TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
55inci
Birleşim
12
Şubat 2015 Perşembe
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Sakarya Milletvekili Münir Kutluatanın, Sakarya ilinde aksayan kamu
hizmetleri ve yönetim zafiyetlerine ilişkin gündem dışı
konuşması
2.-
İzmir Milletvekili Musa Çamın, Türkiyede grev hakkının
kullanılmasına ilişkin gündem dışı
konuşması
3.-
Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gökün, Hükûmetin
Şanlıurfa ilinde yaptığı yatırımlara
ilişkin gündem dışı konuşması
IV.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutanın, Birleşik Haziran
Hareketi tarafından Laik ve Bilimsel Eğitim İçin
Boykottayız eylemiyle ilgili Artvinde stant açan öğretmen ve
öğrencilerin gözaltına alınmalarına ilişkin
açıklaması
2.-
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, olağanüstü yetkiler içeren iç
güvenlik yasasının çıkarılmasının bazı
görevlilerin aşırı güç kullanması, görevini abartması
gibi durumları artıracağına ilişkin
açıklaması
3.-
Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplanın, millî eğitim
politikasının, öğrencileri aşarak velilerin de denetimi
noktasına geldiğine ilişkin açıklaması
4.-
Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmazın, görüşmeleri
yarım kalan Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu
Tasarısının çıkarılması ve KPSS
mağdurlarının taleplerine cevap verilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
5.-
Tokat Milletvekili Reşat Doğrunun, Tokatta yaşayan emeklilerin
sorunlarına ilişkin açıklaması
6.-
Bursa Milletvekili İlhan Demirözün, Bursanın Değirmenkaya ve
Kireçtepe mevkisinde bulunan taş ocağındaki patlamaların
Derbent köyünde yapılmakta olan sulama amaçlı göleti tehdit
ettiğine ilişkin açıklaması
7.-
İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlunun, hak arama eylemlerine yasak
koyan valilerle ilgili soruşturma açılması gerektiğine
ilişkin açıklaması
8.-
Balıkesir Milletvekili Namık Havutçanın, Balıkesirin
bazı ilçe ve köylerinde yağış nedeniyle elektriklerin
kesilmesine ilişkin açıklaması
9.-
Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmazın, üniversiteye kayıt için
istenen sağlık kurulu raporlarından ücret alınmaması
gerektiğine ilişkin açıklaması
10.-
Malatya Milletvekili Ömer Faruk Özün, Kıbrıs Türk Federe Devletinin
40ıncı kuruluş yıl dönümününe ilişkin
açıklaması
11.-
İzmir Milletvekili Oktay Vuralın, okul aile birliklerinde
çalışanlardan geriye dönük SGK primi istenmesi konusunda düzenleme
yapılması gerektiğine ve Kahramanmaraşın
kurtuluşunun 95inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
12.-
Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlunun, Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlunun 104
sıra sayılı Kanun Tasarısının tümü üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
Tezkereler
1.-
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Kanada
Avam Kamarası Başkanı Andrew Scheer'in vaki davetine icabet
etmek üzere 22-26 Şubat 2015 tarihleri arasında Kanadaya resmî bir
ziyarette bulunması Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 3/2/2015
tarihli 50nci Birleşiminde kabul edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki heyeti
oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere
ilişkin tezkeresi (3/1697)
B)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Bursa Milletvekili Kemal Ekinci ve 29 milletvekilinin, sanayi amaçlı
kullanılmak üzere tarım dışı ilan edilen tarım
arazilerinin durumunun araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/1203)
2.-
Erzincan Milletvekili Muharrem Işık ve 24 milletvekilinin,
Erzincanda özellikle 1992den sonra yapılan binaların depreme
dayanıklı olup olmadıklarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/1204)
3.-
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve 21 milletvekilinin, 8inci
Cumhurbaşkanı Turgut Özalın ölümüyle ilgili iddiaların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/1205)
VI.-
GENSORU
A)
Ön Görüşmeler
1.-
Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve 25 milletvekilinin; milli eğitimle
ilgili sorunlara çözüm bulamadığı ve sorunların daha kötüye
gitmesine sebep olduğu iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Nabi
Avcı hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi
(11/44)
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
2.-
Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı:
287)
3.-
Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)
4.-
Askeri Hakimler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/1008) (S. Sayısı: 685)
5.-
Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve
Geliştirilmesi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/292) (S. Sayısı: 54)
6.-
Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün Yapısal
Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon Projesinin
Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, gençlik ve Spor
Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/333) (S.
Sayısı: 104)
7.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Tarım
Alanında Teknik, Bilimsel ve Ekonomik Alanda İşbirliği
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/855) (S.
Sayısı: 602)
8.-
Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ve Dünya
Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi Arasında İki
Yıllık İşbirliği Anlaşması 2010/2011in
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/392) (S. Sayısı: 162)
9.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika Krallığı Arasında
Diplomatik ve Konsüler Personelin Belirli Yakınlarının Kazanç
Getirici Bir İşte Çalışmalarına Olanak Sağlayan
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/341) (S.
Sayısı: 281)
VIII.- OYLAMALAR
1.- (S. Sayısı: 104) Vişegraddaki
Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün Yapısal Unsurlarının
Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon Projesinin Hazırlanması ve
Projenin Uygulanması Konusundaki İşbirliği Protokolünün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının oylaması
2.- (S. Sayısı: 602) Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Tarım Alanında
Teknik, Bilimsel ve Ekonomik Alanda İşbirliği Protokolünün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının oylaması
IX.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, Ankara'nın bazı
ilçelerindeki elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın cevabı (7/58708)
2.-
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, İran'dan petrol ve doğal gaz
alımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldızın cevabı (7/58710)
3.-
Ankara Milletvekili İzzet Çetin'in, Ankara'nın Beypazarı
ilçesine doğal gaz getirilmesi çalışmalarına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/58712)
4.-
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan'ın, Şanlıurfa'nın
Siverek ilçesindeki elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın cevabı
(7/58713)
5.-
Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek'in, Türkiye Kömür
İşletmelerinin bir bölgedeki kömür çıkarma işlemine
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/58714)
6.-
İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, petrol fiyatlarındaki
düşüşün uçak bileti fiyatlarına yansıtılmasına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/58715)
7.-
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, tarımsal
amaçlı elektrik kullanımına ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın cevabı
(7/58718)
12 Şubat 2015 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: İsmail
KAŞDEMİR (Çanakkale), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)
----0----
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55inci Birleşimini açıyorum.
Evet, bir sürpriz
yapıyorum ve
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
(Alkışlar)
Sıfırcı
hoca imajından azıcık kurtulmak için böyle bir iyilik
yapmış durumdayım.
Şimdi
yalnız gürültüyü kesiyoruz muhteremler çünkü 3 arkadaşım
hazırlandı, onlar sizinle görüşlerini paylaşacaklar. Onlara
duyduğumuz saygı sebebiyle tekrar ediyorum: Değerli milletvekili
arkadaşlarım, uğultuyu keselim.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) Yüz vermeye gelmiyor Başkanım işte böyle.
BAŞKAN
İşte, sıfır vermeye devam etmek lazım da hep
hocaları görünce karşımda -orada Nur Hoca, orada Zuhal Hoca-
öyle bir iyilik yapalım dedik.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, Sakarya ilinde aksayan kamu hizmetleri ve yönetim
zafiyetleri hakkında söz isteyen Sakarya Milletvekili Sayın Münir
Kutluataya aittir.
Buyurunuz
Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Sakarya Milletvekili Münir Kutluatanın, Sakarya
ilinde aksayan kamu hizmetleri ve yönetim zafiyetlerine ilişkin gündem
dışı konuşması
MÜNİR
KUTLUATA (Sakarya) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sakarya ilinde
aksayan kamu hizmetleri ve yönetim zafiyeti konusunda söz almış
bulunuyorum.
İllerdeki
yerel yönetimlerde yaşanan yönetim zafiyetlerinin esasen merkezî
yönetimdeki zafiyetten kaynaklandığını biliyoruz, yolsuzluk
ve bölücülük çeteleri tarafından tutsak alınmış
iktidarın gündeminin vatandaşın ve Türk milletinin gündemiyle
ayrıştığını da biliyoruz. Bu yüzden ortaya
çıkan yönetim zafiyeti illerde hizmetleri ve yatırımları
fevkalade aksatmaktadır. Bu cümleden olmak üzere, Sakaryada yaşanan
problemlere zamanımın yettiği ölçüde temas etmek istiyorum.
Ancak, çoğu milletvekilimiz görecektir ki benzer problemler kendi
illerinde de yaşanmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Sakaryada sağlık hizmetlerinde görülen aksamalar, AKP
iktidarının hastayı müşteri, tedavi edenleri patron hâline
getiren, adına da sağlıkta dönüşüm dediği ve kurmaya
çalıştığı sistemin iflasa doğru gittiğini
gösteren bariz örneklerdendir. İlimizde para getirmeyen sağlık
hizmetlerinin -yoğun bakım gibi, acil gibi, kanser
hastalarının durumu gibi- fevkalade aksadığını, yatak
sıkıntısı yaşandığını ve bu
hastalarımızı komşu illere sevk etmekle her gün meşgul
olduğumuzu ifade etmek istiyorum. En son Sakarya Kadın Doğum ve
Çocuk Hastanesinin, yaşanan sıkıntılarla, yetersizliklerle
gündeme geldiği çoğunuzun hafızasındadır zannediyorum.
Bu, sağlık sisteminin iflasa doğru gitmesinin Sakaryadaki bir
örneğidir.
Diğer taraftan, bu kadar
sıkıntı yaşanırken devletin masraf edip harcama
yaptığı, açmış bulunduğu ilçe sağlık
kurumları, ilçe hastaneleri, ilçe devlet hastaneleri kapatılmaya
başlanmıştır. Bunun ciddi bir örneği Kocaali ilçemizde
yaşanmaktadır. Düşünebiliyor musunuz: Devlet hastane
yapmış, ilçe uzun yıllar beklemiş, hizmete geçmiş,
hizmete başlamış, kısa süre sonra kapanma noktasına
getirilmiş. Bu sadece Sakaryanın sorunu değil. Türkiyede
yaşanmakta olan, sağlığı kazanç kapısı
hâline getiren sistemin iflası anlamına gelmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Sakaryada yaşanan ve Türkiyedeki aksaklıklara önemli örnek
teşkil edecek problemlerden bir tanesi Adapazarı Ekspresi diye
bilinen, yüz yılı aşkın geçmişi olan tren seferinin hızlı
tren yapım bahanesiyle üç yıl önce devreden
kaldırılması ve şimdi de Adapazarının içinden
değil, Arifiye ilçesinden sefere koyularak zarar edişinin
seyredilmesi ve kapatılmasının, tamamen ortadan
kaldırılmasının zihnî altyapısının
oluşturulduğunu görüyoruz. Bunu, alenen yapmadığı
için, açıktan yapmadığı için, alıştıra
alıştıra yapmaya kalkıştığı için
iktidarı bu açıdan da tenkit ediyoruz. Yerel yönetimlerimizin il
yönetiminin bu konuya ciddi şekilde sahip çıkmaması ve
Demiryolları ile kendi arasında birtakım polemikle işi
tamamen kapatma noktasına getirmeye
çalıştığını görüyoruz.
Diğer taraftan, yine, Türkiyenin
her tarafında yaşanan, Sakaryada elektrik kesintileri problemi çok
ciddi boyutlardadır. Daha önce de söylemiştim; yağmur
yağınca, kar yağınca, rüzgâr esince elektrikler kesilmekte
ve doğal gazla ısınan şehirde ısınma işi
aksadığı için hastalık sayıları artmaktadır.
Ancak, vatandaş bu sıkıntı çok sık yaşandığı
için devamlı oradaki elektrik dağıtım şirketinin
kapısına dayanmakta, AKPnin kapısına dayanması için
gelişmeleri de yerel yöneticiler engellemektedir. Ama vatandaş
bilmektedir ki elektrik dağıtım şirketleri elektrik
yatırımlarını yapamadıkları için, iktidarla
aralarındaki ilişkiden dolayı kontrole tabi tutulmamakta ve bu
aksaklıkların önüne geçilmemektedir.
Bu örnekler çok daha
artırılabilecek sayıdadır ve dile getirmeye vaktimiz
yetmediği için Türkiye sathında yaşananlara örnek teşkil
etsin diye bütün illerimizi şamil olanlardan örnek vermeye
çalıştım.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Gündem dışı ikinci söz,
Türkiyede grev hakkının kullanılmasıyla ilgili söz isteyen
İzmir Milletvekili Sayın Musa Çama aittir.
Buyurunuz Sayın Çam. (CHP
sıralarından alkışlar)
Siz, hoca değilsiniz, değil
mi?
MUSA ÇAM (İzmir) Ben, efendim,
marabayım.
2.- İzmir Milletvekili Musa Çamın, Türkiyede grev
hakkının kullanılmasına ilişkin gündem
dışı konuşması
MUSA ÇAM (İzmir) Sayın
Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri;
hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Grev hakkıyla ilgili
söz almış bulunuyorum.
Anayasamızın 54üncü maddesi
Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında,
uyuşmazlık çıkması hâlinde işçiler grev hakkına
sahiptirler. diyor ve devam ediyor fakat son, AKPnin on üç yıllık
iktidarı döneminde grev hakkının ne yazık ki
kullanılmadığını açık ve net bir şekilde
görüyoruz. AKPnin on üç yıllık iktidarı döneminde
yaklaşık olarak 9 kez madenlerde, metalde, lastikte ve cam iş
kollarında grevler ertelenmiştir.
Şimdi, 1 Ağustosta Türkiyede
metal iş kolunda çalışan yaklaşık 80-90 bin
işçiyi kapsayan bir toplu sözleşme görüşmeleri
başladı. Burada TÜRK-İŞe bağlı TÜRK METAL,
HAK-İŞe bağlı ÖZ ÇELİK-İŞ ve DİSKe
bağlı BİRLEŞİK METAL-İŞ
Sendikasını kapsayan, yaklaşık olarak 89 bin işçiyle
bir toplu sözleşme süreci yaşandı. MESSle, METAL
İŞVERENLERİ Sendikasıyla görüşmeler yapıldı.
Yapılan görüşmeler ve müzakereler sonucunda, TÜRK-İŞe
bağlı TÜRK METAL SENDİKASI ve HAK-İŞe bağlı
ÖZ ÇELİK-İŞ Sendikası toplu sözleşmeyi imzaladı.
DİSKe bağlı BİRLEŞİK METAL-İŞ
Sendikası yapılan bu görüşmeler sonucunda, işçilerin söz ve
karar ilkesi çerçevesinde, toplu sözleşmenin iki yıldan üç yıla
çıkartılması, en düşük ücret olan 1.200 liranın
insanca yaşayabilecekleri bir ücrete çıkartılması ve
Türkiyedeki enflasyon, hayat pahalılığı, ekonomik ve
sosyal hakların toplu sözleşmeye giydirilmesi konusundaki tutum ve
davranışları, talepleri sonucunda MESSle
anlaşamadılar ve prosedür grev aşamasına kadar geldi. 29
Ocak son tarih ve 29 Ocakta da BİRLEŞİK METAL-İŞ
Sendikası yaklaşık 41 iş yerinde, 15 bin işçiyi
kapsayan greve çıktı arkadaşlar. Bu anayasal bir haktır
çünkü eğer greve çıkmamış olsalardı toplu
sözleşme yapma yetkisini kaybedeceklerdi. Grevin ikinci günü, ayın
30unda Bakanlar Kurulu Resmî Gazetenin mükerrer sayısında bir kanun
yayınlandı, diyor ki, 29 Ocakta Bakanlar Kurulu toplandı ve
metal iş kolunda çalışan 15 bin işçiyi kapsayan bu grevin
millî güvenliği bozucu nitelikte olduğu gerekçesiyle grevi
altmış gün süreyle erteledi.
Şimdi, burada iki temel nokta var:
Bir; millî güvenliği gerçekten
etkiliyor mudur metal iş kolunda, otomobil sektöründe, buzdolabında,
çamaşır makinasında, mikrodalgada, demir-çelikte millî
güvenliği engelleyen ne var ki Bakanlar Kurulu toplanıp bunu millî
güvenlik gerekçesi yaparak grevi erteliyor?
İkincisi; gerçekten 29unda
Bakanlar Kurulu toplanmış mıdır, toplanmamış
mıdır?
Şimdi, burada çok değerli iki
bakanımız var; Sayın Veysel Eroğlu ve Sayın Millî
Eğitim Bakanımız burada. Kendilerine sormak istiyorum: 29 Ocakta
Bakanlar Kurulu toplanıp böyle bir karar aldı mı, almadı
mı arkadaşlar? Ama bizdeki verilere göre 29unda Bakanlar Kurulunun
toplanmadığı açık ve net. 29unda Sayın
Başbakanın programı:
Saat 11.00de törende Sayın
Başbakan.
Sayın Grup
Başkanvekili,13.00te Cumhurbaşkanıyla görüşme
yapıyor.
15.30da Genelkurmay
Başkanıyla görüşme yapıyor.
16.30da MİT
Müsteşarıyla görüşme yapıyor. Büyük bir ihtimal MİT
Müsteşarıyla görüşme yaparken adaylığı da mutlaka
konuşmuşlardır.
17.00de de çözüm süreciyle ilgili bir toplantıya
katılıyor.
Şimdi, Sayın Bakanlar, siz
29unda katılmadığınız Bakanlar Kurulunda elden
imzayla millî güvenliği zedeleyici noktada BİRLEŞİK
METAL-İŞ Sendikamızın grevini erteliyorsunuz.
Şimdi, arkadaşlar, millî
güvenliği ilgilendiren bir konuda mutlaka Bakanlar Kurulunun toplanıp
karar alması gerekiyor. Millî güvenliği etkileyen nedir? Ülkede
savaş mı var; Türkiye Rusyayla, İranla, Irakla, Suriyeyle,
Yunanistanla savaş mı yapıyor, kendi içimizde mi bir savaş
var, nedir? Ama bunları gerekçe göstererek grevi erteliyorlar
arkadaşlar. Bu antidemokratiktir, bu hukuk dışıdır, bu
yasa dışıdır. Bunu bir kez daha burada söylemek istiyorum
ve AKP on üç yıllık iktidarı döneminde 13 kez grevi ertelemiştir.
Buradan protesto ediyorum.
Nazım Hikmet diyor ki: Onlar
ümidin düşmanıdır, sevgilim/ Akarsuyun, meyve çağında
ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı/ Çünkü
ölüm vurdu damgasını alınlarına: Çürüyen diş, dökülen
et/ Bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecektir/ Ve elbette
ki, sevgilim, elbet/ Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya/
Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: İşçi tulumuyla
bu güzelim memlekette.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Bu arada Marabayım. dediniz ama
ceket hiç öyle demiyor. (Gülüşmeler)
MUSA ÇAM (İzmir) Teşekkür
ederim.
BAŞKAN Gündem
dışı üçüncü söz, Hükûmetin Şanlıurfada
yaptığı yatırımlar hakkında söz isteyen
Şanlıurfa Milletvekili Sayın Abdulkerim Göke aittir.
Buyurunuz Sayın Gök.
3.- Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gökün,
Hükûmetin Şanlıurfa ilinde yaptığı
yatırımlara ilişkin gündem dışı
konuşması
ABDULKERİM GÖK
(Şanlıurfa) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
Şanlıurfada hükûmetlerimiz döneminde yapılmış olan
yatırımlara ilişkin şahsım adına gündem
dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AK
PARTİ iktidarları döneminde Şanlıurfaya -rakam yalan söylemez- bütçemizden tam 18
milyar TL yatırım ve destek sağlanmıştır. Birileri
bugünlerde Şanlıurfaya uğrar durumunda oldular. Onlar bilsinler
ki, seçim yaklaştı mı Urfaya gidebilirsiniz, Urfalı
misafirperverdir, sizi kucaklar ve Urfalı müziğiyle, folkloruyla,
kültürüyle sizlere o güzel bir geceyi yaşatır ama Urfalı
biliyor, her hafta sonu biz Urfadayız. Şanlıurfa milletvekili
arkadaşlarımla beraber, AK PARTİ Grubuyla beraber biz
Urfadayız.
Bu 18 milyar TL
nereye gitti? Eğitime gitti, sağlığa gitti, aynı
zamanda dünyanın sayılı projelerinden olan Suruç Sulama
Tüneline gitti. Bakınız, önümüzdeki günlerde açılışını
gerçekleştireceğimiz sağlık alanında 800 yataklı
Eyyübiye Devlet Hastanemizi ağustos ayı itibarıyla hizmete
koyacağız. Bundan önce ne yapmıştık? 500 yataklı
devlet hastanesini devreye koymuştuk. Milletvekilleri olarak, 2011
yılında dört yılda 400 projeyi gerçekleştirmek
doğrultusunda bir kitapçık hazırlamıştık.
İşte, şu anda, tam 500e doğru giden bu projeleri, hamdolsun, gerçekleştirdik. Yetti mi?
Hayır, yetmedi. Tam yüz yıl devam eden Ceylanpınarda tapu
sorununu çözdük. Yetti mi? O da yetmedi; yüz yıllık bir sorunu daha
beraber çözdük. Bu Meclisteki bütün arkadaşlarımla beraber geçirdik,
göçerler sorununu çözdük.
Öte taraftan, bütün ilçelerimizde 1
tane yüzme havuzu, 1 spor kompleksi, 1 kapalı spor salonu, 1 sentetik
çim saha, devlet hastaneleri
Tüm
alanlarda yatırımlarımız Şanlıurfada tüm
hızıyla devam ediyor.
Değerli milletvekilleri,
bakınız, 600 yataklı Harran Üniversitesi -devlet hastanesinin
dışında- Araştırma ve Uygulama Hastanesini
ağustosta devreye koyuyoruz. 1.700 yataklı şehir hastanesinin,
inşallah, mart ayında
-sizleri buradan davet ediyorum- beraber temelini atacağız ama
bilinsin ki gerek Şanlıurfa merkezde ve gerekse ilçelerde son derece
önemli gelişmeler kaydediliyor.
Biraz da eğitim konusuna
değineyim. 2013 ve 2014 yılları arasında tam 300 okulun
temelini attık, eğitim öğretime
açılışlarını gerçekleştirdik. 60 tane okulun
şu anda temeli atılmak üzere
çalışmalar yapılıyor. Nereden geldi? Şanlıurfa
merkezde derslik başına 65 olan öğrenci sayısını
40lara, Şanlıurfada ilçelerde derslik başına 65 olan
öğrenci sayısını 30lara çektik. Hamdolsun.
Bunu neyle yaptık? Bunu, AK PARTİnin ak
kadrolarının o sevdasıyla Şanlıurfaya, doğu ve
güneydoğuya vermiş olduğu önemin, sevdanın bir gereği
olarak gerçekleştirdik ama biz bunları burada ifade ederken Mutlaka
olumsuz bir şey bulmak istiyor musunuz, mutlaka bir kara yakalamak istiyor
musunuz? anlayışıyla hareket ederseniz o ayrı bir husus
ama bilinsin ki bizim daha çok yapacaklarımız var.
Biz, Şanlıurfada ve
Türkiye'nin birçok ilinde iddialı bir şekilde siyasetimizi
gerçekleştiriyoruz. Siyasetimizin adı, hizmet üretme siyasetidir.
Siyasetimizin adı, millete tepeden bakma, milleti hor görme siyaseti
değildir, Milletle beraber, halkla beraber, halk için.
anlayışından hareket ettiğimiz için Rabbim bizlere
mahcubiyet vermesin diyorum.
Değerli milletvekilleri, elbette
ki, dört dörtlük müyüz, her şeyi bitirdik mi? Hayır, böyle bir
iddiada olmadığımızın mutlaka ama mutlaka bilinmesini
istiyorum. Yani her şey dört dörtlükmüş gibi bir tablonun içerisinde
olmadığımı ifade etmek isterim. Zaten Her şey bitti.
derseniz orada o zaman hayat bitmiştir, sizin siyaset yapma gereğiniz
ortadan kalkmıştır. Biz de diyoruz ki, Türkiye'ye ve ülkemize,
Türkiye'nin doğu ve güneydoğusuna ve özellikle de ilim olan
Şanlıurfaya âdeta yirmi yılda yapılacakları özellikle
son dört yılda gerçekleştirdiğimizi ifade etmek isterim. Bu
manada emeği geçen siz değerli milletvekili arkadaşlarıma,
Parlamentoya, Hükûmetimize, Sayın Bakanımıza,
bakanlarımıza -elbette ki, büyük sevdası olan
Şanlıurfaya- o dönem Başbakanımız olan Sayın
Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza ilim
adına yürekten teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Gök.
60ıncı maddeye göre söz
veriyorum 10 arkadaşıma.
Sayın Bayraktutan, buyurunuz.
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutanın,
Birleşik Haziran Hareketi tarafından Laik ve Bilimsel Eğitim
İçin Boykottayız eylemiyle ilgili Artvinde stant açan öğretmen
ve öğrencilerin gözaltına alınmalarına ilişkin
açıklaması
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin)
Teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.
Değerli milletvekilleri,
Birleşik Haziran Hareketi tarafından 13 Şubatta
gerçekleşmesi öngörülen Laik ve Bilimsel Eğitim İçin
Boykottayız eylemine ilişkin olarak bugün Artvinde buna
ilişkin stant açan öğretmen ve öğrencilerin bulunduğu stant
ne yazık ki güvenlik görevlileri tarafından zor kullanılarak dağıtıldı.
9 Şubatta da aynı şekilde bir olay olmuştu, 9 Şubatta
cumhuriyet savcısının vermiş olduğu talimat üzerine bu
genç çocuklar ve öğretmenler tekrar
gözaltına alınmıştı.
Önümüzdeki hafta güvenlik paketi
Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek, güvenlik paketi gelmeden faşizm
ülkeye geldi Değerli Başkanım. Ben buradan Artvindeki zor
kullanmaya ilişkin talimat veren güvenlik görevlilerine sesleniyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bunun hesabını ve bedelini
ödeyeceksiniz, öncelikle bunu ifade etmek istiyorum. O genç çocuklara acımadan
gözaltına alan güvenlik görevlilerine de seslenmek istiyorum: Bir gün bu
siyasal rüzgâr değişebilir, herkes ayağını ona göre
denk alsın. O gençlerin yanında
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Yeniçeri
2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, olağanüstü
yetkiler içeren iç güvenlik yasasının
çıkarılmasının bazı görevlilerin aşırı
güç kullanması, görevini abartması gibi durumları
artıracağına ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Adana)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yılmaz
Koçyılmaz adlı vatandaşımız Ankaraya aracıyla
gelirken trafik polisi tarafından kontrol amacıyla durduruluyor.
Aracında kış lastiği ve zincir olmasına rağmen
vatandaşın yolculuğuna izin verilmiyor. Bu yüzden çıkan tartışma
sonucu şahıs yere yatırılıyor, adam Yapmayın,
ben tansiyon hastasıyım, kelepçelemeyin. demesine rağmen de
kelepçeleniyor. O sırada yaşanan arbede sonucunda
vatandaşımız kalp krizi geçiriyor ve ölüyor.
Ayrıntılar günlük gazetelerde var.
Son zamanlarda görevini abartmak,
aşırı güç kullanmak, durumdan vazife çıkarmak bazı
görevlilerin davranışı hâline gelmiştir. AKPnin yeniden
yürürlüğe koyduğu makul şüphe kavramı bu tür
olayları artırmıştır. Makul şüphenin üstüne bir
de olağanüstü yetkiler içeren iç güvenlik yasasının
çıkarılması, durumu daha da vahim bir konuma getirecektir.
AKPye ikazen ve ilanen duyurulur.
BAŞKAN Sayın Kaplan
3.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplanın, millî
eğitim politikasının, öğrencileri aşarak velilerin de
denetimi noktasına geldiğine ilişkin açıklaması
MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Millî Eğitim
Bakanı buradayken bir konuyu kendisiyle paylaşmak istiyorum.
Osmaniyenin Cansan İlköğretim Okulunda, on beş tatile gitmeden
önce bir din dersi öğretmeninin verdiği ödevi, size, kameralar yaklaştırırsa
göstermek istiyorum.
Sayın Bakan, din dersi
öğretmeni, bu ekte gösterdiğim yazıda görüldüğü gibi,
öğrencinin adı soyadının altına diyor ki: Ailenizde
bu on beş tatil süresi içerisinde kaç cüz okundu, salavat çekildi, kaç kez
Yasin okundu, kaç İhlas, kaç Fatiha okundu? Bununla ilgili bir görev
veriyor ve bu görevin sonrasında, on beş gün sonra, öğrenciye
din dersinden ev ödevi notu veriyor.
Sayın Bakan, dikkatinizi çekmek
istediğim nokta şu: Millî eğitimde getirmiş olduğunuz
eğitim politikası, artık öğrencileri aşarak,
öğrencilerin velilerinin de denetim noktasına getirmeye
çalıştığınız bir noktadadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Yılmaz
4.- Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmazın,
görüşmeleri yarım kalan Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik
Hizmetleri Kanunu Tasarısının çıkarılması ve
KPSS mağdurlarının taleplerine cevap verilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle, ben burada hükûmet yetkililerine
ve buradaki gündemi belirleyen bütün yetkililere şunu belirtmek istiyorum:
Cezaevlerinin dış güvenliğiyle ilgili tasarının
görüşülmesi yarıda kaldı ve infaz koruma memurlarının,
cezaevi çalışanlarının fiilî hizmet zammı, yani erken
emekliliği ve aynı zamanda da özlük haklarıyla ilgili talepleri
yarıda kaldı. Önce bu insanlar umutlandırıldılar, daha
sonra da bu, Maliye Bakanlığı ile Adalet
Bakanlığı anlaşamıyor diye yarıda
bırakıldı. İnfaz koruma memurları, elbette bütün
iktidar mensuplarını aradığı gibi bizleri de
arıyorlar ve bir an önce bunun görüşülmesini istiyorlar.
Bunun yanında KPSS
mağdurlarının çok ciddi bir talepleri var. Haziranda mezun
olacaklarını düşünerek taleplerini gerçekleştirmişler,
çok da yüksek puan almışlar. Ancak, ne yazık ki atamaların
nisana alınması nedeniyle haziran mezunları bundan
yararlanamayacak. 2 Sayın Bakana ben buradan çok özel rica ediyorum,
çocukların da, gençlerin de burada çok özel
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Doğru
5.- Tokat Milletvekili Reşat Doğrunun, Tokatta
yaşayan emeklilerin sorunlarına ilişkin açıklaması
REŞAT DOĞRU (Tokat)
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Ülkemizin en önemli
sorunlarının başında fakirlik ve yoksulluk gelmektedir. Bu
konuda da emekliler başta geliyor. Tokat ilinden emekli Mustafa Bilir ve
arkadaşları ve birçoğu bizleri telefonla arayarak konuyu Meclis
gündemine getirmemizi istiyorlar. AKP iktidarının kendilerine takdir
edilen yüzde 2,32lik zammı kabul etmediklerinin bilinmesi isteniyor. 4
kişilik ailenin açlık sınırı 1.257, yoksulluk
sınırı 4.094 liradır. Bu durumda kaç tane memur, SSK ve
BAĞ-KUR emeklisi bu kadar maaş alıyor? Yok diyorsak, birçok
emeklimiz açlık ve yoksulluk sınırının altında
yaşıyor demektir. Ülkemizde sayıları yüzleri bulan
dolaylı ve dolaysız vergiler var. Vergi adaletsizliğinden ve
enflasyondan yürekler parçalanıyor. Emekli insanların ve diğer
sosyal katmaların sesini herkesin duyması gerekiyor.
Ses duyulmaz ise 7 Haziran seçimlerinde
onlar seslerini duyuracaklardır diyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın Demiröz
6.- Bursa Milletvekili İlhan Demirözün, Bursanın
Değirmenkaya ve Kireçtepe mevkisinde bulunan taş ocağındaki
patlamaların Derbent köyünde yapılmakta olan sulama amaçlı
göleti tehdit ettiğine ilişkin açıklaması
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bursa Yenişehir ve İznik
ilçeleri sınırlarında Değirmenkaya ve Kireçtepe olarak
adlandırılan mevkide kalker ocağı ve kırma eleme
tesisi kurulmuştur. Ruhsat verilen kalker ocağı ve kırma
eleme tesisinin su havzası üstünde olduğu, civar köylerin içme ve
sulama ihtiyaçlarının bu kaynaktan sağlandığı
belirtiliyor. Taş ocağı ruhsatı verilen bu bölgede
gerçekleştirilecek patlamalar, aynı bölgede yer alan Derbent köyü
sınırlarında yapılmakta olan sulama amaçlı göleti de
tehdit ediyor. Firmaya verilen işletme ruhsatıyla ilgili hukuki süreç
devam ederken, Bakanlık olarak bir inceleme, değerlendirme
yapmayı ve tekraren bir tasarrufta bulunmayı düşünür müsünüz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Moroğlu
7.- İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlunun, hak
arama eylemlerine yasak koyan valilerle ilgili soruşturma
açılması gerektiğine ilişkin açıklaması
MUSTAFA
MOROĞLU (İzmir) Sayın Başkan, öğretmenler ve
öğrencilerini her gün okula nasıl gönderdikleri konusunda endişe
içinde olan veliler, 13 Şubattan itibaren çağdaş, laik bir
eğitim için anayasal güvence altında olan hak arama eylemlerine
başlıyorlar. Düşünce ve ifade özgürlüğünün anayasal güvence
altına alındığını düşündüğümüz
Türkiyede, maalesef İzmir Valisi bu hak arayışlarını
AK PARTİ karşıtı eylemler olduğu gerekçesiyle
yasaklama yolunda çabalar ve düşünceler ifade etmektedir.
