TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
107nci
Birleşim
27
Haziran 2016 Pazartesi
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak
Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her
tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve
tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun
olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Didem Enginin, amatör spor kulüplerine
gerekli desteğin sağlanması, modern standartlarda spor
faaliyetleri gerçekleştirebilmelerini sağlayacak tesis ve
altyapı sorunlarının çözülmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
2.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akının, Edremit
Körfezinde meydana gelen şiddetli rüzgâr ve fırtınanın
ciddi maddi hasara neden olduğuna ilişkin açıklaması
3.- Hatay Milletvekili Serkan Topalın, turizmcilerin içine
düştüğü darboğazdan ve ekonomik krizden çıkabilmesi için
Hükûmetin ne gibi projeler hazırladığını öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
4.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcının, Mersinde 5
bin kişiyle yapılan bir ankette nükleer santral kurulmasına
halkın yüzde 79unun hayır dediğine ve nükleer enerji
bilgilendirme ofisleri kurularak öğrencilere yanlış bilgiler
verildiğine ilişkin açıklaması
5.- Adana Milletvekili İbrahim Özdişin, Şehit ve Gazi
Yakınlarına İş Hakkına Dair Yönetmelikteki
adaletsizliğin giderilmesi için herhangi bir adım atılıp
atılmayacağını ve adil kullanım kotası
uygulamasının ne zaman sona ereceğini öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
6.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemirin, toplumda güvenlik düzeyi
çatışma derecelerine göre yapılan değerlendirme sonunda
hazırlanan küresel barış endeksine göre Türkiyenin 163 ülke
arasında 145inci olduğuna ilişkin açıklaması
7.- Manisa Milletvekili Mazlum Nurlunun, Ensar Vakfının
Manisadaki devlet okullarında yaz okulu açma girişiminin
Manisalıları rahatsız ettiğine ilişkin açıklaması
8.- Hatay Milletvekili Birol Ertemin, Hatay Kadın Doğum ve
Çocuk Hastalıkları Hastanesinin durumuna ve basına yansıyan
iddiaların araştırılmasını talep ettiğine
ilişkin açıklaması
9.- İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdinin, Erciyes
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 150 civarında
sağlık çalışanına konulan kanser teşhisinin
incelenmesi için müfettiş gönderilmesini arzu ettiğine ilişkin
açıklaması
10.- Denizli Milletvekili Kazım Arslanın, terörün önlenmesi
için yalnızca askerî ve polisiye tedbirlerin yeterli
olmadığına ve komşu ülkelerle ilişkilerin ne zaman
düzeltileceğini öğrenmek istediğine ilişkin
açıklaması
11.- Ankara Milletvekili Nihat Yeşilin, İsrail ile Türkiye
arasında Romada gerçekleştirilen görüşmeler sonrasında
varılan mutabakat şartlarıyla ilgili bilgi almak istediğine
ilişkin açıklaması
12.- Aydın Milletvekili Hüseyin Yıldızın,
Aydının Sultanhisar, Atça, Köşk ve İncirliovada çilek
üreticilerinin zor durumda olduğuna ve Ziraat Bankasına olan
borçlarının ertelenmesini istediğine ilişkin
açıklaması
13.- Kayseri Milletvekili Çetin Arıkın, Başbakan
Yardımcısı Numan Kurtulmuşun bir toplantıda sarf
ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
14.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğanın, İzmirin
Bayraklı ilçesi Yamanlar Mahallesinde 4 caminin, içinde Yamanlar Cemevi
ifadeleri olduğu için bir ölüm duyurusunu yapmadıklarına ve bu
konunun araştırılmasını istediğine ilişkin
açıklaması
15.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demirin,
İstanbulda LGBTİlilerin yaptığı basın
açıklamasına ilişkin açıklaması
16.- İzmir Milletvekili Musa Çamın, Diyanet İşleri
Başkanlığının insanları ayrıt etmeksizin ve
ötekileştirmeksizin herkese hizmet vermek zorunda olduğuna ve bu
topraklarda yaşayan her vatandaşın selasının ve ölüm
duyurusunun camilerden yapılabilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
17.- Balıkesir Milletvekili Mehmet Tümün, Balıkesirin
Altınoluk beldesi ile Çanakkalenin Küçükkuyu beldesinde ciddi bir
fırtına ve kasırga felaketi yaşandığına ve
yurttaşların zararlarının ne zaman ve nasıl
giderileceğini öğrenmek istediğine ilişkin
açıklaması
18.- Tokat Milletvekili Kadim Durmazın, desteklemelerin üretici
birlikleri üzerinden ödenmemesi hâlinde bu birliklerin gelirlerinin
kesilmiş olacağına ve 100 bin ton şeker ithal edilmesi
konusunda açıklama yapılmasını beklediğine
ilişkin açıklaması
19.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirelin, 26 Haziran
Birleşmiş Milletlerin İşkence Görenlerle
Dayanışma Gününe, toplumsal yaşamın her alanında
işkencenin sürdüğüne, baskıların şiddetin ve
işkencenin arttığı bu süreçte sessiz
kalındığına ve herhangi bir adım
atılmadığına ilişkin açıklaması
20.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, İsraille ilişkiler
konusunda birtakım anlaşmalara varıldığının
ifade edildiğine, böylesine önemli bir konuda Hükûmetin Meclisi
bilgilendirmesi gerektiğine ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğanın terörle mücadele bağlamında sarf ettiği
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
21.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, uzunca bir süredir devam
eden müzakereler neticesinde AKP Hükûmeti ile İsrailin anlaşma
sağladığına ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğanın İsraille ilgili daha önceki açıklamalarına
ilişkin açıklaması
22.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun, Türkiyenin özellikle
son dönemde terörle mücadele noktasında çok kararlı bir tutum
içerisinde olduğuna, Türkiye ve İsrail arasında epey
zamandır müzakereleri süren anlaşmayla alakalı bugün bir noktaya
ulaşıldığına ve hayırlı olmasını
temenni ettiğine ilişkin açıklaması
23.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğanın terörle mücadele bağlamında sarf
ettiği bazı ifadeleriyle ilgili Meclisin iradesini ortaya
koyması gerektiğine ilişkin açıklaması
24.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın bütün konuşmalarında
terörle mücadele noktasındaki kararlılığı ortadayken
zorlama bir yorumla bir anlam çıkarmaya çalışmanın ve bunun
üzerinden bir polemik oluşturmanın doğru bir tutum olmadığına
ilişkin açıklaması
25.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğanın terörle mücadele bağlamında sarf
ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
26.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, İstanbul Milletvekili Mehmet
Muşun yaptığı açıklamasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
27.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, düşen Rus uçağıyla
ilgili olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından
Putine mektup gönderildiğine dair Kremlinden yapılan resmî
açıklama konusunda bilgi verilmesini istediğine ilişkin
açıklaması
28.- Manisa Milletvekili Özgür Özelin, Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Eczanesinde öldürülen 4 eczacı için yapılan anma törenine
iktidar partisinden hiç kimsenin katılmadığına ilişkin
açıklaması
29.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun, Beşinci Oturumda
sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
30.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın, İç Tüzükün
72nci maddesiyle ilgili önergenin okunup okunmamasının Genel Kurulun
takdirine sunulması gerektiğine ilişkin açıklaması
31.- Manisa Milletvekili Özgür Özelin, İç Tüzükün 72nci
maddesiyle ilgili önerge verilmesinin bir hak olduğuna ve önergenin
gerekçesiyle bütün olduğuna ilişkin açıklaması
32.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirelin, önergelerin
hepsinde gerekçelerin okutulması ve daha önceki süreçlerde gerekçe
okutulmamışsa bu yanlışlıktan geri dönülmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak ve 20 milletvekilinin,
özelleştirme işlemleri konusundaki yargı kararlarının
uygulanmaması nedeniyle oluşan kamu zararının
boyutlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/244)
2.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Gökdağ ve 19 milletvekilinin,
Antep fıstığı üreticilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/245)
3.- Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdu ve 21
milletvekilinin, Kırklareli ili Demirköy ilçesi İğneada
beldesinde yapılması planlanan nükleer enerji santralinin
Kırklareli ve Trakya bölgesine vereceği zararların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/246)
B) Tezkereler
1.- Başbakanlığın, Birleşmiş Milletler
Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2016
tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL harekâtına iştirak
etmesi hususunda Anayasanın 92nci maddesi uyarınca Hükûmete izin
verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi (3/802)
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- MHP Grubunun, Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakul ve
arkadaşları tarafından, sağlık sektöründeki kamu-özel
ortaklığı projelerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 7/1/2016
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
27 Haziran 2016 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına
ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
2.- HDP Grubunun, Siirt Milletvekili Kadri Yıldırım ve
arkadaşları tarafından, kamu emekçilerinin sendikal hak ve
özgürlüklerinin korunması ve güvence altına alınması için
neler yapılması gerektiğinin belirlenmesi amacıyla 20/6/2016
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
27 Haziran 2016 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi
3.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler kısmında yer alan, sağlık
çalışanlarına uygulanan şiddetin nedenlerinin ve
sonuçlarının araştırılması ve alınacak
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan (10/120) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergesinin
ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakulun, Kütahya Milletvekili
Vural Kavuncunun MHP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında şahsına ve Milliyetçi Hareket
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, Ankara Milletvekili Ahmet
Gündoğdunun HDP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
3.- Van Milletvekili Lezgin Botanın, Ankara Milletvekili Ahmet
Gündoğdunun HDP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
4.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Ankara Milletvekili Ahmet
Gündoğdunun HDP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
5.- Ankara Milletvekili Ahmet Gündoğdunun, Manisa Milletvekili
Erkan Akçay, Van Milletvekili Lezgin Botan ile Ankara Milletvekili Levent
Gökün sataşma nedeniyle yaptıkları konuşmaları
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
6.- Van Milletvekili Lezgin Botanın, Ankara Milletvekili Ahmet
Gündoğdunun sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
7.- İzmir Milletvekili Musa Çamın, Ankara Milletvekili Ahmet
Gündoğdunun sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
8.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun, Diyarbakır
Milletvekili Çağlar Demirelin CHP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
9.- Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakulun, Adana Milletvekili
Necdet Ünüvarın CHP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
10.- Adana Milletvekili Meral Danış Beştaşın,
İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
11.- Ankara Milletvekili Murat Emirin, Adana Milletvekili Necdet
Ünüvarın CHP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun, Adana Milletvekili
Meral Danış Beştaşın sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
13.- Adana Milletvekili Meral Danış Beştaşın,
İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Halkların
Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması
14.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Gaziantep Milletvekili Abdulhamit
Gülün 400 sıra sayılı Kanun Tasarısının tümü
üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
15.- Gaziantep Milletvekili Abdulhamit Gülün, Ankara Milletvekili Levent
Gökün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
16.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demirin,
Gaziantep Milletvekili Abdulhamit Gülün 400 sıra sayılı Kanun
Tasarısının tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında Halkların
Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması
17.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun, İstanbul
Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demirin sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Danıştay Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/726) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı:
400)
2.- Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Sekizinci Ek
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 343)
IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- 400 sıra sayılı Kanun Tasarısının
Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle görüşmelerinin
yapılıp yapılamayacağı hakkında
2.- İç Tüzükün 72nci maddesi uyarınca, görüşülmekte olan
Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının tümü üzerindeki
görüşmelerinin devam ettirilmesi amacıyla verilen önergenin
gerekçesinin okunmamasının İç Tüzük hükümlerine uygun olup
olmadığı hakkında
X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı'nın, Kurum
kadrolarına ve yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydının cevabı (7/5476)
2.-
Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, Başbakanlığa ait
makam araçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Nurettin Caniklinin cevabı (7/5490)
3.-
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Üsküdar Belediyesinin
borçlarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Naci
Ağbalın cevabı (7/5557)
4.-
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2014-2016
yılları arasında Bakanlıkta görev yapan özel kalem
müdürlerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Naci Ağbalın
cevabı (7/5676)
5.-
İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş'ın, TBMM
bünyesinde bulunan kiralık araçlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydının cevabı (7/5719)
6.-
Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar'ın, 2016 yılında
Aydın ili için ayrılan bütçeye,
2016
yılında Aydın ili için ayrılan bütçeye,
İlişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Naci Ağbalın cevabı (7/5814) (7/5816)
7.-
Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar'ın, 2016 yılında
Nevşehir ili için ayrılan bütçeye,
2016
yılında Nevşehir ili için ayrılan bütçeye,
İlişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Naci Ağbalın cevabı (7/5815) (7/5817)
8.- Antalya
Milletvekili Niyazi Nefi Kara'nın, TBMM Kreşinin bir etkinliği
ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkan Vekili Ahmet Aydının cevabı (7/5983)
27 Haziran 2016 Pazartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Elif Doğan TÜRKMEN
(Adana)
-------0------
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 107nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce,
sisteme girmiş olan sayın milletvekillerine -ilk 15 milletvekiline-
birer dakika süreyle söz vereceğim.
Sayın Engin
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Didem Enginin, amatör spor kulüplerine
gerekli desteğin sağlanması, modern standartlarda spor
faaliyetleri gerçekleştirebilmelerini sağlayacak tesis ve
altyapı sorunlarının çözülmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
DİDEM ENGİN (İstanbul)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Amatör spor kulüpleri ülkemizde sporun
gelişmesi, genç yeteneklerimizin kendilerini geliştirebilmeleri ve
çocuklarımızın, gençlerimizin spor yaparak kötü
alışkanlıklardan uzak kalmaları açısından son
derece önemli bir role sahip. Fakat, kısıtlı bütçelerle ayakta
kalmaya çalışan amatör spor kulüplerinin tesis ve altyapı
yetersizliği, spor malzemesi eksikliği, sağlık hizmetlerine
erişim ve eğitim ihtiyaçları gibi önemli sorunları var.
Özellikle İstanbulda bu anlamda önemli eksiklikler var. Engelli spor
kulüplerimiz de dâhil olmak üzere amatör spor kulüplerimize gerekli destekleri
sunabilmeli, modern standartlarda spor faaliyetleri
gerçekleştirebilmelerini sağlayacak tesis ve altyapı sorunlarını
çözebilmeliyiz. Bu konu partiler üstü ele almamız gereken bir konu ve
katkı sağlamak hepimizin görevi. Yerel yönetimlerin de amatör spor
kulüpleri arasında ayrım yapmadan ve spora siyasi bir bakış
açısıyla bakmadan destek olmalarını gerektiğini de
ifade etmek istiyorum.
Teşekkürler.
BAŞKAN Sayın Akın
2.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akının, Edremit
Körfezinde meydana gelen şiddetli rüzgâr ve fırtınanın
ciddi maddi hasara neden olduğuna ilişkin açıklaması
AHMET AKIN (Balıkesir) Teşekkürler Sayın
Başkan.
Edremit Körfezinde dün sabah itibarıyla
meydana gelen şiddetli rüzgâr ve fırtına ciddi maddi hasara
neden oldu. Altınoluk-Küçükkuyu arasında etkisi daha yüksek olan
fırtına nedeniyle çok sayıda iş yeri zarar gördü, sahildeki
ağaçlar yerinden sökülüp devrildi, bölgedeki bazı evlerin
çatıları uçtu. Fırtınayla birlikte oluşan
şiddetli yağış sele neden oldu. Edremit-Çanakkale yolunda
meydana gelen göçükler ulaşımda sıkıntılara yol
açtı. Yine, denizde meydana gelen büyük dalgalar sahildeki iş yerlerine
zarar verdi. Öncelikle hemşehrilerimize geçmiş olsun dileklerimi
iletiyorum. Herhangi bir can kaybının olmaması tek tesellimiz.
Edremit Belediyemiz bölgede gerekli incelemeyi yaptı ve Belediye
Başkanımız zarar gören esnafı ziyaret ederek gerekli destekte
bulunacağını açıkladı. Başta İl Afet ve Acil
Durum Müdürlüğü olmak üzere ilgili tüm kurumlarımızın
konuya duyarlılık göstermesini, esnafımızın ve zarar
gören tüm vatandaşlarımızın yaralarının bir an
önce sarılmasını bekliyoruz.
BAŞKAN Sayın Topal
3.- Hatay Milletvekili Serkan Topalın, turizmcilerin içine
düştüğü darboğazdan ve ekonomik krizden çıkabilmesi için
Hükûmetin ne gibi projeler hazırladığını öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
SERKAN TOPAL (Hatay) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Bilindiği gibi, Suriye savaşı ve
geçen sene Rus uçağının düşürülmesiyle Rusyayla
başlayan kriz sonrasında ülkemize gelen turist sayısında
ciddi bir azalma meydana gelmiş ve turizmimiz yara almıştır.
Bayram tatili dokuz gün ilan edilmesine karşın Hatay ilimizde de grup
ya da münferit turist taleplerinin önemli ölçüde azaldığı
görülmektedir. Turizm sektörünün çektiği sıkıntılar
kelimelerle anlatılacak durumda değildir. Turizmcilerimizin içine
düştüğü darboğazdan ve ekonomik krizden
çıkışı için Hükûmetiniz ne gibi projeler
hazırlamıştır? Yaşanan savaş nedeniyle turizm
gelirlerinde ciddi azalma görülen Hatay gibi, Antalya gibi illerimize
çeşitli destek paketleri verilmesi düşünülmekte midir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Atıcı
4.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcının, Mersinde 5
bin kişiyle yapılan bir ankette nükleer santral kurulmasına
halkın yüzde 79unun hayır dediğine ve nükleer enerji
bilgilendirme ofisleri kurularak öğrencilere yanlış bilgiler verildiğine
ilişkin açıklaması
AYTUĞ ATICI (Mersin) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, Mersinde 5 bin
kişiyle yapılan bir ankette nükleer santral kurulmasına
halkımızın yüzde 79u hayır dedi. Bunun sizin için bir
anlamı var mı, bilmiyorum; millî iradenin bir anlamı var
mıdır, bilmiyorum. Üstelik de anket üniversite tarafından ve
Kent Konseyi iş birliğiyle yapıldı. Yani, tamamen
tarafsız ve bağımsız bir anket olarak
karşımıza çıkıyor. Bu bir tarafta dururken maalesef
nükleer enerji bilgilendirme ofisleri kurularak Mersinde ve yeni de
İstanbul Teknik Üniversitesinde öğrencilere yalan yanlış
bilgiler veriliyor. Ortaokul öğrencilerine bile nükleer santralin ucuz
olduğu, iyi olduğu, yenilenebilir enerji kaynaklarının ise
doğa şartlarına bağımlı olduğu söyleniyor.
Bu tamamen yalandır ve kesinlikle kabul edilemez.
BAŞKAN Sayın Özdiş
5.- Adana Milletvekili İbrahim Özdişin, Şehit ve Gazi
Yakınlarına İş Hakkına Dair Yönetmelikteki
adaletsizliğin giderilmesi için herhangi bir adım atılıp
atılmayacağını ve adil kullanım kotası
uygulamasının ne zaman sona ereceğini öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sorum Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığına: 9 Mayıs 2014 tarihinde yürürlüğe giren
Şehit ve Gazi Yakınlarına İş Hakkına Dair
Yönetmelikte adaletsiz bir durum vardır. Buna göre, güneydoğu
şehitlerinin ve gazilerinin yakınlarına iş imkânı
sağlanırken Kıbrıs gazilerinin ve şehitlerinin
yakınları bu yönetmelikten faydalanamamaktadır. Bu ikiliğin
ve adaletsizliğin giderilmesi için herhangi bir adım atılacak
mıdır?
Yine, bir başka sorum Haberleşme
Bakanına: Adil kullanım kotası denen çağ
dışı, adaletsiz uygulama ne zaman sona erecek?
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Özdemir
6.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemirin, toplumda güvenlik düzeyi
çatışma derecelerine göre yapılan değerlendirme sonunda
hazırlanan küresel barış endeksine göre Türkiyenin 163 ülke
arasında 145inci olduğuna ilişkin açıklaması
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Amerikan Ekonomi ve Barış Enstitüsü
dünyadaki 163 ülkeyi güvenlik ve huzur açısından değerlendirdi.
Toplumda güvenlik düzeyi çatışma derecelerine göre yapılan
değerlendirme sonunda hazırlanan küresel barış endeksine
göre Türkiye, 163 ülke arasında 145inci oldu. 2007 yılında
97nci, 2009da 121inci, 2011de 127nci, geçen yıl da 138inci
sıradaydık. Güvenlik ve huzur alanında uluslararası
sıralamalarda giderek gerileyen son sıralardaki yerimizin mevcut
iktidar tarafından tekrar değerlendirilmesini
On dört
yıldır çözülemeyen bütün sorunlarımızın yanında,
en önemlisi, giderek güvensiz ve huzursuz bir ülke olmamızın
sorumlusu kimlerdir, tekrar sormak istiyorum?
