramamış, ekonominin durumuyla ilgili
yanlış şeyler söylemeye zorlanınca yüzü kızaran bir
kişi; Sayın Ali Babacandan bahsediyorum. Ekonomiyi iyi
yönettiğinden değil, yalan söylememekten ötürü prim yapmış
bir kişiden bahsediyorum. Nasıl prim yapmasın demek gerekiyor
çünkü devletin en üst kademelerinden her gün, her saat devletin, ülkenin 40
kanalından ve 40 gazetesinden millete en olmayacak yalanlar
tekrarlanırken kendini yalandan uzak tutan insanlarımızın
prim yapmasını normal karşılamak lazım. Bu
Başbakan Yardımcımız -bugün de konuşacak, öyle
anlaşılıyor- yalan söyleyemiyor ama doğruları
söyleyebiliyor mu? derseniz, onları da söyleyemiyor çünkü her
söylediği doğrunun arkasından şiddetle muaheze ediliyor. O
bakımdan, Türkiyede ekonomiden sorumlu olanların bir
kısmının yolsuzlukların içinde olduğunu, bir
kısmının yanında durduğunu, bir
kısmının da söylemesi gerekenleri söyleyemeyecek durumda
olduğunu görüyoruz. Kendisi güven vermeyen ekonominin yönetiminin de güven
vermediğini bu vesileyle ifade etmiş oluyoruz.
Değerli milletvekilleri, AKPnin 17-25 Aralık
yolsuzluklarının yıl dönümü olması, MHPnin de 17-25
Aralığı Yolsuzlukla Mücadele Haftası ilan etmiş
olması dolayısıyla yolsuzluklar üzerinde biraz durmak istiyorum.
AKP iktidarının Türkiyede yolsuzluk
ekonomisini nasıl hâkim kıldığını, ekonominin
süreçlerinin tamamında bu sarsıcılığın nasıl
yaşandığını görüyoruz. Yatırımlarda
yolsuzluk var, üretimde yolsuzluk var, tüketimde yolsuzluk var; istihdamda,
finansta, eğitimde, her yerde yolsuzluk var; nereye
başınızı çevirirseniz yolsuzlukla
karşılaşıyorsunuz. Yatırımların
verildiği iş adamlarının iktidarın yolsuzluk
ortakları hâline getirildiği, her parmak şaklatmada 100
milyonlarca doları yolsuzluk havuzuna aktardıkları, 17-25
Aralık yolsuzluklarının bir parçası olarak gözlerimizin
önüne serilmişti.
İhale Kanunu, ikinci mevzuatı da dâhil olmak
üzere en az 110 kere değiştirilmiş durumdadır. Her ihale
mevzuatı değiştirilmesi yeni bir yolsuzluk usulünün
keşfedildiğinin işareti olmaktadır. Başbakandan
bakanlarına ve diğer AKPlilere kadar iktidarın yolsuzluk
savunması çok dikkat çekicidir. Bu kişiler çıkıp Biz
yolsuzluk yapmadık, yaptırmayız. demiyorlar. Dedikleri
Yolsuzluk olsaydı bu yatırımlar yapılır
mıydı? Dikkatinizi çekiyorum. Âdeta paranın yatırıma
giden kısmına hayıflanır gibi Yolsuzluk olsa idi bu
yatırımlar yapılır mıydı?
İşte, bu 110un üzerinde ihale mevzuatı
değişikliği, yolsuzlukların yatırımlar üzerinden
yapıldığını ortaya koyuyor. O bakımdan, bu tür
savunma sahiplerinin, bu tür savunmanın içine girenlerin bir
ayaklarının nerede olduğuna çok iyi dikkat etmek lazım
gelir diye düşünüyorum. Bakanlardan bir tanesi Yol varsa yolsuzluk
yoktur. diyecek kadar işi basite indiriyor. Bir başka Bakan
Yaptığımız yolların yüzde 70ini üç sene içinde
tazelemek, yenilemek zorunda kaldık. diyerek yol üzerinden yapılan
yolsuzlukları ifade ediyor. Türkiyede böyle bir komedi tiyatrosu
diyaloglarını seyretmeye yüce milletimiz mahkûm ediliyor, mecbur
kılınıyor.
Değerli
milletvekilleri, bu sebeple, sadece yatırımlarda değil
yolsuzluklar, biraz önce ifade ettiğim gibi üretimde de yolsuzluk var.
Zamanım dar, sadece, Soma faciasının, maden patronu ile iktidar
arasındaki yolsuzluk iş birliğinin sonucu olarak madene
yapılması gereken güvenlik harcamalarının
yapılamamasından kaynaklandığı hepinizin
hafızasındadır. Tüketimde de yolsuzluk var. O kadar
sayısız yolsuzluk var ki ama sadece yardım paketlerine,
nerelerden alındıklarına, nasıl verildiklerine, kaça
alındıklarına, kömür torbalarının nasıl
geldiğine bakacak olursanız orada da bunları göreceksiniz.
İstihdamdaki yolsuzlukları muhalefet her hafta açıklıyor,
hepinizin önündedir, biraz önce o konudaki endişeleri dile getirmiş
oldum. Finansta yolsuzluk var, kamu bankaları kaynaklarının
kimlere nasıl akıtıldığını görüyoruz.
Eğitimde yolsuzluk var, sınav sorularının nasıl
ellerde dolaştığını ve nasıl yolsuzlukla
insanların hak etmedikleri yerlere sokulduğunu görüyoruz.
Yandaşa devlet arazisini verip kamu bankasından kredi de
sağlayıp arkadan da devlet hizmet binası diye fahiş
fiyatlarla, fahiş kiralarla devletin zarara sokulması bu yolsuzluk
metotlarının harmanlandığı usuller olarak önümüzde
duruyor. Yolsuzluk sarayının harcamalarına bakın, yüzde
binlere varan maliyetlerine bakın, bunları savunanlara bakın,
yolsuzluk bataklığının nereleri
sardığını hep birlikte görmüş olacağız.
Yolsuzluk örnekleri saymakla bitmiyor sayın milletvekilleri. Ancak
yolsuzluğun niye bu kadar bu ülkede, bu iktidar döneminde hızlı
yayıldığının anlaşılması gerekiyor.
Bunun sebebi de, öyle görülüyor ki, yolsuzluk Türkiyede bu iktidar döneminde
aşağıdan yukarıya doğru
yayılmamıştır -eğer öyle yayılsaydı bu kadar
hızlı gitmeyecekti- yukarıdan aşağıya doğru
yayılmıştır, devletin en üst kademelerinden
aşağıya doğru yayılmıştır, hatta emir
komuta zinciri içerisinde yayıldığı için ülke bu hâle
gelmiş durumdadır.
Peki, şimdi bu durumdayız, Bu durumdan
kurtulmamız mümkün mü? diye soranlar olabilir, sormak gerekir. Evet, bu
durumdan bu iktidar iş başında iken maalesef
kurtulamayacağız, yolsuzluklar bu iktidar varken kesilemeyecek,
Türkiye ekonomisi düze çıkamayacak. Bunun işaretini yeni
Başbakan, Sayın Başbakan 62nci Hükûmet Programını bu
kürsüden sunarken burada ilan etti. Sayın Başbakan 17-25 Aralık
yolsuzluklarına hiç temas etmedi, bunların üzerinin kapatılmaya
çalışılacağının dolaylı işaretini
verdi. Ancak, sözlerinin bir yerinde dedi ki Sayın Başbakan: Biz
yolsuzluklarla mücadele edeceğiz. Şimdi, bunun anlamı çok
açıktı. 17-25 Aralık gibi Türk tarihinde görülmemiş, dünya
tarihinde rastlanmamış bir yolsuzluğun üzerine oturmayı
içine sindiren bir başbakanın, hele yeni bir başbakanın
Ben yolsuzlukla mücadele edeceğim. demesinin anlamı, küçük
hırsızlara verilmiş bir mesaj gibi duruyordu. Yolsuzluk yapacak
olanlar gelip şebekeye kaydolmalıydı, aksi takdirde kendilerine
izin verilmeyeceği anlaşılıyordu.
İşte, Sayın Başbakanı dinlerken,
aklımızdan bunlar geçerken Ziya Paşanın yüz elli sene
önceden haykırdığı ses kulaklarımızda
çınladı. Diyordu ki Ziya Paşa: Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz/
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-i kürektir.
Şimdi
söylemek istiyorum: Sayın Başbakan, 17-25 Aralık
yolsuzluklarının üstüne oturmaya devam edecekseniz, bunu içinize
sindiriyor iseniz, bu konuda tedbir almayacaksanız, toplumu
rahatlatmayacak iseniz, bunu günümüzün Türkçesine çevirip, günümüzün
şartlarına da uyarlayıp Milyarla çalan devletin tepesinde,
küçük hırsızlar iktidarın pençesindedir. deyip yolsuzluk
sarayının alnına çok uzaklardan görülecek şekilde
çakmalısınız. Hatta, devlet dairelerindeki Adalet mülkün
temelidir. tabelalarını bununla değiştirmelisiniz.
Değerli milletvekilleri, AKPnin 2 temel hedefi var,
herkesin malumudur, 2 de gündemi var. Bunlardan bir tanesi, terör örgütünün
taleplerinin gerçekleştirilmesidir; bir tanesi de, bu arada yolsuzluk
ekonomisinin sürdürülebilmesidir. Bütün icraatlar, bütün konuşmalar bunu
gösteriyor, hepimiz de bunu biliyoruz. Gidişatın iyi
olmadığını, AKP iktidarının bölücülük ve
yolsuzluk ayakları üzerinde yürümeye
çalıştığını görüyoruz. AKPnin bu hâliyle daha
ileri gitmesine Türk milletinin izin vermeyeceğini biliyoruz ve 2015
yılı seçimlerinin Türkiyenin demokrasi içinde kurtarılması
için bir fırsat olduğunu Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüyoruz.
Türkiyenin bu tabloyu daha fazla kaldıramayacağı
açıktır. O bakımdan, milletimizi AKP tarafından içine
itildiği çaresizlikten çıkarmak zorundayız. Beş buçuk ay
sonra yapılacak seçimlerde milletimizin bu yıkımdan
kurtulacağını ümit ediyoruz. O nedenle, burada ifade etmek
istiyorum: Milliyetçi Hareket Partisi, inşallah, milletimizin bu haziran
ayındaki takdiriyle iktidar olacak ve derhâl milletimize
rahatlatıcı, kalkınmacı ve gelişmeci
politikalarını takdim edecektir. Türk toplumunun borçlu, fakir,
ümitsiz, çaresiz kesimleri Milliyetçi Hareket Partisinin rahatlatıcı
politikalarıyla, hazırlıklarıyla nefes almaya iktidara
geldiğinin ilk günlerinden itibaren başlayacaklardır.
İş çevreleri, esnafımız, çiftçimiz, işçilerimiz,
üretime gerektiği gibi katılamayan toplum kesimleri kendilerini
Milliyetçi Hareket Partisinin kalkınmacı politikalarının
kucaklayıcılığı içinde bulacaklardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Kultuata, süreniz doldu. Size de
aynı şekilde ek süre veriyorum.
Buyurun.
MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz, öğretim
üyeleri, gerçek aydınlar, iktidarın paspası hâline
getirilmemiş sanatçılarımız, gençlerimiz,
kadınlarımız Milliyetçi Hareket Partisinin gelişmeci
politikalarıyla içine sürüklendikleri olumsuz ruh hâlinden
kurtulacaklardır.
Değerli milletvekilleri, son olarak, Yeni Türkiye
tabirinin çok kullanıldığını, hatta bunların
Başbakan tarafından flamalar hâlinde milletin nefes
almasını engelleyecek tarzda ülkenin her yerine, Ankaranın her
direğine asıldığını gördük, görüyoruz. Bugün de
söylendi, çok sık kullanılıyor. Yeni Türkiye'nin bölücülerin
Türkiyesi olduğunu, yeni Türkiye'nin yolsuzların Türkiyesi
olduğunu, yeni Türkiye'nin yolsuzları ve bölücüleri destekleyen
milliyetsiz kesimlerin Türkiyesi olduğunu herkes biliyor. Bu konuda
ısrar etmenin, bunu tekrar tekrar dile getirmenin Türk milletinin
direncini kıracağı düşünülüyorsa tam tersi olmaktadır
çünkü hiç kimse, Türk milletinin hiçbir ferdi ve Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye'nin
yolsuzlukların, soysuzlukların ve bölücülüklerin hâkim olduğu
bir ülke hâline gelmesine izin vermeyecektir. O bakımdan, tavsiyemiz
şudur: Lütfen kendinizi gerçek Türkiye'nin, büyük Türkiye'nin, Türkiye
Cumhuriyetinin bir evladı sayınız, bir parçası
sayınız ve hizmet edebiliyorsanız ediniz; yoksa, size Türkiyede
böyle bir dünya bağışlanmayacak. Herkes bunu bilmeli, bu anlamda
da kendi var olan itibarlarını bu yolda paspas hâline getirmemelerini
tavsiye ediyorum.
Bu tespitler ve duygular içinde bütçenin her şeye
rağmen milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Kutluata.
MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul)
Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun efendim.
MİHRİMAH
BELMA SATIR (İstanbul) Sayın konuşmacı
konuşmasının son bölümünde özellikle yolsuzların,
milliyetsizlerin Türkiyesi gibi birtakım sözler söyledi. Bu
konuşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisine, halkın iradesiyle
geldiğimiz bu yere yakışmadığını, kendisini
kınadığımı söylemek istiyorum.
Teşekkür
ederim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Hükûmet cevap versin Hükûmet,
grup değil Hükûmet cevap versin.
BAŞKAN Peki, teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci söz,
İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vurala
aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Vural, sizin de süreniz otuz dakika.
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2015 bütçesi üzerinde son konuşmayı yapmak üzere Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle,
aziz milletimizi ve onun saygıdeğer vekillerini Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına saygılarımla selamlıyorum.
Evet, bugün, Davutoğlu Hükûmetinin ilk bütçesini
görüşüyoruz ama bugün Sayın Davutoğlu yok burada. Bu salonlarda
sadece 3 bakan, 33 vekil var AKPnin çoğunluk iradesiyle.
Şimdi, bir başbakanın eğer kendi
bütçesini parlamentoda dinleyecek, eleştiri dinleyecek cesareti yoksa, bu
bütçesine sahip çıkmıyorsa, o zaman bu bütçeye neden Hayır.
dememiz gerektiği gayet açık ve net ortaya çıkıyor. (MHP ve
CHP sıralarından alkışlar) Bir başbakan bütçesine
sahip çıkamıyor. Bir başbakan kendisi için yapılan
başbakanlık binasını bile selefine terk edip götürmesine
izin vermiş bir başbakan
(MHP sıralarından
alkışlar) Bakanlar Kurulunun kimin başkanlığında
toplanacağını eski bir milletvekili
aracılılığıyla öğrenen bir başbakanın
bütçesine bu milletin aziz vekilleri nasıl Evet. diyebilir? Böyle bir
başbakanın bütçesi millete ne hayır getirebilir? Onun için,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz böyle bir anlayışla devleti
yönetenlere, halkın bütçesine sahip çıkamayan bir
Başbakanın bütçesine peşinen Hayır. demeyi bir görev
addediyoruz. Umuyor ve diliyorum ki, Adalet ve Kalkınma Partisi
çoğunluğu da kendi bütçesine sahip çıkmayan bir iradeye
karşı milletin çoğunluğu olarak Hayır. iradesini
ortaya koyar.
On üç
yıldır Türkiye'yi yönetenler var, tek başına yönetiyor.
Yaptıkları vardır, hizmetleri vardır, bunu değerli
milletvekilleri ve bakanlar anlattı, Milliyetçi Hareket Partisi
milletvekilleri olarak da eksiklikleri, yapılamayanları, daha iyi
yapılacakları anlattık. Bugüne kadar milletimize kim hizmet
etmişse hepsinin kadrini bildik, geçmişi inkâr etmedik, Geçmişte
bir şey yapılmamış. demedik. Bugüne kadar hizmet eden
bütün hükûmetlerin yaptıkları iyi şeylerden dolayı hepsine
Allah razı olsun. dedik; gocunmadık, gocunmayacağız.
Kimisi imkânlar dâhilinde, şartlar dâhilinde az, bazıları fazla yapmış
olabilir. Kimisi az yapmıştır, çok söylemiştir; kimisi
yapılanları inkâr etmiştir; kimisi çok yapmıştır,
az söylemiştir ama kimisi temel atmıştır, kimisi bu temelin
üzerine oturmuştur. Evet, yapılmıştır elbette
bazı şeyler. Rakamlar ve bugün Türkiyeyi yöneten bir muhafazakâr
demokrat olduğunu söyleyen bir iktidar. Aman Allahım, rakamlar
içerisinde eğip büküyorlar, Şöyle yaptık, böyle yaptık.,
kendilerini Cumhuriyet Dönemiyle kıyaslıyorlar ama bir muhafazakâr
demokrat olduğunu söyleyen bir iradenin kendisini böylesine bir maddeci
felsefeye terk etmesi ama toplumun temel değerlerinin nereye
gittiğinden bihaber olması, işte, Türkiyenin yozlaşan bir
siyaset anlayışının tezahürüdür. Evet, bugün sormamız
gereken husus budur. Gerçekten bizi biz yapan değerler var. Biz kimiz?
Evet, bir insan olarak yaratılış felsefemiz var,
yaratılış gayemiz var; bir milletin var oluş sebepleri
vardır, bir devletin kuruluş felsefesi vardır; ailemiz
vardır, dinimiz vardır, millî değerlerimiz vardır;
kimliğimiz, kültürümüz vardır. Türkiyeyi on üç yıldır
yürüten, yöneten bir iktidar bugün Bu değerler nereye gidiyor? diye
sormaz mı? Bize yön veren değerler var. Sizler tesadüfen mi buraya
geldiniz? Bir millî iradeyse bugün millî iradeyi temsil edenler tarihimizin,
ecdadımızın, medeniyetimizin bıraktığı bu
değerleri düşünmeden Türkiyeyi yönetebilirler mi? Türkiye nereye
gidiyor? Onun için, bugün belki de her şeyden önce bu değerler
istikametinde Türkiyenin nereye gideceğini bilmemiz gerekiyor.
Nizamülmülk Siyasetnamesinde diyor ki: Evet, idare kanallar, köprüler,
şehirler kurar ama bundan daha önemlisi adaletle hükmeder çünkü ülke
kanunla genişler ve dünya düzene girer; ülke zulümle eksilir ve dünya
bozulur. Evet, Nizamülmülk, bugün sık sık kullanılan bir deyim
var, Çalıyorlar ama çalışıyorlar. sözlerine bin yıl
öncesinden aslında ne güzel cevap veriyor değil mi?
Çalışacaksın ama çalmayacaksın. (MHP ve CHP
sıralarından alkışlar) Çalışacaksın ama
çalmayacaksın. diyor Nizamülmülk. Evet, köprüler yapılır
yıkılır, yollar yapılır yıkılır ama
adalet yıkılırsa, milletin inançları, değerleri
yıkılırsa yeniden yapılamaz. Millî kimliği
yıkarsanız yeniden yapamazsınız, dinimizi
yozlaştırırsanız yeniden kuramazsınız.
İşte, bu yüzdendir ki dönemin Şam valisinin bir gayrimüslimin
arsasının üzerine zorla cami yapma girişimi
karşısında, Hazreti Ömer onu Camiyi yık ama adaleti
yıkma. diyerek uyarmaktadır. Evet, yüzlerce cami yapabilirsiniz
ancak milletin devletine, adaletine olan inancını
yıkarsanız bir daha tamir edemezsiniz.
Evet, bugün burada
Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülkün işaret ettiği hayati ve kadim
uyarının ne anlama geldiğinden bahsedeceğim.
Değerlerimiz istikâmetinde Türkiyeyi on üç yıldır yöneten bu
iktidarın Türkiyenin değerlerini nasıl
yozlaştırdığından bahsedeceğim. Evet, bugün
geldiğimiz bu noktada, bütün bu yapılanları dikkate
aldığımızda, bizim bugün dile getirdiğimiz hususlar
Evet, Namık Kemal Baisi şekva bize hüznü umumidir Kemal/ Kendi derdi
gönlümün billah gelmez yâdına. diyor.
Evet, şikâyetlerimiz milletin genel meseleleridir,
kendi derdimiz değil, onun bunun derdi değil. Ama, biz,
insanımız nereye gidiyor, ailemiz nereye gidiyor, milletimiz nereye
gidiyor, devletimiz nereye gidiyor, adalet nereye gidiyor, özgürlükler nereye
gidiyor diye soruyoruz. Evet, bütün bu soruları sormaya devam edeceğiz.
Kendi derdimizden, bireysel sorunlarımızdan ziyade, milletimizi üzen,
milleti devletinden, çocuğu aileden koparan, mütedeyyini dininden
soğutan, adalete pranga vuran, vicdanlarımızı kanatan
politikalara, halka reva görülen uygulamalara, hükûmet edenlerin çelişkili
siyasetine işaret etmek istiyorum.
Bugün eleştireceğim konu, bütün bu
sorunların temelinde, merkezde milletimizin oluşturduğu
değerlerin yozlaşması vardır. Bu milleti millet yapan
değerler yozlaşıyor, yok oluyor farkında mısınız
acaba? Gerçekten, tarih boyunca bize yön veren değerler vardır,
metinler vardır. Millet, devlet, adalet, hak ve hukuk gibi bizi
biz yapan, bizim biz kalmamızı sağlayan kavramlar vardır.
Bugün millî iradeyi temsil edenler burada;
unutmasınlar ki kendilerinin burada bir varlık sebebi vardır. Bu
milletin bir varoluşu vardır, temsil ettiğiniz insanların
bir onuru vardır, bir devleti kuranların felsefesi vardır;
bunları görmeyerek, bunları yok ederek geleceğe istikamet veremezsiniz.
Bugün, işte, geldiğimiz bu noktada, gerçekten, bu değerlere biz
bengi diyoruz yani ölümsüzleşmiştir bu değerler. Evet, bu
değerler bizim için insan, millet, vatan, adalet, erdem,
ahlak, hürriyet gibi değerlerdir. Değerli milletvekilleri,
sağlıklı toplumlar bu kavramlara verdikleri önemle eş
değer olarak var oluyorlar.
Sürekli olarak söyleniyor: İnsanı yaşat
ki devlet yaşasın. Evet, Cenabıhak diyor İnsan
eşrefi mahlukattır. Şimdi, işte, bugün geldiğimiz bu
noktada devletlerin itibarı saraylarla, köşklerle değil
insanına verdiği değerle ölçülür. Kur'an-ı Kerim
eşrefi mahlukat demişse, İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın. demişse Şeyh Edebali, o zaman burada bizim bu
konularda insanın nereye gittiğini sorgulamamız gerekiyor.
2013 yılının Kutlu Doğum
Haftasının konusu insan onuruydu. Bir insan Allahın kendisine
verdiği onur, izzet ve şerefle dünyaya gelir. İnsanın
hürriyeti onurudur. Maalesef bugün insan hürriyetini garanti edecek bir ahlaki,
siyasi ve hukuki ortam yoktur. İnsanlar izleniyor, dinleniyor, fişleniyor,
kendi kimliklerine göre ayrıştırılıyor,
çatıştırılıyor, düşman kılınıyor,
kindar nesiller meydana getiriliyor. Ve bugün geldiğimiz bu noktada
sırf Siyaseten aykırı. diye düşmanlar üretiliyor. Kendi
yandaşları, çevresindekileri dost; kendisiyle beraber, birlikte
olmayanları düşman gösteriyor. Maalesef giderek tekelleşen
kamusal güç insanı bir korku tüneline sokmuştur. Yasama, yürütme,
yargı, medya gibi kamu güçleri tekelleşmiş, denge ve denetimden
uzak bir hâle gelmiştir. Evet, bir insanın kendisini yöneten bu kamu
güçlerine sahip olanların faaliyetlerinden haberdar olma hakkı
vardır ama maalesef insanların bu gelişmeler hakkında haber
alma hürriyetleri bile kısıtlanmaktadır. Medya özgürlüğü
dediğimiz şey, aslında insanın haber alma özgürlüğüdür
ama medyaya verilen cezalar, ama ağlatılan medya patronları,
Alo Fatihlerle, Alo Mustafalarla yönlendirilen ey şanlı medya,
Dükkân senin, aleyhinde yazanları at. denilen medya, değerli medya
İşte, basına müdahaleyle, havuç, havuz ve sopa yöntemiyle
baskı altına alınan medya aracılığıyla
toplum köleleştiriliyor; görmeyen, duymayan, konuşmayan bir toplum
oluşturulmak isteniyor. Güç sahibi eline geçirmiş gücünü, halkın
haber alma hürriyetini kısıtlıyor. Böylece, gelişmelerden
habersiz, insanları beyaz asa sopasıyla, medyasıyla yönlendirmek
ve yönetmek istemektedirler. Evet Bütün insanlar Allahın huzurunda
tarağın dişleri gibi eşittir. diyor. Evet, bizim akidemiz
bu. Allahın verdiği değeri günlük hayatta da korumamız
gerekmiyor mu? Ama gelin görün ki Kadın ve erkeğin
eşitliği, fıtratında yoktur. diyen bir siyaset bu
akidemizi dahi çarpıtmaktan çekinmemiştir.
Evet, devletlerin birincil görevi,
vatandaşlarına, insan onuruna, şeref ve haysiyetine uygun
standartları sunmaktır. Neresinden bakarsak bakalım,
insanımızın onuru, şerefi, izzeti maalesef dumura
uğramıştır. Sokakta kalmış çocuğun onuru
bizim onurumuzdur. Ayazda mendil satarak geçinen kadının onuru
bizimdir. Şiddete maruz kalan kadınların onuru bizim
onurumuzdur. Geçinemeyen emekli, 1 milyonu aşkın taşeron
işçi, evine götüreceği lokmanın sayısını sayarak
alan bir asgari ücretli, milyonlar bizim onurumuzdur. Geçim kaynağı
olan zeytin ağacı kesilen, kesilirken hor görülen köylü bizim
onurumuzdur. Toprağını ekemeyen, ektiğini biçemeyen,
biçtiğini satamayan, sattığıyla doyamayan köylü bizim
onurumuzdur. Takma ayağıyla belediye otobüsünden darpla indirilen
gazimizin onuru bizim onurumuzdur. Somada kurtarıldığı
maden kazasından sonra yattığı sedye kirlenmesin diye
çizmesini çıkarmak isteyen işçi kardeşimizin onuru bizim
onurumuzdur. Ermenekte delik lastik ayakkabı giyen Recep amcanın
onuru bizim onurumuzdur. Bayramiçte evi yanan yaşlı çiftin, yeni ev
yapılması için kendilerine gönderilen yardımların devam
etmesi üzerine Artık yeter, göndermeyin. Bu, bize yeter. diyen Hüseyin
Alacaoğlunun onuru bizim onurumuzdur. Parkta yaşamını
sürdürmek zorunda kalan Batmanlı Gülşen ailesinin onuru bizim
onurumuzdur. 600 TLlik işitme cihazını alamayan Cengiz
amcanın onuru bizim onurumuzdur. Borçlarını ödemediği için
intihar eden Gaziantepli esnafların onuru, Mustafa Akkollar, Cemil
Güllerin onuru bizim onurumuzdur. Çorumda yıkık dökük bir evde
kalan, ekonomik zorluklar için kanser tedavisi gören ve oğlu
tarafından terk edilen teyzenin onuru bizim onurumuzdur. Aydında
çöpten ekmek arayan teyzemizin onuru bizim onurumuzdur. Merdiven yıkayarak
geçinmeye çalışan, yeni doğan bebeğine bakamayarak
sokaklarda bırakmak zorunda kalan Sivaslı annenin onuru bizim
onurumuzdur. İki göz odada hayat mücadelesi, çocuklarına ekmek
götüremediğini söyleyen böbrek hastası Adanalı Nurullah Özenin
onuru bizim onurumuzdur. Onuru ve itibarı sarayın
ihtişamında arayanların, Saray milletindir. diyerek milletle
alay edenlerin milletin bu iç acıtan hâllerinden bihaber olmaları ne
kadar ibretliktir, ne kadar ibretliktir.
Değerli milletvekilleri, işte, bu tablo
karşısında, insanın geldiği bu tablo
karşısında insanın hangi durumda olduğunu hepiniz
idrak etmeniz gerekiyor. Uyuşturucu yaşı 10a düşmüş,
fuhuş yaşı 13e düşmüş. En zengin yüzde 10, ülke
varlıklarının yüzde 80ine sahip. Gelir
dağılımı içerisinde, 21 ülke içerisinde sondan 2nciyiz.
Barınmada 36 ülkeden 36ncıyız. Türkiye, Yaşam Kalitesi
Endeksinde maalesef son sıralarda. Türkiye'de insanın hayat kalitesi
uluslararası rekabet endekslerine göre maalesef mümkün değil,
maalesef gerilerdedir. Dünya Ekonomik Forumunun Cinsiyet Uçurumu Raporuna
göre Türkiye 134 ülke içerisinde 134üncüdür. 2014 yılının ilk
dokuz ayında 207 kadın cinayeti gerçekleşmiştir.
Şimdi, bütün
bu mukayese ve bu yaşadıklarımızı dikkate
aldığımızda hani İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın. diyordunuz? Bu tablo karşısında bir
düşünmek, insan nereye gidiyor, nasıl yalnızlaşıyor
bir bakmak gerekiyor. Mesele tek başına insan
mıdır? Hayır, değil, elbette değil.
Aşırı bireycilik kültürünün toplumsal normlar alanına
taşınmasının bütün olarak otorite unsurlarını
aşındırdığını, aileleri, mahalleleri,
milletleri bir arada tutan bağları
zayıflattığını dikkate almamız lazım. Evet,
bir insana mücerret olarak, sadece insan olarak, sadece bir birey olarak
bakmamamız lazım ama insanın yaşadığı sosyal
ortamı, ailesini görmek lazım. Bugün geldiğimiz bu noktada,
gerçekten, sosyal sermayemizin en önemli unsurlarından biri olan ve bizim
birliktelik sanatımız olan ailemizin durumu hangi ortamdadır,
nasıl bir durumdur? Acaba bunu görebiliyor muyuz? Evet, aile toplumun
temel taşıdır. Aile toplumun temel taşı olduğu
gibi, ülkenin, geleceğin de bugünden inşasıdır.
İnsana
saygı, hoşgörü, sevgi kavramları aile ocağında
öğrenilir. Doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık vatan ve
millet sevgisi aile ocağında öğrenilir. Hürriyet, şahsiyet,
demokrasi kültürü aile ocağında öğrenilir. Aile bir
tuğladır, millet de, devlet de onun üzerine inşa edilir.
Tuğla ne kadar sağlamsa millet de, devlet de o kadar sağlam
olur.
Anayasamız
Aile toplumun temelidir. diyor. Peki, bugünkü manzara nedir? Değerli
milletvekilleri, bugün aile kurumumuz büyük bir tehdit altındadır.
Bugün gördüğümüz, gençlerde meydana gelen suçların ve kusurların
yüzde 90,36sının aile ve çevresinden kaynaklandığı
anlaşılmıştır. Huzursuz bir aile ortamında
yetişen her 100 gençten 78i, huzurlu bir ortamda yetişen her 100
çocuktan 4ü suç işlemektedir. Boşanma sayısı son on
yılda yüzde 40 artmıştır, aileler yıkılıyor.
Neden yıkılıyor diye bir baktınız mı?
Boşanan çift sayısının yılda 100 binleri
aştığı bir ortamda toplumun temeli sayılan aileyi
nasıl ayakta tutabiliriz? Bu bakımdan, bir toplumun geleceğini
tahmin etmek istiyorsanız değerler açısından aile
yapısına bakmalıyız.
19
milyon ailemiz var. Bu 19 milyon ailenin yüzde 78,8i 1,9 milyar TL ve
altında gelirle geçinmeye çalışıyor. Aile yapısı
araştırmalarına göre, hanelerin sadece yüzde 5i yoksulluk
sınırı olarak tespit edilen 3.200 TLnin üzerinde. Bugün
geldiğimiz bu noktada hanehalkının borçluluğu yüzde 52ye
varmış. Evet, 2002 yılında yüzde 2 olan bu borçluluk bugün
yüzde 52ye ulaşmış.
Her
konuşmalarında Bugüne kadar ne yaptıysak aile için yaptık,
aile saadeti, ailenin huzuru, refahı için yaptık. diyenler, bu
rakamlardan, ailenin içinde bulunduğu ortamdan haberdar
mısınız? Aile değil, sivil toplum örgütlerimiz var, meslek
örgütlerimiz var, vakıflarımız var -sosyal sermayede- insanlar,
bu vakıflar bu toplum örgütleri içerisinde yer alarak kendilerini güvende
hisseden faaliyetlerde bulunur. Ama, maalesef bugün Türkiyede sivil toplum
örgütlerine baskı var. Federasyonlara, spor federasyonlarının
özerkliğine bile bir baskı var. Vakıflar, aile destekli
vakıflar hâlinde devletin beytülmalinden zenginleşerek hizmet verme
gayreti içerisine girmiş. Bugünlerde, maalesef, hayır kurumları,
eğitim kurumları, hepsi horlanır hâle gelmiş. Çevreye sahip
çıkanlar darbeci olarak nitelendirilmiş. Türkiye'nin geldiği bu
noktada, maalesef, parti devleti anlayışı içerisinde bu sosyal
kurumlarımız, sosyal sermayemiz, sivil toplum ve mesleki örgütler dâhil
olmak üzere, eğitim kurumları, hayır kurumları, hepsi
tehdit altındadır. Maalesef huzurlu bir yer bırakmıyorlar
bize.
Değerli milletvekilleri, hepimizin hep beraber,
birlikte
Bir insanın en önemli sosyal sermayelerinden biri millettir. Bir
millet olarak bu coğrafyayı vatan yapmışız, millet
olarak birbirimizi anlamışız, millî kimliğimiz
oluşmuş, millî kültürümüz oluşmuş, millî tarihimiz
oluşmuş. Tarih bu coğrafyayı vatan yapan Türk milletiyle
müşerref olmuş. Hep beraber, birlikte millî kimliğimizi ve kültürümüzü
inşa etmişiz. Cenabıhak Kur'an-ı Kerimde Ey insanlar,
sizi birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ayırdık.
diye buyuruyor. Milletimizi, kabilelere, 36 etnik gruba ayırıp,
daraltıp daraltıp dağılmak ve dövüşmek için
değil, tanışıp yardımlaşmak, güzel ahlakları
tatbik ederek daha büyük, daha güzel toplumlar meydana getirmek, korunmak
içindir. diyor Yüce Allah. Ama, siz ne yapıyorsunuz? Binlerce
yıldır tanışmış milletimizi, millî
kimliğiyle, millî kültürüyle, itikadıyla, diniyle, millî ve manevi
değerleriyle beraber, birlikte olmuş bu milletimizi etnik kimliklere
ayırarak Cenabıhakkın Tanışasınız diye
sizi milletler hâlinde yarattık. diyen bu akidesine aykırı bir
şekilde, Peygamber Efendimizin nehyettiği ırkçılık
eksininde topluma bakıyorlar. Millete böyle bir bakış
açısının bu milleti götüreceği bir nokta yoktur.
Evet, milletler birbirini anlayan insanların bir
araya geldiği, kader birliği eden topluluklardır. Maalesef
bugün, Cumhurbaşkanlığı Forsunda yer alan 16 devlete
adını veren Türk milletinin adının Anayasadan
çıkartılmasına şahitlik ediyoruz. Maalesef bugün ülkemizi
yöneten zihniyet, bu coğrafyayı vatan yapan ve bu
coğrafyayı vatanlaştırarak bütünleştiren, bir kader birliği yapan
milletimizin adını dahi zikretmiyor. Her milletin bir adı
vardır. Fransada yaşayana Fransalı mı diyorsunuz? Rusyada
yaşayana Rusyalı mı diyorsunuz? İngilterede yaşayana
İngiltereli mi diyorsunuz? Mensubiyet şuuru içerisinde yer aldığımız
bu milletin adı Türk milletidir, Türkiyeli değil.
Bakınız, Pakistanın büyük şairi var.
Peygamber Efendimizi rüyasında görüyor. Peygamber Efendimiz soruyor,
diyor ki: Bana ne getirdin İkbal? Soruyu tekrar ediyor Bana ne
getirdin? diye söylüyor. Evet, Muhammed İkbal diyor ki: İslamiyet
için, devletlerin bekası için savaşırken şehit olan
Türklerin kanını getirdim ya Resulullah. Bu cevap Peygamber
Efendimizin katında kabul görüyor ve Muhammed İkbal seviniyor. Ne
yapacaksınız, Muhammed İkbalin Peygamber Efendimize
söylediği, Türklerin kanını getirdim. dediği bu kanı
da 36ya mı böleceksiniz, ne yapacaksınız?