Bulundukları makamın ve yaptıkları görevin bilincinde olmayan
ve bütün görevlilerini sanki AK PARTİ Hükûmetine ve AK PARTİye karşı
yapılan eylemlere karşı durmak gibi algılayan bu valilere
karşı bir şey yapmayı düşünüyor musunuz? Onların
görevlerini kötüye kullandıkları konusunda bir soruşturma
yapılması için İçişleri Bakanlığını ve
gerekli makamları görev
BAŞKAN Sayın Havutça
8.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutçanın,
Balıkesirin bazı ilçe ve köylerinde yağış nedeniyle
elektriklerin kesilmesine ilişkin açıklaması
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir)
Sayın Başkan, Sayın Bakan; Balıkesir bu kış
ikinci kez kara teslim oldu. Bakın, Balıkesire iki damla
yağış düşüyor, köylerin elektrikleri kesiliyor ve günlerce
sürüyor bu. Şimdi, Sayın Bakan, bakın, bir önceki kar
yağışında 300ün üzerinde köy yolu
kapanmıştı. Şu anda da Balıkesirde salı
sabahında başlayan kar yağışıyla ilgili
Savaştepede 39, Balyada 6, Gönende 5, Sındırgıda 10,
Kareside 41, Susurlukta 20, İvrindide 47, Manyasta 7, Havranda 3,
Balyada 5, Altıeylülde 29 ve Kepsutta 6 olmak üzere toplam 218
kırsal mahallenin yani köyün yolları ulaşıma kapandı.
Aynı şekilde, İvrindide 16, Savaştepede 8, Susurlukta
26, Kepsutta 8, Kareside 13 olmak üzere toplam 71 köyde de elektrik yok.
Yani, şimdi, burada, Enerji Bakanlığı
Ki bizim bölgede
beyaz et sektörüyle ilgili burada çok ciddi
BAŞKAN Sayın Korkmaz
9.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmazın,
üniversiteye kayıt için istenen sağlık kurulu raporlarından
ücret alınmaması gerektiğine ilişkin açıklaması
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
Sayın Başkanım, bir öğrenci arkadaşımız bir
mektup gönderdi bana, kendisi Süleyman Demirel Üniversitesinden: Üniversiteye
kayıt için bazı fakültelerin isteyip bazı fakültelerin
istemediği sağlık kurulu raporu için benden 200 lira para
istediler ve ben de bu 200 lirayı yatırdım. Fakat benden sonra
sağlık raporu almak isteyen öğrencilerden bu para
alınmadı. Demek ki aynı durumda olan yüzlerce, binlerce
öğrenci var. Kendisi Kamu Hastaneleri Birliği Genel
Sekreterliğine başvurduğunda da Türkiyede uygulamaların
farklı olduğunu, Isparta Kamu Hastaneleri Birliği de bu
parayı iade etmeyeceğini ifade etmiş. Takdir edersiniz ki bir
öğrenci için 200 lira önemli bir para. Bunun özellikle Millî Eğitim
Bakanımıza duyurulmasını istiyor öğrenci menfaatlerini
koruması açısından. Lütfen, Sağlık Bakanıyla
irtibata geçerek binlerce öğrencimizin bu menfaatinin korunması
yönünde harekete geçmesini istiyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Öz
10.- Malatya Milletvekili Ömer Faruk Özün, Kıbrıs
Türk Federe Devletinin 40ıncı kuruluş yıl dönümününe
ilişkin açıklaması
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetine giden yolda önemli bir dönüm noktası olan Kıbrıs
Türk Federe Devletinin kuruluşunun 40ıncı kuruluş
yıl dönümünü tebrik ediyorum. Bu devlete giderken Kıbrıs Türk
halkının onurlu mücadelesi uğruna şehit olan başta
Mehmetçiklerimizi, Kıbrıslı mücahitlerimizi ve
Kıbrıslı Türk vatandaşlarımızı rahmetle
anarken, yine, burada öncülük yapan rahmetli Fazıl Küçükü, Rauf
Denktaşı, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ve Başbakan
Yardımcısı Necmettin Erbakan Hocamızı da tekrar
rahmetle ve şükranla anıyorum.
Kıbrıs Türk
halkının uluslararası arenada kazanımlarının
artırılması noktasında özellikle hükûmetlerimiz döneminde
gayretlerimiz aynen devam etmekte. Kıbrıs Türk halkının yaşam
kalitesinin artırılması noktasında da, inanıyorum ki,
önümüzdeki günlerde daha güzel şeyler olacaktır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Vural
11.- İzmir Milletvekili Oktay Vuralın, okul aile
birliklerinde çalışanlardan geriye dönük SGK primi istenmesi
konusunda düzenleme yapılması gerektiğine ve
Kahramanmaraşın kurtuluşunun 95inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
OKTAY VURAL (İzmir)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Millî Eğitim
Bakanıyla ilgili verdiğimiz gensoru önergesi görüşülecek olmakla
birlikte bir konuyu bilgilerine arz etmek istiyorum: Bu okul aile birlikleri.
Okul aile birliklerinde çalışanlar, özellikle okullara hizmet
amacıyla çalışanlar var; bunlar özel işletme
kapsamında belli bir teşvikten faydalanıyordu ama SGK, bunları
kamu iş yeri olarak belirledi ve geriye dönük olarak bunlardan prim
tahsil edilmesi için borç çıkartmış, 8-10 milyar. Tabii, 8-10
milyar lira para aynı zamanda öğrenci velilerine yüklenecek. Bu
konuda bir kanuni düzenleme yapılması gerekiyor.
Ayrıca, bir de, Kayseri
Pınarbaşı Ahmetbeyli İlköğretim Okulunun
öğretmenle ilgili sıkıntıları olduğunu ifade etti
vatandaşlarımız. Bu konuyu da bilgilerinize arz etmek istiyorum.
Bugün 12 Şubat,
Kahramanmaraşın zafer günü. Bize bu zaferi yaşatanlara,
Hakkın rahmetine kavuşanlara Allahtan rahmet, gazilerimize minnet
duygularımızı ifade etmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi vardır. Okutup
bilgilerinize sunacağım.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, Kanada Avam Kamarası
Başkanı Andrew Scheer'in vaki davetine icabet etmek üzere 22-26
Şubat 2015 tarihleri arasında Kanadaya resmî bir ziyarette bulunması
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 3/2/2015 tarihli 50nci
Birleşiminde kabul edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cemil Çiçek başkanlığındaki heyeti oluşturmak üzere
siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin tezkeresi
(3/1697)
9/2/2015
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki heyetin,
Kanada Avam Kamarası Başkanı Andrew Scheer'in vaki davetine
icabet etmek üzere 22-26 Şubat 2015 tarihleri arasında Kanadaya resmî
ziyarette bulunması, TBMM Genel Kurulunun 03/02/2015 tarih ve 50nci
Birleşiminde kabul edilmiştir.
Anılan kanunun 2nci maddesi
uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca
bildirilen isimler Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye Büyük
Millet Meclisi
Başkanı
1) Sadık Badak (Antalya)
2) Ahmet Kenan
Tanrıkulu (İzmir)
3) Ahmet Tevfik Uzun (Mersin)
4) Engin Özkoç (Sakarya)
BAŞKAN Bilgilerinize
sunulmuştur.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı
okutuyorum:
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Bursa Milletvekili Kemal Ekinci ve 29 milletvekilinin,
sanayi amaçlı kullanılmak üzere tarım dışı ilan
edilen tarım arazilerinin durumunun araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1203)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Plansız kentleşmeyle birlikte
plansız sanayileşme de ülkemizin temel sorunları arasında
yer almaktadır. İzlenen sanayi politikası sebebiyle ülkemiz
sanayi tesislerinin Marmara Bölgesinde yoğunlaşması,
çarpık kentleşmenin yanı sıra, verimli, ekilebilir
tarım alanlarını da âdeta yok etmiştir.
Özel sektörün pazara ve
ulaşım yollarına yakın alanları tercih etmesi
anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, olur olmaz alanlarda kamu
yararı gözetilmeksizin yasaları âdeta arkadan dolanarak
tarlaları arsaya çevirmek suretiyle sanayi kuruluşlarına birinci
sınıf tarım arazilerini tahsis etmek, kamu adına görev
yapan kurum ve kurulların görevleri olmamalıdır.
Sanayi yatırımlarına
arsa tahsis etmek, istihdamı teşvik etmek, ülke ekonomisine
katkı vermek, şüphesiz ki başta hükûmetler olmak üzere tüm kamu
kurumlarının görevleri arasındadır.
Ancak bu kurumların, ülke topraklarını
korumak, tarımsal alanları geliştirmek gibi de temel görevleri
vardır.
Sakarya ili, arazi yapısı
itibarıyla tarıma elverişli bir ilimizdir. Mevcut arazinin yüzde
50si tarım alanı, yüzde 42si orman ve fundalık alanı
yüzde 6sı tarım dışı alan, yüzde 2si ise çayır
ve meradan oluşmaktadır.
Erenler ilçesi de bu ortalamaları
yansıtmaktadır. İlçe, D-100 devlet yolu ve Anadolu Otoyoluna
yakın mesafededir. Erenler ilçesi, esas itibarıyla 2008de
kurulmuş bir ilçemizdir.
2008 yılında Erenler Belediyesine
mahalle olarak bağlanan Bekirpaşa Belde Belediyesi, 2003
yılında yapmış olduğu mevzi imar planı
çalışmaları doğrultusunda, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı Tarımsal Üretim Genel Müdürlüğünden,
Kamışlı ve Reşitpaşa köyleri tarım arazilerini de
kapsayacak şekilde, söz konusu bölgenin sanayi amaçlı ilave imar
planı yapılmak üzere tarım dışı
kullanılmasını talep etmiş ve bu Bakanlıkça 17/12/2002
tarih ve TAD/250 11 11 12-2416-018777 sayılı yazı ile uygun
görülmüştür.
İlgili belediye 05/02/2003 tarih
ve 01 no.lu Belediye Meclisi Kararı ile mevzi imar planını
onaylamıştır.
Plan onaylanmasını
müteakip bahse konu bölgede
Türk-Hollanda şirketlerine ait ortak traktör fabrikası kurulmak üzere
arazi tahsisi yapılmıştır.
Birinci sınıf tarım
arazisi olan bu bölge, hangi uzmanların oluşturduğu belli
olmayan kurullarca tarım arazisi dışına
çıkarılmıştır? Açıklanmalıdır.
5403 sayılı Toprak Koruma ve
Arazi Kullanım Yasasının kabulünden önce belediyece mevzi imar
planı onaylandığından söz konusu arazi kapsam
dışında tutulmuştur. Kamu yararı gözetilmemiştir.
Âdeta örtülü af niteliği taşımaktadır. İşlem
denetimden kaçırılmıştır.
Bugün mahalleye dönüşen
belediyenin hangi gerekçelerle mevzi imar planı yaparak mücavir alanı
genişlettiği, sanayi arsaları üretmeye ihtiyaç duyduğu,
bunu neden tarım alanlarını yok ederek yaptığı
açıklanmaya muhtaçtır.
Sanayi arsası üretilen bölgede
taşınmazların kimlere ait olduğu, karar mercilerindeki
kişi ya da kişilerle yakınlıkları
araştırılmalıdır.
Bölgede oluşacak sanayi
tesislerinin tarımsal alanlara etkileri hususunda bilimsel veriler göz
önünde bulundurulmuş mudur? Bu hususta oluşan rapor, belge, bilgi ve
dokümanlar açıklanmalıdır.
Dışa
bağımlılığın her gün biraz daha artış
gösterdiği tarımsal üretimde ülkemizin verimli arazilerinin herhangi
bir sebeple heba edilmesine kayıtsız kalmamız düşünülemez.
Bu sebeple Sakarya ili Erenler ilçesi
(eski Bekirpaşa Belediyesi) Kamışlı ve Reşitbey
köylerinin birinci sınıf tarım arazileri hangi gerekçe ile
sanayi amaçlı kullanılmak üzere tarım dışı alan
olarak ilan edildi? Söz konusu alan özelinde, ülkemizde yapılan benzer
uygulamalara da örnek teşkil etmesi açısından Anayasanın
98inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105inci maddesine göre Meclis
araştırması açılması konusunda gereğini arz
ederim.
1) Kemal Ekinci (Bursa)
2) Turhan Tayan (Bursa)
3) Mahmut Tanal (İstanbul)
4) Yıldıray Sapan (Antalya)
5) Osman Kaptan (Antalya)
6) Ali Haydar Öner (Isparta)
7) Arif Bulut (Antalya)
8) Mehmet Şeker (Gaziantep)
9) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
10) Recep Gürkan (Edirne)
11) Sakine Öz (Manisa)
12) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
13) Sena Kaleli (Bursa)
14) Candan Yüceer (Tekirdağ)
15) Mehmet Hilal Kaplan (Kocaeli)
16) Haydar Akar (Kocaeli)
17) İdris
Yıldız (Ordu)
18) Kazım Kurt (Eskişehir)
19) Osman
Aydın (Aydın)
20) Mehmet Ali
Susam (İzmir)
21) Vahap Seçer (Mersin)
22) Turgut Dibek (Kırklareli)
23) Ümit
Özgümüş (Adana)
24) Kamer Genç (Tunceli)
25) Celal Dinçer (İstanbul)
26) İlhan
Demiröz (Bursa)
27) Selahattin
Karaahmetoğlu (Giresun)
28) Gürkut Acar (Antalya)
29) Mehmet Siyam
Kesimoğlu (Kırklareli)
30) Namık
Havutça (Balıkesir)
2.- Erzincan Milletvekili Muharrem Işık ve 24
milletvekilinin, Erzincanda özellikle 1992den sonra yapılan
binaların depreme dayanıklı olup olmadıklarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/1204)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Erzincan'da yeni
yapılan, özellikle 1992'den sonra yapılan binaların sağlam
olduğu düşünüldüğü için dayanıklı olup olmadıkları
incelenmemektedir. Biliyoruz ki depremlerde can ve mal kaybı
binaların sağlam olmaması nedeniyle yaşanmaktadır.
Deprem öldürmez, binalar öldürür. söylemi de çok doğru bir söylemdir.
Son yıllarda
Erzincan'da yapılan binaların çok sağlam olduğu yönündeki
yaygın olan kanı, geçtiğimiz günlerde yaşanan bazı
olaylarla sarsılmıştır. Son yıllarda yapılan
binaların özellikle devlet eliyle ve bağımsız bir ekiple
incelemeye alınması gerekiyor. Şahıslara ve belediyelere
bırakılması doğru ve güvenli sonuç vermeyecektir. Bundan
dolayı bir araştırma ekibinin kurulmasıyla olabilecek can
ve mal kayıpları önlenecektir. İleride olası bir depremde
Erzincan'ımızın aynı acıları tekrar yaşamaması
için gerekli önlemlerin alması amacıyla Anayasanın 98'inci,
TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Muharrem
Işık (Erzincan)
2) Ali
Demirçalı (Adana)
3) Mehmet Ali
Ediboğlu (Hatay)
4) Ali
Serindağ (Gaziantep)
5) Mustafa Serdar
Soydan (Çanakkale)
6) Hurşit
Güneş (Kocaeli)
7) Hülya Güven (İzmir)
8) Ahmet İhsan
Kalkavan (Samsun)
9) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
10) Veli
Ağbaba (Malatya)
11) Ali Rıza
Öztürk (Mersin)
12) Haluk
Eyidoğan (İstanbul)
13) Namık
Havutça (Balıkesir)
14) Osman
Aydın (Aydın)
15) Hasan Ören (Manisa)
16) Selahattin
Karaahmetoğlu (Giresun)
17) Mahmut Tanal (İstanbul)
18) Ali
Sarıbaş (Çanakkale)
19) Kamer Genç (Tunceli)
20) Gürkut Acar (Antalya)
21) Recep Gürkan (Edirne)
22) Kadir Gökmen
Öğüt (İstanbul)
23) Mehmet
Şeker (Gaziantep)
24) Ahmet Toptaş (Afyonkarahisar)
25) Ramazan Kerim
Özkan (Burdur)
Gerekçe:
Erzincan, birinci derecede deprem
kuşağında olan bir ilimizdir. Hatta Türkiye'deki depremlere
bakıldığında en kötü sonuçlara sebep olan depremler
Erzincan'da olmaktadır. 1939 depreminde Erzincan yerle bir olduğu
hâlde ders alınmamış ki 1992 depreminde de Erzincan bir kez daha
yerle bir olmuş, can ve mal kaybı yaşanmış ve binlerce
insan Erzincan'ı terk etmiştir. Doğunun en güzel şehri olan
Erzincan'da ne yazık ki depremden dolayı istenen sosyal ve ekonomik
gelişmeler olmamıştır. Bunda gelen iktidarların
yatırım yapmamalarının payı kadar depremlerin de rolü
büyüktür. 1992 depreminden sonra Erzincan'da yeni bir yapılanmaya
gidilmiş olup daha sağlam binalar yapılmaya
çalışılmıştır. Özellikle çok katlı bina
yapımına izin verilmemiş ve depreme dayanıklı
sağlam binaların yapımına özen gösterilmiştir. Fakat
son günlerde yaşanan olaylar nedeniyle acaba bu konuda halk ve bizler
kandırıldık mı diye düşünmeye başladık.
Binalarda en önemli sağlamlık
göstergesi kullanılan demirin ve betonun kalitesidir. Son günlerde
Erzincan'da kullanılan betonların kalitesinin düşük olduğu
yönünde söylemler vardır. Bu konuyla ilgili olarak Rekabet Kurumunun
10/10/2012 tarihinde Erzincan ilinde faaliyet gösteren hazır beton üreticilerinin
aralarında anlaşmak suretiyle kurdukları ortak şirket
vasıtasıyla satışlarını gerçekleştirdikleri
beton fiyatlarına maliyet artışlarıyla açıklanmayacak
oranda zam yaptıkları, fiyat artışlarına
karşılık beton kalitesinde düşüş
yaşandığı iddialarını içeren şikâyet
başvuruları üzerine başlatılan ön araştırma
Rekabet Kurulunca karara bağlanmıştır.
Ön araştırmada elde edilen
bilgi, belge ve yapılan tespitleri 10/10/2012 tarihli
toplantısında müzakere eden Kurul, bulguları ciddi ve yeterli
bularak 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un
41inci maddesi uyarınca,
Erzincan Teknik Hazır beton
İnş. Taah. Nakl. Mad. İth. İhr. San. ve Tic. Ltd. Şti.
Koru Gayrimenkul Yatırım
İnşaat AŞ.
Öz Çakıroğlu İnşaat
San. ve Tic. Ltd. Şti.
İşbirlik Hafriyat İnş.
Taah. Tic. ve San. Ltd. Şti.
Betaşcan inşaat Mad. Petrol
Oto ve Nak. San. Tic. Paz. Ltd. Şti.
İlkadım Beton Maden Petrol ve
Nak. San. Tic. Paz. Ltd. Şti.
Haklarında soruşturma
açılmasına karar vermiştir.
Bilindiği üzere, 4054
sayılı Kanun'un 4üncü maddesi, teşebbüsler arasındaki
rekabeti sınırlayıcı anlaşmaları ve uyumlu
eylemleri yasaklamaktadır. Rekabet Kurumu, yukarıda adı geçen ve
Erzincan il merkezinde hazır beton üretimi ve/veya satışında
faaliyet gösteren 6 teşebbüsün ortak satış bayileri oluşturmak,
fiyat, miktar, ödeme bilgileri vb. rekabete duyarlı bilgileri ve
müşterileri paylaşmak, sunulan betonun kalitesini düşürmek,
fiyat ve ödeme koşullarını birlikte belirlemek suretiyle 4054
sayılı Kanun'un 4üncü maddesini ihlal edip etmediklerinin tespiti
amacıyla soruşturma başlatıldı. şeklinde
açıklama yaparak soruşturma açılmasına karar
vermiştir. Bu karara bakarak ve Erzincan gerçekleri göz önüne
alınarak şu ana kadar yapılan binaların depreme ne kadar
dayanıklı olduğu araştırılmalıdır.
Araştırma yapılırken bu firmaların sahiplerinin de
kimler olduğu ve iktidar partisiyle aktif ya da pasif (direkt ya da
dolaylı ) bir ilişkisinin olup olmadığı da
araştırılmalıdır. Araştırmanın
sağlıklı olabilmesi için Erzincan'ın deprem gerçeği
göz önüne alınarak bağımsız üniversitelerden deprem
konusunda uzman kişilerin katılımı ile bir heyet
oluşturulması ve araştırmanın bu heyet tarafından
yapılması gerekir.
Bu firmaların ortak şirket
kurarak beton fiyatlarında tekelleşmeye gitmeleriyle vatandaşlar
büyük zararlar görmüştür. Ayrıca, alınan betonlarda istenen
kalitenin dışında betonlar satılmış ise
vatandaşlar bir de bu anlamda zarar görmüş olacaktır.
3.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve 21
milletvekilinin, 8inci Cumhurbaşkanı Turgut Özalın ölümüyle
ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/1205)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
8inci Cumhurbaşkanı Turgut
Özal, 1993 yılı Nisan ayında on iki günlük yurt
dışı gezisine çıkmış, gezinin ardından 17
Nisan 1993 tarihinde vefat etmiştir. Turgut Özal'ın vefatı
Türkiye'nin yakın tarihinde hâlâ aydınlatılmayı bekleyen
önemli olaylardan biridir. Vefatının üzerinden on dokuz yıl
geçmesine rağmen, değişik tarihlerde Özalın bir suikasta
kurban gittiği, zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları kamuoyunda
tartışılmış, hâlâ da
tartışılmaktadır.
İddialar, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından sürdürülen
soruşturma ile yeni bir boyut kazanmıştır. Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla
mezarından çıkarılarak otopsi yapılan 8inci
Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özalın ölümüyle ilişkili adli
süreçte önemli bulgulara ulaşıldığı belirtilmektedir.
Basın yayın kuruluşlarında Adli Tıp Kurumunun otopsi
raporuna dayanılarak verilen haberlerde Özaldan alınan örnekler
üzerindeki toksikolojik inceleme sırasında fazla miktarda zehir
bulgusunun tespit edildiği belirtilmektedir. Yapılan incelemelerde
zehrin mezar bölgesinden geçme ihtimalleri de incelenmiş, yapılan
toprak analizlerinde Özal'ın anıt mezardan alınan kabir
toprağında herhangi bir zehir bulgusuna rastlanmadığı
belirtilmektedir.
Adli Tıp Kurumu tarafından
yapılan incelemeler ve kamuoyuna aktarılan bilgiler
ışığında 8inci Cumhurbaşkanı Turgut
Özalın zehirlendiği iddiaları gerçeklik kazanmaktadır.
Özalın tarım ilaçları ve ağır metaller gibi vücuda
dışarıdan verilen maddeler nedeniyle zehirlenmiş
olabileceği dillendirilmektedir.
Özalın
ailesi, 1993 tarihinden bu yana şüphelerini dile getiren çeşitli
örnekler vererek Özalın öldürüldüğünü iddia etmektedir ancak aradan
on dokuz yıl geçtikten sonra zehirlenme iddiaları dikkate
alınarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından incelenmiştir. On dokuz yıllık süre içerisinde
çeşitli kesimler tarafından ortaya konulan çok ciddi iddiaların
yeterince araştırılmaması, yetkililerin konunun üzerine
gitmemesi kamuoyu tarafından sürekli eleştirilmiştir.
8inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın hangi
nedenlerle zehirlenmiş olabileceği hâlâ bilinmemektedir. Özal
ailesinin, Özal'ın 2000 yılında yakınlarına verilmek
üzere yazdığı beş mektubun beşinin birden
kaybolması, 18 Haziran 1988 günü Ankara Atatürk Kapalı Spor
Salonunda yapılan ANAP kongresinde Özala gerçekleştirilen suikastta
Kartal Demirağ'ın salonda yalnız olmayıp ikinci bir
kişinin ona yardım ettiği ve Demirağ'ın arkasında
gizli güçlerin olduğunu dile getirmeleri, Özaldan alınan kan
örnekleri ve 8 sayfalık tahlil raporunun kaybolduğu söylemleri
zehirlenme ile ilgili ciddi şüpheleri beraberinde getirmektedir.
8inci Cumhurbaşkanı Özal'ın vefatının
ardından, bu kadar ciddi iddialar olmasına, ailesi ve yakın
çevresinin ölümü şüpheli bulduklarına dair söylemlerine rağmen,
on dokuz yıldır görevini yapmayan, Özal ailesinin
iddialarını incelemeyen ve ölüm olayının tam olarak
aydınlatılmasını sağlamayan yetkililerin belirlenmesi
ve gerekli işlemlerin yapılması beklenmektedir.
Adli Tıp Kurumu Turgut Özal'ın ölümünü
aydınlatmak amacıyla otopsi raporunu bir an önce kamuoyuna
açıklamalı, zehirlenmenin en önemli bulgusu olan saç örnekleri
incelenmeli, Turgut Özal'a gerçekleştirilen suikastın dosyası da
tekrar açılmalı, konu tüm ayrıntıları ile ele
alınıp ciddi bir sorgulama ile kamuoyuna
açıklanmalıdır.
Yukarıda açıklanan sebeplerle, Malatya'nın
yetiştirdiği önemli siyaset adamlarından 8inci
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümüyle ilgili iddiaların tüm
yönleri ile değerlendirilmesi, ölümündeki ihmallerin ve sorumluların
tespit edilmesi amacıyla, Anayasa'nın 98'inci maddesi, İç
Tüzükün 104üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Veli Ağbaba (Malatya)
2) Ali Demirçalı (Adana)
3) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
4) Ali Serindağ (Gaziantep)
5) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
6) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
7) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
8) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
9) Hülya Güven (İzmir)
10) Osman Aydın (Aydın)
11) Hasan Ören (Manisa)
12) Ali Sarıbaş (Çanakkale)
13) Haluk Eyidoğan (İstanbul)
14) Namık Havutça (Balıkesir)
15) Selahattin Karaahmetoğlu (Giresun)
16) Mahmut Tanal (İstanbul)
17) Gürkut Acar (Antalya)
18) Recep Gürkan (Edirne)
19) Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
20) Mehmet Şeker (Gaziantep)
21) Ahmet Toptaş (Afyonkarahisar)
22) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
BAŞKAN Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler, gündemdeki yerlerini alacak
ve Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Gündemin Özel Gündemde Yer Alacak
İşler kısmına geçiyoruz.
Bu kısımda yer alan Ankara
Milletvekili Zühal Topcu ve 25 milletvekilinin; millî eğitimle ilgili
sorunlara çözüm bulamadığı ve sorunların daha kötüye
gitmesine sebep olduğu iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Nabi
Avcı hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin (11/44)
esas numaralı Gensoru Önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.
VI.- GENSORU
A) Ön Görüşmeler
1.- Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve 25 milletvekilinin;
milli eğitimle ilgili sorunlara çözüm bulamadığı ve
sorunların daha kötüye gitmesine sebep olduğu iddiasıyla Millî
Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/44)
BAŞKAN Hükûmet? Yerinde.
Önerge bastırılıp 7
Şubat 2015 tarihinde dağıtılmış ve Genel Kurulun
10 Şubat 2015 tarihli 53üncü Birleşiminde okunarak bilgiye
sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri,
Anayasanın 99uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden
bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve
Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, önerge sahibi
için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın
üyelerin tümünün ismini okuyorum:
Önerge sahibi, Balıkesir
Milletvekili Sayın Ahmet Duran Bulut; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Ankara Milletvekili Sayın Zühal Topcu; Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Ağrı Milletvekili Sayın
Halil Aksoy; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Fatma Nur Serter; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Amasya Milletvekili Sayın Avni Erdemir; Hükûmet adına Millî
Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı.
İlk söz, önerge sahibi olarak
Balıkesir Milletvekili Sayın Ahmet Duran Buluta aittir.
Buyurunuz. (MHP sıralarından
alkışlar)
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Millî Eğitim Bakanı
Sayın Nabi Avcı hakkında vermiş olduğumuz gensoru
üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, devlet, Anayasa ve
kanunlarla yönetilir. Devlette keyfîlik olmaz, yapan, hem devlete hem millete
hem de kendine zarar vermiş olur. Görüşmekte olduğumuz
Sayın Bakanın başında bulunduğu Bakanlık, Millî
Eğitim Bakanlığı, çok önemli görevleri bulunan,
hataları asırlar sonra ortaya çıkan bir Bakanlık, 1739
sayılı Kanunla yönetilen bir Bakanlık. Türk millî
eğitiminin genel amaçları yani Türk milletinin bütün fertlerini
Atatürkün tarif ettiği milliyetçiliğe bağlı, Türk
milletinin millî, ahlaki, insani, manevi, kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan, geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve
daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın
başlangıcındaki temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve
sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline
getirmiş yurttaşlar olarak
yetiştirmek.
Değerli milletvekilleri, şüphesiz, Millî
Eğitim Temel Kanununun ilgili maddeleri, ilahî maddeler değildir
ancak bu hükümler, köklü bir geçmişimizin, zengin bir tarihimizin,
eşsiz bir tecrübenin sonucunda damıtılarak oluşmuştur.
Dolayısıyla, her gelenin keyfine göre değiştirilemez, yok
sayılamaz, gereği savsaklanamaz. Bu ülkede kanunlar
karşısında hiçbir vatandaşa, hiçbir şahsa, zümreye,
aileye, cinsiyete, dine, mezhebe ayrıcalık gösterilemez. Her vatandaş
eşit yurttaştır bu ülkede. Eğitim, herkesin
hakkıdır. Bu hak, hiçbir şekilde engellenemez.
Değerli milletvekilleri, hepimizin
içinden geldiği eğitim sistemini uygulayıcıların
beceriksizliği ve başarısızlığı
karşısında tenkit kolay bir yoldur. Millî eğitimin
amaçları ortak paydamızdır. Bu hedeflere ulaşmak, programlarla,
müfredatla, önemli gün ve haftalarla mümkündür. Bu programları uygulayacak
öğretmenlerin yetiştirilmesi, eğitim yöneticilerinin
yetiştirilmesiyle mümkündür.
Türkiyede eğitimin,
amaçlarına uygun yapıldığını kimse iddia edemez,
gerçek ortada. Öğrencilerimizi millî kültürden, millî değerlerimizden
uzaklaştırıyorsunuz. 19 Mayıs Bayramı, emperyalizme
başkaldırış, vatan işgaline karşı
koyuştur. Neden bu bayramı amacına uygun kutlamıyorsunuz,
temsilî hâle getiriyorsunuz? 23 Nisan, millî egemenlik kavramının
pekiştirilmesidir. 30 Ağustos, Zafer Bayramıdır. Ellerde
bayrak bütün halkın, Türk milletinin coşkuyla
kutladığı bir bayramdır. 29 Ekim, kanla, irfanla
kurduğumuz bir cumhuriyetin büyük bir coşkuyla
kutlanmasıdır.
Bunlar bir ritüel hâline getiriliyor.
Okullarda -her okul değil- okulun kendi içerisinde küçük bir tören, ilde
veya ilçede tek bir okulun gösterdiği bir müsamere şeklinde,
coşkudan uzak, eğitimden uzak bir hâle getiriliyor. Neden
bunları tıraşladık, bunları neden kuşa çevirdiniz
Sayın Bakan? Her Türk çocuğu, bu vatanın neye mal olduğunu
bilirse, düşmanına karşı müdafaa gücü artar. Her Türk
çocuğu, Mustafa Kemali öğrenirse, ondaki yüksek vatan
aşkını, liderlik ve kahramanlığını bilirse,
Türk milletine mensubiyet duygusu artar. Ne mutlu Türküm diyene!
sözlerinden, Türkiye Cumhuriyeti ibarelerinden nedir sizin
rahatsızlığınız? Tabelalardan ya
çıkardınız ya da yazıların bir yerine
sakladınız. Türkiye Cumhuriyetini, Ne mutlu Türküm diyene!
yazılarını fırsat bulduğunuz yerlerden
kaldırıyorsunuz, toplumsal bir tepki olursa tekrar yerine
koyuyorsunuz.
Balıkesirde Millî Kuvvetler
Caddesinde böyle bir yazı vardı, Büyükşehir Belediyesi
kaldırdı, Balıkesir ayağa kalktı. Kuvayımilliye
şehri, Türklüğüyle gurur duyan bir il. Nasıl kaldırılır,
neden kaldırılır, anlamış değilim! Sonra bir
başka yere koydular. Ne mutlu Türküm diyene! sözlerinden, ibarelerinden
rahatsız olmamak gerekir.
Bu
davranışlarınızla, Sayın Bakan, IŞİDe
sempatizan, bölücü terör örgütlerine özenen, katılan gençler
yetiştiriyorsunuz, katılmalarına sebep oluyorsunuz. Eğitim
sistemleriyle oynuyorsunuz. Zamanın Başbakanı, Yapın.
dediği için, hiç düşünmeden, tartışmadan, Acaba doğru
mu, değil mi? demeden 4+4+4 sistemini getirdiniz. Her getirdiğiniz
sistemin eğitime geri dönüşünün hesabını yapıyor
musunuz, ne getirdiğinin, ne götürdüğünün hesabını biliyor
musunuz? Aynı partiden farklı bakanların ayrı ayrı
getirdiğini bir sonraki bakan geliyor, ortadan kaldırıyor.
Ortada bir gerçek var: Millî
Eğitim Bakanlığı, millî eğitimin temel
amaçlarını yerine getirmekten çok uzak. Sistem kargaşası
içerisinde bunalmış, bilimde başarısız, sporda
başarısız, sanatta başarısız bir nesil sizin eseriniz.
Kendi kendinizi aldatıyorsunuz,
tabii, milleti de. Kralın çıplak olduğunu hiçbiriniz
söyleyemiyorsunuz. Türk çocuklarına kötü örnek oluyorsunuz.
Haksızlık karşısında susuyorsunuz. Para
sıfırlamacılarına, İranlı uşağın
önüne yatanlara, ayakkabı kutularına, takılan kol saatlerine...
Karşınızdaki Türk gençliğine hesap veremiyorsunuz ama Türk
milleti, Türk gençliği, inşallah, 7 Haziranda size Saat kaç? diye
soracak.
Öğrenciler verdiğiniz
eğitimi sevmiyorlar, Tatil olsa da okula gitmesek. diyorlar çünkü
verilen eğitimin öğrencilere faydası yok. OECD
araştırmalarında, raporlarında eğitimde 64 ülke
içerisinde 42nci sırada oluşumuz çok üzücü, acı. Aileler
perişan, sorunlu ve başarısız, veliler çaresiz.