BAŞKAN Sayın Nurlu
7.- Manisa Milletvekili Mazlum Nurlunun, Ensar Vakfının
Manisadaki devlet okullarında yaz okulu açma girişiminin
Manisalıları rahatsız ettiğine ilişkin
açıklaması
MAZLUM NURLU (Manisa) Sayın Başkan,
küçük çocuklara tecavüz ve tacizle gündeme gelen Ensar Vakfının
Manisadaki devlet okullarında yaz okulu açma girişimi Manisalı
hemşehrilerimi fazlasıyla rahatsız etmiştir. Ensar
Vakfını aklama çabasındaki AKP Hükûmeti, tüm devlet
olanaklarını Ensarcılara peşkeş çekme
çabasındadır. Ne yazık ki iktidara yalakalık peşinde
koşan devletin valisi, kaymakamı ve daire müdürleri de bu sapkın
vakıf için seferber olmuştur. CHP Manisa İl
Başkanlığımız bugün tüm örgütlerimizle birlikte Murat
Germen Ortaokulu önünde bir basın açıklaması yaparak olayı
protesto etmiştir. Laiklikten ödün vermeden din ve vicdan özgürlüğünü
savunan bizler, gençlerimizi ve çocuklarımızı korumak adına,
Manisada Ensar Vakfını ve yaz okulunu istemediğimizi buradan
haykırıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın Ertem
8.- Hatay Milletvekili Birol Ertemin, Hatay Kadın Doğum ve
Çocuk Hastalıkları Hastanesinin durumuna ve basına yansıyan
iddiaların araştırılmasını talep ettiğine
ilişkin açıklaması
BİROL ERTEM (Hatay) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Hatay Kadın Doğum ve Çocuk
Hastalıkları Hastanesi, enfeksiyon hastalıkları nedeniyle
son bir yılda bebek ölümlerinin artışıyla sık sık
gündeme gelmektedir. Hasta trafiğinin son derece yoğun olduğu
hastanede hijyene özen gösterilmediği iddia ediliyor. Oda, tuvalet
temizliği, hastanede çıkan yemeklerin temiz olmaması bir yana,
âdeta bunların hastalık saçtığı ifade edilmektedir.
Özellikle yeni doğan ünitesinin pislik içinde olduğu ve Suriyeli
hastaların hastane tarafından insan yerine konmadığı
belirtiliyor. Basına da yansıyan bu iddiaların
araştırılmasını talep etmekteyiz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Sayın İlgezdi
9.- İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdinin, Erciyes
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 150 civarında
sağlık çalışanına konulan kanser teşhisinin
incelenmesi için müfettiş gönderilmesini arzu ettiğine ilişkin
açıklaması
GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ (İstanbul)
Teşekkürler Başkan.
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde
radyolojide görevli 12 çalışanın kansere yakalanmasıyla
ortaya çıkan skandal çığ gibi büyüyor. Bugüne kadar kanser
tanısıyla meslek kuruluşlarına başvuran radyoloji
çalışanlarının sayısının 150 olduğu
ortaya çıktı. Sendika ve meslek kuruluşlarının
çağrılarına rağmen ilgili bakanlıkların konuya
ilişkin inceleme ve araştırma başlatmamaları
hekimlerin ve sağlık emekçilerinin hayatlarını tehlikeye
atıyor. Radyasyon doz ölçümleri mevzuata uygun yapılmayan hastanelerde
merdiven altı atölyelerde ucuza imal edilen kurşun önlüklerin
kullanılması âdeta cinayete teşebbüstür.
Ayrıca, performansa dayalı ödeme sistemi
nedeniyle yoğun iş yükü altında ezilen radyoloji hekim ve
teknisyenleri ne kendilerinin ne de hastaların
sağlıklarını koruyamamaktadır. Kısacası,
sağlıkta dönüşüm diyerek hastayı müşteri,
çalışanı köle olarak gören sisteme çevrilen bu sistem herkesin
yaşamıyla oynamaktadır. 150 civarında sağlık
çalışanına konulan kanser teşhisinin incelenmesi için söz
konusu hastaneye müfettiş gönderilmesini arzu ediyoruz.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Sayın Arslan
10.- Denizli Milletvekili Kazım Arslanın, terörün önlenmesi
için yalnızca askerî ve polisiye tedbirlerin yeterli
olmadığına ve komşu ülkelerle ilişkilerin ne zaman
düzeltileceğini öğrenmek istediğine ilişkin
açıklaması
KAZIM ARSLAN (Denizli) Sayın Bakanıma
soruyorum: Terörün önlenmesi için yalnızca askerî ve polisiye tedbirler
yeterli gelmiyor. Bunun için Suriyeye ve komşularımızla
ilişkilerimizi düzeltmeyi, bütün komşularımızla iyi
ilişkiler geliştirmeyi, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürkün bize
gösterdiği yolda Yurtta sulh, cihanda sulhu sağlamayı ne zaman
düşünüyorsunuz?
İki: Terörün önlenmesi ve temizlenmesi için
yapılan çalışmalardan sonra sınır güvenliğinin ve
bölge halkının güvenliğinin sağlanması ve ekonomik ve
sosyal tedbirlerin alınması suretiyle teröre bulaşmayan bölge
halkıyla ne zaman, nasıl kucaklaşmayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Yeşil
11.- Ankara Milletvekili Nihat Yeşilin,
İsrail ile Türkiye arasında Romada gerçekleştirilen
görüşmeler sonrasında varılan mutabakat şartlarıyla
ilgili bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması
NİHAT YEŞİL (Ankara) Sayın
Başkan, İsraille Türkiye yetkilileri arasında dün Romada
gerçekleştirilen görüşmeler sonrasında varılan mutabakat
ile Türkiye Gazze ablukasının kalkmasından neden
vazgeçmiştir? İsrailin resmî tazminat ödemek yerine Türkiye'de bir
insani yardım fonuna 21 milyon dolar yatıracağı doğru
mudur? Bu para hangi fona, vakfa yatırılacaktır? Türkiye'nin
Gazzeye göndereceği insani yardım malzemelerinin İsrail
kontrolünden geçirilerek Gazzeye ulaştıracak olması bu zamana
kadar sürdürülen politikanın iflası değil midir? Bundan önceki insani
yardım malzemeleri de İsrail kontrolünden geçmiyor muydu?
Mutabakatın Rusyayla bozulan ilişkilerin ardından İsrail
doğal gazının ülkeye getirilmek istenmesiyle bir ilişkisi
var mıdır?
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Sayın Yıldız
12.- Aydın Milletvekili Hüseyin
Yıldızın, Aydının Sultanhisar, Atça, Köşk ve
İncirliovada çilek üreticilerinin zor durumda olduğuna ve Ziraat
Bankasına olan borçlarının ertelenmesini istediğine
ilişkin açıklaması
HÜSEYİN YILDIZ (Aydın) Teşekkür
ediyorum Başkanım.
Aydın Sultanhisar, Atça, Köşk ve
İncirliovada bu sene çilek üreticileri zor durumda. Biliyorsunuz, Rusya
uçağı düşürüldükten sonra Rusyaya olan ihracatımız
durmuş durumda. Çilek üreticileri geçen sene genellikle Ziraat
Bankasından kredi çekerek bu üretimi yapıyorlardı. Bu sene,
üzülerek söylüyorum, Aydın çilek üreticilerinin bütün çilekleri tarlada
kaldı. Bir yıl boyunca çilek üreticilerinin Ziraat Bankasına
olan borçlarının ertelenmesini istiyoruz.
Teşekkür ediyorum Başkanım.
BAŞKAN Sayın Arık
13.- Kayseri Milletvekili Çetin Arıkın,
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuşun bir
toplantıda sarf ettiği bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
ÇETİN ARIK (Kayseri) Daha dün Harun olmaya
geldiler, Karun oldular, biz AKP gibi firavunlaşmayacağız.
diyen, 2023te Başbakanın çocukluk arkadaşı, askerlik
arkadaşı, mahalleden arkadaşı, belediyeden
arkadaşı ve şoförlerinden başka hiç kimsenin milletvekili
olmadığını göreceğiz. sözleriyle bugünlere
işaret eden ve sonrasında kendisi de bu Karunlara karışan
Numan Kurtulmuş cumhuriyete laf ederek anlaşılan AKPdeki yerini
sağlamlaştırmak istiyor. Öncelikle Sayın Kurtulmuşa
Sayın Abdullah Gülün, Bülent Arınçın, Hüseyin Çelikin
akıbetini hatırlatmak isterim. Dini siyasete alet ederken
unutmayın ki bugün o koltukta cumhuriyet sayesinde oturuyorsunuz.
Bilesiniz ki, cumhuriyet tarihinde hiçbir cami ahır yapılmadı.
Sizin döneminizde ise rant uğruna, para uğruna, yandaş
uğruna camiler yıkıldı, cami arsaları
satıldı. Kayseride tarihî Kalem Kırdı Camisi niye yerinden
taşındı? Eski Terminal Camisi niye yıkıldı?
Tomarzanın Culha köyündeki cami arsası kime satıldı?
Bunları kamuoyuna açıklayın da kim camiyi ahır
yapmış, kim rant için cami yıkmış öğrenelim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Doğan
14.- İzmir Milletvekili Müslüm
Doğanın, İzmirin Bayraklı ilçesi Yamanlar Mahallesinde 4
caminin, içinde Yamanlar Cemevi ifadeleri olduğu için bir ölüm
duyurusunu yapmadıklarına ve bu konunun
araştırılmasını istediğine ilişkin
açıklaması
MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) 25/6/2016 tarihinde
İzmir ili Bayraklı ilçesi Yamanlar Mahallesinde Hakka yürüyen bir
canın duyurusu yapılmak üzere, bulunan 4 camiye
başvurulduğu hâlde duyuru cümlesinde Yamanlar Cemevi geçtiği
için duyuru yapılmamıştır. Diyanetin talimatı olarak
belirtilen bu durumla ilgili olarak konuyu Başbakanlık bilgisine
sunarak bu konunun araştırılmasını istiyorum.
BAŞKAN Sayın Kerestecioğlu
15.- İstanbul Milletvekili Filiz
Kerestecioğlu Demirin, İstanbulda LGBTİlilerin
yaptığı basın açıklamasına ilişkin
açıklaması
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Teşekkürler Sayın Başkan.
Dün İstanbulda LGBTİlilerin Onur
Yürüyüşü yapmak istemesi üzerine, daha doğrusu basın
açıklaması yapması üzerine İstanbulun bütün Taksim ve
İstiklal Caddesi gazlarla ve 1 metrekareye 50 emniyet görevlisi düşerek
yasaklandı. Onların ifadesiyle söylemek istiyorum, diyorlar ki:
Yasaklanan, bizim, bu dünyanın onurlu insanlarının
varoluşunu, taleplerini, barışa, adalete ve eşitliğe
dair özlemlerini duyurma çabasıdır. Varoluşumuzun bize
verdiği onur, gördüğümüz baskıyla büyüyor. Bizi incitmek için
ettikleri hakaretleri biz gururla sahipleniyoruz. Sahip olduğumuz
sınırlı alanları dayanışmayla büyütüyoruz. Bugün
yürüyemiyoruz ancak aslında yürümeye daha yeni başladık.
Attığımız sloganların sesi kulağımızda,
gökkuşağının renkleri bizimle ve özgürlüğün kokusu
burnumuzda. Hoşgörüden, tahammülden, izinlerden daha fazlasını
istemek için yola çıktık. Kişisel, siyasal ve sosyal
haklarımızın güvence altına alınması,
Anayasada
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul)
cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin yer alması
ve LGBTİ hareketinin politik bir özne olduğu gerçeğinin
tanınması için mücadelemizi öreceğiz.
BAŞKAN Sayın Çam
16.- İzmir Milletvekili Musa Çamın,
Diyanet İşleri Başkanlığının insanları
ayrıt etmeksizin ve ötekileştirmeksizin herkese hizmet vermek zorunda
olduğuna ve bu topraklarda yaşayan her vatandaşın
selasının ve ölüm duyurusunun camilerden yapılabilmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
MUSA ÇAM (İzmir) Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Diyanet İşleri
Başkanlığı Türkiyede 78 milyon insanı temsil eden bir
kurumdur, herkesin vergi vermiş olduğu bir kurumdur.
Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı
insanları ayırt etmeksizin ve ötekileştirmeksizin herkese hizmet
vermek zorundadır.
Geçtiğimiz günlerde İzmirde Kemeraltı
esnafından bir Musevi vatandaşımız hayatını
kaybetti. Yurttaşlar bir camide sela verilmesiyle ilgili gittiklerinde,
Bu Musevidir. diye sela verilmiyor ve duyuru yapılmıyor.
Yine, bu hafta sonu bir vatandaşımız,
Alevi vatandaşımız hayatını kaybetti. Camide bir sela
verilmesi ve duyuru yapılmasıyla ilgili söylendiğinde cami
imamı diyor ki: Diyanetin genelgesi var; biz farklı mezheplerdeki
insanların cenazeleriyle ilgili sela veremeyiz, duyuru yapamayız.
Diyanet İşleri
Başkanlığı bu yayımlamış olduğu
genelgeyi geri çekmeli ve bu topraklarda yaşayan
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSA ÇAM (İzmir)
her
vatandaşımızın selası ve duyurusu camilerden
yapılmalıdır diyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Evet, Sayın Tüm
17.- Balıkesir Milletvekili Mehmet Tümün,
Balıkesirin Altınoluk beldesi ile Çanakkalenin Küçükkuyu beldesinde
ciddi bir fırtına ve kasırga felaketi
yaşandığına ve yurttaşların
zararlarının ne zaman ve nasıl giderileceğini öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
MEHMET TÜM (Balıkesir) Teşekkür ederim
Başkan.
Pazar günü Balıkesir ilimize bağlı
Altınoluk beldemizde ve aynı zamanda Çanakkaleye bağlı
Küçükkuyu beldesinde ciddi bir fırtına ve kasırga felaketi
yaşandı, özellikle turizmle uğraşan esnafımız
büyük zarar gördü, acilen yaralarının sarılması
gerekmektedir.
Sayın Bakana sormak isterim: Altınoluk
beldesini felaket bölgesi ilan edecek misiniz? Yurttaşların
zararlarını Ramazan Bayramından önce tazmin etmeyi
düşünüyor musunuz? Bu konu Bakanlar Kurulunun gündemine alınmış
mıdır? Altınoluk ve Küçükkuyu esnafına verilmek üzere yerel
yönetimlere acil yardım olarak bir kaynak aktarılmış
mıdır? Bu miktar ne kadardır? Buradan
yurttaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Durmaz
18.- Tokat Milletvekili Kadim Durmazın,
desteklemelerin üretici birlikleri üzerinden ödenmemesi hâlinde bu birliklerin
gelirlerinin kesilmiş olacağına ve 100 bin ton şeker ithal
edilmesi konusunda açıklama yapılmasını beklediğine
ilişkin açıklaması
KADİM DURMAZ (Tokat) Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Üretici birlikleri üzerinden alınan
damızlık, anaç sığır, koyun, keçi desteklemeleri
geçmiş yıllarda üretici birlikleri üzerinden ödeniyordu. 2015
yılı desteklemeleri bazı birliklerin üye hesaplarına
yatırılmıştı, 2016 yılında da üretici
hesaplarına yatırılacağı söylenmişti.
Üretici birlikleri eğitimli,
donanımlı kadrolarıyla çiftçiye destek veren
kuruluşlardır ve sadece gelirleri bunlardan kesilen binde 2 gelirdir.
Bu durumda, birliklerin doğru hizmet vermesini beklemek hayal olur.
Yine, Tarım Bakanlığı yirmi
yıl aradan sonra 100 bin ton şeker ithal etmeyi planlıyor.
Türkiyede şeker satan toptancıların ellerindeki stoklar kontrol
edilmeden yapılan ve Türkiyeyi üretimsizleştiren bir projedir.
Sayın Bakanın bu konunun altyapısını
açıklamasını istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Evet, teşekkür ediyorum.
Sayın Çağlar Demirel, sisteme
girmişsiniz. Buyurun efendim, iki dakika süre veriyorum.
19.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar
Demirelin, 26 Haziran Birleşmiş Milletlerin İşkence
Görenlerle Dayanışma Gününe, toplumsal yaşamın her
alanında işkencenin sürdüğüne, baskıların
şiddetin ve işkencenin arttığı bu süreçte sessiz
kalındığına ve herhangi bir adım
atılmadığına ilişkin açıklaması
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) -
Teşekkürler Sayın Başkan.
Dün, biliyorsunuz, 26 Haziran günü
Birleşmiş Milletlerin İşkence Görenlerle
Dayanışma Günüydü. Ne yazık ki Türkiyede İşkenceye
sıfır tolerans. olarak ifade edilmesine rağmen hâlâ işkencenin
yoğun bir şekilde yaşamın her alanında sürdüğünü
biliyoruz. İşkencenin yaşamın her alanında
sürdüğünü söyledik, cezaevinden tutalım toplumsal yaşamın
her alanında. İşkencenin arttığı bu süreçte
aslında çıkartılan yasalarla da bunu pekiştiren bir süreç
olarak görmek mümkündür. Bununla birlikte, cezaevinde işkence ve tecrit
uygulamalarının devam ettiğini bir kez daha söyleyebiliriz.
Çıplak aramadan tutalım onur kırıcı birçok
davranışın geliştirildiğini ve hâlen Aliağa
Şakran Cezaevinde bundan kaynaklı insanların açlık grevine
girdiğini de biliyoruz.
Yine, sokağa çıkma yasaklarıyla
birlikte temel insan haklarına erişimin engellendiği ve bunun
hukuk dışı uygulamalarla gerçekleştiği, cenazelere
bile işkencenin yapıldığı bu süreçte, genel olarak
baktığımızda, başta abluka alanlarına olmak üzere
birçok yerde işkencenin daha fazla görüldüğünü söyleyebiliriz.
Özelde de 1990lı yılları da aratacak
durumda yaşanan bir süreci biz burada tekrar ifade etmek istiyoruz: 27
Mayısta gözaltına alınan ve hâlâ akıbetinden haber
alamadığımız Hurşit Külterin durumuna ve nerede
olduğuna, geçen hafta da ifade etmemize rağmen, hâlâ bir cevap
alamadık. Hurşit Külter nerede? İşkence gördü mü?
İşkence ile gözaltındaki sürecine ilişkin bilgi almak
istediğimizi ifade ediyoruz.
Ama, onun dışında, bugün Bingöl,
Diyarbakır, Muş, ağırlıklı olarak da Licede
gerçekleştirilen köy boşaltmaları
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum,
tamamlayalım Sayın Demirel.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Özelde,
kendi gözlerimle gördüğüm için ifade edeceğim, 1990lı
yılları da çok aratan bir şekilde Diyarbakırda, Bingölde,
Muşta, bütün alanlarda, köylerde, yaşam alanlarında sokağa
çıkma yasaklarıyla ve yoğun bombardımanlarla karşı
karşıya
Köylerin çok yoğun boşaltılmasına,
işkenceye maruz kalınmasına, evlerinin
yıkılmasına, ormanlık alanlar başta olmak üzere
evlerinin yakıldığına dair kendi gözlerimle gördüğüm
süreci ifade etmek istiyorum. Bu baskıların ve şiddetin,
işkencenin arttığı bu süreçte buna ilişkin sessiz
kalındığını ve herhangi bir adım atılmadığını
da bir kez daha buradan ifade etmek istiyoruz. Şu anda Licenin Licok köyü
de denilen köyünde çok yoğun bir yangın olduğu, orada
hayvanların telef olduğu ve yaşam alanları olarak bağların,
bahçelerin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
ürünlerin yakıldığı bir süreci hep birlikte gördük. Buna
ilişkin de belli bir duyarlılık sağlanması
gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler.
Sayın Gök, buyurun, size de iki dakika süre veriyorum.
20.- Ankara Milletvekili Levent Gökün,
İsraille ilişkiler konusunda birtakım anlaşmalara
varıldığının ifade edildiğine, böylesine önemli
bir konuda Hükûmetin Meclisi bilgilendirmesi gerektiğine ve Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğanın terörle mücadele bağlamında sarf
ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, iki hususu gündeme getirmek
istiyorum, ikisi de ayrı ayrı önemli.