Evet, Muhammed İkbalin Türk milletine duası
budur:
Allahım, lütfunla, kereminle bu milletin
ağacı yeşildir.
Senin kereminden bu millet bugün hâlâ
yaşayabilmektedir.
Allahım, İslam milletine
kıpırdanış, silkiniş imkânı
bağışla,
Hazreti Ali gönlü, Hazreti Ebubekir sadakati ve
ihlası bağışla.
Bu ümmetin ciğerine Muhammed (SAV)
aşkının okunu sapla.
Yeniden dünyaya hâkim olma arzusu uyandır onlarda.
diyor.
Şimdi, ne yapıyoruz? Muhammed İkbalin
övdüğü milletimizin adını silmeye çalışıyoruz,
etnik kimliklere ayırmaya çalışıyoruz.
Değerli milletvekilleri, sizler birer milletvekili
olarak burada yoksunuz. Sizlerin tarihe, millete karşı sorumluluğunuz
vardır. Bugün, aldığınız oylarla sadece, sadece
milletin iradesini temsil ediyorsunuz ama bir millî irade olmak için bu
milletin adına, bu milletin değerlerine sahip çıkmanız
gerekir. Muhammed İkbal, ilk Türkiye seyahatine
çıktığında Türk hava sahasına girildiğinde bana
haber vermelerini söyleyin. diyor. Haber verilmesi üzerine ayağa
kalkıyor ve ayakta duruyor, diyor ki: Bu topraklar mübarek
topraklardır. Bu mukaddes mekânda yaşayan millet de öyle bir millettir
ki yıllarca İslamın muhafızlığını
yapmıştır. Eğer Türk milleti olmasaydı, İslam,
Arap Yarımadasına hapsolurdu. Bunun içindir ki gönlümde Hazreti
Mevlâna'ya ve onun necip milletine karşı sonsuz bir saygım vardır.
İşte bundan dolayı yani onlara hürmeten ayağa
kalktım. Ne hazindir ki bugün Türkiyeyi yöneten çoğunluk
iktidarı bu milletin adından bahsetmiyor, katliamcı ilan ediyor
ve maalesef, bu milleti bölmek isteyen Marksist, Leninist bölücü çetelerle bu
milletin adına, bu devletin yapısına yönelik çözüm projeleri
getiriyor.
Evet, bu topraklarda birbiriyle
tanışmış milletimiz etnik kimliklere bölünmek isteniyorsa
bu, cehalet, cahiliye döneminin zihniyetidir. Bugün geldiğimiz bu noktada
milliyetçiliği ayaklar altına alanlar aslında sizi buraya getiren
millî iradenin tarihini, itikadını, anlayışını,
manevi değerlerini ayaklar altına alıyorlar. Ne hazindir ki
bugün görüştüğümüz, bütçesini görüştüğümüz Davutoğlu
bile milliyetçilikle hesaplaşmak istiyor. Nedir derdiniz bu milletle? Yedi
düveli geldi, bu milletle baş edemedi ama çoğunluğun iradesini
temsil eden insanlar, nedir derdiniz millî kimlikle, nedir derdiniz
milliyetçilikle, nedir derdiniz Türk milletinin adıyla, nedir derdiniz?
Onun için bunları sormamız gerekiyor.
Bugün geldiğimiz bu noktada gerçekten... Mehmet Akif
diyor ki: Milletler topla, tüfekle yıkılmaz; milletler ancak kendi
arasındaki bağlar çözülerek yıkılır. Herkes, kendi
başının derdine, kendi menfaatine düştüğü zaman
yıkılır ve Kürdistan diye ilan edilen meseleler aslında
düşmanın meselesidir. Ne oldu ki bugün Türkiyede, Türkiyeyi
yönetenler Türkiye'nin bir Kürt meselesi, bir Kürdistan meselesi diyor,
Diyarbakırda Kürdistana selam. diyorlar? Evet, nerelere geldik
değerli milletvekilleri? Bugün geldiğimiz bu noktada Milletim nevi
beşer, vatanım ruyi zemin. diyenler, nifak tohumu ekenler, 36 etnik
gruptan bahsedenler, adından rahatsız olanlar, dilinden rahatsız
olanlar var. Rahatsız olmaya devam edecekler, biz de onları
rahatsız etmeye devam edeceğiz.
Değerli milletvekilleri, sahip olduğumuz en
önemli değerlerden biri dinimizdir. Maalesef, bugün geldiğimiz bu
noktada bu değerlerimiz siyaset ve ticaret aracı olarak
kullanılmaktadır. Dinî değerlerimiz
yozlaştırılıyor, içi boş hâle getiriliyor.
İnsanların Allah rızası için verdiği sadakalar,
fitreler, zekâtlar birileri tarafından siyaset ve ticaret aracı
olarak kullanılıyor. Evet, çalıyor ama
çalışıyor. diyerek dinimizin nehyettiği şeyler
meşrulaştırılıyor. Yolsuzluk hırsızlık
değildir. diye fetvalar veriliyor. Liderlerini başkan yapanlar oldu,
padişah yapanlar oldu, sultan yapanlar oldu, halife yapanlar oldu, Orta
Doğunun lideri yapanlar oldu, İslam dünyasının imamı
yapanlar oldu, dünya lideri yapanlar oldu, haşa, ikinci peygamber olarak
ilan edenler oldu. Hızını alamayan bir diğer gafil
Allahın bütün vasıflarını üzerinde taşıyor.
diyebildi. Bir diğer gafil Allah şirk, devlet şerik kabul
etmez. dedi. Başka bir zavallı Biz varsak varsınız,
yoksak yoksunuz. diyerek bütün varlık, varidadı ona
bağladı. Bir diğeri Erdoğan Türkiye'nin ezelî ve ebedî
başkanıdır. dedi. Doğduğu şehri mübarek ilan
ettiler. Çıktığı televizyon yere konulmaz. dediler.
Peygamber Efendimizin sünnetine paralel onun sünnetine uymayı
tembihlediler. Ona dokunmak ibadettir, üslubu bize Allahın bir lütfudur,
Allahın gönderdiği bir lütuftur. dediler. Haşa, Kibir de,
gurur da sadece Allaha aittir. diyecek kadar şuur kaybına
uğradılar. Tarihin ve coğrafyanın kendisi için kıyama
kalktığını söyleyenler oldu. Hazreti İbrahime uzanan
davanın son neferi ilan ettiler. Bütün bu sapıklıklar ve
dalaletlerle
Biz zahmet için geldik, gazap için değil. Rahmetimiz
gazabımızı aşacak. diyecek kadar şirazeden
çıktılar. Bir diğeri Peygamber Efendimize gurur isnat etti.
Arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bu
atıflarla nasıl bir yozlaşmayla karşı karşıya
olduğumuzu idrak edebiliyor musunuz? Gözler ve kulaklar şehadet etsin
diye söylüyorum: Andolsun, eğer bunlara karşı sesimizi
yükseltemiyorsak, kirâmen kâtibîn meleklerinin yazdıklarını ne
montaj ne de dublaj olarak inkâr etme imkânınız olmayacaktır.
(MHP sıralarından alkışlar) Evet, bu ifadeler, muhafazakâr,
millî ve manevi değerler eksenindeki milletimize bir hakarettir. Bugün
geldiğimiz bu noktada gerçekten, bir Türkiye düşünün; bir Türkiye
düşünün; çoğunluk iradesi İmralı canisiyle Türkiyeye yol
gösteriyor, demokrasinin bütün sorunlarını çözeceklermiş. Hani
Menderes nerede, darbelere karşı çıkanlar nerede? 40 bin
kişinin katili olanlar Türkiyede demokrasiyi getireceklermiş,
herkesin sorunlarını çözeceklermiş. Menderes demokrasi
şehidiydi, nerede? Bütün bunları gördüğümüzde gerçekten, dün,
haşa, kendini Allah, peygamber olarak gösterenin bugün bir muhafazakâr,
demokrat siyasetin çözüm ortağı olması; dün Doğu Roma
İmparatorluğunu yıkan Türk barbarıdır. diye Papaya
mektup yazanların bugün çözüm sürecinin sahibi olması gerçekten
acınılacak bir noktadır. Evet, çözüm dediğiniz nedir
biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. Nereye götürdüğünüzü bilmiyorsunuz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Biliyoruz, biliyoruz.
OKTAY VURAL (Devamla) Eğer biliyorsan çık,
anlat, buraya. Eğer biliyorsan çık anlat. Müzakere, çözüm
taslağını çık anlat, anlat! Niye milletten
saklıyorsunuz?
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Zamanı gelince,
zamanı gelince.
OKTAY VURAL (Devamla) Kandilin bildiğini,
İmralının bildiğini, Hatip Diclenin bildiğini bu
milletin asil vekillerinden niye saklıyorsunuz?
AHMET AYDIN (Adıyaman) Hiçbir şey
saklamıyoruz.
OKTAY VURAL (Devamla) Çıkın
açıklayın. Milletten korkuyor musunuz? Korkuyorsunuz.
Evet, değerli
milletvekilleri, aslında çok önemli sorunlar var. Rüşvet ve yolsuzluk
bir ur gibi, devleti felç eder, adaleti felç eder. Ama, 17-25 Aralık
sürecinde rüşvet ve yolsuzluktan hesap vermek isteyenler savcılara,
adli kolluğa, hâkimlere, adalet yapımıza darbe vurdu,
hürriyetlerimizi kısıtladılar. Twitterı, Facebooku
yasakladılar, hepimizi makul şüpheli hâline dönüştürdüler,
hepimizin mal varlığına el koyma hakkı getirdiler. Nedir?
Erdoğan Bayraktar diyor ki: Ben istifa ediyorum ama Sayın
Başbakan, milleti ve devleti rahatlatmak için siz de istifa edin. dedi,
canlı yayında söyledi. Ama nerede? Millete rahat yok, devlete rahat
yok. Rüşvet ve yolsuzluk paralel çetesi hukukumuza, özgürlüklerimize,
adaletimize, medyamıza, her alanımıza nüfuz ederek hepimizi
nefes almaz duruma getirdi.
Evet, değerli
milletvekilleri, söyleyecek çok şey var ama burada bütün bunları
dikkate aldığımızda, ben özellikle bu tabloya destek
olanlara... Ey değerli vatandaşlarım, değerli
milletvekillerim, gerçekten...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Vural, süreniz bitti, ek sürenizi veriyorum.
Buyurun efendim.
OKTAY VURAL (Devamla) ...bugünkü Hükûmet
doğruluktan ve güvenlikten sapmıştır. Gerçekten ne güzel
demiş: Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u
selametten,/Çekilmelisiniz izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten. Evet,
Hayır. diyeceğimiz bu bütçe inşallah Davutoğlunun ilk ve
son bütçesi olacaktır.
MUSA ÇAM (İzmir) İnşallah.
OKTAY VURAL (Devamla) Ve sözlerimi de Tevfik Fikretin
bir şiiriyle bitirmek istiyorum:
Bu sofracık efendiler ki iltikama muntazır,
Huzurunuzda titriyor bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır,
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır
hapır.
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya
kadar yiyin.
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir,
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı
kim bilir?
Bu nadi niam bakın kudumunuzla müftehir,
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak
elde bir.
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya
kadar yiyin.
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say,
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray.
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay
kolay.
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya
kadar yiyin.
Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP ve
CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Vural.
Sayın milletvekilleri, şimdi söz
sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Akif Hamzaçebiye
aittir.
Sayın Hamzaçebi, bizdeki bilgiye göre süreniz otuz
beş dakika.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sizi ve bütçe görüşmelerini
televizyonlardan izleyen vatandaşlarımızı sevgi ve
saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce, uzun yıllar
Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili olarak beraber
çalıştığımız, Adalet ve Kalkınma Partisi
hükûmetlerinin bütçe görüşmelerinde aralıksız bir şekilde
birlikte olduğumuz ancak bugün aramızda olmayan, rahmete intikal
etmiş olan, Malatya ve sonra da İstanbul Milletvekili olan
Değerli Arkadaşımız Mevlüt Aslanoğlunu sevgi ve
saygıyla anıyorum ve kendisine bir kez daha Allahtan rahmet
diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Bütçenin ilk tur görüşmelerini 10 Aralık
tarihinde gerçekleştirdik. Şimdi son tur görüşmelerini gerçekleştiriyoruz.
İlk turdaki görüşmelerde Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, 2015
yılı bütçesine yönelik olarak Bu bütçenin stratejisi yok, ufku yok,
vizyonu yok. değerlendirmesinde bulundu. Sayın Başbakan,
Sayın Kılıçdaroğlunun bu eleştirisine
karşılık strateji, vizyon, ufuk kaygısıyla bir
konuşma yapmaya çalıştıysa da bir saatlik konuşma
süresi içerisinde biz doğrusu bu kavramlara ilişkin herhangi bir
ipucunu Sayın Başbakanın konuşmasından alamadık.
Sayın Başbakanın o günkü konuşmasında söylediği
en önemli cümle şuydu: Türkiye'nin yükseliş programını
yapacağız. Bu cümleyle birlikte birkaç kavramı daha
kullandı güçlü ekonomi, yaşanabilir çevre, ileri demokrasi,
yaşanabilir mekânlar gibi.
Değerli milletvekilleri, bu kavramların hepsi
kulağa hoş geliyor ancak on iki yıllık sürede
yapılanlara baktığımızda, on iki yıl önce söz
verilenlere kıyasla bugün yapılanlara baktığımızda,
Sayın Başbakanın bu sözlerine inanmak mümkün gözükmüyor. On iki
yıl önce söz verilenler ile bugün yapılanlar on iki yıllık
bir değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. O nedenle, biz,
Sayın Başbakanın bu cümlesini doğrusu ihtiyatla
karşılıyoruz, güven verici bulmuyoruz.
Sayın Başbakan bütçe konuşmasında
öğrencilik yıllarına gitti, İstanbul Lisesinde okuduğu
yıllara gitti, İstanbul Lisesinin eski Düyun-ı Umumiye
İdaresi binası olduğunu hatırlatarak öğrencilik
yıllarında o binada Düyun-ı Umumiye döneminden kalma
kasaları gördükçe Allaha dua ettiğini söyledi, Allahım, bir
daha bu millete Düyun-ı Umumiye günlerini gösterme. dedi. Sonra 2002ye
geldi, 2002 ile Düyun-ı Umumiye dönemi arasında bir paralellik kurdu,
Düyun-ı Umumiye yerine Türkiyede IMF vardı. dedi ve İthal
bakan vardı. dedi.
Sayın Başbakanın İthal bakan
vardı. dediği, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını
düzenleyen, uygulamaya koyan Sayın Kemal Dervişti. Doğrusu,
Adalet ve Kalkınma Partisinin 2002 seçimlerine girerken millete
verdiği sözü gayet iyi hatırlıyorum Türkiyeden IMFyi
kovacağız. ve iktidar olduktan sonra da bu yönde gerçekten çaba sarf
etmeye başladı, ta ki 1 Mart 2003 tarihli tezkereye kadar.
Amerikayla Mehmetçikin kanı üzerinden, Iraka girmek üzerinden bir para
pazarlığı yapıldı. Para alınsaydı IMF
gönderilecekti. 1 Mart tezkeresi burada reddedildi ve Hükûmet IMFnin ipine
sarıldı. Sayın Davutoğlu, Sayın Başbakan,
İthal bakan dediğiniz Kemal Dervişin Güçlü Ekonomiye
Geçiş Programıyla on iki yıllık hayatınızı
sürdürdünüz.
On iki yıl önce ile bugünü kıyaslıyor
Sayın Başbakan. Evet, kıyaslayalım, on iki yıl önceye
kıyasla Türkiye bugün nerededir? İnsan hakları, özgürlükler,
barış, huzur gibi toplumsal hayatımızı ilgilendiren
konularda insanımızın on iki yıl öncesine göre daha mutlu,
daha huzurlu olduğunu, geleceğe daha umutla baktığını
söylemek mümkün değildir. Başbakanlıktaki isim
değişikliği bizim, geleceğe,
vatandaşımızın geleceğe umutla bakmasını
sağlamak için yeterli değil, yetmiyor. 1990ların mazlumu,
ezileni rolüyle yola çıkıp Adalet devleti kuracağız. diye
iktidar olanlar on iki yıllık iktidarlarının sonunda
adaletin değil zulmün, baskının, otoriter
anlayışın, tek adamın yönetimini kurdular. Size nasıl
inanacağız?
Başbakanlıktaki isim değişikliği
yönetimin şekli açısından hiçbir şey ifade etmiyor.
Baskı, otoriter tek adam yönetimi aynen devam etmektedir. 2002de iktidar
olduklarında bir başka ülkenin değil Türkiye Cumhuriyetinin
Genelkurmay Başkanıyla görüşebilmek için Amerikalı
dostlarından yardım isteyenler, iktidarlarının onuncu
yılında yıllarca beraber çalıştıkları
Genelkurmay Başkanını terör örgütü üyesi sıfatıyla
cezaevine göndermekten çekinmediler. Darbelere karşıyız. deyip
27 Nisanı, 28 Şubatı bütün bunları eleştirirken,
kamuoyu önünde eleştirirken, 27 Nisan e-muhtırasını veren
komutanı, Genelkurmay Başkanını üstün hizmet
madalyasıyla ödüllendirdiniz. Sizin söylemlerinize nasıl
inanacağız?
Mazlum olunan 1990lı yıllarda AB bir
Hristiyan kulübüdür. diyordunuz. 2002de iktidar olduğunuzda AB projesine
sarıldınız. 17 Aralık 2004 tarihinde Avrupa
Birliğinden bir müzakere takvimi aldınız. Ertesi günkü
gazetelerin On yıl sonra ABye tam üyeyiz, merhaba Avrupa.
manşetlerini, zamanın Başbakanı Sayın
Erdoğanın Avrupalılar, bize sessiz devrim yaptınız.
cümlesini ve Kızılayda güpegündüz yapılan havai fişek
gösterilerini unutmadık. 17 Aralık 2004ün üzerinden tam dokuz
yıl geçip onuncu yıla girdiğimizde, bir başka 17
Aralık tarihinde, 17 Aralık 2013 tarihinde AB yolunda değil ama
yolsuzluk konusunda Türkiye büyük bir mesafe aldığını bütün
dünyaya gösterdi. (CHP sıralarından alkışlar) Ve iki hafta
önce, Bizim ABye ihtiyacımız yok, bizim AB gibi bir derdimiz yok.
dediniz. Size nasıl inanacağız?
Değerli milletvekilleri, 2007 seçimlerine Müslüman
Cumhurbaşkanı seçeceğiz. diye girdiniz sanki önceki
cumhurbaşkanları Müslüman değil, inançsız
kişilermiş gibi, onlara büyük bir saygısızlık yaparak.
2007 seçimleri yapıldı, seçimlerden sonra Avrupa Birliği Projesi
ikinci plana atıldı. Bugünkü tablo aslında 2007den
başlamıştır, AByle ilişkilerin temeli ta o zaman
atılmıştır, bu kötü tablonun temeli o zaman
atıldı. AB derdiniz, Hükûmetin AB derdi hiçbir zaman olmadı
esasen. Avrupa Birliğini, iç politikada manevra alanınızı
genişletmek, Hükûmetinize muhalif gördüğünüz kesimleri susturmak,
Türk Silahlı Kuvvetlerini, yargıyı, üniversiteleri, sivil
toplumu, aydınları, gazetecileri, bilim adamlarını,
kısaca bu iktidar karşısında görüş ifade edebilecek
kim var ise hepsini potansiyel tehlike görüp Avrupa Birliğine yaslanarak
onları susturmak için kullandınız AByi.
Hukuksuz Ergenekon, balyoz, askerî casusluk, Oda TV ve
daha bir sürü davayı yarattınız. 17 Aralık 2013 tarihinden
sonra masumiyet karinesini hatırladınız, adil yargılanma
ilkesini hatırladınız, İçeride çok sayıda
günahsız adam var. dediniz. Sonra, ne zamanki 17 Aralığı
kontrol altına almaya başladığınızı
düşündünüz, tekrar döndünüz, Ergenekon ve Balyoz bir darbe
teşebbüsüdür. demeye başladınız. Size kim inanır?
14 Eylül 2011
tarihinde Mısıra gittiniz, Sayın Erdoğan Mısıra
gitti. Ben Mısırın da laik bir anayasaya sahip
olmasını istiyorum. Çünkü laiklik ateizm değildir, laiklik din
düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. dedi.
Şapka çıkarılacak bir cümle; tarih 14 Eylül 2011. Aynı
Erdoğan, Sayın Erdoğan, Sayın Cumhurbaşkanı 8
Aralık 2014 tarihinde laikliği şöyle tanımladı:
Kilise ile devlet ilişkilerini taklit eden, dini devlete düşman
gören bir anlayış. Size kim inanır?
Mısırdaki
laiklik sözünden iki yıl sonra, Kasım 2013 tarihinde bir grup
toplantısında şöyle konuştunuz: İnsanımıza
iki yüz yıldır bir istikamet dayatılıyor. İki hafta
önceki eğitim ve din şûralarında bu cümleleri biraz daha
açtınız. Eğitim iki yüz yıldır
insanımızı formatlama aracına dönüşmüştür.
İki yüz yıldır insanımıza bir hayat tarzı
dayatılıyor. Biz şimdi anaokulundan başlayarak çocuklarımıza
yeni bir hayat tarzı sunacağız. Evet, İki yüz yıl
ifadesi burada anahtar cümle. Yani Osmanlının modernleşmesine,
Osmanlıdaki dönüşüme de karşı çıkan, cumhuriyet,
laiklik, bütün bu modern değerlerin hepsine karşı çıkan,
hepsini taa kökenine gitmek suretiyle Osmanlıdan başlayarak reddeden
bir anlayış. Size nasıl inanacağız?
Parti
kongrelerinizde büyük şair Sezai Karakoçun muhteşem
şiirlerinden okudunuz. Keşke onun Mona Rozasını da
aynı içtenlikle okuyabilseydiniz, keşke Cemal Süreyyanın da bir
şiirini, örneğin Göçebesini aynı içtenlikle okuyabilseydiniz.
Seçimlerden, referandumlardan sonra balkonlara
çıktınız; keşke o balkonlarda zafer kazanmış
mağrur bir komutan edası içinde ya da rakiplerini geçmiş
olmanın verdiği ürkütücü keyif ifadesiyle
konuşmasaydınız. Keşke o balkonlardan tevazuyu
hissettirebilseydiniz, barışı, kardeşliği,
kucaklaşmayı hissettirebilseydiniz. O balkonlarda verdiğiniz
barış, kardeşlik gibi sözlerin içtenliğine milleti
inandırabilseydiniz. Keşke o balkonlardan indikten sonra o
verdiğiniz sözleri unutmasaydınız. Maalesef, sizin
konuştuğunuz o balkonlar artık, barışın,
kardeşliğin, özgürlüğün değil ölümün körfezleri oldu.
Başbakanlıktaki isim değişikliği balkon
konuşmalarının içeriğini değiştirmiyor. Aynı
balkon konuşmaları bugün de devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, sonra, Egede, Egenin bir
kasabasında bir balkonda ayakkabı kutusunu gösteren bir kadından
ürktünüz, onu karakola götürdünüz. Şimdi, takılmış bir plak
gibi ileri demokrasi diyorsunuz, Sayın Başbakan ileri demokrasi
diyor. Sizin ileri demokrasi sözünüze kim inanır?
6 kişinin hayatını kaybettiği, 11
vatandaşımızın gözünü kaybettiği, binlerce
vatandaşımızın yaralandığı Gezi
olaylarında talimatınızla hareket eden polisleri Destan
yazdılar. diye övdünüz, daha sonra bu polisleri Savcının
talimatıyla görev yaptılar. diye kış kıyamette sürgün
ettiniz. Size kim inanır?
Gezi olaylarında otelinin kapılarını
biber gazından kaçanlara açtığı için bir otelin sahibi olan
holdingi vergi denetimine aldınız, ceza üstüne ceza
yağdırdınız. Öte taraftan, İranlı bazı
kişilerle olan yasa dışı ilişkilerden doğan
kazançların meşrulaştırılması için Varlık
Barışı Kanununu çıkardınız. Size kim
inanır?
SONER AKSOY (Kütahya) Türkiye, Türkiye.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Dün dindarlıklarından şüphe
etmediğiniz, muhterem sıfatıyla andığınız,
beraber namaza durduğunuz, Amerikaya bakanlarınızı
gönderip Bir emri var mı? diye sorduğunuz insanları bugün
sahte peygamberlikle suçluyorsunuz. (CHP sıralarından
alkışlar) Size kim inanır?
Cumhuriyetin kurucu önderlerini ayyaşlıkla
suçladınız. Hukuksuz Ergenekon, Balyoz ve diğer davaların
hukuksuzluğuna işaret etmek için Biz bu davaların
avukatıyız. diyen Cumhuriyet Halk Partisini, Sayın
Kılıçdaroğlunu darbecilikle suçladınız ve 17
Aralık 2013ten sonra döndünüz hukuka sarıldınız. Ne
zamanki bunları kontrol altına almaya
başladığınızı hissettiniz, farklı
şeyler yapmaya başladınız. O zaman makul şüphe
kavramını kuvvetli şüpheyle değiştirdiniz. 17
Aralıktan hemen sonra Makul şüphe, yargının eline
olağanüstü bir güç vermektedir, bütün vatandaşların özel
hayatı tehlike altındadır. dediniz; kuvvetli şüpheyle
değiştirdiniz. Şimdi, işleri kontrol altına
aldığınızı düşünüyorsunuz, kuvvetli şüpheyi
tekrar makul şüpheye dönüştürdünüz. Ne için? Sizin
karşınızda olanları tutuklamak, gözaltına almak için.
Sizin ileri demokrasi anlayışınıza kim inanır?
Dün Bu Hükûmet sayesinde ekonomide işler iyi
gidiyor. diyen zamanın TÜSİAD Başkanını, dolar 2,4
liraya doğru o zaman giderken dikkatli bir dille Hükûmeti
uyardığı, Hükûmete tavsiyelerde bulunduğu için, vatan
hainliğiyle suçladınız. Sizi överken iyi; sizi
eleştirirken, dikkatli bir dille yol gösterirken vatan haini; size kim
inanır?
Bugünkü TÜSİAD Başkanı da vatan
hainliğiyle eleştirilme korkusu nedeniyle, dolar 2,4 liraya
doğru seyrederken, sesini çıkarmıyor, çıkaramıyor. Bu
mu Sayın Davutoğlu, Sayın Başbakan sizin ileri demokrasi
anlayışınız? Siz, şimdi, iş adamlarına
diyorsunuz ki: Bizi eleştirin. Sayın Davutoğlu, iş
adamlarının sizi eleştirecek gücü yok, onlara bu alanı
yasakladınız, memlekette demokrasi yok.
12 Eylül 2010 referandumuyla yargıya yeni bir sistem
getirdiniz, yeni bir düzen kurdunuz; Artık üstünlerin hukuku değil,
hukukun üstünlüğü. dediniz. HSYK yeniden yapılandırıldı.
Şimdi, diyorsunuz ki: Biz, o Anayasa değişikliğinde
yanlış yapmışız, HSYKyı yanlış
yapılandırmışız. Gelin, bu
yaptığımız değişikliği bir daha
değiştirelim. Size kim inanır?
Bir şiir
okuduğum için beni hapse attılar. diyerek 1990lı
yılları acımasızca eleştirirken, bugün,
kırmızı bülten çıkardıklarınızla beraber
olduğunuz yıllarda, daha yayınlanmamış bir kitap için
Bir kitap bombadan daha tehlikelidir. dediniz. Size kim inanır?
Şimdi,
herhâlde aynı şeyi diziler için söyleyeceksiniz. Bir dizi bombadan
daha tehlikelidir. İleri demokrasi anlayışı.
Bir otel salonunda
İsrail Cumhurbaşkanına
(x)
diyerek kahramanlığa oynadınız, sonra tutup bu olay
nedeniyle bozulan İsrail ilişkileri ve Amerika Birleşik
Devletleri kamuoyundaki olumsuz algıyı düzeltmek için lobi
şirketlerine milyon dolarlar ödediniz. Mavi Marmaradan sonra mangalda kül
bırakmadınız. Bütün dünyaya meydan okuyor gözüktünüz.
İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinde, aralarında İsrail
Genelkurmay Başkanının da olduğu 4 kişi hakkında
dava açıldı. Mahkeme, 4 kişiyle ilgili olarak
tutuklanmalarına ve haklarında kırmızı bülten
çıkarılmasına karar verdi. Kırmızı bülten
mahkemeden Adalet Bakanlığına, oradan Dışişleri
Bakanlığına gitti. 6 Haziran 2014 tarihinden bu yana da
kırmızı bülten Dışişleri Bakanlığında
bekliyor. Öyle anlıyorum ki bu kırmızı bülten,
Dışişleri Bakanlığının stratejik
derinliklerinde kaybolacak. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Davutoğlu Dışişleri Bakanı olarak
arşivlerde beklettiği bu bülteni, herhâlde şimdi Başbakan
olarak bekletiyor.
Öte yandan, bir
başka kişiyle ilgili bir kırmızı bülten daha
çıkarıyorsunuz şimdi. İstediğiniz
kırmızı bülten Amerikaya gidecek, istediğiniz
kırmızı bülten istediğiniz ülkeye gidecek,
istemediğiniz bülten gitmeyecek; bu mu sizin ileri demokrasi anlayışınız?
Sayın Kılıçdaroğlu bütçe
konuşmasında bir şey söyledi: Orta Doğudaki ülkelerle,
Mısırla ve diğer ülkelerle ilişkilerimiz bozuldu.
Sayın Davutoğlu da çıktı dedi ki: Sayın
Kılıçdaroğlu, siz Kahireye gidin, bir taksiye binin, Türk
olduğunuzu anlarlarsa sizden para almazlar.
Ben şimdi Sayın Davutoğluna, Sayın
Başbakana bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Sayın Recep
Tayyip Erdoğan, zamanın Başbakanı, 8 Eylül 2011 tarihinde
Gazzeye gidecek yardım gemisine Türk donanması eşlik edecek.
dedi. 12 Eylül 2011 tarihinde Er veya geç Gazzeye gideceğim. dedi. 23
Mart 2013 tarihinde Nisanda Gazzeye gideceğim. dedi. 15 Nisan 2013
tarihinde İnşallah, mayıs sonu Gazzede olacağız.
dedi. Sonra 21 Nisan 2013te, John Kerry: Erdoğanın böyle
konuşması şık olmadı, hiç doğru olmadı,
ertelemesi iyi olur. dedi. 18 Mayıs 2013te de Sayın Erdoğan
Gazzeye haziran ayında gideceğim. dedi. O tarihten bu yana
Sayın Erdoğanın sözü havada kaldı.
Sayın Başbakan, biz bütün ülkelere gideriz.
Mısıra gittik, Mısırda Müslüman Kardeşlerle de
görüştük. Bakın, şimdi sizin Başbakan
Yardımcınız açıklama yapıyor Mısırla
ilişkilerimizi düzeltmeliyiz. diyor. Doğru bir şey söylüyor,
çok doğru bir şey söylüyor. Bizim giden heyetimiz, Mısırla
ilgili raporunu Dışişleri Bakanlığına, Sayın
Davutoğlunun Dışişleri Bakanı olduğu dönemde de
verdi.
Ben, şimdi Sayın Davutoğluna, Sayın
Başbakana bir şey sormak istiyorum: Sayın Erdoğanın 4
kez gideceğim dediği hâlde gidemediği Gazzeye Sayın
Başbakan siz gidebilecek misiniz?
Sayın Başbakan, Sayın
Kılıçdaroğlunun sorduğu sorulara ya cevap vermedi ya eksik
cevap verdi ya da yanlış cevap verdi. Darbelerle ilgili bir
şeyler söylemeye çalıştı, bir anda Adıyamandaki bir
meydandan konuştuğunu duydum: Biz; 27 Mayısı, 12
Martı, 28 Şubatı, 27 Nisanı darbe olarak
tanımladık ama Cumhuriyet Halk Partisi tanımlamıyor. dedi.
Sayın Başbakan, sizin hobi olarak o yaptığınız
Dışişleri Bakanlığı döneminde herhâlde Cumhuriyet
Halk Partisini iyi takip etmemişsiniz, zamanınız buna
yetmemiş, öyle anlıyorum. Biz, bütün darbeleri kınıyoruz,
darbenin iyisi kötüsü yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)
Ama bir şey dikkatimi çekti. Sayın Davutoğlu 27 Mayıs, 12
Mart, 28 Şubat, 27 Nisan. derken 12 Eylülü atlıyor. Acaba
gazetelerde mi yanlışlık var dedim, Anadolu Ajansının
metnini aldım, 12 Eylülü saymamış. Yani, bu bir dil sürçmesi
midir, yoksa bilinçaltında 12 Eylülün darbe anlayışını
da kendisi barındırdığı için mi? (CHP
sıralarından alkışlar) Bakın, burada darbe
mağdurlarının haklarının iadesi hakkında bir
kanun çıkardınız. Darbe deyince siz sadece 28 Şubatı
anlıyorsunuz kendi anlayışınıza göre. Biz de 28 Şubatı
siyasete müdahale olarak görürüz ama darbe mağdurlarının
haklarının iadesi deyince 28 Şubat mağdurlarının
haklarını iade ettiniz; 12 Eylül, 12 Mart ve hatta 27
Mayısın haklarını, bunların
mağdurlarının haklarının iadesi hakkında
önergelerimize rağmen, kanun teklifimize rağmen hiçbir şey
yapmadınız. Hadi, gelin, bizim kanun teklifimiz bekliyor; ocak
ayının ilk haftasında onu yasalaştıralım,
onların haklarını da verelim.
Sayın Başbakan ekonomiyle ilgili sabun
köpüğü gibi programlar açıklıyor, sabun köpüğü gibi.
Tasarrufları artıracağız, tasarruflar yetersiz. diyor.
Çok doğru bir yerden başlıyor. Türk ekonomisi tasarruf
etmediği sürece sürdürülebilir yüksek büyümeyi yakalayamaz; bu, bir
gerçektir. Tasarruf oranları Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri
döneminde en düşük seviyesine inmiştir. 2013 yılı seviyesi
millî gelire oran olarak 13,4tür. Ne diyor Sayın Başbakan?
Tasarrufları artıracağız, plaket verilmeyecek. Sayın
Başbakan, bu bir kara mizah örneği, yapmayın. Yani, plaket
tasarrufuyla siz ancak kaçak sarayın bir günlük masrafını belki
karşılarsınız. (CHP sıralarından
alkışlar) Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olduğunda
kamuda 86 bin araç vardı. 86 bin araç. On iki yılda ne oldu
arkadaşlar, biliyor musunuz? 96 bin oldu, 10 bin
artırdınız. 2015 yılı bütçesinde 8.400 araç var. Hadi,
bunun bir kısmı hibe, bir kısmı savunma, bir
kısmı güvenlik ihtiyacı, bunun dışında kamuya
yine binlerce araç alıyorsunuz. Sayın Başbakan, hadi, gelin,
otomobilden, araçtan tasarruf edin, plaketle niye
uğraşıyorsunuz? Efendim, bu bir semboldür. demeyin, sembol
arabadır, araba da bir semboldür. Araba da nihayet milyarlarca lira
tasarruf edilecek bir kalem değildir ama yüzlerce milyon lira tasarruf
edilecek bir kalemdir.
Şimdi, Sayın Başbakan, tabii,
rakamları kendi istediği gibi veriyor. Sayın Ahmet Aydın
burada diyor ki: Cumhuriyet Halk Partisi mutlak rakamları veriyor oysa
nispi, oransal vermesi lazım. Çok doğru, Sayın Aydına
katılıyorum. Ona bir örnek vereceğim ben şimdi.
Sayın Başbakan diyor ki: Türkiye 2009-2013
döneminde 100 olan büyümesini 120ye çıkardı. Doğru, doğru
bir rakam. Sayın Başbakan bunu Avrupayla kıyaslıyor;
hayır, Türkiye'yi Türkiye'nin yarışmakta olduğu
gelişmekte olan ülkelerle kıyaslayacaksınız.
Bakın, aynı dönemde Türkiye'nin de içinde
olduğu yükselen piyasalar ve gelişen ekonomiler büyümesini 103ten
129a çıkardı; Sahra Altı Afrika 104ten 128e
çıkardı; yükselen ve gelişen Asya 107den 144e
çıkardı. Sayın Başbakan, siz şimdi eksik bilgi verirseniz
biz sizin bilgilerinize nasıl inanabiliriz?