ÖSYMde 1 milyon 200 bin öğrenci
sınava giriyor. Bunların içerisinde 900 bin öğrenci, fen
bilgisinden sıfır alıyor; 420 bin öğrenci matematikten
sıfır alıyor. Ne olacak bunlar? Nereye götürüyorsunuz bu Millî
Eğitim Bakanlığını Sayın Bakan? Öğrenciniz
okulu sevmez, öğretmen sizi sevmez. Bakanlık personeliniz
arasında lütfen, bir anket yaptırın, sonucu da kimseye
açıklamayın; size yol gösterecek o sonuç, bunu bilin.
Sayın Bakan ve değerli
milletvekilleri; Bakanlıkta bir sürü genel müdürlük vekâleten yönetiliyor.
Türkiyede bakanlığın temsilciliği olan millî eğitim
müdürlüklerinin çoğu vekâleten yürütülüyor. Ben, Sayın Bakana
soruyorum: Siz Bakanlığın başı benim. diyebiliyor
musunuz? Size dilek ve temennilerini, sorunlarını anlatanlara
yanınızda oturan müsteşar sizden izin almadan Bunları
bizzat Başbakanla görüşeceğim. dedi mi? Size rağmen
eğer böyle bir davranış sergilemişse Cengiz Hanı size
hatırlatırım: Benim başımın emrine eğer
ayaklarım uymazsa, o ayakları keser, atarım. Sizi ben severim
Sayın Bakanım, sayarım da, aynı Komisyonda
çalıştık. Ancak, sizin personeliniz değil sadece, Hükûmet
bizzat, sizi başarısız kılmaya çalışıyor; sizi
atlıyor, memurlarınızla Millî Eğitim
Bakanlığını yönetmeye kalkıyor. Buna dur demelisiniz
veyahut da onurlu bir tavır ortaya koymalısınız.
Eğitimdeki bu
başarısızlık, millette, gelecekte vahim sonuçlar
doğuracaktır. Bu sistem değişiklikleriyle sürekli olarak
devam eden bu yapı, Türk gençliğinde ve eğitim sisteminde derin
yaralar açacaktır. Siz, Kandille, ampulle bu işlerin
çözüleceğini sanıyorsunuz. Merak etmeyin, 7 Haziran gelmekte. Öyle
bir güneş doğacak ki Kandilin de, ampulün de gözleri kapanacak, Türk
milletine yeni bir aydınlık yol açacak, millet yeniden bu sorunlardan
kurtulacak. Millî eğitimin sorunlarını çözmek, atanamayan
öğretmenlerin derdini ifade etmek ve bu büyük yükü ortadan kaldırmak
için milletin Türk milletine ihtiyacı var, Türk milletinin Milliyetçi
Harekete ihtiyacı var.
Sayın Bakanın durumunu gözden
geçirmesini ve değerli milletvekillerinin bu önergemizi kabul etmesini
diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bulut.
Gruplar adına ilk söz, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zühal Topcuya
aittir.
Buyurunuz. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin Millî Eğitim Bakanı hakkında verdiği gensoru
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, ben birkaç gün önce basına
yansıyan, gerçekten trajikomik bir haberle konuşmaya başlamak
istiyorum. Burada Denizli Valisinin yaptığı bir açıklama
vardı. Okulların ihtiyaçlarını karşılamak için
okulların ismini sattığına yönelik, bir hayırsevere
satıldığına yönelik bir haberdi. Bu haber aslında,
Millî Eğitim Bakanlığının ne hâle geldiğinin, ne
kadar aciz bir durumda olduğunun da göstergesidir. Yeni Türkiye denilen,
2023te 10uncu büyük ekonomi olması beklenen Türkiye bu mu acaba? Gerekçe
olarak da sunulan, okulların ihtiyaçlarının
karşılanması. Aslında bu ayıp, bu ülkenin
okullarının düştüğü bu ayıp AKPye yeter diye ifade
edebiliriz. Nerede eğitime o yüksek bütçeyi ayırdık diye
övünenler? Nerede Aslında en yüksek bütçeyi verdik. diyen
çığırtkanlar? Burada bu rezalete bir son verilmesini istiyoruz.
Özellikle 2002 ve
2015 yılları arasında tek partinin hâkim olduğu süreçte 5
bakan, 6 müsteşar değişti, bunun yanında birçok da bürokrat
değişti aslında. Bu kadar
sık değişen bakan ve bürokratları dikkate
aldığımızda acaba eğitim kalitesi de değişti
mi diye baktığımızda, gerçekten eğitim kalitesi
değişti ama hangi yönde değişti? Aşağı yönlü
değişime uğradı çünkü eğitim şu anda kontrolden
çıkmış durumda çünkü bu bakan değişikliklerinin, bu
bürokrat değişikliklerinin gerçekten hiçbir akli gerekçesi yok, bu
politika değişikliklerinde hiçbir mazeret beyan edecek durumda
değil şu andaki AKP.
Eğitimde büyük reformlar yapan,
işte birkaç gündür basında yer alan Finlandiya örneği var, 800
bin öğrencisiyle dünyada ilk sıralamada. Fakat o çok küçük bir
ülke. denebilir ama bunun yanında Amerikayı, Japonyayı, Çini,
birçok ülkeyi, Almanyayı örnek olarak verebiliriz, nüfusları bizden
fazla olmasına rağmen eğitim alanında gösterdikleri
başarıları dikkate alınabilir.
2013-2014 eğitim yılında
Millî Eğitim Bakanlığı
özellikle Okul çeşitlerini azaltıyorum. diye yüz
altmış altı yıllık, öğretmen yetiştiren
okulları da kapattı. Gerçekten bu, 851 bin öğretmenin
olduğu, neredeyse 24 milyon öğrencisiyle beraber inanın üçte 1
nüfusa karşılık gelen böyle bir yapının ne hâle
getirildiğinin de göstergesidir. Eğitim sistemiyle bu kadar çok
oynanır mı? Sayın Bakan, özellikle sormak istiyoruz:
Ve eğitimi eğiticilere,
öğretmenlere emanet etmediğiniz bir Bakanlıktasınız.
Müsteşarlar
Eğitimle ilgisi yok, eğitim alanıyla.
Getirdiğiniz bürokratlara bakıldığında aynı
durumda. Yani Bu bakan çözmezse nasıl olsa başka bakan gelir. diye,
böyle bir yapı devam ediyor.
Sayın Bakan, özellikle
öğretmen alımlarındaki politikalarınıza
baktığımızda inanın neye hizmet ettiğinizi hâlâ
anlamış değiliz çünkü öğretmen alımlarına
bakıldığında artık bunun siyasete alet edildiğini
ve seçim zamanlarının klasiği hâline geldiğini de
görebiliyoruz. Yeni 15 bin öğretmen ataması yapıldı ama
şu anda ihtiyacın 90 bin olduğu bildiriliyor. Ama özellikle 350
bin atama bekleyen öğretmen adayımız var. Buna göre yeniden bu
politikaların oluşturulması lazım ve AKPnin seçim
ihtiraslarına bu gençlerin alet edilmemesi lazım.
Yeni atanan
öğretmen adaylarının da çilesi atamayla bitmiyor hiçbir zaman
çünkü 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun 43üncü maddesi
sekiz ay içerisinde üç kere değişti. Özellikle vurgulamak istiyoruz,
üç kere değişti çünkü burada, bu sınavlar acaba Millî
Eğitim Bakanlığı tarafından mı
yapılsın, ÖSYM tarafından mı yapılsın, ve/veya
diye -ne oldu- değişiklikler yapıldı. Ardından bu
sınavlar yazılı mı yapılsın, sözlü mü, yoksa
yazılı sözlü beraber mi yapılsın diye tekrar ve/veya
çalışmalarıyla değiştirildi ve bu şekilde üç kere
değişikliğe uğradı.
Yine, bu sizin iktidarınızda
uygulanacağı söylenen bir performans değerlendirme sistemini
getiriyorsunuz. Kim ölçecek bu performansı, nasıl ölçecek? Malum
sendika üyeliği aranacak mı bu performans ölçümlerinde? Kart hamili
yakınımdır denecek mi? Burada onlar aranacak mı? Kriterler
ne, performans kriterleri ne? Hiçbir şey belli değil. Akşam
yatıyorsunuz, sabah kalktığınızda Aklımıza
bir fikir geldi. deyip ondan sonra yeni şeyleri açıklıyorsunuz,
ondan sonra da Pardon, biz hata
yaptık. deyip geri dönüyorsunuz. Ne olacak bu gençliğin hâli? Ne
olacak bu kadar stres yükünü kaldıramayan ailelerin hâli? Acaba bu
performansı kimler ölçecek? İl millî eğitim müdürleri mi, ilçe
millî eğitim müdürleri mi, yandaş sendika mı yapacak yoksa
sınavlarınızı? İşte artık diyoruz ki:
Doğru dürüst oturun ve kararınızı verin.
Bu öğretmenler var olmayan bir
yönetmelikle bilinmeyen bir performans değerlendirmesine tabi
tutulacaklar. Buradan anlıyoruz ki Millî Eğitim
Bakanlığı ve/veyalarla ne yaptı? Bu ülkeyi
kandırmaya devam ediyor. Yapmak istediği şey çok açık aslında,
öğretmen atamalarında artık, fikri ve zikri size uymayan,
yandaş tanımlaması içine girmeyen gençlerimiz sınavlarda
kazandırılmayacaklar. Artık ne yapılıyor? Kendi
ekipleri yoğun olarak oluşturulmaya başlanıyor. Bu
gençliğe yazık, bu ülkenin geleceğine yazık.
Ayrıca, eğitim gibi hassas
konularda skandal sayılabilecek uygulamaların gündeme geldiğini
görebiliyoruz. Millî Eğitim Bakanlığı güya öğretmen
atamalarında o kadar hassas davranıyor ki, bütün yönetmelikleri
değiştiriyor ve gündeme geliyor. Ama gördük ki, basından ve
velilerden edindiğimiz bilgilere göre, ilçe ve il millî eğitim
müdürlükleri -buraya dikkatinizi çekmek istiyorum- bazı vakıflarla
anlaşmalar yapıyorlar. Gençliklerinin en güzel
yıllarını öğretmen olmak için eğitim almak üzere
harcayan gençlerimiz bir kenara bırakılıyor, bu çocuklar, bu
ülkenin emanetleri, bu ne idüğü belirsiz vakıftaki insanlara emanet
ediliyor. Formasyon diyorsunuz bu çocuklara, KPSS diyorsunuz ama bir
bakıyorsunuz ki sonra Sözlü ve/veya yazılı sınavlar
diyorsunuz, ondan sonra bu çocukları atamıyorsunuz,
dışarıdan hizmet alıyorsunuz. Elimizde yapılan
anlaşmaların -sizlerde de vardır, basına
yansıyanları da var- yazılı dokümanları var.
Şimdi soruyoruz: Bu insanlar
kimlerdir? Bu vakıflar kimlerdir, kimlerden oluşmaktadır? Bu
konferansı veya eğitimi verecek kişilerin formasyonları var
mı, alan eğitimleri nedir? Hatta bu vakıf elemanları rehber
öğretmenlerini sınıftan çıkarıp kendileri konferans
verecek kadar da cüretkârlar, bunu buradan açıklamak istiyoruz. Bu kadar
pervasız nasıl davranıyorlar? Her konuda eğitim
verebiliyorlar, konferans verebiliyorlar ve kimdir bunlar, buradan soruyoruz.
Bu çocukları nasıl emanet ediyorsunuz? Eğer öğretmenlik
vasfı için gerekli formasyona ve diplomaya ihtiyaç yoksa o zaman
üniversiteleri de kapatalım, bu Bakanlığı da kapatalım
-bu teklifimizi de dikkate almanızı istiyoruz- bu vakıflar Millî
Eğitimi yönetsinler.
Sayın Bakan, siz bir
akademisyensiniz -ve gerçekten de saygı duyuyoruz, onu özellikle belirtmek
istiyoruz- nasıl böyle şeylere müsaade ediyorsunuz? Çocukları,
eğitimi, geleceğin nesillerini böyle yapılanmalara nasıl
alet ediyorsunuz? Bu skandallara Dur. demeniz gerekiyor. Bakın,
öğretmenlerimize neden güvenmiyorsunuz? Bu öğretmenler, gerçekten
fedakârlıklarıyla türkülerimize, romanlarımıza ilham
kaynağı olan Çalıkuşlarımız bunlar; bu vatan, bu
ülke, bu millet için çalışan isimsiz kahramanlar bunlar.
Evet, Sayın Bakan, değerli
milletvekilleri; özellikle ortaöğretime geçiş amacıyla Millî
Eğitim Bakanlığı tarafından birçok sınav ve
değişiklik yapıldı; işte SBS, OKS ve en son TEOG.
TEOGda da, yine baktığımızda, 2013-2014
yıllarında yine iki değişiklik yapıldı,
sınav sayısı ikiye çıkartıldı ve yalnızca
8inci sınıflara uygulandı ve bir sınavda bile,
Ortaöğretime Geçiş Sınavında bile bu kadar ciddiyetsiz
uygulamanın nasıl millîliği olacak, onu da tekrar sormak
istiyoruz buradan.
Şimdi, tekrar, yine bir hatayla
karşı karşıyayız. TEOG sınavlarında 4.800
öğrenci 1inci oldu. Şimdi bakıyoruz, Acaba sorular mı çok
kolaydı? Kopya mı çekildi? dendi ama acaba her öğrencinin kendi
okulunda sınava girmesi mi sebep oldu, bu sonucu doğurdu? Bu
çocukların okul tercihlerini nasıl yapacaklar? 4.800 tane tam puan
alan çocuk var. Şimdi, baktığımızda, bu çocuklar
şampiyonlar ama bunları nasıl yerleştireceksiniz? Acaba
böyle bakıldığında eğitimde çağ mı
atlanıyor?
Şimdi, o zaman soruyoruz: Acaba bu
sınavda sıfır çeken kaç tane öğrenci var? Bunları
neden açıklamıyorsunuz? Korktuğunuz bir şeyler mi var
acaba? Bu sınavın istatistiklerinin paylaşılmasını
istiyoruz. Şimdi diyoruz ki, illere göre başarı
sıralamasını, özel-devlet okulu ayrımına göre
başarı sıralamasını istiyoruz. Cinsiyete göre, okul
türlerine ve derslerine göre yapılması lazım. Korktuğunuz
bir şey var mı?
Sayın Bakan, özellikle bu
istatistikleri neden açıklamıyorsunuz?
Başarısızlığı kamufle etmek için, acaba, saklanan
bu istatistiklerin arkasına mı sığınmak istiyorsunuz?
Yine, sayın milletvekilleri, çok
önemli bir konu var: Özellikle Anayasanın 42nci maddesine göre Türkiye
Cumhuriyeti devletinin eğitim dili Türkçedir ama görülmektedir ki -yine de
baktığımızda basında yer alıyor- şubat
ayında da birinci dönemin bitiminde belediye tarafından açılan
okullarda öğrencilerin karne aldıklarına yönelik basında
yer alan bilgiler var. Şimdi diyoruz ki: Defaatle sormamıza
rağmen Sayın Bakan Bilmiyorum, görmüyorum. dedi ama bunlara
nasıl müsaade ediliyor, nasıl görülmez, nasıl duyulmaz bunlar?
Anayasa ihlal edilmektedir burada. Vatanın bölünmez bütünlüğü, millî
birlik ve üniter yapı temelden sarsılmaktadır. Burada okuyan
çocuklar, acaba ikinci ve üçüncü dört yılda nereye gidecekler? Erbile mi
göndermeyi düşünüyorsunuz? Suriyeye mi göndermeyi düşünüyorsunuz bu
çocukları? Ve şuradan da diyoruz ki Yeni vakıf kurup
Afrikadaki okulları kapatacağız. diye televizyon televizyon
gezileceğine aslında buradaki okulların öncelikli olarak
kapatılması, mühür vurduğunuz okulların, bu mühre
rağmen açılan, eğitimine devam eden okulların
kapatılması gerekiyor.
Yine AKP on üç yıldır
iktidarda ama geldiğinden beri mağdur edebiyatı yapıyor.
Darbe kurumu diye YÖK eleştirildi ama şu anda
baktığımızda hâlâ yeni bir YÖK yasasının ve bilim
kurulunun bile oluşturulmadığını görebiliyoruz ve yine
bu yeni yapılan yapılandırmayla özellikle 2015 yılında
tıp ve hukuk alanlarında belli bir barajın getirileceğine
yönelik açıklamalar geldi, puan sıralaması olacak. Acaba bu
karara ulaşılmadan önce herhangi bir alt çalışma
yapıldı mı, bilimsel çalışmalar yapıldı
mı?
Hükûmet, parti programlarında
Sınav odaklı sistemden okul odaklı sisteme geçiyoruz. dedi ama
bakıyoruz ki hedeflenenin tam aksine uygulamalar var. Çünkü
baktığımızda, sınav odaklı sistemi sürdürmeye
yönelik icraatlar devam ettiği gibi
Yani bunlara devam ediliyor ve
özellikle, işte, kendi iç hesaplaşmalarının ortaya
çıkardığı ve dershanelerin kapatılmasıyla sanki
çözüme ulaşmış gibi bir durum yansıtılmaya
çalışılıyor.
Şimdi, soruyoruz, diyoruz ki:
Acaba, dershaneleri kapatınca sınav odaklı sistemden vazgeçildi
mi? Sorun çözüldü mü? Başarı arttı mı? Sistem mükemmel hâle
geldi mi? Hatta Dershaneleri kapatıp onun yerine okullarda kurslar
açtık, açıyoruz. dediniz. Şu andaki kursların hâli hiç iç
açıcı değil çünkü baktığımızda, bu kurslar
yirmi saat, gece ona kadar devam ediyor. Tekli okullarda okul saat beşte
bitiyor, çiftli eğitim yapanlarda saat yedide bitiyor. Yediden sonra veya
beşten sonra bu çocuklar ve öğretmenler okulda kalacaklar, saat ona
kadar ders dinleyecekler. Böyle bir garabet olamaz.
Ayrıyeten, öğretmenlere söz
verdiniz, hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan, saat ücretleri
konusunda. Şu anda 9 lira, akşam kursuna giren bir öğretmen 9
lira alıyor. Saat ondan sonra arabası olmayan bir öğretmen neyle
evine gidecek? Taksiyle. Taksiye ne kadar para verecek? Herhâlde 10 liradan
aşağı vermeyecek.
Ayrıyeten, temizlikçi
arkadaşlara da hiçbir ücret ödenmiyor ve orada o sınıfların
temizlenmesi lazım. Siz nasıl mazlumun yanındasınız?
Siz nasıl çalışanın yanındasınız? Lütfen
empati yapın; hem öğretmen
olarak hem öğrenci olarak hem de veli olarak
yaptığınızda işin içinden çıkılmayacağını
çok rahatlıkla göreceksiniz.
Şimdi,
baktığımızda, özellikle bu öğretmenlere de
baskının olduğunu görüyoruz kursların açılması
için ama buradan belirtelim, birçok okul olmasına rağmen çok az
okulda bu kurslar açıldı ve öğrenciler de artık
kursları terk etmeye başladılar çünkü istedikleri verimi
alamadılar.
Sayın milletvekilleri, şu
anda çok önemli bir problemle karşı karşıyayız Millî
Eğitim Bakanlığında, özellikle meslek liseleriyle ilgili
olarak. Çünkü meslek liselerinde, özellikle 2011 ve 2012 yılında
METEGEM Projesinde, METEGEM resmî yazıyla müdürlüklere ve okullara
istatistiki veriler gönderdi. Verilerde deniyor ki: Bu çocukların
devamsızlık oranları yüzde 35. Ve şu andaki verilere
baktığımızda, 2012-2013 verilerine
baktığımızda, devamsızlıkların ve okul
terklerin yüzde 45e çıktığını görebiliyoruz.
Özellikle TEOG sınavı yerleştirmelerinde meslek liselerine
başarı seviyesi düşük çocukların
alındığını biliyoruz ve artık gördüğümüzü
de, meslek liselerinin iflas ettiğini buradan bütün millete haykırmak
istiyoruz ve diyoruz ki Millî Eğitim Bakanlığı bu sistemi
kontrol edemiyor, birçok nedenden dolayı okulla ilişiği kesilen
öğrenciler sanki sistemde gözüküyor gibi üç yıl sistemde yer
alıyorlar.
Bakın, şurada önemli bir veri
daha var; Emniyet Çocuk Şubenin verdiği bilgilere göre, bunları
her yıl artırdığımızda, okul terk ile suç
oranları arasında doğru orantı var ve şu anda,
informel verilere göre, 1 milyon çocuğun suça bulaşmış
olduğunu, uyuşturucuya bulaşmış olduğunu çok
rahatlıkla söyleyebiliyoruz buradan çünkü MERNİSe dayalı
sistemde okulu terk eden çocuk da sistem içinde görülüyor.
Aslında buradan dün bir
vatandaşın ilettiği küçük bir notu size iletmek istiyordum.
13-14 yaşındaki çocukların evinin duvarının dibinde
nasıl uyuşturucu aldıklarını ve ondan sonra Ana, bize
dua et, biz ölelim, bu illetten kurtulalım. diye
yalvardıklarını da buradan kısa olarak paylaşmak
istiyorum.
FATİH Projesi özellikle yılan
hikâyesine döndü ama bazıları için de cüzdan hikâyesine dönüştü
çünkü Hansta ne varsa bizim Hasanda da olsun diyerek başladı ama
bunun başlangıcı da yanlış oldu. Çünkü bütün projeler
gibi bir sürü paralar harcanarak şu anda FATİH Projesinin
yalnızca yüzde 10u gerçekleştirildi. Dağıtılan
tabletlerin de yüzde 40ı üç ay içerisinde teknik servise gönderilmek
durumunda kaldı. Şu anda gerçekten de o kadar çok şey var ki
Bir Öğretmen Strateji Belgesi hazırlandı ama ne oldu?
Bunların hepsi hayal oldu.
AKP yalnızca hayal tacirliği
yaptı, başka hiçbir şey olmadı. Ulusal Eğitim Strateji
Belgesi
Nitelikli öğretmen nerede yetişecek? Hâlâ seçim dönemlerine
yönelik geçici tedbirlerle durumu izah ediyorsunuz, geçiştirmeye
çalışıyorsunuz. Bizim dinimizde israf haram. Biz zengin bir ülke
değiliz, paramızı çöpe atamıyoruz. Onun için, o kadar çok
söylenecek şey var ki.
Ücretli öğretmen durumu...
Sayın Bakan, siz Bütçe Komisyonundaki konuşmanızda 47.825
ücretli öğretmen var derken, bütçede de 39 bin ücretliden bahsediyorsunuz.
Biz, sizden bu gerçek rakamları öğrenmek istiyoruz.
Okul müdür ve müdür
yardımcıların atanmasına geldiğinizde de gerçekten
adaletsiz davrandığınızı buradan haykırmak
istiyoruz. Mahkemeyi kazananları bile tekrar göreve atamıyorsunuz.
Ve sonuç olarak diyoruz ki: Artık,
bu Millî Eğitim Bakanlığı enkaza çevrilmiştir.
Anayasaya, hukuka, adalete uygun olmayan işler yapılmaktadır.
Okul idarecilerinin atamalarında tek kriter olarak yandaşlık
dikkate alınmaktadır. Eğitimde bilgi, beceri
uygulanmamaktadır, adalet ve ehliyet dikkate alınmamaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığının hafızası
silinmiştir Adalet ve Kalkınma Partisiyle. Onun için diyoruz ki:
Lütfen, lütfen Sayın Bakan, biz
sizi seviyoruz ama artık yeter.
Teşekkür ediyorum, sağ olun.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Topcu.
HALİDE İNCEKARA (İstanbul)
Bu nasıl sevgi sayın vekilim?
ZÜHAL TOPCU (Ankara) Yani,
çocukları daha çok seviyoruz, onu da söyleyelim.
BAŞKAN Halkların Demokratik
Partisi Grubu adına Ağrı Milletvekili Sayın Halil Aksoy. (HDP sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz.
HDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY
(Ağrı) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî
Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı hakkında verilen gensoru
önergesi üzerine grubum adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Başlangıçta, cezaevlerinde
yaşayan hasta tutsakların durumuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Ölüm
sınırında bulunan çok sayıda hasta tutsak var. Tahliye
edilmedikleri gibi gerekli tedavileri de ya yapılmıyor ya da
geciktiriliyor, bu da acı sonuçların doğmasına neden
oluyor. Bakınız, yirmi iki yıl cezaevinde kalan ve uzun
yıllar kanser tedavisi gören, ancak tedavisi gerektiği gibi
yapılmadığı için hastalığı ilerleyen
Abdulsamet Çelik de yaşamını yitirdi. Çelik, uzun yıllar
tek başına bu ağır hastalıkla cezaevinde mücadele
etmek zorunda kaldı. Tek başına en basit gereksinimlerini dahi
karşılayamayan ve hastane koğuşlarında, ring
araçlarında âdeta işkenceye dönüşen bir yaşamı
sürdüren Çelikin zamanında tedavisi yapılsa belki şu anda
yanımızdaydı.
Bakınız, konuyla ilgili
olarak ben 14/3/2012 tarihinde Adalet Bakanlığına bir soru
önergesi vermiştim. 20/12/2012 tarihinde verilen cevapta Adli Tıp
Kurumunun Cezaevinde kalabilir. şeklindeki ciddiyetten uzak kararı
gerekçe gösterilmişti ve bugün bu arkadaşımız aramızda
yok.
Değerli milletvekilleri, Millî
Eğitim Bakanlığı, temel sorunlara kalıcı çözüm
politikaları geliştireceği yerde, her yıl sorunlara yeni
sorunlar ekleyerek eşitsizlikler ve mağduriyetler yaratmaktadır.
Sadece geçtiğimiz bir yıl içerisinde on binlerce eğitim
yöneticisinin görevine son verildi, tabii, bunların yerine AKP
iktidarı kendi kadrolarını yerleştirdi.
TEOGda yapılan sistem
değişikliğiyle on binlerce öğrenci mağdur edildi,
binlerce öğrenci isteği dışında başta
imam-hatipler olmak üzere meslek liselerine yerleştirildi. Kamusal
eğitime harcanması gereken kaynaklar özele aktarıldı.
Suriyeli, Iraklı ve Rojavalı on binlerce mülteci öğrenci
eğitim öğretim haklarından hâlen yoksun. Eş durumu
atamalarında sigortalı çalışma süresinin üç yıla
çıkarılmasıyla aile bütünlüğü bozulan on binlerce
öğretmene bu dönemde binlercesi daha eklendi. Eğitim
kurumlarında siyasal kadrolaşmaya zemin oluşturan sözlü
sınav şu anda yaygınlaştırılıyor. Tabii ki
ana dilde eğitim için kendi kurumlarını açan halka yönelik
baskı ve zor kullanımı da ayrıca
hatırlatılması gereken önemli bir olgudur.
Bu sorunlarla birlikte, Eğitim
Bakanlığının, eğitim emekçilerinden öğrenci
sorunlarına, ana dilde eğitimden demokratik, laik ve bilimsel
eğitime, müfredattan okulların fiziksel şartlarına, eğitimde
yaşanan eşitsizliklerden eğitimdeki tekçi devlet söylemine kadar
sayısız sorun alanları bulunmaktadır. Bunları saymakla
da bitiremeyiz. Tüm bu sorunların temelinde yatan dinamik ise, Millî
Eğitim Bakanlığının devlet ve siyasi iktidarların
söylem ve uygulama alanı olmasından
çıkarılmamasıdır. Başka bir anlatımla, Millî
Eğitim Bakanlığı iktidarın ideolojik aygıtı
hâline getirilmiştir. Eğitim örgütlenmesinin demokratik bir
şekilde siyasal etkilerin en aza indirileceği bir örgütlenme modeline
dönüştürülmemesi, müfredattan eğitim uygulamalarına kadar
eğitimin laik, bilimsel ve demokratik bir içeriğe
kavuşturulmamasında yatmaktadır sorun. Öğrenciler
arasındaki farklılıkların -dil, inanç, kültür, bölge,
cinsiyet ve benzeri- birer zenginlik olarak algılanmaması, aksine,
birer tehdit olarak görülmesidir asıl sorun olan. Liyakatten ve
eleştirel bir pedagojik yaklaşımdan uzak
şahısların eğitimde karar mekanizmalarında yer
alması ile yine, kamusal ve ücretsiz bir eğitim perspektifinden
yoksun olması da sorunların temelinde görülen şeylerdendir.
Değerli milletvekilleri, ana dilde
eğitim bütün dünyada vazgeçilmez temel insan haklarından biridir.
Günümüzde dünya ülkeleri incelendiği zaman, Birleşmiş Milletler
üyesi 194 ülkenin 113ünde birden çok resmî dilin olduğu ve İngiltere,
İspanya, İtalya, İsveç, Almanya, Çin, Hindistan ve benzeri
birçok ülkede ana dilde eğitim ve öğretim
yapıldığı görülmektedir. Ancak, Türkiye
Anayasasının 42nci maddesine göre Türkçeden başka hiçbir dil,
eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana
dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. denmektedir. Eğitimde ana
dilin kullanımını ilgilendiren düzenlemeler sadece Anayasa
hükümleriyle de sınırlı değil. Anayasa hükümleri
dışında, Tevhidi Tedrisat Kanunu, Millî Eğitim Temel
Kanunu, Özel Eğitim Kurumları Kanunu, Yabancı Dil Eğitimi
ve Öğretimi ile Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve
Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Kanun, Azınlık
Okulları Türkçe ve Türkçe Kültür Dersleri Öğretmenleri Hakkında
Kanun gibi kanunlarda, kanunların yanı sıra birçok yönetmelikte
de bu engeller bulunmaktadır. Bu yaklaşım sonucu Türkiyede,
başta Kürtçe olmak üzere, Gürcüce, Hemşince, Lazca, Pontusça,
Süryanice, Abazaca, Ermenice, Rumca, Arapça, Çerkezce, Acemce,
Mıhallemice, Pomakça gibi diller inkâr ve asimilasyon politikalarına
maruz kalmaktadır. Türkiye'de konuşulan yaklaşık 36 dilin
yarısından fazlası yavaş yavaş yok olmaya
başlamıştır çünkü çoğu tamamen güçsüz
bırakılmış durumdadır. Temel bir insan hakkı olan
ana dilde eğitim hakkını yok sayan AKP iktidarı,
halkın talebini seçmeli ders ya da özel liselerde birkaç dersin ana dilde
verilmesi aldatmacasıyla ötelemeye çalışmaktadır. Kürt
halkının ve diğer halkların talebi ortaokulda birkaç
saatlik ana dili öğretimi değildir, Kürk halkının talebi
özel liselerde birkaç dersin ana dilde verilmesi de değildir; ana dil
temelli çok dilli eğitim sistemi bu
ülkede yaşayan tüm halkların ortak dileği ve talebidir.
Değerli
milletvekilleri, bizler eğitimin okul öncesinden yükseköğretime kadar
kamusal ve parasız olarak sunulmasını savunmaktayız. Lakin,
AKP iktidarı, iktidar olduğu 2002 yılından bugüne kadar
eğitim sisteminin bütün alanlarında -eğitimin içeriğinden
eğitimin yönetimine kadar- sayısız değişiklik
yapmış, eğitim biliminin en temel ilkeleri ve sistemin acil
ihtiyaçları göz ardı edilmiştir. Bunun yanında, AKP, on iki
yıllık iktidarı boyunca eğitimi hem işlevsel hem de
örgütsel açıdan piyasa merkezli bir işletmecilik
mantığıyla sürekli olarak dönüşüme tabi tutmuştur.
Dershaneler kanunu bu politikanın en açık bir ifadesidir. Özel
okullara yönelik, devletin bütün olanakları seferber edilmiştir. AKP
iktidarı bu kanunla kamu kaynaklarını sermayeye peşkeş
çekmiştir. Hazine arazileri yirmi beş yıllığına,
Millî Eğitim Bakanlığına tahsisli taşınmazlar
üzerindeki okul binalarının tamamı veya bir kısmı ile
bu binaların eklenti ve bütünleyici parçaları eğitim ve
öğretim faaliyetlerinde kullanılmak üzere on yıla kadar
sermayenin hizmetine peşkeş çekilmiştir. Bunlar yetmiyormuş
gibi, kamu kaynaklarını özel okullara eğitim öğretim
desteği adı altında aktarmaktadırlar.
Bugün, Türkiye'de
2013-2014 eğitim öğretim yılı özel okul ücretleri
ilkokullarda ortalama 16 bin TL, ortaokullarda ortalama 18 bin TL ve liselerde
ise ortalama 20 bin TL'dir. Türkiye'de acaba kaç milyon aile bu şartlarda
çocuğunu özel okullarda okutabilir? Bu uygulama beraberinde derin ve
telafisi imkânsız sınıfsal ve bölgesel eşitsizlikler de
yaratmıştır.
Ayrıca, kamusal eğitim için
harcanması gereken kaynakların -her ne ad altında olursa olsun-
özel öğretim kurumlarına aktarılması da kabul edilebilir
bir uygulama değildir. Hükûmetin "özel okullara destek" adı
altında asıl yapmak istediği özel öğretimi özendirmek,
öğrenci ve velileri parasal destek üzerinden özel okullara
yönlendirmektir. Özel okulların yıllardır doğrudan kamu
kaynaklarıyla desteklenmesinin, eğitimin zaten sorunlu olan kamusal
niteliğini daha da düşürmek ve paralı eğitim
uygulamalarını giderek yaygınlaştırmak olduğu
tartışma götürmez bir gerçektir.
Kamusal kaynakların, eğitimin
ticarileştirilmesi ve her geçen gün daha fazla oranda
piyasalaştırılması için, özel sermaye kesimlerine
aktarılmaya çalışılması kabul edilemez. Keza Hükûmetin
yeniden gündeme sokmaya çalıştığı üniversitelerde
katlamalı harç uygulaması da kabul edilemez. Neyse ki bu
uygulamanın geri çekileceği kararının
alındığını dünkü Bakanlar Kurulu
toplantısından sonra Sayın Arınç ifade etti ama muhtemelen
Seçim öncesi böyle bir riske girmeyelim. hesabı
yapıldığı için geri çekildi.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin liselere ibadethane
açılma zorunluluğu getirmesini ve başörtüsü serbestliği
adı altında temel olarak hayata geçirdiği tüm uygulamaları
özgürlükler temelinde ele almak çok mümkün görülmemektedir. Peki, AKP'nin
eğitimde dinî politikaları ve bu temeldeki müdahaleleri ne kadar
doğrudur? Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olması,
liselerde ibadethanelerin zorunlu olması ve başörtüsünün
ortaokullardan itibaren serbest olması ne kadar
doğrudur? Bunlar özgürlükler temelinde ele alınabilir mi?