Birincisi: 2009da
(x)
başlayan, 2010da Mavi Marmarayla gelişen süreçte, bugün Türkiye'nin
iç ve dış siyasetinde önemli bir yer tutan İsraille
ilişkiler konusunda birtakım anlaşmalara
varıldığı ifade edilmektedir. Böylesine önemli bir konuda
Hükûmetin Meclisimizi bilgilendirmesi gerekmektedir. Daha önce, dış
politikada bu olaylar olduktan sonra neler talep edilmiştir ve neler
gerçekleştirilmiştir ya da gerçekleştirilmemiştir,
Meclisimizin derhâl bilgilendirilmesini rica ediyoruz. Bu konuda bir Hükûmet
üyesince burada -herhâlde Sayın Işık bu konuda bizleri
aydınlatacaktır- tartışmalara başlamadan önce bu konu
hakkında milletvekillerine ve yüce Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi
verilmesinde çok açık bir zaruret olduğu ortadadır.
İkincisi: Geçtiğimiz hafta terörle
mücadele konusunda önemli bir yasayı kabul eden Meclisimiz bu
çalışmaları sürdürürken Cumhurbaşkanının
Teröristler kadar onurlu ve gururlu olmalıyız. sözleriyle
karşılaştık ve bu söz şu ana kadar hiçbir şekilde
tekzip edilmedi ve Cumhurbaşkanı tarafından bir anlam verilecek
şekilde bir ifade de olmadı. Dolayısıyla, terör konusunda
her zaman birlik ve beraberlik içinde olan
yüce Meclisimizin Cumhurbaşkanının bu açıklaması
karşısında derhâl görüşmelere ara verip arkada grup
başkan vekilleri aracılığıyla bir bildiri yayımlanması
ve Meclisimizin bu konudaki bir dik duruşunun sergilenmesi zarureti
ortadadır. Bunu bekliyoruz ve takipçiyiz.
Arz ederim.
BAŞKAN Teşekkürler.
Sayın Akçay, buyurun.
21.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, uzunca
bir süredir devam eden müzakereler neticesinde AKP Hükûmeti ile İsrailin
anlaşma sağladığına ve Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğanın İsraille ilgili daha önceki
açıklamalarına ilişkin açıklaması
ERKAN AKÇAY (Manisa) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Uzunca bir süredir devam eden müzakereler
neticesinde AKP Hükûmeti ile İsrail bir anlaşma sağladı ve
kamuoyuna da yansıdı. Bu konuda Sayın Başbakanın da
açıklaması var.
Bu anlaşmada, Cumhurbaşkanı
Sayın Erdoğanın daha evvel öne sürmüş olduğu 3
şart içerisinde olan Gazzeye yönelik ambargonun
kaldırılması şartından vazgeçilmesinin ardından
uzlaşı sağlandığı anlaşılıyor.
İsraille ilişkilerdeki yumuşama
sinyalleri, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğanın 10
Şubat 2016da ABDnin önde gelen Yahudi kuruluşlarının
çatı örgütünü Beştepede, sarayda ağırlamasının
ardından gelmiştir. Burada yumuşama kelimesinin
altını özellikle çiziyorum çünkü Cumhurbaşkanı Sayın
Erdoğanın İsraile karşı tutumunu en iyi ifade eden
kelime budur. Bazı sözleri özellikle hatırlatmak istiyorum çünkü
bunlarla tarihe not düşülmüştü o günden bugüne geldiğimiz
noktada.
Bir de muhterem Genel Kurulun dikkatine: Sayın
Genel Başkanımız Devlet Bahçelinin Türkiye-İsrail
ilişkileri ve Mavi Marmara hadisesinden sonra kamuoyuna beyan ettiği
görüşlerini, 6 Eylül 2011, 31 Mayıs 2010, 24 Temmuz 2014 ve 28 Temmuz
2014 tarihli açıklamalarını hassaten dikkate alıp
okumalarını tavsiye ediyorum.
Temmuz 2014te Sayın Erdoğanın CNNe
verdiği röportajda kullandığı ifade şu: İsrail
bir terör devletidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım Sayın Akçay.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Teşekkür ederim.
19 Temmuz 2014: Ben görevde kaldığım
sürece hiçbir zaman İsraille olumlu bir şey düşünmem. Yine O
masum çocukların ahı, o masum annelerin feryadı er ya da geç
İsrailden sorulacak., İsrail eninde sonunda kendi döktüğü
kanda boğulacak, zulme ses çıkarmayan her ülke bu kara lekeyi
taşıyacak., Türkiye, İsrailin ve diğer zalimlerin
nöbetçisi bir ülke olmayacak. O kadar çok ki süre yetersiz.
Şimdi, madem anlaşma yapıldı, taraflar
uzlaştı. Buradan Hükûmete ve Sayın Cumhurbaşkanına
sormak istiyorum: Bu söylediğiniz sözleri nereye koyacağız,
bunları ne yapacağız, bu sözler nereye gidecek? İç politik
kamuoyuna yaptığınız hamaset ve akıl
dışı politikalarla acaba Türkiyeye zarar verdiğinizin
farkında mısınız?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ERKAN AKÇAY (Manisa) Bu sözleri geri
almış olmuyor musunuz? Önceden planlı, şuurlu ve bilinçli
bir şekilde bu ilişkileri götürmek gerekir ve Türkiye'nin hak ve
menfaatlerine zarar vermemek gerekir diye düşünüyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Akçay.
Sayın Muş, buyurun.
22.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun,
Türkiyenin özellikle son dönemde terörle mücadele noktasında çok
kararlı bir tutum içerisinde olduğuna, Türkiye ve İsrail
arasında epey zamandır müzakereleri süren anlaşmayla
alakalı bugün bir noktaya ulaşıldığına ve
hayırlı olmasını temenni ettiğine ilişkin açıklaması
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Türkiye, özellikle son dönemde terörle mücadele
noktasında çok kararlı bir tutum içerisindedir. Bu noktada Sayın
Cumhurbaşkanımızın açıklamaları, beyanatları
da ortadadır. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinin
çok daha dikkatli dinlenmesi durumunda neyi kastettiğinin daha iyi anlaşılabileceğini
düşünüyorum. Bu terörün kökü kazınana kadar, bu noktada, hem biz AK
PARTİ olarak hem de devletin ilgili kurumlarının
kararlılığının son derece yüksek seviyede
olduğunu bir kere daha ifade etmek istiyorum.
Türkiye ve İsrail arasında epey zamandır
müzakereleri süren anlaşmayla alakalı bugün itibarıyla bir
noktaya ulaşıldı. Türkiye'nin burada ortaya koymuş
olduğu şartlar yerine getirilmiştir ve Türkiye bu noktada onurlu
dış politikasını, dirayetli duruşunu da
göstermiştir, ortaya koymuştur ve şartlarının kabul
edilmesiyle beraber ilişkilerin normalleşmesi noktasında
adımların atılabileceği ifade edilmiştir.
Bu noktada, ülkemiz için hayırlar getirmesini
temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan...
BAŞKAN Sayın Gök...
LEVENT GÖK (Ankara) İki talebim oldu benim,
iki ayrı talebim oldu Sayın Başkanım. Birincisi, bu,
İsraille olan, yapıldığı duyurulan anlaşmayla
ilgili olarak Meclisimizin bilgilendirilmesini bekliyoruz. Sayın Bakan yerinde. Bence ilk önce, böylesine,
altı yedi yıllık süreç içerisinde Türk iç ve dış
politikasını önemli ölçüde etkileyen ve bu konuda pek çok
tartışma yaşanan bir konuda bugün nereden nereye
gelinmiştir, neler olmuştur, neler talep edilmiştir ve neler
yerine gelmiştir, bu Meclisin bir bilgilenme hakkı olduğunu
düşünüyoruz. Son derece haklı bir taleptir, Sayın Bakandan bu
konuda bir açıklama bekliyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Gök.
Tabii, bugün Başbakanlığın bir
tezkeresi de var, Hükûmet adına da konuşmalar olacak, bu süreç
içerisinde göreceğiz. Bugün Sayın Başbakanın da
açıklamaları oldu bildiğim kadarıyla. Dolayısıyla,
biz gündeme geçiyoruz, önümüzdeki süreçte göreceğiz.
LEVENT GÖK (Ankara) Peki. Sayın Başkan,
siz, herhâlde o tezkere de bu konuda bilgi verilecektir diyorsunuz?
BAŞKAN Efendim, o, Hükûmetin takdiri.
LEVENT GÖK (Ankara) Ama...
BAŞKAN Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım,
sorunu, tartışmayı noktalamak istiyorum ben. Çok önemli bir konu
yani hepimizin duyarlı olduğu bir konu. Şimdi, tüm Türkiye ve
bütün dünya kamuoyu, böyle bir tablo içerisinde yorumlar yapacak. Bu konuda,
herhâlde, milletvekillerinin bilgilenmesi, Hükûmet tarafından bilgi
verilmesi son derece doğaldır. Yani bu haksız bir talep
değildir, çok haklı ve makul bir taleptir.
BAŞKAN Tamam Sayın Gök, siz talebinizde
bulundunuz. O talep...
LEVENT GÖK (Ankara) Ama Sayın Bakan da
oradayken rica ediyoruz, Sayın Bakanda hiçbir kıpırdama dahi
görmüyoruz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Belki fikri yoktur.
BAŞKAN Sayın Gök, teşekkür
ediyoruz.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım
ama konunun muhatabı Hükûmet.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Bakanın
haberi olmayabilir.
LEVENT GÖK (Ankara) Siz diyorsunuz ki: Hükûmet
böyle yapacaktır. Öyle yapacaktır, yapmayacaktır...
BAŞKAN Hükûmet adına bugün Sayın
Başbakanın açıklamaları oldu Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Ama efendim Meclis...
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkanım, Levent Bey kendi talebini iletti.
BAŞKAN Evet.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Hükûmet takdir
eder, biz gündemimize bakacağız.
BAŞKAN Tabii, tabii.
LEVENT GÖK (Ankara) Peki, efendim, bu takdirin ötesinde
bir değerlendirme olmayacak mı yani bu Mecliste?
BAŞKAN Sayın Gök, biz ne yapabiliriz bu
konuda? Siz talebinizi ilettiniz.
Evet, teşekkür ediyoruz.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan, siz,
Hükûmete iletebilirsiniz.
LEVENT GÖK (Ankara) Benim bir talebim daha var
Sayın Başkanım.
BAŞKAN Buyurun öbür talebiniz neydi?
LEVENT GÖK (Ankara) Sanırım, Sayın
Erkan Akçay, bu konuda
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan
BAŞKAN Bir saniye
Buyurun dinliyorum ben
sizi.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan
BAŞKAN Bir saniye Sayın Akçay.
Sayın Gök, buyurun.
LEVENT GÖK (Ankara) Ben,
böylesine önemli bir konuda, bütün bu tartışmalara başlamadan
önce, Türkiye'nin millî menfaatlerini, çıkarlarını etkileyecek
olan bu tablo karşısında çok haklı ve yerinde bir tespitle
bu konuda Meclisimizin bilgilendirilmesini talep ediyorum.
BAŞKAN Tamam,
Sayın Gök, talebinizi ilettiniz.
Teşekkür ediyorum.
LEVENT GÖK (Ankara)
İletirsiniz de ne olur sonuçta?
Sayın Bakan, buyurun,
bekliyoruz sizi.
BAŞKAN Sayın Akçay,
buyurun.
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Sayın Başkan, Sayın Başbakan İsraille anlaşmaya
ilişkin yaptığı açıklamada, bu anlaşmanın
Türkiye tarafından Dışişleri Müsteşarı ve İsrail
tarafından karşı muhatabıyla yarın
imzalanacağını ifade ediyor; malumunuz, daha sonra Türkiye Büyük
Millet Meclisine bir uluslararası anlaşma şeklinde intikal
edecek.
Uzun yıllardır
üzerinde tartışma yapılan ve gerek bölgemizde gerekse dünyada
Türkiye-İsrail ilişkilerini fevkalade etkileyen hadiseler
yaşanmıştı. Dolayısıyla, Türk kamuoyu bu konuyla
yakinen de ilgilidir. Doğaldır ki Türkiye Büyük Millet Meclisine
Hükûmetin bilgi vermesi gerekir. Sizin de Meclis Başkan Vekili olarak
Hükûmete bizlerin bu talebini iletmenizde ve Hükûmet adına ilgili bir
bakanın henüz anlaşma da imzalanmadan bu konuda bilgi vermesinde
fayda görüyoruz.
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Akçay.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) Sayın Başkanım
Sayın Başkanım
ÇAĞLAR DEMİREL
(Diyarbakır) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun
Sayın Bostancı.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya)
Her iki talep de elbette ki haklı taleplerdir. Hükûmet uygun bir zamanda
bunu cevaplamalı ve Meclisi bilgilendirmelidir. Ama, böylesine bir talep
Meclisin çalışmasını tayin etme, takdir etme durumuna
gelemez. Meclis kendi gündemi çerçevesinde çalışmalarını
sürdürmeli.
BAŞKAN Sayın
Demirel
ÇAĞLAR DEMİREL
(Diyarbakır) Sayın Başkan, bu konuyla ilgili, Hükûmetin bir an
önce Meclisi bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyoruz çünkü daha
önceki yapılan açıklamalarda, özellikle Sayın Cumhurbaşkanı,
burada olduğu sürece asla böyle bir normalleşmeye
gidilemeyeceğini ifade etmişti. Ne oldu da böyle bir
değişim gerçekleşti? Yani, sadece basına verilen bilgiler
üzerinden ifade etmenizin doğru olmadığını
düşünüyorum. Bu yaşanan süreçle ilgili, bu imzalanan barış
antlaşmasıyla ilgili ne değişti, ne gelişti de
basına sadece bu imzalanan deklare edildi? Bu konuda başta Genel
Kurulun bilgilendirilmesi gerekiyor, Genel Kurulun bu konudaki
düşüncelerinin alınması ve Genel Kurula da bu yaşanan
sürecin birlikte aktarılması gerekiyor. O yüzden, daha önce söylenen
sözler ile bugünkü konuşulanlar arasındaki çelişkilerin ortaya
çıkmasını sağlayacak ya da o çelişkileri giderecek
konunun Genel Kurulda yapılacak açıklamalarla giderilebileceğini
düşünüyorum. O yüzden, ben de Hükûmetin bu konuda Genel Kurulu
bilgilendirmesi gerektiğini söylemek istiyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Demirel.
OKTAY VURAL (İzmir) Meclise bilgi verilsin,
basına değil.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım,
şöyle yapabiliriz: Beş on dakika ara verelim, siz Hükûmeti temsil
edecek
BAŞKAN Sayın Gök, bu karar
verildiği anda o icra edilebilir. Bakın, şu var: Siz talebinizi
ilettiniz, ben önümdeki gündemi uygulamakla mükellefim.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım,
ben tartışmayı uzatmak istemiyorum. Hükûmet diyebilir ki: Gün
içerisinde bilgi veririz.
BAŞKAN Onu derse der, yine der, diyebilir
onu.
LEVENT GÖK (Ankara) Peki, bunu bir duyalım
ama kendilerinden.
BAŞKAN Siz talebinizi ilettiniz, burada dile
getirildi.
LEVENT GÖK (Ankara) Bir beş on dakika rica
edelim, bir görüşün. Yani, şu anda bütün Türkiye ve dünya kamuoyu
bunu takip ediyor. Biz de bilelim ki gün içerisinde, örneğin, bir saat
sonra Hükûmetten bu konuda Meclise bilgi verilecek ve biz onu dikkatle
izleyelim. Yani, bunu bir yapalım hemen isterseniz.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Gök.
Bu iletildi zaten, Hükûmet de burada, Hükûmet
yetkilileri de burada, bu talebiniz de iletildi; gerek görüldüğü anda bu,
Meclisimize sunulur.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
bakın, çok nazik bir şekilde
BAŞKAN Sayın Gök, sizi dinledim.
Buyurun.
Teşekkür ediyorum.
Bakın, şu var: Özellikle, Sayın
Cumhurbaşkanımızla ilgili birkaç şey söylendi ve terörle
mücadele noktasında Sayın Cumhurbaşkanımızın
kararlı duruşu, dik duruşu ortadadır. Bir defa, burada
kalkıp bu şekilde farklı yorumlara yol açmanın doğru
olmadığını düşünüyorum.
MEHMET GÜNAL (Antalya) Hükûmet dedik, Meclis
Başkan Vekili demedik, Hükûmet bilgi versin dedik ya!
ERKAN AKÇAY (Manisa) Hükûmetin de
Cumhurbaşkanının da dik bir duruşu söz konusu değil,
çelişkilerle doludur duruşu.
BAŞKAN Bakın, dış politika,
millî meseleler, toplumsal meseleler hepimizin ortak arzusudur, ortak bir
şekilde kararlı duruş gerektirir.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan,
terörist kadar onurlu durmaktan bahseden bir Cumhurbaşkanının
duruşu çelişkilerle doludur. Başbakanken, Hükûmetken...
BAŞKAN Sayın Akçay, lütfen, istirham
ediyorum, Sayın Cumhurbaşkanının bu konudaki samimiyetini
hiç kimse test edemez. Terörle mücadele noktasındaki kararlı
duruşu ortadadır.
ERKAN AKÇAY (Manisa)
...sadece terör hadiseleri değil, İsraille ilişkilerindeki
tutumu da ortada. İsraille ilişkilerde kararlılık,
tutarlılık var mı?
BAŞKAN Şimdi, Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı
ayrı okutuyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök, bu konuyu
kapatıyoruz. Lütfen
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, kapatalım ama
İç Tüzükün 64üncü maddesine göre, Genel Kurula Başkanlık eden
Başkan ve Başkan Vekili herhangi bir şekilde görüşünü
açıklayamaz. Siz bunu sık sık yapıyorsunuz.
Şimdi, bakın, bu söz bana ait değil.
Ben dilerim ki sehven olduğu ya da yanlış şekilde
söylendiği ifade edilsin ama bu söz bugüne kadar düzeltilmedi.
BAŞKAN Bunu tüm kamuoyu biliyor, bunun
düzeltilecek bir tarafı yoktur Sayın Başkan.
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, nasıl
düzeltilecek bir tarafı yok?
MEHMET GÜNAL (Antalya) Doğru söylüyor,
düzeltilecek bir tarafı yok.
BAŞKAN - Yani Sayın Cumhurbaşkanının
kararlı duruşunu terör karşısında, tüm millet olarak,
Meclis olarak aynı zamanda kararlı duruşumuzu herkes biliyor.
LEVENT GÖK (Ankara) Yani şu sözün
Teröristler kadar onurlu ve gururlu olmalıyız. sözünün düzeltilecek
bir yanını görmüyor musunuz Sayın Başkan, AKP Grubu da
görmüyor mu?
BAŞKAN Çok teşekkür ediyorum.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı
ayrı okutuyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
anlaşılıyor ki AKP Grubu da siz de bu sözlerin
arkasındasınız. Olabilir mi böyle bir şey?
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak ve 20
milletvekilinin, özelleştirme işlemleri konusundaki yargı
kararlarının uygulanmaması nedeniyle oluşan kamu
zararının boyutlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/244)
(Kâtip Üye Osmaniye Milletvekili Mücahit
Durmuşoğlu tarafından önergenin okunmasına
başlandı)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Özelleştirme İdaresinin işlemleriyle
ilgili yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle
oluşan kamu zararının boyutlarının saptanması
LEVENT GÖK (Ankara) Yani, hiç olmazsa AKP Grubunu
bu formülden çıkartalım. Yani, AKP Grubu ne diyor bir duyalım
bunu.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan, Grup
Başkan Vekili konuşuyor.
Levent Bey, siz konuşurken önergenin
okunması doğru değil.
(Kâtip Üye Osmaniye Milletvekili Mücahit
Durmuşoğlu tarafından önergenin okunmasına devam edildi)
kamu zararının daha fazla büyümesinin
önüne geçecek önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98, TBMM
İçtüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri kapsamında Meclis
araştırması açılması konusunda gereğini arz
ederiz.
Gerekçe:
AKP'nin on üç yıllık iktidarı döneminde
Türkiye'de hukuk devleti ilkesi ağır bir yara
almıştır.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, bir
arkadaşları dinleyelim ki
(Kâtip Üye Osmaniye Milletvekili Mücahit
Durmuşoğlu tarafından önergenin okunmasına devam edildi)
Bu süreç bir yandan toplumun adalet duygusunu
zedelerken, bir yandan da büyük kamu zararlarına yol
açmıştır.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan
BAŞKAN Bir bitirsin, tekrar söz veririm. Ama,
başladık
Siz buyurun, oturun.
LEVENT GÖK (Ankara) Ama, daha benim sözüm bitmedi.
Yani AKP Grubu bir cevap verecek, buna cevap
hakkı tanımıyorsunuz.
Bittikten sonra alacağım sözümü tekrar.
(Kâtip Üye Osmaniye Milletvekili Mücahit
Durmuşoğlu tarafından önergenin okunmasına devam edildi)
Özelleştirmelerle ilgili çok sayıda
yargı kararı yerine getirilmeyerek kamu zararına yol
açılmaktadır.