Şimdi, Sayın Aydının o örneği
doğru, nispi rakamlar kullanmak lazım. Sayın Başbakan diyor
ki: 2002 yılında 28 milyar döviz rezervimiz vardı, 133 milyar
dolara çıktı. Bu kadar, bir oran falan vermiyor. Oysa, Merkez
Bankasının sayfasında bu rakamlar kısa vadeli borçlara oran
olarak da veriliyor. Tablo burada; bir sütunda döviz rezervi, bir sütunda
kısa vadeli borçlar, üçüncü sütunda da rezervin kısa vadeli
borçları karşılama oranı. Aynı dönemde kısa
vadeli borçlarımız da 16 milyar dolardan 130 milyar dolara
çıkmış. Şöyle örnekleyelim: 2002de her 100 dolar kısa
vadeli borcumuza karşılık cebimizde 170 dolar vardı,
2014te, üçüncü çeyrek sonu itibarıyla, her 100 liralık borcumuza
karşılık 101 liramız varmış. Evet, tekrar
ediyorum, 2002de her 100 liralık borca karşılık 172
dolarımız varmış, 2014te her 100 dolarlık borcumuza
karşılık cebimizde 101 dolar var. Şimdi, Sayın
Davutoğlu diyor ki: Cumhuriyet Halk Partisi gelecek, paraları
harcayacak. Para kalmamış ki Sayın Başbakan.
Değerli milletvekilleri, zamanım azalıyor,
bazı şeyleri çok kısaca geçmek istiyorum.
Tarım sektörü. Sayın
Kılıçdaroğlu Çok pahalı mazot kullanıyor
çiftçi." dedi. Evet, ekonominin bir gerçeği. Gelin, çiftçiye ÖTVsiz
mazot verilmesi hakkında kanun teklifimiz Mecliste bekliyor, bunu yasalaştıralım
Sayın Başbakan. Bütün Avrupa Birliği ülkelerinde bu uygulama
var. Siz bir kanun çıkardınız, millî gelirin yüzde 1i
oranında bütçeden destek verme sözü verdiniz. dedi Sayın
Kılıçdaroğlu. Sayın Başbakan da O hesap öyle
yapılmaz." dedi. Yani olur mu? Şimdi, yüzde yarım, tamam,
bütçeden verdiğimiz destek millî gelirin yüzde yarımı
düzeylerinde ama faiz sübvansiyonu var, hibe var, vesaire var, kredi destekleri
var. Bütün bunları topladığınızda yüzde 1,12 ediyor.
Sayın Başbakan, o kanunu çıkardığınız zaman
da bu destekler vardı. Sonra, OECDden bir ölçü veriyor. Bizim bütün
desteklerimizin toplamı OECD rakamlarına göre millî gelirin yüzde
2si. Sayın Başbakan, bu rakam da 2002 yılında millî
gelirin yüzde 3,6sı. Benim size tavsiyem: Döneminizi anlatırken
2002yi de alın da bir kıyaslayın, hakikaten bir
başarı varsa elbette övünmek hakkınız ama yoksa böyle eksik
bilgiler vermeyin Meclise.
Sayın
Başbakan Konya Milletvekili, Konyadan seçilmiş. Buğday
örneğini vereceğim, buğdayda durum nedir diye, onun için
aklıma Konya geliyor. Konya, medeniyetimizin kadim şehirlerinden.
Sezai Karakoçun Gördüm Diyarbekiri, Konyayı, Bursayı,
İstanbulu, görmediğim şehirlere karşılık."
diye yücelttiği; Cemal Süreyanın Bir başak
ufak ufak bildirir Konyayı/ O başakta o Konyada seni ararım.
diyerek duygularını ifade ederken Konyanın bir buğday
memleketi olduğu gerçeğini de gözümüzün önüne serdiği
şehir, Konya. Sayın Başbakan Konyaya elbette gidiyor, seçim
bölgesidir ama sanıyorum yoğunluktan dolayı buğday
üreticilerine uğrayıp onların durumunu sorma imkânı
bulamıyor. Ben onun yerine, Sayın Başbakana buğday
üreticisinin durumunu anlatayım. En iyi nasıl anlatılır?
Kaç kilo buğdayla ne kadar mazot alıyordun? 2002 yılında
buğday üreticisi 4 kilo buğdayla 1 litre mazot alıyordu;
şimdi 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alıyor. Şimdi, mazot
fiyatları düştü diyeceksiniz. 5,5 kilonun altına inmez,
eğer şu an çiftçi alıyorsa. 2002nin fersah fersah
gerisindesiniz.
Pamuk:
998 bin ton pamuk üretiyormuşuz 2002 yılında, şimdi 878 bin
tona düşmüş. 7 milyon 210 bin dekar alanı pamuk üretiminde
kullanırken şimdi 4 milyon 508 bin dekar alanı pamuk üretiminde
kullanıyoruz. Süt üreticisi 2002 yılında 1 kilo sütle 2 kilo yem
alırken şimdi 1 kilo sütle 1 kilo yem alıyor. Hadi mazot
fiyatı biraz düştü şimdi, eğer şimdi alıyorsa 1,4
kilo yemdir.
Ben
Tonyadaki hayvan üreticilerine sorarım durumunuz nedir diye. Her sene
sorarım bunu, hayvanın durumunu, yemin durumunu, süt
fiyatının durumunu onlardan alırım. Üç sene önce bana
söyledikleri bir cümle vardı, yine aynısını söylüyorlar:
Vekilim, eskiden 1 inek 10 kişiye bakıyordu, şimdi 10 kişi
ancak 1 ineğe bakıyor. diyor. (CHP sıralarından
alkışlar)
Konyada birkaç üreticiden örnek
vereceğim: Baki Uzan, Ilgın Göstere köyünde hatırı
sayılır bir çiftçi iken, şimdi Antalyada seralarda işçilik
yapmak zorunda kalmış. İbrahim Akalın, Sarayönünde
çiftçilik yapıyor, elektrik borçlarını ödemekte zorluk çekiyor.
Fazlı Bâki Aras, icra takibinde. Muzaffer Ölmez, ciddi ekonomik yük
altında, borç altında çarkını çeviremiyor.
Sayın Başbakana tavsiyem, Konyaya
gittiğinde bir buğday üreticisine uğrasın, durumunu bir
sorsun.
Sayın Başbakan o günkü konuşmasında
Türkiye'nin yükseliş programını yapacağız. dedikten
sonra yaşanabilir şehirlerden söz etti. Daha önce yatay şehir
kavramını kullanmıştı. Adalet ve Kalkınma Partisi
kongresinde de konuşmasına Eşrefi mahlukat cümlesiyle
başladı. İnsanları selamlarken Selam olsun eşrefi
mahlukat olan o insana. dedi. Evet, insan, eşrefi mahlukattır.
Sayın Başbakanın, inanın, yatay
şehir ve yaşanabilir mekân çevre kavramlarını ben son
derece beğendim, son derece beğendim. Bir temel dönüşümü,
değişikliği ifade eden kavramlar. Eşrefi mahlukat olma
özelliğinin bilincinde olan insanlar, dünyayı güzelleştirme
sorumluluğunu taşırlar. Dünyadaki bütün varlık
tabakalarını gözetme yükümlülüğünün bilincinde olan
insandır, eşrefi mahlukat olma özelliğinin bilincinde olan
insanlar. Sayın Başbakanın bu cümleleri gerçekten önemliydi.
Yatay şehir deyince, ben, artık, imar
planlarıyla oynanarak birilerine rant aktaran sistemin sonuna geldik
mesajını aldım Sayın Başbakanın cümlesinden.
Mimari, bir irade veya güç sembolü değil, bir meydan okuma değil,
birilerine rant aktarmanın değil, dünyayı güzelleştirmenin
aracı olmalıdır. İnsanın dünyadaki görevi dünyayı
güzelleştirmektir.
Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu bir
soru sordu Sayın Başbakana, dedi ki: Sayın Başbakan,
şu 16/9u, İstanbulun siluetine hançer gibi saplanmış olan
bu 16/9u tıraşlayacak mısınız? Sayın
Başbakan diyor ki: Benim Cumhurbaşkanıyla arama nifak sokmak
istiyor Sayın Kılıçdaroğlu. Sayın Başbakan, bir
soru var ortada: Tıraşlayacak mısınız,
tıraşlamayacak mısınız, yoksa siz de Sayın
Erdoğan gibi o kişiye küstüm mü diyeceksiniz, hangisi? Yani bir
tavır ortaya koyun, bunu görelim.
O eskiden yapıldı. diyecek belki Sayın
Davutoğlu ama ben şimdi ona başka bir örnek vereceğim.
Burada yaşanabilir mekânlar sözünü etti, ondan iki gün sonra Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı bir imar planını askıya
çıkardı. Tarih: 12 Aralık 2014. Ayazma Toplu Konut, 1.340 ada, 5
parsel, 61 bin metrekare, 785 konutluk. Yükseklik: 100 metre. Yani Sayın Başbakan,
yatay değil, dikey şehir bu. Tarih ne? 12 Aralık
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Hamzaçebi, süreniz doldu, ek
sürenizi veriyorum.
Buyurun efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Tarih: 12 Aralık 2014; yaşanabilir mekân, yatay
şehir sözünü verdikten iki gün sonra. Sayın Başbakan, bundan
sizin haberiniz yok mu? Bu imar planlarını kim askıya
çıkarıyor? Yoksa bir paralel başbakan mı var? (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, büyümeyle ilgili Sayın
Ahmet Aydın bazı şeyler söyledi, dedi ki: Cumhuriyet Halk
Partisi 1946-2002 arasını alıyor. 46 hemen savaştan sonraki
ilk yıldır, onu almak doğru değil çünkü savaştan hemen
sonra ekonomi yüksek büyüme gösterir. Doğru ama bizim 1946yı alma
nedenimiz çok partili siyasi hayata başladığımız
yıl olmasıdır, bir başka nedenle değil. O zaman, ben
size başka bir örnek vereyim. Gelin 1924-2002yi alalım. 1929 dünya
ekonomik bunalımı var -dünyanın bugüne kadar
yaşadığı en büyük ekonomik kriz- ihtilaller var, darbeler
var, krizler var, kesintiler var, her şey var bu dönemde, koalisyon
hükûmetleri, istikrarsızlık dönemleri. Bütün bu ortalama dahi yüzde
4,8dir; yine sizin büyümenizin, 2003-2014 büyümesinin gerisinde değil.
Değerli
milletvekilleri, maalesef, 2015 yılı bütçesi, Sayın
Davutoğlunun hükûmet programı, hükûmet anlayışı
insanımızın geleceğe umutla bakmasına izin vermiyor.
Sayın Davutoğlunun demokrasi konusundaki güven vermeyen tutumu,
Sayın Cumhurbaşkanıyla ters düşmeme kaygısıyla
her dediğine Evet. demek, onunla paralel hareket etme kaygısı,
bu kişisel
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Son
cümlelerim.
BAŞKAN Evet, Genel Kurulu selamlamak üzere
buyurun.
Son süreniz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla)
bireysel
inisiyatifini kullanamıyor olması bize umut vermiyor. 2015
yılı bütçe rakamları da ekonomimizin iyi yolda olduğu
anlamına gelmiyor. Temel problemler hâlâ devam etmektedir. Cümlelerimi
burada sonlandırıyorum. Ancak umutsuzluğa gerek yok. Buradan
bütün vatandaşlarımıza sesleniyorum, umutsuz olmaya gerek yok.
Türkiye büyük bir ülkedir, Türkiyenin potansiyeli çoktur, Türkiyeyi düze
çıkaracak kadrolar Türkiyede mevcuttur. Bu, bu toplumda vardır.
Türkiye düze çıkacaktır.
2015 yılı bütçesinin hayırlı
olmasını diliyorum. İnşallah, Hükûmet, bu bütçeyle
almış olduğu yetkiyle hayırlı hizmetler yapar, saydam
bir harcama sistemi yapar, Sayıştay raporlarını da Meclise
getirir.
Sözlerimi sonlandırırken hepinize en içten
sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Hamzaçebi.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkanım
BAŞKAN Buyurun Sayın Bostancı.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Değerli
konuşmacı konuşmasında grup başkanımız ve
Başbakanımızla ilgili olarak vizyon sahibi
olmadığı bütçe çerçevesinde... (CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Bir dakika arkadaşlar. Bir
anlayalım da ondan sonra. Hemen otomatiğe bağlamayın bu
işleri.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya)
kamuoyunu
yanılttığı, 12 Eylül darbesinin de bir bakıma
destekçisi gibi bir akılla davrandığı istikametinde
açıklamaları olmuştur.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Hükûmete bir sataşma efendim.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sataşmadan üç
dakika söz istiyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Hükûmete efendim.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Grup
başkanımıza.
BAŞKAN Süreyi de sen koyuyorsun, hem de söz var.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Affedersiniz.
BAŞKAN Şimdi, bu bir genel eleştiri
midir, yoksa sataşma mıdır; buna bir bakalım.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sataşmadır
efendim, sataşmadır.
ENGİN ALTAY (Sinop) Tutanakları inceleyin,
ona göre karar verin.
BAŞKAN Bugün iyi başladık, şu
işi iyi götürelim.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Ben
sataşmayacağım.
BAŞKAN Şimdi, Hükûmet adına bütün
bunlara cevap verecek bir arkadaşımız var, Sayın Babacan
konuşacak.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Efendim, laf
yarıştırmak, sataşmak için değil ama cevap verilmesi
gereken
BAŞKAN Zaten tutanağa geçti Sayın
Bostancı.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Lütfen, konular var
efendim.
BAŞKAN Peki, buyurun.
İki dakika. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Amasya Milletvekili
Mehmet Naci Bostancının, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebinin 656 ve 656ya 1inci Ek sıra sayılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının tümü üzerinde CHP Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ
Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkanım, değerli arkadaşlar; Sayın Hamzaçebi vizyonsuzluktan
bahsetti. Eğer vizyon olmasaydı, bir gelecek perspektifi
olmasaydı karakuşi gündelik uygulamalarla bir iktidarın ömrü
uzun olmazdı yani günübirlik politikalarla on iki yıl iktidarda
kalmak mümkün olmazdı. Öncelikle buna dikkatinizi çekmek isterim; 2023
hedefine, 2053 hedefine yönelik anlatıları da hatırlatmak
isterim.
İkincisi: Bütçe süresince ve geçmişte de
değerli muhalefet üyeleri, sözcüleri burada gerçekten bize demediklerini
bırakmadılar; hırsız yaptılar, uğursuz
yaptılar, otoriter yaptılar, diktatör yaptılar
(CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Lütfen arkadaşlar
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Söylediklerinizi
tekrar ediyorum.
Toplumun canına okuduğumuzdan bahsettiler;
memur, işçi, işveren, esnaf, herkes perişan. Kardeşim, biz
piyangodan mı çıkıyoruz? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Sayın Hamzaçebi 2002den daha iyi değil.
dedi. Millet, 2002de öncekiler daha iyi olmadığı için
iktidarı değiştirdi. Bugün biz kötüysek sizin muhalefette ne
işiniz var, niye orada oturuyorsunuz, niçin oradasınız? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Acaba biz milleti mi
büyülüyoruz, yoksa muhalefet bizden daha mı kötü sizin dilinizi
kullanacak olursak- daha mı beceriksiz, daha mı milletle bağ
kuramıyor? Niye oradasınız, niçin? Bunun cevabını
vermek lazım.
Sayın Hamzaçebi AB, muhalifleri susturmak için
kullanıldı. dedi. AB, böyle şeyler için kullanılmaz
Hamzaçebi. Türkiye o kadar kudretli değil, AByi kullanacak kadar ama yine
de iyimser bir hayal olarak görüyorum bunu. Osmanlı modernleşmesine
karşısınız. dedi, yapmayın;
İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık, bunların
tarihini bilmeniz lazım, bunların hepsi modernliğin içindedir,
bugün de modernleşmenin ürünüyüz hepimiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Mona Roza konusunda
da biz bu şiiri ezbere biliriz, o yüzden kalbimize
yazmışız, zamanım olsaydı ezbere okurdum onu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Bostancı.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Efendim, tabii, söz verdiniz, saygı duyarım ama eğer ki
sataşma ise Hükûmet adına Sayın Ali Babacan cevap verebilirdi,
kendisine bu söz düşmezdi ama konuşurken de doğrusu son derece
şaşırdım. Gerçek dışı şeyler söyledi.
Bir kere ben AByi kullandınız. değil Avrupa Birliğine
tam üyelik sürecini kullandınız. dedim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Anlamamış.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Ve
şimdi, ABye tam üyelik ihtiyacınız
olmadığını söylüyorsunuz. Ayrıca İki yüz
yıldır insanımıza bir istikamet dayatılıyor. diyen
Sayın Eski Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanıdır,
gayet açık.
BAŞKAN Peki, teşekkür ediyorum.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.-
2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656ya 1inci Ek)
(Devam)
2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim
Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve
Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013
Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi,
2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657)
(Devam)
BAŞKAN - Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına ikinci konuşmacı, İzmir Milletvekili Sayın Rahmi
Aşkın Türeli.
Buyurun Sayın Türeli, süreniz yirmi beş dakika.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ
(İzmir) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2015
yılı bütçesi ve 2013 yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
ve televizyonları başında bizi izleyen
vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Konuşmamı ağırlıklı olarak
ekonomi üzerine, bütçe üzerine kurguladım ama en son bu
tartışmadan sonra benim de bir demokrasi tartışmasına
girmem gerekiyor diye düşünüyorum.
Şimdi, biz, sık sık Plan ve Bütçe
Komisyonunda da dile getirdiğimiz zaman, işte Biz kazanıyoruz,
seçimlerden biz çıkıyoruz, madem yeniliyorsanız, seçimde bizim
kadar oy alamıyorsanız demek ki vatandaş bizi tercih ediyor,
bize teveccüh gösteriyor. diye bunları duyuyoruz. Ve de aynı
zamanda, AKPnin hızla Türkiyeyi otoriter bir sisteme doğru
götürdüğünü söylediğimizde de gene Hayır, ileri demokrasi,
Türkiyede demokrasi vardır. nutuklarını, söylemlerini
duyuyoruz. Peki öyle mi gerçekten?
Şimdi, tabii, demokrasilerde şekil
şartı önemlidir. Yani çok partili bir siyasi rejim, siyasi sistem ve
belli aralıklarla sandığa gitmesi insanların,
vatandaşların ve kendilerini yönetecek yöneticileri yerel ve ulusal
ölçekte seçmeleri demokrasinin gereklilik şartıdır, olmazsa
olmazıdır. Ama demokrasinin yeterlilik şartı değildir.
Demokraside şekil, biçim önemlidir ama en az onun kadar önemli olan öz ve
içeriktir. Bu açıdan da baktığımızda, AKP döneminde
demokrasinin öz ve içerik açısından zenginleşmediğini,
gerçek bir demokrasiye doğru gitmediğini, tam tersine, otoriter bir
sisteme, diktatörlüğe doğru gittiğini görebiliriz.
Demokrasinin öz ve içerik açısından
zenginleşmesi için birtakım kurallara ihtiyaç vardır.
Bunların başında hukuk devleti gelir. Hukuk devleti, parlamenter
sistemimizde yasama, yürütme ve yargı arasında güçler
ayrılığı üzerine oturur. Bu mahkemelerin
bağımsızlığıdır ve yargıçların
yasalara ve vicdanlarına göre, vicdani kanaatlerine göre hüküm vermelerini
kurallar manzumesi içinde bir yere oturtur, bir çerçeveye oturtur. Ama, biz,
AKP döneminde yargıçların, savcıların nasıl ciddi
anlamda eleştiriye uğradığını, AKP Hükûmetinin
beğenmediği kararlar verdiği zaman nasıl
eleştirildiğini, 17 Aralıkta, 25 Aralıkta, daha önce Deniz
Feneri davasında savcıların nasıl görevden
alındığını, hâkimlerin tayin edildiğini biliyoruz
arkadaşlar. Yargı üzerindeki baskılar hukuk devletini
işlemez hâle getirir ama hukuk devleti demokrasinin omurgasıdır.
Gene o kadar önemli olan bir konu -Anayasadaki terimiyle
söyleyeyim- hür ve sansür edilemeyen bir basındır. Basının
özgürce çalışması... Basın, toplumda yaşananların,
insanların, o ülkede yaşayan insanların doğru bilgi
alabilmelerini sağlayan en önemli organdır ve demokrasilerde yasama,
yürütme ve yargının dışında dördüncü kuvvet olarak
nitelendirilir.
Bu açıdan da baktığımızda,
demokrasi konusunda nasıl baskıların olduğunu,
basının üzerine nasıl şiddetle gidildiğini ve
gazetecilerin, basın mensuplarının nasıl cezaevlerinde
tutulduğunu, nasıl baskılara
uğrandığını, nasıl gazete patronlarına
talimat vererek Hükûmet aleyhinde yazan gazetecilerin işten
çıkarılmalarının sağlandığını biz
biliyoruz. O zaman, demokrasi öz ve içerik açısından
zenginleşmez. Demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü ve bu
doğrultuda toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkıdır.
Eleştiri olmazsa demokrasi olmaz. Demokrasi ortak akla dayanır. (CHP
sıralarından alkışlar) Bir insanın, bir grubun her
şeyin en iyisini bildiği değil, toplum içinde bunların
tartışılarak, müzakere edilerek en doğru sonuçların
alınabileceği rejimin adıdır. Bunun için de insanlar burada
eleştirecekler, toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yapacaklar ama
biz Gezi Parkı gibi bir olayda bile gördük ki, AKP Hükûmetinin hiçbir
şekilde eleştiriye tahammülü yok. Neydi Gezi Parkı? Taksimdeki
bir gezi parkındaki ağaçların kesilerek oranın park
olmaktan çıkartılmasıydı. Ama bunun üzerine nasıl
şiddetle gidildiğini gördük. Ne oldu ilk başta böyle bir
şey çıktığı zaman? Tamam gençler, madem böyle
düşünüyorsunuz yeniden düşüneceğiz. denseydi bunlar olur muydu,
bunlar yaşanır mıydı? Ama ne oldu? Gençlerimiz
hayatını kaybetti, insanlar plastik mermiyle gözlerini kaybetti,
tazyikli suyla, copla, biber gazı yüzünden fiziksel ve ruhsal
sağlıklarını kaybeden, hastanelere giden insanların
sayısı on binlerle ifade ediliyor arkadaşlar. Böyle demokrasi
olmaz. Demokrasi, kamu kaynaklarının kullanımındaki
hassasiyettir -biraz sonra bütçe hakkında buna geleceğim- ülkede
yaşayan insanların, yönetenlerin kendilerini de ilgilendiren
kararları nasıl verdiklerini ve kamu kaynaklarının
nerelere, nasıl yönlendirildiğini bilme hakkıdır bu ve
aynı şekilde de insanların, vatandaşların
yaşadıkları ülke ve kentle ilgili karar alma ve uygulama
süreçlerine katılım hakkıdır. İşte bütün bunlar
olduğu zaman demokrasi öz ve içerik kazanır ve zenginleşir ve
gerçek bir demokrasi olur. Bugün ne yazık ki AKP döneminde gerçek bir
demokrasi yoktur ama Cumhuriyet Halk Partisi döneminde Türkiyede gerçek bir
demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla kurulacak ve işletilecektir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buradan bütçe
hakkına geçmek istiyorum. Şimdi, tabii, demokrasilerde kamu
harcamalarının büyüklüğü ve kapsamı ile bu
harcamaların yapılabilmesi için vatandaşlara yüklenecek olan
yükümlülüklere yani vergilere halkın karar vermesi bütçe hakkı olarak
adlandırılır. Bu çok önemli bir haktır çağdaş
demokrasilerde. Bu iki aşamada işler: Önce, ilk süreçte, bütçe
hazırlama sürecinde hangi harcamaların yapılacağı,
hangi vergilerin toplanacağı -tabii, bütçe hakkını
temsilcileri vasıtasıyla kullandığını
bildiğimiz için vatandaşların- Parlamentoya gelir, Parlamentoda
gerekli onay ve izin verilir. Arkadan da, bittikten sonra süre, acaba bu
gelirler usulüne uygun olarak toplandı mı, harcamalar bahsedilen
yerlere yapıldı mı, bunlarda saydamlık ve hesap
verilebilirlik ilkelerine uyuldu mu, bunların hepsinin de denetlenmesine
ihtiyaç vardır. Yani, hem bütçenin hazırlanma süreci hem uygulama
süreci hem arkasından raporlanması ve sonrasında da denetlenmesi
bir bütçe hakkını bütün boyutlarıyla ortaya koymaktadır.
Şimdi, tabii
5018 sayılı bir Kanun var, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu. Bu
kanun önemli bir kanun. Biliyorsunuz bu 2003 yılında
yasalaştı ve yasalaşırken Cumhuriyet Halk Partisi olarak
gerekli desteği verdik. 2005 yılından itibaren uygulamaya
geçildi. Ama üzerinden on yıl geçmiş değerli milletvekilleri,
hâlâ 5018 sayılı Kanun uygulanmıyor. Sadece kâğıt
üzerinde kalmış 5018 sayılı Kanun. Birazdan bunun
örneklerini size vereceğim.
5018
sayılı Kanunun 1inci maddesi şöyle diyor, aynen kanun
metninden okumak istiyorum:
kaynakların etkili, ekonomik ve verimli
şekilde elde edilmesini ve kullanılmasını, hesap
verebilirliği ve mali saydamlığı sağlamak üzere, kamu
mali yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu
bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm mali
işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve mali
kontrolü düzenlemek amaçlanmıştır. Peki, böyle midir gerçekten?
Ne yazık ki öyle değildir. Sayıştay raporları önümüze
geldiği zaman öyle olmadığını gördük. Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunda da buna ilişkin değişik
hükümlere yer verilmiştir. Mesela bir tanesi, stratejik planlama ve performans
esaslı bütçelemenin kağıt üzerinde kaldığı
tespitidir.
Bakın, 5018
sayılı Kanunun getirdiği en önemli yeniliklerden biri de budur.
Her kamu kurumunun kendi içinde bir araya gelerek, SWOT analizleri yaparak
-bunlar güçlü yönler, zayıf yönler, tehditler, fırsatlar nedir diye
bir analiz içinde- paydaşlarıyla konuşarak, diğer kamu
kurumlarıyla görüşerek stratejik amaç ve hedeflerini belirlemesi
üzerine kuruludur. Sonra bunlar performans göstergelerine çevrilir, performans
programlarına konur ve ondan sonra da bütçelere konur ve sonra da faaliyet
raporlarıyla ilişkisi kurulur, denetlenir. Böyle bir şey yok
arkadaşlar. Stratejik amaç ve hedeflerin şu ana kadar performans
programlarında kullanıldığını görmedik. Hâlbuki
bunların ölçülebilir bir şekilde belirlenmesine ihtiyaç vardı.
Bunlar belirlenecek ki dönem sonunda hangi hedefler, hangi performans
göstergeleri vardı, acaba bunlara ulaşıldı mı,
ulaşılamadıysa neden ulaşılmadı, bu hesabı
sorma ihtiyacı vardı ama ne yazık ki bugün böyle bir şey
yoktur.
Gene, aynı şekilde bütçe ilkelerine
aykırı uygulamalar vardır. Mesela döner sermayeli
işletmeler. Arkadaşlar, her şeyin bütçenin içinde görülmesine
ihtiyaç var. Geçmişte de döner sermayelerde ve bütçe dışı
fonlarda biz bunu eleştirdik. Dedik ki bunlar bütçenin olmalı.
Nitekim, 5018 sayılı Kanun da öyle dedi. Önce Döner sermayeli
kuruluşlar bütçe içine alınsın, sonra yeniden
yapılandırılsın. dedi ama şu ana kadar baktık ki
hiçbir şey yok. Döner sermayelerde ne harcanıyor, nedir gelir, gider,
biz bunları görmüyoruz değerli arkadaşlar; Sayıştay da
görmüyor bunları.
Bakın, döner sermayeli kuruluşların sahip
olduğu yıllık bütçe tutarı 2013 yılında 35 milyar
Türk lirasıdır arkadaşlar. Bütçenin yüzde 8idir, az bir para
değildir.
Gene başka bir husus, E cetvelinin -bütçenin
cetvelleri vardır, eki cetveller- amaç dışı
kullanımının yaygınlaşmasıdır. Önce -üç
yıl önce- bütçe kanununun maddelerinin azaltılması söz konusu
oldu ama ne yazık ki ona ekli olan cetvellerin sayıları,
kapsamları gittikçe genişledi. Ve bakın bütçe şöyle diyor
arkadaşlar: Bütçe kanununa ekli cetvellerin kanunun uygulanmasına
ilişkin açıklayıcı hükümleri içermesine ihtiyaç var. Yani
Anayasamıza göre bütçe kanunlarıyla bütçeyle ilişkisi olmayan
hükümleri koyamıyoruz. Bu cetveller de onların nasıl
uygulanacağını açıklıyor ama bugün E Cetveli öyle
değil. E Cetvelinin kapsamına baktığınızda
gittikçe sayısının arttığını görüyoruz; en
son bu sene 91 maddeye ulaştı ve bunun içinde de bu sene özel hesap
konusu var arkadaşlar.
Özel hesap konusu, kamu idareleri bütçe ödeneklerinin
bütçe sistemi dışına çıkarılmasıdır. Özel
hesaba aktardığınız zaman bunun artık nerelere
harcandığını bilme hakkınız yok; ne kadar harcandığı,
nerelere harcandığı, bunu bilemezsiniz. Bu 5018 sayılı
Kanun kapsamı dışındadır özel hesaplar. 4734
sayılı Kanun kapsamı dışındadır. Özel
hesaptan yapılan harcamaların hesabı TBMMye verilmemektedir.
Sayıştay denetimi konusu bile tartışılabilir bir
durumdadır ve böyle bir şey söz konusu olabilir mi?
Yani alıyorsunuz, bütçede şeffaflık, saydamlık,
hesap verilebilirlik diyorsunuz, bazı hesapları kamuoyunun ve
TBMMnin denetiminden kaçırıyorsunuz. Bunlar yanlış
uygulamalardır ve zaten Sayıştay raporlarında da
eleştirilmektedir.
Gene başka bir konu, dernek, vakıf, birlik,
kurum, kuruluş, sandık ve benzeri teşekküllere yapılan
yardım niteliğindeki transferlerin kamuoyu ve TBMM tarafından
bilinmesidir.
Arkadaşlar, 5018 sayılı Kanunun 29uncu
maddesi var ve ona dayalı çıkmış bir yönetmelik var. Diyor
ki: İdareler yardım yapılan teşekküllerin isim listesini,
teşekküllere ilişkin bilgileri, yardımın amacını,
konusunu ve yapılan yardımın tutarını izleyen
yılın şubat ayının sonuna kadar kamuoyuna
açıklar. Açıklıyor mu? Hayır. Biz o zaman bilmiyoruz.
Nerelere yaptınız, hangi derneklere, hangi vakıflara? Böyle bir
şey söz konusu olabilir mi arkadaşlar? Neden bunları
yapmıyorsunuz? Kendi çıkardığınız kanunun
hükümlerine uymuyorsunuz.
Gene, aynı şekilde, sağlanan teşvik
ve desteklemelerin açıklanmasına ihtiyaç var, kamuoyu ve TBMM
denetimine. 5018 sayılı Kanunun 7nci maddesi bunu söylüyor. Yani,
bizim, vergi ve SGK teşviklerinin, Destekleme ve Fiyat İstikrar
Fonundan yapılan teşviklerin, arazi teşviklerinin nereye
harcandığını bilme hakkımız var. Bilmiyoruz,
kamuoyuna açıklanmıyor arkadaşlar. Bittikten sonra bu
işler, işlemler, bunun açıklanmasına ihtiyaç var. O zaman
nerelere
Eğer bunlar açıklanmıyorsa o zaman bizde şüpheler
beliriyor. O zaman demek ki yandaş derneklere, vakıflara,
kuruluşlara bu yardımları yaptınız ve toplumun da,
Sayıştayın da denetiminden bunları
kaçırdınız.
Gene başka bir konu -Sayın Genel
Başkanımız da konuşmasında belirtmişti-
yapılan denetimin
Bakın, iki sene önce hiç Sayıştay
raporları gelmedi. Geçen sene Sayıştay raporları geldi, içi
boştu. Bu sene geldi ama son derece sınırlı geldi.
Bakın, bütçenin yüzde 90ında genel bütçeli
idareler yani bakanlıklar -ve bazı kuruluşlar da
tanımlanmış- 47 kuruluş var. Bunların
varlıklarının, yükümlülüklerinin, faaliyet sonuçlarının,
bütün hepsinin raporlanmasına ihtiyaç var ama raporlanamıyor. Sadece
bütçe ödenekleri ve taşınır mallara ilişkin cetveller
denetlenmiş arkadaşlar. Onun dışındaki varlıklar,
yükümlülükler, faaliyet sonuçları, mizanı yok, bilançosu yok; hiçbiri
toplumun denetiminde değil. E, böyle bir şey nasıl olabilir?
Yani, denetlemeniz gerekenin çok azını denetlemişsiniz bütçe
içinde. İşte, Genel Başkanımızın da
söylediği odur. Denetim yeteri kadar yapılmamıştır. Ve
Sayıştay, bir araya gelinmiş, işte, 2013, 2014, 2015
yıllarını ötelediği söyleniyor ama ne yazık ki burada
da ciddi sıkıntılar vardır.
Gene, bir kesin hesap komisyonunun kurulmaması ciddi
bir sakıncadır çünkü kesin hesapların, kesin hesap kanunu
tasarılarının bütçenin, bütçe kanunu
tasarılarının gölgesinde kalmasına neden olmuştur
arkadaşlar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim seçim beyannamemizde de
var. Dedik ki: Bir kesin hesap komisyonu kurulması ve hatta
gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bunun da
başkanlığının ana muhalefet partisine verilmesine
ihtiyaç vardır. Bu açıdan da toplumun izin verdiği onay
temsilcileri vesilesiyle, -onay verdiği, izin verdiği-
harcamaların nerelere yapıldığına, usulüne uygun
olarak yapılıp yapılmadığına, kamu
zararının doğup doğmadığına ilişkin bu
toplumun bilgi edinme hakkı vardır.
Buradan ekonomiye geçmek istiyorum, fazla da zamanım
kalmadı.
Tabii, Türkiye ekonomisinin sorun alanları var ve
sorun alanlarında şunu görüyoruz arkadaşlar: AKP döneminde
Türkiye ekonomisinin sorunları çözülmemiştir, aksine,
ağırlaşmıştır. On iki yıldan beri
iktidarsınız, şimdi aklınıza geldi, öncelikli dönüşüm
programları, eylem planları hazırlıyorsunuz. On iki
yıldır neredeydiniz? Türkiye ekonomisi kan kaybederken, üretim,
istihdam dibe doğru vururken, Türkiye ekonomisi ithalata dayalı bir
ekonomi hâline gelirken, cari işlemler açığı bu kadar
artarken, dış borç stoku bu kadar artarken, istihdam artmazken,
işsizlik oranları yükselirken, yoksulluk artarken aklınız
neredeydi?
Bakın, şunu da söyleyelim: Bütün bunlar, bu
öncelikli dönüşüm programları 10uncu Beş Yıllık
Kalkınma Planında -ki, Temmuz 2013te yasalaştı, TBMM
kararı hâline geldi- zaten vardı. Şimdi, onları
aldınız, üzerinden bir de beş yılın bir senesi geçti,
yeni eylem planıyla Türkiye ekonomisini dönüştürmeye çalışıyorsunuz.
Diyorsunuz ki: Ne olacak? Üretimin ve ihracatın ara mal ithalatına
bağımlılığını azaltacağız, kamu
harcama reformu yapacağız, gelirlere ilişkin reform
yapacağız, diğer birçok alanın, enerjiyle ilgili diğer
alanların hepsini de
Taşımacılıktan Lojistiğe
Dönüşüm Programı uygulanacak.
Arkadaşlar, bunların on iki yıl içinde yapılmasına
ihtiyaç vardı. Siz, olağanüstü şanslı bir dönemi, 2001
krizi sonrası devraldığınız, dünyada ekonomilerin
canlı olduğu, ekonomilerin büyüdüğü, dış ticaret
hacminin arttığı, uluslararası likiditenin, paranın
bol olduğu bir dönemi ıskaladınız, taşıma suyla
değirmen döndürdünüz. Sonra 2008-2009 krizi geldi. Kriz sonucunda tabii
birden bütün göstergeler bozuldu ama siz aynen devam ettiniz. Herkes söyledi,
biz de söyledik, dedik ki: Bu kriz geçecek bir kriz değil, bu kriz
yapışkan bir kriz. Bu kriz sürecek. Geçse bile tekrar ekonomiler eski
hâline gelmeyecek çünkü finansal piyasaların şişmesi üzerine,
şişen balonlar üzerine kurulu sistemsel bir kriz vardır.
Balonlar var, sonra patladığı zaman birden aşağıya
doğru çöküşlerin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bunun
doğru analizleri yapılmadı arkadaşlar. Oysa, bunun
doğru biçimde analiz edilmesine ihtiyaç vardı.