Milyonlarca Alevinin,
gayrimüslimin, ateistin, diğer bir deyişle İslam'ın Sünni
Hanefi mezhebinden farklı bir mezhepte, inançta, dinde ya da dinî veya
herhangi bir inanç şeklini yaşamının merkezine
yerleştirmeyen yurttaşların bulunduğu bir ülkede dinî
eğitimin zorunlu olması kabul edilebilir mi?
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin kararlarında da açıkça belirtildiği
üzere, bu zorunluluk eğitim hakkının ihlali anlamına
gelmektedir. Unutulmamalıdır ki Türkiye'de din kültürü ve ahlak
bilgisi dersinin içeriği büyük oranda Sünni ve Hanefi mezhebinin
öğretileriyle doludur. Bu derslerde namazın nasıl
kılınacağı, abdestin nasıl alınacağı,
namazda okunan dualar ve benzeri öğretilmektedir. Böylelikle, Aleviler
başta olmak üzere Sünni Hanefi olmayanların din ve vicdan özgürlükleri
görmezden gelinmektedir.
Kamusal ve zorunlu
eğitimin, herhangi bir din ya da inancın, genç kuşaklara,
öğrencilere örtülü ya da açık empoze edildiği ya da
iktidarın ideolojik arka bahçesi olarak ele alındığı
yaklaşımlar da kabul edilemez.
Bakınız, hiçbir
yetkisi olmadığı hâlde, Edirne Valisi çıkmış,
Roman yurttaşlara -dikkat edin lütfen- 100 Türk lirası burs
karşılığında hafızlık eğitimi
vereceğini açıklıyor. Bir de sanki başka işi gücü
yokmuş gibi, 41 kişilik Roman mehteran takımı
kuracaklarını ifade ediyor. Açıkçası Roman
halkının farklılıklarını, zenginliklerini asimile
etmek istiyor. Bu kabul edilebilir bir uygulama değildir.
Bırakın, halklar, aidiyetler, inançlar kendi kültürüyle
yaşasın, eğitim alsın, ibadetini de ona göre yapsın.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'de siyasi iktidarlar yıllardır, eğitim
sistemini kendi siyasal, ideolojik görüşleri doğrultusunda düzenlemek
ve şekillendirmek istemişlerdir. Bu isteklerini gerçekleştirmek
için başvurulan ilk ve en etkili yöntem ise siyasal kadrolaşma
olmuştur.
Bugün,
Eğitim Bakanlığı, müdür
yardımcılığından şefliğe, okul
müdürlüğünden il millî eğitim müdürlüğüne kadar her alanda
atamaları liyakate, deneyime göre değil siyasi tercihlerine göre
yapmaktadır. AKP iktidarı döneminde, Eğitim Kurumu Yöneticileri Atama
ve Yer Değiştirme Yönetmeliği sayısız kere
değiştirilmiştir.
En son, geçtiğimiz 2014'te çıkarılan
kanunla Millî Eğitim Bakanlığında görevli on binlerce
yöneticinin görevine bir gecede son verilerek eğitim ortamı tam bir
kaosa sürüklenmiştir. Söz konusu görevden almaların Millî Eğitim
kurumlarında yarattığı olumsuz etki de hâlâ devam
etmektedir.
Vali istediği kişiyi okul müdürü,
istediğini müdür yardımcısı olarak atayabilecek bir
yetkiyle donatılmıştır. Sonuçta valilerin çoğunlukla
AKP'nin memuru gibi hareket ettiğini düşünürseniz, pratikte ortaya
çıkan tabloyu da tahmin edebilirsiniz. Nihayetinde, valilerin
atadığı kişi listelerinin Hükûmete yakın sendika
şubelerinde hazırlandığı da bilinmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığındaki bu atama
ve görevde yükselme sınavlarına sözlü sınav
şartının getirilmesi ve bu sınavların hiçbir şekilde
kayıt altına alınmaması, sınavlara ilişkin
denetim mekanizmalarının işletilmemesi, Hükûmetin siyasi
kadrolaşmadaki minareye kılıf bulma çabasından başka
bir şey değildir. AKP bu gidişle yakın bir zamanda
öğretmen atamalarında da sözlü sınav şartını getirirse
şaşmayacağız.
Değerli milletvekilleri, AKP iktidarı döneminde
Millî Eğitim Bakanlığının YÖKle uyumlu
çalışmaması, öğretmen ihtiyacı ile öğretmenlik
bölümü kontenjanları arasında bir türlü sağlıklı bir
şekilde kurulamayan arz-talep dengesi ve iktidarların
yanlış politikaları nedeniyle, bugün 400 bine yakın
ataması yapılmayan öğretmen bulunmaktadır. Bu rakam, Millî
Eğitim Bakanlığı verilerine göre ise 250 binin üzerindedir.
Millî Eğitim Bakanının açıklamalarına göre ise ihtiyaç
duyulan öğretmen sayısı yaklaşık 120 bindir.
Bugün, bu kadar ataması yapılmayan
öğretmene ve öğretmen ihtiyacına karşılık
Bakanlık, 55 bin ücretli öğretmeni ucuz iş gücü olarak
güvencesiz bir şekilde istihdam etmektedir.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Başbakan olmadan önce, 2002 yılında -iktidara gelmeden hemen önce-
İstanbul'da yaptığı bir mitingde aynen şöyle bir ifade
kullanmıştı: "Bir çok gencimiz, özellikle öğretmen
adaylarımız işsiz kaldı. Ülkede eğitim çökmüş,
köy okulları kapanmış, merkezdeki okullar bile öğretmen
diye can çekişiyorken sen sınavla öğretmen seçmeye
kalkıyorsun. Bıraksana genç öğretmenlerimiz gitsin,
çalışsın. O kadar sene beklet, sonra al; adamda artık heves
kalır mı, öğretmenlik yapabilir mi? Ama, inşallah, biz,
iktidar olunca öğretmenler okulun bittiği gün görev aşkıyla
okuluna gidecek, merak etmeyin.
Yine, 2002 yılında atanmayan
öğretmen 70 binken bugün 400 bin. 20 Ocak 2013 tarihinde, Gaziantep'te
Erdoğan'a "Şubatta atama bekliyoruz." diye seslenen
öğretmen adayına Başbakan "Kusura bakma, biz ne dediysek o.
Al oyunu, kendine sakla." diye cevap vermiştir.
Eğitim emekçilerinin üçte 2si
insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmek için ek işler
yapmak zorunda bırakılmış, özellikle öğretmenlerin
satın alma gücü bugün belirgin bir şekilde azalmıştır.
AKP'nin iktidarda olduğu on iki yıl itibarıyla eğitim
emekçilerinin maaşları ile diğer kamu emekçilerinin
maaşlarını
karşılaştırdığımızda:
2002'de göreve yeni başlayan bir
öğretmen aynı durumdaki polisten yüzde 4 daha az,
2014te göreve yeni başlayan bir
öğretmen 8'inci derecenin 1inci kademesindeki bir polis memurundan yüzde
32 oranında daha az,
2002'de göreve yeni başlayan bir
öğretmenin maaşı uzman doktor maaşından yüzde 43 daha
az,
2002'de göreve yeni başlayan bir
öğretmen kamuda çalışan avukatlardan yüzde 34 daha az aylık
almaktadır.
OECD raporlarına göre, Türkiye'de
ilköğretimde on beş yıllık bir öğretmen
yıllık ortalama 27.338 Türk lirası kazanırken OECD
ülkelerinde bu ortalama 38.914 Türk lirasıdır.
Ortaöğretimdeyse Türkiye'de on
beş yıllık bir öğretmenin yıllık ortalama geliri
28 bin Türk lirasıyken OECD ülkelerinde 43.711 Türk lirasıdır.
Değerli milletvekilleri,
eğitim sistemine dair radikal demokrasi temelinde farklı bir tez
ileri sürmemiz gerekiyor. Bunun adı "demokratik okullar"
olabilir.
Konuşmamızın
başında da ifade ettiğimiz gibi, tüm sorunların en aza
indirilmesi ve aşılmasında eğitim sisteminin demokratik bir
yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Türkiye'de eğitim
tamamen merkezî politikaların kontrolü ve baskısı altında
yürütülmektedir. Okulların özerklikleri söz konusu değildir.
Eğitim sistemindeki kadrolaşma, muhalif eğitim emekçileri
üzerinde baskılar yaratmaktadır.
4+4+4 sistemiyle eğitim
yapısı bir anda değiştirildi. Dershaneler kanunuyla 100 bin
yöneticinin görevine bir anda son verildi. Bunları aşmak için
okullara özerklik tanınmalı, öğretmenin, öğrencinin,
velinin katılımıyla okul meclisleri kurulmalı, okula
ilişkin birçok karar bu meclislerde alınmalıdır. Öğretmenliğin
asli görev olduğundan hareketle, yöneticilik okullarda siyasal
iktidarların kadrosu olmaktan çıkarılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HALİL AKSOY (Devamla) Bu
anlamda, yapılması gereken bilimsel, özerk, parasız, demokratik
ve ana dilde eğitim sisteminin tüm ülkeye hâkim
kılınmasıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Aksoy.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Sayın Fatma Nur Serter, buyurunuz.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FATMA NUR SERTER
(İstanbul) Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugüne kadar, Adalet ve Kalkınma Partisinin on iki yıllık
iktidarı döneminde onun izlediği eğitim politikalarıyla
ilgili pek çok şey söyledik: Eğitim planlamasından yoksun
oluşundan, eğitimdeki nitelik konusunun tamamıyla göz ardı
edilmiş olmasından, eğitimde tamamen siyasi amaçlı
kadrolaşmadan ve bütün eğitim projelerinin, maalesef, siyasi ve
hayalî içerikli projeler olmasından çok bahsettik, ama bu bir gensoru.
Gensoru olunca somut şeyler söylemek lazım. Yani, ben eğitimin
genel yapısıyla ilgili konuları değil, somut konuları
gündeme getirmek ve bu somut konulardaki Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, Sayın Nabi
Avcının Bakanlığı döneminde, ne yazık ki
bazı önceki bakanlarda dahi -dahi kelimesinin de altını
özellikle çiziyorum- görmediğimiz, hukuku, yargı
kararlarını yok sayan, Anayasa Mahkemesi kararını yok sayan
ve ciddi hak ihlallerine yol açan uygulamalarla karşılaştık.
İkincisi: Temel bir hak olan inanç
özgürlüğü konusunda, çok ciddi -size belgeleriyle takdim edeceğim
Sayın Bakan- inanç özgürlüğüne yönelik baskılarla
karşılaştık.
Bir üçüncü temel konu: Sınav
sistemindeki çöküşün ve bu çöküşe rağmen, sistemin yeniden
ayağa kaldırılması konusunda bir irade gösterilememiş
olmasının yarattığı mağduriyetlerle
karşılaştık.
Şimdi, öncelikle, hem yargı
kararını yok sayan hem de çok önemli hak ihlallerine neden olan bir
konuyla başlamak istiyorum, Millî Eğitim Bakanlığı
şube müdürlerinin atama meselesi.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, 2013 yılında ÖSYM bir sınav yaptı
şube müdürlüğü için. Bu sınava 40 bin kişi girdi,
yazılı bir sınav. Bu sınavı 5.914 kişi geçti.
İkinci aşama olarak bunlar sözlü sınava alındılar.
Sözlü sınava alınanlardan 3.287si de sözlü sınavı geçti.
Şimdi, doğal olarak bir yazılı sınav, bir de sözlü
sınav varsa ne yapılır? İkisinin ortalaması
alınır, değil mi? Hayır, öyle olmadı. Sözlü sınav
esas alındı, yazılı sınav yok sayıldı yani
yazılı sınav sonucu eşittir sıfır kabul
edildiğini düşünün, sadece sözlü sınava dayalı olarak 1.709
şube müdürünün ataması yapıldı.
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) Pes,
rezalet!
FATMA NUR SERTER (Devamla) Bu 1.709
şube müdürünün ataması sadece sözlü sınavla
yapıldığında, arkada kalanların not
ortalamalarını biliyoruz. Bir örnek vereyim: Yazılıdan 83
almış, sözlüden 30 almış, nasıl işse! Yani, bu
çok açık ve net bir kadrolaşmaydı.
Peki, ne oldu? Danıştaya
başvuruldu. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı aldı.
İdari yargıya, idare mahkemelerine davalar açıldı, bireysel
davalar tabii. Bu davalarda idare mahkemeleri, aritmetik ortalamayla atama
yapılması gerektiğine ve sözlü sınava dayalı atama
yapılamayacağına ilişkin kararlar aldı. En son olarak,
Ankara 9. İdare Mahkemesi 1.700 şube müdürünün atamasını
esastan iptal etti, iptal, iptal. Şimdi, burada ne yaparsınız?
Benzeri bir durum, okul müdürleriyle ilgili olarak Sayın Hüseyin Çelik
döneminde yaşanmıştı. Hüseyin Çelik bunun karşılığında
yargı kararını tebliğ etti ve yargı
kararının uygulanması yolunda yazı yazdı ilgili
birimlere. Peki, Sayın Bakan ne yaptı? Hiç, hiçbir şey
yapmadı, bu mağduriyet devam ediyor. Bugün, binlerce şube
müdürü, uğradıkları bu ciddi hak ihlali ve yargı
kararlarının yok sayılması karşısında Acaba
ne yapılacak? Belki Bakanın ağzından bir cümle dökülür.
umuduyla bizi izliyor. Ben Sayın Bakanın yapacağı
konuşmada buna mutlaka bir cevap vermesi gerektiğini
düşünüyorum. Cevap vermesini düşünmeyi bırakın, zorunlu
olduğu da çok açıktır. Bu hak ihlalinin ve hukuku yok sayan bu
uygulamanın sonlandırılması gerekir.
Gelelim, Anayasa Mahkemesi
kararını yok sayan ikinci bir ciddi uygulamaya. Değerli
arkadaşlar, biliyorsunuz, ÖSYMnin yaptığı üniversite
giriş sınavlarında, sınav soruları Bilgi Edinme
Yasası kapsamının dışına çıkarıldı.
Şu demek bu: Yani, sınav soruları ve cevapları
yayınlanmayacak. Böyle bir yasal düzenleme yapıldı, hiçbir
mantığı olmayan. O dönemde, biz, burada itiraz ettik, bunun
olamayacağını defalarca söyledik. Bunun üzerine, Cumhuriyet Halk
Partisi bu maddeyi Anayasa Mahkemesine götürdü. Anayasa Mahkemesi bunu iptal
etti. Yani, şu anda, artık ÖSYMde yapılan sınavlardaki
soru ve cevaplar Bilgi Edinme Yasası kapsamı dışında
değil, bilgi edinme hakkı kapsamı içerisinde.
Peki, ne oldu bunun sonucunda? ÖSYM bir
açıklama yaptı orada Anayasa Mahkemesi kararı kapı gibi
dururken ve bu açıklamada dedi ki: Biz 6114 sayılı Yasada bu
soruların yayınlanıp yayınlanmayacağı konusunda
Yönetim Kurulu kararı gerekir. diye bir karar aldık. Bizim Yönetim
Kurulumuz bunu uygun görmüyorsa biz bunu yayınlamayız. Bununla da
yetinmedi, bir şey daha ekledi, dedi ki: Canım, sorunun
cevabını öğrenmek isteyen veya soruyu görmek isteyenler ÖSYMye
başvurur. Yani, bir öğrenci üniversite sınavına
girmiş, çıkmış; soru ve cevabı bir görmek istiyor.
Gelir buraya, biz ona gösteririz. Yani, bu trajikomik bir şey, bu
ayıp bir şey. Elbette öğrenci o soruları alacak, kendini değerlendirecek,
çizecek, yazacak, bir sonraki sınav için belki bir altyapı
oluşturacak o sorular. Bu, Anayasa Mahkemesi kararını yok
saymaktır. Oysa biliyoruz ki Anayasa Mahkemesi kararları bütün kamu
kurum ve kuruluşları için, tabii ki ÖSYM için de
bağlayıcıdır. Siz bunu yok sayıyorsanız, siz
Anayasanın 146ncı maddesini de aslında ihlal ediyorsunuz
demektir.
Bu ÖSYM kimdir, nedir, gökten mi
inmiştir, çok mu ayrıcalıklıdır da Sayın Bakan bu
ÖSYMyle ilgili hatalara, skandallara hiç söz geçirememektedir? Bunun da
cevabının verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bir diğer büyük hak ihlali, 2014
yılında LYS-2 sınavında yaşanmıştır.
Değerli milletvekilleri, haziran
ayında, üniversiteye giriş kapsamında LYS-2 sınavı
yapılacak. Öğrenciler -yeni, uygulamada bir değişiklik
oluyor- önce başvuru ücretlerini ÖSYMye banka aracılığıyla
gönderiyorlar. Göndermişler, bir sorun yok, ellerinde de makbuzları
var gönderdiklerine dair. Arkadan, ÖSYMnin İnternet sitesinden bir form
dolduruyorlar. Formu da doldurmuşlar. En son bir onay butonu
varmış sonradan açılan, o onay butonunu görmedikleri için
basmamışlar. Sınav sonuçları geldiğinde
bakmışlar yerler belli oluyor, nerede girecekleri- bu
öğrencilerle ilgili hiçbir bildirim yok. Onun üzerine, dilekçeyle ÖSYMye
başvurmuşlar ve paralarını yatırdıklarına
dair makbuzları da göndererek. Kaç kişi bunlar? 9.343 kişi. 3
kişi, 5 kişi filan zannetmeyin, 9.343 kişi.
Şimdi, bu makbuzlar ve dilekçeyle
başvurulara rağmen ÖSYM bunları sınava almadı.
Başka bir şey var: Bu 9.343 öğrencinin 28 tanesi kendisi
yapmamış bu İnternet üzerinden başvuruyu, okul müdürlükleri
yapmış yani hata da okul müdürlüklerinin. Buna rağmen, ÖSYM
bunları sınava almama kararını bildirdi ve bu çocuklardan 8
tanesi idari yargıya başvurdu, idari yargı yürütmeyi durdurma
verdi ve bunlar sınava alındı. Kaç tanesi? 8 tanesi. Demek ki
yargı Haklısın. diyor. Haklısın. dediğine
göre ÖSYMnin de dönüp Haksızım. deyip geri kalan 9.343
öğrenciyi sınava alması gerekir mi, gerekmez mi; almazsa bu bir
hak ihlali midir, değil midir? O süreçte Sayın Bakanla bu konuyu
konuştum, dedim ki: Kendi çocuğumuz olduğunu düşünelim bu
9.343ten birisinin, dağları taşları devirirdik, neler
yapmazdık ki. Lütfen, ÖSYM Başkanıyla görüşün, bu
öğrencilerin sınava alınmasını sağlayın, siz
Millî Eğitim Bakanısınız. Sayın Bakan
görüşeceğini söyledi, sonra döndü ve bana şu açıklamada
bulundu: Aslında, evet, dediğiniz doğru yani vicdanen
doğru en azından ama 10 bin soru kitapçığı daha basmak
gerekiyormuş ve matbaalar dolu olduğu için ÖSYM yeni 10 bin
kitapçık basamıyor, o nedenle de bu çocuklar sınava
alınamıyor. Ben bunu kabul etmediğimi Sayın Bakana
söyledim. Bir matbaa kiralarsınız, güvenlik tedbiri
alırsınız, bir gecede o kitapçıkları
basarsınız, Ankarada bir adres gösterirsiniz, hepsini Ankarada
sınava alırsınız, bu mağduriyeti ortadan kaldırırsınız.
Şimdi, ne oldu? Sınava giren öğrencilerden birisi dava açtı
-girip de bir tıp fakültesini kazanan öğrenci- davayı
kazandı ve tazminat hakkı doğdu. Şimdi, bir, ben, burada
üzerine düşeni tam olarak yapmayan Millî Eğitim Bakanını,
maalesef, üzülerek kınadığımı ifade etmek istiyorum.
İki, kazanılan bu davayı
emsal alarak bu 9.343 öğrenci ailesinin hepsinin tek tek dava açarak
hayatlarının bir yılını gasbeden ÖSYMden o bir
yılın bedelini talep edebileceklerini de onlara duyurmak istiyorum.
(CHP sıralarından alkışlar) Bu bir hak ihlalidir, bu
haksızlıktır. En basit deyimiyle Millî Eğitim
Bakanının da burada görevi ihmali vardır, bunun da
altını çiziyorum.
Şimdi, gelelim TEOG
sınavlarına. Değerli arkadaşlar, TEOG
sınavını biliyoruz, çok yakında yapıldı,
yaşandı. TEOG sınavından çeşitli mağduriyetler
ortaya çıktı. İşte, özel okul kayıtlarının
geçe alınmış olmasının yarattığı
sorunlar, çocukların istemedikleri okullara yerleştirilmeleri,
vesaire, vesaire
Şimdi, bugün Millî Eğitim Bakanlığı
ne yapıyor? Sayın Bakan açıkladı, dedi ki. Bu
sınavları yeniden ele aldık. Ne yapacağız?
İşte, özel okulların kayıt takvimini
değiştireceğiz, tek listede tercih imkânı vereceğiz.
Peki, ben şunu sorma hakkına sahip değil miyim, biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak şunu soramaz mıyız: Değerli
milletvekilleri, peki, bu mağdur edilen öğrencilerin günahı
neydi? Bunlar deneme tahtası mıdır? Siz Bu sınavları yeniden ele
alıyoruz. dediğinizde, bu aslında
başarısızlığınızın ikrarı
değil midir? (CHP sıralarından alkışlar) Bu,
başarısızlığın ikrarıdır ve bu
öğrencilerin mağdur edildiğinin kabul edilmesidir.
Dolayısıyla, hesapsız kitapsız, böyle hayalî projelerle
yola çıkıp paldır küldür çocuklarımızın
hayatından yıllar çalmaya hiç kimsenin, o kişi Millî
Eğitimin başında da olsa, devletin başında da olsa,
Hükûmetin başında da olsa hakkı yoktur.
Şimdi, gelelim bir başka
ilginç projeye; değerler eğitimi: Değerler eğitimi yeni
başlamadı, 2010da Sayın Nimet Baş başlattı.
Sessiz sedasız, gayet güzel bir şekilde devam ediyordu, birden
değerler eğitimi ruh değiştirdi, yapı
değiştirdi. Birden, değerler eğitimi öğrencilerin
genetik yapısını değiştirmeye yönelik bir format
kazandı ve Millî Eğitim Bakanlığı değerler
eğitimi konusunda Hizmet Vakfı denilen vakıfla bir protokol
imzaladı; bu protokolle, değerler eğitiminin ders materyalleri
ve eğiticilerinin tamamının bu Hizmet Vakfı tarafından
bulunmasını, belirlenmesini kabul etti.
Kimdir Hizmet Vakfı? Hizmet
Vakfının İnternet sitesine girip
baktığınızda kim olduğunu görürsünüz. Hizmet
Vakfının kurucuları ve çok yakın tarihe kadar
Başkanının resmî bir ilkokul diploması bile yoktur. Resmî
hiçbir okuldan diploma almamış ve bugüne kadar tek
yaptığı şey bazı dinî kitapların basımı
ve dağıtımı olan bir vakfa, okuryazarlığı
bile şüpheli olan insanlardan oluşturulan bir vakfa, tek
özelliği Nurcu olmak olan bir vakfa değerler eğitimi adı
altında, çocuklarımızın yaşamları emanet
edilmiştir, bu bir.
Peki, nasıl
oluyor da bu vakıf Nurcu olduğu hâlde, paralel
çatışmaları böyle sürürken bu iş oluyor diye merak
edenleriniz olursa hemen şunu söyleyeyim: Bu vakfın
başındaki kişi, 31 Aralık 2013te, Fethullah Gülenin
uygulamalarının Risale-i Nura tamamen aykırı olduğu
ve kendisinin hiçbir şeklide Nurcu bile kabul edilemeyeceği yolunda
çok sert bir açıklama yaptı. Bundan tam yedi ay sonra yani tamamen
siyasi bir kararla bu protokol imzalandı ve çocuklarımızın
değerler eğitimi denilen, aslında fevkalade değerli ve
önemli olan temel etik değerleri edineceği eğitim, bütün
işlevi üç beş tane dinî kitabı basıp dağıtmak
olan bir vakfa teslim edildi. Ben, Sayın Bakanın şu protokolü
yırtıp atmasını istiyorum, yırtıp atılacak
bir protokol var burada. (CHP sıralarından alkışlar) Bunu
bekliyorum Sayın Bakan.
Gelelim, son bir ilginç olaya: 3
Şubat 2015te okullara bir yazı gönderildi, bakınız, din
kültürü ve ahlak bilgisi dersiyle ilgili. Zorunlu oldu ya AİHM
kararına rağmen, iddia ediyor, ısrar ediyor ya Millî Eğitim
Bu zorunlu derstir. diye. Yazıdan bir satır okuyorum:
Hristiyanlık ve Musevilik
dışındaki diğer dinlere mensup veya herhangi bir
dine inanmayan öğrencilerin din kültürü ve ahlak bilgisi dersini
okumaları zorunludur. Anladığınız değil mi? Yani
Hristiyan ve Museviysen bu dersi almayabilirsin. diyor Bakanlık Ama
bunun dışında bir dine mensupsan ya da hiçbir dine
inanmıyorsan sana ben bu dersi zorla da olsa okuturum. diyor. Bu mudur
inanç özgürlüğü Sayın Bakan? Bu mudur inanç özgürlüğü? (CHP
sıralarından alkışlar) Bu, kabul edilebilecek bir şey
değildir. İşte baskının daniskası budur. Bu, bir
baskıdır. Bunun da altından
kalkmanız kolay olmayacaktır.
Gelelim en hayalî projenize: En hayalî
ve en siyasi proje olan ve 2011 seçimlerinden bir ay önce hayata geçirilen
FATİH Projesi çökmüştür Sayın Bakan, hem de öyle bir
çökmüştür ki o projenin siz de altında kaldınız. Proje
yolsuzluklara bulanmıştır. Size kaç tane soru önergesi verdim.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
FATMA NUR SERTER (Devamla) Soru
önergeme cevap vermediniz ama soru önergesinde adı geçen şirket bana
100 bin liralık tazminat davası açtı ve o şirket beni
telefonla tehdit etti. Bu konuda, size ileride bir dosya takdim edeceğim.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
ENGİN ALTAY (Sinop) Hükûmet
eşkıyalarla iş birliği mi yapıyor bu durumda?
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Serter.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Amasya Milletvekili Sayın Avni Erdemir.
Buyurunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ
GRUBU ADINA AVNİ ERDEMİR (Amasya) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve 25
milletvekilinin Millî Eğitim Bakanımız Nabi Avcı
hakkında vermiş olduğu gensorunun aleyhinde AK PARTİ Grubu
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepimizin
bildiği gibi, gensoru ciddi bir müessese, verildiğinde, konular
ortaya konduğunda kamu vicdanında ve yüce Meclisin vicdanında
makes bulması gerekiyor, yoksa gensoru müessesesinin
yıpranmasına, etkisini kaybetmesine sebep oluyor.
Bu gözle, gensoru konularından
birkaçına şöyle bir bakalım; deniyor ki: Fatih Projesi
tamamlanmadı. Akademisyenler unutuldu. Dershaneler
kapatıldı. Yeni atanan öğretmen adaylarına sözlü ve/veya
yazılı sınav getirildi. YÖK Yasası hâlâ
yapılamadığı için düzenlemeye geçilemedi. Evet, gensoru
konularından birkaçı bunlar değerli arkadaşlar.
Değerli arkadaşlar, AK
PARTİnin eğitim alanında yaptığı icraatlar bu
gensoru konusu olarak sıralanıyor ve uygulamada
karşılaşılan sorunlar gensoru sebebi olarak ortaya konuyor.
İşin doğrusu, bu konuları gensoru sebebi olarak görünce,
ben AK PARTİ milletvekili olarak, diğer taraftan da Sayın Bakan
adına sevinmedim dersem yalan söylerim. Biz, AK PARTİ olarak on iki
yıllık iktidarımızın ve eğitim alanında
yaptıklarımızın arkasındayız. Sayın Hüseyin
Çelik Beyefendi, Sayın Nimet Baş Hanımefendi, Sayın Ömer
Dinçer Beyefendi bakanlıkları dönemlerinde AK PARTİnin
eğitim politikalarını uygulamışlar
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) Erkan
ne oldu?
AVNİ ERDEMİR (Devamla) -
ve
eğitimde fiziki altyapının güçlendirilmesinde, eğitimin
teknolojiyle buluşmasında, ders programlarının
yenilenmesinde, yapısal reformların yapılmasında hepsi
ayrı ayrı önemli hizmetler yürütmüşlerdir; buradan kendilerine
teşekkür ediyorum.
ORHAN DÜZGÜN (Tokat) Her gelen enkaz
aldığını söyleyerek başladı ama nasıl
oluyor?
AVNİ ERDEMİR (Devamla) -
Sayın Nabi Avcı, nezaketi, zarafeti, bilge kişiliğiyle
aldığı hizmet bayrağını daha yükseklere
çıkarmak için samimi gayret göstermiş, eğitimde özgürlükçü,
çoğulcu yaklaşımı benimsemiş, kılık
kıyafet serbestisini getirmiş; okulu, öğretmeni ve
öğrenciyi esas alan TEOG sistemini başlatmıştır. Ne
yazık ki, bu önemli değişiklikler ve hizmetler
karşılığında teşekkür edilmesi gerekirken
hakkında gensoru verilmiş, bugün onu görüşüyoruz.
Biz, elbette,
muhalefetin denetim hakkına saygı duyuyoruz ve eleştirilerini
dikkate alacağız, karşılaşılan sorunlarla ilgili
çözüm önerilerinden yararlanacağız. Bardağın boş
tarafı var mı, neler yapılabilir, bir daha bakacağız.
Bu gensoru vesilesiyle on iki yıllık eğitim hizmetlerimizi
Meclisimizle, milletimizle paylaşacağız. Buna fırsat
verdikleri için kendilerine teşekkür ediyoruz.
Değerli
arkadaşlar, kuruluşundan bugüne AK PARTİ iktidarları güçlü
devlet, evet, mutlu millet hedefine ancak eğitimle ulaşabileceği
inancıyla eğitime büyük önem vermiş ve bütçeden hep en büyük payı
eğitime ayırmıştır. Evet, 13 bütçe yaptık,
hepsinde birinci sırada eğitim var. Devraldığımız
Türkiyede yani eski Türkiyede, 2002 yılında Millî Savunma
Bakanlığı bütçesi 8,2 milyar, Millî Eğitim
Bakanlığı bütçesi 7,4 milyar yani
ENGİN ALTAY
(Sinop) Avni Bey, yatırım paylarını, yatırım
bütçelerini söyle; yatırımlara gel.
AVNİ
ERDEMİR (Devamla) -
Millî Savunma Bakanlığı bütçesi, evet,
Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden fazlaydı. 2015
yılında Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin 22,7
milyar, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin ise 62 milyar
olduğunu görüyoruz. Yani 2002de Millî Savunma Bakanlığı
Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden fazlayken 2015te
GÜRKUT ACAR
(Antalya) Diyanet İşleri Başkanlığına da bir
bakalım.
AVNİ
ERDEMİR (Devamla) -
Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi
Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin neredeyse 3 katına
çıkmıştır. Bu, bizim eğitime ne kadar önem
verdiğimizi göstermesi bakımından önemlidir.
AK PARTİ
iktidarı olarak, Anayasada ifadesini bulan eğitimde fırsat
eşitliğini sağlamak için de çok önemli çalışmalar
yürüttük. Evet, bu amaçla ders kitaplarını ücretsiz
dağıttık ve velilerimizi büyük bir külfetten kurtardık.
Doğru mu? Doğru. İsterseniz gelin Yanlış. deyin.
Milletimiz okulların açıldığı gün kitapların
masanın üzerinde olduğunu ve çocuğunun akşam eve kitapla
döndüğünü görüyor ve bunu yaşıyor. Şartlı eğitim
yardımlarıyla dar gelirli ailelerin çocuklarını okula
göndermesini özendirdik. Taşımalı eğitim
uygulamalarını liseyi de kapsayacak şekilde genişlettik.
Muhalefet gensoru gerekçesinde ne
diyor? FATİH Projesi tamamlanamadı. Düşünebiliyor musunuz, bir
projenin henüz tamamlanamamış olması gensoru konusu oluyor.
Demek ki Sayın Nabi Avcıyla ilgili gensoru verecek konu bulmak
gerçekten zor. Evet, FATİH Projesini biz başlattık, bilgi ve
iletişim teknolojisinin kullanımıyla eğitimde kalite artışını
hedefledik, 3.657 okula 65 bin akıllı tahta kurduk, 739 bin tablet
bilgisayarı öğretmen ve öğrencilerimize dağıttık.
Bu proje büyük bir proje olup en önemli özelliği, yerli bilişim
sektörünün oluşmasını ve güçlenmesini sağlamak ve
çocuklarımızı yaşayacağı çağa
hazırlamaktır.
Değerli milletvekilleri, bütçeden
en büyük payı eğitime ayırdığımız gibi, her
yıl en fazla kadroyu da eğitime ayırdık. Bugün
çalışan 866 bin öğretmenin 473 binini AK PARTİ iktidarı
olarak biz atadık yani bugün çalışan öğretmenlerin
yarıdan fazlası AK PARTİ iktidarında atandı.
Sayın Nabi Avcı döneminde iki yılda 92.374 öğretmen
atandı.
Biraz önce dendi ki: Seçim
ihtirası ile öğretmen ataması arasında ilişki
kuruluyor. Burada yanıldıklarını kendileri de biliyor.
Eğer biz popülizm yapsak o zaman çok fazla -evet, ülkenin ekonomisini
dikkate almadan- atama yapmamız gerekiyor.
Değerli arkadaşlar,
eğitimde beşerî ve fiziki altyapıyı iyileştirdik. 2002
yılında 347 bin derslik vardı, biz son on iki yıl içinde
234 bin yeni dersliğin yapımını tamamladık.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Hâlâ
birleştirilmiş okullarda, sınıflarda ders gösteriyorsunuz.