Türkiye'de özelleştirme süreci 1986
yılında başlarken 1986-2003 döneminde yaklaşık 8,2
milyar dolarlık, AKP'nin tek başına iktidar 2003-2015 döneminde
ise yaklaşık 61,8 milyar dolarlık özelleştirme
yapılmıştır. AKP, siyasi iktidarının ömrünü
uzatabilmek için ülkenin çok önemli tesislerini, üç dört yıllık
kârları karşılığında değerinin çok
altında bedellerle yandaşlarına satmıştır.
Seydişehir Eti Alüminyum AŞ'nin 305 milyon
dolar bedelle özelleştirilmesinin ardından, yaklaşık
değeri 2 milyar doları aşan Oymapınar HES, fabrikanın
elektrik ihtiyacının karşılanması gerekçesiyle ihaleyi
alan Cengiz İnşaata bedelsiz olarak verilmiştir.
Yaklaşık 305 milyon dolarlık bir özelleştirmede ihale
şartnamesinde olmamasına rağmen, 540 megavat kurulu gücü bulunan
ve değeri 2 milyar doları aşan Oymapınar HES'in bedelsiz
verilmesinin kamu yararıyla bağdaşmadığı açıktır.
Danıştay da bu hukuksuzluğu ve kamu zararını tespit
ederek özelleştirme işlemini iptal etmiştir.
Ancak, AKP hükûmetleri, aralarında Eti
Alüminyum AŞ özelleştirmelerinin de bulunduğu çok sayıda
özelleştirme işlemiyle ilgili kesinleşmiş yargı
kararlarını uygulamamıştır. Bu tutumun Anayasaya
aykırı olduğu açıktır. AKP bu tutumunu bir adım
daha ileri götürerek özelleştirmeyle ilgili yargı
kararlarını uygulamamak için 2 kez kanun
çıkarmıştır. Anayasaya aykırı olduğu çok
açık olan söz konusu kanun maddeleri Anayasa Mahkemesi tarafından 2
kez iptal edilmiştir.
AKP hükûmetleri yargı kararlarını
uygulamayarak bir yandan hukuk devleti ilkesini zedelerken bir yandan da
ağır bir kamu zararına yol açmaktadır. Aslında kamunun
elinde olması gereken tesisler yandaş şirketlere kaynak aktarmaktadır.
Hukuka ve kamu yararına aykırı bu sürecin devam etmesi kabul
edilemez.
TBMM yurttaşların haklarını,
hukuk devletini ve kamu yararını korumak için harekete geçmeli, bir
komisyon kurarak oluşan kamu zararı boyutlarını
belirlemeli, sorumluları hakkında da gereken süreci
başlatmalıdır.
Bu nedenlerle, özelleştirme işlemleri
konusundaki yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle
oluşan kamu zararının boyutlarının belirlenmesi ve
kamu zararının sorumluları hakkında yasal süreçlerin
başlatılması amacıyla bir Meclis araştırması
açılması gerekli görülmektedir.
1) Çetin Osman Budak (Antalya)
2) Aydın Uslupehlivan (Adana)
3) Elif Doğan Türkmen (Adana)
4) Haluk Pekşen (Trabzon)
5) Mazlum Nurlu (Manisa)
6) Kadim Durmaz (Tokat)
7) Lale Karabıyık (Bursa)
8) Ahmet Haluk Koç (Ankara)
9) Gülay Yedekci (İstanbul)
10) Bülent Öz (Çanakkale)
11) İrfan Bakır (Isparta)
12) Mehmet Gökdağ (Gaziantep)
13) Musa Çam (İzmir)
14) Kazım Arslan (Denizli)
15) Niyazi Nefi Kara (Antalya)
16) Ali Şeker (İstanbul)
17) Mevlüt Dudu (Hatay)
18) Cemal Okan Yüksel (Eskişehir)
19) Nurhayat Altaca
Kayışoğlu (Bursa)
20) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
21) Mahmut Tanal (İstanbul)
2.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Gökdağ ve 19
milletvekilinin, Antep fıstığı üreticilerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/245)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Yeşil altın olarak
adlandırılan Antep fıstığı, Gaziantep ve çevre
illerinin ekonomisinde önemli bir ihraç ürünü olarak, gıda üretiminde ana
ve yan ürün olması, yemek kültüründe, sosyal etkileri bakımından
istihdam konusunda oldukça büyük bir öneme sahiptir. Ancak, bu ürünün ekonomiye
katkısı henüz istenilen seviyeye gelmemiştir. Birçok sorunla karşı
karşıya bırakılmış olan Antep
fıstığı üreticileri, sorunlarına ilgi gösterilmesini
ve çözüm üretilmesini beklemektedir. Antep fıstığının
teşvik sistemi içerisinde yer almadığı, kayıt
altına alınamadığı, kaçak fıstık ticaretinin
engellenemediği ve geleceğe yönelik planlamaların yapılamadığı
sürece bu sektörün gelişmesi ve Antep fıstığının
küresel bir markaya dönüşmesi mümkün olamayacaktır. Antep
fıstığı üreticiliğinin gelişmesini,
sorunlarının çözülmesini, sürekliliğinin
sağlanmasını ve üretim artışıyla paralel dünya
pazarlarında söz sahibi ülke konumuna gelebilmesi amacıyla
Anayasanın 98'inci, İç Tüzükün 104 ve 105inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılmasını arz
ve teklif ederiz.
1) Mehmet Gökdağ (Gaziantep)
2) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
3) Aylin Nazlıaka (Ankara)
4) Kadim Durmaz (Tokat)
5) Mahmut Tanal (İstanbul)
6) Necati Yılmaz (Ankara)
7) Özkan Yalım (Uşak)
8) Lale Karabıyık (Bursa)
9) Ceyhun İrgil (Bursa)
10) Seyit Torun (Ordu)
11) Haluk Pekşen (Trabzon)
12) İlhan Kesici (İstanbul)
13) Nurhayat Altaca Kayışoğlu (Bursa)
14) Mehmet Göker (Burdur)
15) Çetin Arık (Kayseri)
16) Hüseyin Çamak (Mersin)
17) Orhan Sarıbal (Bursa)
18) Niyazi Nefi Kara (Antalya)
19) Burcu Köksal (Afyonkarahisar)
20) İrfan Bakır (Isparta)
Gerekçe:
Yaklaşık yedi bin yıldan bu yana Güneydoğu
Anadolu Bölgemizde yetiştiği saptanan Antep
fıstığı, bölgenin en önemli markalarından biri
konumundadır. Bölgede 200 bin kişinin doğrudan ya da
dolaylı olarak geçimini sağladığı ve binden fazla
firmanın ticaretini yaptığı Antep
fıstığının daha geniş ve yaygın olarak
üretilme ve verimliliğini artırma potansiyeline sahip olmasına
karşın henüz istenilen düzeye gelinememiştir. Bunun yanı
sıra, dünya pazarlarında artan rekabet Antep fıstığı
ihracatında Türkiye'nin dış piyasalardaki payının
ciddi şekilde azalmasına neden olmuştur. Türkiye, dünya Antep
fıstığı üretiminde önceleri İran'dan sonra 2nci
sırada yer alırken son yirmi yılda ABD'den sonra 3üncü
sıraya gerilemiştir.
Ülkemizin Antep fıstığı
ağaçlarının yüzde 90'ı Gaziantep, Şanlıurfa,
Adıyaman, Kahramanmaraş ve Siirtte bulunmaktadır. Antep
fıstığı ağacı sayısı
bakımından en çok olan il Gaziantep'te, ağaç sayısına
nazaran elde edilen ürün az olmaktadır.
Ülkemizde, halk arasında Antep
fıstığının sulanmadan yetiştirileceği
şeklinde yanlış bir kanı yaygın olmasının
yanında, sulama imkânlarının da yetersiz olması sebebiyle
Antep fıstığı üretimimiz düşüktür. Antep
fıstığı sulamadan değil, taban suyu seviyesinin yüksek
olmasından hoşlanmaz. Ayrıca hasat elle ve hasat sonrası
işlemler de yaygın olarak geleneksel yöntemlere göre
yapılmaktadır. Antep fıstığı üretiminde
geleneksel metotlar bırakılmalı, kalite ve verimi artıran
sulamaya önem verilerek ürünler kalite derecesine göre
sınıflandırılmalıdır.
Bir diğer sorun ise kaçak fıstık
sorunudur. Serbest bölgenin yakın olmasından dolayı
İran'dan kaçak olarak bavul ticaretiyle İran
fıstığının üreticimizin satış
fiyatının yarısına gelmesi çiftçilerimizi zor durumda
bırakmaktadır. Tedbir alınarak kaçak fıstık
girişi mutlaka önlenmelidir.
Diğer taraftan, depolama süresi uzun olan Antep
fıstığında piyasada kaliteli ürünün her an bulunabilmesi,
fiyat istikrarı sağlanması ve üreticimizin yeterli gelir elde
edebilmesi için lisanslı depoculuk ve ürün ihtisas borsaları kurulması
bir zorunluluktur. Lisanslı depoculuk ve ürün ihtisas
borsalarının hayata geçirilmesi üreticimizin ürününü değerine
pazarlamasını sağlayacak, fiyat istikrarında
sürdürülebilirlik ile kaliteli ürünün her an piyasada bulunabilirliği
mümkün olacaktır.
Antep fıstığının devlet
desteği olmadan uluslararası piyasalarda rekabet gücünü
arttırması mümkün değildir. Bu amaçla, Antep
fıstığı ürününe prim desteği verilmeli ve Antep
fıstığının tarım havzası destekleme modeli
içerisinde yer alması sağlanarak çiftçi teşvik edilmelidir.
Ayrıca, küçük ölçekli Antep fıstığı işletmeleri
kooperatifleştirilerek ortak hareket etmeleri
sağlanmalıdır.
Bir marka ürün olan Antep
fıstığını bu durumdan kurtarmak amacıyla TBMMde
bir komisyon kurularak fıstık üreticilerinin sorunlarının
yerinde tespit edilerek tedbirlerin alınması
sağlanmalıdır.
3.- Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdu
ve 21 milletvekilinin, Kırklareli ili Demirköy ilçesi İğneada
beldesinde yapılması planlanan nükleer enerji santralinin
Kırklareli ve Trakya bölgesine vereceği zararların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/246)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Çevre duyarlılığından yoksun,
plansız ve çarpık sanayileşme sonucu Kırklareli ilimizin
ormanları, bitki örtüsü, havası, suyu, toprağı ve bölgede
yaşayan yöre halkı ciddi tehdit altındadır.
Kırklareli ili Demirköy ilçesi
İğneada beldesinde yapılması planlanan nükleer enerji
santralinin Kırklareli ve Trakya bölgesine vereceği zararların
belirlenmesi, sağlıklı ve dengeli bir çevre için gereken yasal
tedbirlerin alınması amacıyla Anayasanın 98inci, Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105inci maddeleri gereğince
bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
Saygılarımızla.
1) Vecdi Gündoğdu (Kırklareli)
2) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
3) Kazım Arslan (Denizli)
4) Aytuğ Atıcı
(Mersin)
5) Mehmet Gökdağ (Gaziantep)
6) Mazlum Nurlu (Manisa)
7) Kamil Okyay
Sındır (İzmir)
8) Tekin Bingöl (Ankara)
9) Ali Şeker (İstanbul
10) Çetin Arık (Kayseri)
11) Nurhayat Altaca
Kayışoğlu (Bursa)
12) Gülay Yedekci (İstanbul)
13) Mahmut Tanal (İstanbul)
14) Mevlüt Dudu (Hatay)
15) Cemal Okan Yüksel (Eskişehir)
16) Kadim Durmaz (Tokat)
17) Hüseyin Çamak (Mersin)
18) Necati Yılmaz (Ankara)
19) Niyazi Nefi Kara (Antalya)
20) Orhan Sarıbal (Bursa)
21) İbrahim Özdiş (Adana)
22) Mehmet Göker (Burdur)
Gerekçe:
21inci yüzyılda ülkemizin karşı
karşıya kaldığı en önemli sorunların
başında soluduğumuz havaya, içtiğimiz suya ve
beslendiğimiz toprağımıza karşı yapılan ve
yapılması planlanan saldırılar gelmektedir.
Çevre duyarlılığını
ekonomik rant uğruna görmezden gelen çarpık sanayileşme
anlayışı, Kırklareliyle birlikte tüm Trakya bölgemizin
sahip olduğu doğal ve kültürel zenginliklerini tehdit etmektedir.
Kırklareli ilimiz dağ, deniz, göl,
mağara, kumul, orman ve dere ekosistemine ilave olarak dünyada eşi
benzeri olmayan longozları bünyesinde barındıran eşsiz bir
coğrafyaya sahiptir.
Eşsiz doğal zenginliklere sahip bölgemizde
bir yandan biyolojik çeşitliliği korumak için uluslararası
sözleşmeler imzalanıp milyonlarca dolarlık harcama
yapılırken, bir yandan da çimento ve kömür limanı, taş ve
maden ocakları, termik santral, bunlar da yetmezmiş gibi bir de
nükleer santral kurulması planlanmaktadır.
Gelişmiş batı ülkelerinin kendi
ülkelerinde yeni bir nükleer enerji santrali kurulmasına izin
vermediği, eski santrallerin çevreye zarar vermeden nasıl tasfiye
edileceği tartışıldığı günümüzde, olası
bir kaza durumunda 15-20 milyon insanımızı etkileyecek,
eşsiz coğrafyaya sahip Kırklareli bölgemizde nükleer santral
planlanması akıl ve bilimle bağdaşmamaktadır.
Nükleer enerji santral kazaları ve atık
kaynaklı radyasyon, gözlemlenemez ve etkisi geç
anlaşıldığı için bilimin ve risk gurubundaki
insanların yeterince bilmediği, dünya çapında felaketlere neden
olan, sonuçları öldürücü, gelecek kuşaklar için tehlikeli risklerdir.
Bunun örneği Çernobil kazasıyla yaşanmış, santralin
olduğu bölgeden yüzlerce, hatta binlerce kilometredeki uzak bölgeler,
ülkemizde başta Karadeniz ve Trakya bölgemiz ile Kırklareli ilimiz
olmak üzere milyonlarca insan etkilenmiş, kazanın sonuçları
yıllar geçmesine rağmen hâlâ tam olarak tespit edilememiştir.
Bölgemizde kurulması planlanan nükleer
santralle bölgedeki ekosisteme geri dönüşsüz zararlar verilecek,
Trakya'nın ve İstanbul'un yaşam pınarı lstranca
Dağları, suları, havası, toprağı, bitki örtüsü,
kuşu kurdu, börtü böceği, dünyada sayılı subasar
ormanları, endemik türleri, kültürel çevremiz, antik mirasımız
tehdit altına girecektir.
İğneada'da yapılması planlanan
nükleer santralde bir kaza olması durumunda İstanbul'un yanı
sıra, Trakya'nın tamamı ile Kuzey Ege büyük tehdit altında
kalacak, Marmara, Batı Karadeniz, kıyı Ege ve kıyı
Akdeniz de oluşacak radyasyon bulutundan etkilenecektir.
Kırklareli bölgemizde çevre
duyarlılığından yoksun, plansız ve çarpık
sanayileşme anlayışının ve uygulamalarının
bu şekilde devam etmesi durumunda, Kırklareli ve Trakya bölgemiz
yıllar içerisinde yaşanılamayan, üretilemeyen bir bölge konumuna
gelecektir.
Bu doğrultuda, Kırklareli ili Demirköy
ilçesi İğneada beldesinde yapılması planlanan nükleer
enerji santralinin Kırklareli ve Trakya bölgesine vereceği
zararların belirlenmesi, bölgede çevresel sorunların ivedilikle
çözülmesi ve yaşanır ve üretilen bir çevre için gereken yasal
tedbirlerin alınması amacıyla bir Meclis
araştırmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Gök.
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
23.- Ankara Milletvekili Levent Gökün,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın terörle mücadele
bağlamında sarf ettiği bazı ifadeleriyle ilgili Meclisin
iradesini ortaya koyması gerektiğine ilişkin
açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım,
tekrardan kaçınmak istiyorum ama bir noktaya varmamız da gerekiyor çünkü
ilk konuda, İsraille olan anlaşma konusunda çok çelişkili
bilgiler gelmekte. Örneğin, İsrail Başbakanı Netanyahu
yaptığı açıklamada Gazze ablukasının
süreceğini ve -bence çok da üzücü bir cümle kullanmış- Türk
topraklarından İsraili hedef alacak terör faaliyetlerinin
engellendiğini ifade etmiş. Yani, bizim Türkiyeden İsraile
yönelik bir terör faaliyetimiz mi var böyle bir anlaşmaya geçirildi ve
Gazze ablukası bizim için bir şartken süreceğinin
açıklanması ne anlama geliyor?
Yine, Türkiyenin yardımlarını
Aşdod Limanı üzerinden İsrailin bilgisi hâlinde geçireceği
ifade edildi.
Şimdi, bu çelişkili
açıklamaların giderilmesi gerekiyor Sayın Başkan. Yani,
bence bugünün en önemli konusu bu.
BAŞKAN Sayın Gök, şimdi,
bakın, Başbakanlık tezkeresi görüşmelerine geçiyoruz,
Sayın Bakan o konuda gerekli açıklamaları yapacak, Sayın
Bakan konuşacak.
LEVENT GÖK (Ankara) Peki, keşke bunu
başından
BAŞKAN Söyledim ya, Başbakanlık
tezkeresi var, o konuda gerekli bilgileri verecekler diye. Ben aslında
LEVENT GÖK (Ankara) Peki, biz o zaman onu öyle
kabul ediyoruz ama ikinci talebimiz konusunda...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Bakan söz talep ediyor zaten.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Bakan, siz
şimdi mi
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Tabii, söz talebi var efendim.
BAŞKAN Tezkere üzerinde açıklama
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Bakanın söz
talebi var efendim.
BAŞKAN Yok.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) O başka bir süre, o
başka bir şey.
BAŞKAN O şekilde ilettiler bana.
Buyurun, siz devam edin Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Bakan, tezkerede mi
ifade edeceksiniz efendim?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) Biraz sonra konuşma yapacağım, orada ifade
edeceğim.
BAŞKAN- İşte orada ifade
edeceğini söyledi.
LEVENT GÖK (Ankara) Peki efendim, tamam.
BAŞKAN Buyurun Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Şimdi, diğer bir
konuyu siz de Meclis Başkan Vekili olarak bir değerlendirmeye tabi
tutarak İç Tüzüke aykırı davrandınız. AKP Grubunun da
bir ilzamdan kurtulması gerekiyor. Elbette,
Cumhurbaşkanının bu tekzip edilmeyen, sehven söylendiği
ifade edilmeyen sözlerinin ne anlama geldiğini Sayın AKP grup
başkan vekili ifade etti ama ben tekrar okumak suretiyle ne anlama
geldiğini, kendimin ne anlam çıkardığını ifade etmek
istiyorum. Cumhurbaşkanı Teröristler kadar onurlu ve gururlu
olmalıyız. dedi.
Şimdi, bakın, bu söz son derece tehlikeli
ve sıkıntılı bir söz. Bu söz söylendiği zaman, biz
Mecliste teröristlerin yaptıkları faaliyetlerin önlenmesi
açısından askere verilen yetkiyi tartışırken
başkomutan sıfatındaki Cumhurbaşkanının bu
sözünün herhâlde çok iğneleyici, rencide edici olduğu ortadadır.
Bu sözler tavzihe muhtaçtır, şu ana kadar herhangi bir şekilde
tavzih edilmemiştir. Meclisimiz terör faaliyetleri konusunda her zaman bir
birlik sergiledi, sergilemeye çalıştı büyük
çoğunluğuyla, öyle diyelim. Şimdi, böyle bir konuda herhâlde bu
Meclisin de ifade edeceği bir düşüncesi vardır. Ben bütün parti
gruplarından Cumhurbaşkanının bu sözüne karşı
Meclisin iradesinin ortaya konulmasını talep ediyorum. Elbette, bu
benim talebim, AKP Grubu katılır, katılmaz ama onlar da niçin
katılmadıklarını anlatırlar ve biz de onlardan bu
sözün ne anlama geldiği konusundaki kendi düşüncelerini
öğrenmiş oluruz. Ben bu teklifimi yineliyorum Sayın Başkan.
Birinci talebimle ilgili olarak diyorsunuz ki:
Sayın Bakan İsrail konusunda bilgi verecek. Peki, onu da
saygıyla karşılayacağız ve dinleyeceğiz ama bu
konuda, sizin de her zaman önemsediğiniz bu konuda, terörist faaliyetler
konusunda -bakın Bitlisten şehit haberleri geldi, Allahtan rahmet
diliyorum şehitlerimize, bütün ulusumuza baş
sağlığı diliyorum- böylesine önemli bir cümle konusunda
Meclis iradesini ortaya koymayacak da ne zaman koyacak?