Farkındaysanız, 2008, 2009, 2010, 2011 yıllarında yine
ekonomi büyüdü, sonra baktınız ki olacak gibi değil, çünkü
ekonomi büyüdü mü cari işlemler açığı anormal seviyelere
çıkıyor. Ne demek cari işlemler açığı
arkadaşlar? Bir ekonominin dışarıya sattığı
mal ve hizmetlerle, yani ihracatıyla, dışarıdan
aldığı mal ve hizmetler ithalatı arasındaki fark.
Sattığınızdan daha fazla alıyorsunuz, cari
işlemler açığı verirsiniz. Ama
uyguladığınız bu modelin içinde siz yıllarca yüksek
faiz verdiniz. Dışarıdan uluslararası para geldi.
Paranın gelmesi tabii dövizi bollaştırdı, dövizin
fiyatı düştü. Dövizin fiyatı düşünce ne oldu? İthalat
cazip hâle geldi. Türkiye'de aynı malı üreten KOBİler,
şirketler birer birer kapandı arkadaşlar, kepenk kapattı,
işten işçi çıkardı. Bu model Türkiye'ye yarayan bir model
değil, Türkiye'nin üreticisine, Türkiye'nin yatırımcısına
yarayan bir model değil diye söyledik. Ama gelinen noktada da zaten
şimdi farkındasınız ve birtakım adımlar atarak
ekonomiyi dönüştürmeye çalışıyorsunuz ama artık çok
geç, artık çok geç. Çünkü ekonominin şu anda gördüğü tahribat da
zaten bunun olamayacağını, zor olacağını
gösteriyor. Zaten zamanınız yok, 2015 yılında Cumhuriyet
Halk Partisi iktidar olduğu zaman zaten o politikaları çok da
ayrıntılarıyla birlikte bizler uygulayacağız. (CHP
sıralarından alkışlar) Hiç kuşkunuz olmasın, çok
daha iyisinin, çok daha güzelinin, çok daha şeffafının, hesap
verilebilir, kamu kaynaklarının doğru
kullanıldığı, hırsızlığın
yolsuzluğun olmadığı bir sistemin kurulması konusunda
Cumhuriyet Halk Partisine tüm vatandaşlarımız güvensinler,
güveniyorlar zaten.
Şimdi, izin verirseniz, bütçe konusuna biraz girmek
istiyorum bütçe giderleri, bütçe gelirleri açısından bu bütçe ne
getiriyor diye. Çünkü herkes onu soruyor bize Bu bütçede bizimle ilgili ne
var? diye. Biz de diyoruz ki Yeni hiçbir şey yok. İşçiye,
memura, emekliye, çiftçiye, hayvancıya, sanayiciye, hiçbirine ne
yazık ki buradan bir müjde yok.
Bakın, bütçe giderleri, personel harcamaları
İsterseniz, bütçe giderleri itibarıyla bir gireyim kısaca:
Mesela personel harcamaları, personel giderleri. Ne var burada? İki
şey belirliyor personel giderlerini: Bir, ücret, maaş ve diğer
mali özlük, haklar, bir de personel sayısındaki değişme.
Şimdi AKP sıklıkla şunu yapıyor:
Bizim zamanımızda personel giderlerinin bütçe içindeki payı
arttı. diye söylüyor. Gerçekten de artmış, doğru; yüzde 18
iken 2002de, 2013te yüzde 27,6ya çıkmış. İyi de
arkadaşlar, personel giderinin bütçe gideri içindeki payına bakmak
yanlış, yanıltıcı olur. Personel giderlerinin faiz
dışı bütçe giderleri içindeki payına bakmak lazım.
Çünkü, daha önceki dönemlerde ekonomide hem yüksek faiz oranları hem
yüksek enflasyon oranları vardı. Buna dayalı olarak artık
onu temizleme ihtiyacı var.
Bakın, ben size bir örnek vereyim. 4 kişilik
bir aile düşünün. Ailede her kişi 1 ekmek yiyor, değil mi? Nedir
payları? Dörtte 1, yüzde 25tir değil mi arkadaşlar? Şimdi,
ailenin çocuğu üniversiteyi kazandı gitti, 3 kişi kaldılar,
gene 1 ekmek alıyorlar, gene 1er ekmek, payları değişmedi.
Ne oldu, payları kaça çıktı? Yüzde 33, üçte 1e çıktı
dörtte 1den. Arkadaşlar, bu matematiksel bir şeydir. Sizin
döneminizde personel giderlerinin faiz dışı bütçe giderleri
içindeki payı artmadı. 2002de yüzde 32,3müş, 2013te yüzde
31,4müş. Bu niye önemli? Bu şunun için önemli: Sonuçta, bu ülkede
daha nitelikli kamu hizmetlerinin sunulmasına ihtiyaç var; nüfus
artış hızı var, köyden kente göç devam ediyor,
kentleşme devam ediyor. Buna dayalı olarak da bu hizmetlerin
layıkıyla verilmesine ihtiyaç var. Bir taraftan 2015
yılında gene yüzde 3 artı yüzde 3lük artışlar var,
hedef enflasyon kadar. Ki biz biliyoruz, hep enflasyon yukarıya doğru
sapıyor, yüzde yüz sapmalar var. Burada da gene bunun
sapacağını görüyoruz. Refah artışından pay yok.
Yani, asgari ücret 2014 yılının ikinci yarısında 891
liraydı arkadaşlar. TÜRK-İŞin rakamları var,
açlık sınırı 1.205 lira, yoksulluk sınırı da
3.926 lira. Bu, 1.205 lira olan açlık sınırını bile
karşılamıyor. Türkiyenin böyle bir durumu var.
Tabii, diğer taraftan da personel rejiminde, kamu
görevlilerinin çalıştığı kariyer ve liyakat sistemine
dayalı bir kamu görevlisi sistemi tahrip edilmiştir. Taşeron,
hizmet alım sözleşmesi gittikçe
yaygınlaştırılmış ve şu anda sistem içinde
de çok belirleyici bir noktaya gelmiştir.
Bakın arkadaşlar, 2002 yılında kamuda
neredeyse taşeron yoktur, çok azdır. 2004 yılında 3.183
kişidir. Şu anda ne kadar biliyor musunuz arkadaşlar? 781 bin
kişi. 781 bin kişiye çıkarmışsınız bunu.
Arkadaşlar, taşeron demek çağdaş
kölelik demektir. İnsanların hiçbir güvenceleri yok, iki
dudağının arasında taşeron şirket sahibinin.
Asgari ücretle uzun çalışma saatleri
İkramiyesi yok,
yıllık izin hakkı yok. Böyle bir modeli Türkiyede niye
yaygınlaştırıyorsunuz? Cumhuriyet Halk Partisi olarak
iktidara geldiğimizde ilk yapacağımız işlerden biri
derhâl kamuda taşeron çalıştırmanın engellenmesi ve
kamuda çalışan taşeronların kadroya
alınmasıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Geleceğiz, bütün bunların hepsini uygulamaya koyacağız.
Arkadaşlar, 4/Cliler, geçici
personel
Bakın, 657 sayılı Kanunun 4üncü maddesinin (C) bendi
belirliyor -23.666 kişi var şu anda- diyor ki: Bazı işler
sürekli değil. Sürekli olmadığı için oralarda geçici
işçi çalıştırabilirsin. Örneğin anketörler,
örneğin güzel sanatlarda modeller. Ama siz ne
yapmışsınız? Özelleştirilen kuruluştaki
işçileri almışsınız buraya doldurmuşsunuz,
23.666ya çıkarmışsınız.
İZZET ÇETİN (Ankara) Meclis
dolu, Meclis.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ
(Devamla) Kadroya alın diyoruz, almıyorsunuz. Neden? Herhâlde
sırada yeni özelleştirmeler var, oradan gelen işçileri de gene
buraya koyacağınız için almıyorsunuz. Bari düzeltmeler
İşte Çalışma koşullarını düzenledik., işte
Daha uzun süreler çalışacak. gibi şeyler söylüyorsunuz.
Arkadaşlar, 4/Cliler kadroya alınmak istiyor. 4/Cliler kadroya
alınmak ve devletin kadrosunda
Çünkü aynı işi
yaptıkları insanlarla yan yanalar arkadaşlar. Devletin içinde
aynı işi yapan insanlar arasında fark var.
LEVENT GÖK (Ankara) Biz
yapacağız.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ
(Devamla) Gene atanmayı bekleyenler var. Bakın arkadaşlar,
personel rejimine girdik, çıkamıyoruz. Atanmayı bekleyen
öğretmenler var, gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri, veterinerler,
su ürünleri mühendisleri, arkeologlar, sanat tarihçileri
MUSA ÇAM (İzmir)
Karayolları işçileri.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ
(Devamla) Niye atamıyorsunuz arkadaşlar bunları? İnsanlar
eğitimini gördüğü alanlarda çalışmak istiyor, ne güzel. Hem
zaten buralarda da açık var. Hem o açığı
karşılarsınız, nicelik açısından problemi
çözersiniz hem de sonuçta çok daha nitelikli hizmet sunulmasının da
-kamu hizmetleri açısından- oluşmasını
sağlarız.
Bütçenin K cetveli var arkadaşlar,
fazla mesai
Bana söylediler, koruma ve güvenlik memurlarının fazla
mesaisi kesildi iki sene önce. Sayın Bakan, kaç defadır söyledik,
çözmüyorsunuz. Çözün bu işi. Bu arkadaşların fazla mesaileri
kesildi, çözün bunu. Bunun toplam maliyeti yıllık 6 milyon 310 bin
Türk lirası, bütçeye getireceği yük yüz binde 1,3. Arkadaşlar,
lütfen çözün bu sorunu, niye çözmüyorsunuz?
Muharip gazilerin şeref
aylıkları var, sosyal güvenlik sistemine tabiyse ayrı, tabi
değilse ayrı. Arkadaşlar, bunu yapın, bunları
belirleyin, bunları çözün.
Yatırım harcamalarına geliyoruz.
Yatırım harcamalarında da kamu
yatırımlarının millî gelir içindeki payı düşüyor
arkadaşlar. Bakın, 2002 yılında yüzde 4,9du, 2013
yılında yüzde 5e yükseldi -özel bir yıl o- ama 2014te yeniden
yüzde 4,8; 2015-2017 döneminde de yüzde 4,6. Devletin resmî rakamları
bunlar. Hem yatırımların düzeyi düşüyor hem de
yatırımlar verimli alanlara gitmiyor. Yatırımların
nitelikli, istihdam yaratacak, katma değeri artıracak alanlara
gitmesine, yönlendirilmesine ihtiyaç var. Kamunun devreye girmesine ve
teknolojik altyapı yatırımlarına ciddi anlamda kaynak
aktarmasına ihtiyaç var. Peki, kamu ne yapıyor? İşi
bırakmış, kamu-özel ortaklık modeli altında bütün
işleri, geçmişte kendi yaptığı işleri özel
sektöre yaptırıyor şimdi. Gerektiği zaman yaparsınız
bunu ama oturduğunuz zaman bugün yap-işlet, yap-işlet-devret,
yap-kirala modelinin gittikçe kapsamı genişliyor. Arkadaşlar,
bütçe açığı düşük gözüküyor. Şu anda bütçe
açığında bir şey yok ama diğer taraftan,
baktığınızda, her sene mesela yap-kirala modeline para
ödeyeceksiniz, kira ödeyeceksiniz. Bunun maliyeti ne kadar? Bunların
bilinmesi ihtiyacı var.
Transfer harcamaları, tarımsal destek,
Sayın Hamzaçebi söyledi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Evet, süreniz doldu, ek sürenizi veriyorum
Sayın Türeli. Sözlerinizi tamamlayınız.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Hamzaçebi de söyledi, vermeniz gereken,
taahhüt ettiğiniz miktarları bile vermiyorsunuz. Çiftçi,
hayvancı aç arkadaşlar. Maliyetler 4 kat artmış. Gübrenin,
zirai ilacın, mazotun fiyatı 4 kat artmış, ürünün
fiyatı yerinde sayıyor, bazı ürünlerde 2 kat artmış.
Nasıl ayakta kalacak, nasıl geçinecek çiftçi?
Sosyal yardım sistemi. 2013 yılında 20
milyar lira, yüzde 1,28. Arkadaşlar, OECD ortalaması yüzde 2,5. Bizim
gibi gelişmekte olan ülkelerde aslında bunu daha da fazla verme
ihtiyacınız var. Ve son derece dağınık bir sistem;
kimin ne yaptığı belli değil, çok başlı bir sistem,
8 ayrı kuruluş sosyal yardım veriyor. Sosyal sigorta, sosyal hizmet,
sosyal yardım arasında bütünleşik bir yapı yok. Ama biz
orada ne söyledik: Aile sigortası dedik arkadaşlar. Aile
sigortası, işte bütün bu sistemi birleştiren hem
ödeyeceğimiz sosyal yardımın miktarını artıran
hem de çok daha etkin ve verimli sistem kuran bir yapıdır. Cumhuriyet
Halk Partisi olarak iktidara geldiğimizde ilk yapacağımız
işlerden biri de aile sigortasını uygulamaktır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Tabii, gelir
kısmına geçmeye çok vaktim kalmadı. En son kaçak saray üzerinde
durayım. Bütün bunları konuştuktan sonra, bu kaçak saray
olayı da tabii çok ilginç çünkü bütçe harcamalarının
kullanımının israfa gitmemesinin önemli olduğunu
düşünüyoruz, açıklık, şeffaflık. Bir soru sormak
istiyorum yalnızca: Bunun Başbakanlık için
yapıldığı söylendi. Sayın
Erdoğan Cumhurbaşkanı olmasaydı ne olacaktı
arkadaşlar? Bu saray, kaçak saray -diyelim ki Sayın Gül devam etti ya
da başka birisi oldu- gene Cumhurbaşkanına tahsis edilecek miydi
yoksa Başbakanlıkta mı kalacaktı? Ben diyorum ki
Başbakanlıkta kalacaktı. Tersini düşünen bir arkadaş
varsa da görmek isterim burada, lütfen söylesin. O zaman gözüküyor ki
aslında hepsi Cumhurbaşkanına göre tasarlanmış bir
sistem. Böyle bir şey olmaz arkadaşlar. 1 milyar 370 milyon, Maliye
Bakanı açıkladı. Yeni uçak alındı, 185 milyon dolar.
Bunları topladığınız zaman
İnsanlar
atanmayı beklerken, insanların yiyecek ekmekleri yokken bu kadar
büyük paranın harcanması yanlıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RAHMİ
AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Son bir söz
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Lütfen Genel Kurulu selamlayın, süreniz bitti.
RAHMİ
AŞKIN TÜRELİ (Devamla) Tamam.
İtibar
binalarla olmaz arkadaşlar. İtibar
inandırıcılıkla olur, itibar güzel yönetimle olur, adaletle
olur, hakla olur, eşitlikle olur.
Bütün
bunları vurguladıktan sonra, bütün bu saydığım
nedenlerle 2015 yılı bütçesine ret oyu vereceğimizi belirtmek
istiyorum.
Ben,
yüce heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen aziz
vatandaşlarımızı saygıyla ve sevgiyle
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Birleşime
16.45e kadar ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.26
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.46
BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER:
Muharrem IŞIK (Erzincan), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)
----0----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, 37nci
Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.
Bütçe görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Şimdi söz
sırası, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bingöl
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın İdris Balukene aittir.
Buyurun Sayın
Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz
dakika.
HDP GRUBU ADINA
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılı merkezî yönetim
bütçesinin tümü üzerine Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle,
bütçenin Genel Kurula getirilişiyle ilgili birkaç hususu buradan belirtmek
istiyorum. 2015 yılı merkezî yönetim bütçesi, ne yazık ki
demokratik, katılımcı ve şeffaflık ilkesinden uzak bir
anlayışla hazırlanarak Genel Kurula getirilmiş ve bugün de
Genel Kurulda yasalaşmak üzere burada görüşülmeye başlanmıştır.
Bütçenin halka kapalı yapılmış olması, komisyon gündemi
sırasında muhalefet milletvekillerinin önerilerinin dikkate
alınmaması, iktidar partisi milletvekillerinin Hükûmetin
getirdiği planlamaya farklı boyutlarda eleştirel birtakım
yaklaşımlarla katkı sunması anlayışının
olmaması ve Genel Kurulda da önergelerle bu bütçe planlamasıyla
ilgili değişikliklerin yapılmamış olması bütçenin
demokratik ve katılımcılık açısından maalesef
ilkeli bir şekilde hazırlanmamasını beraberinde
getirmiştir.
Bizler, yapılan bütçelerin sadece istatistiksel
birtakım düzenlemeler olmadığını, gelir-gider
dengelerini sağlamaya çalışan birtakım rakamlardan ibaret
olmadığını defalarca bu kürsüden dile getirdik. Bütçe
planlamalarına bakılarak hem iktidar partisinin ve Hükûmetin
toplumsal yaşamla ilgili hem de ortaya koyacağı politikalarla
ilgili net tomografilerin çekilebileceğini yine bu kürsüden defalarca dile
getirdik. Maalesef üzülerek söylüyoruz ki on iki günün sonunda burada önümüze
getirilen tomografi sonucunda büyük sorunlar, büyük hastalıklar
vardır ve buna karşı umarız ki iktidar partisi,
görüşmeler sırasında yapmadığı birtakım
düzenlemeleri önümüzdeki yılın içerisinde Genel Kurulda yapacak
şekilde bir politika izler.
Bu hazırlanan bütçe, açık bir şekilde
ifade ediyoruz ki yüzü sermayeye dönük olan rant sahipleri için hazırlanmış
bir devlet bütçesidir. Toplumsal barışı değil, zoru,
baskıyı, silahlanmayı merkezine alan bir bütçedir. Bu bütçe,
demokratik bir geleceği değil, otoriter bir hegemonyayı
dayatmaya çalışan bir bütçedir. Bu bütçe, kadını
dışlayan, erkek egemen; doğayı talan etmeye
çalışan, çevre düşmanı; emekçiye ölümü reva gören emek
karşıtı bir bütçedir.
Yine 2015 bütçesinin de Sayıştay
raporlarının eksik gelmesinden ötürü ve yine bütçe içerisindeki
birtakım ek ödeneklerin, örtülü ödeneklerin açık bir şekilde
detaylandırılmamasından dolayı şeffaflık ilkesi
açısından da gayrimeşru olduğunu buradan açık bir
şekilde ifade ediyoruz. Yani gerek usul açısından gerekse içerik
açısından 2015 yılının bütçesi, halklarımız
nezdinde, bugün gayrimeşruluğu henüz yasalaşmadan bile kabul
edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, Türkiyede yaşanan en
büyük sorunlardan biri gelir dağılımı
adaletsizliğidir. Bu süre içerisinde AK PARTİ adına konuşan
konuşmacıların çoğu bir ekonomik büyümeden burada
bahsettiler; oysa, biliyoruz ki bahsettikleri ekonomik büyüme gerçek bir büyüme
değil, gelir dağılımı adaletsizliğinin
büyümesinin ta kendisidir. Bir hırka, bir lokma ifadeleriyle seçmene
giden, iktidara gelen bir parti ne yazık ki on iki yıllık iktidarı
süresi içerisinde 40ın üzerinde dolar milyarderi
yaratmıştır. AKP döneminde son on yılda 10 milyon aile
sosyal yardımlara muhtaç olacak şekilde sosyal yardımlar
üzerinden kendi geçimini sağlayan bir noktada olmuştur. Yine, bu on
yıllık süre içerisinde halkın değerlerine hakaret eden,
halka küfürler eden, burada isimlerini zikretmeyi gerekli görmediğim
birtakım iş adamlarının önü açılmış, deyim
yerindeyse memleketin her tarafı bu iş adamlarına âdeta
peşkeş çekilmiştir.
Açıktır ki zenginler daha fazla
zenginleşirken yoksullar daha fazla yoksullaşmıştır.
Hazırlanan bütçede de nüfusun yüzde 20sini oluşturan zengin kesim
bütçeden yüzde 46,7, yoksul kesimi oluşturan yüzde 80lik kesim ise yüzde
53,4ünü almaktadır yani yüzde 20 en zengin ile yüzde 80 en yoksul
arasındaki bütçeden yararlanma payı âdeta birbirine denk olarak
görülmektedir.
Avrupa ülkeleri içerisinde gelir
dağılımı adaletsizliğinde Türkiye 1 numaradır.
Türkiye'nin bu mevcut durumunda, bugünkü koşullarında her 100
kişiden 15i yoksulluk sınırının altında yaşamakta,
her 100 kişiden 65inin de borçlu olma gibi bir gerçekliği
vardır. Özellikle siyasal İslam referansına dayanarak iktidara
geldiğini iddia eden bir parti için bizce bu tablo son derece vahimdir
çünkü biz biliyoruz ki referans verdikleri İslam dininin hem özünde hem de
pratik uygulamasında bu şekildeki adaletsizlikler asla söz konusu
bile olmamıştır. Hazreti Ömerin Diclenin kenarında bir
kurt bir kuzuyu kapsa hesabı benden sorulur. korkusuyla devlet
yönetimini, bugün neredeyse cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk
iddialarının dolaştığı bir dönemle
kıyaslamak açıktır ki mümkün değildir. Biz her şeyden
önce bu pratiğinizin referans olarak kullanmış olduğunuz
değerlere büyük haksızlık olduğunu buradan ifade etmek
istiyoruz.
Böylesi yoksulluğun olduğu bir dönemde milyon
dolarların, milyar dolarların havada uçuştuğu saraylar
yapmayı -bütün tartışmaları bir kenara
bırakıyoruz- her şeyden önce haram olarak, israf olarak
yorumladığımızı buradan açık bir şekilde
ifade ediyoruz. Binlerce insana yardım elini uzatacak birtakım
mekanizmaları kurmanın imkânı varken, yüzlerce hastane, yüzlerce
okul yapabilmenin imkânları varken, milyonlarca öğrenciye
karşılıksız burs verme imkânı varken, ataması
yapılmayan binlerce öğretmeni bu şekilde istihdam etme
imkânı varken milyon dolarların bir saraya harcanmasını biz
asla kabul edilemez olarak buradan tekrar ifade ediyoruz. Özellikle, bu konuda
AK PARTİli milletvekillerinin de ellerini vicdanlarına koyarak arpa
unu ve helvayla karnını doyuran bir Peygamberin anlayışı
ile bu dönem uygulamalarının ne kadar örtüştüğünün
hesaplaşmasını mutlaka yapmaları gerektiğini ifade
ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu bütçede
çalışma hayatı ve emek alanıyla ilgili mevcut
sıkıntılar aynı şekilde devam ediyor. Esnek ve
güvencesiz çalıştırma, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırmanın
ruhu maalesef bu bütçenin içerisinde de yine aynı şekilde görülüyor.
Burada, işçi ölümlerinin, işçi cinayetlerinin bu kadar yoğun
tartışıldığı bir yılda bile hâlâ işçi
güvenliği üzerinden değil iş güvenliği üzerinden
birtakım planlamaları yapan bir zihniyetle karşı
karşıyayız. Açık ifade etmemiz gerekirse ülkemiz AKP
döneminde âdeta bir işçi mezarlığına dönmüştür. Mevcut
politikalarınızla, duyarsız yaklaşımlarınızla
her yıl işçi ölümleri değil, âdeta işçi katliamları
yaşanmıştır. Soma ve Ermenek başta olmak üzere tüm
madenlerde, inşaatlarda, pek çok çalışma alanında
yaşanan ölümler kaza veya fıtrat değil, açıkçası ihmal
ve sorumsuzluğun getirdiği katliamlardır. Bizler Türkiye'nin her
tarafının âdeta bir işçi kıyım makinesine
döndüğünü buradan üzülerek ifade ediyoruz ve işçi katliamlarında
ortaya çıkan görüntünün de âdeta bir iç savaş görüntüsü
olduğunu, tabloların bir iç savaş tablosu olduğunu buradan
tekrar hatırlatıyoruz. Türkiyede her gün 172 iş kazası
yaşanıyor, her gün ortalama 4 işçi yaşamını
yitiriyor; sadece 2014 yılının 8 ayında 1.270 işçi
yaşamını yitiriyor ama buraya getirdiğiniz bütçe
planlamasının sırtı emeğe, emekçiye dönük oluyor.
Bunu, Halkların Demokratik Partisi olarak kabul etmemizin mümkün
olmadığını ifade etmek istiyorum.
Yine ekolojik yıkım, doğa ve çevre
tahribatı açısından da aynı durumla karşı
karşıya olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Ağaca
bakınca odun gören bir anlayış, suya bakınca HES gören bir
anlayış büyük doğa tahribatlarını maalesef
halklarımızın gündemine getirmiştir. Gezide,
İstanbulun Taksimdeki tek yeşil alanı olan bir alana AVM
yapmaya çalışan anlayış Karadeniz doğasını,
Kürdistan doğasını, coğrafyasını HESlerle âdeta insansızlaştırmaya
çalışıyor.
Sadece AKP döneminde 1.012 HES Türkiye'nin dört bir tarafına
yapılmaya başlanmıştır. Bu HESlerin
biyoçeşitliliğin ölümü olduğunu, ekosistemin tamamen talanı
olduğunu burada defalarca dile getirdik, bugün yine aynı
uyarımızı buradan ifade ediyoruz. Bizler sizin bu ekolojik
yıkımı öngören politikalarınızı değil,
Karadenizde sularımız özgür aksın diyen, Yırcada zeytin
ağaçlarına sahip çıkan halkımızın onurlu
duruşunu dikkate alıyoruz. HES yapımlarının enerji
politikasıyla açıklanmaya çalışılmasını da
yine buradan kabul edilemez bulduğumuzu ifade etmek istiyoruz. HESlerin
dışında özellikle gündemleştirmeye
çalıştırdığınız termik ve nükleer
santrallerin sadece güncel yaşamı değil, gelecek nesillerin
yaşamını da tamamen ortadan kaldırma riskini buradan tekrar
ifade ediyoruz. Burada enerji politikalarıyla ilgili, yenilenebilir enerji
politikasıyla ilgili rüzgâr, güneş ve jeotermal enerji elde etmeyle
ilgili hiçbir çabanızın olmadığını tekrar
vurgulamak istiyoruz.
Ekolojik açıdan özellikle Kürdistan
coğrafyasında 1990lı yıllarda yaşanan pek çok
uygulamanın AKP döneminde de aynı şekilde
yaşandığını burada tekrar vurgulamak istiyorum. Orman
yangınları Bingöl dağlarından, Gabardan, Cudiden Munzur
dağlarına kadar âdeta biri sönmeden bir diğerinin başlaması
şeklinde son birkaç yıl içerisinde de maalesef aynı şekilde
yaşanmaya devam ediliyor.
Köy
boşaltmalar, eski köy yakmalar yöntemiyle olmasa bile HESler, karakollar,
kalekollar, güvenlik barajları ve bölgeye gönderilen korucu kadroları
üzerinden âdeta farklı bir teknikle hayata geçirilmeye
çalışılıyor. Bakınız, sadece
iktidarınız döneminde, son birkaç yıl içerisinde bölgeye 402
yeni karakol ve kalekol ihalesi yaptınız. Bunların 102si
tamamlanmış, 143ünün yapımı sürmekte, diğerleri de
ihale aşamasındadır. Deyim yerindeyse Bingölün, Dersimin,
Diyarbakırın, Şırnakın her tarafını
kalekollarla çeviren bir politikayı maalesef gündemleştirdiniz.
Bitlise, Vana, Bingöle, Diyarbakıra çözüm sürecinde, silahların
bırakılmasının konuşulduğu bir süreçte, silahların
devreden çıkarılmasının konuşulduğu bir süreçte
binlerce korucu kadrosu gönderdiniz. Güvenlik barajları, güvenlik
yollarıyla ilgili tablo da yine aynı şekildedir.
Dolayısıyla, bu 2015 bütçesinin toplumsal barışa değil
âdeta savaş hazırlıklarına delalet ettiğini buradan
ifade etmemiz gerekir.
Biz Halkların
Demokratik Partisi olarak, yürüyen çözüm süreciyle ilgili de bu ülkede bir
toplumsal barış bakanlığının mutlaka
kurulması gerektiğini ifade ettik, hatta bütçeden en büyük payın
da bu barış bakanlığına verilmesi gerektiğini
buradan yine ifade ediyoruz ama maalesef sizin uygulamalarınıza
baktığımızda Millî Savunma Bakanlığına ve
Emniyet Müdürlüğüne aslan payı ayıran bir planlamayı
görüyoruz. Âdeta barışın yerine TOMAya, silaha, güvenlik
barajına, karakola bütçe ayıran bir Hükûmet programıyla
karşı karşıyayız.
Bizler özellikle
önümüzdeki dönemde bu yaklaşımın otoriterleşme
anlamında toplumda kaygıları
artırdığını ve bu uygulamalardan bir an önce
vazgeçmeniz gerektiğini ifade ediyoruz çünkü yakın dönemdeki
siciliniz de bu kaygıları artırmaya yetiyor da artıyor
bile. Licede Medeni Yıldırımın, Eskişehirde Ali
İsmailin, Ankarada Ethem Sarısülükün, Hatayda Ahmet Cömertin,
İstanbulda Berkin Elvanın, Geverde, Yüksekovada Rojhat Özdelin,
Diyarbakırda Kadir Çakmakın sokak ortasındaki
yargısız infazlarıyla ilgili siciliniz bütün halkımız
tarafından, halklarımız tarafından görülüyor.
Değerli milletvekilleri, AKPnin özellikle
çöktüğü alanlardan birinin de dış politika olduğunu tekrar
buradan ifade etmek istiyorum. Bakınız, Avrupa Birliğinden gün
geçtikçe uzaklaşan AKP Hükûmetinin uygulamaları son, polise vur
verme yetkisi ve makul şüpheden sonra artık iyice
tartışılır bir hâle geldi. Son operasyonel süreçlerden
sonra da Avrupa Birliğiyle neredeyse ipler kopma noktasına geldi.
Avrupa Birliğiyle bu şekilde olan ilişkiler Orta Doğuda da
deyim yerindeyse tam bir bataklığa saplandı. Suriyede
yaşanan ölümlerden egemen politikaların sahibi olan tüm ülkeler ne
kadar sorumluysa AKP Hükûmetinin politikaları da o düzeyde dolaylı
olarak sorumludur. AKP Hükûmeti, Suriyede Esad rejiminin birkaç ayda
gideceğini öngörerek ve Kürtlerin orada hak kazanmaması üzerinden bir
politikayı öngörerek maalesef büyük yanlışlara imza attı.
Ancak, bu politikanın iflas ettiğini Şengale ve Kobaniye
bakarak görebilirsiniz. Şengalde iki gün önce YPG, YPJ, HPG, HPJ
güçlerinin ve peşmerge güçlerinin IŞİDi kovmasıyla
beraber, artık Orta Doğuda yeni bir sürecin işlediğini
burada rahatlıkla ifade edebiliriz. Bizler, Sayın Öcalanın
Ezidi halkına gönderdiği mektupta da ifade ettiği gibi, Ezidi
halkının şahsında tüm insanlığa dayatılan
ihanet ve katliam kültürüne karşı Derweşe Evdinin yaşam
pınarından fışkıran özgürlük sevdasını,
direnişi, mücadeleyi, onuru buradan selamlıyoruz. Kobanide de
aynı direniş çizgisinin bugün IŞİDi tamamen o bölgeden atmak
üzere büyük zaferlere hazırlandığını buradan ifade
etmek istiyoruz.
Bakın, Rojavada kabul etmediğiniz tabloda
Türk, Kürt, Ermeni, Asuri, Süryani, Sünni, Şii, Nusayri, bütün
halkların ortak bir gelecekle bir araya gelmesinin modelleri var. Sizin
anlayışınız maalesef hâlâ tekçi olduğu için, oradaki
çoğulcu yapıyı hâlâ içinize sindiremiyorsunuz ve hâlâ bu
anlayıştan dolayı da IŞİDe destek verir görüntünüz
bütün dünya kamuoyunda tartışılmaya devam ediyor. Biz açık
bir şekilde ifade edelim ki Türkiyenin çözüm sürecinin de, toplumsal
barışının da geleceği Kobaniyle yakından
ilgilidir. Türkiyede darbe mekaniğinin sonuç alıp almaması da
yine Kobani politikasıyla yakından ilişkilidir. Çünkü, Kobani
Kürt halkı açısından artık bir onur meselesi hâline
gelmiştir, sadece Kürt halkı açısından değil,
insanlık açısından da oradaki mücadele bir onur meselesi hâline
gelmiştir. O nedenle siz hâlâ bütün bu tabloyu görmeyerek anlamaz bir
şekilde Niye bütün dünyanın gündemi varsa yoksa Kobani? diye
serzenişlerinize devam ediyorsunuz. Önümüzdeki dönemde bizler bu
anlayışın büyük kaybedeceğini buradan tekrar ifade etmek
istiyoruz. Hele hele son üç günde, Cumhurbaşkanının birkaç
konuşmasında hâlâ, Suriyede, kuzey Suriyedeki kantonların
birleşmesini bir tehdit olarak gören, PYD ve IŞİDi aynı
kefede terör örgütü olarak tanımlayan yaklaşımlarını
kabul edilemez ve son derece tehlikeli olarak görüyoruz. Yıllarca Esad
rejimiyle sınır komşuluğu yaptığında onu bir
tehdit olarak görmemişti. Şu an itibarıyla Hatay
sınırında IŞİDle, El Nusra çeteleriyle
sınır komşuluğunu tehdit olarak görmeyen bir
anlayış, orada Kürtlerin statüsü üzerinden şekillenen bir modeli
tehdit olarak görüyorsa burada tehlike gerçekten son derece büyüktür.
Biz, Cumhurbaşkanına şunu ifade edelim:
Senin PYDyi terör örgütü görüp görmemen önemli değil, senin
IŞİDi nasıl değerlendirip değerlendirmediğin
önemli değil. Zaten bütün dünya IŞİDin ve YPGnin nasıl
tanımlandığını ortaya koyuyor. IŞİD bütün
dünyada, bütün dünya halklarında barbar bir insanlık
düşmanı terör örgütü olarak, orada çarpışan YPG güçleri de
kahramanca direnen özgürlük savaşçıları olarak görülüyor.
Dolayısıyla önümüzdeki dönemde de bu yaklaşımların
hızla netleşmesi gerekiyor.
Bu tanımda hâlâ ısrar etmenin iki yönü
olabilir: Birincisi, ya büyük bir ideolojik körlük söz konusu. İkincisi,
iflah olmaz bir Kürt düşmanlığı söz konusu. Umarız ki,
ikinci seçenek geçerli değildir. Eğer birinci seçenek geçerli ise de
ihtişamına boğulduğunuz o saraydan çıkıp
halkın gündemine, bölgenin gündemine bakmanızı tavsiye ederiz.
Çünkü sizin cümlelerinizle ifade edelim: Hem Orta Doğuda hem Kürdistanda
IŞİD düştü düşecek haberiniz olsun. O nedenle önümüzdeki
dönemde de Kobani politikasıyla ilgili yanlışlardan bir an önce
vazgeçmeniz gerekir. Özellikle 6-8 Ekim olaylarında da, 6-8 Ekim
direnişinde de içerideki tüm Türkiye halklarının Kobaniye ne
kadar duyarlı olduğu ortaya çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri, önemli bir konu
başlığımız da demokratikleşme ve
yerelleşmedir. Maalesef, biz, bu bütçenizde bu iki başlıkla
ilgili de halkın gerçek sorunlarını çözen bir planlama
görmüyoruz. Bakın, yerelleşmeyle ilgili Gezi direnişinde ortaya
çıkan mesajları alamadınız. Orada, bir, ekolojik
duyarlılık; iki, halkın karar alma süreçlerine
katılımı yani yerinden yönetim; üç, demokrasinin ve
özgürlüklerin genişletilmesi mesajı vardı ama siz maalesef o
mesajlara kurşun sıktınız. Öyle
yaptığınız için de bugün Karadenizde yapılan HES
barajlarının kararını Ankarada alıyorsunuz.
Yırcada zeytin ağaçlarıyla ilgili kararları burada almaya
devam ediyorsunuz. Liceye kalekol, karakol yapılıp
yapılmayacağını Lice halkına değil, kendi
bürokratlarınıza soruyorsunuz. Bu anlayış devam ettiği
sürece ne yerelleşme adına ne demokratikleşme adına yol
almanız mümkün değildir.