AVNİ ERDEMİR (Devamla)
Başta kız çocuklarının okullaşması olmak üzere
tüm kademelerde okullaşma oranlarında artış
sağladık. Okul öncesi eğitimde yüzde 11lerde olan
okullaşma oranını yüzde 42lere çıkardık. Gelin, deyin
ki: Hayır, çıkarmadınız.
Özel eğitimi destekledik
değerli milletvekilleri.
Bu çalışmalar eğitimde
kaliteyi artırdı, fırsat eşitliğine katkı sundu.
Hep eleştirilen -biraz önce de eleştirildi- PISA
sonuçlarını eğitimde fırsat eşitliği
açısından değerlendirirsek bu başarıyı daha net
görürüz. Zira, 2003te en alt gelir grubuna sahip aile çocukları ile en
üst gelir grubuna sahip aile çocukları arasındaki puan farkı
122ydi, 2012de bu puan farkı 86ya indi. OECD ülkelerinde bu iki grup
arasındaki puan farkı 90dır. Yani, biz, on iki yıldır
uyguladığımız fırsat eşitliğine yönelik
politikalarla bu alanda OECD ülkelerinden daha iyi bir noktaya geldik.
Değerli milletvekilleri, gerçekten
de 2003-2015 yılları eğitimde hamle yılları oldu. Bu
dönemde biz daha demokratik ve özgürlükçü bir eğitim
anlayışını benimsedik. 4+4+4 sistemiyle 28
Şubatın eğitimdeki son izlerini de sildik. 28 Şubat
mağduru öğretmenlerimiz mesleklerine geri döndü. Ortaokul ve
liselerde başörtüsü yasağını kaldırdık.
Öğrencinin beceri ve tecrübelerini dikkate aldık, yeni seçmeli
dersler getirdik; Kur'an-ı Kerim ve siyer derslerini seçmeli olarak
okutmaya başladık. On iki yıllık kademeli zorunlu
eğitimi başlattık.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, gensoruda Meslek liselerindeki büyüme ve gelişme
problemleri hâlâ çözülmedi. deniyor. Bunu söyleyenler mesleki eğitim için
yapılanları ve mesleki eğitimin bugünkü geldiği
noktayı muhakkak bilmiyorlar. İnanıyorum ki, bu konuyu bilseler
gensorularına gerekçe yapmazlardı. Maalesef, kesintisiz
eğitimle, katsayı adaletsizliğiyle meslek liselerinin üniversite
yolu kesilmiş; meslek lisesi elektrik bölümü mezununa Elektrik mühendisi
olamazsın., makine bölümü mezununa Makine mühendisi olamazsın.
denmiştir. Sonuçta, kimse çocuğunu üniversiteye girme şansı
olmayan meslek liselerine göndermemiş, meslek liseleri hiçbir umut
taşımayan çocukların gittiği mutsuzlar, umutsuzlar lisesine
dönüşmüştür. Mesleki eğitim nitelik sorunu
yaşamış, büyük yara almıştır. Bu kararlardan
mağdur olan bu milletin çocuklarının
çığlıkları duyulmamış, gözyaşları sel
olup oligarşiyi boğmuş, maalesef, farkına varılmamıştır.
Evet, bizden önce yani AK PARTİ iktidarından önce İmam-hatip
liselerinin önünü keseceğiz. diye getirilen katsayı
adaletsizliğiyle bütün mesleki eğitime darbe vurulmuştur.
Katsayı adaletsizliğini ortadan kaldırdık, mesleki
eğitimin önünü açtık. Organize sanayilerinde yapılan meslek
liselerini destekledik. Bu sayede meslek liselerine olan talep hızla
arttı. Mesleki ve teknik eğitimin payını yüzde 36dan yüzde
54lere çıkardık. Şu anda Avrupa ortalamalarındayız.
İşte, sonuç bu. Bu mu meslek liselerinde büyüme ve gelişmenin
olmaması?
Değerli milletvekilleri, maalesef,
bugün okulu, öğretmeni ve öğrenciyi eğitimin merkezine alan ve
okul dışı kurumlara ihtiyacı azaltan TEOG sistemi gensoru
sebebi yapılmış. Peki, TEOGla ilgili bu eleştiriler niçin
yapılıyor, sorun nerede? Ben inanıyorum ki bu eleştirilerin
iki sebebi var: Ya her şeyi eleştirmeye dayalı, hakkı,
hukuku unutturan köhnemiş siyaset anlayışı ya sistemi
bilmeme, sistemi tanımamadır.
FATMA NUR SERTER (İstanbul)
Hatanızı kabul ettiniz, sistemi değiştirdiniz.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) -
TEOGun temel özelliği, öğrenci başarısını
anlık bir performansa dayalı olarak değil, geniş bir zaman
dilimine yayarak belirlemektir. Siyasetçi olmanın ötesinde bir
eğitimci olarak şunu inanarak söylüyorum ki TEOG şeffaf,
açık bir sistem, kayırmacılıktan uzak bir sistem. 6 temel
ders için 8inci sınıfta öğretmen tarafından dönemsel
olarak yapılan sınav, evet, merkezî olarak yapılıyor. Bu
sınav öğrencinin okulunda, arkadaşlarıyla aynı
ortamda, stressiz, sıkıntısız bir şekilde yapılıyor.
6ncı, 7nci, 8inci sınıf başarı puanları ile 8inci sınıftaki -biraz önce ifade ettiğim- ortak
sınav puanları birleştiriliyor ve yerleştirme puanı
oluyor. Bu yerleştirme puanlarıyla öğrenciler tercih
yapıyor. İki tercih var: Bunlardan biri, (A) grubu tercih yani okul
türü. Evet, puanına göre tercih yapıyor öğrenciler. Okulların
kodu var. Edirnedeki öğrenci Karstaki bir okulu, Karstaki bir
öğrenci İstanbuldaki bir okulu koduna göre, puanına göre tercih
ediyor. Diğer taraftan, buraya yerleşemeyeceğine inanan
öğrenci (B) grubu dediğimiz tercihlerden, 6 tercihten 4ünü
yapıyor. (A) grubu tercihlerine puanı tutan öğrenciler, adresi
neresi olursa olsun, evet, istedikleri okula e-okul sistemi tarafından
otomatik yerleştiriliyor. (A) grubu tercihlerine yerleşemeyen
öğrencilerimiz (B) grubundan tercih ettikleri 4 okuldan 1ine, tercih
öncelikleri dikkate alınarak ikamet ettikleri adrese en yakın
boş kontenjanı olan okula, puan üstünlüğü esasına
dayalı olarak sistem tarafından otomatik atanıyor.
Değerli
arkadaşlar, bir taraftan sıfır çekenlerin
varlığından bahsediliyor, bir taraftan da Çok fazla tüm
soruları yapan öğrenciler var. deniyor. Sizce bu bir çelişki
değil mi? Evet, artık öğrenciler işledikleri konulardan
sorumlu, onun için başarı artıyor. Değerli arkadaşlar,
işte, TEOGun en önemli başarısı da bu, okulu merkez olarak
ortaya çıkarıyor.
Uygulama
sonuçları nedir arkadaşlar? Evet, üzerinde fırtınalar
koparılan yerleştirme sonuçlarına göre, inanın, 8inci
sınıfı bitirmiş, mezun olan 1 milyon 300 bin
öğrenciden 1 milyon 136 bini tercih yapmış ve 134 bin
öğrenci tercih yapmamıştır. Niçin? Özel okula gitmek
istemiş veya azınlık okulunu bitirmiş, tercih
yapmamış. Bu çocuklarımız tercih yapmadıkları
için tabii ki sistem tarafından bir okulla ilişkilendirilmiş.
Ancak, bu arkadaşlarımız, bu çocuklarımız diyelim ki
Rize imam-hatiple ilişkilendirildi -sistemde kaçak olmasın diye
ilişkilendirilmiş- bu arkadaşımız hangi özel okula
gidecekse direkt kayıt olmak istediği özel okula gidiyor,
kaydını otomatik yaptırıyor yani Rizeyi falan görmüyor;
insanlarımızın, öğrencilerimizin mağduriyeti yok.
Değerli arkadaşlar, deniyor
ki: TEOGdan öğrenciler memnun değil. TEOG sınavında
yaşanan sorunlar yüzünden ailelerin ve öğrencilerin psikolojisi
bozuldu. Arkadaşlar, hiç üzülmeyin, öğrenci, öğretmen ve veli
TEOGdan memnun, yapılan anketlerde yüzde 85in üzerinde memnuniyet var.
Değerli arkadaşlar, maalesef
ve maalesef, gensoruda Akademisyenler unutuldu. deniyor. İnanın,
siz bilmeseniz de akademisyenler unutulmadığını biliyor.
Kendisi de bir akademisyen olan Başbakanımız göreve başlar
başlamaz bu konuya el atmış, akademik teşvik
ödeneğiyle birlikte öğretim elemanlarına yüzde 35 civarında
zam yapılmıştır.
Evet, maalesef, ihtiyaç duyan
öğrenciye okullarda bedava kurslar açmak bu memlekette gensoru sebebi
olmuş. Gensoruda Dershanelerin kapatılması yüzünden devlet
eliyle kurslar açıldı. Sürecin başarısızlıkla
sonuçlanacağı öğrenci talebinin azlığından ortaya
çıkmaktadır. deniyor. Bakalım, gerçekler öyle mi, talep az
mı? 4 Kasım 2014 itibarıyla yurt genelinde açılan kurs
merkezi olan okul sayısı 17 bin küsur, açılan kurs
sayısı 196 bin küsur, müracaat eden öğrenci sayısı 2
milyon 547 bin 902, görevlendirilen öğretmen sayısı 104 binin
üzerinde. Demek ki kurslara ihtiyaç var, demek ki talep az değil. Hiç
şüpheniz olmasın, kurslara katılan öğretmelerin ücretleri
de en kısa sürede düzeltilecek.
Değerli arkadaşlar, evet,
serbest kıyafet uygulaması da gensoru sebebi. Arkadaşlar,
velilere güvenelim, öğrencilere güvenelim, verecekleri kararlara
saygı gösterelim. Yönetmelik gayet açık, kararı öğrenciler
ve veliler veriyor. Dünyaya bakalım, gelişmiş ülkelere
bakalım; tek tip kıyafet uygulamasını Fransa 1968de,
Almanya 1980lerde, İngiltere 1950lerde terk etti. Okul
dışında aynı mahallede, sokakta bir arada serbest
kıyafetlerle oynayan, arkadaşlık eden öğrencilerin okulda
da serbest kıyafet giymelerinin ne sakıncası olabilir? Serbest
kıyafet uygulayan okullardaki öğrencilerin öz güveni, gözlerindeki
ışıltı ne kadar doğru bir iş
yaptığımızı gerçekten gösteriyor.
Değerli arkadaşlarım,
evet, yine YÖK Yasasının değişmemesini bile Sayın
Nabi Avcıdan soran ve gensoru sebebi sayan anlayışı,
doğrusu, anlamakta da güçlük çekiyorum. Eğer YÖK Kanununun
değiştirilmemesi gensoru ve bakan düşürme sebebiyse 1982den
beri, içinde MHP ve CHPnin de bulunduğu hükûmetlerin Millî Eğitim
Bakanlarının hep istifa etmesi gerekirdi herhâlde.
Yine unutmayalım ki YÖK Kanunu
Anayasadan da eski olup Anayasa değişikliği yapmadan
-yükseköğretim kurumlarının kısaltılması olan-
YÖK Kanununun adını bile değiştirmek mümkün değil.
Evet, Anayasayı değiştirmeden, köklü bir YÖK
değişikliği zor. Gelin, Anayasayı ve YÖK Kanununu
değiştirelim desek yine biriniz Çay içer gidersiniz. dersiniz
herhâlde, bir diğeriniz de Hiç gelmeyin, kapımız kapalı.
dersiniz. Hiç merak etmeyin değerli arkadaşlar, inşallah, 2015
yılı yeni anayasa yılı olacak. İşte, o zaman, YÖK
Kanunu da değişecek, onu değiştirmek de inşallah,
bize, AK PARTİye nasip olacak. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlar,
işte, gerçeklikten ve dayanaktan yoksun gensoru ve gerekçeleri; işte,
Sayın Bakanımız Nabi Avcı ve AK PARTİ
iktidarının eğitim politikaları; inanıyorum ki elini
vicdanına koyan herkes der ki: Teşekkürler AK PARTİ,
teşekkürler Sayın Nabi Avcı.
Bu duygularla, AK PARTİ Grubu
olarak Sayın Nabi Avcı hakkında verilen gensoru önergesinin
aleyhinde olduğumuzu bildirir, yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Erdemir.
Hükûmet adına Millî Eğitim
Bakanı Sayın Nabi Avcı.
Buyurunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Eskişehir) Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; bir kere daha Millî Eğitim
Bakanlığının yaptığı icraatı anlatmak
üzere huzurunuzdayız gensoru vesilesiyle. Bu nedenle
arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyoruz;
yaptıklarımızı, yapmadıklarımızı bir
kere daha hep birlikte hatırlamaya vesile oldular.
Şimdi, sürenin
kısıtlılığı nedeniyle çok hızlı,
başlıklar hâlinde gensoru gerekçesinde dile getirilen hususlarla
ilgili konuları elden geçirmek istiyorum.
Birinci iddia: 4+4+4 eğitim sistemi pilot uygulama
yapılmadan hayata geçirildi. Arkadaşlar, 4+4+4 eğitim sistemine
kademeli bir şekilde geçiş yapıldı. İlk yıl
1inci ve 9uncu sınıflarda olmak üzere kademeli bir geçişti bu,
ara sınıflar bu ilk geçişlerden etkilenmedi. Bu çerçevede
haftalık ders çizelgeleri ve ders programları da kademeli olarak
değiştirildi.
İkinci iddia çocukların okullara başlama
yaşlarıyla ilgili. Okulların açılacağı
yılın eylül ayının sonu itibarıyla 66 ayını
dolduran çocukların ilkokula başlamaları gerekiyor. 60-66 ay
arası çocuklar velilerinin talebi üzerine ilkokula kaydediliyorlar.
Fiziken veya ruhen hazır olmadığı düşünülen 66-72
aylık çocuklarsa doktor raporuyla ilkokul yerine ana
sınıflarına kayıt yaptırabiliyorlar. Ayrıca,
hangi ayda, hangi yaşta olursa olsun, hangi ayda ilkokula kayıt yaptırmış
olursa olsun bütün çocuklarımız öncelikle uyum eğitiminden geçiriliyor.
Bununla ilgili çalışmaları, durum tespiti yapmak için 11.957
okul müdürünün katıldığı bir araştırma
yaptık. Okul müdürlerinin yüzde 70i 1inci sınıf uyum ve
hazırlık çalışmalarının öğrencilerin ve
velilerinin okula uyumuna katkı sağladığını belirttiler.
Gerekçede yer alan üçüncü iddia:
Serbest kıyafet uygulaması. İddiaya göre, bu uygulamamız
hem okul yönetimlerine hem öğretmenlere hem de velilere problemler
oluşturmuş. Şimdi, öncelikle şunu hatırlamakta fayda
var: Hiçbir Avrupa Birliği ülkesinde zorunlu ve tek tip öğrenci
kıyafeti uygulaması yok. Bizim uygulamamızda da öğrenci
kıyafetleri velilerin çoğunluk kararına göre belirleniyor ve bu
kararda da ekonomik, sade ve pedagojik esaslara uyulması ilkesi
dışında bir kısıtlamamız yok. Ve bu uygulama,
gerçekten özellikle okul aile birliği üzerinden kararlar
geliştirildiği için demokrasi kültürüne de çok ciddi katkıda
bulundu, bulunuyor.
4+4+4le okulların birden fazla
eğitim yapmak zorunda kaldığı iddiası da dördüncü
iddia. Okulların dönüşümü bizim planlamamızda, stratejik
planımızda üç yıla yayılmıştı ve 2014-2015
eğitim öğretim yılı itibarıyla
binalarımızın yüzde 98inin ilkokul ve ortaokul olarak
dönüşümü tamamlanmıştır. Burayı
alkışlayabilirsiniz, yüzde 98. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Ortaöğretim Genel Müdürlüğüne bağlı
liselerin yüzde 3ünde, mesleki ve teknik liselerimizin ise sadece yüzde 8inde
ikili eğitim yapılıyor; yüzde 3 ve yüzde 8. İkili
eğitimi bütünüyle ortadan kaldırmak için çalışmalarımız
da devam ediyor.
Beşinci iddia: Öğretmen ve yöneticilere
sahip çıkılmadı. Şimdi, biraz önce Avni Bey rakamları
açıkladı ama biz muhalefetin icraatımızı günü gününe
takip etmemesini anlıyoruz da kendimiz bile kendimizi takip etmekte zorlanıyoruz.
Avni Bey 92 bin atama yapıldığını söyledi; son
atamayı, bu ayki 15 bini dâhil etmemişti. Dolayısıyla, onu
da kattığımız zaman 107.374 ama bu iyi bir tevafuk oldu AK
PARTİnin kendi kendisiyle yarıştığının bir
göstergesi olarak. 107.374 öğretmen ataması gerçekleştirdik.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep)
Emekli olanlar, meslekten ayrılanlar; aradaki fark ne kadar?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) Onlarla birlikte, ben, hani övünmek gibi
olmasın ama cumhuriyet tarihinin en fazla öğretmen ataması yapan
Bakanı olmakla da ayrıca iftihar ediyorum ve grubumuza, Hükûmetimize
bu konudaki destekleri nedeniyle ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bu, öğretmenlerimizin eş
durumu tayinleri nedeniyle mağdur edildiklerine dair bir iddia: 2013-2014
yıllarında öğretmenlerimizin eş özrü ve sağlık
özrü nedeniyle yer değiştirme taleplerinin tamamı
karşılanmıştır. 2015 yılının ilk
yarısında yani bugünlerde, sömestire girerken yapılan taleplerin
de yüzde 98ini karşıladık. 800 küsur civarında
öğretmenimiz için de çözüm arayışlarımız sürüyor
onları da bir şekilde eşleriyle bir araya getirmek için; yüzde
98ini birleştirdik.
Sağlık özrü ve özel
hayatı etkileyen durumlara bağlı yer değişiklikleri
daha önce dönemsel olarak yapılıyordu, şimdi gerekli belgeler
sunulduğunda her an yapıyoruz. Özellikle sağlık özrüyle
ilgili veya özel hayatı ilgilendiren nedenlerle eğer bir yer
değiştirme talebi olursa dönem sonunu beklemek gibi bir
kuralımız yok, işin aciliyetine göre ve ciddiyetine göre hemen
uygulamaya koyuyoruz.
Bir sonraki, altıncı iddia,
yine bununla bağlantılı: Parçalanan aileleri
birleştirmiş gibi gözüküp alan değiştirme
dayatılması sonucunda birleşen aileler, alanlarında mutsuz
olmaktan dolayı intiharın eşiğine kadar geldi.
Evet, tamamını
birleştirdik. Ayrıca, alan değişikliği sebebiyle
bundan hoşnut olmayan, geçtiği yeni alandan memnun olmayan, mutsuz
olan öğretmenlerimizin de 2013 Aralık ayından itibaren eski
alanlarına dönüşlerine imkân sağladık, bu sorunu giderdik.
FATİH Projesiyle ilgili
birtakım iddialar burada dile getirildi. Kısaca, hemen Avni Bey çok
güzel özetledi ama tekrar da yarar var. Bu uygulama, FATİH Projesiyle
ilgili uygulamalar 2012 yılında başladı biliyorsunuz. Lise
düzeyindeki okullarımızda 114.921 dersliğin tamamına etkileşimli
tahta yerleştirildi. 20.269 okulumuzda çok fonksiyonlu yazıcının
kurulumu tamamlandı. 737.800 adet tablet bilgisayar öğretmen ve
öğrencilerimize ulaştırıldı. 3.516 okulun yerel alan
ağ kurulumu tamamlandı.
FATMA NUR SERTER (İstanbul)
Oranlarını söyler misiniz Sayın Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) - Projede özellikle önem verdiğimiz bir konu,
alacağımız tablet bilgisayarların, bundan sonraki
dönemlerde de alacağımız tablet bilgisayarların yasada da
belirtildiği gibi, yerlilik oranının yüksek tutulması. O
nedenle, ihalelerimizde ince eleyip sık dokuyoruz. O yüzden, ihale
şartnamesinin hazırlanması biraz gecikti, orada bir gecikmemiz
var. 2015 yılı içinde inşallah, 10 milyon 600 bin tablet
bilgisayar alımını gerçekleştireceğimizi söylüyorum.
FATMA NUR SERTER (İstanbul) Oran
yüzde 4.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) - Şimdi, ÖSYM ve
sınavlarla ilgili iddialar var. Tabii, bu kopya iddiaları
sınavların tarihçesi kadar eski, öteden beri oluyor bunlar. Ama,
hiçbir zaman bu kopya iddialarıyla bu dönemde olduğu kadar etkili
mücadele edilmediğini de bir kere daha vurgulayayım. 2010
yılı Kamu Personeli Seçme Sınavının eğitim
bilimleri alanıyla, bizimle ilgili olan alanla ilgili iddialar üzerine
sınav iptal edilmişti; yeni bir sınav yapıldı, bununla
ilgili adli soruşturma da devam ediyor. 2012 yılında avukatlar
için adli hâkim ve savcı sınavında sınav sonrası
ÖSYMce yapılan analizler sonucunda
ulaşılan anormal bulgular üzerine adli işlem
başlatıldı. Kanuna işlenen caydırıcı hapis
cezaları, sınav salonlarında ve binalarında uygulanan üst
düzey arama ve güvenlik tedbirleri, sinyal kesiciler, salonlarda
kullanılan kameralar, sınav sonrası analizler, başvuru ve
kimlik kaydı denetimleri kopya teşebbüslerini de en aza indirdi.
Şimdi, bununla çok doğrudan
ilgili değil ama kurumla ilgili olduğu için, ÖSYMyle ilgili
olduğu için, biraz önce Fatma Nur Hanımın sözünü ettiği 10
bin öğrencinin paralarını yatırdıkları hâlde
sınava girememeleriyle ilgili olan konu kendisinin
anlattığı gibi ama bir ilave var; ben -kendisinin de
söylediği gibi- o dönemde konuyla ilgili olarak ÖSYM
Başkanımızla görüştüm fakat görüştüğümüz tarihte soru kitapçıkları
basılmıştı, salon planlamaları
yapılmıştı ve o zaman ÖSYM dedi ki: Bu öğrenciler,
bizden kaynaklanan bir nedenle değil, sadece kendi o onay butonuna
basmamaktan kaynaklanan nedenlerle bu sınava alınmıyorlar.
Bizim, şimdi sınav salonlarını bu öğrencileri araya
katacak şekilde yeniden planlamamız, sınav güvenliğini,
soru güvenliğini
Çünkü o salonlara dağıtılacak olan soru
kitapçıklarının isme yazılı ve cevap
kâğıtlarının paketlerinin açılıp her bir
öğrencinin, o 10 bin öğrencinin o paketlere tekrar
yerleştirilmeleri gerekiyor; bu da, bütün sınav güvenliğini
berhava edecek bir işlem olacağı için yapamayız. dediler.
FATMA NUR SERTER (İstanbul)
Öyleydi zaten, ben de aynı şeyi söyledim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) Efendim, on yıllık AK PARTİ
kadrolarını yok sayıp uzman olmayan kadrolarla devam
ettiğimize dair gerekçede bir iddia
Bizim mevcut personelimizden, özellikle
üst düzey yönetimimizin eğitimle ilgisi bakımından bir
eleştiri vardı anladığım kadarıyla. Müsteşar
yardımcılarımızın ortalama eğitimle ilgili
kariyerleri yirmi dört yıllık, genel müdür düzeyinde en az on yedi
yıllık, daire başkanı düzeyinde en az on iki
yıllık eğitim
FATMA NUR SERTER (İstanbul) Kime söylüyorsun?
Bana mı söylüyorsunuz? Ben öyle bir şey demedim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) Sizinle ilgili değil.
Efendim, dershaneler meselesi
Bence bu
gensorunun asıl verilme nedeni burası. Şimdi, son durum nedir?
Ben, onunla ilgili bilgileri sizinle kısaca paylaşayım.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri)
Mahkeme kararlarını uygulamamanız olamaz mı Sayın
Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) - Dershanelerden özel okula dönüşmek için
başvuru yapan kurumların sayısı 1.295. Bunlardan 979
tanesinin dönüşüm programına alınmasına onay verildi.
Şimdi, Dershanelerin dönüşüm
süreci çalışanları işsiz bırakacak. gibi orada bir
gerekçe veya iddia var. Tam tersine, okula dönüşen dershanelerin daha çok
personele ihtiyacı olacak ve dolayısıyla bu hatta yeni bir
istihdam alanı açmaya da vesile olacak.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) Madem
niye o kadar dershane açtırdın Sayın Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) - 6 Şubat 2015 tarihi itibarıyla dershanelerde,
dershanelerimizde, dönüşmekte olan dershanelerimizde eğitim personeli
olarak 44.470 kişi çalışıyor. Şimdi önergede bir 100
bin rakamı, 100 binlerce kişi işsiz kalacak, eğitim
personeli dışında orada hizmette çalışan 100 binlerce
insan işsiz kalacak. deniliyor. Gerçek rakamı söyleyeyim:
Dershanelerde çalışan, sigortalı, kayıtlı
çalışan sayısı -bu durumda olan 100 binler filan
değil- 5.536 kişi.
Şimdi, bir de bu takviye
kurslarımızla ilgili, dershanelerle bağlantılı olarak
takviye kurslarımızla ilgili, önergede, işte, takviye
kurslarının açıldığı ama öğrencilerin ve
öğretmenlerin buna ilgi göstermediği gibi iddialar var, burada da
dile getirildi.
Peki, dershaneye
giden öğrenci sayısı neydi, açtığımız
takviye kurslarına giden öğrencilerin sayısı ne? Düzenleme
öncesinde dershanelere giden öğrenci sayısı 1 milyon 220 bin,
dershanelere gidenler. Bizim Ekim 2014 tarihinden itibaren örgün ve yaygın
eğitim kurumlarında açtığımız takviye
kurslarına gelen öğrenci sayısı 2 milyon 547 bin 902.
Dershanelere giden 1 milyon 200 bin, takviye kurslarına gelen
öğrencilerimizin sayısı 2 milyon 547 bin, 2 katından fazla.
Ayrıca bu takviye kurslarımızda -sizin de söylediğiniz
gibi- çok düşük ücretlere rağmen -ona teşekkür ederim-
artırdık ders saati ücretini ama
SEYFETTİN YILMAZ (Adana)
İktidarınız döneminde dershanelerin sayısını niye
artırdınız o zaman Sayın Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) -
104.799 öğretmenimiz ücrete falan bakmadan bu
takviye kurslarında görev yapıyorlar. Ben buradan hepsine ayrı
ayrı bir kere daha çok teşekkür ediyorum. Çocuklarımız
adına, Millî Eğitimimiz adına çok teşekkür ediyorum.
İLHAN CİHANER (Denizli) -
Sayın Bakan, boykota destek verecek misiniz? Yarın boykot var.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) Bu, öğretmenlere tatmin edici ücret
verilmediği iddiası belki de bu gensoru önergesinin tek doğru
iddiası. Doğru, tatmin edici bir ücret vermiyoruz ama dediğim
gibi 104 bin öğretmen buna rağmen gönüllülük, artık gönüllülük sayılır
Onu artırdık yani Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi. Plan ve
Bütçe Komisyonundaki katkılarından ötürü bütün Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesi arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. Bu
takviye kurslarında görev yapan öğretmenlerimizin ders saati ücretlerini
2 katına çıkardık. 2 katına çıkardık da ne
yaptık? 9 liraydı 18 lira yaptık. Dolayısıyla
öğretmenlerimize fedakârlıkları için tekrar çok teşekkür
ediyorum.
İLHAN CİHANER (Denizli) -
Boykot için bir şey söyleyecek misiniz? Yarın boykot var.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) Bu, yeni atanan öğretmen adaylarına sözlü
sınav getirilmesine ilişkin. Şimdi, süre çok
azaldığı için hızlıca okuyacağım. Yeni
atanan öğretmenlerin öncelikle yeterlik alanlarına uygun bir şekilde
çok yönlü olarak yetişmeleri sağlanacak, hizmet içi eğitimlerden
geçirilecek, daha sonra performans değerlendirmesi, ardından
yazılı ve sözlü sınava alınacaklar. Dolayısıyla
sadece sözlü sınav iddiası doğru değil.
Açık liselere kayıt yapan
öğrencileri takip ediyoruz.
Okul müdürü atamalarında
yandaş sendikalardan kişiler seçildi.
Dört yıllık görev süresini
tamamlayan 16.559 eğitim kurumu müdürünü değerlendirmeye aldık.
Yapılan değerlendirmeler sonunda 75 ve üzeri alanlardan 8.156sı
görevlerine devam ediyor.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) Neye
göre aldınız? Bir sürü, emek veren müdürü görevden aldınız.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) Sendikalara göre
söylüyorum şimdi.
Görev sürelerinin uzatılması
kapsamında 75 ve üzerinde puan alan müdürlerin sendikalara göre
dağılımı:
EĞİTİM-BİR-SEN;
6.903 kişi değerlendirmeye alınmış, 4.900ü
başarılı, 75in üzerinde.
TÜRK EĞİTİM-SEN; 3.922
kişi değerlendirmeye alınmış, 1.146sı 75
üzerinde almış.
EĞİTİM SEN; 1.207
kişi değerlendirmeye alınmış, 386 kişi 75 üzeri
almış,
EĞİTİM-İŞ; 403
kişi, 84ü
Diğerleri daha küçük rakamlar.
ZÜHAL TOPCU (Ankara) Yüzde 80
EĞİTİM-BİR-SEN Hocam!
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) TEOG
sınavlarında yaşanan sorunlar yüzünden ailelerin psikolojileri,
öğrencilerin psikolojileri bozuldu.
Tam tersine, burada,
yaptığımız çok ciddi araştırmalar var. Ortak
sınavların kendi okulumda yapılması -yani TEOG
dediğimiz sınavlarla yapılması- beni rahatlatıyor.
diyen öğrencilerin oranı yüzde 87i.
Ortak sınavların iki
ayrı günde yapılması olumlu, yüzde 86.
Yani sınavın bütün
bileşenlerini sorduğumuzda anket çalışmalarımızda
yüzde 80-90lar arasında memnuniyet görüyoruz.
Şimdi bugünlerde, bu son
yapılan sınavlarda 4.800 öğrenci, efendim, nasıl bu
çocukların hepsi tam puan aldılar?
Şimdi, arkadaşlar, 1 milyon
300 bine yakın öğrenci. Bunlar yarışma sınavı
değil, bunlar sınıflarda yapılan denetimli
yazılılar. Yani sizin de, benim de, hepimizin normal lise hayatımızda
girdiğimiz yazılı sınavlar. Yazılı
sınavlarda çocuklardan bazıları tam puan almış. Ne
kadarı? 1 milyon 300 bin öğrenciden 4.800ü. Bu da şüphe
uyandıracak bir oran değil. Kaldı ki buna rağmen biz
herhangi bir şekilde bir yığılma olduğu zaman bir
yerde onları ayrıca araştırıyoruz orada bir sorun var
mı diye.
Bir de Bu TEOG sınavları
tekrar değiştiriliyor. falan gibi bir söylem burada da,
dışarıda da söyleniyor. Bu doğru değil.
ZÜHAL TOPCU (Ankara) Hocam
sonuçları neden açıklanmıyor? Sonuçları istiyoruz.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) Bakın, geçen
sene ilk defa uyguladığımız özel okullara teşvik
kapsamında çocukları ister istemez bir devlet okuluyla irtibatlı
gösteriyorduk. Şimdi bu sene özel okullarda okuyan çocuklarımıza
da bu teşviki verebileceğimiz için çocukların illa bir devlet
okulunda
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) Biraz müsaade eder
misiniz? Üç grup altmış dakika konuştu.
BAŞKAN - Bir saniye, ben size iki
dakika söz vereceğim.
ZÜHAL TOPCU (Ankara) Hocam, istatistikleri
istiyoruz.
BAŞKAN Buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) Biraz daha uzatın.
BAŞKAN O kadar olamaz. Ben
hayatımda ilk defa böyle bir şey yapıyorum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) TEOG sınavlarını yeniden şey
yapmış değiliz, sadece geçen sene yaptığımız
bazı uygulamalara bu sene gerek kalmadı. Bunu da ayrıca Millî
Eğitim Bakanlığının sitesinden duyurduk, yapmayı
düşündüğümüz değişiklikleri, taslağımızı,
bunu çok yapıyoruz ama ne yazık ki gözden kaçıyor. Her yeni
yönetmelik veya düzenlememizi mutlaka Millî Eğitim
Bakanlığı sitesinden duyuruyoruz. İlgili bütün
paydaşlar, öğrenciler, öğretmenler, siyasetçiler, sivil toplum
kuruluşları, eğitimciler girsinler, lütfen orayla ilgili
değerlendirmelerini, eleştirilerini, önerilerini bize iletsinler diye
bunları açıklıyoruz.
Meslek liseleriyle ilgili -böyle
artık rastgele seçerek gitmek zorundayım- bakın, 2004
yılında meslek liselerimizde o katsayı uygulaması yüzünden
1 milyon 102 bin öğrenci vardı, 2014te 2 milyon 513 bin ve 62 alanda
226 dalda meslek eğitimi veriyoruz. Bu öğrenci sayısı ve bu
okullaşma oranı OECD ortalamalarının üzerinde.
Öğretmenlerin
maaşlarıyla ilgili, öğretmenler biliyorlar onun dolar
bazında, avro bazında, yüzde 200, yüzde 98,17 artış
olduğunu.
Yurt dışındaki
akademisyenlerle ilgili düzenlemelerimizi, yurt dışındaki
çocuklarımız, doktora yapan, master yapan öğrencilerimiz,
kendilerine sağlanan imkânları biliyorlar.
Harç sorunuyla ilgili olarak
katlamalı harç meselesini dün Bakanlar Kurulunda görüştük. Onunla
ilgili düzenlemeyi açıkladık.
Daha söylenecek çok şey var ama
süre maalesef bu kadar.