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) - Ben bu iradenin ortaya
konulmasını öneriyorum. Bizleri arkaya çağırın, bir
değerlendirelim, ondan sonra tutumlarımızı Meclisimize
ifade ederiz.
BAŞKAN - Sayın Gök, Sayın
Cumhurbaşkanımızın terörle mücadele konusundaki samimi,
kararlı, dik duruşu ortadadır. Lütfen, istirham ediyorum.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ne zamandan beri?
BAŞKAN Ama Sayın Muş da bu konuyla
ilgili açıklama yaptı, tekrar arzu ederse, ben Sayın Muşa
tekrar söz veriyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Arkada bizi bir
değerlendirmeye tabi tutun. Yani
BAŞKAN Değerlendirilecek bir tarafı
yok Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) - Ama siz
BAŞKAN Sayın Muşa söz verdim.
Buyurun Sayın Muş.
24.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın bütün
konuşmalarında terörle mücadele noktasındaki
kararlılığı ortadayken zorlama bir yorumla bir anlam
çıkarmaya çalışmanın ve bunun üzerinden bir polemik
oluşturmanın doğru bir tutum olmadığına
ilişkin açıklaması
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, burada Sayın Cumhurbaşkanımızın
ifadelerinden zorlama bir anlam çıkarmaya çalışan Sayın
Gök, buradan size bir ekmek çıkmaz.
LEVENT GÖK (Ankara) - Ben ekmek meselesinde
değilim.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Şimdi
eğer biraz daha devam ederseniz, ben sizin söylemlerinizi ortaya
dökeceğim. Fakat, burada Sayın Cumhurbaşkanımızın
ifadelerinden Teröristler gururludur. gibi bir anlam çıkartmak
yersizdir, yanlıştır, bunu ifade ettim.
İkincisi: Yaptığı bütün
konuşmalarda terörle mücadele noktasındaki
kararlılığı, vurgusu ve terörün kökünün kazınması
noktasındaki ifadeleri ortadayken, zorlama bir yorumla buradan
Teröristler gururludur. diye bir anlam çıkarmaya çalışmak ve
bunun üzerinden bir polemik oluşturmaya çalışıp Meclisin
gündemine geçmesini geciktirmek doğru bir tutum değildir, doğru
bir tavır değildir. Umarım bu açıklama sizin için
yeterlidir.
Teşekkür ediyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Lütfen, sayın milletvekilleri bu
tartışmayı bitirelim.
Sayın Akçay da söz istedi.
Buyurun Sayın Akçay.
25.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın terörle mücadele
bağlamında sarf ettiği bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
ERKAN AKÇAY (Manisa) Teşekkürler Sayın
Başkan.
Aslında, Sayın
Cumhurbaşkanının Bizler de en az teröristler kadar onurlu ve
gururlu olmalıyız. sözünü biz şahsen ne şahsım
itibarıyla ne de partimiz olarak hiç üzerimize alınmadık.
Bizlerden kastı nedir? Tabii, kapalı olan odur. Bizler derken
belki kendisini kastetti Cumhurbaşkanı. Neticede, bizler deyince başta
kendisini ve muhtemeldir ki AKP Grubunu kastetmiştir. Buradan da
çıkıyor ki tavzih ve tevile muhtaç sözler olduğu açık. O
bakımdan, sizin, Meclis Başkan Vekili olarak da buna yorum getirmeye
çalışmanıza gerek yok, AKP Grubu da zorlanıyor zaten yorum
getirirken Sayın Başkan. Fakat bu sözlerin doğru olmadığı
kesin ve açıktır. Yani bunun, değişik, şehide kelle,
Öcalana da sayın deme skandalının sürekli tekrar eden bir
zihin altı, şuuraltı devamı olduğunu düşünüyoruz
doğrusu. Bu da kaçıyor bu ağızdan.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Akçay.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, bir
cümleyle cevap vermem gerekiyor.
BAŞKAN Sayın Gök, lütfen, bitirelim.
Bir cümle, buyurun. Bitiriyoruz.
26.- Ankara Milletvekili Levent Gökün,
İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) Terörden her kim ekmek
çıkarmaya kalkıyorsa Allah cezasını versin, Allah
cezasını versin. AKP grup başkan vekilinin bu söylemini
kendisine aynen iade ediyorum. Biz terörden niçin ekmek çıkarmaya
çalışalım? Böyle bir tablo olabilir mi? Tam tersine, terörle
mücadele konusunda her zaman en büyük desteği vermiş olan Cumhuriyet
Halk Partisi, kamuoyunda algılamalarla, yanıltmalarla, başka
anlamlara sürüklenecek bu tartışmaların önüne de geçmek
istemektedir. Bu söz düzeltilmeye muhtaçtır. Ancak
anlaşılıyor ki AKP Grubu Cumhurbaşkanının bu
sözünün düzeltilmesinden yana değildir. O kendilerinin bileceği
iştir. Biz Cumhuriyet Halk Partisinin iradesini Mecliste bir kez daha ortaya
koyuyoruz. Bu sözleri tasvip etmediğimizi ve terörle mücadeleye
ağır bir darbe indireceğinin de altını çizerek
sözlerime son veriyorum.
BAŞKAN Anayasanın 92nci maddesine göre
Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler
1.- Başbakanlığın,
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 5 Eylül 2016 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL
harekâtına iştirak etmesi hususunda Anayasanın 92nci maddesi
uyarınca Hükûmete izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi (3/802)
Sayı: 31853594-165-12-2544
17/6/2016
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
11/8/2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararıyla
bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Lübnan'da
konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne (UNIFIL)
Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı
sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi son olarak Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 8/7/2015 tarihli ve 1094 sayılı
Kararıyla 5/9/2015 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmıştır.
Türkiye, UNIFIL'e yaptığı
katkılarla barışı koruma harekâtının etkin
biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Bu çerçevede
Türkiye'nin katkısı gerek Birleşmiş Milletler sistemi
içinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte gerekse kapsamlı sivil-asker
iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan toplumunun her
kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına, ayrıca barış
ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının
sürdürülmesine hizmet etmiştir.
UNIFIL'in ülkemizin askerî kuvvet
katkısında bulunduğu tek Birleşmiş Milletler
Barış Gücü operasyonu olması da dikkate alınarak UNIFIL
Deniz Görev Gücüne katkımızın sürdürülmesinin önem arz ettiği
değerlendirilmektedir.
UNIFIL'in görev süresi 31/8/2016 tarihinde sona
erecek olup görev süresinin bu tarihten sonraki dönem için yenilenmesi yönünde
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından ağustos
ayı içinde bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.
Bu hususlar ışığında ve
Lübnan'la ikili ilişkilerimiz ile bölgedeki güvenlik koşulları
da göz önünde tutularak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması
durumunda; hudut, şümul ve miktarı Hükümetçe belirlenecek Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880
sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen
ilkeler kapsamında 5/9/2016 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL
Deniz Görev Gücüne iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli
düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılması için Anayasanın
92nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz ederim.
Binali
Yıldırım
Başbakan
BAŞKAN Hükûmet? Burada.
Başbakanlık Tezkeresi üzerinde İç
Tüzükün 72nci maddesine göre görüşme açacağım.
Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına iki
üyeye söz vereceğim.
Konuşma süreleri gruplar ve Hükûmet için
yirmişer dakika, şahıslar için onar dakika olacaktır.
Şimdi, tezkere üzerinde söz alan sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum:
Gruplar adına;
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Mehmet Günal,
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Ayhan
Bilgen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Öztürk
Yılmaz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Malatya
Milletvekili Taha Özhan. Hükûmet adına, Millî Savunma Bakanı Fikri
Işık. Şahısları adına; İstanbul Milletvekili
Oğuz Kaan Salıcı, İstanbul Milletvekili Şirin Ünal.
Şimdi, ilk söz, gruplar
adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili
Mehmet Günala aittir.
Buyurun Sayın Günal.
(MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL
(Antalya) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan
önce, şehitlerimize -yine en son şehitlerimiz başta olmak üzere-
Allahtan rahmet diliyorum, Türk milletine başsağlığı
diliyorum.
Tabii, tezkere konusu
artık mutat hâle geldi, her sene bunu yeniliyoruz. Dolayısıyla,
on yıldır devam eden bir süreç var. Milliyetçi Hareket Partisi olarak
da her zaman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, devletimizin arkasında
olduğumuzu ve mücadelede yanlarında olduğumuzu söyledik. Bu
kapsamda, baştan da belirteyim ki tezkereyle ilgili kanaatimiz olumludur
ama bu vesileyle de az önce yaşanan tartışmalar çerçevesinde ve
gündemde olan dış politikaya ilişkin bazı hususları da
sizlerin dikkatine sunmak ve geçmişte yapmış olduğumuz
bazı uyarılarımızı tekrar burada sizlere iletmek
istiyorum.
Önce dikkat etmemiz gereken
şey, bu görevlendirme Lübnanla ilgili yani Suriyenin arkabahçesiyle,
buradaki karışıklıkla ilgili bir şey ve on
yıldır devam ediyor, biz oraya gidiyoruz. Peki, hemen
sınırımızda, yanı başımızda olan
olaylara müdahale edebiliyor muyuz diye önce ona bakmamız lazım.
Bütün ülkeler orada; Fransası, Amerikası, Rusyası
gelmiş, hepsi orada. Şu anda masa kuruluyor, bir tek Türkiye yok.
Yani 5-6 tane devlet masada var, Türkiye yok, bunları dikkate almamız
lazım. Suriyeyle ilgili konulara girmeden önce, bu meselenin Orta
Doğudaki tartışmaların, kargaşanın, iç
savaşın sadece bir boyutu olduğunu dikkate almamız
lazım. Yani sadece bunu görüşerek ve oraya asker göndererek bunu
çözme şansımız yok.
Az önce yaşanan tartışma çerçevesinde
başta birkaç hususa değinmek istiyorum. Çünkü Sayın
Başbakanın açıklamasını ben de az önce dikkatle
dinledim ve şaşırıyorum yani bir anda, bu kadar
yumuşak bir şekilde Sayın Binali Yıldırım güzel
söyledi Bundan sonra dış politikada yeni bir sürece geçeceğiz.
diye bir cümle kullandı baştan. O zaman diyoruz ki şimdiye kadar
yapılanlar inkâr mı ediliyor yoksa Farklı bir sürece
geçeceğiz. derken acaba Sayın Davutoğlu günah keçisi ilan
edilip de Vallahi, biz gene aldatıldık. mı diyeceksiniz ben
merak ediyorum. Aynen cümle böyle: Bundan sonra dış politikada yeni
bir süreç
ve sonucunun bir tanesini gördük işte, İsraille
anlaşma geldi, verilecek iftara Rusyanın maslahatgüzarı da
çağrılmış; güzel bunlar ama peki, bundan önce neden öyle
yapmadınız da buraya geldik diye bakmak lazım.
Açıkçası arkadaşlarımız çok
net bir şekilde Sayın Cumhurbaşkanını savunuyor. Hatta
Sayın Başkan da topa giriyor, dayanamıyor grup başkan
vekili alışkanlığıyla yani normalde öyle bir
şeyin olmaması lazım. Ama sorun nereden kaynaklanıyor?
Türkiye'de dış politikayı kim uyguluyor, kim yönetiyor, belli
değil. Yani garip bir şey oluyor, herkes kendisine göre bir yorum
çıkarıyor; Sayın Cumhurbaşkanının
danışmanları dış politikaya yön veriyor, ekonomist
danışmanları ekonomiye, Merkez Bankasına yön vermeye
çalışıyor. Sonucunda da devlet kurumları böyle
yıpratılıp tek adamcılık gidince böyle oluyor.
Şimdi Anlaştık. diyorsunuz, ondan önce neredeydik? Yani geri
götüreyim -Osman yok bugün herhâlde- bugün göstereceğim kitap Torbadaki
Hukuk değil Mayın Temizleme İsrail ve AKP
başlığını taşıyor; üst
başlığı da BOP, Arap Baharı ve Suriye Meselesi
Işığında
Yeni milletvekili arkadaşlarımız
bilmiyorlar ama 2009 yılında bu kürsüde üç hafta süren bir mücadele
verdik, bugünkü gelişmeleri ta o günden söylemiştik Bunu
yapmayın. demiştik. Siz o zaman ne istiyordunuz biliyor musunuz?
Başta Sayın Cumhurbaşkanı, o zamanki Başbakan ve
Maliye Bakanı, eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan olmak üzere,
Suriye sınırının tamamını İsrailli firmalara
mayın temizleme karşılığında vermek
istemiştiniz. Yani bugün geldiğimiz noktaya nereden geldik, kavga
nereden geldi, ona bir bakmamız lazım.
Bu gördüğünüz topraklarda yapılan
tartışmaların esası
O zamanlarda yapmış
olduğumuz çalışmaları da 2012 yılında size kitap
olarak sunmuştuk ve uyarmıştık. Orada güvenli bir bölgeyi
İsrail askerlerine, İsrailli MOSSAD ajanlarına verip şimdi
bugün bu hâle geleceğimizi bir düşünün bakalım, nasıl
olurdu? Bizim şu anda kavga ettiğimiz, hani Burası bizim
kırmızı çizgimiz. dediğimiz alanlarda, bizim
giremediğimiz alanlarda İsrailin askerlerinin ve
ajanlarının olduğunu düşünün.
Peki, ondan sonra ne yaptınız?
Arkasından bir
(x)
şovu geldi. Sonra Mavi Marmara geldi, sonra tekrar döndük İsraile ihtiyacımız
var, birlikteliklerimiz var, savunma konusu var, enerji var, yeni doğal
gaz hatları var, boru var, işte Akdenizde aramalar var. falan
falan. Şimdi, böyle bir şey olmaz, bizim size söylediğimiz
şu: Böyle ifrat-tefrit olmaz dış politikada, onu söylemeye
çalışıyoruz. Bir gün kavga edip, ertesi gün restleşip
beş dakika sonra
(x)
deyince Vallahi, size demedim, moderatöre dedim. olmaz. Bir taraftan
canciğer kuzu sarması olup, ortak toplantılar yapıp,
Kardeşim Esat deyip ortak Bakanlar Kurulu yaptıktan sonra,
arkasından da Düşman Esed olmaz. Şimdi içinden
çıkamıyoruz. Bakın, yokuz masada, burada
arkadaşlarımız bilgi versin, Sayın Bakan burada ama
hazır Sayın Dışişleri Bakanının da bu
süreçle ilgili bilgi vermesi lazım, sadece Millî Savunma Bakanından
bunu Hükûmetin Bakanı olarak bekleriz ama yani Hükûmet adına herkes
açıklama yapabilir. Ama bu süreç nereden geldi, nereye gidiyor, niye böyle
oldu, bunları konuşmamız lazım ki bir daha hata
yapmayalım.
Şimdi, değerli arkadaşlar, asıl
sorun Sayın Cumhurbaşkanının her konuda açıklama
yapmasından kaynaklanıyor, siz savunmak zorunda kalıyorsunuz ama
bir gün söylediği ile sonraki farklı olunca size de
sıkıntı oluyor. Ya, belki o anda bir şey söylemek istiyor,
maksadını da aşıyor, açık bir konuşmada bunu
söyleyebiliyor. İşte bizim söylediğimiz de o, bunun
muhatabı Cumhurbaşkanlığı değil dış
politikada. Devletin başı, görüşme yapar, konuşur eder
ayrı; tabii ki bazı konularda söyleyecektir ama ben her şeyi
yaparım, ben her şeyi bilirim moduna geçtiğiniz zaman on dört
yıldır uygulanan dış politikayı bir kalemde çizip yeni
bir süreç başlatıyoruz demek zorunda kalırsınız. O
zaman da uyardığımız için söyledik.
Şimdi, buradan bakıyoruz. Değerli
arkadaşlar, biz sadece o anda uyarmadık, 2012 yılında yine
orada bir güvenli bölge oluşturulmasını, hatta Kandile kadar
gidecek güvenli bölge oluşturulmasını Sayın Devlet Bahçeli
söyledi, uyardı sizi Şimdiden bu önlemleri alın, yarın
burası karışacak. dedi. Yine, 9 Ekim 2012 tarihli grup
toplantısında da uyardı Suriye kaynaklı tehdit
dalgası artık çok boyutlu, çok yönlü risk ve kaygıları
içinde barındırmaktadır. Mülteci akını kontrol
altına alınmalı ve Suriyenin kuzeyinde yeni bir peşmerge
yönetimine veya Kandil yapılanmasına asla müsaade edilmemelidir.
dedi. Ekim 2012 arkadaşlar. Bugün ne tartışıyoruz? Haberler
geliyor ve PKKyla, tırnak içinde, Kobani diye
adlandırdığınız, sizin de
meşrulaştırdığınız Ayn El Arapta ve
İncirlikte görüşmeler yapıldığını
yabancı basın bize söylüyor. Şimdi, kaygımız o; iki
saattir yapılan kavganın, tartışmanın nedeni, siz yeni
bir müzakere sürecine mi giriyorsunuz kardeşim, onu söyleyin bize.
İsraille yapılan anlaşmanın arkasında bu mu var?
Yani, bu yumuşamanın arkasında bu mu var, nedir? Yani, oradaki
enerji hatlarındaki paylaşım sonucu bir şeye mi gelindi?
Peki, biz neden masada yokuz? Neden Suriyeye, burnumuzun dibindeki
şeylere müdahale edemiyoruz? Lübnana tamam, gönderelim de oraya niye
giremiyoruz? Biz size tezkere verdik burada, niye Irakın içerisine
giremiyoruz oradan terör geliyor da? Yani bir taviz mi veriliyor Yeniden bir
süreç başlıyor. derken? Arkadaşlarımızın
kaygısı bu. Bir bilgi verilsin. derken bunları kastediyoruz.
Hani Emevi Camisinde cuma namazı
kılalım. derken Süleyman Şah Türbesini de
taşıdık, tamamen geri çekildik. Herkes orada, biz yokuz.
Bombaladık, patlattık. dedik; karşıya 2 tane bomba
atıyoruz IŞİD diye. IŞİD kim? DAİŞ kim? PYD
kim? Hangisi terörist? Nedir, ne değildir belli değil. Yaratılan
terör örgütleri aracılığıyla istikrarsızlık
oluşturulmuş o bölgede. E peki, herkes giriyor biz giremiyoruz.
Nasıl iştir bu? Yani Türkiyeye saldırı var, elimizde
tezkere var. Onun için, bunları böyle kalabalığa getirmeden
ayrıntılı bir şekilde, arkadaşların dediği
gibi, gerekirse kapalı oturumda yeniden Meclise de, Türk milletine de
bilgi vermeniz gerekiyor. Yani öyle bir ortam var ki O Türkmen bölgelerine
yardım götürüyoruz. dediniz, hatta hatta Türkmenlere
saldırılıyor diye uçağı düşürdük. dediniz,
Türkmenler şu anda çok perişan. Yani sadece Türkmen Dağında,
Suriyede değil, Halepte değil, Irakta da perişan. Gerçekten
buraya gelen göçle ilgili, az önce söylediğim, 2012 yılında
Sayın Bahçelinin uyardığı şekilde önlem
almış olsaydık bu noktaya gelmeyecektik.
Ben iki gün önce burada Ülkü
Ocaklarımızın açtığı Türkmen Evini ziyaret
ettim. Arkadaşlarımız bir sivil toplum örgütü olarak kıt
imkânlarla çok başarılı çalışmalar
gerçekleştirmiş. Maalesef devletin eli uzanamıyor. Orada sağlık
merkezi var, eczanesi var, eğitim merkezi var. Binlerce çocuk yurtsuz kalmış.
Telaferden gelen de var, Türkmen Dağından gelen de var, hepsi var.
Şimdi, bizim bunlara sahip çıkmamız lazım. Hem bahane
ederken Türkmenlerle ilgili. diyoruz; maalesef burada böyle bir garabet var.
Peki, neden oluyor? Burada tartıştık.
Değerli arkadaşlar, siz kendi elinizle yıllardır Ayn El
Arap denilen yere Kobani ismini verir, sonra da gelir 29 Ekimde kaç defa
burada söyledim, Plan ve Bütçe Komisyonunda da tartıştık-
Cumhuriyet Bayramının olduğu günde oraya güçlerin sevk
edilmesine izin verirseniz sonra oradaki istikrarsızlığa neden
olmuş olursunuz. Kontrol etmeyi bırakın, bugün bu noktaya
getirdiniz.