Demokratikleşmeyle ilgili Türk Ceza Kanununun
antidemokratik bütün mevzuatının ayıklanması
gerektiğini defalarca siz ifade ettiniz. Terörle Mücadele Kanununun
kaldırılması gerektiğini defalarca Hükûmet yetkilileriniz
buradan aktardı. Siyaset yapma önündeki engellerin kaldırılması
gerektiğini defalarca ifade etmenize rağmen hâlâ Siyasi Partiler
Yasası ve Seçim Yasasına dokunamıyorsunuz. Hâlâ 12 Eylül
darbecilerinin apoletlerinin arkasına saklanarak yüzde 10 seçim
barajını savunmaya devam ediyorsunuz. Bir de bu pozisyonunuzdan
çıkıp Biz, yüzde 10 seçim barajından korkmuyoruz. diye halka
doğru olmayan beyanlarda bulunuyorsunuz. Biz biliyoruz ki siz gece
rüyalarınızda da barajda boğulmuş kabuslarla uyanıyor,
gündüz de o şekilde konuşuyorsunuz ama bunların kâr
etmeyeceğini buradan ifade etmek istiyorum.
Bakın, önümüzde bir seçim var. Bütün seçimlere
siyasi partiler hangi eşitsiz koşullarda girdi, defalarca ifade
ettik. 3 siyasi parti bütçeden 315 milyon değerinde hazine
yardımı alırken Halkların Demokratik Partisi bugüne kadar
devletin hazinesinden tek bir kuruş almadı ve siz bu tabloyu içinize
sindiriyorsunuz. Biz size şu çağrıyı yapıyoruz: Burada
çeşitli politikalarla ilgili, madencilerin yaşadığı
sorunlarla ilgili, çalışma hayatının sorunlarıyla
ilgili defalarca konuşma yaptınız, her üç siyasi parti de.
Gelin, o zaman hep beraber devletin hazinesini soymaktan vazgeçelim. Gelin,
hiçbir siyasi parti devletin hazinesinden aldığı paralarla
siyaset yapmasın, halkına başvursun. Biz nasıl
yapıyorsak siz de sırtınızı devlete değil halka
dayayarak siyaset yapın. Gelin, bir de o koşullarda seçime girin de
bakalım demokratik seçeneklerin nasıl şekillendiğini hep
beraber burada görelim.
Değerli milletvekilleri, özellikle Türkiyedeki
önemli sorun alanlarından biri de bütün farklı kimliklerin,
halkların, inançların yasal ve anayasal güvence altına
alınması gereken hak ve özgürlükler sorunudur. Alevi
halkının, gayrimüslimlerin, bütün kimliklerin hak ve özgürlük
taleplerinin anayasal güvence altına alınmasını
ısrarla savunuyoruz; bu ısrarımızı 2015 yılı
içerisinde de halkımızla birlikte buraya taşımaya devam
edeceğiz. Cemevlerinin ibadethane statüsünü kazanması, gayrimüslim
insanlarımızın, halkımızın inanç özgürlüğüyle
ilgili düzenlemelerin yapılması hem Hükûmetin hem devletin en önemli
görev ve sorumluluğu olarak karşımızda duruyor.
Özellikle son dönemde Türkiye her alanda yaşanan bu
sorunlardan dolayı büyük bir gerilimi biriktirerek âdeta fay
hatlarının kırılma noktası üzerinde bulunuyor. Biz, bu
fay hatlarının kırılmasını aşmak için, bu
büyük enerji boşalmasının önlenmesi için tek
çıkışın çözüm sürecini kalıcı barışa
götürecek, Türkiyenin demokratikleşmesini sağlayacak ve Kürt
meselesinin çözümünü sağlayacak uygulamalar olduğunu ifade ediyoruz.
Halkların Demokratik Partisi olarak Sayın Öcalan ile devlet heyeti
arasında başlayan görüşmelerin kalıcı barışa
evrilmesi için bugüne kadar gerekli olan bütün katkıyı sunduk, bundan
sonra da katkı sunmaya devam edeceğiz.
Partimize karşı, eş genel
başkanlarımıza karşı, milletvekillerimize
karşı yürütülen linç ve saldırı kampanyalarına
rağmen, halklarımızın barışa olan ihtiyacı
ve onlara vermiş olduğumuz barışın sözünü yerine
getirmek üzere, çözüm süreciyle ilgili ısrarımızı devam
ettireceğimizi buradan ifade etmek istiyorum.
Burada, Meclis bütçe görüşmeleri sırasında
on dakikalık bir konuşma yapmıştım. Yurt
dışındaki Türklerin kültürel asimilasyon, ana dil eğitim
hakkı, kendi kendini yönetim hakkıyla ilgili bir konuşmada
hepiniz beni can kulağıyla dinlemiştiniz; ta ki özneyi
değiştirip Türkün yerine Kürtü koyduğumuz zamana
kadardı. İşte, Kürt meselesinin aslında tanımı da
budur; Türk için istediğini Kürt için istemektir. Kürt meselesinin
çıkış sebebi de Türke reva gördüğünü Kürtten
esirgemektir. Bu anlayışın açılması gerektiğini,
ana dil başta olmak üzere bütün sorunların çözülmesi gerektiğini
ifade etmek istiyoruz. Demokrasi sorunu dediğimiz şey de aynı
anlayışla, aynı hakkı Alevi için de, Ermeni için de, Asuri
Süryani için de, Türkiyedeki bütün farklılıklar için de
tanımaktır diyoruz.
Aslında Türkiye bütün bu meseleleri nasıl
çözeceğini çok iyi biliyor; çünkü, yakın dönemde, Filipinler ile Moro
İslami Kurtuluş Cephesi arasında yürütülen müzakere sürecinde,
Türkiye, 3üncü göz olarak, ara bulucu olarak görev aldı ve orada, Moro
İslami Kurtuluş Cephesinin talep ettiği özerklikle bir
kalıcı barış sağlandı. Bunu bilmenize
rağmen, içeride, özerklikle ilgili, statü talebiyle ilgili yapay gündemler
yaratıyorsunuz; bunu bilmenize rağmen, bir 3üncü gözün bu süreci
takip etmesini -bugüne kadar büyük bir çelişki içerisinde- reddetmeye
devam ediyorsunuz. Biz, bütün dünyada bu sorunlar nasıl çözülmüşse
Türkiyede de aynı şekilde çözülmesi gerektiğini ifade ettik,
bugün de aynı şeyi söylüyoruz.
Meclis Başkanlığına da ben buradan
bir çağrı yapmak istiyorum: Burada, bu süreçle ilgili tereddüdü olan
bütün milletvekillerini, bir planlama dâhilinde, benzer sorunların
yaşandığı ülkelere göndermenizi özellikle tavsiye ediyoruz.
İspanya ETA, İrlanda-İngiltere IRA, Kolombiya FARC, Güney Afrika
ANC, pek çok örnek var. Bütün bu ülkeler nasıl bu sorunu çözmüşse
burada tereddüdü olan milletvekillerinin de o ülkelere gidip gerekli olan
bilgileri almasını özellikle sizden talep ediyoruz. Biz çözüm
sürecinde sürecin hızlandırılması, dengede giden bisikletin
düşmemesi için hızla pedalların çevrilerek nihai hedefe
ulaştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için
dünya örnekleri dışında başvurabileceğimiz önemli bir
referansımız daha var.
Bu Meclisin kuruluş iradesini incelediğinizde
çözümü tüm milletvekilleri tüm çıplaklığıyla görür.
İlk Mecliste, Meclisi Mebusanda tüm milletvekillerinden 71i Müslüman,
48i gayrimüslimdi. Bu Mecliste Kürdistan ve Lazistan mebusları tüm ülke
için, tüm halkımız için burada faydalı tartışmalar
yapıyorlardı. İşte bu tablolar, inkâra, redde, asimilasyona
gelen tablolar Kürt meselesinin de yaratıcısıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Baluken, süreniz doldu, ek süre
veriyorum. Lütfen konuşmanızı tamamlayın.
Teşekkürler.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) Yine, 1921 Anayasasında da Kürtlere özerklik
tanıyan, muhtariyet tanıyan anayasal statünün de yine bu Meclisin
tutanaklarında olduğunu ifade etmek istiyorum. Biz o nedenle Meclisin
inisiyatif alması gerektiğini ifade ediyoruz. Cumhuriyet Halk
Partisinin de önerdiği gibi bu Meclis bünyesinde hakikatleri
araştırma ve adalet komisyonlarının, toplumsal çözüm ve
barış komisyonlarının iktidar partisi tarafından bir
an önce kurulması ve bu şekilde kalıcı barışa
gidecek bir yüzleşmenin, tarihî bir yüzleşmenin esas olması
gerektiğini ifade ediyoruz. Şeyh Sait kıyamı, Dersim
katliamı, Ağrı Zilanda yapılan katliamlar, Yassıada
mahkemeleri, Sivas, Çorum, Maraş katliamları, darbe dönemleri,
Roboski katliamları, yüzleşilmesi gereken ve artık tarihin utanç
sayfalarına yazılması gereken, demokratik geleceğimizi
şekillendirmemiz için mutlaka Meclisin gündemine gelmesi gereken toplumsal
olgular olarak, toplumsal olaylar olarak önümüzde duruyor. Önümüzdeki dönemde
de barışla ilgili, çözüm süreciyle ilgili bu hassasiyetimizi ortaya
koyacağız. Biz anaların ağladığı,
anaların oğullarının arkasından yas tutan,
gözyaşı döken tablosunun artık devreden çıkması
gerektiği, barışla uyanan, ölümün de, yaşamın da
barışla ve dostlukla şekilleneceği bir ülkenin özlemini
çekiyoruz. Fazla söze hiç gerek yok, aslında burada
yaptığınız bütün planlamaların tek bir reçetesi var:
Silahların ölüm kusmadığı, zeytin dallarıyla,
barış güvercinlerinin uçurulduğu bir 2015 yılının
Türkiyesinde yaşamak istiyoruz.
Bunu bütün
halklarımız adına buradan tekrar sizlere hatırlatıyor,
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.
Şimdi
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına ikinci konuşma
Iğdır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin
Buldana ait.
Buyurun Sayın
Buldan. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz
dakika.
HDP GRUBU ADINA
PERVİN BULDAN (Iğdır) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Değerli
milletvekilleri, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı hakkında Halkların Demokratik Partisinin
görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunmaktayım.
Konuşmama başlarken Genel Kurulu ve ekranları başında
bizleri izleyen tüm halkımızı saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmelerini bugün tamamlamak
üzere olduğumuz 2015 yılı Bütçe Kanunu, Hükûmetin sahip
olduğu siyasal perspektifin politik olarak neleri
amaçladığının ve de planladığının
izahı niteliğindedir ve Hükûmetin önümüzdeki yıl için politik
hedeflerini açıkça ifade etmektedir.
Bu bütçe, onlarca yıldır
hazırlandığı üzere yine darbe geleneğinin, darbe
zihniyetinin kalemlerini içeren, demokratik kurum ve kuruluşlar
işletilmeden darbe ürünü yasalar ve hatta o yasaların bile gerisine
düşen AKP dönemi düzenlemeleriyle oluşturulmuştur. Bu bütçeye
bakarak bile şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki otuz beş
yıldır Türkiye, demokratikleşme, sivilleşme ve de
şeffaflaşma yolunda bir arpa boyu mesafe, yol katetmemiştir.
Denetime kapalı olarak hazırlanan bu
antidemokratik Bütçe Kanunu Tasarısı sosyal bütçe
anlayışından tamamen yoksundur. Türkiyenin gerçek
sorunlarına ve ihtiyaçlarına bu bütçede kaynak ayrılmamıştır.
Bu bütçede barışın adı yoktur. Çözümü hedefleyen mali bir
planlamaya bu bütçede ne yazık ki yer verilmemiştir. Türkiye
toplumunun ötekileri, yani ezilenleri, yani kadınları, emekçileri,
yoksulları bu bütçenin dışında
bırakılmıştır. 17 Aralık operasyonuyla gün yüzüne
çıktığı üzere AKP Hükûmetinin önümüze koyduğu bütçe
kanun tasarılarında cumhuriyet tarihinin en büyük
yolsuzluklarının gölgesi bulunmaktadır.
Bu bütçe kendi ailelerini, oğullarını
küçük ülkeler kuracak kadar zenginleştirirken halkının cebinden
yiyen, halkını yoksulluğa, muhtaçlığa mahkûm eden bir
Hükûmetin bütçesidir. Bu bütçe yandaşlarını maden
ocaklarında zengin ederken binlerce işçiyi göçük altında çaresiz
ve kimsesiz ölüme terk edenlerin bütçesidir. Yandaşlarından
oluşturduğu patronlar sınıfının iş
güvenliği sağlanmadan binlerce işçinin ölümüne sebebiyet
vermesine göz yumanların bütçesidir. Bu bütçe yine bu kalantorların,
ülkenin doğal kaynaklarını yağmalayanların, köylünün
geçim kaynaklarını talan edenlerin, suyumuza,
toprağımıza zehir akıtanların yasalarını
oluşturan ve uygulayan bir Hükûmetin bütçesidir. Bu bütçe yüzde 70
dolaylı vergiyle halkın belini bükerken, halkın parasıyla
kendi patronlarının sırtını pek edenlerin bütçesidir.
Sonuç olarak Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu bütçe koca bir ülkenin varını yoğunu kendi
zenginlerinin sermayelerine kanalize ederken halkını devletin soysal
adaletinden, güvencesinden, korumasından mahrum bırakanların
bütçesidir.
Emekçileri kölelik koşullarında
çalışmaya, esnafı büyük holdinglerin gücü
karşısında tükenmeye, köylüyü koyduğu kotalarla tarım
dışı kalmaya mahkûm eden bu Hükûmetin eli artık bu köylünün
dağında, taşında, toprağında ve suyundadır.
Bu vesileyle HESlerle derelerimiz kurutulmakta, madencilik faaliyetleriyle
doğal varlıklarımız heba edilmekte, bir gecede yüzlerce
ağaç bir şirketin kârı uğruna tek seferde yok edilmektedir.
Onlarca yıldır bütçe tasarrufunun savaştan
yana yapılmasının yanı sıra, demokratikleşme ve
sivilleşme iddiasında olan; barışı, çözümü
hedeflediğini deklare ederek iktidar olan AKP Hükûmeti, verdiği
sözleri gerçekleştirecek adımları atma konusunda yeterince
istekli ve kararlı hareket etmemiştir ve Hükûmetin, bu vaatlerini
gerçekleştireceğine dair ipuçlarına da hiçbir devlet plan ve
programında görmemekteyiz. İşte bizim 2015 Bütçe Kanun
Tasarısından gördüğümüz, okuduğumuz ve
anladığımız bu gerçekliktir.
AKPnin bu yola çıkarken sarf ettiği demokrasi
vaatleri açıkça söylemek gerekirse berhava olmuştur.
Dolayısıyla, bu bütçe kadar Hükûmette meşruluğunu
hızla yitirmektedir çünkü aldığı destekle mücadele
yürüttüğü askerî vesayetin yerine kendi vesayetini kurmuştur ve
rejimi daha keskin bir şekilde monarşik, totaliter bir duruma
getirmiştir. Çünkü Hükûmet demokrasi, adalet ve sivilleşme
iddiasını gerçekleştirecek bir demokratik reform sürecine
yönelmemiştir. Kendinden olmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni,
itiraz edenleri bastırılması, susturulması gereken kesimler
olarak görmüş ve toplumsal muhalefete karşı oldukça tahammülsüz,
baskıcı, otoriter bir yaklaşım içerisinde olmuştur.
İşte cezaevlerinin bugün itibarıyla
cumhuriyet tarihinin en dolu seviyesine ulaşmasının nedeni
bundandır. Sokak ortasında devlet eliyle gerçekleştirilen
infazların, sokakların ve meydanların devlet eliyle birer
vahşet alanına çevrilmesi bu nedenledir. Cumhuriyet tarihi boyunca
hiç olmadığı kadar onlarca, yüzlerce çocuk bu nedenlerle ya
sokaklarda infaz edilmiş ya da cezaevlerine
kapatılmıştır.
Gazetecilere, yayıncılara ve yazarlara yönelik
baskı artarak devam etmektedir. Hükûmeti eleştiren bütün kesimler
yargı pençesine alınmıştır. Darbeciler hariç, herkes
darbeci ilan edilmiştir. Muhalif duruşa sahip birçok kamu görevlisi
işinden edilmiştir. Öğrencilerin eğitim hayatlarına
son verilmiştir. Halkın değil devletin, bilhassa Hükûmetin
güvenliği esas görülmüş, bu nedenle de bir korku imparatorluğu
inşa edilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dile getirdiğim bu antidemokratik uygulamalar ülke gündeminde ve Hükûmetin
masasında esasen çözüm, barış, demokratik açılım
varken meydana gelmektedir. Bir yanda demokratik yollardan ülkeyi
yüzyıllık bir yanlışlıktan çıkarmak, ülkenin en
ağır, en yakıcı sorununu çözüme kavuşturmak
hedeflenirken, diğer taraftan bu hedeflerle asla uyuşmayacak
uygulamalar devreye sokulmaktadır.
Bu bağlamda, Hükûmetin vaatleri ile tezahür edenler
arasında çok ciddi bir mesafe bulunmaktadır. Toplumun yükselen
adalet, eşitlik, özgürlük taleplerini karşılama noktasında
Hükûmetin tutumu oldukça geri düzeyde kalmakta, aradaki makas
açılmaktadır.
Sayın Başkan, sayın üyeler; Kürt özgürlük
hareketi yirmi yılı aşkın süredir silahsız bir çözümü
dillendirmekte, bu yönlü bir çözüm için çaba sarf etmektedir. Bu süre
içerisinde tam 9 defa çatışmasızlık ilan edilmiştir.
AKP bu süreçlerin avantajlarından faydalanarak 3 genel seçim, 3 yerel
seçim, 2 referandum ve 1 Cumhurbaşkanlığı seçimi
atlatmıştır.
Sayın Öcalanın 21 Mart 2013te
açıkladığı tarihî deklarasyonun üzerinden
yaklaşık olarak iki yıl geçti. Hükûmet, her seferinde çözüm ve
kalıcı bir barış konusunda ne kadar kararlı
olduklarını deklare etti. Ancak bu süreçte, ifade edilenin tam tersi
uygulamalara bolca yer verildi. İki yıllık süreçte onlarca
kişi polis ve asker kurşunuyla hayatını kaybetti.
Kalekolların, askerî yolların ve
barajların inşasına devam edildi. 6-7 Ekim Kobani
direnişinde bir ay içerisinde 51 insanımız hayatını
kaybetti. Bunların büyük çoğunluğu güvenlik güçlerinin öldürücü
müdahaleleri ve saldırısında yaşamlarını yitirdi.
Ancak bu ölümlerin sorumlularından tek bir tanesi bile yargı önüne
çıkarılmadı.
Sadece 6-7 Ekim Kobani direnişinden bu yana 4 bin
dolayında kişi gözaltına alındı; bunların 600ü
tutuklandı, üstelik bunların da büyük bir çoğunluğu
çocuktu. Son bir yıl içerisinde 120 bin çocuk polis, karakol, cezaevi ve
yargı sürecine dâhil olmuştur. Son bir yıl içerisinde 14 bin
çocuk yargı karşısına
çıkarılmıştır.
Adalet Bakanlığı 8 tane daha çocuk cezaevi
açacaklarını gururla açıklamaktadır. Çocuklar cezaevlerinde
F tipinde tecrit edilmektedir. Çocuk cezaevlerinde ayda bir defa açık
görüş yapılmakta; çocukların, annelerinin saçlarına dahi
dokunmasına izin verilmemektedir.
Şimdi, Hükûmete sormak isterim: Sizler devletin bu
kadar ağır şekillerde cezalandırdığı ve
onlar için sadece yeni yeni cezaevleri hayal ettiği bu çocuklarla mı
bir barış oluşturacaksınız, aydınlık bir
geleceğe yürüyeceksiniz?
Bir hukuk devletinde insan onurunu korumak, insanı
yaşatmak esastır. Cezaevleri, eza ve zulümevleri değildir. Son
yıllarda her yıl 200ün üzerinde hasta tutuklu ve hükümlü
cezaevlerinde hayatlarını kaybetmektedirler. Ağır hasta
tutuklu ve hükümlüler cezaevlerinde âdeta ölümle
cezalandırılmaktadırlar. Hükûmetin bu hayati konuda adım atması
için daha kaç tutsağın canından olması gerekir? Bu
insanlık dışı durum hangi haklı devlet
politikasıyla açıklanabilir? Hangi zihniyet, hangi dünya görüşü
bu hukuksuzluğu daha anlaşılır hâle getirebilir? Bu noktada
ısrarla vurgulamak isterim ki insan hakkının teslim edilmesi,
insan onurunun korunması bir devlet için binlerce ölümden sonra
tanınır hâle gelmemelidir, bu hakların edinimi bu denli
kanlı olmamalıdır.
Yine, bazı maddeleri değiştirilse de
Anayasanın tekçi ve militarist özüne hiçbir şekilde
dokunulmamıştır. Aksine, Hükûmet, daha fazla militarizm tesis
eden güvenlikçi yasa tasarılarını Meclisin gündemine
getirmiştir. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde emsaline rastlanmayacak
ibareler içeren bu yasalar insanlar için dağı, sokaklardan ve
meydanlardan daha güvenli bir hâle getirmektedir. Dahası, bu yasalar birer
darbe mekaniği değil de nedir? Darbe niteliği taşıyan
uygulamaları icra ederken toplumun farklı kesimlerini sürekli
darbecilikle suçlamanız ne kadar inandırıcı olabilir? Hangi
cenahtan olduğu hiç fark etmez; bir yandan kendi çizginizde durmayan tüm
medyayı polis operasyonlarıyla derdest edeceksiniz, bir yandan
sokağa çıkmayı yasaklayacaksınız, sokağa
çıkanı vuracaksınız, infaz yasalarını
yürürlüğe koyacaksınız. Barış sürecinin tüm
hızıyla yürüdüğüne dair mesajlar verirken, bir yandan siyasi
kadrolarımızı yeniden cezaevlerine kapatacaksınız.
Partimize yönelik bu sürdürülen gözaltı ve tutuklama operasyonları
demokratik siyasete müdahale değil de nedir?
Hükûmet, kamu güvenliği adı altında
kendi otoritesini güvence altına almaya çalışmaktadır. Biz,
devleti yönetenlerin kamu güvenliğini, millî güvenliği
sağlamak derken aslında neyi hedeflediklerini yakın siyasi
tarihimizden en ağır şekillerde deneyimleyerek öğrendik.
Millî güvenlik adı altında türbanlı kadınlar derdest
edildiler, okullarından uzaklaştırıldılar, kamusal
alandan itildiler. Solcu, aydın, sanatçı ve öğrenciler bütün
dönemlerin olağan suçlusu sayıldılar. Alevilik inancına
sahip olmak, katliama uğramak ve inancından dolayı
aşağılanmakla eş değer tutuldu. Kürtler millî güvenlik
bozulmasın diye her türlü hakaret, haksızlık ve işkenceye
maruz bırakıldılar. Diyarbakır Cezaevi böyle oluştu.
Mamakta, Ulucanlarda işkence tezgâhları böyle kuruldu. Seyit
Rızalar, Denizler, Erdal Erenler ve daha niceleri için millî güvenlik
adına darağaçları kuruldu. Dersim, Zilan, Uludere
katliamları millî güvenliği tesis etmek adına yapıldı.
17 bin yurttaşımız millî güvenliği sağlamak
maksadıyla devlet güçlerince katledildi.
Bu nedenle, Sayın Hükûmet, biz bir asırdır
millî güvenlik derken neyin kastedildiğini çok acı bir şekilde
öğrendik. Sizin millî güvenlik, kamu güvenliği dediğiniz
şey iktidarın güvenliğidir. Hükûmetin bu yasalarla halk için
tasavvur ettiği millî güvenlik tesisi, her türlü hukuksuzluk, işkence
ve ölüm demektir.
Diğer taraftan, darbeyle kurulmuş
kurumların gölgesinden faydalanmak sizi darbecilerden nasıl
ayırabilir? Hem bu kurumları koruyacaksınız hem darbe
yasalarını daha da militarist, daha da katı bir hâle
getireceksiniz, sonra da kamuoyuna Süreç yürüyor. diyeceksiniz. Demokratik
siyaset diyeceksiniz ama bir yandan siyasetçilerimizi tutuklarken diğer
yandan Yüzde 10 barajına dokundurmam. diyeceksiniz? Millî irade
lafını dilinizden düşürmezken diğer taraftan
milyonların iradesini yüzde 10luk barajla ipotek altına alacaksınız.
Bu koca aldatmacaya inandıracak birilerini belki bulursunuz fakat bu
aldatmacanın bir çözüm yolu açmayacağı, ülkeyi demokrasi
hedefinden kesin bir şekilde saptıracağı ve karanlık
günlerin habercisi olacağı gayet açık ve nettir. Bu nedenle,
Sayın Başbakanın da ifade ettiği üzere, tutarlı
olmanız icap eder.
Siz barajlardan
korkmuyorsunuz, bu doğru çünkü bu barajın mimarı siz
değilsiniz ama bekçisi sizsiniz. İnsan bekçiliğini
yaptığı şeyden korkmaz tabii ki. Sürekli dile
getirdiğiniz millî irade sizin için bu kadar kıymetli ise millî
iradenin önündeki engelleri de kaldırmanız gerektiğini
hatırlatmak isteriz. Yüzde 10 barajının yürürlükte olduğu
bir siyasal sistemde kimse millî iradeden söz edemez. Böyle bir sistemde ancak
ve ancak millî iradenin gasbından söz edilebilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP
Hükûmetinin iktidara geldiğinden bu yana yürüttüğü politikalar
sonucunda mezhepler, kültürler ve cinsler arasında müthiş bir
kutuplaşma meydana gelmiştir. Şiddet kültürü hiç
olmadığı kadar derinleşmiştir. 90lı
yıllardan söz etmiyorum, 2014 yılında hâlâ Kürtçe
konuştuğu için yurttaşlarımız linç edilerek
öldürülmektedir.
Her gün onlarca kadın çok sıradan bir
şekilde katledilmektedir, ki bu katliamların nicel ve nitel olarak
ülke tarihinde eşi ve benzeri yoktur. Türkiye Cumhuriyeti yeryüzünde
kadın kıyımlarının ve şiddetinin en fazla
yaşandığı ülke konumuna bu Hükûmet döneminde
ulaşmıştır. On yıllardır sürmekte olan savaş
ortamının, tesis edilmeyen barışın, uzun uzadıya
süren çözümsüzlük sürecinin toplumu hızla çürüttüğü nefret ve
şiddet sarmalının toplumun bütün kesimlerine hâkim olduğu
bir gerçeğe sahibiz. Bu gerçeği görmezden gelerek şiddet
politikalarına ve yasalarına yönelmek, bu antidemokratik
politikalarda ısrar etmek kaosta ısrar etmektir. Unutmayınız
ki tarih boyunca ispatlanmıştır; zulüm rejimi, politikaları
er ya da geç kaybetmeye mahkûmdur. Bugün itibarıyla Orta Doğuda
yaşanan savaş ortamı da yine bu tezi doğrulamaktadır. Zulüm
rejimlerinin hâkim olduğu devletler kendilerini birer alev topuna
dönüşmekten kurtaramamışlardır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 21inci yüzyılda Orta Doğu
acı ve gözyaşıyla yeniden şekillenirken Orta Doğunun
kadim halkı olan Ermeniler, Aleviler, Türkmenler gibi
Kürtler de bölgeye salınan çetelerin hedefi hâline geldiler. Bu
saldırılar sonucu bu kadim halklar kıyımdan geçirildiler,
talan edildiler; binlerce kadına el uzatıldı, kadınlar ve
çocuklar köle pazarlarında satılığa çıkarıldı.
Bu uygulamalar uygarlık tarihinin tanıklık ettiği en
vahşi saldırılar olarak gerçekleşti.
Bütün
bunlar olurken Türkiye Cumhuriyeti, mazlum halklara yardım eli
uzatmadığı gibi bu canilere yardım etmek, onlara
sınırlarını açmak, Türkiye topraklarında
örgütlenmelerine olanak sağlamak ve her türlü lojistik desteği
sağlamak iddialarıyla dünya gündeminde yerini aldı.
Savaş
bölgesine gönderilen binlerce tırın bu çetelere silah ve mühimmat
taşıdığı bilgisi gündeme bomba gibi
düşmüştür. Türkiye-Suriye sınırında Türk silahlı
güçleri bu çetelere yardım ederken sık sık
görüntülenmişlerdir ve hatta bu görüntüler özgür basın
tarafından canlı olarak Türkiye halklarının bilgisine
sunulmuştur.
Yakalanan
çete mensuplarının üzerlerinde sık sık Türkiye Cumhuriyeti
resmî evrakları ele geçirilmiştir ve en son IŞİD çeteleri
Türkiye topraklarından bomba yüklü bir kamyonla ve ateş açarak
Kobaniye saldırmışlardır. Bütün bunlar dünya kamuoyuna
taşınan iddiaları somutlaştırmaya kâfi gelen delil
niteliği taşımaktadır. Vaktinde bu kürsülerde küfür yerine
kullanılan Ezidilik bu dilin devamı olan çetelerce katliama maruz
kalmıştır.
Bu
somut veriler göstermektedir ki Türkiye Cumhuriyeti bir insanlık trajedisi
içerisinde faillerle beraber hareket etmiş, onlara örtük ve kimi zaman da
aleni bir şekilde destek sunmuştur ve bu desteğin aksini
kanıtlayacak girişimlerde bulunmaya bugüne kadar hiçbir şekilde
ihtiyaç duymamıştır.
Ne bin yıldır beraber
yaşamaktan kaynaklanan bir vefa, ne tarihî bağlarımız ve ne
de kader birliğimizin bizi bir arada yaşamaya mecbur
kıldığı gerçeğini Hükûmet hiçbir şekilde referans
almamıştır. Hükûmet, kardeşlik hukukundan değil imha
girişimlerinden yola çıkarak hareket etmiştir.
Sınırlar içerisinde KCK operasyonları ile
paralel yapıya ihale edilen imha girişimi sınır ötesinde
IŞİD terör örgütüne ihale edilmiştir. Oysa Türk halkı, Orta
Asyadan Anadoluya ayak basmalarından bu yana Kürtlerin desteğine ve
kabulüne ihtiyaç duymuştur. Bu destek ve kabulle bin yıldır bu
topraklarda varlığını idame ettirebilmiştir.
Kurtuluş Savaşı, Kürtlerin canı
pahasına verdiği destekle zafere ulaşabilmiştir. Tarih
boyunca Türk halkından desteğini esirgemeyen bir halkı imha
girişimine maruz bırakmak, soykırım tehdidi altında
yalnız bırakmak, Kürtlerden ziyade Türkiye devletine de kaybettirecektir.
Nihayetinde bugün için gelinen nokta, tam kelimeyle
başarısızlık olmuştur. Orta Doğudaki vekâlet
savaşlarının bir parçası olma hevesiyle yola çıkan
Hükûmetin dış politikası Suriye krizinde
batmıştır; Kürt iflah olmasın da ne olursa olsun
politikasında batmıştır. Uluslararası alanda
dışlanmaya ve içeride de kaosa ve savaş ortamına sebebiyet
veren bu stratejik akıl tarihsel bir hata, bir felaket girişimidir.
Kobanide olanları, bütün dünyanın
gördüğünü, Hükûmetin de ivedilikle görmesi gerekmektedir. Çünkü Kobanide
iyilik kötülüğe karşı savaşıyor. İnsanlık
onuru köleliğe, barbarlığa karşı savaşıyor.
Haklı olan zalime karşı savaşıyor. Bu nedenle, Kobani
kazandığında iyilik kazanacak, haklı olan kazanacak,
insanlık onuru kazanacak. Kobani düşerse yalnız Kobani
değil dünya kötülere yenilmiş olacak.
Bu nedenle, hemen sınırda bin yıllık
bir halk kendisini soykırımdan, talandan, tecavüzden korumak için
ölüm kalım savaşıyla mücadele verirken ve Hükûmet sadece
seyretmekle yetinir ve hatta canilere destek görüntüleri verirse ne Allah
katında ne tarih sahnesinde bunun hesabını veremez, bu vebalin
altında kalır.
Hiçbir hükûmetin ve hiçbir gücün Türkiye Cumhuriyetini
savaş suçları mahkemesinde sanık sandalyesine oturtmaya
hakkı yoktur. O nedenle, Hükûmete çağrımızın
altını önemle çizmek istiyorum: Savaşa değil,
barışa; vahşete değil, vicdana güç verin.
İnsanlık değerlerini yücelten politikalar aynı zamanda
ülkemizi de yüceltecektir. Bu nedenle Kobaniye bir an evvel insani koridor
açın, hem halkların kardeşliği ve birliği adına
hem de insanlık adına.
Sayın Başkan, değerli üyeler; tarih zaman
aşımını tanımayan bir kara kutudur, hiçbir şey
kaybolmuyor. Bir Meksika atasözü diyor ki: Bizi gömmeye
çalıştılar fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı. Bu
nedenle, yüzleşilmeyen geçmiş geçip gitmiyor, şimdiyi ve
geleceği de biçimlendiriyor. Resmî tarih, resmî ağız unutturmaya
çalışsa da kolektif hafıza unutmuyor. Psikoloji ilmine göre,
travmalar anne karnındayken nesilden nesle aktarılmaktadır. Oysa
bizler acılarımızı ve travmalarımızı
geleceğe miras bırakmak istemiyoruz. Acının acıya
üstünlüğü yoktur, biliyoruz. Biz halk olarak
acılarımızı ortaklaştırabilir, duygu
bağı kurabiliriz fakat yüzleşme olmadan, hakikatler gün yüzüne
çıkmadan, adalet sağlanmadan yasımızın bitmesi
imkânsızdır. O yüzden, Sayın Hükûmet, bu yası bitirin
artık. Dokunmadığınız,
hesaplaşmadığınız her kötülük sizindir. Her
defasında farklı suçlular göstererek bu cinayetlerin
aydınlatılmasındaki sorumluluğunuzun üstünü örtemezsiniz.
Bir zamanlar ortak olduğunuz güçlerin bulaştığı her
suça siz de ortaksınız. Bu ortaklığı daha fazla
sahiplenmek istemiyorsanız gerçek anlamda bir yüzleşme ve hakikatleri
gün yüzüne çıkarma sorumluluğunu ifa etmelisiniz. Gerçek
hesaplaşma ortaklarla değil, geçmişle yapılır.
On iki yıldır sadece vadettiniz fakat bizler
vaatten fazlasını, icraat bekliyoruz ve biliyoruz ki dünya ve tarih
huzurunda yüzleştiğiniz kötülükler karşısında diz
çöküp Bir daha asla. demediğiniz sürece de bu acılara yenileri
eklenecek ve de ekleniyor. Nitekim 2014 yılı faili meçhul
cinayetlerin son yıllarda en çok yaşandığı ve
arttığı yıl olmuştur.
2008 yılında düzenlenen Güneş Operasyonu
askerin PKKnin kökünü kazımak üzere düzenlemiş olduğu son
operasyondur. O tarihten bu yana AKP hem Hükûmettir hem de devlettir. Bu
nedenle, Hükûmet tarihsel görevlerini yerine getirmekten ne askerî vesayet ne
paralel güçler ve ne de darbe tehditlerini gerekçe göstererek imtina edemez.
Yirmi yılı aşkın süredir silahın
çözüm olmadığı tüm kesimler tarafından kabul görmüştür
ve uzun bir süredir Sayın Hükûmetle gerçekleştirilen çözüm
odaklı görüşmeler mevcuttur. Fakat süreç uzadıkça uzuyor, somut
anlamda ilerleme ne yazık ki sağlanamıyor. Aksine, tutuklamalar,
militarist yasalar, düzenlemeler ve her türlü uygulamalar ve en kötüsü de
ölümler doğru tabirle de infazlar meydana gelmektedir ve bütün bu olanlar
aslında süreci ciddi anlamda tehlikeye sokmaktadır. Bir müzakere söz
konusu olacaksa amaç uzlaşma olmalıdır; amaç, taraflardan birini
alt etmeye çalışmak, oyalamak ya da aldatmak değildir, olamaz
da. Aksi durumda, bir çözüm sürecinden bir müzakereden değil, başka
bir savaş yönteminin devreye sokulmuş olduğundan söz edilebilir.
Sürecin başlatılması kadar korunması ve ilerletilmesi de
her iki tarafın sorumluluğundadır.
İşte bu nedenlerle Hükûmete çağrıda
bulunuyoruz: Faşizmin sermayesi nefrettir. Nefretle barış olmaz.
Nefretin yeşertildiği bir ülkede aydınlık bir gelecek
mümkün olamaz.
Bu bağlamda, öncelikle bir zihniyet
değişimine ihtiyaç vardır. Türk ve Sünni olmayan kimliklere
karşın sahip olunan kötümser tutum ve bu karşıtlık
üzerinden takip edilen strateji terk edilmelidir, ivedilikle müzakere sürecine
geçilmelidir. Ancak müzakere yoluyla sorunun çözümü konusunda ortak bir hedef
belirlenebilir, bu hedeflere ulaşmada hangi yöntemlerin nasıl
geliştirilebileceği konusunda ortak bir kanaate varılabilir.