FATMA NUR SERTER (İstanbul)
Sayın Bakan, şube müdürlerini söyler misiniz?
ZÜHAL TOPCU (Ankara) Kürtçe okullarla
ilgili
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) Ben bu önergeyi veren arkadaşlarımıza
çok teşekkür ediyorum, muhabbet izhar eden arkadaşlarımıza
çok teşekkür ediyorum. Muhabbet karşılıklı. Ama
biliyorum, sizin gözünüzde en iyi Millî Eğitim Bakanı giden Millî
Eğitim Bakanı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NABİ AVCI (Devamla) Daha buradayız.
Çok teşekkür ediyorum. İyi
çalışmalar diliyorum. Hepinize ayrı ayrı çok teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Avcı.
Millî Eğitim Bakanı
Sayın Nabi Avcı hakkındaki gensoru önergesinin gündeme
alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, gensoru önergesinin gündeme
alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza
sunuyorum: Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler
Kabul etmeyenler
Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul
edilmemiştir.
Birleşime on beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.46
İKİNCİ
OTURUM
Açılma Saati:
17.05
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: İsmail
KAŞDEMİR (Çanakkale), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)
----0----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55inci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına
geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile
Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada yer alan, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
ile Adalet Komisyonu Raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve
Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484)
(S. Sayısı: 287)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü sırada yer alan, Ceza
İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
3.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı:
616)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4üncü sırada yer alan, Askeri
Hakimler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Askeri Hakimler Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/1008) (S. Sayısı: 685)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5inci sırada yer alan, Kültürel
İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
5.- Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin
Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/292) (S. Sayısı: 54)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6ncı sırada yer alan,
Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün Yapısal
Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon Projesinin
Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu
Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
6.- Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün
Yapısal Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon
Projesinin Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, gençlik ve Spor
Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/333) (S.
Sayısı: 104)(x)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet
burada.
07/05/2014 tarihli 86ncı
Birleşimde tasarının 2nci maddesi üzerinde görüşmeler
tamamlanmıştı.
2nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi, 3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN 3üncü madde üzerinde söz
talepleri var.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Kayseri Milletvekili Sayın
Yusuf Halaçoğlu.
Buyurunuz. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU
(Kayseri) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, gerçekten, maddeler konuşuldu bunda ama sizlerle
bir önemli konuyu paylaşmak istiyorum, onun için söz aldım.
Balkanlarda
bıraktığımız kültürel varlıklarımız
Türkiye açısından, hepiniz takdir edeceksiniz ki son derece
önemlidir. Bunların restorasyonu ve koruma altına alınması
son derece önemlidir. Çünkü, beş yüz yıllık bir oradaki
Osmanlı Dönemi Türk hâkimiyetinin hepsi birer eseridir bize kalan, intikal
eden. Burada bir iki konuya değineceğim ama sizlerle bir konuyu
paylaşmak istiyorum.
Biliyorsunuz, 1923te mübadele söz
konusu oldu ve Yunanistandaki Türkler Anadoluya nakledildi; Anadoludaki,
İstanbul dışındaki Rumlar da Yunanistana nakledildi.
İşte, bu sırada çok hazin durumlar meydana geldi. Oradan
Türkiyeye göç eden Türkler, beş yüz yıllık yurtlarını
terk ederken aslında bütün atalarının, analarının,
babalarının mezarlarını da orada bırakarak döndüler.
İşte, onlardan size bir örnek vermek istiyorum, hüzünlü bir örnek
vermek istiyorum, bizzat baştan geçmiş olan bir örnek. Buna Son
Ezan ismini veriyorlar, Son Ezan. Bunu büyükelçimiz Erol Uzsoy
yazmıştı. Konuyu sizlerle paylaşmak için olduğu gibi
okumak istiyorum.
Müezzin İsmail Efendi
yıllardır her gün 5 defa çıktığı minareye bu defa
adımlarını zorlukla atarak yavaş yavaş
çıktı.
Arkadaşlarımız,
konuşmadan
Lütfen konuşmazsanız, istirham ediyorum.
Gecenin sessizliği ve
serinliği içinde ovanın karanlığına,
aşağıdaki evlerdeki zayıf ışıklara
baktı. Daha önce yüzlerce defa okuduğu ezanın,
atalarının yüzyıllardır yaşadığı bu küçük
kasabada son defa yankılanacağını düşünerek ellerini
kulaklarına götürdü. Derin bir iç geçirerek gözlerini kapattı. Sicim
gibi yaşlar kır düşmüş sakallarına doğru
süzülürken ağır, yanık bir sesle yatsı ezanını
okumaya başladı.
Yağ kandilleriyle
aydınlatılmış camide imam efendi ve cemaat,
başları öne eğilmiş, gözlerinden süzülen yaşlarla
İsmail Efendinin okuduğu yatsı ezanını son defa
dinlediler. Kasabanın en uçtaki evlerine kadar bütün kasabalılar
aynı hüzün ve sessizlikle, başları önlerinde, ezanın
bitmesini beklediler.
İmam Şefik Efendi son
rekâtı kıldırıp selam verdiğinde cemaatin
hıçkırıkları sessizliğin içinde
yankılanırken, sanki yarın her biri bir tarafa
dağılmayacak, belki de birbirlerini bir daha hiç görmeyeceklerini
düşünmeden, herkes başı önde, kafalarında bin bir
düşünce, evinin yolunu tuttu. Cemaatin tamamı
dağılınca Şefik Efendi, kapıda dikilen Müezzin
İsmail Efendi'den başka kimsenin kalmadığını
gördü. "Sen de gidebilirsin İsmail Efendi" dedi.
"Kapıyı ben kapatırım." İsmail Efendi
boğazına düğümlenen acıyla hiçbir şey diyemeden
ağır adımlarla çıktı.
İmam Şefik Efendi, cübbesiyle
olduğu yere çöktü, sarığını çıkardı. Küçücük
bir çocukken dedesiyle bu camiye geldiklerini, camide kılınan bayram
namazlarını, avludaki bayramlaşmaları, cami hocasından
gördüğü dersleri aklından geçirdi. Birisi bu tarihî camide son
namazı kendisinin kıldıracağını söylese idi herhâlde
kötü bir rüya diye düşünürdü. Ama işte, önce söylenti şeklinde
duydukları, sonra jandarma kumandanı ve cemaat liderleri
tarafından da resmen bildirilen o gün gelmişti.
Yüzyıllardır yaşadıkları, bütün atalarının
gömülü olduğu bu toprakları yarın terk edeceklerdi. Bu tarihî
camide son namazı kıldırmak da ona düşmüştü.
Çöktüğü yerden yavaşça
kalktı. Kandilleri tek tek söndürdü. Son kalan kandilin titrek
ışığında minbere çıktı. Bohçanın içinde
sarılı Kur'an'ı öpüp başına koyduktan sonra koynuna
soktu. Ağır adımlarla dışarı çıkarak
halının altındaki kocaman anahtarla kapıyı her zamanki
gibi iki kere kilitledi. Gecenin serinliğinde içinden "Allah
yardımcımız olsun, camimiz de atalarımızın
ruhlarına emanet olsun." diyerek gözlerinden süzülen yaşlarla,
ağır adımlarla karanlığın içinde kayboldu.
Değerli milletvekilleri,
aslında burada bizim üzerimize düşen görevi İmam Efendi son
cümlesinde çok iyi açıklamış. Atalarının
ruhlarına emanet ettiği oradaki bizim kültür
varlıklarımızı atalarının torunları, bizler,
maalesef hangi ölçüde koruyabiliyoruz? Bunu çok iyi düşünmemiz lazım.
Bakın, ben yıllardır ifade ediyorum, Kültür
Bakanlığının, yurt dışındaki mimari
yapılarımızı aslına uygun restore edebilmek için bir
birim kurması gerektiğini söylüyorum ama bir türlü gerçekleşmiyor,
TİKAya bırakılıyor. TİKAya
bıraktığınız bu onarım meselesi maalesef
aslına uygun restorasyona imkân vermiyor, maalesef. Nitekim, bakın,
Rodos Murat Reis Külliyesi, buradaki Mehmet Paşa Türbesi şu an
yıkılmış durumda ve hiç kimse ilgilenmiyor. Keza, Rodos
Süleymaniye Medresesine Yunanlılar el koymuş durumdalar
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa)
Doğru değil. Sorun Yunanistanda.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla)
Bakın, bir dakika, Yunanistanda değil.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa)
TİKA, Yunanistan
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) Ben
söyleyeceğim
Kardeşim, bir dinleyin, ben size söyleyeyim. Gidip
gören, bilen insanım. Konuşmayın, dinleyin, ondan sonra
konuşun.
Yunanlılar el koymuştur, Ege
Üniversitesi, kendilerinin üniversitelerine tahsis etmişlerdir, orası
Türk vakfına ait olmasına rağmen. Biz burada Vakıflar
Yasası çıkarıyoruz, onlar vakfa ait olan bir eseri kendi
üniversitelerine veriyorlar.
Yine, Şumnu Şerif Halil
Paşa Camisi 1998den beri sözde restore edilmekte. Balkanlarda UNESCO
tarafından tescil edilmiş tek eserimizdir. Buna rağmen,
maalesef, restorasyon devam etmemektedir. Keza, Filibe Sultan Murat Camisi içinde, Bursa Yıldırım
Camiinde olduğu gibi, içeride şadırvanı vardır onun
da, maalesef, bizim tarafımızdan yapılan restorasyonda bu
şadırvan yerle bir edilmiş, dümdüz hâle getirilmiş,
şadırvan yok edilmiştir. Yani, tıpkı
Yıldırım Camiindeki, hepimizin bildiği Ulu Camideki o
şadırvanı biliyorsunuz, o şadırvan yok edilmiştir
orada. Keza, Üsküp Mustafa Paşa Camisi bahçesinde bulunan
şadırvan, maalesef, yine TİKA tarafından restore edilirken
aslına uygun restore edilmek yerine modern hâle getirilmiştir,
yıkılmıştır. Buna benzer bir sürü örnekler
vardır.
Rodosa gelince, bakın, söyleyeyim
size -Rodosa ben de gittim, kaç kere gittim- Rodosta, arkadaşım, Süleymaniye
Camii
Bakın, şimdi, Murat Paşa Külliyesi var biliyorsunuz
orada. Şu an, onun bakıcısı olan kişi de rahmetli
olmuştur. Ama, orada, inanın ki yıkılmıştır.
Bakın, yine oradaki birçok türbeler yıkılmayla yüz yüzedir.
Yunanistandan kaynaklanıyor. diyorsunuz ama Yunanistanla her türlü
anlaşmayı yapıyorsunuz ama, restorasyon konusunda niye
anlaşma yapmıyorsunuz? Onlarla ilgili, bakın, 52 tane kiliseyi
onardınız siz Türkiye'de. Ama, bakın, bunları da ibadete
açtınız. Bunlara karşılık siz niye Fethiye Camisini,
Atinadakini açmıyorsunuz? Niye Selanikteki bir tanesini
açmıyorsunuz? Ama, buna karşılık ne yapıyorsunuz? 1023
Lozan Antlaşmasında olmamasına rağmen siz Bursaya
metropolit atıyorsunuz. Hangi sebeple atıyorsunuz?
Zeytinbağının ismini Tirilye yapıyorsunuz; hangi sebeple
yapıyorsunuz, söyler misiniz? Niye Ispartaya veya Kütahyaya metropolit
atıyorsunuz? Lozana göre metropolit atayacağınız sadece
İstanbul ilçeleridir, başka hiçbir yere atayamazsınız.
Bunları atarken niye Yunanistanla eşdeğerlik üzerine,
mütekabiliyet üzerine yapmıyorsunuz bunları? Bakın, ben size bir
şey söylüyorum: Oradaki eserlerimizi araştıran, restorasyonunu
yapan Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla,
benim eşimdir, hepsinden tek tek haberim var. Dolayısıyla,
bakın, bir şey söylüyorum, bunu herhangi bir siyasi sebeple
söylemediğimi konuşmalarımdan anlıyor olmanız
lazım. Ne diyorum? Kültür Bakanlığı bunları ciddi bir
şekilde yapmak üzere kendi içinde bir birim oluştursun diyorum, yurt
dışında restorasyon yapacak birim oluştursun, özel statüyle
yapsın bunu. Birtakım kanunlar çıkarılsın, o kanunlar
çerçevesinde yurt dışında, şimdi Türkiye'deki gibi bir
ihale sistemi dışında bir özellik verilsin ve bu eserler
aslına uygun olarak yapılsın. Ama, bakın,
Makedonyanın Ohri kentinde Fetih Camii, Fatih Sultan Mehmet
tarafından yapılan cami yıkıldı mı?
Yıkıldı. Kimin izniyle yıkıldı? Kültür
Bakanlığının izniyle yıkıldı ve şimdi
kilise yapıldı oraya. Şimdi, bakın, bunlar bizim
hatalarımızdır, bunu kabul etmek zorundayız.
Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Halaçoğlu.
Özellikle konuşmanızın
ilk bölümü
Hepimizi kalbimizden vurdunuz, sağ olasınız, hele
benim gibileri.
Sağ olun, çok teşekkür
ederim.
Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın
Hasip Kaplan
(HDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
HDP
GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biliyorsunuz,
partimizin programında tarihe, kültüre ve varlıklarına hem
Türkiye'de hem de dünyada sahip çıkma anlayışımız
vardır çünkü insanlığın ortak kazanımları ve
insanlığa mal olan bu tür değerli eserleri, yapıtları
elbette ki korumak lazım.
Şuradan bu sözleşmeye baktığım
zaman aslında
koalisyon hükûmetlerinden AK PARTİ hükûmetlerine kadar, TİKA
çalışmalarından günümüze kadar yapılanların ne kadar
gayriciddi olduğunu bir gösteriyor zaten, onu söyleyeyim. Niye gayriciddi?
Düşünün, 2007de UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine alınan
bir eser. İkinci Dünya Savaşında faşistler gelmiş,
orada partizanlarla savaşmış, hasar görmüş, sonra
Bosna-Hersek savaşında en büyük tahribatı yaşamış
ve işte o 11 gözlü ve 1577de Drina Irmağı üzerinde yapılan
bu köprüyle ilgili çalışmaların yetersiz olduğu ve sonuçta
bu sözleşmeyle tekrardan yapılması gerektiği dile
getiriliyor.
Şimdi, biz,
böylesine bir tarih mirasına, böylesine UNESCOnun koruma altına
aldığı bir gerçekliğe, böylesine de güzel bir esere
Ki Mimar
Sinanın çok fazla eserleri var o bölgede ama Drina Köprüsü
romanını bilirsiniz -edebiyatla ilgisi olanlar okumuştur
mutlaka- Ivo Andricin romanı da bu konuda çağrışım
yapıyor. Şimdi, bu çok güzel arkadaşlar. Peki, Hükûmetin bu
hassasiyetini, Osmanlı sevdasını ele alalım ve buradan
gelelim, milliyetçi duygularla bu sahiplenmeye gelenlere de söyleyelim ve sonra
şöyle dönelim: Allah aşkına, Allah aşkına
vicdanlarınıza sesleniyorum. Vicdanlarınıza sesleniyorum
çünkü Türkiyede, dünyanın, 21inci yüzyılda en büyük tarih ve kültür
katliamı nerede yapılıyor biliyor musunuz? Hasankeyfte
yapılıyor. Hasankeyfteki köprü sular altında
bırakılacak. Hasankeyfteki köprü öylesine bir köprü ki, o köprüden
Hasankeyfin o tarihî konaklarından, kayalıklarından tahtalar
üst üste atılır ve öyle geçilirdi. Bugün hâlâ dimdik ayakta olan
Hasankeyfin camileri, kümbetleri, tarihî, on beş bin yıllık
tarihini otuz yıllık bir elektrik kârına, marjına
yabancı şirketlere ve küresel sermayenin uğruna kurban edip
sular altında bırakırken bu ne yaman çelişkidir
arkadaşlar, bu ne yaman çelişkidir.
Eğer tarihe sahip çıkmaksa önce kendi
tarihinize de sahip çıkacaksınız, elbette ki Bosna-Hersekteki
tarihe de sahip çıkacaksınız. Ama kendi gözünüzün önünde yitip
giden tarihe bakıp da burada vicdanen rahatsızım demeyecek, iki
söz söylemeyecek milletvekilleri seyirci kalıyorlar.
Cizreden
Hep Cizreyi konuşursunuz değil mi?
Bafid Köprüsünü Google girin, bir tıklayın bakayım. Önünüzde
hepinizin bilgisayarlar duruyor. Cizrenin hemen yanında çevre yolundan
geçerken Dicle Nehrinin sağ yakası Suriyedir, sol yakası
Türkiyedir. Ve Dicle Nehri, ırmak taştığı zaman sular
Suriye tarafına doğru aktığı zaman, Pira Bafid
Pira
Bafid pira, köprüsü demek- Bafid Köprüsü demek.
Bakın,
işte, sular taştığı zaman Türkiye tarafından
kalıyor -dikkat edin, Türkiye tarafında kalıyor- sular
kuruduğu zaman, sol tarafından akmaya başladığı
zaman Suriye topraklarında kalıyor. Ortada kalmış, harabeye
dönmüş ve bu köprünün ayaklarında 12 tane burç var. Güneşin her
ay doğduğu bir burcunun ayağında o köprünün bir anlam, bir
ifade, bir felsefe var. Bilmeyen varsa AK PARTİli Oğuz Kağan
Köksal Cizre Kaymakamıydı, size bu engin bilgiyi verebilir. Yok,
yetersiz buluyorsanız İdris Naim Şahine gidin. Yok, onu da az
buluyorsanız İçişleri Bakanı Yardımcısı
şu an Müsteşar Osman Güneşe gidin, o da Cizre
Kaymakamlığı yaptı.
Şimdi, ben, Cizre Kalesi tarihe,
kültüre kazandırılsın diye burada sekiz sene mücadeleden sonra
bu karar alındı. Bakın, muhteşem bir Bedirhan
Beyliğinin o köprü kalıntıları, saray, hamam,
Romalılara kadar giden, Mem û Zîn'in zindanı, orası, hepsi ne
güzel kazandırılıyor.
Ama şöyle bir bakın
etrafınıza, kaç yer askerî birliklerin içinde? Hakkâri Kalesi askerî
birliğin içindedir. Patnosun en tarihî kalesi askerî alayın
içindedir arkadaşlar. Sayabilirim kaç tane. Kaç tane HES barajında
kurban giden köprüyü buradan size sayabilirim.
Siz Allianoiyi hatırlıyor
musunuz? Ey Egenin milletvekilleri, zeybek deyince siz, efe deyince siz
efeliğinizden geri durmuyordunuz. Hani Allianoi, söyler misiniz bana?
Efelik burada taslanır kardeşim, burada. Ben de oynayabilirim efeliği. Öyle efelik
olmaz. Burada gelip sahip çıkacaksınız, sahip.
Biz şunu diyoruz: Kültüre sahip
çıkın, tarihe sahip çıkın, eserlere sahip çıkın,
zenginliğe sahip çıkın. UNESCOnun yakasına
yapışın. UNESCO da gereğini yapsın.
Bugün Bosna-Hersek Cumhuriyetinde
Cumhurbaşkanı altı yıllığına seçilir.
İki yıl Hırvatlar Cumhurbaşkanlığı yapar,
iki yıl Sırplar Cumhurbaşkanlığı yapar, iki
yıl da Boşnaklar yapar. Biz bu ülkede 20 milyon Kürt
yaşıyoruz, burada hâlâ bu konuştuklarımız Kürtçe
yoktur, Kürtçe diye bir dil yoktur. diye stenograflara tırnak içinde x
işareti olarak yazdırılıyor. Siz de tarihe, kültüre, dile,
bütün bunlara sahip çıkma vicdanı diye bir şey varsa, bu
Meclisin kuruluş felsefesinde Kürdistan mebuslarının tuzu varsa,
Lazistan mebuslarının tuzu varsa bütün tarihimizi, kültürümüzü hem
Türkiyede hem Avrupada hem dünyada sahipleneceğiz, sahipleneceğiz
arkadaşlar. Dünya mirasını sahiplenmek, insanlığı
sahiplenmektir. Onun için de buradan şunu çok açıklıkla
söylüyoruz: Halkların Demokratik Partisi insanlığın
kazanımı olan tarihin, kültürün, sanatın, eserin de
sahiplenicisidir; koruyucusuyuz.
Böyle sözleşmeleri böyle senelerce
burada tutmanın bir anlamı yoktu, niye geciktirmişsiniz de
anlamıyorum. Bu sizin TİKA takalar başka işler mi
yapıyor yoksa yurt dışında ya? Cidden soruyorum, başka
işler mi yapıyor? Galiba başka işlerle
uğraşıyorlar. İnanın, bunu bir
araştırırsanız çok iyi edersiniz.
Bir şeyi daha
hatırlatacağım size. Bakın, iç savaşlar,
çatışmalar başladığı zaman ne tarih dinliyor ne
kültür dinliyor ne de insanlık dinliyor. Suriyede yıkılan
tarihe bakınız, bir düşünün. Irakta yakılan tarihe
bakın; IŞİDin yaktığı camilere, ibadethanelere
bakın. Şimdi, bütün bunlara sahip çıkmak
Afganistanda
yıkılan eski dönem kutsal mabetlerine bakın. Elbette ki bunlara
sahip çıkacağız, çıkmak zorundayız. Yoksa Bosna-Hersek
mahkemesi gibi ad hoc mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
benzer bir mahkeme orada kurulur; savaş suçları mahkemesinde, bu
insanlığa karşı suç işleyenler, soykırım
suçlarını işleyenler bu eserleri de katlettikleri için sorumlu
tutulur ve bunun hesabı sorulur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) Bu
duygularla destek verdiğimizi beyan ediyoruz, biraz da Türkiyeye
vicdanınızın bakmasını diliyoruz.
Saygılar sunuyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Mersin Milletvekili Sayın Aytuğ Atıcı.
Buyurunuz. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI
(Mersin) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar,
Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün Yapısal
Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon Projesinin
Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının 3üncü maddesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Siyasi kariyerlerini ve kazanımlarını sağlam iradenin
gölgesine borçlu olmayan milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Sokullu
Mehmet Paşa Köprüsü yani Drina Köprüsü Bosna ile Osmanlı
İmparatorluğunun başkenti olan İstanbul arasındaki
kervan yolu üzerinde bulunan bir köprüdür ve etrafındaki köy ve
şehirlerin gelişmesine tarih boyunca önemli katkılar
sağlamıştır. Peki, ne olmuş köprüye? Köprü İkinci
Dünya Savaşında hasar görmüş ve ardından da aslına
uygun olarak onarılmış. Güzel. Peki, daha sonra ne olmuş?
Daha sonra olan şey şu: Bu köprüye yakın yerlere 2 tane
hidroelektrik santral yapılmış. Bu 2 tane hidroelektrik santral
nedeniyle de akarsuyun taban rejimi değişmiş ve köprünün
temellerinde ciddi hasarlar olmuş. Yani oraya yapılan 2 tane
hidroelektrik santrali köprünün temellerinde bile hasar yaratmış. Ne
yaparak? Akarsuyun taban rejimini değiştirerek.
Şimdi, ben düşünüyorum,
Türkiyede akarsularımız üzerine adımbaşı
yaptığınız ve daha sonra Tüh, keşke yapmasaydık.
Yanlış yapmışız. dediğiniz HESler, bu barajlar
acaba toprağın kompozisyonunu değiştirdi mi,
değiştirmedi mi? Buradaki çiftçiler, köylüler sizin
yaptığınız HES barajları yüzünden aç kaldı
mı, kalmadı mı? Koskoca Drina Köprüsünün bile temellerini
sarsan ve yıkılmasına neden olan bu HES barajları aynı
şekilde Türkiyede de çok ciddi hasarlar yaratmıştır. Bu
konuda gerçekten çok ciddi suçlarınız vardır, halk bunu asla
affetmeyecektir.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün restore edilmesine
elbette bir itirazımız yok. El birliğiyle yapalım, ancak
eğer Türkiyedeki gibi, burada yaptığınız icraatlar
gibi bu köprüyü restore edecekseniz Allah rızası için elinizi çekin
bu köprüden. Eğer bu şekilde davranacaksanız ne olur ellemeyin,
bir başkası yapsın. Niye bunları söylüyorum? Eğer
Mersine yaptığınız stadyum gibi yapacaksanız, yani
100 binlerce lira parayı harcayıp ondan sonra da bir tek futbol
maçı bile oynayamayacak duruma getirdiğiniz Arena Stadyumu gibi
yapacaksanız, Allah aşkına, Vişegrad köprüsüne
dokunmayınız. Eğer Vişegrad köprüsünü yaparken
tıpkı Mersindeki spor komplekslerinde yaptığınız
yolsuzluklar gibi yapacaksanız, Allah aşkına, ecdadın
yadigârına dokunmayınız. Eğer Mersinde
yaptığınız kapalı spor tesisleri gibi, bir ay sonra
her yağmurda şır şır akacak şekilde bir
inşaat yapacaksanız, bir restorasyon yapacaksanız, Allah
aşkına, baba yadigârı bu köprüye dokunmayın;
bırakın daha düzgün, daha dürüst insanlar yapsınlar.
Bakın arkadaşlar, tarihî
eserlere yurt dışında sahip çıkıyormuş gibi
görünüyorsunuz ancak yurt içindeki tarihî eserlerimizi yok etmekten geri
durmuyorsunuz. Tarihî yarımadada, İstanbulda bütün tarihî
eserlerimizin, başta Sultanahmet Camii olmak üzere, silüetini
bozuyorsunuz, buradaki yapıları tehlikeye atıyorsunuz, sonra
kalkıp gidip Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünü
onarıyorsunuz. Yani hakikaten insanın acı acı gülesi
geliyor.
Şimdi, silüeti bozuluyor bu
yapıların diye çıkıp Cumhuriyet Halk Partisi bütün gücüyle
muhalefet yapıyor. Siz de diyorsunuz ki: Ne yapalım? Söyledim
yapmadılar. Ben de küstüm. Sonra, bu silüeti bozan yapıları,
İstanbuldaki, tıraşlayacağınıza, utanmadan
sıkılmadan hukuku tıraşlıyorsunuz ve buradaki
yapıları sizin karakterinize uygun hâle getiriyorsunuz.
Bakın arkadaşlar, eğer
Vişegraddaki bu köprüyü yaparken yine yolsuzluk batağına
batacak iseniz, ne olur, bari bizi yurt dışında rezil etmeyin.
Bazı rakamlar vereceğim: 1
Ocak 2002 ile 1 Ekim 2011 tarihi arasında tamı tamına 1.330
camide tamirat ve tadilat yaptınız. Bunları ben söylemiyorum,
Diyanet İşleri Başkanlığı söylüyor. Bunların
212si vakıf camisi, vakıf eseri yani tıpkı
Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü gibi tarihî eserler. Fakat
ne yazık ki dinî eserlerimizde bile ciddi yolsuzluk iddialarının
çıkmasına neden oldunuz. Araştıralım dedik,
kılınızı kıpırdatmadınız. Bakın,
sadece Manisada 2005-2007 yılları arasında 7 tane cami
onarımına 1 milyon 619 bin 681 lira bedel ayırdınız,
hiçbir iş yapılmadığı hâlde müteahhide bunun 2
katı para ödediniz yani 2 milyon 821 bin lira para ödediniz, böyle
iddialar var. Diyoruz ki: Bakın, bunlar ciddi iddialardır, bunlar
bizi, Parlamentoyu gerçekten töhmet altında bırakır. Gelin, bir
komisyon kuralım, cami onarımında yolsuzluk yapıldı
mı yapılmadı mı, bunları araştıralım.
Tık var mı? Yok. Rahatsız olan var mı? Vallahi yok. Bizim
araştırma önergelerimiz sizleri bekliyor AKP Grubu, indirin raftan,
bunlarla ilgili ciddi şekilde bir komisyon kuralım ve dinî
eserlerimizin, tarihî eserlerimizin onarımlarında herhangi bir
yolsuzluk yapıldı mı, bunlara bakalım.
Bakın, size gerçekten ironik bir
şey anlatacağım. Bingöl ilimizde bir köprü var, Yedisu
Barajının altında kalıyor, üç yüz yıllık
Osmanlı Selenk Köprüsü. Daha yeni yapılacak bu Yedisu Barajı ve
bu üç yüz yıllık tarihî köprü sizin barajınızın
altında kalacak. Kıyameti kopardık Bingölde, yapmayın,
etmeyin, Yedisuda bunu yapmayın, bu tarihî köprüye sahip
çıkalım dedik, kılınız kıpırdamıyor.
Aynı şekilde, ne garip
tesadüf ki Bingölde yine Pembelik Barajı yapıyorsunuz, Sürmelikoç ve
Çayağzı köylülerinin tek bağlantı noktası olan iki
köprüyü sular altında bırakıyorsunuz,
kalkmışsınız bir de hiç boyunuza posunuza bakmadan
Vişegradtaki Drina Köprüsü için yatırım, onarım yapmaya
çalışıyorsunuz. Yapın, elbette yapalım, el
birliğiyle yapalım ama öncelikle kendi
vatandaşlarımızın işini kolaylaştıralım,
kendi tarihî eserlerimize sahip çıkalım.
Mersinde birçok tarihî bina var. Allah
rızası için hangi binaya el attınız Mersinde? Bakın,
eğer bu binalar cumhuriyet döneminin binaları diye sizi rahatsız
ediyorsa bilemem. Mersinde Kasaplar Çarşısı ve balık
pazarı var, restorasyon kararı alındı. Kimse
kılını kıpırdatmıyor, gözünüzü çevirmişsiniz
Drina Köprüsüne, illa burayı restore edeceğim diye
uğraşıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar,
tarihimize, kültürümüze sahip çıkmak çok önemlidir. Kalkıyorsunuz,
tarihimize, Osmanlı tarihine, Selçuklu tarihine sahip
çıkacağım diye bir Cumhurbaşkanlığı
Sarayı yapıyorsunuz. Güzel, sahip çıkın ama bu sahip
çıkma eğer yasal olmayan yollarla oluyorsa, kaçak saray yaparak
tarihimize sahip çıkıyorsanız ciddi bir yanlışlık
içerisindesiniz. Bu olmaz arkadaşlar, ben tarihime, kültürüme sahip
çıkacağım diye yolsuzluğa kapı açıyorsam makbul
değilim. Siz yapıyorsanız siz de makbul değilsiniz. Ama ne
yazık ki kaçak olduğu 5. Bölge İdare Mahkemesi tarafından
tescil edilen, tespit edilen bu kaçak sarayı hâlâ yapmaya, onarmaya, para
harcamaya ve içinde oturmaya devam ediyorsunuz. Peki siz böyle yaparsanız
kaymakamlar ne yapar? Türkiyede 15 tane kaymakamlık hükûmet
binasını aynı sizin kaçak sarayda yaptığınız
gibi yapmaya çalışıyor, ona benzetiyor. E imam böyle yaparsa
cemaat ne yapsın?
Değerli arkadaşlar,
tarihimize, kültürümüze sadece binalarla sahip çıkılmaz. Tarihimize,
kültürümüze sahip çıkmak istiyorsanız dürüst olacaksınız,
yalan söylemeyeceksiniz, rüşvet almayacaksınız, yolsuzluk yapmayacaksınız,
kul hakkı yemeyeceksiniz, din kisvesi altında çıkar
sağlamayacaksınız, halka hizmet edeceksiniz, adil
olacaksınız, adam kayırmayacaksınız tıpkı
bizim yaptığımız gibi. Eğer bunları
yaparsanız hem kültürümüze sahip çıkarsınız hem tarihimize
sahip çıkarsınız. Çünkü bizim şanlı tarihimiz
dürüstlüklerle, doğruluklarla doludur, adaletle doludur ama ne yazık
ki son on iki yılda bütün bunlar ciddi şekilde tahrip edilmiştir
ve maalesef bütün Türkiyede çok ciddi pis kokular
yayılmıştır. Bunun da tek müsebbibi sizsiniz ve tarih
önünde de hesap vereceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Atıcı.
Şahıslar adına, Bursa
Milletvekili Sayın Hakan Çavuşoğlu, buyurunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa)
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün
Yapısal Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon
Projesinin Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının üzerinde
şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
evladı fatihanın bir mensubu olarak ve aynı zamanda Bosna
Hersek-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı olarak
Vişegrad Köprüsünün, Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün restore edilecek
olmasından duyduğum memnuniyeti ayrıca ifade etmek istiyorum.
Tabii, Balkanlar, evladı fatihan
deyince, bir acı coğrafyanın bir makus talihi ve tarihi
aklımıza geliyor, hatırımıza geliyor. 1878-1879, 93
Harbi dediğimiz Rus Savaşından itibaren acıların
dinmediği ve milyonlarca insanın buradan akın ederek Türkiyeye
sığındığı, ana kucağına
sığındığı bir bölgeden bahsediyoruz. Tabii,
buradaki keşmekeş, buradaki etnik çatışmalar, buradaki
dinî, siyasi çatışmalar hiçbir zaman için son bulmadı, özellikle
Sovyet blokunun çökmesinden sonra bölgede ortaya çıkan etnik
çatışmalar birçok canın
Hatta, özellikle de Srebrenitsada
İkinci Dünya Savaşından sonra yaşanan en büyük
soykırımı burada gördük. Dolayısıyla, bölgeyle ilgili
olarak bizim akrabalık ilişkilerimizin, dostluk ilişkilerimizin,
özellikle son yıllarda, son derece önemli bir ivme katettiğini
görüyoruz ve tarihimizden bize miras bırakılan ancak yıllardan
bu yana ne yazık ki atıl olan, yıkık, dökük hâle gelen
çeşitli tarihî eserlerimizi, kültürel mirasımızı burada
restore ederek, bir nadide eser hâlinde yeniden o güzel günlerine nazire
yaparcasına burada gün yüzüne çıkarıyoruz. Bu konuda
TİKAmız çok önemli icraatlar yapmış durumdadır.
TİKA bu noktada, gerçekten, ülkemizin, Türkiyenin, sadece Balkanlar
bölgesinde değil, Orta Doğuda, Kuzey Afrikada, dünyanın
çeşitli bölgelerinde yüzümüzü ağartan bir kurum olmuştur.