Evet, gelinen noktada terörle mücadeleye dönülmesi
olumludur, Biz söyledik, haklı çıktık. demeyeceğiz,
yapılması lazım, biz de arkasında duracağız.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman söyledik, Hukuki olarak da
düzenlemelerde de ne gerekiyorsa destek olacağız. dedik. Ama, bir
gün öyle, öbür gün böyle olduğu zaman, maalesef, ifrat-tefrite
kaçıyor ve toparlamamız çok zaman alıyor. Türkiye'nin bu anlamda
çok fazla zamanı yok. Bu görüşmeler yapıldı mı,
yapılmadı mı? Sayın Bakandan Sayın
Cumhurbaşkanının İsrail görüşmesiyle ilgili bilgi
isterken
Ben merak ediyorum, İncirlikte ve Ayn El Arapta bazı
görüşmeler Türkiye devleti temsilcileri ile PKK arasında, PYD
arasında -her neyse- yapıldı mı? Şimdi PYD
teröristtir. diye bağırıyorsunuz, Amerikaya
kızıyorsunuz; demin söylediğim gibi, Sayın Davutoğlu
Kobaniye selam. diye selam gönderiyordu o zaman. Çok eski değil bunlar
arkadaşlar. Onun için, bu konularda millî bir dış politika
izlememiz lazım. Maalesef, bu, her alana sirayet etmiş durumda.
AByle ilişkilerimizde de aynısı var.
Yani, geçtiğimiz günlerde İngilterenin oylamasıyla daha fazla
tartışıldı ama şimdi Sayın
Cumhurbaşkanı yine topa girdi daha Dışişleri
Bakanı konuşmadan Biz de referanduma götürebiliriz. diye. Neyini
referanduma götüreceksiniz? Türk milleti zaten bundan muzdarip,
gelişmelerin doğru olmadığını biliyor, siyasi
dayatma olduğunu biliyor, ara sıra da olsa bazı millî
çıkışlar yapıyor. Ama, bunu neden buraya getirdik? 2004ün
Aralık ayında siz Türkiye'de yaşamıyor muydunuz? Yani,
gündüz gözüyle havai fişekler atıldığında -birçok
arkadaşımız- Ankarada değil miydiniz, Türkiye'de
değil miydiniz? Brükselin şefaatine Ankara'nın şerrinden
kaçan bir anlayış şimdi kalkıp bize AB
düşmanlığı yaparsa -kusura bakmayın- bunu
anlamayız, bunu samimi bulmayız. Cümle aynen bu değil miydi?
Ankara'nın şerrinden Brükselin, Washingtonun şefaatine
gitmediniz mi? Avrupa Birliği bir model olarak önümüzde, tamam,
meşrulaştık, sonra gerek kalmadı. O zaman, biz de
girmeyelim. Yanlış.
Biz defalardır söylüyoruz: Bu gümrük
birliği bizim için dezavantajlı hâle gelmiştir. Geçmişte
avantajlıydı, rekabete açıldık ama artık ikili
ilişkilerimize, üçüncü ülkelerle ilişkilerimize zarar vermeye
başladı. diye Dışişleri Bakanına, Gümrük ve
Ticaret Bakanına onlarca defa Komisyonda söyledik, dokuz yıldır
ben Plan ve Bütçe Komisyonunda her toplantıda dile getirdim,
arkadaşlarımız da burada. Peki, ne oldu? Şimdi, bugün,
siyasete, iç siyasete bunları malzeme etmeyin diyoruz. Sonra
sıkışıyorsunuz, tersini söylediğiniz zaman da kimse
inanmıyor; derdimiz bu. Yukarıda söyledim -şimdi,
Dışişleri Bakanımız yok, AB Bakanımız da
yok- hatta Sayın Bağışa söylemiştim: Elli üç
yıllık uzatmalı nişanlılık olur mu
arkadaşlar? Önceki gün medyaya da açıklama yaptım. Hâlâ
nişanlılıkta devam ediyoruz. Ya, evlenmeyeceksek yüzüğü
atmamız lazım; evleneceksek de evlenelim dedik, biz onurlu üyelik
dedik. Bu işin de bir adabı var değil mi? Arkadaşlar
güldüler, İngilizcesiyle Egemen Bey'e dedim ki: Siz tercümanlık da
yaptınız, yani ben bunu ...(x) diyorum dedim yani hiç bitmeyen ama
evliliğe de gitmeyen bir aşk olarak görüyorum. Güldüler. Gülmeyin
dedim, kız tarafı biziz Türkiye olarak. Onların işine
geliyor.
Biz yeni söylemiyoruz bunu yeniden gözden geçirelim
diye. Yani bu gümrük birliğini de AB sürecinde oturup o standartları
evet yapalım, kendi insanımız için demokrasi düzeyini, ekonomik
kalkınma düzeyini, sosyal refahımızı hep beraber
yapalım burada diyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi her zaman
yapıcı, yol gösterici, uzlaşmacı oldu. Yapısal
reformları beraber çıkaralım ama iç politikaya alet edip bir gün
öyle, bir gün böyle olduğumuz zaman maalesef olmuyor. Yani o kapsamda
geldiniz, Kıbrısla ilgili o havayla Yes be annem deyip Annan
Planına destek oldunuz. Sonra, Allahtan, Rumlar kabul etmedi. E,
şimdi geldiğimiz noktada yine Kıbrısla ilgili
gelişmeler var; yine, az önce tartıştığımız
İsraille yapılan anlaşmayla da bağlantılı olarak
Doğu Akdenizdeki enerji kavgalarıyla, boru hatlarıyla ilgili
olarak yine bir konu var. Kendi başınıza, sadece
Cumhurbaşkanının iki danışmanının
kafasıyla bu olmaz. Dışişleri Bakanlığı
burada, Millî Savunma Bakanlığı burada, bütün bürokrasi burada.
Onlardan görüş almadan, devletin aklını
çalıştırmadan yaparsanız üç gün sonra tersini söylemek ve
savunmak zorunda kalırsınız. Kaygımız budur Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, yani uyarımız bundandır. O zaman,
bunların elden geçmesi lazım İngiltere kararını
verdi, biz de yapalım. demeyelim, aynı şeyi Almanyayla
yaşıyoruz. Durdurduk, diplomasi devam etmedi,
karşılıklı bir şeyler söyledik. Bir anda, ocaktan beri
yattık yattık -devlet olarak söylüyorum- sonra geldi, oylama
çıkınca hep beraber söylüyoruz. Burada söyledik. Sayın
Başkan Vekilimiz burada ama Meclis Başkanının kendisi
vardı. Oktay Vural Bey gitti, konuştuk. Bir ortak deklarasyon
yayımlayalım dedik, kabul edilmedi. Sayın Başkana burada da
söyledik. Efendim, işte Dışişleri Bakanlığı
yapıyor. Ne zaman yapabildik? Onaylandıktan sonra buradan ortak
deklarasyon yapabildik. Bunların önceden yapılması lazım ki
parlamentodan parlamentoya bir mesaj gitsin. Dostluk grubu üyesi olarak ve
dış ilişkilerden sorumlu genel başkan
yardımcısı olarak ben bizatihi, o gruplara partimiz adına
uyarı yazısı gönderdim. Bir iki tanesinden cevap geldi sonra.
Maalesef Meclis olarak bunu yapamadık. Bu toplu tavrı
yapmadığımız zaman bu sonuçlara katlanmak durumunda kalırız
değerli arkadaşlar.
Tabii, peki, diyeceksiniz ki:
Ne yapmamız lazım? Yani Avrupa Birliğiyle ilişkileri
gözden geçirelim. Evet, Türkiyenin çıkarı neyse ona bakalım ama
aynı şeyi Suriyede de yapalım, aynı şeyi
Kıbrısta da yapalım, aynı şeyi Türk dünyasıyla
ilişkilerde de yapalım. Bakın, Büyük Orta Doğu Projesi, bir
zamanlar eş başkanı olmakla övünülen proje, maalesef emperyalist
bir proje olarak Orta Doğuyu karıştırmış ve
bugün Irakın kuzeyindeki fiilî Kürt oluşumuna paralel olarak Suriyenin
kuzeyinde de böyle bir şeye yer açmıştır. Geç de olsa sizler
de bunu fark etmiş bulunuyorsunuz. Bir an önce bu yanlışlardan
dönmemiz lazım. Kendi coğrafyamızda, Milliyetçi Hareket Partisi
olarak söylediğimiz, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet projesine
inanıyorsanız ki bizim dile getirdiğimiz 2023 lider ülke vizyonuna
katıldınız. 2053 geliyor, süper güç olma vizyonunu Türkiyenin
gerçekleştireceksek, gerçekten samimiyseniz millî ve çok yönlü bir
dış politika izlemek zorundayız. Onun için, önce içinde
bulunduğumuz İslam Ülkeleri İşbirliği
Teşkilatında, bunun içerisindeki İSEDAK bünyesinde ve yine
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı -ki içinde bütün Türk
Cumhuriyetlerinin olduğu bir kurumdur; benim de ilgilendiğim, daha
önce bağlı olan birimlerin çalıştığı, Devlet
Planlama Teşkilatındayken- bütün Türk Cumhuriyetlerinin, İranın,
Afganistanın, Pakistanın olduğu bir birimdir. Buralara
ağırlık vererek yeni bir medeniyeti, yeniden Türk İslam
medeniyetinin ihyasını eğer görüyorsak, medeniyetin evrensel,
kültürün millî olduğuna eğer inanıyorsanız o zaman bu
konulara farklı bakmak gerekiyor. Yani hamasi nutuklarla, iç politikaya
dönük söylemlerle bunu çözme şansımız yok.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman
yapıcı, yol gösterici, uzlaşmacı bir muhalefet
anlayışından yanayız, millî bir dış politika
istiyoruz. O zaman ne yapmamız lazım? AByle görüşsek de
Avrupadan vazgeçmeden Akifin dediği gibi Alınız ilmini
Garbın, alınız sanatını/ Veriniz hem de mesainize son
süratini.
O medeniyet düzeyine çıkarmak için hep birlikte
çalışmamız lazım. Bu vesileyle, millî bir dış
politikaya dönüş umudumu koruyarak bu konuda destek
olacağımızı söylüyor; tekrar, tezkereye destek
olduğumuzu belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Günal.
Şimdi söz sırası, Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Ayhan Bilgene aittir.
Buyurun Sayın Bilgen. (HDP
sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz yirmi dakikadır.
HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde
konuştuğumuz tezkerenin on yıllık bir tarihi var ve on
yıl önce bu tezkere gündeme geldiğinde Hükûmet hangi gerekçeyle bu
tezkerenin kabul edilmesi gerektiğini o gün iddia etmiş, ona biraz
baktım; ilginç gerekçeler var.
Mesela birisi, Ulusa Sesleniş
konuşmasında Sayın Erdoğan diyor ki: Orta Doğuda
adil bir barışın gerçekleşmesi için bu yapının
içerisinde yer almalıyız. Başka gerekçeleri de var; diyor ki:
Büyük devlet olmanın gereği Birleşmiş Milletlerin bu geçici
barış gücünde olmayı gerektiriyor. Çok neden var ama bu
nedenlere baktığınızda, üzerinden geçen on yılın
ardından bu gerekçelerin ne kadarı gerçekleşmiş, ne
kadarı pratikte anlam bulmuş, ne kadarı hiçbir işlev
görmemiş
Galiba her yıl aynı işi
yaptığınızda bir dönüp muhasebesini yaparsınız.
Bir kere, tezkerelerle ilgili bir genel
itirazı, bütün hukukçuların, uluslararası hukukçuların
yaptığı genel itirazı burada ifade etmek istiyorum.
Tezkerelerde kullanılan ifade, milletlerarası hukukun meşru
saydığı hâller ifadesi tamamen felsefi bir
değerlendirmedir, hukuki bir değerlendirme değildir.
Meşruiyet, neye göre meşruiyet, hangi çerçevede bir meşruiyet? Bir
kere, bu, her sene aynı metni, neredeyse harf hataları, imla
hataları dâhil olmak üzere Meclise aynı tezkereyi gönderme
alışkanlığından bu Parlamentonun vazgeçmesi gerekiyor.
Burası bir noter değil, önüne geleni Geçen senekiyle aynıysa,
demek ki hiçbir şey değişmemiştir. deyip onaylayacak bir
makam değil. Bir yılda Orta Doğuda dünya dolusu
değişiklik yaşanıyor ama ben sadece son dört yıl gelen
tezkerelere baktım, yani muhtemelen öncekiler de bundan farklı
değil, bırakın yeni bir cümle kurmayı, yeni bir gerekçe
ortaya koymayı, tezkerenin devam etmesi gerektiğine dair bir yeni
iddiayı, burayı ikna etmek için hiç olmazsa, burada muhalefet
partilerini, tek tek bütün milletvekillerini ikna etmek için yeni bir cümle
kurmayı, yani cümlelerin sırası bile değişmiyor.
Şimdi, dünya bu kadar değişiyorken,
bölgede bütün dengeler bu kadar değişiyorken, her aktörün rolü,
pozisyonu bu kadar değişiyorken aynı cümleyi kes-kopyala, sadece
alttaki imza değişerek, sadece Başbakanın imzası
değişerek -Başbakan değiştiği için doğal
olarak imzası değişerek- Meclise göndermenin kendisi
dış politika açısından, uluslararası güvenlik,
uluslararası mekanizmalara katılım açısından son
derece ciddiyetsiz bir yaklaşım. Yani bu ülkede
Başbakanlık, yeni durumla ilgili yeni bir değerlendirme yapma
imkânından mı mahrum? Şunun için bu tezkerede istenilen hedefe
ulaşılamamıştır: Yeniden bir yıl daha bu
tezkerenin süresi uzatılmalıdır. diyebilir pekâlâ. Bunu deme
ihtiyacı bile duyulmadan her sene aynı metin yeniden, tekrar
Başbakanlık tezkeresi olarak Meclise, Genel Kurula gönderiliyor.
Değerli arkadaşlar, her yıl için
bunun analizini yapmak, bunun tartışmasını yapmak ve bu
süre zarfında gerçekten bu yapının neye yarayıp
yaramadığını, Orta Doğuda ne kadar barışa,
istikrara hizmet edip etmediğini sorgulamak zorundayız. En
azından, halk adına burada oturan bizler, onun
çıkarlarını savunma adına siyaset yapan bizler sorgulamak
zorundayız.
Birleşmiş Milletlerin Lübnanda askerî güç
bulundurmasının tarihi çok daha eski. 1978den bu yana orada
Birleşmiş Milletler Gücü var ama ben arka planı bir tarafa
bırakıyorum, sadece 2006 krizini yani bugün 10uncu kez
uzatılması istenen tezkerenin arka planına dair bazı
kısa hatırlatmaları yapmak istiyorum. O günlerde Filistin
sahillerinde siviller, Filistinli kadınlar, çocuklar denize girerken
İsrail uçakları tarafından bir saldırı
gerçekleşti, sivil Filistinliler hayatını kaybetti, Hamas
ateşkesi bitirdi. Bildiğiniz, işte, katyuşa füzeleriyle
saldırı oldu. Bunun üzerine İsrail de saldırıda
bulundu ve o çatışmaya Lübnan Hizbullahı dâhil oldu.
Aslında bu tezkerenin çıkma sebebi,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bu kararı alma nedeni
çok net biçimde İsrailin o dönemde işgal ettiği Güney
Lübnandan çekilmesinin koşulu olarak oraya Birleşmiş Milletler
askerlerinin yerleştirilmesini talep etmesidir. Yani İsraili
müdafaa, İsrailin güvenliğini garanti altına alma konusunda
Lübnan Hizbullahından kaynaklanacak bir saldırıyı
engellemek için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi karar aldı,
Türkiye de bu Güvenlik Konseyinde yer aldı. Demin gerekçelerini söyledim,
hepsini tek tek tartışmaya açmaya gerek yok ama bir tanesi ilginç.
İşte, büyük devlet olma iddiası, Birleşmiş Milletlerin
geçici barış gücüne asker vermenin gerekçesi olarak
sayılıyor ve bir başka önemli gerekçeyle birlikte ele
aldığımızda -o cümleleri hatırlayın- işte
Fransızlar gidiyor, İtalyanlar gidiyor, biz gitmeyelim mi? Müslüman
askerler orada bulunmasın mı? gerekçesiyle birlikte
düşündüğünüzde bakıyorsunuz
Peki, hangi Müslüman ülkeler
Lübnandaki geçici barış gücüne asker göndermiş? Malezya ve
Bangladeşin dışında benim bildiğim ülke yok, ki
sayıları da, 20-30 civarında ülkeden gönderilen sayı da
zaten çok düşük, komik miktarda asker gönderiliyor. Esas itibarıyla,
İtalyanın, Fransanın komuta ettiği bir güçten söz
ediyoruz.
Şimdi, büyük devlet olmayı eğer
Birleşmiş Milletler içerisinde bir yere operasyonel ya da insani
yardım gerekçesiyle asker göndermeyle ilişkilendiriyorsanız,
galiba dünyanın en büyük ülkesi Bangladeş. Çünkü Birleşmiş
Milletler ne zaman asker istemişse Bangladeş bir dediğini
ikiletmemiş ve hemen asker göndermiş. Ama hepimiz biliyoruz ki
Bangladeş öyle uluslararası arenada çok büyük devlet olarak falan
anılmıyor.
Çok sıkça duyduğumuz bir ifade var,
işte, dünyanın 5ten büyük olduğu gerekçesi. Bu cümle eğer
gerçekten inandığımız, samimiyetle bir değer
atfettiğimiz cümleyse o zaman oturup yeniden bakmamız gerekiyor;
neden Orta Doğu kendi sorunlarını kendi içinde çözemiyor, kendi
güvenlik mekanizmalarını kuramıyor ve ancak Birleşmiş
Milletlerden bir karar çıkarsa, ancak Güvenlik Konseyi bir askerî
planlamaya giderse ve gayet tabii, Birleşmiş Milletlerdeki karar
mekanizmasındaki etkili devletler isterse, onaylarsa İslam ülkeleri
de sadece kendi iç kamuoylarını ikna etme görevini yapıyorlar.
Şimdi, pekâlâ görüyoruz ki aslında dünya
5ten küçükmüş. Dünya 5ten küçük olmasaydı biz on yıl boyunca
önümüze gönderilen aynı metni tekraren buradan onaylayıp geçirmez;
Orta Doğu nereye gidiyor, Lübnanda ne olup bitiyor, Suriyedeki
savaşta kimin ne kadar dahli var, gerçekten orada bir güvenli bölge
oluşturulabildi mi; bütün bunları sorgulardık galiba.
Değerli arkadaşlar, herkes biliyor, bütün
dünya biliyor ki Suriyedeki savaşın taraflarından birisi
Lübnan. E, şimdi, siz orada kalıcı barışı tesis
etmek bir yana, neredeyse Suriyede büyük bir istikrarsızlığa
neden olan politikaların tarafı olmuşsunuz.
Dolayısıyla da aslında en başından beri, on
yıldan bu yana her sene görüşüldüğünde tekrarlanan gerekçelerin
hepsi boşa çıkmıştır, hepsi
anlamsızlaşmıştır, işlevsizleşmiştir.
Burada galiba üzerinde
yoğunlaşılması gereken, sorgulanması gereken, sadece
oraya temsilî sayıda, insani yardım amacıyla ya da ihtiyaç
duyulduğunda çatışmaya müdahale amacıyla asker gönderip
göndermeme meselesinin ötesinde, Türkiye'nin dış
politikasının, Türkiye'nin Orta Doğu politikasının
gerçekten adil bir barışa, gerçekten kalıcı bir istikrara
hizmet edip etmeyeceği konusudur.
Değerli arkadaşlar, bugün -aslında
ilginç bir tesadüf- İsraille ilgili anlaşma, en azından, iki
ülkenin başbakanı tarafından kamuoyuna deklare edildi. İki açıklama
ardı ardına yapıldı ama açıklamalara
baktığınızda, arada ciddi farkların olduğunu çok
net görüyorsunuz. İsrail basınının Türkiye kamuoyuna da
yansıyan boyutlarından yani Konuyu İsrail kamuoyu hangi
açıdan ele alıyor, nereden değerlendiriyor, nereden önemsiyor?
diye baktığınızda iki şey görüyorsunuz: Birisi,
İsrail gazının Batıya Türkiye üzerinden satılması
konusu. Galiba Netanyahunun birkaç gün önce bu anlaşmayla ilgili, henüz
kamuoyuna deklare edilmeden muazzam ifadesini kullanmasının sebebi
de bu. Yani, gayet kârlı, ticari bir iş yapıldığı
ortada.