Süreç, taraflardan birinin mevcut eşitsizliğe dayanarak konumunu,
üstünlüğünü ve gücünü kullanmaya kalkışmasıyla ne yazık
ki sekteye uğrar. Bu nedenle, Hükûmet üyelerinin zaman zaman
başvurduğu buyurgan, üstenci ve suçlayan üslubu terk edilmelidir ve
zaman zaman HDP kanadından birini hedef alarak yıpratma
çabasından bir an önce vazgeçilmelidir.
Şunu inanarak ve çok emin bir şekilde
söylüyorum: Toplum onurlu bir barışa, insanca bir yaşam vaadine
her zaman hazırdır. Önemli olan Hükûmetin de bu gücü göstermesi,
barış arzusunu icraatlarıyla ortaya koymasıdır. Fakat
demokrasiden, hukuktan ve hukukun üstünlüğünden, çoğulculuktan, basın
ve ifade özgürlüğünden, eşitlik ilkesinden, inanç ve kimliklerin
özgürlüğünden yönünü döndürmüş bir hükûmet, değil toplumu, bir
çocuğu bile barış sürecine inandıramaz.
Bizler, bu vatanın asli unsurları yani bu
toprakların ezelî sahipleri olan halklar; bizim bir başka
vatanımız, bir başka toprağımız
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Buldan, süreniz doldu.
Ek sürenizi veriyorum, lütfen tamamlayın.
PERVİN BULDAN (Devamla) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Bizim bir başka vatanımız, bir başka
toprağımız ve başka başka diyarlarımız yok.
Biz de yeryüzündeki bütün halklar gibi içine doğduğumuz din, dil ve
kültürle çocuklarımızı büyütmek ve yaşatmak istiyoruz. Bu
nedenle kendi aidiyetlerimizle demokrasi ve hukukun üstün güç olduğu bir
toplumsal düzende yaşam mücadelesini ne pahasına olursa olsun elden
bırakmayacağız. Bizler bu mücadeleyi yürütürken zindanları
da işkenceleri de idamları da gördük, OHAL yasalarını da.
Bu nedenle Hükûmetin yeni güvenlikçi konsepti, özgürlük ve demokrasi güçlerini
asla ve asla geriletemeyecektir. Ancak demokrasiyi, hukuku ve evrensel insan
hakları kriterlerini hiçe sayan bu konsept, tarihî bir sürecin,
barış şansının heba olmasına neden olur ki
Hükûmet bu durumdan bir zafer beklemesin. Bilinsin ki zafer, demokrasiyi, özgürlükleri,
eşitliği, insan haklarına yakışır bir
yaşamı ve barışı tesis edenlerin ve bu mücadeleyi
yürütenlerin olacaktır diyor, Genel Kurulu saygıyla sevgiyle
selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Buldan.
Siyasi parti grupları adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi şahsı adına lehinde olmak üzere
İstanbul Milletvekili Sayın İsmail Safi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Safi, süreniz beş dakika olarak gözüküyor
ancak bugüne kadar ki uygulamalar ve bana şifahen grupların
mutabık kaldığının ifade edilmesiyle sürenizi on
dakika olarak kullanabileceksiniz.
Buyurun, süreniz on dakika.
İSMAİL SAFİ (İstanbul) Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; 2015 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının tümü üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bütçemizin hazırlanmasında büyük
emeği geçen, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe
Komisyonu üyelerini, Maliye Bakanlığımızı ve
uzmanlarımızı yürekten selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, elli yıldır bir
türlü dikiş tutmayan, sürekli açık veren, eğitime,
sağlığa, yatırımlara, sosyal yardımlara, AR-GEye
yeterince kaynak ayıramayan bütçeler dönemi artık kapanmıştır.
Bugün AK PARTİ hükûmetleriyle birlikte Türkiye, yatırımı ve
sosyal adaleti birlikte gözeten ilkeli, tutarlı, dengeli ve sağlam
bütçeler yapar hâle gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, zaten milletimizin de
bildiği gibi bizim başarımız sadece yıllık
bütçelerle sınırlı değildir. Bu ülkede kimileri günlük,
anlık plan ve hesaplar yaparken bizimse bu güzel ülke için on
yıllık, yüz yıllık, hatta bin yıllık
planlarımız ve projelerimiz vardır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Onun için 2023, 2053, 2071 diyoruz.
Çünkü, bizim bu ülke için büyük hayallerimiz, derin vizyonumuz, sarsılmaz
inancımız, bitmez ümidimiz, tükenmez azmimiz ve yürekten
sevdamız vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bağımsız, onurlu bir ülkenin bütçesi, o milletin şerefidir,
namusudur ve ancak o milletin kendi özgür, millî iradesiyle yapılır.
Bizden önceki hükûmetlerin kurtarıcı olarak ülkemize davet
ettiği ve IMF adıyla elli yıldır bu millete şart
koşan, ipotek koyan, ev ödevleri veren, azarlayan, hakaret eden, buyuran
Düyun-ı Umumiye temsilcilerini bu ülkeden biz çıkardık. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Yüz yıldır
yerlerde sürünen ve âdeta makûs talihimiz hâline getirilen ekonomimizi on
yılda biz ayağa kaldırdık.
Değerli milletvekilleri, bağımsız ve
güçlü devlet olmanın birinci şartı, yerli ve millî bir savunma
sanayine sahip olmaktır. Bugün artık Türkiye, kendi insanlı ve
insansız hava araçlarını yapar hâle gelmiştir. ATAK
helikopterini uçuran, RASAT ve GÖKTÜRK uydularını uzaya gönderen,
millî gemisini yüzdüren, Altay tanklarını yürüten biz olduk. On iki
yıldır Türkiyeyi âdeta yeniden inşa ediyoruz. Türkiyenin her
iline üniversite ve havaalanı yapıyoruz. 100 üniversite, 26
havaalanı, 90 organize sanayi bölgesi, 750den fazla hastane, 300 baraj,
1.000den fazla spor tesisi ve gençlik merkezi, 632 bin konut, 189 adalet sarayını
biz yaptık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Evet, burada gururla söylüyorum: Bu millete yakışan
Cumhurbaşkanlığı Sarayını da biz yaptık.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü, bu millet hep
daha iyilerine layıktır. Yüz yılda yapılandan 3 kat daha
fazla bölünmüş yolu on yılda biz yaptık. Türkiye'yi
hızlı trenle biz tanıştırdık. Sayısız
tüneller yaptık. Abdülhamidin hayalini gerçekleştirdik. Dünya
çapında bir proje olan Marmarayı hizmete açarak Asya ile
Avrupayı denizin dibinde buluşturduk. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Böylelikle, Londra ve Pekini
birbirine biz bağladık. Boğaza üçüncü gerdanlığı
biz yapıyoruz, haberiniz yok galiba. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Dünyayı kıskandıran hatta
endişelendiren en büyük havaalanlarından birini yine biz
İstanbulda yapıyoruz. Türkiye'nin ilk nükleer santralini biz
kuruyoruz, inşallah ikinci ve üçüncüsünü de yine kurmak bize nasip olacak.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Parayı kim veriyor?
İSMAİL SAFİ (Devamla) TAP, TANAP, Türk
Akımı gibi küresel ve bölgesel projelerle ülkemizi bir enerji
koridoru ve enerji üssü hâline getiriyoruz.
Değerli milletvekilleri, dün 70 sente muhtaç olan
Türkiye, bugün mazlum ve mağdur ülkelere 3,5 milyar dolar yardım
yapmaktadır. Kimilerinin bu ülkede dikili bir ağacı bile yokken
ve olmayan o ağaçların üzerinden siyaset yaparken, biz 3 milyardan
fazla ağaç diktik. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Fakat, bu ülkede dikili bir ağacı olmayanlar
üzülmesin, Sayın Başbakanımız da bütçe konuşmalarında
ifade ettiler, hem onların yerine hem de bütün dünyadaki her bir insan
adına biz bir ağaç dikeceğiz, yani toplam 7 milyar ağaç.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) İsmail Safi,
ayakkabı kutularından bahset.
İSMAİL SAFİ (Devamla) Biz, aziz
milletimizden aldığımız ruh ve heyecanla yeni Türkiye'yi
inşa etmeye çabalarken birileri bu ülkede medeniyetimiz adına
maalesef taş üstüne taş koymamıştır. Hatta,
değerlerimiz, kültürümüz, inancımız ve ruh dünyamız
adına âdeta bu ülkede neredeyse taş üstünde de taş bırakmamıştır.
Değerli
milletvekilleri, dün, Türkiye'nin ihracatı 10 milyar doların üzerine
çıktığında monşerlerimiz bunu şampanya patlatarak
kutlarlardı. Bugün ihracatımız 160 milyar dolara
dayanmıştır, biz Rabbimize şükrediyoruz. Hedefimiz 500
milyar dolardır, inşallah bunu da başaracağız.
Birazdan ekonomiden sorumlu Bakanımız
Sayın Babacan çok daha iyi izah edecektir konuları ama ben yine
birkaç noktanın altını da çizmeye devam etmek istiyorum. AK
PARTİ hükûmetlerimiz döneminde millî gelirimiz 3 kat, döviz rezervimiz 4
kat, yabancı yatırım miktarı ise 10 kat
artmıştır.
ALİM IŞIK (Kütahya) Borçlar?
İSMAİL SAFİ (Devamla) Aynı
şekilde, kamu borçlarını 3 kat azalttık
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) Doğru söyle,
doğru söyle.
İSMAİL SAFİ (Devamla)
3 haneli
enflasyon ve faiz rakamlarını tek haneli rakamlara biz indirdik.
Böylece, kangrenleşmiş enflasyon canavarı ve faiz
sarmalından Türkiyeyi biz kurtardık. Türk lirasından
sıfır atarak paramızın değerini ve milletimizin
onurunu biz koruduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bir taraftan büyürken,
diğer taraftan OECD ülkeleri içinde gelir
dağılımını en hızlı düzelten ülke biz olduk.
Önceki hükûmetler döneminde yüzde 10un üzerinde olan bütçe
açığını yüzde 1ler seviyesine biz düşürdük.
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) Siz düşürmediniz,
Rıza Sarraf düşürdü!
İSMAİL SAFİ (Devamla) Bugün Avrupa
Birliği ülkeleri içinde bütçe dengesinin en iyi olduğu 4üncü ülke
Türkiyedir.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Cari açık ne oldu,
cari açık?
İSMAİL SAFİ (Devamla) Değerli
milletvekilleri, bu vesileyle de on iki yıldır burada bütçe
konuşmalarında bizlere hitap eden, bu parlak başarının
altında Başbakan olarak imza atan Cumhurbaşkanımız
Sayın Recep Tayyip Erdoğana minnet ve
şükranlarımızı sunuyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; Türkiye ikinci bin
yılının bu ilk çeyreğinde büyük bir değişime ve
dönüşüme, özetle yeni Türkiyenin kuruluşuna şahitlik
etmektedir. Türkiye iki yüz yıldır kendisine biçilen kefeni
yırtmakta, sırtına geçirilen deli gömleğini
çıkartmakta, ayağındaki prangalardan bir bir kurtulmakta ve
tekrar o muhteşem tarihsel misyonuna dönmeye hazırlanmaktadır.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BÜLENT BELEN
(Tekirdağ) Delik lastik ayakkabılarla mı?
İSMAİL
SAFİ (Devamla) Tabii ki bundan rahatsız olan karanlık odaklar
ve onların maşaları boş durmamaktadır.
SAKİNE ÖZ
(Manisa) Paralel mi?
İSMAİL
SAFİ (Devamla) Çeşitli çirkin senaryoları da sahneye
koymaktadırlar.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) Karanlıkta beraber yürüdünüz ama.
İSMAİL
SAFİ (Devamla) Ama ne yapsalar nafile, Türkiye bir daha asla yolundan
geri döndürülemeyecek ve dizlerinin üzerine çökertilemeyecektir. Artık
milletimiz uyanmış, ak ile karanın ne olduğunu gayet iyi
görmüştür.
ALİ ÖZGÜNDÜZ
(İstanbul) Doğru, doğru, doğru; paraları gördük,
dolarları gördük, ayakkabı kutularını gördük İsmail
Safi.
İSMAİL
SAFİ (Devamla) Şunu herkes bilmelidir ki milletimiz kendisine
kumpas kuran ihanet çetelerini ve onların iş birlikçilerini de asla
affetmeyecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BÜLENT BELEN
(Tekirdağ) Düne kadar beraber kumpas kurmadınız mı?
İSMAİL
SAFİ (Devamla) Ama kendisine hizmet edenleri hiçbir zaman unutmayacak,
daima takdir edecek ve hep de ödüllendirecektir.
Ben bu vesileyle
tekrar yüce Meclisimizi ve temsilinden de onur duyduğum aziz milletimizi
saygıyla selamlıyor, 2015 yılı merkezî yönetim bütçemizin
ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Safi.
Değerli
arkadaşlarım, bir şey rica edebilir miyim? Birleşimi
açtığımda da ifade ettim, bu 2014 yılının son
müzakeresi. 24üncü Dönem milletvekilleri olarak da son bütçeyi yapıyoruz.
Hepinize müteşekkirim, şu ana gelinceye kadar hatiplerin sözünü
kesmeden bir müzakere gerçekleştirdik. Çok alışageldiğimiz
bir husus değil bu dönem için. Ne olur -şurada 2
arkadaşımız kaldı- şu
alışkanlıklarımızdan vazgeçsek. Bu türlü laf
atmaların ne kişilere ne de siyasi parti gruplarına bir
faydası yok. Millet bizi seyrediyor. Hakikaten örnek bir müzakereyi bugün
yapalım.
OKTAY ÖZTÜRK
(Erzurum) Sayın Başkan, bu yalanlara sabretmek için de taş
olmak lazım.
BAŞKAN
Şimdi söz sırası Hükûmet adına Başbakan
Yardımcısı Sayın Ali Babacanda.
Buyurun Sayın
Babacan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz bir saat
Sayın Babacan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında Hükûmetimiz
adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
2015 yılı bütçemiz, milletimiz için, ülkemiz
için hayırlara vesile olsun diyorum.
Bütçenin hazırlanmasında emeği geçen
başta Maliye Bakanlığımız olmak üzere tüm ekonomi
yönetimlerimize de ayrıca teşekkür ediyorum.
Hem komisyon aşamasında hem de Genel Kurul
aşamasında bütçede çok emeği olan Plan ve Bütçe Komisyonumuzun
Değerli Başkanına ve üyelerine de ayrıca
teşekkürlerimi sunuyorum.
Burada, Genel Kurul salonunda gerçekleştirdiğimiz
bu uzun maratonda çok sayıda konuşmacıyı hep beraber
dinledik, izledik. Bu kürsüde dile getirilen tüm yapıcı görüş ve
düşünceler için de ayrıca teşekkürlerimi sunduğumu belirtmek
istiyorum.
Sözlerimin yine hemen başında,
Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlunun
selamlarını Genel Kurulumuza iletmek istiyorum. Kendisi, Makedonyaya
yapacağı bir program sebebiyle bugün maalesef aramızda
olamadı. En derin saygılarını, hürmetlerini benden sizlere
iletmemi istedi; bunu da sözlerimin başında iletmek istiyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK
PARTİ iktidarı döneminde bugüne kadar 12 bütçe hazırladık
ve bunların hepsini çok şükür başarıyla uyguladık.
Bugün 13üncü bütçemizin görüşmelerinin son günündeyiz. Böylesine uzun bir
süre hizmet etme görevinin milletimiz tarafından bizlere tevdi
edilmiş olması hiç kuşkusuz büyük bir onurdur ancak bu onurun
çok büyük bir sorumluluk anlamına geldiğini de biz gayet iyi
biliyoruz. On iki yıl boyunca bu sorumluluğun gereğini yerine
getirmenin gayreti içerisinde olduk. Hazırladığımız
tüm bütçelerde belirlediğimiz hedeflere titizlikle bağlı
kaldık. Tüm dünyada ekonomik ve finansal krizin yoğun olarak
hissedildiği 2009 yılında Hükûmetimizin zamanlı ve çok iyi
tespit edilmiş önlemlerini yürürlüğe koyduk ve böylece birçok ülkede
görülen istihdam kayıplarının ve ekonomik daralmanın önüne
geçmiş olduk.
Cumhurbaşkanımız, Değerli Kurucu
Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğanın
dirayetli yönetimiyle kamu maliyesinde çok temel, sağlam bir duruş
sergiledik ve yine onun liderliğinde gerçekleştirmiş
olduğumuz siyasi istikrarla birlikte ekonomimizdeki tüm aktörlerin üretim
ve yatırım kararlarının sağlıklı bir biçimde
alınabilmesini sağladık. Diğer taraftan, başta
özelleştirme olmak üzere, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik
gibi alanlarda yapısal reformlarımızı zamanlıca
gerçekleştirdik ve bütün bunların sonunda sağlam bir kamu
maliyesi ve sağlam bir bankacılık sistemi bizi 2008-2009
krizinin türbülansından korudu.
Bazen cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadarki
geçtiğimiz dönemi değerlendirirken, gerçekleştirirken, hangi
yılları hangi yıllarla mukayese edeceğimizi hesap ederken
şuna çok dikkat etmemiz gerekiyor: Bu 2008-2009 yılında
başlayan ve bugün hâlâ tüm dünyayı etkilemeye devam eden kriz,
1920lerden bu yana dünyanın gördüğü en büyük finansal ve ekonomik
krizdir. Bu krizin tüm ülkelere maliyeti İkinci Dünya
Savaşının maliyetinden daha yüksektir. Böylesine bir kriz
ortamında Türkiye ekonomisinin büyümeye ve istihdam üretmeye devam etmekte
olduğunu ben özellikle vurgulamak istiyorum. Normal şartlarda
değiliz, olağanüstü şartlarda dünya ekonomisi ve biz böylesine
bir dönemde Türkiye ekonomisini büyütmeye devam ediyoruz.
Bakın, bugün
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altındayız ve çok
şükür, oldukça sakin, yüzlerde genelde gülümsemenin olduğu, herkesin
koltuklarında rahatça oturduğu bir oturum yapmaktayız. Oysa 2008
yılından bugüne şöyle bir dünyaya
baktığımızda, pek çok ülkenin parlamentosunda çok zorlu
mücadeleler verildi, çok zorlu oturumlar yapıldı ve bu
parlamentolarda, pek çok ülkenin parlamentosunda vergi artışları
tartışıldı, işten memur çıkartmalar, adam
çıkartmalar parlamentolarda onaylanarak geçti. Hemen yanı
başımızdaki komşularımızdan tutun pek çok ülkede
nasıl olur da emekli maaşları azaltılır, nasıl
olur da memur maaşları azaltılır, bunların
tartışması yapıldı ve gerçekten siyaset kurumu pek çok
ülkede ciddi şekilde örselendi, yıprandı. Hamdolsun, Türkiyede
biz bunların hiçbirisini yaşamadık, topyekûn kalkınmaya devam
ettik ve bu kalkınmanın olumlu sonuçlarını da geniş
toplum kesimleri üzerinde görmeye devam ettik.
Dünya Bankası tarafından yapılan
sınıflandırmaya göre, Türkiye uzun bir süre düşük orta
gelirli ülke grubunda yer almıştı. Oysa Türkiye, 2004
yılından bu yana artık üst orta gelir grubuna yükseldi ve
inşallah birkaç yıla kadar da yüksek gelir ülke grubuna resmen
girmiş olacağız. Kişi başına düşen millî
gelirimiz yaklaşık 10.800 dolara çıktı ama satın alma
gücü paritesine göre hesap ettiğimizde, 18.800 doları aşan bir
millî gelirimiz söz konusu. İşte, bu şekilde hesap
ettiğimizde, Avrupa Birliği ortalamasının 2013
yılı itibarıyla yüzde 53üne ulaşmış
durumdayız. Oysa 2002 yılında Türkiyenin kişi
başına düşen millî geliri, Avrupa ortalamasının yüzde
36sındaydı. Yani, on iki yıllık dönemde yüzde 36dan yüzde
53e yükseldik ve aradaki makası, farkı daralttık.
İnşallah bu fark daralmaya devam edecek diyoruz.
Yine, önümüzdeki döneme şöyle bir
baktığımızda, bu bütçemizde de her yılki bütçemizde
olduğu gibi yine insanı ön plana koyduk ve bütçe
harcamalarımızın yüzde 18,5ini eğitime ve yine yüzde
17,1ini de sağlığa ayırmış durumdayız.
Yani, bütçemizin harcama kompozisyonu nasıl diye baktığımızda,
harcamalar içerisinde 1 numarada eğitim var, 2 numarada da
sağlık var ve birbirine çok yakın rakamlar. 2002 bütçesinde
nasılmış diye dönüp baktığımızda, 2002de
sadece yüzde 9,4lük bir eğitimi görüyoruz ve yüzde 11,5luk bir
sağlık harcaması olduğunu görüyoruz. Yani, bütçedeki
payını neredeyse oransal olarak 2ye katlamış, nominal
olarak zaten çok çok daha yüksek rakamlara ulaşmış eğitim
ve sağlık harcamamız söz konusu.
Türkiyede, hamdolsun, yoksulluk ve gelir
dağılımı göstergelerimiz de hızla iyileşiyor.
Dünyada şu anda 1 milyar insan 1 doların altında günlük bir
gelirle yaşamaya çalışıyor. Dünya nüfusu, biliyorsunuz,
geçen yıl 7 milyarı geçti, bunların 1 milyarı günde 1
doların altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor.
Bizim böyle bir nüfusumuz kalmadı. Hatta 2,15lik bareme
baktığımızda yine Dünya Bankasının, öyle bir nüfusumuz
da kalmadı. 4,3 dolarlık bareme baktığımızda,
2002 yılında halkımızın yüzde 30u 4,3 dolar günlük
bir gelirin altında yaşarken, bugün itibarıyla bu 2,06ya
düşmüş durumda, yüzde 2,06. Ve inşallah hedeflenmiş sosyal
politikalarımızı daha da rafine ederek bu oranı biz
önümüzdeki yıllarda sıfırlamayı hedeflemekteyiz.
Yine, OECD ülkelerine baktığımızda,
Türkiye, gelir dağılımını en hızlı düzelten
ülke oldu. Zaten OECD ülkelerinin çoğunda gelir
dağılımı hızla bozulmakta ve sadece 5 ülkenin gelir
dağılımı düzelmiş durumda ama bu ülkelerin
başında da Türkiye geliyor. Belki mutlak değer olarak
bulunduğumuz nokta çok da tatmin edici değil ama düzelme
hızı, yani gelir dağılımındaki düzelme hızında
OECD içerisinde 1 numarayız.
Yine, Dünya Bankasının son açıkladığı
raporda, Türkiyede son on yılda orta sınıfın tam 2 kat
arttığı görülüyor. Yani, Dünya Bankası standartlarına
göre hesap edilmiş orta sınıf yüzde 22den yüzde 44e büyümüş
durumda. Orta sınıfın, orta direğin güçlenmesinin,
genişlemesinin çok önemli olduğunu burada özellikle ifade etmek
istiyorum. Orta sınıfın yükselmesi demek, demokrasimizin
derinleşmesi demek; orta sınıfın yükselmesi demek,
cumhuriyetimizin güçlenmesi demek; orta sınıfın yükselmesi
demek, siyasi meşruiyet zemininin Türkiyede güçlenmesi demek.
Ve biz bütün bu dönem boyunca
dışlanmışları kucakladık; etnik kökenleri
nedeniyle dışlanmışları kucakladık, mezhep
aidiyetleri nedeniyle dışlanmışları kucakladık, sosyoekonomik
durumları nedeniyle dışlanmışları
kucakladık. Ve çok şükür, çok geniş kesimlerin ve geniş
toplum kitlelerinin desteklediği ve her seçimde tekrar tekrar
gösterdiği bir desteğe kavuştuk ve bunu da her seçimde
halkımızın gösterdiği teveccühle görüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütün bu gelişmeleri şöyle bir biraz daha somut rakamlara dökerek
incelediğimizde nereden nereye geldiğimiz daha iyi
anlaşılmakta yani, ekonomi politikalarımızın sosyal
sonuçları, halkımızın yaşam standartları
üzerindeki sonuçları.
Bakın,
yıl 2002, Türkiyede satılan otomobil adedi 90.615, 2013te sayı
664.655. 2002de traktör üretimi 10.652, geçen yıl traktör üretimimiz
40.509. 2002de 1 milyon 88 bin tane buzdolabı satılmış,
2013te 1 milyon 879 bin buzdolabı satılmış. 2002de satılan
bulaşık makinesi sayısı 282 bin -buraya özellikle dikkatinizi
çekiyorum- geçen yıl satılan 1 milyon 513 bin. Yani, bir zamanlar
lüks olarak görülen bugün artık geniş kitlelerin,
vatandaşlarımızın kolayca ulaşıp evine
alabileceği bir beyaz eşya hâline gelmiş.
2006
yılında -bu söyleyeceğim rakamlar için 2002 rakamları
elimizde sıhhatli olmadığı için 2006yı baz
alıyorum- bilgisayar sahipliği yüzde 20, 2013te yüzde 49. Otomobil
sahipliği 2006da yüzde 29, 2013te yüzde 38. Bütün bu rakamlar
halkımızın artık çok daha farklı yaşam
standartlarına daha kolay ulaştığını bize
göstermekte.
Yine, düşük
gelirli vatandaşlarımızın satın alma gücüne şöyle
bir bakalım. Net asgari ücretle 2002de ne alabiliyormuş, 2014ün
Kasım ayında net asgari ücretle ne alabiliyorsunuz? 181 kilo ekmek alınabiliyormuş
2002nin Aralığında, 2014 Kasımda 265 kiloluk ekmek
alınabiliyor. 181 kilodan, 265 kiloya. 180 kilo makarna
alınabiliyormuş, şimdi 313 kilo makarna alınabiliyor. 1.370
adet yumurta alınabiliyormuş, şu anda 2.539 adet yumurta alınabiliyor.
2002de bir asgari ücret sadece 5 adet gömlek satın alabiliyormuş,
bugün bu sayı 15e çıkmış.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) Hangi marka gömlek?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) Doğal gaza bakıyoruz, tüp
ücretine bakıyoruz, hepsinde aynı rakamları görüyoruz.
Yine, en düşük memur maaşına gelelim. En
düşük memur maaşıyla 56 kilo çay alınabiliyormuş,
bugün 114 kilo çay alınabiliyor. En düşük memur maaşıyla
1.047 metreküp doğal gaz alınabiliyormuş, bugün 1.737 metreküp
doğal gaz alınabiliyor. Tüpe bakıyoruz, tüp gaza, 12 kiloluk 19
adet tüp gaz alınabiliyormuş, şu anda 31 adet tüp gaz
alınabilmekte. Çok şükür, bu rakamlar nereden nereye geldiğimizi
bize somut şekilde göstermekte.
Yine, bir başka önemli çalışma: Türkiye
İstatistik Kurumu, ilk defa 2003 yılında
vatandaşımızın devlet hizmetlerinden memnuniyetini ölçmeye
başladı. Bunu o dönemde çok tartıştık Böyle bir
şey yapılsın mı, yapılmasın mı? diye.
Şimdiye kadar da yapılmamış bir çalışma çünkü devlet
ilk defa açık, izlenebilir bir şekilde kendi performansını
vatandaşa soruyor ve bunun sonuçlarını da kamuoyuna ilan ediyor.
ALİM IŞIK (Kütahya) 17-25 Aralıktan
sonra nasıl Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) -
Bakın, 2003 yılında ilk defa bu ölçüm yapılıyor,
2003te. Sağlık hizmetlerinden memnuniyet yüzde 39,5; 2013te yüzde
74,7ye çıkmış. Sosyal güvenlikten memnuniyet yüzde
40,2ymiş, yüzde 69,6ya çıkmış. Asayişte yüzde 57den
yüzde 79a çıkmış. Eğitimde yüzde 48den yüzde 69a
çıkmış. Adli hizmetlerde de yüzde 45ten yüzde 52ye
çıkmış. Bu, tabii, iyi bir performans değil, bunun
farkındayız. Onun için de hep ne diyoruz? Yargı reformu
diyoruz ve yargı reformu konusunda mutlaka gerekenleri yapmamız
gerektiğini de hep vurguluyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
çiftçilerimizle ilgili tabloya şöyle bir bakacak olursak
Sayın
Hamzaçebinin verdiği rakamları arkadaşlarımız
şöyle bir kontrol ettiler, Değerli Tarım Bakanımız en
son rakamları bana iletti. Sayın Hamzaçebinin -eğer yanlış
not almadıysak- şöyle bir ifadesi var, dedi ki: 2002de 4 kilogram
buğdayla 1 litre mazot alınabiliyordu, şimdi ancak 6 kilo
buğdayla 1 litre mazot alınıyor. Yani şu anda 6 kilo
buğdayla 1 litre mazot alındığının ifadesi var
Sayın Hamzaçebinin sözlerinde. Oysa, bugün, bakıyoruz, 2014ün
Kasımında buğday piyasalarındaki ortalama fiyat, 1 ton
buğday 864 lira.
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) Makarnalık
buğday o, makarnalık, ekmeklik değil.
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) Hayır efendim, hayır,
öyle değil o. O rakamlar yanlış.
BAŞKAN Lütfen arkadaşlar
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) Yine
bakıyoruz bu yılın ortalamasına, mazot 4 lira 3 kuruş.
Ben, sadece
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) O rakamlar doğru
değil.
BAŞKAN Sayın Belen, siz yeteri kadar laf
attınız bugün, yapmayın, kotanız doldu bence. Rica
edeceğim sizden. Yapmayın ya!
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) Sayın Başkan,
Tarım Bakanı yanlış bilgi veriyor.
BAŞKAN - Ne olur yani? Bunun ne faydası oluyor
ki oradan laf atınca?
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) Ama yanlış
bilgi veriyor.
BAŞKAN
Yapmayın
Rica edeceğim ya, sonuna geldik şu işin, tadında
bırakın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla)
Şimdi, şöyle: Sayın Hamzaçebi teftiş kökenli olduğu
için, yani rakamları böyle bir başkasının kontrol etmesine
de alışık olduğu için, özellikle ondan da cesaret alıp
bunları şöyle bir kontrol edelim dedik.
Bakın, 864 lira buğdayın tonu, mazotun da
kasım ortalama fiyatı 4,03 lira, pompa fiyatı. Böldüğümüz
zaman 4,66 buluyoruz yani 4,66 kilo buğdayla 1 kilo mazot
alınabiliyor. İfade 6 kiloydu, önce bunu bir düzeltelim.
Yine, 2002 Kasıma dönelim, 2002 Kasım
ayında TMOnun buğday alım fiyatı 1 ton 230 lira, mazot 1
lira 23 kuruş, onu da hesap ediyoruz 5,34 çıkıyor, yani 4
değil 5,34. Yani 2002 Kasımda 5,34 kilo buğdayla 1 litre mazot
alınabilirken bu yıl kasımda 4,66 kiloyla 1 litre mazot
alınıyor. Yani burada az da olsa bir iyileşme var, bir bozulma
yok, bunu burada ifade edeyim.
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) - Tarım Bakanı
yanlış bilgiler veriyor Sayın Başbakan Yardımcım.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Rakamları dans
ettiriyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) Öte
yandan baktığımızda Ziraat Bankamız ve tarım
kredi kooperatifleri tarafından çiftçilerimize ve tarımsal
üreticilere ne yapmışız? Bakın, biliyorsunuz, Halk
Bankası, Ziraat Bankası faizleri yüzde 46-yüzde 59
bandındaydı 2002de. Şu anda Ziraat Bankasının
tarım kredileri yüzde sıfır ile yüzde 8,25 arasında
değişiyor ve şu anda Ziraat Bankası toplam, tam 21 milyar
liralık kredi kullandırmış durumda çiftçimize, eski parayla
21 katrilyon. Ve bunun da sübvansiyonuyla ilgili 2015 bütçemizde 1 milyar 300
milyon, eski parayla 1 katrilyon 300 trilyonluk bir ödenek var. 590 bin
üreticimiz şu anda bu Ziraat Bankasının tarım kredilerinden
faydalanmakta.
Geliyoruz Halk Bankasına, Halk Bankasında
şu anda esnafımızın 12 milyarlık hesabı var, yani
12 milyarlık bakiye var, Halk Bankasının esnafımıza
kullandırmış olduğu kredi. Sayı orada 124 bin ve 2015
bütçemizde de 600 milyon liralık sübvansiyon koyduk. Çünkü Halk
Bankası esnafımıza kredi kullandırırken yüzde 4 ila
yüzde 5, iki baremde faiz uygulaması yapıyor, enflasyonun dahi
altında.
Bir de Kredi Garanti Fonu uygulamamız var
biliyorsunuz, orada da şu anda KOBİlerimize 3,8 milyarlık
ayrıca kredi garantisi, kefalet sağlamış durumdayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütün bu olumlu tabloyu Türkiye'de istihdam alanında da güzel sonuçlar
olarak görüyoruz. Bakın, krizin en derin noktasına, 2009 Ocak
ayına baktığımızda ve elimizdeki en son Eylül 2014
istihdam verilerine baktığımızda, Türkiyede çalışan
toplam kişi sayısı 5 milyon 638 bin kişi artmış.
Avrupa Birliğinde, Amerikadaki istihdam rakamlarına da
baktığınızda, gerçekten tek başına bu kadar
yüksek bir istihdam artışı şu anda dünyada yok.
Çalışan sayısına göre orantıladığımızda
da dünyada en hızlı istihdamın arttığı birkaç
ülkeden biri olduk. Son on iki aya dahi baktığımızda, 1
milyon 229 binlik bir istihdam artışını orada yine
görmekteyiz.
Başta kadınlarımız olmak üzere
iş gücüne katılım oranı Türkiyede hızla artmakta.
2008de iş gücüne katılım oranımız toplamda yüzde 44,1
iken Eylül 2014te yüzde 50,7ye çıkmış durumda. Yani, bu kadar
kısa zamanda iş gücüne katılım oranının 6 puan
artması, yine, dünyada şöyle bir yakın ekonomi tarihine
baktığımızda pek vaki bir durum değil. İstihdam
oranına baktığımızda da yüzde 40tan yüzde 45,3e
çıkmış bir istihdam oranı söz konusu.
Yine, 2015 bütçesine baktığımızda,
2015 bütçesinde 32,9 milyarlık bizim sosyal yardım harcamamız
var yani eski parayla 32 katrilyon 900 trilyonluk bir harcama. Burada
ağırlıklı olarak faiz harcamalarından elde
ettiğimiz tasarrufu aslında biz sosyal harcamalara yönlendirmiş
durumdayız. Başta engelli vatandaşlarımız olmak üzere
pek çok toplum kesimine yaygın bir şekilde ulaşan bir kaynak bu.
Yine, nereye, nasıl harcıyoruz diye
baktığımızda birkaç örnek vereyim sadece. Engellilerin evde
bakımı, engelli ve engelli yakını aylıkları, 65
yaş üstüne verilen aylıklar, engellilerin istihdamı, koruyucu
aile programları, kadın konukevleri gibi çok geniş bir alan
burada söz konusu.
BAŞKAN Arkadaki arkadaşlar, ya oturun ya
kulise çıkın. Bakın, sizin uğultunuzdan konuşmayı
takip edemiyoruz, lütfen
(CHP sıralarından alkışlar) Yani
yapmayın bu türlü şeyleri. Sayın bakanlarla makamlarında
görüşün ya da kuliste.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm bölgelerimizin
kalkınma hızlarının artması ve birbirine
yakınsaması için kamu yatırımlarını çok
önemsiyoruz. Ulaştırma yapısına önem veriyoruz. Yine,
sağlık gibi, eğitim gibi alanlarda altyapının
güçlenmesine önem veriyoruz. Üçüncü havaalanını yapıyoruz, üçüncü
köprüyü yapıyoruz, İzmir-İstanbul otoyolu gibi büyük projeleri
gerçekleştiriyoruz.
Burada, yine, tartışmalarda, bütçemizde kamu
yatırımlarına ayrılan payın yeterli
olmadığı ifade edildi. Bu aslında bizim de
katıldığımız bir tespit ama şunu hatırlamalıyız
ki biz artık kamu yatırımlarını sadece bütçe
kaynaklarımızla yapmıyoruz, etkin bir şekilde kamu-özel
ortaklığı projeleri uygulamaktayız. Hatta Türkiyedeki
uygulamalar pek çok dünya ülkesine şu anda örnek teşkil etmekte ve
biz G20 çalışmalarımız çerçevesinde, biliyorsunuz, Dönem
Başkanı olduğumuz G20de de altyapı
yatırımlarını temel bir öncelik alanı olarak ilan
ettik, üç önemli öncelikten birisi olarak kamu
yatırımlarını ilan ettik. Ve Dünya Bankasından bir
çalışma istedik, dedik ki: Kamu-özel ortaklığı
projeleri için siz standart şablonlar oluşturun, standartlar
oluşturun ki o standartlara uygun hazırlanan projelerin
finansmanı da yine dünya finans kanallarından daha kolay
yapılabilsin. Ve şu anda bu çalışma devam ediyor.