Dolayısıyla, hatta, bunu çeşitli şekillerde
sınıflandırabiliriz dahi. Biliyorsunuz, 2002li yıllarda 85
milyonluk bir yatırımın yapıldığı TİKA
tarafından bilindiği hâlde, bugün artık 5 milyara varan
yatırımları telaffuz etmeye başladık.
Dolayısıyla, Balkanlarda yaşayan akraba
topluluklarımızın, bizim soydaşlarımızın bu
noktada yapılan bu yatırımların, bu hizmetlerin kendilerine
özgüven tesis ettiğini, o bölgelerde rahat ve huzur içerisinde, özgüvenli
bir şekilde yaşamalarına, istikbale daha güzel ve
istikrarlı bir şekilde bakmalarına vesile olduğunu
söylediklerini burada ifade etmek istiyorum.
Tabii, zaman zaman burada ifade
ediliyor bölgeyle ilgili yapılan restorasyonlarda birtakım yanlışlıkların
bulunduğu. Hatta yine ifade edildi, özellikle Ohriyle ilgili olarak bir
ifadede bulunuldu burada, denildi ki Ohride bir cami, kilise olarak restore
edildi. Arkadaşlar, böyle bir şey mümkün değil, böyle bir
şey mevzubahis değil, bu doğru bir bilgi de değil.
Bakınız, Ohride 2000
yılında İmaret Camisi restorasyonuyla ilgili bir anlaşma
yapıldı. Bu İmaret Camisinin altında bir Plaosnik Kilisesi
var. Bu restorasyon yapılırken bu Plaosnik Kilisesinin de restore
edilmesi konusunda bir mutabakata varıldı. Dolayısıyla,
burada söylenen sözlere özellikle dikkat edilmesi gerekiyor. Yani, bir caminin,
bir ecdat yadigârı caminin yerine kilise yapıldığı
hususunda, bunun da TİKA tarafından yapıldığı
hususunda bir söylemde bulunurken özellikle dikkat edilmesi gerekiyor. Bu çünkü
herkesi rencide edecek bir tutum olarak algılanabilir. Bunlar, üzerinde
siyaset devşirilecek, siyaset konusunda istismar edilecek konular
değil diye düşünüyorum.
Bakınız,
ben size başka bir hususu anlatmak istiyorum. 2009 ya da 2010
yılında -beni hafızam yanıltabilir- Sayın
Cumhurbaşkanımız -o zamanki Başbakanımız-
Karadağa gidiyor. Karadağın Podgorica ilinin Tuzi
kasabasına gidiyor. Tuzi kasabasının o zamanki müftüsü
Rıfat Feyziç -şimdi de aynı şekilde müftü, hatta
geçtiğimiz hafta buradaydı kendisi de- orada bir Türk
şehitliğini ziyaret ederken Sayın
Cumhurbaşkanımızı -o zamanki
Başbakanımızı- bir yere davet ediyor, burası Nizam
Camisi. Nizam Camisine gidiyorlar, bakıyorlar ki her taraf
yıkık, harabe bir durumda. Ve diyor ki Rıfat Feyziç: Sayın
Başbakanım, bundan tam yüz yıl önce, 1911 yılında bu
caminin mütevelli heyeti İstanbulda Devlet-i Aliyyeye bir mektup
gönderiyor bu caminin birtakım hususlarının
karşılanmasına matuf olarak. Ve ondan sonra Balkan
Savaşları ortaya çıkıyor, irtibat kopuyor, Karadağ
elimizden çıkıyor ve bu caminin bu talebi atıl kalıyor.
1933 ya da 1935 yılında bu caminin imamı da yine bir Hırvat
tarafından katledilince camiye kilit vuruluyor, cami kapanıyor. Allah
aşkına bu camiyi restore edin. Ve bu cami 2011 yılında
TİKA tarafından restore edilmek suretiyle Kadir Gecesinde
açılışı yapılıyor. Bu açılışta
oradaki halk ne diye sesleniyor biliyor musunuz? Allah aşkına,
Türkiye bizim mektuplarımıza cevap vermek için artık yüz
yıl beklemesin. diyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla)
Arkadaşlar, bizim bakış açımız bu, bizim Balkanlara
bakış açımız bu. Bilge Kralın söylediği gibi
Biz burada savaşıyorsak İstanbulu savunuyoruz. diyor.
Çok teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Çavuşoğlu.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri)
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın
Halaçoğlu, bir şey var. Hızlıca bu işlemi
tamamlayayım, sizinle konuşacağız.
Şimdi, sayın milletvekilleri,
tasarı açık oylamaya tabidir
3üncü maddeyi oylayacağım
değil mi?
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Onun
için söz istiyorum.
BAŞKAN Ben sizinle
konuşacağım, orada bir sorun yok da. Sonra kafam
karışıyor, bir saniye. Bak, karıştı zaten.
3üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edildi.
Sayın milletvekilleri, tasarı
açık oylamaya tabidir.
Bundan sonra görüşeceğimiz
sıradaki uluslararası anlaşmalara dair kanun
tasarıları da dâhil olmak üzere açık oylamanın elektronik
cihazla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edildi.
Hepsi için bir oylama yaptık.
Tasarıyı sonra
oylayacağım.
Sayın Halaçoğlu,
anladığım kadarıyla bilgi düzelteceksiniz.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Sadece
bilgi düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
Ya, bitmez zaten; şimdi biz ha
bire bilgi düzelteceğiz. Hadi bakalım.
Hakan Çavuşoğlu, katiyen söz
vermiyorum size. Ha, baştan söyleyeyim. Tamam mı?
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa)
Yok, söz talebim yok.
BAŞKAN Sonra evladı
fatihanın burada oturan temsilcisi olarak bir başlarım
konuşmaya, var ya, on birde zor biter. Hadi bakalım.
Buyurun.
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
12.- Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlunun, Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlunun 104
sıra sayılı Kanun Tasarısının tümü üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri)
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli Hakan kardeşim,
Gümülcine doğumlu. Ben zaten oradaki kültür varlıklarını
savunuyorum yani daha ciddi bir restorasyona tabi tutulsun istiyorum.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa)
Aynı şeyi söylüyoruz.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) -
TİKA konusunda ise bunu yapamayacağını söylüyorum.
Başarılı işler yapabilir ama onun işi değil,
Kültür Bakanlığımızın işi bu. Kültür
Bakanlığı bu konuda bir şey yapsın.
Hakan Bey, burada bir
yanlışınız var, bilgi yanlışınız.
Ohrideki Fetih Camiinin fotoğrafı bu, eski fotoğrafı bu
ama bugün onun yerinde bu var. Bakın, ben oraya daha geçen sene gittim
tekrar, yeniden fotoğrafını çektim, cami yerine
yapılmış kilise bu.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Ne
zaman yapılmış?
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) Orada
üniversite 2000 yılından sonra başlanmıştır ve
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa)
2000 yılında mı?
AHMET AYDIN (Adıyaman) 2000
yılından sonra mı Hocam?
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) -
Bakın, sizi ben suçlamadım yani buradaki caminin kilise hâline
getirilmesi diye suçlamadım, Rumelideki kültür
miraslarımızın ne hâle geldiğini anlattım ve dedim ki
onun için Kültür Bakanlığı bir özel birim oluştursun.
1996da yıkım kararı alındı ve Kültür
Bakanlığının bir mensubu buna onay verdi. Bakın, benim
söylediğim yanlış iş değil, şuradaki eser caminin
yerine yapılmış kilisedir, giden herkes görmüştür, bilir
bunu. Dolayısıyla, burada herhangi bir kimseyi suçlama yoktur, tam
tersine, kültür mirasımız, demin okuduğum Karaferyede son
ezanda olduğu gibi, Ruhları atalarımızın buna sahip
çıkacaktır. diyor. Ben de diyorum ki o ruhların sahip
çıkmasını beklemeyin, torunları olarak bizler sahip
çıkalım diyorum. Hepsi bundan ibarettir.
Teşekkür ediyorum. (MHP ve AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Halaçoğlu.
Şimdi bir şey
söyleyeceğim, dolayısıyla ne bu taraf ne bu taraf ne bu taraf
suçlu değil, 1996da Refahyol
vardı.
AHMET AYDIN (Adıyaman) 2000
yılında?
BAŞKAN - Bir adet temsilci olarak
buradan şimdi sataşmadan söz istiyorum, çıkacağım
orada konuşacağım, bir.
İki, sizden, hepinizden ben
yönetirken bir konuda ricada bulunmak istiyorum, Sayın Halaçoğlu
benim hocamdır, Allah rızası için tarihî konularda cevap
vermeyin kendisine yani konuyu biliyor. Dolayısıyla, siyasi konularda
istediğinizi konuşun ama bundan sonra ben yönetirken Sayın
Halaçoğlunun tarihî konulardaki konuşmalarına rica ediyorum,
rica ediyorum
(Alkışlar)
Tamamdır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
6.- Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün
Yapısal Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon
Projesinin Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür,
gençlik ve Spor Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları
(1/333) (S. Sayısı: 104) (Devam)
BAŞKAN - Evet, şimdi,
tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamayı elektronik
cihazla yapacağız.
Oylama için bir dakika veriyorum ve de
başlatıyorum oylamayı.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN
Tasarı açık oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı |
: |
210 |
|
Kabul |
: |
210 |
Kâtip
Üye İsmail
Kaşdemir Çanakkale |
Kâtip
Üye Fehmi
Küpçü Bolu |
Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
7nci sıraya alınan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Tarım
Alanında Teknik, Bilimsel ve Ekonomik Alanda İşbirliği
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti
Arasında Tarım Alanında Teknik, Bilimsel ve Ekonomik Alanda
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/855) (S. Sayısı: 602)(x)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet
burada.
Komisyon Raporu 602 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ
İLE TÜRKMENİSTAN HÜKÜMETİ ARASINDA TARIM ALANINDA TEKNİK,
BİLİMSEL VE EKONOMİK ALANDA
İŞBİRLİĞİ PROTOKOLÜNÜN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1-
(1) 30/5/2013 tarihinde Aşkabatta imzalanan Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Tarım Alanında
Teknik, Bilimsel ve Ekonomik Alanda İşbirliği Protokolünün
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Artvin Milletvekili Sayın Uğur
Bayraktutan konuşacaktır.
Buyurunuz. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA UĞUR BAYRAKTUTAN
(Artvin) Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında madde üzerinde daha
değişik bir konuşma yapacaktım ama bugün Artvinde olan bir
gelişmeyi yüce heyetinizle, Parlamentoyla ve Türkiye kamuoyuyla
paylaşmak istiyorum.
Olay şu: Değerli
arkadaşlarım, üç gün evvel yine Artvinde Birleşik Haziran
Hareketinin yapmış olduğu bir eylemden dolayı, bildiri
dağıtmadan dolayı 4 kişi, 4 arkadaşımız, öğretmen
ve öğrencilerinin bulunduğu bir grup polis tarafından gözetime
alındı. Arkasından, ifadeleri alındıktan sonra
cumhuriyet savcısının talimatı üzerine adliyeye
götürüldüler, adliyede dört-beş saati aşkın süre bekletildiler.
Yine, cumhuriyet savcımızın özel bir ilgisiyle, özel bir alakasıyla
tutuklamaya sevk edildiler ama aynı gün yapılan yargılama
sonucunda mahkeme tarafından serbest bırakıldılar. Her
zaman derim Bu ülkede hâlen hâkimlerin olduğuna inanıyorum. diye.
Ama gelinen noktada, aradan üç gün geçti, yine bugün öğlen saatlerinde
değerli arkadaşlarım
Bunların içerisinde daha önceki
eyleme katılanlar da var, ki bunların sadece bildiri
dağıtmanın dışında herhangi bir şeyleri yok;
polise mukavemet yok, zor kullanma yok, molotofkokteyli yok, herhangi bir
şekilde taşlama yok, kamu malına zarar verme yok, polise
mukavemet yok biraz önce dediğim gibi. Bugün bir stant kurmuş bu
gençler, 8 kişi, aralarında öğretmenler de var. Bir baktık,
öğlen vakti bize bir haber geldi, çok yoğun bir müdahaleyle, yine
polis tarafından yoğun bir müdahaleyle
Artvinde hiç olmadı
bunlar değerli arkadaşlarım. Artvinliler tarihinde hiç devletle
karşı karşıya gelmediler. Hep bunu onurla, gururla burada
anlattım ama özellikle son şu bir haftada, on günde meydana gelen
olaylardan sonra -Türkiyedeki tablo açısından- Artvindeki bu
tabloyu Türkiyeye yansıtma gereği hasıl oldu.
Değerli arkadaşlarım,
hani hep dersiniz ya bu darbelerle alakalı, 12 Eylül 1980i
yaşayan bu kent büyük
mağduriyetler gören bir kenttir. 12 Eylül 1980 darbesi olduğu zaman
ben de 16-17 yaşındaydım değerli arkadaşlarım.
Bir sabah vakti, evler basıldı, insanlar gözaltına
alındı, Artvinin en önemli eğitim kurumu Artvin Öğretmen
Okulunda insanları işkencelerle, soğuk sularla, her türlü
işkence yöntemiyle bertaraf etmeye çalıştılar. Daha sonra, Artvinlileri
aldılar, Erzuruma götürdüler. Üç
yıl, dört yıl süren yargılamalar meydana geldi. O
yargılamalardan önce, yine Artvin Öğretmen Okulunda insanları
işkencelerle öldürdüler değerli arkadaşlarım. Darbenin ne
olduğunu en iyi bilen kentlerden bir tanesi de Artvindir.
Aradan yaklaşık otuz yıl
geçtikten sonra, otuz-otuz beş yıllık bir süre geçtikten sonra
yeniden bir darbe hukuku yaratılmaya çalışılıyor
Artvinde. 12 Eylül savcılarının diz çöktüremediği Artvine
sanki bu dönemin savcıları tarafından diz çöktürüleceği
zannediliyor değerli arkadaşlarım.
Bakın, bu konuda bu
soruşturmayı yapan savcı, biraz önce de belirtmiş
olduğum gibi, bu soruşturmaya özel bir hassasiyet gösteriyor. Bu ne
demektir? Sanki düşman ceza hukuku uygulanıyor değerli arkadaşlarım.
Geçenki, bundan üç gün evvelki gözaltı olayları meydana geldiği
zaman savcının sormuş olduğu sorular avukatlar
tarafından tutanak hâline getirildi. Elimde var değerli
arkadaşlarım, Adalet Bakanı burada olsa o tutanağı
kendisine vermek isterdim.
Avukatlarla sanıklar arasında
bazı diyaloglar geçiyor, savcı -Cumhuriyetin
savcısı yapıyor bunu değerli arkadaşlarım-
kalkıyor, avukatlara veya soru sorduğu sanıklara -durup dururken
diyor bunu, hiç ortada bir şey yok değerli arkadaşlarım, tutanaklarda
var, 4 kişiden de ayrı ayrı dinledim- Atatürk din
değildir. diyor. Bu savcının Atatürkle bir problemi var.
Bakın, iddiayla söylüyorum, bu savcının Mustafa Kemal Atatürkle
bir problemi var. Ben, bu konuşmalarımda burada birçok kere, defaten
söyledim, Mustafa Kemal Atatürkün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt,
cumhuriyet savcılarına diyor ki: Cumhuriyet savcıları,
Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan
sabanından tutunuz da bu vatanda yaşayanların
uğrayacağı en ufak haksızlıktan, hatta Bingöl
dağlarının ıssız kuytularında nafaka bekleyen
öksüzlerin göz yaşlarından siz sorumlusunuz. Bunu Mustafa Kemal
Atatürkün Adalet Bakanı cumhuriyetin savcılarına diyor,
cumhuriyetin avcılarına demiyor değerli arkadaşlarım,
aradaki ince fark bu. Ama gelinen
noktada, bugün, özellikle Artvinde meydana gelen bu gözaltını ve bu
gözaltında zor ve şiddet kullanılmasını, polisin
aşırı güç kullanmasını kabul etmemiz mümkün
değil. Yani burada birileri özellikle Artvin'deki yaşam
tarzını, sosyal yapıyı değiştirerek devletle
milleti karşı karşıya getirmeye çalışıyor,
hiçbir Artvinli bu oyunun içerisinde olmayacaktır, öncelikle onu ifade
etmek istiyorum.
Bakın, değerli arkadaşlarım, bir
yargılama yapıldığı zaman, bir soruşturma
yapıldığı zaman veya bir kovuşturma
yapıldığı zaman, yargılama alenidir, insanlar
giderler, onu izlerler. Biraz önce, buraya gelmeden evvel telefonla
konuştum ne yapılıyor diye, Artvin Adliyesi abluka altına
alınmış -9undaki
eylemde de aynıydı- hiçbir şekilde oraya vatandaşların
girmesine çıkmasına izin verilmiyor. 12 Eylüldeki düşman ceza
hukuku uygulanmaya çalışılıyor değerli
arkadaşlarım, bunu kabul etmemiz mümkün değil. Neden kabul
etmemiz mümkün değil?
Değerli arkadaşlarım, demokrasiyle
yönetilen ülkelerde, hukukun egemen olduğu ülkelerde, AB
normlarını kendisine ilke edinmiş olan ülkelerde hukuk devleti
esastır, polis devleti istisnadır. Ama gelinen noktada şimdi
böyle bir uygulamayla karşı karşıya kalındığı
zaman, insanlar kendilerine ilişkin iddialarını demokratik hukuk
devleti gerekleri çerçevesi içerisinde, hukuk çerçevesi içerisinde ileri
sürüyorken basın açıklaması, buna ilişkin herhangi bir zor
ve şiddet kullanmadan yapacakları ifade özgürlüğü
kapsamında ele alınabilecek eylemlerin bu şekilde
bastırılmasını asla ve asla kabul etmiyoruz değerli
arkadaşlarım, asla ve asla kabul etmiyoruz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bakın, bu konuda yapılan eylemi buradan ifade
etmeye çalışıyorum, bu eylemin arkasında bir hukuksal
dayanağı arayan kamu görevlileri vardır, onlara da buradan sesleniyorum:
Kim olursa olsun, hangi konumda olursa olsun bu iktidar rüzgârı bir gün
ters esecektir değerli arkadaşlarım. O cumhuriyet
savcısına, oradaki kamu görevlilerine de sesleniyorum: Bu rüzgâr ters
estiği zaman bakalım o rüzgâr sizin için nasıl ters esecektir
onu da merak ediyorum. Benim onlara tavsiyem şu: Hukuk çerçevesi
içerisinde kurallarını, görevlerini yapsınlar, ona bir
lafımız yok ama cumhuriyetin savcılığını
yapsınlar, siyasal iktidarın savcılığını
yapmasınlar. Biraz önce de ifade ettiğim gibi, Atatürkün Adalet
Bakanlığı savcıları ne yapacağını
biliyorlardı, şimdiki savcıların hepsi için demiyorum, bir
bölümünü tenzih ediyorum, kraldan daha fazla kralcı bir yapı içerisinde
savcılık görevini yapmaya çalışıyorlar, kamu
görevlileri de o görevi yapmaya çalışıyorlar.
Buradan Artvin'e tayin olan yeni Emniyet Müdürüne de
sesleniyorum biraz önce ifade ettim-
Sayın Müdürün iyi niyetli olduğuna inanıyorum, gelmeden evvel
konuştum. Valiye de sesleniyorum, kamu görevlilerine de sesleniyorum:
Lütfen, bu konuda daha duyarlı davranın, duyarlı
davranacağınıza inanmak istiyorum, devletin görevlileri
olduğunuzu asla unutmayın. Bakın, Artvin'i başka yerlerle
karıştırmayın, başka yerlerde devletle karşı
karşıya gelinebilecek bir tabloyu öngörebilirsiniz ama Artvinde
böyle bir tablo yok değerli arkadaşlarım. Bugün Artvinin
caddesinde olan, Artvinin sokağında olan coplama olayı, zor
kullanma olayı
Otuz yıl içerisinde hiç böyle bir olay olmadı
belki, ilk olarak böyle bir olay oluyor. Biraz önce fotoğraflarla beraber
bana gönderdiler, şaşırdım kaldım değerli
arkadaşlarım, şaşırdım kaldım; böyle bir
şey yok yani. İnsanlar bir eylem yapıyor, siz eğer bunun
hukuka aykırı olduğuna inanıyorsanız zor kullanmadan
da siz insanları karakola davet edebilirsiniz, adliyeye davet
edebilirsiniz ama gelinen noktada, 18, 20 yaşında çocuklar var
bunların içerisinde, onların anneleri var, babaları var;
çaresizlik içerisinde beni telefonla arıyorlar Bu nedir? 12 Eylülde bile
böyle bir tabloyu yaşamadık. diye değerli
arkadaşlarım.
Biraz önce de
ifade ettiğim gibi, Artvin 12 Eylül darbesinden en büyük zarar gören
kentlerden bir tanesi. Gerçekten büyük zararlar gördük. İnsanlar cenazeler
verdiler, hayatlarıyla bedel ödediler, mesleklerini kaybettiler,
sürgünlere uğradılar. Hani her zaman diyorsunuz ya Siz darbelerin
yanındasınız. diye, gelip 12 Eylülde bizimle beraber
olsaydınız da darbenin nasıl olduğunu bir görseydiniz siz.
O nedenle, ben
burada önümüzdeki hafta görüşülecek olan hani o ünlü bir güvenlik
yasası var ya, daha yürürlüğe girmeden, yürürlük diye bir uygulama
yapılmadan, daha bir hafta evvelden bir reklam arası
yapılıyor, hani bir milletvekiliniz demişti ya, bir reklam
arası yapılıyor, nasıl bir uygulamayla karşı
karşıya kalacağımıza ilişkin bir drive test
yapılıyor bize değerli arkadaşlarım; bunu kabul
etmemiz mümkün değil. Çünkü orada getireceğiniz düzenlemelerde
aramaların nasıl olacağına, özel hayatın
gizliliğinin nasıl ihlal edileceğine, bir kişiyle
alakalı olarak herhangi bir mahkeme kararı olmadan, cumhuriyet savcısı
tarafından verilen bir soruşturmaya ilişkin bir evrak tanzim
edilmeden kolluk tarafından, dikkat edin değerli
arkadaşlarım, kolluk tarafından bu bahsetmiş olduğum
da adli kolluk filan değildir- hiçbir şeye gerek olmadan, belki keyfî
bir şekilde gözaltına alınabileceğine, her türlü zorun
kullanılabileceğine ilişkin kaygılarımızı
daha kanun yürürlüğe girmeden, kanun ortadan yokken dile getirdik. Bu
kanun hazırlanmadan önceki aşamada yaşadığımız
bu olaylar karşısında demek ki bu
kaygılarımızın haklı olduğu bir anlamda ortaya
çıkıyor.
Değerli
milletvekilleri, bakın, buradan bir kere daha ifade etmek istiyorum
sayın bakanlar burada, Sayın Bakanın ilgi alanına
girmediğini biliyorum ama, İçişleri Bakanı için de buradan
seslenmek istiyorum: Eğer Artvinde şu saatten sonra, bu saatten
sonra tutuklamalar olursa, -hukuksal boyutu vardır, inanıyorum ki
böyle bir olay olmayacaktır, üç gün evvel çünkü buna ilişkin bir
serbest bırakılma oldu ama- Artvinde bu saatten sonra bir tek kişinin
burnu kanarsa, bir tek kişiyle alakalı problem olursa, bunun
sorumlusu siyasal iktidardır.
Bunun altından
kalkamayacağını ilave ediyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Bayraktutan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına, Kayseri Milletvekili Sayın Yusuf Halaçoğlu. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Hocam.
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU
(Kayseri) Teşekkür ederim Sayın Başkanım,
dayanışma içerisinde demesin kimse.
Ben hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN Hocalık hukuku devam
eder canım.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla)
Teşekkür ediyorum, sağ olasınız.
Değerli arkadaşlar,
Türkmenistan, tabii ki Orta Asyada bizim ata yurdumuz olan bir bölge. Benim
ahfadım da var, hâlâ orada duruyor, Halaçlar nahiyesi var, bizim orada soy
ismimizi de taşıyan, aynı şeyden geliyoruz, çünkü aynı
zamanda da Türkmenbaşı zamanında bana bir pasaport da verildi
vatandaşlıkla beraber Türkmenistandan.
Şunu özellikle belirtmek
istiyorum: Tarih Kurumu Başkanlığım döneminde çok sık
gidip geldiğim ülkelerden bir tanesi Türkmenistan. Son derece
akıllıca hareket edilen ve Sovyet izlerinin tümüyle silinmeye
çalışıldığı bir düşünceyle hareket edilen
bir yapısı var. Geleneklerine son derece bağlı,
kıyafetleriyle, âdetleriyle, hatta bizim eski Türklerde olduğu gibi
kurultay toplayan ve o kurultayda kararlar alarak kanun hâline getiren bir
sistemleri de var.
Ben, tabii, bunların ötesinde bir
şeyden bahsetmek istiyorum. Şimdi, Türkmenistan çok büyük bir nüfusa
sahip değil, 4,5 milyon, 5 milyon civarına varmış bir
nüfusa sahip, ama doğal gaz açısından bakarsanız
dünyanın en zengin ülkesi, hatta bundan bir iki sene önce, Türkiye'nin ve
Türkmenistanın kesintisiz yetmiş yıl ihtiyacını
karşılayacak zenginlikte yeni bir doğal gaz ocağı
açıldı, bu kadar zengin. Nitekim, Türkmen halkı tümüyle
doğal gazı bedava kullanıyor, kibrit harcamamak için de
doğal gazı yazın da söndürmüyorlar. Yani bu derece geniş
bir imkânları var. Orada elektrik bedava, telefon bedava, buna benzer
birçok konuda halka bedava hizmet veriliyor. Şimdi, petrol derken, o
araçlarınızın deposunu doldurduğunuzda 1 dolara
dolduruyorsunuz, o kadar. Dolayısıyla, böyle bir ülke. Son derece
modern hâle getirilmiş, yeni imar faaliyetleriyle âdeta Alice Harikalar Diyarında
diyebileceğiniz bir Aşkabat, başkent.
Ama, ben bundan çok şundan
bahsetmek istiyorum: Bizim eski Merv şehri Türklerin ilim alanında da
en ağır olduğu şehirlerden bir tanesi. Biliyorsunuz, burada
Sultan Sencerin mezarı vardı, türbesi vardı. 2000
yılında bunun ihalesi yapıldı, zannediyorum 2003 veya
2004te, sizin iktidarınız döneminde de açılışı
yapıldı Sultan Sencer Türbesinin.
Burada farklı önemli bir
şahsiyet daha var. Bizim bugün bu topraklarda yaşamamızın
en önemli unsurlarından bir olan Hükümdar, Sultan Alparslanın
mezarı da Merv şehrinde bulunuyor. Onun babası Çağrı
Beyin mezarı da orada. Ancak, Sultan Alparslan, biliyorsunuz, Kara Yusuf
tarafından öldürüldükten sonra -yaralı olarak Merv şehrine
getirildi ve orada vefat edince- oraya, babasının mezarının
yanına gömüldü. Bugün Savunma Bakanımız olan İsmet
Yılmaz Bey o zaman Kültür Bakanlığı
Müsteşarıydı, onunla birlikte gittik, mezarının yerini
belli bir ölçüde tespit de ettik. Bugün o mezar yeri TİKA tarafından
araştırılıyor. Ama, gariptir ki, çok beyanat verdiğim
hâlde, bana diyorlar ki: Sadece yerini söyle. Ben de diyorum ki: Bilim
ahlakı böyle bir soru sorulmasına muhatap değildir.
Yapılacak şey şu: Gelirsiniz birlikte gideriz ve bu konuyu
birlikte, beraber araştırırız. Çünkü, biliyorsunuz, bilim
ahlakı, bir kişi bir konuda bir tespitte bulunmuşsa, o atlanarak
başka birine mal edecek şekilde ortaya konmaz. Bunu tekrar ediyorum,
İsmet Beyle gittik, orada epeyce bir araştırma yaptık,
gerekli kişilerle de görüştük ve yeri en azından yüzde 90 tespit
edilmiş durumda. Yani, Sultan Alparslanın mezarı ortaya
çıkacağı gibi babası Çağrı Beyin de mezarı
ortaya çıkacak. Bu, Türkiye için, bizim için son derece önemli. Nitekim,
kültür işlerine bakan Cumhurbaşkanı Yardımcısı
bir hanımefendiydi, onunla yaptığımız görüşmede
şunu söyledim: Sultan Alparslan olmasaydı burada sizinle birlikte
yaşıyor olacaktık. Hatta bana dedi ki: Ruslar
araştırdı, bulamadılar. Siz nasıl
bulacaksınız? Onlar Rus, biz de Türkmeniz dedim ben de hatta. Böyle
bir konuşma da geçti. Bunu özellikle belirtmek istiyorum ve bunun bir an
önce, siyasi alan içerisine çekilmeden, ciddi bir biçimde ele
alınması ve Sultan Alparslanın mezarının ortaya
çıkarılması gerektiğini özellikle belirtmek isterim. Ki
doğal gazda maalesef hata işledik biliyorsunuz. Cumhur Ersümer
vardı zannediyorum zamanında, Türkmenbaşı onlara 47
dolardan teklif etmişti doğal gazı ama bizimkiler Mavi Akım
vesair gibi birtakım konularla buna yanaşmadılar ve doğal
gaz Türkmenistandan Türkiyeye aktarılma imkânı bulmadı.
Şimdi, bununla beraber şunu
da ifade etmek isterim: Bakın, demin Balkanlardan bahsettim. Değerli
milletvekilleri, şimdi, ne kadar duyarsız olduğumuzu anlatmak
açısından söylüyorum, Selanikte Musa Baba Türbesi var,
Yenişehirde Tempi Hasan Türbesi var ki bunlar yıkılmak üzere,
son derece kötü; bende resimleri var tek tek, yeni çekilmiş resimleri.
Yine, Makedonya Ohrid Fatih Camisinden demin bahsettik ama en kötüsü, Narda
Faik Paşa Camisi maalesef genelev olarak kullanıldı. Şu an
boşaltılmış vaziyette ve harap durumda. Bakın, buna
karşılık bizim onları imar etmemiz, yeniden restore etmemiz
boynumuzun borcudur diye düşünüyorum. Keza, Sakızda Süleymaniye
Camisi, gerçekten şöyle bir bakın yani içler acısı... Cami,
tamam, minaresi yıkılmış, kilise yapılmış,
çan takılmış. Hani, bunu bir yere kadar kabul edebiliyorsunuz.
Yani, bir ibadethane başka bir ibadethaneye çevrilmiş. Biz de
kiliseleri cami yapıyoruz. Bu belli bir oranda tabii
karşılanabilir ama kötü tarafı, Bulgaristanın Filibe
Perşembe Pazarı Camisi içler acısı bir durumda. Caminin,
gördüğünüz gibi, bakın, kubbesi müstehcen resimlerle dolu ve taverna
şeklinde, lokanta şeklinde kullanılıyor...
Şimdi, bunu kabul etmemiz mümkün
değil. Yani, bir dine, hangi dinden olursanız olun saygı
göstermek zorundasınız, onların ibadet yerlerine saygı göstermek
zorundasınız. Maalesef bu saygıyı burada göremediğimiz
gibi, böyle çok kötü bir pozisyonda.
Yine, Dramada Yıldırım
Beyazıt Camisi var. Aynı şekilde, 2 çan kulesi yapılmak
suretiyle o da kilise hâline getirilmiş, onarılmış fakat
hani kilise yapılırken
Bakın, en azından, biz cami
yaptığımız kiliselerin mimarisini bozmayız ama bunlar
mimari diye bir şey bırakmıyorlar, hepsini yerle bir edip mimari
tarzını değiştiriyorlar yani kültüre
saygısızlık ediyorlar. Bunun önüne geçilmesi lazım.
Yine, çok acı verici, Kavaladaki
Sadrazam İbrahim Paşa Camisi de aynı durumda, Karaferyedeki
Namazgâh da keza aynı şekilde Saint Paul altarı şekline
sokulmuş durumda, tamamen bozulmuş.
Yine, Kılkışta
Beyazıt Baba Türbesi
Şimdi, yani, en azından, bir kişinin
türbesine saygı göstermeleri gerekirken türbe kilise hâline
getirilmiş durumda. Yani, şimdi bunları göz önüne almamız lazım.
Neden yaptılar, niçin
yaptılar gibi bir meseleyi dile getirmenin ötesinde şunu söylemek
istiyorum: İşte, sahip çıkıp çıkmamak bununla
bağlantılıdır. Bu gibi hadiselerin olmaması için
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu ata yadigârı bölgelerde bıraktığı
mimari yapıları, kültürel varlıkları hangi türde
kullanacakları konusunda bunlarla kültürel anlaşmalar
imzalıyoruz. Bunların içerisinde bunların değerlendirilmesi
gerekmez mi? Bunları değerlendirmek gerekiyor. Bakın, bu görev
Kültür Bakanlığımıza aittir. Camilerle ilgili bir
kısım konular, biliyorsunuz, Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından yürütülüyor ama Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Kültür
Bakanlığı arasında bu konuda bir çatışma
olmaması için yani sen camiye baktın, sivil mimariye baktın gibi
bir çatışma olmaması için, tekrar ediyorum, bu
kaçınılmazdır, gereken her türlü desteği verelim, gelin,
Kültür Bakanlığında ayrı bir birim oluşturalım.
Yurt dışındaki kültür varlıklarının
restorasyonunu yapacak, özel statülü bir görev verelim ve burada, bunları
denetleyebilecek, bu eserlerin gerçek yönlerini bilen, mimari tarzlarını
bilen ve yanlış yapılmasını önleyecek bir ekip de
koymak suretiyle bir birim oluşturalım ve Kültür
Bakanlığımız bunları yapsın.
Aynı
şekilde, bakın, biz Tarih Kurumundayken hem Balkanlardaki hem
Orta Doğudaki, Afrikadaki ve Asyadaki tüm kültür varlıklarımızın
ki Hindistan dâhil bunun içerisine- envanterini yapmaya
başlamıştık ama, ben ayrıldıktan sonra bu
envanter çalışması durdu. Hâlbuki yapılması gereken en
önemli konulardan biriydi.