Zaten, aslında, bugün Başbakan defaten
normalleşme kelimesini kullansa da aslında ticari ilişkiler o
anlamda hiç anormalleşmemiş çünkü altı yıl içerisinde 2
milyar dolar olan ticaret hacmi 6 milyar dolara çıkmış yani
yüzde 300 artmış. Şimdi, düşünün ki bir ülkeyle ticaret
hacminiz yüzde 300 artıyor olacak ve siz, o dönemi anormal olarak tarif
edeceksiniz, şimdi normalleşme iddiasında
bulunacaksınız.
İsrail kamuoyunun ilgilendiği bir boyut
daha var, o da daha önceki Lübnan savaşında hayatını
kaybeden İsrailli askerlerin hem cenazelerine ulaşılması
konusu hem de Türkiyeden, özellikle de Hamas vesilesiyle oraya yönelik, bundan
sonra, tehdit içeren çalışmaların, faaliyetlerin yürümemesi
konusu.
Şimdi, konunun bütün taraflarına
baktığınızda görüyorsunuz ki aslında, ortada, galiba,
çok net bir Türkiye kamuoyunun yanıltılması, eksik bilgiyle
manipüle edilmesi var. Açıklama yapan, örneğin Hamas Dış
İlişkiler Sorumlusu Usame Hamdan, bu anlaşmayı tarif
ederken mutlak bir şer ifadesini kullanıyor. Şimdi, Türkiye
kamuoyu ikna edilirken de Hamasın başka bir pozisyon
aldığı, alacağına dair açıklamalar kamuoyuna yansıtılıyor.
Yine, bugüne kadar özellikle İsrailin
doğrudan doğruya Arap ülkeleriyle ticaret yaptığında,
Müslüman kamuoyunun Arap devletlerine duyduğu tepkiyi bastırmak için
Türkiye üzerinden dolaylı ticaret yaptığını
İsrail gazetelerinin hemen hemen hepsi yazıyor. Şimdi, Arap
kamuoyu çok değerli. Arap ülkelerinde demokrasi yok ama buna rağmen
Arap yönetimleri, krallıklar, şeyhlikler kendi kamuoylarındaki
İsrail aleyhtarı duyarlılığı önemsiyorlar ve bu
işi Türkiye üzerinden gizli yapmayı tercih ediyorlar. Türkiye bir
Parlamentoya sahip, demokratik bir rejime sahip ve demokratik kamuoyu
tepkisinin ülke karar süreçlerine, yönetim süreçlerine etkisi olduğu
varsayılıyor -eğer demokratik bir rejimse- ama Türkiye kendi
kamuoyundan bu gerçekleri gizleyerek ülkeyi yönetmeyi tercih ediyor.
Değerli arkadaşlar, İsrail ile
Türkiye arasındaki ilişkiler elbette Türkiye ile Suriye
arasındaki ilişkileri, Türkiye ile Rusya arasındaki
ilişkileri, Türkiye-Lübnan ilişkilerini, Türkiye-İran
ilişkilerini, hatta Türkiye-Batı ilişkilerini
şekillendirecek kadar önemli ama eğer siz kamuoyuna
anlaşmanın metnini bile doğru aktarmıyorsanız büyük
bir tarihî sorumluluk altında kalırsınız. Abluka
kaldırıldı, ambargo kaldırıldı. gibi ifadeler kullanılıyor.
Ablukanın kaldırılmadığını, sadece bir
limandan insani yardım ulaştırılmasına fırsat
verileceğini çok net biçimde aslında hem dünya basını yazıyor
hem İsrail Başbakanı ifade ediyor.
Şimdi, Filistin sorununun elbette önemli
boyutlarından birisi Gazzeye insani yardımın
ulaşmasıdır, buna söylenecek hiçbir söz yok ama Abluka
kalkmadı, ambargo devam ediyor, biz sadece o limandan deniz yoluyla insani
yardım ulaştıracağız. diyerek hiç olmazsa kendi
kamuoyunuza karşı, altı yıldır İsrail
karşıtı söylem kullanılarak, İsrail
karşıtı dil kullanılarak maniple edilen kamuoyuna yönelik
doğru, dürüst bir tavrı koyma sorumluluğu siyasetin üzerindedir.
Eğer, daha birkaç gün önce Filistinlilere ait
bir televizyon kanalı İsrail tarafından yasaklanmış,
uydu yayını yapması engellenmişse, Filistinde çok ciddi
seyahat özgürlüğü sorunları devam ediyorsa, Gazzede ticaret yapma
imkânları sıfırlanmışsa siz sadece insani
yardımla Filistin sorununun çözümüne ciddi bir katkı
sunamazsınız. Elbette bu çok değerlidir ama her şeyi
katkısı kadar, her şeyi belirleyici gücü kadar tarif etmek
zorundasınız. Burada nasıl insani yardımın
gönderilmesine hiçbir siyasi parti itiraz etmeyecekse ve her siyasi parti
nasıl bunu olumlu bir gelişme olarak yorumlayacak ve destekleyecekse
sizin de en azından, ablukanın devam ettiğini, ambargonun devam
ettiğini, İsrailin bu anlamda bu anlaşmayla Gazzeye yönelik
tutumunda ciddi hiçbir değişiklik yapmayacağını
kamuoyuyla paylaşmanız gerekir diye düşünüyoruz.
Filistin sorununun, aslında, büyük oranda bir
uluslararası yargılama sorunu olduğunu, özellikle bu
anlaşmayla birlikte fiilen görmezlikten gelmiş oluyoruz. Çünkü, Mavi
Marmarada hayatını kaybedenlerin yakınlarının elbette
kişisel tercihleridir, mali bir tazminat
karşılığında davalarından vazgeçebilirler de,
sonuçta o kişilerle ilgilidir ama o kişileri aşan, o
insanların yakınlarıyla ilgili, akrabalarıyla,
çocuklarıyla ilgili duyarlılığın ötesinde bir
anlamı var bunun. İsrail, uluslararası hukuka
aykırı davranmış, Birleşmiş Milletler tarafından
defalarca bu nedenle kınanmış, eleştirilmiş bir
ülkedir. Şimdi, siz davaları çekerek, Türkiye mahkemelerindeki ya da
uluslararası mahkemelerdeki davalarda geri adım atarak aslında
İsrailin hukuksuzluğunu da bir biçimde tescillemiş oluyorsunuz.
Galiba, en başa döndüğümüzde, ne yazık ki Orta Doğunun o
en kötü kaderiyle karşı karşıya kalıyoruz. Orta
Doğuda devletler, İsrail aleyhtarlığını sadece
kendi kamuoylarını manipüle etmek için, sadece içeride muhalefeti
bastırmak için kullanırlar. Bunu tek tek her ülke için saymaya gerek
yok ama bu, yaygın bir dış politika
alışkanlığıdır çünkü içeride ne zaman bir itiraz
olursa, ne zaman bir muhalefet gelişirse bu Arap ülkeleri, kendi
kamuoylarını İsrail tehdidiyle terbiye etmeyi, korkutmayı
ve onların ciddi radikal değişim taleplerini bastırmayı böylece
başarırlar. Yani, aslında Orta Doğudaki otoriter
rejimlerin İsrail korkusuna ihtiyacı vardır. İsrail
korkusu, başka bir sürü şeyi halının altına süpürmeye
hizmet eder. Ne yazık ki galiba Türkiye de son altı yıl boyunca
en azından slogan düzeyinde yürütülen siyasetle bu Arap ülkelerinden
demokratik kültür açısından bir adım ileride
olmadığını bir kez daha ispatlamış oldu,
göstermiş oldu.
Evet, kamuoyunun duyarlılığı
var; Filistin konusuyla, Filistin halkının davasıyla
dayanışma duyarlılığı var, kimse Türkiyeden
İsraile savaş açmasını falan beklemiyor ama hiç olmazsa
uluslararası platformlarda, bugünkü anlaşmayla ilgili yapılan
açıklamalarda olduğu gibi, Birleşmiş Milletler ve NATO gibi
platformlarda ülkelerin çıkarları aleyhinde tavır almama
konusundaki taahhüdün galiba buradan çok net biçimde açıklanması
gerekiyor.
İsrailin Birleşmiş Milletler
nezdindeki konumunu biraz önce ifade ettim. NATOdaki konumu da bundan çok
ileride değil, daha iyi değil. Oysa, NATOda İsrailin bugüne
kadar elde ettiği bütün kazanımlara kolaylık gösteren Türkiye
oldu. Şimdi, acaba Birleşmiş Milletler ve NATOda Türkiyenin
çıkarlarına mı İsrail yardımcı olacak bugünden itibaren
yoksa tersine, İsrailin çıkarlarına mı Türkiye
yardımcı olacak?
Eldeki imkânlara, karşılaşılan
risklere, sorun alanlarına baktığınızda tablo çok
açık: Türkiye bu iki platformda da eli -resmî olarak en azından-
İsrailden daha güçlü bir ülke. İsrailin elinde resmî olmayan
başka kozlar, ilişkiler, diplomatik imkânlar olduğunu elbette
hepimiz biliyoruz ama eğer böyleyse o zaman bunu kamuoyuna açıklamak
ve Türkiye toplumunun sadece hamasetle, sadece İsrail
karşıtlığı yapılarak, sadece slogan üzerinden
siyaset yapılarak kandırılmasından öte reel politik hiçbir
değişikliğin, hiçbir gelişmenin söz konusu
olmadığını da bilmek galiba Türkiye kamuoyunun hakkı.
Bu, özellikle davalarla ilgili durumun bu
anlaşma kapsamında bir biçimde devre dışı
bırakılıyor olmasının bir süre sonra başka
sonuçları olacak elbette. Bunları zamanla hep birlikte
göreceğiz, hep birlikte yaşayacağız çünkü uluslararası
platformlarda eğer çok büyük anlam yüklediğiniz davalar, sembolik
davalar geri çekilirse onun, sadece teknik, sadece hukuki sonuçları olmaz,
onun siyasi sonuçları da olur ve siz, İsrailin sivil hedefleri
vurması, insani yardım götüren eğer öyleyse Mavi Marmara, bunu
iddia ediyorsak, bunu savunuyorsak- Mavi Marmaraya yönelik müdahalesinin ki
iç kamuoyunda altı yıldır çok yoğun tartışılan
bir konu- bunun, artık hiçbir şekilde, başka konular gündeme
geldiğinde de bir referans kabul edilip savunulmasını,
tartışılmasını sağlayamazsınız. Bundan
sonrasında, İsrail başka sivil hedefleri de vurduğunda,
başka insani yardım konvoylarını vurduğunda da
Türkiye'nin söyleyebilecek bir çift sözü olmayacaktır.
Bu gerekçeyle, ben, sadece Birleşmiş
Milletler Geçici Barış Gücüne, yeniden, bir rutin olarak burada
evet oyu vererek asker göndermeye devam etmenin ötesinde, Orta Doğu
politikalarının ciddi biçimde gözden geçirilmesinin, Türkiye'nin de
çıkarları açısından, bölge halklarının da, Orta
Doğunun da çıkarları açısından zorunlu olduğunu
ifade ederek sözlerimi bitiriyorum.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Yılmaz. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) Sayın
Başkan, Saygıdeğer Bakanımız; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Lübnandaki Birleşmiş Milletler Gücüne
Silahlı Kuvvetlerimizin katılımı konusundaki
Başbakanlık Tezkeresinin süresinin bir yıl daha
uzatılması konusunda söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Tezkereye olumlu oy kullanacağız çünkü
Türkiye'nin uluslararası kuruluşlar nezdindeki görünürlüğünün
artırılması ve özellikle Silahlı Kuvvetlerimizin bu tür
görevlerde yer alması, görev icra etmesi bizim de savunduğumuz,
desteklediğimiz bir konudur.
Bu vesileyle, bugün kritik gelişmeler oldu,
Türkiye-İsrail ilişkilerinde kritik gelişmeler oldu.
Biliyorsunuz, biz
(*)
başladık 2009 yılında, sonra Mavi Marmara gemisine
Akdenizde İsrailin yapmış olduğu operasyon nedeniyle 9
vatandaşımızı kaybettik ve akabinde ilişkilerimiz
gerildi, büyükelçiler çekildi ve 2nci kâtip seviyesine düşürüldü diplomatik
ilişkilerimiz. Sonra, askerî ilişkilerde büyük bir irtifa kaybı
oldu. Tek irtifa kaybı olmayan ticari ve ekonomik ilişkiler oldu,
biraz önce konuşmacıların da aktardığı gibi,
ticari ve ekonomik ilişkilerde ciddi manada artış
yaşandı bu dönemde.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye'nin
sorunlar yaşadığı bütün ülkelerle ilişkilerin
geliştirilmesini destekliyoruz, aynı şekilde, Mısırla
ilişkilerin düzelmesini destekliyoruz, Suriyede bir şekilde istikrar
sağlanmasını ve Türkiye'nin bu bölgedeki ilişkilerinin
normalleşmesini istiyoruz, Iraktaki Merkezî Hükûmetle ilişkilerin
düzelmesini istiyoruz; İranla sorunlar yaşıyoruz perde
arkasından da olsa, özellikle İranla olan bazı yanlış
anlamaların giderilmesini destekliyoruz, Rusyayla sorunlar konusunda da
keza aynı konudayız.
Şimdi, bu İsrail-Türkiye normalleşme
süreciyle ilgili olarak bazı hususları paylaşmak isterim:
Türkiyedeki siyasi iktidarın bu konudaki stratejisi şöyle oluyor:
Önce bir kavga ediyor, bu kavgayı içeride bir kesime mal ediyor ve
taraftar topluyor ve sonra bunu seçimlerde oya tahvil ediyor ve ne kadar yüksek
oy alırsa alsın bunun dış politikada artık bir
işe yaramadığını, dış politikanın
farklı bir mantıkla yürütüldüğünü gördüğü andan itibaren de
bütün pozisyonları terk ediyor ve başladığımız
noktaya geri dönüyor. Tepkisel, duygusal, içe dönük, iç kamuoyuna dönük, iç
kamuoyunu tatmine dönük bu politika maalesef bize zarar veriyor.
İsraille ilişkilerde 3 tane şarttan
bahsettik, bu şartlar Türkiye'nin şartlarıydı. Neydi? Özür.
Dilendiği söyleniyor, biz bir yazılı metin görmedik, herhangi
bir yerde yayımlanmadı ama dilendiğini varsayıyoruz.
İkincisi tazminat konusuydu, Mavi Marmarada
hayatını kaybeden vatandaşlarımızın
akrabalarına tazminat ödenmesi konusuydu. Bunda bir anlaşma
sağlandığı anlaşılıyor.
Üçüncü konu ve en önemli konu, siyasi iktidarın
dilinden düşürmediği, her zaman gündeme getirdiği ve iç politika
malzemesi yaptığı Gazzeye ablukanın
kaldırılması konusu. Gazzeye ablukanın kaldırılması
konusu terminolojik olarak sıkıntı içeriyor. Bizim
anladığımız, Hükûmetin anladığı; buradan
bizim gemiler Gazzeye gittiği zaman Gazze Limanına denizden
yanaşmayı içeriyordu yani Gazzeye ablukanın kaldırılması,
İsrail üzerinden Gazzeye geçmeyi değil, doğrudan, Akdenizden
Gazze Limanına ulaşmayı içeriyordu. Bu olmuyor ve Gazzeye
abluka kalkmıyor. Olan, bizim yine İsrail limanından,
İsrail denetiminde Gazzeye geçecek malların
hızlandırılmasından ibarettir yani hafifliyor.
Dolayısıyla, bu konuda, Gazzeye ablukanın kaldırılması
konusunda biz kalktı diye bir kelimeyi kabul etmiyoruz, zaten Sayın
Başbakan da bugün 3 şartımız derken, Gazzeye
ablukanın kaldırılmasını değil
Aynen okuyorum
Gazzeye ablukanın hafifletilmesiydi üçüncü şartımız.
dedi. E, zaten hafifliyor, kalkmıyor.
Şimdi, bizim Hükûmetin 3 şartını
konuştuğumuzda, İsrailin de 3 tane şartı vardı.
Bu, Türk kamuoyuna hiç yansımadı, yansıtılmadı. Biz
özellikle, bir heyetle Filistine ve akabinde 8-10 Nisanda İsraile
gittiğimizde Türkiyeyle müzakerelerden sorumlu Başkanla da
görüştük, baş başa görüştük. Bu konunun olabildiğince
derinliğini anlamaya çalıştık. İsrailin de 3
şartı vardı, o 3 şartı paylaşmak isteriz:
İsrail Haması terör örgütü olarak görüyor, Hamasın
İstanbuldaki bir varlığının olduğunu görüyor ve
İstanbuldaki Hamas ofislerinin kapatılmasını,
İstanbuldan İsraile dönük yapılan, Hamasın
yaptığını iddia ettiği faaliyetlere son verilmesini
istiyordu. Birincisi Hamas konusuydu.
İkincisi: Tazminat ödemeyi kabul ediyor ama
tazminat ödendikten sonra yani bu rakam Türkiye tarafına fon olarak
devredildikten sonra ailelerin açmış oldukları davalardan
vazgeçmesini istiyor ve hukuki olarak bu konunun yasal garantilerle
kapatılmasını istiyordu. İsrailin istediği ikinci
konu buydu.
Üçüncü konu daha önemliydi, Gazze
ablukasının kaldırılmasını kabul etmiyordu. Bunun
olmayacağını, zaten, Netanyahu 2011 yılında
yapmış olduğu açıklamada söylüyordu. Bunun
olmayacağını söylüyordu. Gazzeye denizden herhangi bir
şekilde, değil Türkiye, herhangi bir ülkenin
yanaşmasını, yaklaşmasını, mal
taşımasını, indirmesini hiçbir surette kabul etmiyordu.
Sonuç: Bizim 3 şartımızın bir
kısmı kısmen yerine gelmiş oluyor, İsrailin de çok
önemli öne sürdüğü şartlar yerine getirilmiş oluyor.
Biz, İsraille ilişkilerin
normalleşmesini kesinlikle istiyoruz ve destekliyoruz, ama maalesef,
İsrail aleyhtarlığının ve Filistin sempatisinin
sürekli kamuoyunda pohpohlanmasını ve bunun oya çevrilmesini, iç
politika malzemesi yapılmasını da reddediyoruz.
Ayrıca, biz, Hamas üzerinden Filistin konusunu
okuyamayız. Hamasın Müslüman Kardeşlerle olan ilişkisi,
bizim Mısırdaki yönetimle de ilişkilerimizi zehirliyor. Biz,
Hamas üzerinden Filistinle ilişkileri okumaya
kalkıştığımız zaman, Batı Şeriada
uluslararası toplumun kabul ettiği Filistin yönetimiyle olan
ilişkileri, maalesef, sekteye uğratıyoruz. Üç yıldır
dört yıldır bu konular görüşülüyor ama Batı Şeriadaki
yönetim bu görüşmelerden dışlandı, Hamasın talepleri
dikkate alınıyor, Halit Meşal çağrılıyor ve son
anda olan şeylerde belki Mahmut Abbasa haber veriliyor. Ama, Filistin
konusuna, maalesef, bütünlükçü bir yaklaşımla bakamadık. Biz,
Filistin konusu üzerinden İsraili okumamalıyız; keza,
İsrail konusu üzerinden de Filistine bakmamalıyız. Artık
bu normalleşmeden sonra bu dengeyi tutturmamız lazım. Eğer
bu dengeyi tutturabilirsek iki devletli çözüm konusu tekrar
canlandığı zaman -ki şu anda iki devletli çözüm konusu,
maalesef, Suriyedeki, Iraktaki gelişmelerin gölgesine itilmiş
durumda- o zaman tekrar devreye girebiliriz, tekrar uluslararası toplumda
bir söz sahibi olabiliriz. Türkiye, sürekli Hamasa yapışma
politikasından vazgeçmeli, bu bize zarar veriyor. Herkese kucak
açmalıyız ve Katarda devam eden Filistinliler arası
görüşmelere destek vermeliyiz, bu konuda da bizim açık
desteğimiz olmalı.
Şimdi, soru şu: Bu anlaşma yarın
imzalandıktan sonra, İsrailin talep ettiği şekilde,
kurbanların ailelerinin tazminat konusu yasal bir zemine oturtulup bu
Meclise getirildiği zaman bunu hakikaten AKPliler destekleyecek mi? Bu
ayrı bir konudur, biraz şahsi bir konu. Yeterince onlara soruldu mu?
Onların görüşü alındı mı? Yani, devlet öldürülen
vatandaşlar hakkında bir hüküm tesis ederken onlarla yeterince
istişare yapıldı mı, onu göreceğiz.
İkinci bir konu, bizim, gerçekten,
İsraille ilişkilerde şunu bilmemiz lazım: İsrail,
Orta Doğuda Amerika Birleşik Devletlerinin en büyük müttefiki.