İnşallah önümüzdeki yıl kendi Dönem
Başkanlığımızda bu çalışmanın
neticesini de tüm G20 ülkeleriyle paylaşacağız ve sadece kendi
altyapımız için değil, pek çok ülkenin altyapısında
daha çok kamu-özel ortaklığı modeli oluşması için özel
bir çaba ortaya koyacağız.
Yine, son dönemde yatırımlardan bahsederken,
Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık hizmet
binaları ve devlet ricaline millete hizmet için tahsis edilen
ulaşım imkânları üzerinden yapılan tartışmalara
da kısaca değinmek istiyorum.
Gerek Cumhurbaşkanlığı ve
Başbakanlık binaları gerekse hava ulaşımında
kullanılan araçlar her şeyden önce şahıslara değil bu
hizmet makamlarına tahsis edilmiştir. Milletimizin oylarıyla bu
görevlere gelen devlet ricali görevde kaldıkları süre içerisinde bu
imkânları devlete ve millete hizmet yolunda kullanacak, anayasal çerçevede
demokratik seçimlerle görevden ayrıldıklarında yerlerine
gelenlere emaneti teslim edeceklerdir. Tüm bu imkânların gerçek sahibi
sadece millettir, emanetin kime verileceğine de yine sadece aziz
milletimiz karar verecektir. Milletimizin ve devletimizin itibarını
temsil eden hizmet binaları ve araçlar üzerinden tamamen art niyetli
polemikler yapılmasının hiç kimseye faydası yoktur. Bugüne
kadar, başta yargı kurumları, bakanlıklar ve birçok kamu
binaları için büyük yatırımlar yapılmıştır
ve devletimizin birçok birimi hizmetin gereğine yakışır
imkânlara kavuşturulmuştur. Nasıl 2002nin
şartlarındaki bir hastaneyle bugünkü şartlar çok farklıysa,
okullarımızın durumuyla bugünkü okullarımızın
durumu çok farklıysa, yollarımızın durumunun 2002deki
şartlarıyla bugünkü şartları nasıl farklıysa,
nasıl 18 bin kilometrelik duble yola Türkiye kavuştuysa, yine,
havalimanlarına şöyle bir baktığımızda -bir
2002nin Esenboğa Havalimanına bakın, bir bugünkü limana
bakın- nasıl şartlar, fiziki imkânlar çok
farklılaştıysa, yine Cumhurbaşkanlığı ve
Başbakanlık hizmet binalarındaki iyileşmeler de Türkiye'nin
kalkınmasının, gelişmesinin doğal sonucudur. Türkiye
büyümektedir, ülkemiz dünyada hak ettiği yeri hızla alırken
temsil ve hizmet imkânlarının da aynı şekilde büyümesinden
ve milletimize layık standartlara ulaşmasından da kimse
rahatsız olmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şöyle bir dünya ekonomisine bakacak olursak, gerçekten küresel kriz
sonrasında hâlâ tam bir toparlanmadan söz edemiyoruz. Büyüme eğilimi
devam etmekle birlikte, henüz geneli kapsayan dengeli ve sürdürülebilir bir
toparlanma sağlanamamış durumda. Kriz sürecinde biriken
sorunlardan kaynaklanan kırılganlıklar ekonomik büyümenin önünde
engel oluşturmakta. Finansal piyasalara ilişkin riskler geçen
yıla göre azalmış olsa da önümüzdeki döneme ilişkin
belirsizlikler varlığını sürdürmekte. Küresel büyüme ve
dünya ticaretindeki artış kriz öncesi dönemin altında
seyretmekte ve son bir yıllık dönemdeki gerçekleşmeler
beklentinin de altında kalmakta. Ekonomik aktivitenin toparlanma süreci
bölgeler ve ülkeler arasında önemli farklılıklar göstermekte.
Amerikan ekonomisi nispeten hızlı toparlanırken avro bölgesi ve
Japonya ekonomilerindeki büyüme düzensiz ve yavaş seyretmekte. Amerikada
konut ve istihdam piyasalarındaki iyileşmeyle birlikte iç talep güçlü
ama avro bölgesinde ki bizim ticaret ve yatırım
bağlarımızın, finans bağlarımızın en
kuvvetli olduğu bölge Avrupa- yavaş, kırılgan ve ülkeden
ülkeye değişen bir büyüme yapısı görülmekte. Finans
sektöründeki kırılganlıklar devam etmekte ve reel sektörde
istenen toparlanma henüz sağlanamamış durumda. Bölgenin
enflasyon oranında da sert düşüşler var ve deflasyon riski bugün
itibarıyla artmış durumda. Yine Japonyada yüksek kamu borcu,
deflasyon riski ve zayıf büyüme yapısal bir sorun olarak durmakta.
Gelişmekte olan ülke ekonomilerine bakıyoruz,
genel olarak bir yavaşlama eğilimi var ve 2009 krizinden sonra
küresel büyümeyi sürükleyen gelişmekte olan ülkeler önümüzdeki dönemde
eskisi kadar hızlı büyümeyecek. Küresel talebin ılımlı
seyri, Çin ekonomisindeki büyümenin yavaşlaması ve doların
değer kazanması nedeniyle emtia fiyatları gerilemekte, özellikle
petrol fiyatları arz artışı ve zayıf talebe
bağlı olarak son dönemde de önemli ölçüde düşüş
göstermiş durumda.
İşte, böyle bir durumda, böyle bir ortamda
Türkiye'nin önümüzdeki dönemde neler yapacağı son derece kritik.
Bakın, hemen yanı başımızdaki Suriyede bir iç
savaş var ve bu iç savaş evreler değiştirerek devam
etmekte. Hemen sınırımızın 50-100 metre ötesinden
tutun da, Suriyenin derinlerine kadar çok ciddi bir güvenlik riski söz konusu.
Irakta siyasi istikrar hâlâ sağlanabilmiş değil ve şu anda
Irak topraklarının neredeyse üçte 1i bir terör örgütünün işgali
altında. Öbür taraftan, hemen kuzeyimize bakıyoruz, Rusya ve Ukrayna
arasındaki problemler ve gerginlik Ukrayna ekonomisi üzerinde son derece
olumsuz etkiler göstermişti, Ukrayna ekonomisi bu sene yüzde 6-7
daralacak. Rusyada ise -hepinizin takip ettiği- finansal kriz Rus
ekonomisinin en az iki yıl boyunca ciddi bir resesyonun içine
düştüğünü bizlere göstermekte. Yani, jeopolitik ortam maalesef son
derece negatif.
Öte yandan, bakıyoruz, Avrupada ekonomide ciddi bir
zayıflık söz konusu, bir toparlanma söz konusu değil. Amerikan
Merkez Bankasının parasal sıkılaştırmaya
başlaması ve faiz artımına geçmesi yine Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkilemekte. Bütün bunlara rağmen,
bütün bu saydığım şartlarda Türkiye büyümeye devam ediyor.
Bu sebeplerden bir tanesi dahi, jeopolitik konumlar, tek başına
Türkiye'yi bir resesyona düşürebilirdi. Suriyedeki iç savaş
Türkiye'yi bir resesyona düşürebilirdi. Iraktaki bu son tablo Türkiye'yi
resesyona düşürebilirdi. Bunların her birisi tek başına
Türk ekonomisini bir durgunluğa, eksi büyümeye itebilecek güçte gelişmeler.
Bunları mutlaka dikkate almamız gerekiyor. Biz bunlara rağmen
büyümeye devam ediyoruz.
Bakın, 2014 için gelişmekte olan ülkelerin
büyüme beklentileri: Latin Amerikanın tümüne bakıyoruz, büyüme bu
yıl yüzde 1,3; bütün Latin Amerika ülkelerini topluyoruz,
ağırlıklı ortalamasını hesap ediyoruz, yüzde 1,3.
Orta ve Doğu Avrupaya bakıyoruz, büyüme yüzde 2,5. Çin ve
Hindistanı çıkarıyoruz, geri kalan Asyaya bakıyoruz,
büyüme yüzde 2,7. Türkiye'nin bu yıl yüzde 3,3; gelecek yıl ise yüzde
4 büyümesini bekliyoruz. İçinde bulunduğumuz küresel ekonomik
konjonktür ve jeopolitik şartlar dikkate alındığında,
gerçekten, Türkiye'nin büyümesi ve istihdam üretmeye devam etmesi
başlı başına önemli bir başarı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz
Orta Vadeli Programımızı 8 Ekim 2014 tarihinde kamuoyuyla
paylaştık. 2015-2017 dönemini kapsayan bu Orta Vadeli
Programımıza baktığımızda, burada temel
öncelikler nedir? 1) Enflasyonun düşmesi. 2) Cari açığın
düşmesi. 3) Yapısal reformlara hız vermek yoluyla büyüme
potansiyelimizin artması.
Bununla alakalı, bu program döneminde hedeflerimiz
ne? Büyümenin gelecek yıl 4, 2016da ve 2017de yüzde 5 olmasını
bekliyoruz. 2015-2017 döneminde ortalama istihdam artışının
yıllık yaklaşık yüzde 2,2 olmasını bekliyoruz ve
dönem sonunda işsizliğin yüzde 9,1e düşmesini bekliyoruz.
Enflasyonun gelecek yıl yüzde 6,1; 2016 ve 2017 yıllarında ise
yüzde 5 olmasını hedefliyoruz. Yine, Orta Vadeli Programda cari
açığımızdaki düşüşün devam etmesini bekliyoruz.
Geçen sene yüzde 7,9 olan cari açık bu sene yüzde 5e doğru inecek ve
gelecek yıl eğer petrol fiyatları düşük olmaya devam ederse
yüzde 4 civarında bir cari açığı gelecek sene görmemiz de
mümkün.
Bunları elde etmek için bütçedeki sıkı
duruşumuzu devam ettiriyoruz. Bakın, bütçe
açığımız 2014 yılı için, bu yıl için, bu
yıl şu anda uygulamakta olduğumuz bütçede millî gelirin yüzde
1,9u olarak hedefleniyordu; yüzde 1,9 açık verecek şekilde biz bu
yılın bütçesini yaptık. Ama şu gün itibarıyla
bakıyoruz ki inşallah yüzde 1,4le bitireceğiz yani millî
gelirimizin yüzde yarımı kadar daha düşük bir bütçe
açığıyla bu yılı kapatacağız.
Şu anda görüşmekte olduğumuz 2015
bütçemizin açık hedefi yüzde 1,1. Bakın, dünyada şu anda bütçe
açığını yüzde 1e indirebilmiş ülke
sayısını belki iki elin parmaklarıyla ancak sayarsınız.
Bunu, hamdolsun, bugün burada, bu yüce Meclis çatısı altında
gerçekleştirdiğimiz ve oylayacağımız bütçede
hedefliyoruz. Ve 2017 için, Orta Vadeli Programımızda
açıkladık, 2017nin bütçe açık hedefi yüzde 0,3. Yani, neredeyse
2017de denk bütçeye yürüyoruz. Bunlar gerçekten, kamu maliyesinde ne kadar
sıkı durduğumuzu gösteren çok çok önemli rakamlar.
Ben şunu da buradan, bu kürsüden yine açıkça
ifade etmek istiyorum ki: İnşallah, hep beraber, Allah kısmet
ederse göreceğiz ki 2015 yılı, 2014 yılına göre her
açıdan daha iyi bir yıl olacak. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) 2015 yılının büyümesi 2014e göre daha
yüksek bir büyüme olacak. 2015te cari açık 2014e göre daha düşük
bir cari açık olacak. 2015te enflasyon 2014e göre daha düşük olacak
ve 2015 yılı seçimin olduğu bir yıl, asla seçim ekonomisi
olmayacak. Zaten, yüzde 1,9 hedeflemişiz, yüzde 1,4lük bütçe
açığıyla kapatıyoruz, gelecek yıl yüzde 1,1lik bir
bütçe açığı hedefliyoruz. Sadece bu parametrelere bakan hiç
kimse tutup da 2015 yılının bir seçim ekonomisi yılı
olduğunu zaten iddia edemez. Bütün bunun teknik şartları da bunu
bize göstermekte.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
62nci Hükûmetimiz, önümüzdeki dönemde Onuncu Kalkınma Planının
daha etkin uygulanmasını sağlayacak olan Öncelikli Dönüşüm
Programlarının hayata geçirilmesi konusunda kararlı. Öncelikli
Dönüşüm Programı dediğimiz, Türkiyenin şiddetle ihtiyaç
duyduğu yapısal reformlar ve bunları somut eylem planlarına
döktük. Yani, 25 ayrı alanda 1.350 eylemle biz bu reformları
gerçekleştireceğiz, bunu açıkladık. Sayın
Başbakanımız ilk grubu kasım ayında
açıkladı, ikinci grubu geçtiğimiz hafta açıkladı.
İlk grupta tam 417 eylemi açıklamış olduk, ikinci grupta
425 tane eylem açıklamış olduk ve en sonunda geri
kalanların da açıklanmasıyla beraber sayı
yaklaşık 1.350 olacak. Bu 1.350 eylemin her birisinin
karşısında bir tarih var ve sorumlu kuruluş belli.
Ben şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki bizim,
kendi on iki yıllık iktidar dönemimizdeki en kapsamlı ve en
iddialı yapısal reform programını biz bugünlerde ortaya
koymaktayız. Âdeta, şimdiye kadar kendi
yaptıklarımızın da ötesinde bir performansı ortaya
koyacak şekilde ve Türkiyenin gerçek anlamda sürdürülebilir ve daha
yüksek büyüme oranlarına kavuşmasını sağlayacak
reformları önümüzdeki dönemde kararlılıkla
gerçekleştireceğiz.
Peki, burada neler var? Hangi alanlarda Türkiyenin daha
iyi reformlarla yola devam etmesi gerekiyor?
1) Üretimde verimliliğin artırılması:
Yani, ekonomimizdeki yapıyı daha verimli hâle getirebilmek. Daha
verimli hâle getirmek ne demek? Daha az kaynakla daha yüksek bir üretim yani
bir bakıma ülkenin toplam faktör verimliliğini artırmak.
2) İthalata olan bağımlığın
azaltılması: Bu klasik ithal ikamesi değil. Türkiyenin pek çok
sektörde rekabet gücünü artırarak kendi ürünleriyle kendi iç
piyasasına hâkim olması ve böylece ithalat yoluna başvurmak
zorunda kalmaması.
3) Yurt içi tasarrufların artırılması
ve israfın önlenmesi: Tasarruf oranlarımızın
artırılmasını çok önemsiyoruz ve bununla ilgili de yeni
programlar başlattık. Örneğin, yeni
başlattığımız, geçen sene başında uygulamaya
koyduğumuz Bireysel Emeklilik Sisteminde şu anda vatandaş
sayımız 5 milyonu geçti, toplanan fon da 37 milyar liraya ulaştı,
eski parayla 37 katrilyon. Gerçekten, bu yeni sistem ülkenin tasarruf oranlarına
şimdiden katkıda bulunmaya başladı. Orta, uzun vadede çok
daha güzel sonuçlar alacağımızı bekliyoruz.
4) İstanbulun uluslararası bir finans merkezi
olması: Finans sektörü son derece önemli. Bir ülkenin
kalkınmasının sıhhatli bir şekilde finanse edilmesi o
ülkenin kalkınma performansını doğrudan belirleyen bir konu
ve İstanbulun sadece Türkiye için değil, bütün içinde
bulunduğumuz coğrafya için bir finans merkezi hâline gelmesini çok
önemsiyoruz ve ülkemizin büyümesini tetikleyecek önemli bir konu olarak
görüyoruz.
5) Kamu harcamalarının
rasyonelleştirilmesi: Doğru mali disiplini sağladık, daha
da güçlendiriyoruz ama harcama kompozisyonumuzun gözden geçirilmesi,
harcamalarımızın daha etkin yapılması da bir ihtiyaç
yani İyiyi çok daha iyiye nasıl götürürüz?ün şu anda
çabası içindeyiz.
6) Kamu gelirlerinin kalitesinin
artırılması: Yani bütçe gelirlerimizin kompozisyonu ve gelir
kompozisyonunun daha verimli, daha yüksek bir ekonomik yapıya, daha yüksek
bir büyüme hızına nasıl bizi ulaştıracağı.
7) İş ve yatırım ortamının
geliştirilmesi: Yerli-yabancı ayırt etmeden, Türkiyenin
yatırımcılar için, iş yapmak isteyenler için daha kolay bir
ülke hâline gelmesi, iş yapmanın daha kolay olduğu bir ülke
hâline gelmesi.
8) İş gücü piyasasının
etkinleştirilmesi: Yani, buradan daha çok verimi nasıl elde ederiz?
İnsan bizim en önemli kaynağımız, daha iyi
yetiştirerek ve eğitim sistemimiz ile iş gücü piyasamız
arasındaki bağları kuvvetlendirerek çalışan
insanlarımızın daha yüksek katma değer üretmesini
nasıl sağlayabiliriz?
9) Kayıt dışı ekonominin
azaltılması: Yani ülkemizde daha kayıtlı bir yapıya
geçilmesi.
10) İstatistiki bilgi altyapısı:
Doğru bilgiye sahip olmak, doğru bilgiyle daha doğru kararlar
alabilmek, bu konudaki elde ettiğimiz başarıları daha da
çoğaltmak.
11) Öncelikli teknoloji alanlarında
ticarileşme: Yani araştırmayı, geliştirmeyi,
teknolojiyi daha iyi bir rekabet gücü olarak nasıl kullanabiliriz, daha
yüksek katma değerli üretimde bunu nasıl kullanabiliriz, bunları
çalışacağımız alanlar.
13) Yerli kaynaklara dayalı enerji: Yani, enerjide
ithalata bağımlılığımızı azaltmak,
yenilenebilir yerli kaynaklarla Türkiyenin kendi enerji kaynaklarını
daha çok kullanması, büyüyen, gelişen bir ekonomi olarak,
şiddetle enerjiye ihtiyaç duyan bir ekonomi olarak bu enerjinin daha çok
kendi kaynaklarımızla karşılanması.
15) Tarımda su kullanımının
etkinleştirilmesi: Küresel ısınma ve çölleşme
karşısında su kaynaklarını, sahip olduğumuz suyun
her bir damlasını israf etmeden, daha etkin, tarımda nasıl
kullanabiliriz? Bununla ilgili çok önemli bir çalışma alanı.
16) Sağlık endüstrilerinde yapısal
dönüşüm: Sağlığa artık bir endüstri olarak bakıp
ilacıyla, sağlık hizmetleriyle dünya standartlarında ve bu
alanlarda ihracat yapacak bir alana nasıl gelebiliriz? Yani, 17nci
alanımız olan sağlık turizminin geliştirilmesine
nasıl katkı verebiliriz?
18) Taşımacılıktan lojistiğe
dönüşüm: Türkiyenin sahip olduğu coğrafya, eşi benzeri
olmayan, paha biçilmeyen bir coğrafya. Tam kavşak
noktasındayız, kıtaların, denizlerin, kültürlerin
buluştuğu noktadayız. İşte bunu, sadece basit bir
taşımacılıktan stratejik, lojistik yönetimine nasıl
çevirebiliriz. Bunu çalışacağımız çok önemli bir alan.
19) Temel ve mesleki becerileri geliştirme: Yani,
insanımızın günün ekonomik şartlarına uygun niteliklere
ulaşmasını sağlamak için neler yapmalıyız? Dünya
değişiyor, ekonomik yapımız değişiyor. Genç
nüfusumuzu ve büyüyen nüfusumuzu yeni ekonomik yapımıza nasıl
adapte edebiliriz? Bununla ilgili çok önemli bir çalışma alanı.
20) Nitelikli insan gücü için çekim merkezi olmak: Yani,
dünyanın neresinden gelirse gelsin, eğer nitelikliyse, katma
değer üretiyorsa ve Türkiyenin ekonomisine, sosyal hayatına destek
verecekse kapılarımızı açık tutabilmek.
21) Sağlıklı yaşam ve hareketlilik:
Toplumumuzun daha sağlıklı ve daha hareketli olmasını
nasıl sağlayabiliriz, Hükûmet olarak neler yapmalıyız?
22) Ailenin ve dinamik nüfus yapısının
korunması: Aile bizim kültürümüzün temeli. Bir siyasi parti muhafazakâr
bir siyasi parti olduğunu söylüyorsa muhafazakârlığın uluslararası
tanımında mutlaka aile vardır, ahlâk vardır, dinî
değerler vardır, kültür vardır ve bunların hepsini dinamik
nüfus yapısıyla beraber nasıl daha iyiye götürebiliriz?
23) Yerelde kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi: Yani,
Türkiye'nin tüm sathında, kurumlarımızın, yerel
yönetimlerden tutun, ta en küçük birimlere kadar kapasitesinin güçlendirilmesi,
daha verimli çalışmasının sağlanması.
Bunların her birinin altında bileşenler var, her birinin
altında 50, 60, 80, 100 tane eylem var.
24) Rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren
kentsel dönüşüm: Bakın, sadece Bir kentsel dönüşüm. demiyoruz,
Rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren bir kentsel dönüşüm.
diyoruz. Burada, kentsel dönüşüme bir nitelik getiriyoruz. Yani, sadece
hızlı bir şekilde gecekondudan apartmanlara dönüş
değil, bunu yaparken daha rafine, daha dikkatli nasıl politikalar
uygulayabiliriz, bunun altyapısını şimdiden kuruyoruz.
25) Ve sonuncu kalemimiz de, kalkınma için
uluslararası iş birliği altyapımızın
gelişmesi: Türkiye, geçen yıl 3,3 milyar dolarlık dış
yardımıyla dünyada artık yükselen bir donör ülke. Geçen
yılki insani yardımlarımıza bakacak olursak dünyada 3üncü
sıraya yükseldik. Dünyada nominal rakam olarak en çok insani yardım
yapan 3üncü ülkeyiz, millî gelire oranla hesap ettiğimizde de 1inci
ülkeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Burada da
komşuluk kültürümüzle hareket ediyoruz. Biz ne diyoruz? Komşusu
açken kendisi tok uyuyan bizden değildir. Ama, komşuluk kavramı
değişti, dünyanın neresinde olursa olsun, eğer insanlar
sıkıntı çekiyorsa, yardıma ihtiyacı varsa ve biz
bundan haberdarsak orada vebal başlıyor, sorumluluk
başlıyor ve biz bu anlayışla hareket ediyoruz ve tabii ki
kaynaklarımız nispetinde elimizden gelenin azamisini yapmaya
çalışıyoruz.
Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
değerli üyeleri; Türkiye uluslararası kuruluşlarla olan
ilişkisini de çok farklı bir evreye soktu. Bakın, ilk defa,
Uluslararası Para Fonunda, yönetilen ve kredi alan bir ülke kategorisinden
kredi veren ve yöneten ülke kategorisine geçtik. Hazine
Müsteşarımız Sayın Çanakcı, 1 Kasım
itibarıyla artık Uluslararası Para Fonunun Yönetim Kuruluna yani
İcra Direktörleri Heyetine resmen girdi ve şu anda, karar
alıcı heyetin üyesi.
Öte yandan, bakıyoruz, Dünya Bankasında yeni
yaptığımız Ülke Grubu Anlaşmasıyla beraber,
2014-2016 yılları arasında İcra Direktörlüğü
Vekilliği ve 2020-2024 yılları arasında da İcra
Direktörü görevini üstlenmiş durumdayız. Bunun anlaşmasını
imzaladık çünkü her iki kuruluşta da hissemiz neredeyse 2ye
katlandı. Artık, büyüyen bir ekonomi olarak yönetimde de söz sahibi
olmak istiyoruz. dedik, çalıştık, uğraştık ve
çok şükür bunları aldık. Şimdi, Dünya Bankasında da,
aynı Uluslararası Para Fonunda olduğu gibi, 2020-2024
yılları arasında dört yıl bir Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşımız orada, yönetimde artık oturacak.
G20nin Dönem Başkanlığına seçildik.
Bakın, bu böyle sırayla üstlenilen bir rol değil, seçimle oluyor
ve mutabakatla seçiliyor yani 19 ülke, artı Avrupa Birliği, G20nin
tüm üyelerinin tam yüzde 100 oyunu almak gerekiyor ki Dönem
Başkanlığını üstlenebilelim. Biz bu seçimlerde
başarılı olduk ve bu Başkanlığı seçimle elde
ettik. Başkanlığımız boyunca gerçekten çok önemli bir
sınav vereceğiz. Türkiyenin şu son on iki yıllık
başarılarını ve dünyadaki ekonomik gelişmeleri ne
kadar yakından izlediğimizi ve bu gelişmelere yön verecek bilgi,
tecrübe ve kapasiteye sahip olduğumuzu da inşallah, o masanın
başında, o 20 ekonominin başında oturarak göstermiş
olacağız. G20 demek dünya nüfusunun üçte 2si demek. G20 demek dünya
ticaretinin yüzde 75i demek. G20 demek dünya ekonomisinin yani gayrisafi yurt
içi hasılasının yüzde 85i demek. Gerçekten, temsil gücü çok
ağır bir yapıdan bahsediyoruz ve bunun
Başkanlığından bahsediyoruz ve gündemi biz belirliyoruz,
Başkanın kabul etmediği hiçbir konu gündeme girmiyor ve bizim
gündemde olmasını istediğimiz ne kadar konu varsa, çok
şükür hepsi kabul edildi çünkü o da 20 ülkenin onayıyla ve
mutabakatıyla yapılıyor ve şu anda, o gündemi, aralık
ayında yapılan müsteşarlar, merkez bankaları başkan
yardımcıları ve şerpalar toplantılarında
bunların hepsini belirlemiş ve kesinleştirmiş olduk.
Dünya ekonomisinin
daha hızlı büyümesini nasıl
sağlayacağımızı masaya yatırıyoruz.
Yatırımların, özellikle altyapı
yatırımlarının çoğalması için, pek çok ülkenin
büyümesine destek vermesi için neler yapmamız gerekiyor, bunu masaya
yatırıyoruz. İstihdamın, özellikle kadın ve genç
istihdamının artması için neler yapmamız gerekiyor, masaya
yatırıyoruz. Sağlam bir finans sistemi için, daha dengeli bir
finans yapısı için neler yapmamız lazım, küresel
bankacılıkla ilgili ne tür düzenlemeler yapmamız lazım,
bunların uygulaması bu dönemde çok çok önemli olacak. Çok
taraflı ticaret sisteminin güçlendirilmesi, Dünya Ticaret Örgütü, ister
TTIP ister TPP gibi geniş bölgelerdeki yeni ticaret
anlaşmalarının etkinliğini yine masaya
yatırıyoruz. Kalkınma, enerji, iklim değişikliği,
uluslararası vergilendirme gibi temel küresel ekonomiyle ilgili tartışma
alanları burada, Türkiyede görüşülecek. İlk defa bir enerji bakanları
toplantısı yapıyoruz. Çalışma bakanlarımız
toplanıyor, ticaret bakanlarımız toplanıyor, turizm
bakanlarımız toplanıyor. Yine, tarım ve gıdadan
sorumlu bakanlarımızın toplanması için girişimde
bulunduk, çalışıyoruz ve olacağını tahmin
ediyoruz. Dışişleri bakanlarımız toplanıyor. Bu
19 ülke artı Avrupa Birliğinin Liderler Zirvesini 2015te 15-16
Kasımda Antalyada Türkiyede yapıyoruz ve 2004teki NATO
Zirvesinden bu yana ev sahipliği yaptığımız en önemli
uluslararası organizasyonun çok şükür, alnımızın
akıyla, başarılı bir şekilde
gerçekleştirileceğine inanıyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu politikalarda biz hep
insanı ön plana koyuyoruz. G20 masasında da Önce insan. dedik ve
Gelişmekte olan az gelirli ülkelerin sorunlarını da biz masada
görüşmek istiyoruz. dedik. Dünyanın en az gelişmiş
ülkelerinin sorunlarını da bu masaya getireceğiz. dedik. Her
gündem, her başlık altında KOBİlerin bu masada
tartışılması gerekiyor. dedik ve bunların hepsi
geniş bir kabul gördü.
Türkiye, sadece o
masa etrafındaki 20 ülkenin sorunlarını konuşmayacak;
dünyada en ücra köşede kalmış ve en az gelişmiş
ülkelerin sorunlarını da G20 masasına taşıyacak. Bizim
kapsayıcı ve kucaklayıcı bir yaklaşımla insan
odaklı anlayışımızın G20ye
taşınması da ilk defa Türkiyenin Dönem
Başkanlığında gerçekleşiyor.
Yine, istihdam
dediğimizde, girişimcilik dediğimizde,
araştırma-geliştirme dediğimizde KOBİler son derece
önemli. Türkiyede şu anda ihracatın yüzde 61ini KOBİler
yapıyor, istihdamın yüzde 75i KOBİlerde. Bu sadece Türkiyede
değil, Almanya gibi, İtalya gibi gelişmiş ülkelerde dahi
böyle fakat KOBİ gündemi G20de şimdiye kadar yoktu. Sadece büyük
şirketler orada biraz etkindi ve büyük şirketlerde çalışanların
sendikalarının bir etkinliği vardı. Biz KOBİ gündemini
koyuyoruz ortaya ve Uluslararası Ticaret Odasıyla beraber de küresel
bir KOBİ forumu kuruyoruz ilk defa ve bunun merkezinin de İstanbulda
olmasını istiyoruz. Sadece G20 Dönem Başkanlığımızda
değil, dünya KOBİlerin sesini kalıcı olarak duyuracak
yapının, yeni kurumun da inşallah, İstanbul merkezli
kurulmasını hedefliyoruz. Dünya Ticaret Örgütüyle de mutabakata
vardık; hem Başkan hem Genel Sekreter geçtiğimiz haftalarda
Türkiyedeydi, onlar da fikri çok çok beğendiler ve beraberce Türkiyenin
de kurucusu olduğu bu yapıyı inşallah oluşturuyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Şeyh Edebalinin öğüdü doğrultusunda İnsanı
yaşat ki devlet yaşasın. ilkesi her alanda ve her anlamda
Türkiyede hayata geçiriliyor. Milletimizle kurduğumuz irtibat ve gönül
bağı sayesinde milletimizin refah düzeyi artarken devletimiz daha da
güçlendi, devletimiz itibar kazandı, bölgesinde ve dünyada daha etkin bir
konuma yükseldi. Milletin tamamını kucaklayan, tamamının
sesine kulak veren, 77 milyonu eşit, beraber, kardeş gören bir
anlayışla devlet, milletin hizmetkârı hâline geldi.
On iki yıl içinde, her alanda çok büyük reformlar
gerçekleştirdik. Demokratikleşmede çok önemli adımlar
attık. Demokrasi ile ekonomiyi beraberce yükseltmek için büyük bir gayret
içinde olduk. Biliyoruz ki ileri bir demokrasi olmadan ileri,
gelişmiş bir ekonomi olamaz ama aynı zamanda, hızla
kalkınan bir tablo o ülkede yoksa o ülkedeki demokrasinin ilerlemesi
konusunda da sorunlar ortaya çıkabilir. Yani, ekonomi ile demokrasiyi böyle,
beraberce yüceltmek, yükseltmek bizim temel politikamız oldu bu dönemde.
Her iki alanda da eş zamanlı bir yükseliş yaşandı
Türkiyede. Ekonomik başarılarımız demokrasimizi
destekledi, demokratik adımlarımız ekonomimizi yükseltti.
Başta Avrupa Birliği üyeliği olmak üzere,
dış politikadaki aktif tutumumuzla hem Türkiyeyi büyüttük hem
dünyada hakkı savunan bir ülke olarak takdirleri topladık.
On iki yıl boyunca demokratikleşme
alanında ekonomide, sosyal yaşamda ve dış politikada
gerçekleştirdiğimiz adımlar, âdeta hayal gibi görünen, gerçekleşmesine
imkân ve ihtimal tanınmayan reformlardı. Şu anda, Türkiye, terör
meselesini çözerken sadece gençleri yaşatmakla, annelerinin
gözyaşını dindirmekle kalmıyor, ekonomik anlamda da çok
büyük bir kaynağı Türkiyeye, milletimize yeniden kazandırmaktayız.
Türkiye, çözüm süreciyle millet olarak topyekûn kazanmaya
çalışırken birileri de maalesef Vandalizmi teşvik ediyor,
terörün devam etmesinden nemalanmaya çalışıyor. Bunların
hepsinin farkındayız. Kararlılığımızdan da
asla bir adım geri atmayacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
burada bir hususu, gerek sizlere gerekse aziz milletimize bir kez daha
açık açık ve altını çizerek vurgulamak istiyorum.
Yolsuzluklar konusunda Hükûmetimiz, göreve başladığı ilk
günlerden itibaren çok ciddi bir hassasiyet içinde olmuştur.
Şeffaflık ve hesap verebilirlik temel ilkelerimiz olmuştur. AK
PARTİ iktidarı, yolsuzlukla mücadeleyi, yasaklarla mücadeleyi,
yoksullukla mücadeleyi en temel ve en acil hedefleri olarak belirlemiş ve
bu 3Ynin üzerine kararlılıkla gitmiştir. AK PARTİ
Hükûmetlerinin en belirgin vasfı hiç kuşkusuz güven olmuştur,
hizmet olmuştur.
Eğer Hükûmetimiz yolsuzluklara karşı
gerçekten büyük bir hassasiyet içinde olmasaydı, Türkiyede refahın
bu kadar artması kesinlikle mümkün olamazdı. Eğer AK PARTİ
iktidarı yolsuzluklara karşı son derece dikkatli olmasaydı,
var olan 347 bin adet dersliğe on iki yılda 234 bin adet derslik
eklenemezdi. Yolsuzluklara müsamahanın olduğu bir Türkiyede Marmaray
yapılamazdı, hızlı tren hatları inşa edilemezdi,
hem ülkemizde hem ta Somalide, ta Myanmarda, Filistinde, Suriyede,
Afganistanda, Afrikada yoksulların elinden tutulamazdı.
Yolsuzlukların üstü örtülseydi Merkez Bankasının rezervi 28
milyar dolardan 132 milyar dolara yani bu tarihî seviyelere yükselemezdi, 23
milyar dolar olan IMFe olan borç sıfıra inemezdi, hazinenin borçlanma faizi yüzde 63ten yüzde 8lere
inemezdi. Eğer yolsuzlukların üstü kapatılsaydı, kamu
borcunun millî gelire oranı yüzde 74ten yüzde 33e inmezdi, inemezdi.
Eğer Türkiyede yolsuzluklara göz yumulsaydı, AK PARTİ bugüne
kadar girdiği bütün seçimlerden zaferle çıkamaz, milletin güvenini
kazanamaz, milletin bu kadar yoğunlukta teveccühüne mazhar olamazdı.
Bakın, geçen yıl 20 Aralık tarihinde, yine
bu kürsüden sizlere ifade ettiğim bazı sözlerimi aynen kelime kelime
paylaşmak istiyorum. Tarih 20 Aralık yani 17 Aralıktan üç gün
sonra, yine bu kürsüde, o zaman Sayın
Cumhurbaşkanımızın Başbakanlık döneminde, uygun
görmeleriyle sizlere hitap etmiştim. O günkü ifadelerimi aynen tekrar
ediyorum, tırnak açıyorum:
Ancak burada şunu da milletimizin özellikle
bilmesini istiyorum: Seçimlere sadece üç buçuk ay kala bu olaylar
gerçekleşti. Ancak, şöyle bir zamanlamasına
baktığınızda, muhtevasına baktığınızda,
yöntemine baktığınızda medyada işleniş ve servis
tarzına baktığınızda burada, maalesef bir siyaset
mühendisliği görüntüsü vardır ve eğer böyleyse bu oyun yeni
Türkiyeye, büyük Türkiyeye yönelik bir oyundur. Bu oyun doğrudan
doğruya Türkiyeyi, doğrudan doğruya Türkiye siyasetini,
doğrudan doğruya Türkiyenin büyük ideallerini hedef
almaktadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu
Meclis tutanaklarından, deşifrelerden okuyorum kendi sözlerimi. Bu
oyun millî iradeye kastetmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinden, iktidardan
ve muhalefetten beklenen, bu olanlar karşısında ilkeli,
prensipli bir tutum sergilemektir. Milletin aleyhine olan hiç kimsenin, hiçbir
örgütün, hiçbir siyasi partinin lehine olamaz -buraları dikkatle
dinlemenizi özellikle rica ediyorum- millet esastır. Biz hiçbir
yolsuzluğu örtmeyiz, hiçbir yolsuzluğa duyarsız kalmayız
ama büyüyen Türkiyeye yönelik hiçbir girişim, hiçbir oyun
karşısında da seyirci kalmayız, kalamayız. Biz on bir
yıl boyunca o gün on bir yıldı çünkü- her türlü çeteyle, her
türlü illegal örgütle, her türlü yolsuzlukla mücadele ettik ve bu mücadelemizi
cesaretle verdik. Bundan sonra da mücadelemiz devam edecek.