Bakın, Yunanistan
diyoruz, demin konuştuk. Hiç ummadığınız kadar mimari
yapımız var, kültür varlığımız var
inancınız olsun ki. Bu, diğer coğrafyalar için de, Balkan
coğrafyası için de geçerli ama en sıkıntılı
olduğumuz yerlerden birisidir Balkanlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
YUSUF HALAÇOĞLU
(Devamla) - Eserlerimizi bir yana bırakın, inancınız olsun
ki bütün mezarlıklarımız park hâline getiriliyor ve yok
ediliyor. Bunları bilginize sunuyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim, sağ olasınız.
Halkların Demokratik
Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Demir Çelik.
Buyurunuz.
HDP GRUBU ADINA DEMİR
ÇELİK (Muş) Teşekkürler Sayın Başkanım.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; şahsım ve partim
adına hepinizi saygıyla
sevgiyle selamlıyorum.
Türkiyenin
Türkmenistanla tarım, teknik, bilimsel ve ekonomik ilişkilerine dair
bir sözleşmenin imzalanmasıyla ilgili tasarıyı beraberce
tartışacağız.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; globalleşen ve küreselleşen günümüz
dünyasının ülkeden ülkeye, ulustan ulusa, kişiden kişiye
ilişkileri tarihselliğin zorunlu bir gerekçesidir. Bu teknolojik ve
bilimsel alandaki devrimsel devasa gelişmelerin de açığa
çıkardığı yeni bir ilişkidir. Bu ilişki
olmaksızın tek başına ne bir ülke ne bir devlet ne de bir
milletin varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. O
nedenle, biz, uluslararası ilişkileri elbette ki savunan,
medeniyetler çatışması yerine medeniyetlerin
uzlaşmasını ve ortaklaşmasını esas alan, dinlerin
ve halkların düşmanlığı değil
kardeşliği esasına dayalı, cihanda barış
içerisinde bir arada yaşama felsefesine, zihniyetine,
anlayışına sahip olmak durumundayız.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; uluslararası ilişkilerde beklenen ve meram edilen bu
arzuya rağmen ilişkiler çıkara dayalıdır,
hiyerarşiktir, demokratik olmadığından kaynaklı da
hegemonik güçlerin palazlanmasına, büyümesine ama buna karşın da
toplumun öz gücünü, ihtiyaçlarını da kaybetmesine neden olur.
İşte, dikkat edilmesi gereken konu budur. Türkiye, uluslararası
ilişkilerin de verdiği sinerjiyle bugün gelişmiş 20 ülkenin
içinde yer almaktadır. Ancak, bu gelişmişliğine rağmen
Türkiye'nin büyük fotoğrafını çektiğimizde hâlâ açlık
sınırı denilen 1.250 TLnin altında 949 TLlik asgari
ücretle 7 milyon insan geçinmek durumunda. Gelişmiş 20 ülkenin
içerisinde bulunan ülkemizin 13 milyon insanı açlık
sınırının altında bir yaşamı sürdürmek
durumuyla karşı karşıyadır. Yoksulluk
sınırı 4 bin TLyken, başta emeklilerimiz olmak üzere, 25
milyonu aşkın bir kitle yoksulluk sınırının
altında bir yaşam koşullarına maruz
bıraktırılmıştır. Demek ki ilişkiler devleti
büyütüyor, devletin ve iktidarın büyümesine, çoğalmasına yol
açıyor ama toplum yoksullukla, açlıkla, sefaletle karşı karşıya,
bu manada da iradesi satın alınmaya muhtaç kılınıyor.
Sandıklarda oy devşirmenin, sandıklarda irade çelmenin bir
yöntemi olarak insanlar aç, yoksul ve muhtaç bırakılıyor, sosyal
yardımlaşma politikalarıyla onların iradesi çeliniyor.
Bunun adı demokrasi değildir, bunun adı insanın vicdani
sorumluluklarının yerine getirilmesi bilinciyle hareket etmesi hiç
değildir, aksine bilerek ve isteyerek iktidarlar ve devletler toplumu
yoksul bırakıyor, bıraktırıyor, kendisine muhtaç
kılarak onun vesayetinin üzerinden kendi iktidarını pekiştirmeye
çalışıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
böylesi bir tiyatroyu sergileyen iktidarcı, devletçi zihniyet, elbette ki
toplumun ihtiyacı olan barışı, demokrasiyi ve özgürlükleri
getiremez. Demokrasi, barış ve özgürlük ile iktidar, devlet
bağdaşmaz, çatışır, çelişir. Bir yerde özgürlük
varsa iktidarın hükümranlığı olmaz. Bu manada, evet, dünya
ve yeryüzü üzerinde siyasal ve toplumsal olaylara yaklaşımda üç temel
parametre vardır.
Birincisi: Güvenlikçi
anlayışla Amerika Birleşik Devletlerinin yaptığı
gibi, askerî operasyonlarla irade kırıp teslim almaktır. Âdeta
Birinci, İkinci Körfez Savaşında Afganistanda ve Orta
Doğuda yaptığına benzer, bugün de yanı
başımızda Rojavada, Suriyede, Irakta
yaptığıyla irade kırmaktır.
İkincisi: Diyaloğa ve
müzakereye dayalı her şeyin tartışılıp,
konuşulduğu, ortaklaştırıldığı Avrupa
Birliği Konseyi eksenli yaklaşımdır ki bu da Amerika
Birleşik Devletlerinin gölgesinden kendisini kurtaramadığı
için, halklar kıyımı, toplumsal, siyasal yıkım,
ekolojik tahribat had safhada devam ediyor.
Üçüncüsü: Devlet dışı
kalmış, iktidar dışı kalmış bütün
mazlumların, mağdurların, devletçi, iktidarcı sistemden
çekmiş bütün yoksulların, emekçilerin, halkların barış
ve özgürlük eksenli çözümüdür ki bu çözüm herkese ama herkese
kazandırır. Ne yazıktır ki bu çözümün talebi arkasında
duran, bu çözümün ısrarında bulunan insanlar da savaş,
yoksulluk, açlık ve sefaletle terbiye edilmek durumuyla karşı
karşıya kaldığı için de yeryüzünde, cihanda çok da öne
çıkan temel bir çözüm parametresi olamamıştır.
Diliyor ve umuyorum, mazlum ve
mağdur olanların, ezilenlerin, yoksulların, iktidarcı,
devletçi sistemlere rağmen kardeşlik hukukuyla barış
içerisinde bir arada yaşayabilecekleri bir dünya, bir gelecek var olsun.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu manada, yeni bir yaşamın, başka bir
dünyanın mümkün olduğunu düşünüyorum. İnsanlık,
milyonlarca yıl devlet ve iktidar olmadan, devletin ve iktidarın
hiyerarşik ilişkisi olmadan kendisini demokratik, ekonomik, ekolojik
olarak yönetmiştir, pekâlâ devletin yanı başında, devlete
rağmen kendisini yine yönetebilir. O nedenle, biz, demokratik özerklik
siyasal projemizle, Türkiye'nin 25-26 civarındaki siyasal bölgesel
yönetimlerin demokratik cumhuriyete evrilmesiyle, demokratik cumhuriyetin
idari, siyasi yapılanmasıyla yüz yıldır çözemediğimiz
Kürt sorununu, Alevi sorununu, merkez ile çevre arasındaki, merkez ile dil
arasındaki ilişkileri, çelişkileri, çatışmaları
çözebiliriz. Bu manada, demokratik özerklik, sadece ve tek başına
etnik kimliğe, coğrafi sınıra indirgenemeyecek kadar,
devlet dışı kalmış her topluluğun, her
halkın çıkarına olan bir projedir.
Türkiye'nin Çoruhu,
Kızılırmakı, Yeşilırmakı, Sakaryası,
Menderesi, Meriçi, Ceyhanı, Seyhanı, Diclesi, Fıratı
-yetinmiyoruz- Van Gölü, Tuz Gölü, Göller Bölgesinin sulak havzalarında
binlerce yıllık kadim medeniyetlerinin kültürel, tarihsel
birikimlerini esas alan ve onun insanlığın ortak mirası
olduğu tespitinden hareketle de bölgesel yönetimlerle, biz, merkezde
maliye, merkezde diplomasi, merkezde savunma eksenli eşit halkalar sistemiyle
adil, eşitlikçi, özgürlükçü bir toplumu, bir geleceği, yeni bir
Türkiyeyi var edebiliriz; bu mümkündür. Ama çözümsüzlükte ısrar edip
irade kıran, inkâr ve imhayla toplumu hizaya getiren geçmişteki
hükûmetlerin, iktidarların yanlışlığının
benzeri yanlışlıklarda ısrar ettiğimizde de ya darbe
mekanizması ya da bölünme riski ve tehlikesiyle karşı
karşıya kalırız.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dünyanın yeniden şekillendiği, Orta
Doğunun yeniden dizayn edildiği, yok sayılan, inkâr edilen bir
kısım toplumsal dinamiklerin kendisini yeniden var ettiği
günümüz dünyasında artık hiçbir şeyin eskisi gibi gizli
kapaklı olamayacağı, her şeyin aleniyete dayalı,
emeğin kurtuluşunun toplumsal kurtuluşla ilintili
olacağı, toplumsal kurtuluşun kadının özgürlüğünden
geçtiği, kadın özgürlüğünün toplumun özgürlüğü olduğu
tespitinden hareketle yeni bir dünyanın mümkün olduğu ve bu
dünyanın da demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü zihniyetle pekâlâ
hegemon olan, egemenlikçi olan devletçi, iktidarcı sistemlere rağmen,
mazlumların, mağdurların, yoksulların, emekçilerin ve
ezilenlerin böyle başka bir dünyanın mümkün olduğuna olan
inancı gerçek, somut, elle tutulabilir bir realiteye dönüşebilir. Bu
mümkündür ve bunu da ertelemeden, bugüne kadar verdiğimiz emek, gösterdiğimiz
gayret ve çabanın üstüne yeni toplumsal ve siyasal değerlerimizi
örterek, örtüştürerek geleceğin aydınlık Türkiyesine,
geleceğin demokratik, ortak vatanında birlikte barış
içerisinde yaşayacağımız demokratik cumhuriyetle
buluşma umudumla saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Diğer maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Diğer maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN Madde üzerinde şahıslar
adına ilk söz Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğruya
aittir.
Buyurun Sayın Doğru. (MHP
sıralarından alkışlar)
REŞAT DOĞRU (Tokat) Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Kardeş devlet Türkmenistanla ilgili bir
uluslararası anlaşmanın onaylanmasıyla ilgili
görüşmelerde söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Tabii, kardeş devlet denince rahmetli
Türkmenbaşını anmadan da geçmek mümkün değildir. Rahmetli
Türkmenbaşı her zaman Bir millet iki devlet. sözünü söyleyen ve
onun da arkasında duran bir insandı, onu da rahmet ve şükranla
anıyorum.
Tabii, bu anlaşmanın da ülkemize, milletimize,
her iki devlete de hayırlar getirmesini, bundan sonra daha farklı
anlaşmaların da bu şekilde getirilmesini temenni etmek
istiyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
1990lı yıllar, tabii, Türk dünyasıyla ilgili bahtın
açılmış olduğu yıllardır. 1990lı
yıllarda, bir anda işte Sovyetler Birliği
dağılmış, akabinde de bağımsız Türk
devletleri ortaya çıkmıştır, bunlardan bir tanesi de
Türkmenistandır. Türkmenistan
bağımsızlığını kazandığı
tarihten itibaren de Orta Asyadaki parlayan yıldız şeklinde
olmuş ve hakikaten çok önemli gelişmeler oluşturarak millî gelir
noktasından tutun da diğer yerlerine kadar Aşkabat kentinin
görünümüne kadar çok büyük gelişmeler görülmüştür ve şu an
itibarıyla da o bölgede büyük bir denge unsuru olan devletler içerisinde
olduğunu söylemek durumdayız.
Tabii, bunların yanında
özellikle diğer Türk devletlerini de şöyle
değerlendirdiğimiz zaman bu devletlerin hepsinde çok ciddi manada
gelişmeler olduğu da görülüyor. Tabii, biz Türkiye olarak önce
bunların hepsinin bağımsızlıklarının devam
etmesini ve bağımsızlığın ilelebet, artarak,
güçlenerek devam etmesinden yana olmak mecburiyetindeyiz. Bu noktada da bu
ülkelerle her türlü ilişkiye nasıl 1990lı yıllarda
başlamışsak bundan sonraki dönemde de devam ettirmek mecburiyetindeyiz.
Ayrıca bu ülkelerin
birçoğunun şu anda çok ciddi manada sorunları vardır.
Bakınız, önümüzdeki günlerde, 26 Şubatta, Hocalı
katliamını hep beraber anacağız. Şu anda Azerbaycan
devletinin topraklarının büyük bir kısmı yani üçte 1ine
varan kısmı maalesef Ermenistan tarafından işgal
altındadır. Hocalı katliamı, 1992 yılında çok
ciddi manada ağır saldırının olduğu ve
saldırı da 25 Şubatı 26 Şubata bağlayan bir
gecede Ermeniler tarafından yapılmıştır; 83 çocuk, 106
kadın, 70ten fazla yaşlı insan olmak üzere toplam 613 kişi
katledilmiştir. Bu katliam bir soykırımdır yani orada
yaşayan insanların hepsi Ermenilerin saldırıları
neticesinde katledilmiştir. İşte, burada hatta daha sonra yapılan,
bu öldürülen, şehit edilen kardeşlerimizin üzerindeki otopsilerde
insanların cesetlerinin yakıldığı, gözlerinin
oyulduğu yani insanoğlunun kabul edemeyeceği ağır bir
şekilde bunların katledilmiş olduğunu da görüyoruz.
İşte, burada hepimize çok
farklı görevler düşmektedir. Hocalı katliamı dünyanın
her tarafına anlatılmalıdır. Şu anda Hocalı
katliamını yapanlar; işte Ermenistanın devlet
başkanlarıdır, meclis başkanlarıdır, işte,
Sarkisyandan tutun da diğerlerine kadar. Ama şurası bir
gerçektir ki bunlarla ilgili, başta dünyadaki bütün devletler olmak üzere,
dünyadaki STKlar olmak üzere hiçbir şey yapılmamış
olduğunu da görüyoruz. İşte, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak
bizlere burada çok ciddi manada görevler düşüyor. Bizler de diğer
devletler gibi sessiz kalamayız, sorumsuz duramayız. Yani, orada bir
işgal varsa, Azerbaycan topraklarının üçte 1i işgal
altındaysa, o bölgede yaşayan 1 milyonun üzerinde Azerbaycan Türkü
kardeşimiz eğer kendi bölgelerinden başka bölgelere göç
etmişlerse, onların tabirleriyle kaçkın konuma gelmişlerse
onların haklarını savunmak da öncelikle bizlere
düşmektedir. Yani, o, 1992 yılında yapılan Hocalı
katliamını dünyaya unutturmamak ve onların faillerinin de
mutlaka ve mutlaka cezalandırılmasını istemek
mecburiyetindeyiz.
Saygıdeğer milletvekilleri,
sadece bunlar mı? Hayır. Bakınız, Ahıska Türkleri,
işte 1948de Stalin döneminde zorla göç ettirilen gruplardan bir
tanesidir. Aynı durum Kırım Türklerinin başına
gelmiştir ama Kırım Türkleri kendi bölgelerine bir nebze olsun
dönebilmişken Ahıska Türklerinin maalesef dönmemiş olduğunu
da görüyoruz. Şu anda Ahıska Türklerinin de Ahıska bölgesine
yani Türklerin öz yurdu, ana vatanı olan o bölgeye dönmesi gerekmektedir.
Bu manada da Türkiye Cumhuriyeti devleti maalesef yine duyarsız
kalmış. O, geriye dönüşle ilgili çok ciddi birtakım
çalışmalar yapılmamış olduğunu da görüyoruz.
Hâlbuki, Kırım Türklerine TİKA marifetiyle ev
alınması, arazi alınması; yaklaşık olarak 5 bine
yakın ailenin dönüşü bu şekilde sağlanmıştır.
Aynı tabloyu Ahıska Türklerine sağlamış olsaydık
herhâlde durum daha farklı olurdu diye düşünüyorum.
Bunun yanında, Doğu
Türkistanında, Suriyesinde, Irakında, IŞİD terör
örgütünün saldırılarıyla beraber o bölgelerde çok ciddi manada
Türklerin mağduriyet içerisinde olduğunu görüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
REŞAT DOĞRU (Devamla)
İşte, öyleyse Türkiye Cumhuriyeti devletine buralarda görev
düşmektedir diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve
AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Kocaeli Milletvekili Sayın Haydar
Akar, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; evet, dün KİT Komisyonunda yani
Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda Ziraat Bankasını
görüştük. Ziraat Bankasının 2012 raporunu, Sayıştayın
hazırlamış olduğu raporu görüştük. Burada Ziraat
Bankasının 2014 yılında havuz medyasına vermiş
olduğu teminatsız krediden bahsetmeyeceğim. Ziraat
Bankasıyla ilgili bir tespit yaptık orada, bu, iktidar partisindeki
arkadaşlarımız, muhalefetteki arkadaşlarımızla
birlikte. Ve Sayıştay raporlarında da vardı 2012
raporlarında. Neydi bu tespit? Bankaların, Ziraat Bankası dâhil
olmak üzere, 2012de açılan dava sayısı yüzde 400
artmış, kaybettiği davalar da aşağı yukarı
ona yakın. Bu davaların tümü bu kredilerle ilgili. Hangi krediler? Bireysel
kredilerle ilgili, vatandaşın almış olduğu konut
kredisi, araç kredisi, bireysel tüketici kredisiyle ilgili davaları
kaybetmişler. Ki bununla ilgili Yargıtayın da kararı var.
Ve ne yapıyor vatandaş? Hiç bankalara uğramadan direkt gidiyor,
müracaatını yapıyor mahkemelere ve bu mahkemeler de
vatandaşın lehine sonuçlanıyor genelde. Böyle olunca da
bankanın masrafları daha çok artmaya başlamış. Yani,
sadece, vatandaşa masraf diye yutturdukları -hani hiçbir masraf yok
aslında- bir sözleşmeden ibaret olan bir masrafı, büyük
meblağlarla vatandaştan kestikleri bu masrafları mahkeme
kararıyla vatandaşlar almaya başlamışlar. Sadece
masrafı almıyor, neyi alıyor? Bir de avukatlık ücretini
alıyor. Neyi ödüyor? Mahkeme masrafını da ödüyor bankalar.
Bankalar aslında, bunu böyle yaparken büyük bir zarar oluşturmaya,
iş yükü oluşturmaya ve maddi kayıplara neden olmaya
başlamış. Biz bunu Ziraat Bankası Genel Müdürüne
sorduğumuzda, Sayın Genel Müdür, niye bu masrafları almaya
devam ediyorsunuz? dediğimizde şunu söyledi: Biz banka olarak karar
aldık, artık bu masrafları almayacağız. dedi, bir.
İki: Daha önce alınmış masrafları da, vatandaş
mahkemeye gitmeden eğer bize müracaat ederse bu masrafları
ödeyeceğiz. dedi.
Şimdi,
burası güzel bir şey aslında, vatandaşlar için gerçekten
güzel bir haber. Ama, bugün bu devam etti, sadece Ziraat Bankasıyla
sınırlı kalmaması gerektiğini söyledik ve bugün
Bankalar Birliği de bir açıklama yaparak sadece bu olayın Ziraat
Bankasıyla sınırlı kalmayacağını, diğer
bankaların da aynı işlemi uygulayacağını ifade
etti ve ifadelerinde başka bir şeyi de söylüyor tabii, orası çok
önemli, Vatandaşlar şubelere gittikleri takdirde, onları
bekleyen bir şube görevlisi, bir memur veya görevli olacak ve
vatandaşın taleplerini yerine getirecek. dedi, mahkemeye gitmeden
önce bunu yapması gerektiğini söyledi.
Şimdi ben buradan bankalara
sesleniyorum: Vatandaşlar yarından itibaren şubelere, bankalara
başvurmaya başlayacaktır çünkü bu haberler kamuoyunda
paylaşılmaya başlandı ve paylaşılınca da
vatandaşlar mahkeme sürecini
bir süre erteleyecek, bir süre bu
işlerle uğraşmayacak. Çünkü -biliyorsunuz- simsarlar da türedi
yani hepimize SMS mesajları geliyor Eğer bankalardan kredi kullanmışsanız
masraflarınızı geri alıyoruz. diye. Bu işten para
kazanan insanlar var ve gerçekten de, vatandaşın aslında bir
kısmını iade olarak alabilmesine rağmen daha çok
parayı bu simsarlar ve bu işi takip eden insanlar kazanmaya
başladı. Bankalar kendileri mağdur oldukları için bu
işe bir dur dediler, dur derken de şunu söylüyorlar: Gitsinler
bankadaki görevli memuru bulsun. diyorlar.
Şimdi buradan seslenmek istiyorum:
Sadece bunu demek yetmiyor, yarından itibaren vatandaş bankaya
gittiğinde gerçekten bu işi çözecek bir memurla
karşılaşması, bir görevliyle
karşılaşması, buluşması gerekiyor. Eğer
bankalar bu işi biraz ertelemek, bu talepleri geri ötelemek gibi bir
gayret içerisine girerlerse bununla ilgili de bir yaptırım
olması gerektiğine inanıyorum.
Bu iş gerçekten
vatandaşın faydasına olmuştur. Bayburt Milletvekili arkadaşımızın
da KİT Komisyonunda çok değerli katkıları olmuştur,
diğer KİT Komisyonu üyeleriyle birlikte. Ve Ziraat Bankası Genel
Müdürünün de bu işe ikna olmuş olması ve bu işin gerçekten
bu şekilde yapılması gerektiğini orada ifade edip,
bankaların da bu hizaya gelmesinin vatandaş açısından
memnuniyet verici bir iş olduğunu düşünüyorum.
Bundan sonra umarım,
vatandaşların, zaten zor şartlar altında geçinen, Hükûmetin
uygulamış olduğu ekonomik politikalar nedeniyle bankalardan
kredi almak zorunda kalan vatandaşların mağdur olmaması
için de gerekenin yapılacağını ifade ediyor, hepinize
saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylama için iki dakika süre
veriyorum ve oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Tasarının
açık oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı |
: |
205 |
|
Kabul |
: |
205 |
Kâtip
Üye İsmail
Kaşdemir Çanakkale |
Kâtip
Üye Fehmi
Küpçü Bolu |
Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
8inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık
Örgütü Avrupa Bölge Ofisi Arasında İki Yıllık
İşbirliği Anlaşması 2010/2011'in Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
8.- Türkiye Cumhuriyeti Sağlık
Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi
Arasında İki Yıllık İşbirliği
Anlaşması 2010/2011in Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/392) (S. Sayısı: 162)
BAŞKAN Komisyon yok.
Ertelenmiştir.
9uncu sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika Krallığı Arasında
Diplomatik ve Konsüler Personelin Belirli Yakınlarının Kazanç
Getirici Bir İşte Çalışmalarına Olanak Sağlayan
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
9.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika Krallığı
Arasında Diplomatik ve Konsüler Personelin Belirli
Yakınlarının Kazanç Getirici Bir İşte
Çalışmalarına Olanak Sağlayan Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/341) (S. Sayısı:
281)(x)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet
burada.
Komisyon raporu 281 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
gruplar adına söz talebi yok.
Şimdi, şahıslar
adına Balıkesir Milletvekili Sayın Haluk Ahmet Gümüş.
Buyurunuz.
HALUK AHMET
GÜMÜŞ (Balıkesir) Değerli üyeler, küresel ekonominin
yapısal krizi devam ediyor. 2008den bu yana gelişmiş ülkelerde
deflasyon beraberinde uzun bir durgunluk ve hatta bunalım denilebilecek
şartlar yaşanmaktadır. Bu bunalım dünyadaki tüm bölgeleri
aynı oranda ve şiddette etkilememektedir. Uluslararası güç
dengeleri alışılmışın dışında
değişme eğilimindedir. Büyük güçlerin dünyayı
değiştirme yeteneği veya gücü farklılaşmış
ve gerileme sürecine girmiş gözükmektedir. Gelişmiş ülkelerde
dahi sosyal sınıflar arasındaki gelir uçurumlarının
artması liberal ekonomi anlayışını
yıpratırken koşullar dünyadaki siyasi yelpazenin sağ ve sol
uçlarının güçlenmesine zemin hazırlamaktadır. Tüm bu kaos
ortamına bölgesel savaşlar ve küresel kaynaklar üzerinde artan
rekabeti eklediğimizde dünya barışının veya şu
anki dengeler durumunun hiç de iç açıcı olmadığı
gözükmektedir.
Değerli
arkadaşlar, bu görüntü bir gerçekliğin, dünyada kökten bir
değişiklik olduğunun göstergesidir, değişiklik ülkede
değil, dünyada da olmaktadır. Bu değişikliğin ana
hedeflerinden biri bundan böyle, bugüne kadar dünyada Batıda odaklanan
gücün dünya coğrafyalarına dağılacağı
gerçekliğidir. Gelişmiş ülkelerin önemli raporlarında yer
alan bu beklentinin bir kısmı hâlen gerçekleşmiş
durumdadır. Buna dair açıklamayı dört ay önce IMF
Başkanı Lagarde yapmıştır. Lagarde IMF satın
alma paritesine göre yapılan millî gelir hesaplamalarında Çin, ABDyi
geçmiştir. demektedir. Geçmiş yıllarda Batı kaynaklı
gelecek tahminlerinde Güneydoğu Asyadaki ekonomik büyümenin on beş
yıl içerisinde ABD ekonomisini geçeceği öngörüleri vardı. Oysa
yeni veriler on beş yıl sonrası için beklenen ekonomik verilerin
bugün zaten gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Peki, bu
hepimizi derinden etkileyen rakamlar niçin geçmişte küçük gösteriliyordu?
Bu rakamlar karartıldığında neleri göremiyorduk? Bazı
ekonomistler Çin millî gelir rakamlarının düşük görüntüsünün
bugün itibarıyla hem ABD hem de Çinin işine geldiğini
belirtiyorlar. ABD ise teknoloji ve silah gücüyle sağladığı
liderliğin ekonomik alanda da
aynı görüntüyü vermesinden memnun gözüküyordu. Çin ise, henüz iç göç
sorunlarını çözmeden, teknoloji ve silah gücü olarak ileri bir düzeye
gelmeden ekonomik liderliği ve bu liderliğin getireceği
yükümlülükleri yüklenmek istemiyordu. Tek istediği Çinin, serbest
ticaretten ve mevcut küresel sistemden yararlanarak büyümesi için gereken
enerji ve ham madde tedarikini sorunsuzca sağlayabilmekti, yavaş
yavaş dünyada ağırlığını hissettirmek ve hiç
acelesi olmadan kendi planını uygulamaya sokmaktı.
Şimdi dikkatinizi çekmek
istiyorum: Eğer Çin ekonomisinin ABD ekonomisini geçtiği konusundaki
görüşler doğru ise -doğru olduğunu Lagarde söyledi- Çin
ekonomisi yüzde 7,5-10luk bir büyüme trendini sürdürdüğüne göre, bu
durumun sekiz yıl, yedi yıl, belki de dokuz yıl
sürebileceğini varsaydığımızda
karşımızda -mümkündür- 2020lerde ABDnin o günkü ekonomik
büyüklüğünün yaklaşık iki misli güçle
karşılaşacağız Güneydoğu Asyada. Bu durum,
eğer gerçekleşirse, tüm küresel sistemi kökten etkileyecek
sonuçları doğurabilecektir. Gerçekte üstü kapalı ve
anlaşılmadan ve rakamlar telaffuz edilmeden şimdiden
yapılan hazırlıklar da büyük ülkenin gerçekte bu durumuyla
ilgilidir. Eğer küresel sıklet merkezinin Batının
gelişmiş ülkelerinden, dünyanın diğer coğrafyalarına
dağılımı beklentisi on beş, yirmi yıl sonra
değil de yaşadığımız yıllarda, yani şu
an gerçekleşiyorsa dünyada bu yeni gerçeklik ışığında
nasıl bir manzara ile karşı karşıyayız? Bugün
neler olmaktadır? Şimdi, bu varsayım altında günümüzde
yaşamakta olduğumuz gelişmeleri ele alalım. Çünkü güçler
dengesinin gerçekte bize anlatılandan farklı olduğu
anlaşılmaktadır ve süperler bu yeni duruma göre politika
geliştirmektedirler ve bunların birçoğundan belki de haberimiz
yoktur.
Suriye konusunda Rusya ile ABDnin
anlaşma zemininin yaratılması, Rusyanın da Orta Asya ve
Çin-Rus sınırında hissettiği büyüyen endişesinden mi
kaynaklanmaktadır?
Başka bir şey: Bundan
altı yedi yıl öncesine kadar basında, üniversitelerde
yaygın olarak Ulus devlet bitti. söylemine bugün artık niçin
aynı sıklıkta rastlamıyoruz? Bunun nedeni çok kutuplu
dünyaya yeniden dönüş, tek kutuplu dünya yapısının terk
edilmesi midir? Gelişmiş ülkelerin Orta Doğuda tekrar büyük ve
güçlü müttefiklere olan ihtiyacının artması bu nedenle midir? Bu
durum ülkemize nasıl etki edecektir? Arap Baharı adıyla bilinen ve ABD liderliğinin
dışarıdan yumuşak güçle müdahalesinin arkasında Kuzey
Afrikada ve Doğu Akdenizde yeni güç yarışının
hazırlıkları mı vardır? Evet, vardır.
Arap Baharıyla Akdenizde
hedeflenen, Batıya entegre, demokratik yönetimli ve Güneydoğu
Asyaya alternatif müttefiklerden oluşan yeni bir ortak pazarın
inşasının başlangıcı mı söz konusudur? Büyük
bir ihtimalle söz konusudur. Tıpkı tarihte olduğu gibi İpek
Yolu yeniden inşa edilirken Akdeniz Bölgesi Uzak Doğuyu dengelemek
için yeniden dizayn mı edilmektedir? İktidara gelirken desteklenip
bugün AKP Hükûmetinin arkasından çekildiği anlaşılan
Batı gücünü bu kararı almaya sevk eden nedir; var olan
değişiklikler midir, yoksa kullanılan her şeyin olduğu
gibi miadının dolması mıdır mevcut Hükûmetin?
Sovyetlerin dağılmasıyla tek kutuplu dünya döneminde
hedeflenmiş Ilımlı İslam Projesinin çok kutuplu dünya şartlarında
geçerliliğinin ortadan kalkması ve Avrasya-Orta Doğu
planlarının değişmesi bu yeni gerçeklik yüzünden midir?
ABDnin güçlerini Orta Doğudan
Çin coğrafyasının etrafına doğru çekme kararı,
ekonomik olarak güçlenmiş ama henüz askerî gücünü yeterince
büyütememiş Çine karşı köklü bir politika
değişikliği midir? Bunun arkasından ne gelecektir? ABD-AB
arasında yapılacak ve şu anda yapılmakta olan Transatlantik
Ticaret ve Yatırım Ortaklığının gündeme
gelmesinin en büyük nedeni Çinin büyümesi karşısında Batının
güçlü konumunu bir müddet daha koruyarak hazırlıklar için zaman
kazanması mıdır? Bu anlaşmayla, dünyada deprem yaratacak
FED kararının ilişkisi nedir? Beklenen FED
kararlarının
Bu durum, büyük bir yeni planın parçası
mıdır?
Orta Asya konusu ve Orta Asyada Çin
hedefleri Rusya-ABD-Türkiye ilişkilerini geliştirme potansiyeline
sahip midir? Orta Asyanın, geleceğin Balkanları ifadesinin bu
gerçekle ilişkisi nedir? Bugüne kadar kimsenin ilgilenmediği Uygur
Türklerinin sorunlarına dünyada büyüyen ilginin nedeni nedir?
Geçmişte kimse ilgilenmedi. AKP Hükûmeti son yıllarda niçin Uygur
meselesinden uzaklaşmaktadır? Daha önce, sözleri vardı,
hassasiyeti vardı, şimdi Aman Çin kızmasın. diyorlar. Bu,
ABDden ve AB politikasından uzaklaşma mıdır?
En önemli sorun, Çin ekonomisinin
görülmemiş büyüme oranları nasıl dengelenebilecektir? Çin
büyümesi dengelenmezse dünya barışı tehdit altında mı
olacaktır? FED kararlarının gelişmekte olan ülkelerin
büyüme hızlarını dengeleyici etkileri olacak mıdır,
bununla ilgili hazırlıklar var mıdır? Türkiye gibi Çini
potansiyel pazar yapamayan, Çinle dış ticaret açığı
olağanüstü büyük olan ülkelerin çıkış yolları bundan
sonra ne olacaktır? Yakın gelecekte Çin liderliği ihtimali
gelişmişlere bizim coğrafyamızda ve dünyada ne gibi
önlemleri dayatacaktır?
Bu soruların cevabını
Hükûmet düşünmezse ve bulamazsa daha çok sıkıntı
yaşar.
Çok teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ İLE BELÇİKA KRALLIĞI ARASINDA DİPLOMATİK
VE KONSÜLER PERSONELİN BELİRLİ YAKINLARININ KAZANÇ
GETİRİCİ BİR İŞTE ÇALIŞMALARINA OLANAK
SAĞLAYAN ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 31 Ekim 2008 tarihinde
İstanbulda imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika
Krallığı Arasında Diplomatik ve Konsüler Personelin Belirli
Yakınlarının Kazanç Getirici Bir İşte Çalışmalarına
Olanak Sağlayan Anlaşmanın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Diğer maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu
Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Diğer maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu
Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Bir dakika süre veriyorum ve oylama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Birleşime yirmi
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
18.53
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:
19.16
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: İsmail
KAŞDEMİR (Çanakkale), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)
----0----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55inci Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
281 sıra sayılı Kanun
Tasarısının tümünün açık oylamasında toplantı
yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi açık oylamayı
elektronik cihazla tekrarlayacağız.
Oylama için üç dakika süre veriyorum ve
oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Yapılan ikinci
açık oylamada da toplantı yeter sayısı
bulunamadığından, alınan karar gereğince, kanun tasarı
ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 17 Şubat 2015 Salı günü
15.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Hayırlı hafta sonları.
Kapanma
Saati: 19.20
(x) 104 S. Sayılı Basmayazı 07/05/2014 tarihli 86ncı Birleşim Tutanağına eklidir.
(X) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(x) 602 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(X) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(x) 281 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.