Tırnağı kapatıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Bakın, işte, daha sonra ortaya çıkan
belgeler -Sayın Cumhurbaşkanımıza dönemin
Başbakanı ifadesi kullanılıyormuş, onları gördük
daha sonraki belgelerde- bu ilk teşhislerimizin ne kadar doğru
olduğunu aynen gösterdi.
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Bakan, şu
anda yukarıda 4 tane bakan oylanıyor. Yani, bari bunları
okumayın burada.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla)
Bugün, neredeyse tam bir yıl geçti ve aynen gösterdi. Dönemin
Başbakanı dedikleri Başbakan, dönemin tuzağını
gördü ve millet de bu oyunu gördü. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Milletimiz bu tuzağı ters yüz etti, 30 Martta ve
10 Ağustosta da en iyi hakem olan sandıkta, gereken en güzel
cevabı verdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Tuzak kuranların millet nezdinde hiçbir itibarları
olmadığını da gördük, yaşıyoruz. Koalisyon
çabaları da, kapı kapı AK PARTİ aleyhtarlığı
da, din istismarı da kimseye itibar getirmedi, bunu da yaşadık,
30 Martta yaşadık, daha sonra Cumhurbaşkanlığı
seçiminde, 10 Ağustosta yaşadık. Yani, farklı
kombinasyonlar, permütasyonlar, koalisyon çabaları da yine kimseye itibar
getirmedi. Millet bu operasyonu yapanlara hem de onların arkasına
takılanlara şunu söyledi: Biz bu Hükûmetten memnunuz, iktidar
partisinden memnunuz. Bu Hükûmetin bizim irademizi temsil ettiğini ve bize
hizmet ettiğini eserlerinden biliyoruz. Öyle, operasyonlarla, tuzaklarla
biz millî iradeyi çiğnetmeyiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Yine, bu millet, o dönemin Başbakanı diyen ve
o günlerde sahte dokümanları hazırlayanlara şu cevabı da
verdi: Biz o Başbakanı alırız, Türkiye Cumhuriyetinin
Cumhurbaşkanı da yaparız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
millet, ferasetiyle en büyük hakemdir. Milletimiz sergilenen oyunları çok
net bir şekilde görüyor, izliyor. Milletimizin gönül penceresi açık.
Milletimiz gerçekten pek çok olay karşısında çok sıhhatli
analiz yapabiliyor, doğruyu ve eğriyi çok iyi ayırt edebiliyor.
Sizlerin ve milletimizin şunu çok iyi bilmesini istiyoruz ki her türlü
saldırıya karşı göğüs gererek Türkiyeyi büyütmeye
devam edeceğiz, demokrasimizi ilerletmeye devam edeceğiz. Kim ne
derse desin, çocuklarımıza, gençlerimize artık üzerinde
operasyon yapılamayan bir Türkiye emanet etmek için aynı heyecanla,
aynı gayretle çalışmaya devam edeceğiz.
Kim ne derse desin, çözüm sürecini kararlılıkla
devam ettireceğiz. Çözümsüzlükten nemalananları halkımız,
milletimiz gayet iyi anladı, gördü. Bakın, etnik kökeni ne olursa
olsun, mensup olduğu din, ait olduğu, aidiyet duyduğu mezhep ne
olursa olsun, 77 milyonun tümü bunu gördü, çözümsüzlükten nemalananları
gördü, terörden nemalananları gördü, gençlerin kanından beslenenleri
gördü milletimizin sağduyusu son derece kuvvetli ve işte bunun
içindir ki ölümlerden, kandan ve gözyaşından beslenenlere
karşı mücadele etmeye, gençleri yaşatmak için
çırpınmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Yıkanlara karşı duracağız,
inşa etmeye devam edeceğiz. İstikrarla, güvenle, daha güçlü bir
kardeşlikle Türkiyeyi yüceltmeye devam edeceğiz. Demokrasiyi daha da
derinleştirmeye devam edeceğiz.
Devletimiz 77
milyonun tümünü aynı samimiyetle kucaklıyor, kucaklamaya devam edecek.
Aktif dış politikası, itibarı artan bir Türkiyenin, kirli
çıkarları zedelenen bazı çevreleri rahatsız ettiğini
biliyoruz. Türkiyenin güçlenmesini, büyümesini, tüm dünyada sözü dinlenen
itibarlı bir ülke olmasını kıskananlar olduğunu
biliyoruz. Kim ne derse desin biz dünya genelinde hakkı savunmaya devam
edeceğiz, doğruyu savunmaya devam edeceğiz.
2023e,
cumhuriyetimizin kuruluşunun 100üncü yıl dönümüne şurada
artık sadece dokuz yıl kaldı. Bu dokuz yıl içinde daha çok
çalışarak 2 trilyon dolarlık millî gelire, 25 bin dolarlı
kişi başı millî gelire ve 500 milyar dolarlık ihracat
hedefine inşallah hep beraber ulaşacağız. Bizim, kendi
denizaltısını üreten, kendi savaş uçaklarını imal
eden, kendi ürettiği uyduları kendisi uzaya fırlatabilen bir
Türkiye inşası hayalimiz var. Bu hayali gerçekleştirmeye
başladık, somut adımlarla bu hayali gerçekleştiriyor ve
hedeflerimize basamak basamak ulaşıyoruz. Yatırımın
önündeki engelleri tek tek kaldırıyoruz, Türkiyeyi
yatırımlar için daha uygun hâle getirip, daha cazip bir ülke hâline
getirip, küresel bir yatırım üssü hâline getirmeyi planlıyoruz.
Son on iki yıllık icraatımız, son on iki yılda ortaya
koyduklarımız bu gelecek hayallerimizin aslında iddialı ama
bir o kadar da gerçekçi hedefler olduğunu bize göstermekte. Hayal etmek
güzeldir, hayal ulaşılamayanı da düşünmek demektir,
ulaşılmazı da dikkate almak demektir. Biz, çok şükür bugüne
kadar Türkiye için hayal ettiklerimizi tek tek gerçekleştirdik ve bundan
sonraki dönemde de hedeflerimize inşallah hep beraber ulaşacağız.
Türkiyeyi bu hedeflerinden, bu hayallerinden uzaklaştırmaya
çalışanlar oldu, olacak ama bunlar bize
kararlılığımızdan asla geri adım
attırmayacak. Türkiyenin gerçekten toplumuyla, ekonomisiyle, dünyadaki
görünürlülüğüyle ve etkinliğiyle hangi noktadan hangi noktaya
getirdiğimizi hepimiz çok açık görüyoruz.
Bugün, bakın,
Türk Hava Yolları 108 ülkeye uçuş yapıyor artık
İstanbuldan. Dünyada en çok ülkeye uçuş yapan havayolu hâline geldi.
İstanbul, dünyada New Yorktan sonra en çok başkonsolosluğun
olduğu şehir hâline geldi. Bugün, Türkiye dünyanın en büyük
7nci tarım ülkesi hâline geldi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Babacan, süreniz doldu. Ek
sürenizi veriyorum. Lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla)
Teşekkür ederim.
Bugün, Türkiye dünyanın 7ci büyük tarım ülkesi
oldu, 6ncı büyük turizm ülkesi oldu.
Yedi coğrafi bölgenin hep beraber refah içinde
büyüdüğü, şehirlerimizin daha da güzelleştiği, altyapı
sorunlarının çözüldüğü, sosyal politikaların daha da
güçlenip yaygınlaştığı bir Türkiyeye doğru
hızla ilerlemekteyiz. Türkiye her şeyin en iyisini hak ediyor.
Türkiye en iyiye, en güzele ulaşmak için her türlü imkâna sahip. Bizim
kaynaklarımız, başta insan kaynaklarımız olmak üzere
gelişmemizi ve büyümemizi, ilerlememizi sağlayacak kadar güçlü.
Türkiye genç nüfusuyla, eşsiz coğrafyasıyla daha iyi ve her sene
daha iyi olan eğitimli nüfusuyla dünyada çok önemli bir ekonomik güç oldu,
oluyor. Bir olarak, beraber olarak Türkiye'yi dünyanın en büyük
ekonomilerinden biri konumuna yükselteceğiz. Milletimizin güveni bizimle,
milletimizin duası bizimle. Bu yolda milletimizle yürümeye devam
edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime son verirken, tekrar, 2015 bütçemizin hayırlara vesile
olmasını diliyorum.
Burada, 17 Ekim tarihinden bu yana bütçe
çalışmalarına çok yoğun bir şekilde katılan Plan
ve Bütçe Komisyonu Başkanımıza, üyelerine; Genel Kurulda,
başlangıç ve bitiş günlerini de sayarsak on üç gün boyunca
geceli gündüzlü çalışarak, sabah akşam demeden, hafta sonu
demeden, uykularından fedakârlık ederek çalışmalara
katılan, destek veren, yapıcı eleştirileriyle,
yapıcı görüşleriyle bütçe çalışmalarına
ışık tutan tüm milletvekillerine tekrar hepinizin huzurunda
buradan teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Emekleriniz,
katkılarınız için teşekkür ediyorum.
2015 yılı bütçemizin ülkemize, memleketimize,
devletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Babacan.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın
Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın
Başbakan Yardımcısı buğday fiyatlarıyla ilgili
benim aldığım rakamları kısmen kullanarak
-tamamını kullanmadı- benim yanlış söylediğimi
söyleyerek bana sataşmada bulundu. Söz istiyorum efendim.
BAŞKAN Sayın Başkan, bu sataşma
değil, bir cevaptır.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Bakın, hayır, Sayın Başkan
BAŞKAN - Yani siz dediniz, ben takip ettim, 4 kilo
buğday karşılığı 1 litre mazot, şimdi 6
litreye çıktı. dediniz, o da buna bir cevap verdi, yani bir
sataşma
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Hayır, bakın
BAŞKAN Sataşmada biraz bunun ötesinde bir
şey var. Eğer bunun yanlış olduğunu
söylüyorsanız, buyurun bulunduğunuz yerden söyleyin.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan, bakın
BAŞKAN Yani iki dakikayı esirgediğimden
değil ama gerçekten, samimi olarak, sataşma değil bu. Yani aksi
takdirde hiç kimsenin kimseye bir cevap vermemesi lazım. Sataşma
bunun ötesinde bir şey, bunu siz de biliyorsunuz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Ama
bakın, o zaman ben
BAŞKAN Şimdi, zaten son söz Sayın
Altayın
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan, ben cümlemi tamamlamadım, siz hüküm ifade
ediyorsunuz.
BAŞKAN Sataşma dediniz, ben de sataşma
görmedim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) O zaman
devam edeyim efendim.
BAŞKAN Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Ben 4
kilo buğdayla 1 litre mazot alındığını söyledim,
2002 yılında. 2014 yılında da 6 kilo buğdayla 1 litre
mazot alındığını söyledim. Ama devamında bir
şey daha söyledim, Şu an petrol fiyatları düşmüştür,
bu da 5,5 kiloya inmiştir. dedim, bu kısmını
kullanmadı Sayın Başbakan Yardımcısı.
Dolayısıyla, benim verdiğim bilgiyi amacından başka
bir amaca hizmet edecek şekilde kullandı. 69a göre söz istiyorum
efendim.
BAŞKAN Peki, Sayın Altaya söz vereyim de
ondan sonra, şimdi onun sözünü kesmeyelim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Peki
efendim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Altay, son söz sizin.
Aleyhte, şahsı adına, Sinop
Milletvekilimiz Sayın Engin Altay. (CHP sıralarından
alkışlar)
ENGİN ALTAY (Sinop) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Bir plaket hazırladım, malum, plaket genelgesi
bugün yarın yayımlanacak. Konuşmamın sonunda plaketi de ait
olduğu, hazırlanan makama sunacağım.
Ancak, önce şunu belirtmek isterim: Sayın
milletvekilleri, başbakanlar bütçelerine selam göndermez. Sayın Ahmet
Davutoğlunun ilk bütçesidir, muhtemelen son bütçesi olacak. (CHP
sıralarından alkışlar) Ama maalesef bütçeye, Genel Kurula
selam göndermesi siyasi etikle bağdaşmaz, Parlamentoya bundan daha
büyük bir saygısızlık da yapılamaz.
Başbakanın
Makedonya gezisi
Bu bütçenin bugün görüşüleceği bir ay önceden
belliydi, Makedonya orada duruyor, bir yere gitmiyor, her vakit oraya
gidebilirdi; bu bir.
İki:
Şimdi, Sayın Babacan Mevcut Başbakan için dönemin
Başbakanı yazan evraklar dedi, çok güzel, doğru. Bunların
bir komplo olduğunu, bir tezgâh olduğunu, orta yerde bir yolsuzluk
olmadığını söyledi; kendi kanaatidir. Keşke Sayın
Babacan şunu da söyleseydi: Adli Tıptan montajsız olduğu
tescillenmiş tapelerde Babacığım, 30 milyon avroyu
saklayamadım, onu koyacak yer bulamadım. da diyebilseydi Sayın
Babacan. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Babacana sormak istiyorum: Bugün saat 14.30 itibarıyla (9/8) esas
numaralı Komisyon odasında ne yapıyor Sayın Babacan, kabak
çekirdeği mi yiyor orada onlar?
BAŞKAN
Genel Kurula hitap et Sayın Altay.
ENGİN ALTAY
(Devamla) Evet, (9/8) esas numaralı Komisyonu niye kurdunuz oy verip?
Eğer bu kumpas idiyse, yolsuzluk yok idiyse, bu bir darbe idiyse bu
Komisyon niye kuruldu, bunu da anlamış değilim.
Bir ülkenin
başka ülkelere çok büyükelçilik açması ya da İstanbulda çok
başkonsolosluk olması o ülkenin itibarının yüksek
olduğu anlamına da gelmez.
Evet, ilaveten
Gözle görülen hizmetleri yaparak yani Biz yol yaptık, köprü yaptık,
metro yaptık, tüp geçit yaptık; o vakit yolsuzluk yapılmamıştır.
demek anaokulu çocuklarını bile güldürecek bir durumdur. Siz yolla,
köprüyle değil, daha önce de söyledim, Kâbeden örtü getirseniz 17
Aralığın üstünü örtemezsiniz. (CHP sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar)
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bütçe görüşmeleri hükûmetlerin
ekonomi karnesinden ibaret değildir. Bütçe görüşmeleri, aynı
zamanda, hükûmetlerin siyasi ahlakının, hukuka uygunluğunun,
kültürel ve sosyal anlayışının, dış
politikasının, demokrasi ve insan haklarına
yaklaşımının ve zaaflarının
sorgulanacağı, irdeleneceği görüşmelerdir. Böyle
baktığımız zaman, bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak
kırmızı çizgimiz bellidir: Biz temiz toplum diyoruz. Devletin
laik niteliğinin ve hukuk devleti olma özelliğinin her hâl ve
şartta korunmasını ve muhafazasını istiyoruz. Ve
milletin huzurunu, refahını, mutluluğunu istiyoruz. Sizin bu
bütçeniz benim saydığım bu 3 kriteri de altüst eden, bu 3
kritere de cevap vermeyen bir anlayışla ilgili.
Türkiyenin
ekonomik sorunları çok ama öncelikli sorunu, bana göre, demokrasi
sorunudur. 62nci Hükûmetle birlikte Türkiyede bir demokrasi daralması
yaşıyoruz. Sayın Bakanlar Kurulu, sayın milletvekilleri;
hiçbir zaman unutmayın ki demokrasi bir tepki ve protesto rejimidir ve siyaset
de bir refleks işidir. Demokrasiyi olgunlaştırmanın yolu
devleti daraltmak, özgürlükleri genişletmektir. Hiçbir güvenlik
kaygınız, bu Hükûmetin hiçbir güvenlik kaygısı temel hak ve
özgürlüklerin kısıtlanmasına dayanak olamaz. Olursa o ülkede
demokrasiden söz edilemez.(CHP sıralarından alkışlar)
Bakanlar Kurulunun son ayıbı 20 Aralık
Cumartesi günü Tandoğanda EĞİTİM-İŞ üyesi
öğretmenlere uygulanan polis Vandalizmidir, ileri demokrasinizin son ve en
acı örneğidir. Dün Maraşta da gösteri hakkını kullanmak
isteyen insanların Anayasada var olan seyahat etme özgürlüğünü
kısıtlama hakkı da bu Hükûmete ait değildir. Dün
Maraşta, Anayasadan almadığınız bir yetkiyi
kullandınız.
Değerli milletvekilleri, ileri demokrasi
anlayışı bu ülkede kitlesel ölümlere meydan verdi, sebep olur
hâle geldi. Türkiyeyi kitlesel ölümler ülkesine çevirdi bu Hükûmet. Uluderede
ölen 34 kişi ve Gezide ölen 9 kişiden bu Hükûmet ve bundan önceki 61
numaralı Hükûmet birinci derecede sorumludur. (CHP sıralarından
alkışlar) Somada ölen 301 kişiden, Ermenekte ölen 18
kişiden bu ve bundan önceki Hükûmet ikinci derecede sorumludur.
Mecidiyeköyde ölen 10 kişiden ve Yalvaçta ölen 18 kişiden bu
Hükûmet hukuken de siyaseten de üçüncü derecede sorumludur, kusurludur. Siz
cesetlerin üstünde oturan bir Hükûmetsiniz.
BÜLENT TURAN (İstanbul) Yapma ya!
ENGİN ALTAY (Devamla) Sokağa
çıkmayı kan akıtılmasına gerekçe gören bir
Başbakan bir ülkede orta yerdeyse o ülkede demokrasi emboli
atmıştır, o ülkede artık demokrasi felç hâline
gelmiştir, bunun altını çizmek istiyorum ve sizi en azından
şu beğenmediğiniz, Biz bu Anayasayı referans alarak
iş yapmayız. dediğiniz Anayasaya uymaya da davet ediyorum.
BÜLENT TURAN (İstanbul) Sakın atma,
sakın atma!
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu Hükûmetin bir sorunu da
darbe paranoyası ve sendromudur. Darbe paranoyasıyla, darbe
sendromuyla Türkiyede demokrasiyi sıfırlamış bir Hükûmetin
bütçesini biraz sonra oylayacağız hep beraber. Bu Hükûmete göre hak
aramak darbe, eleştirmek darbe, seçim barajının
aşağı çekilmesini söylemek darbe, yolsuzluğu açıklamak
darbe, rüşveti belgelemek de darbe, Hırsız var. demek çok
büyük bir darbe, Atanmak istiyorum. diye feryat etmek bile bu Hükûmete göre
darbe, feryat edenler de darbeci. Bu Hükûmete göre bu Hükûmete karşı
her şey darbe, bu Hükûmete karşı herkes darbeci. Bu mantık
sizi uçuruma götürür, benden söylemesi.
Bu Hükûmete göre hırsızlık millî iradeye
dayalı bir demokrasi anlayışı, bu Hükûmete göre yolsuzluk
sandık destekli meşruiyet, bu Hükûmetin demokrasiden
anladığı budur. (CHP sıralarından alkışlar)
Ama darbe istiyorsanız, darbe arıyorsanız ben size bir adres
söyleyeyim: 2-6 Aralık Antalya Millî Eğitim Şûrası. Orada
konuşulanlar, orada kayda geçenler laik, demokratik cumhuriyete
karşı bir darbedir, bir karşı devrim girişimidir. (CHP
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
Şikâyet ettiğiniz ikinci bir konu da vesayet.
Geldiğiniz günden beri vesayet dırdırınız, vesayet
şikâyetiniz bitmedi. Belli konularda haklıydınız ama
şimdi geldiğimiz noktada Türkiye daha garip bir vesayet
manzarasıyla karşı karşıya. İmar ve
Şehircilik TÜRGEV vesayetinde; Millî Eğitim Bakanlığı
EĞİTİM BİR SENin vesayetinde; Ekonomi Zarrabın
vesayetinde; medya havuz vesayetinde; Kürt sorunu, Öcalan, Fidan, Erdoğan
vesayetinde; adalet, uzun adamın hayranlarının vesayetinde;
yasama yürütmenin vesayetinde; en vahimi, Başbakan, ağabeysinin
vesayetinde. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Sürem daralıyor.
FATİH HAN ÜNAL (Ordu) Siz kimin vesayetindesiniz?
BÜLENT TURAN (İstanbul) Süheyl Batum nerede?
ENGİN ALTAY (Devamla) 17-25 Aralık asrın
rüşvet yolsuzluğudur. 17-25 Aralık soruşturmasına
takipsizlik kararının verildiği gün olan 17 Ekim asrın
vicdan yolsuzluğudur. 14 Aralık da asrın hukuk yolsuzluğu
olarak bu ülkenin kayıtlarına geçmiştir. 17 Aralıkta
aklınıza gelen ve bizden sıkça talep ettiğiniz masumiyet
karinesini siz şurada oturan Haberal için, şurada oturan Balbay için
hiç aklınızdan geçirdiniz mi? (CHP sıralarından
alkışlar)
BÜLENT TURAN (İstanbul) Evet.
ENGİN ALTAY (Devamla) Siz şayet 17
Aralıkta özel uçakla Aksaraydan adam alıp İstanbula
oturtmasaydınız, siz şayet 17 Aralıkta binlerce emniyet
mensubunu görevden almasaydınız, siz şayet 17 Aralıkta yüzlerce
yargı mensubunu görevden alıp yerlerini değiştirmeseydiniz,
biz 17 Aralıkla ilgili masumiyet karinesi derdik ama bu
telaşınız, bu paniğiniz suçluların
telaşının çok somut bir örneği oldu ve biz 17 Aralıkla
ilgili bunun için böyle bir hüküm verdik.
Paralelle ilgili
Kimse devlete sızmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Sızmadı
mı Sayın Altay?
BAŞKAN Süreniz doldu, cümlenizi lütfen
toparlayın.
ENGİN ALTAY (Devamla) Kimse devlete
sızmadı. Siz, bu Hükûmet, bundan önceki hükûmetler, onları teker
teker yerleştirdiniz. Ondan sonra da 17 Aralıkta ve 25 Aralıkta
onların mideleri bulanınca onları paralel ve darbeci ilan
ettiniz. Muhterem, Haşhaşi oldu; gönül dostu, darbeci oldu.
Plaket genelgesi geliyor. Böyle bir plaket
hazırladık.
BÜLENT TURAN (İstanbul) Balbaya ver, Balbaya.
Madem öyle Balbaya ver.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu plaket kaçak sarayda 1
metreküp kazının birim fiyatı maliyetinden 30-40 kat
fazlasıyla müteahhite verilen paranın
karşılığıdır. 1 metreküp toprak işinde
yapılan usulsüzlük 45 lira, 1 metreküpte, bu plaket 35 lira. Kaçak saray
için başka şey söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Ben bu
plaketi, kabul ederler etmezler, Bakanlar Kuruluna bırakıyorum.
(Hatip, Bakanlar Kurulu sıralarının
önündeki merdiven basamaklarına plaket bıraktı)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Altay, sözünüzü bitirin, bunlar
usule çok uygun şeyler değil, onu bilhassa belirtmek isterim.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu bütçe Türkiyenin
hayrına bir bütçe değildir, Türkiye'nin hayrına bir bütçe
değildir.
BAŞKAN Maalesef, son zamanlarda kürsüye bir
kısım materyaller getiriliyor, burası çok farklı bir
görüntüye giriyor, bu doğru değil.
Lütfen sözünüzü tamamlayın.
ENGİN ALTAY (Devamla) Sayın Başkan, ben
görsel kullandım. Bu benim en doğal hakkım.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Peki, teşekkür ediyorum.
Sayın Hamzaçebi, işi uzatmamak adına size
iki dakika söz vereceğim ama bilesiniz ki bu sataşma değil.
Buyurun.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebinin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacanın 656
ve 656ya 1inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, ben buğday
fiyatıyla ilgili şöyle bir örnek vermiştim: 2002
yılında 4 kilo buğdayla 1 litre mazot alınıyordu.
Şimdi de 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alınabiliyor ve
konuşmamın sonunda şunu da söyledim buğdayla ilgili bölümün
sonunda: Şu anda petrol fiyatları düştüğü için bu 6 kiloluk
rakam 5,5 kiloya inmiştir. Sayın Başbakan Yardımcısı
işin bu ikinci kısmını almayıp birinci bölümünü
aldı. Dolayısıyla, sataşma gerekçesi var burada Sayın
Başkan.
Asıl söyleyeceğim şu: Şimdi,
Sayın Başbakan Yardımcısı Ofisten bir fiyat aldı,
Ofisin fiyatları şu an itibarıyla nedir diye onu aldı,
Buğdayın fiyatı 86 kuruş. dedi. Tabii, Ofise şu an
buğdayı veren kişiler üreticiler değil, tüccarlar. Konyada
buğday haziran sonunda hasat edilir, hasada başlanır, temmuz,
ağustosta piyasaya çıkar ve temmuz, ağustosta Konyadaki
buğday üreticimiz buğdayını 73 kuruştan sattı
Sayın Bakan. Şu anda Ofise 86 kuruştan buğday satanlar
üreticiler değil, tüccarlar. (CHP sıralarından
alkışlar)
Yani biz üretici açısından meseleyi
konuşuyoruz, siz tüccar açısından konuşuyorsunuz,
şaşırmıyorum. Ve 73 kuruştan, temmuz, ağustos,
eylül mazot fiyatlarını aldığımızda, 6 kilo
buğdayla 1 litre mazot alınır, hesap budur. 2002
yılında da buğday fiyatıyla mazot fiyatını
karşılaştırdığımızda 4 kilo
buğdayla 1 litre mazot alınır.
Teşekkür ederim.
Saygılarımla
(CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.
Sayın Arınç, buyurun, bir söz talebiniz var
sataşma sebebiyle. Konu nedir?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa)
Sayın Başkanım, şahsı adına konuşan
sayın hatip eleştirileri sırasında Hükûmetimize ithafen
Cesetlerin üzerinde oturan Hükûmet tabirini kullandı. Bu açıkça bir
sataşma ve hakarettir. Buna cevap vermek istiyorum Hükûmet adına.
BAŞKAN Peki, yeni bir sataşmaya meydan
vermemek üzere, buyurun Sayın Arınç. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
3.- Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınçın, Sinop Milletvekili Engin Altayın 656 ve 656ya 1inci
Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra
sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısının tümü üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşması
sırasında Hükûmete sataşması nedeniyle konuşması
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa)
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinize iyi
akşamlar diliyorum.
Bugün bütçe görüşmelerinin son günü. Sayın
Başkanımız da bir süre önce, gerçekten nezih bir ortamda bütçeye
yönelik önemli bir toplantı yapıldığını ifade
etmişlerdi, buna biz de katılıyoruz.
Sayın Başbakan Yardımcımız
gerçekten bütçenin tümü üzerinde teknik anlamda bir konuşma yaptı,
polemik konularına girmedi. Bütçeyi, geçmişiyle bugünü arasında
Türkiyenin geldiği noktayı anlattı. Buna yönelik
eleştirileri saygıyla karşılıyoruz. Ancak, son
konuşmacı, şahsı adına konuşan Değerli Grup
Başkan Vekilimiz, bütçeyle ilgisi olmayan bazı konuları -esasen
tartışma konusu olduğunu biliyoruz- Hükûmetimizi suçlamak
adına dikkate getirdi. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Lütfen arkadaşlar, lütfen
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa)
Arkadaşlar, söylediklerinin içerisinde Hükûmete ait ne kadar
ağır söz, hakaret varsa, plaketiyle beraber kendilerine iade
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, eleştirinin en ağırına
tahammül ederiz ama hakareti kabul edemeyiz. Şurada veya burada hepimizin
ortak acısı olan ölümleri anlatarak, bunları cesetler ve
Hükûmetimizi de bunun suçlusu olarak cesetlerin üzerindeki Hükûmet diye tarif
etmesini lanetle kınıyorum. Bu fevkalade yanlıştır.
(AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, Sayın Başbakanımız bugünkü
toplantıya katılamamıştır. Bu bir mazerettir.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) Roboski nerede, Roboski? (AK PARTİ
sıralarından Otur yerine! sesleri)
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Oturun
Değerli
arkadaşlar
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) Roboski nerede?
BAŞKAN
Sayın Tanrıkulu, lütfen
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) Nerede katilleri?
BAŞKAN
Lütfen
Sayın Tanrıkulu, lütfen
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Bakınız, bunu
eleştirebilirsiniz ama aynı durumda Sayın
Kılıçdaroğlu da vardır, bugünkü toplantıyı takip
edememiştir. Dolayısıyla, her zaman vuku bulan bu olay
karşısında
(CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla)
hepimizin Sayın Bahçeliye
teşekkür borcu vardır ama gelemeyenleri eleştirmek gibi bir
hakka sahip değiliz.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) Sayın Genel Başkanımız buradaydı.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Elbette biz Hükûmet olarak buradayız,
grubumuz olarak buradayız, bütçenin son günü konuşmalarını
büyük bir dikkatle takip ediyoruz.
Sayın
Başkan, saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
ENGİN
ALTAY (Sinop) Sayın Başkan
BAŞKAN
Sayın Altay, buyurun.
Yani
bakın, gene
ENGİN
ALTAY (Sinop) Sayın Başkan, hassasiyetinizi anlamaya
çalışıyorum ancak benim konuşmamda lanetle kınanacak
bir durum yoktur. Bütçeyle ilgisi olmayan konuları konuştuğumu
söyledi. Sayın Arınç gibi tecrübeli bir siyasetçinin böyle bir laf
etmesini de anlamış değilim. Yani Somadaki maden
işçilerinin bütçeyle ilgisi yok mu Sayın Başkan?
BAŞKAN
Peki, teşekkür ediyorum.
ENGİN
ALTAY (Sinop) Hayır. Sayın Başkan, şu kadar, madem
yerimden söyleyeyim: Bir ülke için yöneticilerin yolsuz olmasının
BAŞKAN
Ama bu âdet hâline gelir.
ENGİN
ALTAY (Sinop) Hayır! Sayın Başkan, lütfen
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Bir dakika canım! Niye bağırıyorsun ya!
ENGİN
ALTAY (Sinop) Bir şey söylüyorum! Bir şey söylüyorum!
BAŞKAN
E bağırmadan söyle, ben dinliyorum.
ENGİN
ALTAY (Sinop) Bir ülke yöneticilerinin hırsız, yolsuz
olmasından daha büyük bir tehlike arsız da olmalarıdır!
Arsız olmalarıdır! (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Peki, teşekkür ediyorum.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.-
2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656ya 1inci Ek)
(Devam)
2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim
Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve
Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi,
2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel
Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013
Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657)
(Devam)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi
2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
oylamalarını yapacağız.
Tasarılar
açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını
alacağım.
Her
iki kanun tasarısının açık oylamasının
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Şimdi 2015
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç
dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme
giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç
dakikalık süre içinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca,
vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve
soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Oylama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, 2015
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı açık oylama
sonucu:
Kullanılan Oy Sayısı |
: |
442 |
|
||
Kabul |
: |
297 |
|
||
Ret |
: |
145
(x) |
|
||
|
Kâtip Üye İsmail
Kaşdemir Çanakkale |
Kâtip Üye Muharrem
Işık Erzincan |
|||
Bu durumda 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısının açık oylamasına
başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre veriyorum.
Oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)
BAŞKAN Daha gündem bitmedi, ne zaman
toplanacağımızı ve hangi gündemle
toplanacağımızı ilan etmedim.
LEVENT GÖK (Ankara) Tablo uygun değil Sayın
Başkan.
BAŞKAN Arkadaşlar, gündem bitsin, ondan sonra
tebrik edin. Bakalım ne olacak, oylama sonucunu bilmiyoruz ki.
Gölü görmeden paça sıvadı bir
kısmınız. Bu çatı altında birçok sürpriz olur, siz
hemencecik tebrike girdiniz. Bakalım ne çıkacak, bilemiyoruz.
(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, 2013
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı açık
oylama sonucu:
Kullanılan Oy Sayısı |
: |
434 |
Kabul |
: |
293 |
Ret |
: |
141
(x) |
Kâtip Üye İsmail
Kaşdemir Çanakkale |
Kâtip Üye Muharrem
Işık Erzincan |
Bu sonuca göre 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bütçe ve kesin hesap kanun
tasarıları kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni
ediyorum.
Hükûmet adına teşekkür konuşması
yapmak üzere Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan
Buyurun Sayın Babacan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara)
Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli
üyeleri; 10 Aralık Çarşamba günü Genel Kurulda bütçemizi
görüşmeye başladık ve on üç gün aralıksız olarak çalıştık.
Toplam yüz on üç saatte Genel kurulda görüşmeler tamamlanmış
oldu ve arkadaşlarımızın verdiği bilgiye göre de 872
konuşmacımız burada, bu kürsüde söz aldı.
Bütçe görüşmeleri sadece bütçenin rakamsal boyutunun
tartışıldığı, görüşüldüğü
görüşmeler olmuyor, aynı zamanda genel bir uluslararası ve
Türkiye konjonktürünü değerlendirmiş oluyoruz, politikalar tamamen
baştan aşağı bir gözden geçirilmiş oluyor ve buradaki
tartışmalar, istişareler, eleştiri ve öneriler de bizim
için, Hükûmetimiz için gerçekten çok çok faydalı oluyor, biz bundan
istifade ediyoruz. Politikalarımıza yön verme konusunda hem Plan ve
Bütçe Komisyonu aşaması hem Genel Kurul aşaması gerçekten
bütün bakanlıklarımızın kendi bütçeleriyle ve kendi
politika alanlarıyla ilgili konularda faydalandığı
tartışmalar oluyor.
Ben tekrar burada, bu kürsüde ve Plan ve Bütçe
Komisyonunda dile getirilen bütün yapıcı eleştiriler için, güzel
öneriler için teşekkür ediyorum ve Hükûmetimizin bu
politikalarını destekleyen ya da farklı bakış
açılarıyla belki eleştiren görüşlere de değer
verdiğimizi burada özellikle ifade etmek istiyorum, yeter ki hakaret,
fiziksel konular gündeme gelmesin, medeni, güzel bir tartışma
gerçekten faydalı. Sonuçta hep beraber burada temsil edilen bütün
koltuklar, 550 koltuğun 550si de millet tarafından seçilmiş ve
milletimizi temsilen buraya, bu çatı altına gönderilmiş
üyelerimizden oluşuyor.
Ben tekrar sizlere teşekkür ediyorum Maliye
Bakanımızın kendisine, ekibine, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun
Başkanına, üyelerine teşekkür ediyorum. Sayın Başkana
da bu son oturumu başarıyla yönettiği için ve nispeten sakin ve
güzel bir oturum olduğu için ayrıca teşekkür ediyorum.
2015 bütçemiz, hem Türkiyemiz için faydalı olsun
diyorum, hayırlı olsun diyorum ama aynı zamanda yükselen bir
donör ülke olarak, 100den fazla ülkeye bağış yapan, destek
veren bir ülke olarak tüm destek verdiğimiz, bağış
yaptığımız ülkeler için de hayırlı
olmasını diliyorum. Hepinize tekrar saygılarımı,
sevgilerimi sunuyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Babacan.
Sayın milletvekilleri, bugünkü gündemimiz
tamamlanmıştır.
Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Hükümetçe Takdir
ve Tespit Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri
Unsurlarının NATOnun Afganistanda İcra Edeceği
Kararlı Destek Misyonu ve Devamı Kapsamında
Yurtdışına Gönderilmesi, Aynı Amaçlara Yönelik Olmak Üzere
Yabancı Silahlı Kuvvetlerin Anılan Misyona Katılmak
İçin Ülkemiz Üzerinden Afganistana İntikali ile Geri İntikali
Kapsamında Türkiyede Bulunması ve Bunlara İmkan Sağlayacak
Düzenlemelerin Hükümet Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre
Yapılması İçin Hükümete Anayasanın 92nci Maddesi
Uyarınca İki Yıl Süreyle İzin Verilmesine İlişkin
Başbakanlık Tezkeresi ile alınan karar gereğince 9/11 esas
numaralı Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında ve
9/12 esas numaralı Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı
hakkında verilen Meclis soruşturma önergelerinin görüşmelerini
yapmak için 6 Ocak 2015 Salı günü saat 15.00te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Yeni yıl hepinize kutlu olsun.
Kapanma saati:
19.41
(*) 656 ve 656ya 1inci Ek ve 657 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 10/12/2014 tarihli 25inci Birleşim Tutanağına eklidir.
(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.