İsrailin ulaştığı her el, aslında
Amerikanın iş birliği kurduğu el. Biz, bu denklemde bu ikili
iş birliğini görmediğimiz zaman hep hata yapıyoruz.
Eğer bu normalleşmeden sonra, tekrar Filistin davasıyla
İsrail aleyhine olacak bir süreç çerçevesinde bütünleşmek veya tam
tersi bir şekilde bir bütünleşmeye gidersek -davayla
bütünleşmeden bahsediyorum- biz tekrar devre dışı oluruz.
Şimdi, bir başka konu bizim Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimiz. Bizim Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz elli küsur
yıldır devam ediyor. Türkiye, istenmeyen bir ülke olabilir ama bu
bizim stratejik hedefimiz. Şu andaki konjonktür Avrupada bu. Irkçı,
milliyetçi, anti Türk, İslamofobik yaklaşımlar maalesef
ağırlık kazanmış. Avrupa marjinalleşiyor,
aynı Avrupa değil ama bu, şu anın Avrupası. Konu
böyleyken bizim çekilmemiz, Biz gerekirse bunu referanduma götürürüz. gibi
yaklaşımlar sergilememiz yanlıştır. Biz üye miyiz ki
referanduma götürelim? Zaten istenmediği zaman ilişkiler götürülmez
yani götürülmek istenmiyorsa referandum kılıfının
hazırlanmasını da anlamlı bulmuyoruz. AB konusunda da en
azından biz kendi sürecimize sahip çıkmalıyız, kendi
sürecimiz neyi gerektiriyorsa onu yapmalıyız. Bugün İngilterenin
Avrupa Birliğinden ayrılmasının sonuçları küreseldir;
Avrupa için değildir, küreseldir. Yeni bir denklem oluşacak,
muhtemelen İngiltere ittifak olarak Amerika Birleşik Devletleriyle
daha fazla ittifak ilişkisine girecek. Zaten geleneksel bir ittifak
ilişkisi vardı ama İngiltere iç sorunlarla da
karşılaşacak yani bu süreç İngiltereyi referandumda her ne
kadar Türkiye konusunu gündeme getirmek suretiyle dışarıya dönük
bir çalışmanın içine ittiyse bundan sonra İskoçya konusu ve
İrlanda konusuyla İngiltere içerisine gömülecek, belki bir çözülme
sürecini yaşayacak. Bizim böyle bir durumdan, Avrupanın kendi iç
sorunlarıyla uğraştığı bir durumdan vazife
çıkarıp Biz de hadi buradan çıkalım. gibi bir
anlayış bize zarar verir. Bizim bu anlayışı terk
etmemiz gerekiyor.
Bir başka konu: Şimdi, İngilterede
bu konu gündeme geldiğinde bunun taraftarları da, Avrupada kalmak
isteyenler de, Avrupadan, Avrupa Birliğinden ayrılmak isteyenler de
bu konuyu Türkiye üzerinden götürdüler. Türkiye
şeytanlaştırıldı, Türkiye ötekileştirildi,
yabancılaştırıldı ve Türkiye öcüleştirildi. Siz,
hakikaten, Hükûmet olarak niye buna cevap vermediniz, niye buna bir ses
vermediniz, niye bunları eleştirmediniz? Bugün İngilterede
Türkiye şeytanlaştırılırken yarın başka bir
ülkede bunun benzerinin tekrar etmeyeceğini nereden garanti ediyorsunuz?
Niye bunlara karşı çıkmadınız? Türkiyenin ulusal
çıkarları maalesef sessiz bir şekilde gömülüyor, ses
çıkartılmıyor ve bizi bu rahatsız ediyor. Hükûmetin
sessizliği, ciddi manada, İngilteredeki tavırdan daha fazla
rahatsız ediyor bizi.
Bir başka konu bizim Rusyayla
ilişkilerimiz. Umuyoruz, Rusyayla ilişkilerimizde de düzelme olur.
Türkiye kendi gücü oranında, kendi ulusal çıkarları
oranında Rusyayla ilişkileri tekrar rayına oturtmak zorundadır.
Çünkü, Rusya bugün Güvenlik Konseyi üyesidir, Orta Asyada bulunan ülkelerin
ciddi manada istihbaratını ve ekonomisini etkilemektedir. Rusya ile
Türkiye rekabet hâlinde olduğu zaman Türkiye kazanamıyor, belki Rusya
da kazanamıyor ama iş birliğini tekrar canlandırmamız
gerekiyor. Bugün Rusyayla ilişkilerden dolayı, ilişkilerin
gerginliğinden dolayı Türkiye ciddi manada zarar gördü, Rusya da
gördü. Yeni bir soluk gerekiyor ama dış politikada bu değişimi,
bu dönüşümü yapacak, bu değişime liderlik yapacak bir
anlayış yok ortada. İsraille ilişkiler altı
yıldır konuşuluyor, beş yıldır konuşuluyor
ve gelinen nokta bu. Ama Rusyayla da bir kanal açılması
gerektiğini, bir konuşma kanalının, bir görüşme
kanalının açılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun
bir zorunluluk arz ettiğini, esasen Rusyanın da buna bütün
olanlardan sonra hazır olduğunu, bazı konularda belki Türkiyeye
şart gibi gelen konuların görüşmelerle çözülebileceğini
düşünüyoruz.
Şimdi, bir başka konu: Bizim dış
politikadaki en önemli konulardan birisi Suriye konusudur. Bugün
IŞİDin varlığı Suriyede giderek daraldı ve
IŞİD kaybediyor ve bir süre sonra o coğrafyadan defolup gidecek.
Peki, biz IŞİD sonrası stratejiyle ilgili ne düşünüyoruz?
Ne olacak bu IŞİDin kontrol ettiği alanlar? Bugün demokratik
Suriye güçleri daha Membice girmeden plan yaptılar, orada bir yönetim
oluşturdular; aynen Tel Abyaddaki yönetim gibi önce oluşturdular,
sonra oraya aldılar. Peki, Suriye ne olacak? Bizim öngörümüz nedir
Suriyeyle ilgili? Suriye belli ki üniter bir yapı olmayacak, artık
açık. Ne düşünüyoruz biz?
Bakınız, Irakta da Felluceyi tamamen
kontrol ediyor, bir tek Musul kalıyor ve Telafer kalıyor. Buradan da
defolacak. Ne olacak bu orta Irak? Bunun Irak Merkezî Hükûmetle bağı
ne olacak? Biz bununla ilgili hiçbir çalışma yapmıyoruz ve
aynı tas aynı hamam gidiyoruz. Mesele olayı görmek, Suriyeyi
görmek, Irakı görmek ve bu bölgelerde ufalanma olacağını
görmek. Bu ülkelerde kimlerle biz iş tutacağız, onu
anlamamız gerekiyor. Irak Merkezî Yönetimiyle bir iş tutturmuyoruz.
Irak Merkezî Yönetimi şu anda bizimle bir çalışma yapmıyor.
IŞİD yarın defolup gitti, peki bu orta Irak ne olacak, Irakla
bağı ne olacak? Irak Anayasasına göre bölgeler var, başka
unsurlar var -bunlar bizim önceliğimiz olması gerekirken- Türkiye,
perde arkasından bu konuları gündeme getirebilir. Suriyede biz Esad
düşmanlığı dışında hiçbir şey
yapamıyoruz ama Esad kontrol ediyor. Suriyenin bütünlüğü
açısından bizim Hükûmetin artık düşünmesi lazım.
İsraile bu kadar sövüp saydıktan sonra dönüyorsa Esada da bu kadar
sövüp saydıktan sonra Türkiye'nin çıkarı için dönebilmelidir.
Bu, Türkiye'nin millî menfaati için gereklidir. Biz kimsenin şahsi egosu
için, şahsi çıkarı için bir şey söylemiyoruz ki bizim
burada şahsi bir çıkarımız yok ki. Türkiye kaybediyor.
Türkiye kendi bölgesinde kurucu oyuncu olmaktan
uzaklaştırıldı, denklemin dışına itildi.
Türkiye güç kaybetti, uluslararası alanda irtifa kaybetti ve Türkiye
yalnızlaştı. Biz Hükûmet değişikliği olduğu
zaman çok heyecanlandık Acaba bir politika değişikliği mi
yapacaklar? diye. Hatta sevindik, ya keşke bunu bahane etseler vallahi
eleştirmeyeceğiz, eleştirmeyeceğiz, Türkiye için hiçbir
şeyi eleştirmeyeceğiz, yeter ki siz değiştirin, biz
sizi alkışlayalım ama olmuyor, hiçbir şey
değişmiyor, Suriye aynı Suriye, hâlâ aynı diretme. Irakla
hiçbir çalışma yok. Rusyayla sadece mesaj gidip geliyor. Bizim bu
coğrafyada, bu kadar hassas bir coğrafyada hiçbir sorumluluğumuz
yok mu? Biz bir şey yapmak zorunda değil miyiz? Biz hep her konuyu iç
politika malzemesi mi yapmak zorundayız? Avrupa Birliği konusunda ne
çıksa iç politika konusunda malzeme yapıyoruz, üç gün sonra çark
ediyoruz.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) Biz yapmıyoruz,
onlar yapıyor.
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Bunlar bizim irtifa
kaybettiğimiz alanlar, millî konularımız; biz bu konularda dik
durmalıyız.
Bakınız, bir şey söyleyeceğim
size, ya, geçen ben açıklama yapıyorum, diyorum ki: Egede bizim 16
adacığımız ve kayalığımız
Yunanistanın işgali altında. Bana kimse cevap vermiyor, Yunan
büyükelçisi geliyor bana, Siz niye karıştırıyorsunuz bunu?
Hükûmet ses çıkarmıyor, size ne? Hükûmet ses çıkarmıyor,
sana ne? diyor. Ekonomi konularına bakın, demokrasi konularına
bakın, niye bu konuları karıştırıyorsunuz.
Türkiye dışarıdaki kendi konularına sahip çıkmalı.
Bunun bizim kendi çıkarlarımızla hiçbir alakası yok,
Türkiye'nin çıkarlarıyla alakası var. Eğer diyorsanız
ki bu adalar bize ait değil, çıkın söyleyin. Bize ait, diyorsanız
o zaman o bayraklar orada dalgalanıyor, o askerler orada oluyor ve orada ibadethaneler
yapılıyor, oraya insanlar gidiyor, turistler gidiyor. Bunların
hepsi mi yalan? Bu haritalar, bütün bu gördüklerimiz yalan mı? Bizim
bazı şeylere sahip olmamız lazım ve bir nokta gelmeli,
şahsi çıkarlarımızı bir kenara
bırakmalıyız, siyaseten bırakmalıyız. Türkiye zor
durumda ve maalesef sizin yüzünüzden irtifa kaybediyoruz biz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Şimdi söz sırası Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Taha Özhana
aittir.
Buyurun Sayın Özhan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA TAHA ÖZHAN (Malatya)
Sayın Başkan, kıymetli hazırun; öncelikle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bugün, malum olduğu üzere, Lübnandaki UNIFIL
içerisindeki askerî gücümüzün görevine devam etmesi konusundaki
Başbakanlık tezkeresini görüşmek üzere bir aradayız.
Bölgemizdeki gelişmeler, ülkemizin istikrar ve güvenliğinin bölge ve
komşu ülkelerinden ayrı düşünülemeyeceğinin bir kez daha
ortada olduğunu göstermiştir. Bu tezkerenin yenilenmesi, yenilenirken
belki teknik olarak çok fazla bir şeyin eklenmemiş olması biraz
önce eleştiri konusu yapıldı, yapılabilir ama son tahlilde
tezkerenin şartlarından çok daha ağır şartlar
içerisinde olduğumuz, bölgedeki güvenlik risklerinin çok daha
ağırlaştığı gerçeği de ortadadır.
Hepimizin bildiği üzere, dış politika
önceliklerinden biri yakın ve komşu coğrafyamızda
barış, güvenlik ve istikrarın tesisidir. Bu çerçevede, bölgesel
barış, güvenlik ve istikrarı ilgilendiren tüm gelişmeler
tabiatıyla dış politikamız üzerine de yansımalar
göstermektedir ve bu konuda kimse Türkiyeden millî menfaatlerimize matuf
bölgesel ve küresel gelişmeler karşısında
kayıtsız kalmasını da beklememelidir.
Dolayısıyla, etrafımızda bir barış, güvenlik,
istikrar ve refah kuşağı oluşturulması için her zaman
olduğu gibi özveriyle gayretlerin sürdürülmesi gerekmektedir ve bu
gayretlerin içerisinde de bu tezkerenin konusu olan uluslararası
kuruluşlar da bulunmaktadır.
Bildiğiniz üzere, Birleşmiş Milletler
Lübnan Geçici Görev Gücü ya da UNIFIL, 2006 yılında,
İsrail-Lübnan savaşının akabinde Lübnanda
barışın yeniden tesisi amacıyla oluşturulmuştu.
Biz de başından bu yana bu güce kuvvet katkısında
bulunuyoruz. Burada, Deniz Kuvvetlerimizin icra ettiği görevler sonucunda
Lübnanın barış ve istikrarına gereken katkının
verildiği görülmektedir. Ben bizzat bu birliği ziyaret etme
imkânına da kavuşmuştum. Gerçekten hem Lübnan halkıyla,
farklı toplumsal kesimleriyle kaynaşmış hem de orada
doğrudan hayatı etkileyecek şekilde özellikle mühendislik
konularında hizmetler veren bir birliğimiz.
Lübnanla ilişkilerimiz öncelikle 2004
yılında Başbakan Refik Haririnin ülkemizi ziyaretini izleyen
dönemde özellikle ivme kazanmış, bu tarihten sonra da başbakan
ve bakan düzeyinde karşılıklı ziyaretler defaatle
gerçekleştirilmiş ve ilişkilerimizin kurumsal bir yapıya
kavuşturulması yönünde önemli adımlar atılmıştır.
Lübnandaki farklı din, mezhep ve etnik
kesimlerle ülkemiz arasında tarihsel ve kültürel bağlardan gelen
yakın ilişkiler bulunmaktadır. Özellikle Lübnanın
ağır maliyetler üreten iç savaş yıllarında bu
farklı kesimlerin birbirine karşı bilenmiş olduğu gerçeğini
de akıllara getirecek olursak bu gerilimlerin yükseldiği her dönemde,
özellikle 2004 sonrasında Türkiye -bilinsin veya bilinmesin- oldukça ciddi
anlamda yapıcı roller de üstlenmiştir. Hatta, öyle dönemler
olmuştur ki oradaki Türk diplomatik şemsiyesi altında ancak
bazı temaslar, görüşmeler sağlanabilmiştir oysa yüzlerce
yıldır bir arada yaşıyor olmalarına rağmen bu
farklı kesimlerin.
Takdir edersiniz ki ülkemiz geniş bir bölgeye
yayılma riski taşıyan ve o dönemde otuz dört gün süren
İsrail-Lübnan Savaşına son verilmesi amacıyla yoğun
diplomatik çabalar yine bu şekilde sarf edilmiştir. Ateşkesin
sağlanmasından sonra bölgesel barış ve istikrara
atfettiğimiz önemin bilinciyle UNIFILe de kuvvet katkısında
bulunma kararı alındı. Bu yöndeki katkılar da yine her yıl
bu yüce Meclisin çatısı altında yenilenerek sürdürülmektedir.
Şunu söylemekte fayda var: Buradaki
çatışmalar bir şekilde ortadan kalksa, bu risk tamamen
bitmiş olsa bile Türkiye'nin -asker olarak olmasa bile- bu nevi
çalışmalarını Lübnanda sürdürmesinin artık zemini de
orada oluşmuştur çünkü ihtiyaçla Türkiye'nin varlığı
birbirine eklemlenmiştir.
Bugün bölgemizdeki gelişmeleri birbirinden
ayrı düşünmek elbette ki mümkün değil. Hemen yanı
başımızda beşinci yılını geride bırakan
Suriye krizinin insani ve güvenlik bakımından sonuçları
ortadadır. Neredeyse yarım milyon Suriyeli hayatını
kaybetmiş, yüz binlercesi yaralanmış ve sakat kalmış,
10 milyondan fazla insan evlerini ve topraklarını terk etmek zorunda
kalmış ve bunların neredeyse yarısı da komşu
ülkelere ve bu tezkerenin de konusu olan Lübnana da
ağırlıklı bir şekilde gitmiştir.
Dolayısıyla, güvenlik şartları çok daha riskli bir
hâldedir.
Suriye krizi bağlamında Lübnanın
ayrı bir önemi bulunmaktadır. Coğrafi açıdan küçük olmakla
birlikte bölge istikrarı bakımından tarihî, kilit öneme sahip
olan Lübnandaki gelişmeler Suriye ihtilafının bölgesel
barış ve güvenliğe yönelttiği tehdidin vahametiyle
doğrudan ilintili bir seyir izlemektedir. Orta Doğuda yaşanan
ayrışmaların neredeyse mikro ölçekte vuku bulduğu Lübnan,
siyasi ve toplumsal yapısıyla, dinî ve etnik topluluklar arası
orantısal bir paylaşıma dayanan dengeleriyle hassasiyet arz
etmektedir. Bu yapı komşu ülke Suriyede yaşanan ihtilafın
Lübnana yansımasıyla sürekli tırmanmaktadır. Suriyedeki
gerginliğin Lübnana artan oranda sirayeti, elbette ki dinî ve etnik gruplar
arasında yaşanan dönemsel gerginlikleri ve toplumsal huzuru da
giderek daha fazla etkilemektedir. Lübnanın nüfusunu tam olarak
bilmiyoruz çünkü bir asra yakındır doğru düzgün bir sayım
yapılamamıştır ama bildiğimiz bir şey var,
nüfusunun herhâlde yarıdan fazlası şu an sadece Suriyeden gelen
-Filistinliler hariç- mültecilerden oluşmaktadır.
Bu noktada Hizbullaha ayrı bir parantez açmak
gerekmektedir. Lübnanda etkin bir siyasi ve askerî güç konumundaki Şii
Hizbullahın artan ölçüde Suriye rejimine destek vermesi ve Suriyedeki
ihtilafta rejimin yanında, bütün değerlerini inkâr ederek bilfiil yer
alması Lübnanı da Suriyedeki gelişmelere esasen, doğrudan
müdahil kılabilmektedir. Lübnan âdeta -yıllardır sürmekte olan-
Suriyeden kurtulmaya çalışırken Suriyeyi kendi üstünde bir
karabulut olarak bulmuştur.
Tabiatıyla, içinden geçtiğimiz bölgesel,
kırılgan ve hassas bir dönemde Lübnanda toplumsal uyumun
korunması her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır. Bu
bakımdan, Türkiye olarak Lübnanın yanında durmaya devam etmemiz
gerektiğini düşünüyorum. Suriye ihtilafından mümkün
olduğunca uzak tutmaya özen gösterilen politikalarını da
destekliyoruz. Bunun en üst düzeyde birkaç kez de dile getirildiği
kayıtlarda mevcuttur. Elbette ki Suriye kaynaklı güvenlik tehdidi ve
bölgesel çatışma riski bağlamında Lübnan ordusuna da önemli
görevler düşmektedir.
Türkiye, Lübnanla arasındaki derin tarihsel
bağların ve her alanda gelişen ikili ilişkilerin yanı
sıra Lübnandaki gelişmeleri de yakından izlemek
durumundadır. Bu ülkedeki mevcut siyasi
tıkanıklığın bir an önce açılması ve
seçimlerin gerçekleşmesi gerekmektedir. Artık, uzun yıllara sâri
olacak şekilde Lübnan, defakto, seçimsiz bir şekilde sistemi çalıştırmakta
gerçekten zorlanmaktadır. Lübnanın istikrar ve refahı için bu
ülkede barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik olarak
ortaya konulan somut katkılar ikili ilişkilerimizin her veçhesine
olumlu etki yapmaktadır. Özellikle, UNIFILde görev yapan birliklerimizin
sergilediği olumlu performansın hem bölgesel hem de küresel
barışa katkısı tartışılmazdır. Öte
yandan, askerî kuvvet katkısında bulunduğumuz yegâne
barış gücü harekâtı niteliğindeki UNIFILe
iştirakimizin sürdürülmesi bir yandan uluslararası
barışın korunmasına yönelik çabalar kapsamında
ülkemizin görünürlüğünün artırılmasını sağlarken
diğer yandan, kapsamlı sivil, askerî iş birliği
faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan toplumunun her kesiminde
görünürlüğümüzün perçinlenmesine hizmet etmektedir ve özellikle de kriz
anlarında bu görünürlük çok ciddi bir siyasi sermayeye dönüşmektedir.
Benzer şekilde, Lübnanda sadece UNIFILle
bulunmamaktayız, aslında UNIFILden çok daha güçlü ve etkin bir
şekilde TİKA faaliyetleriyle bulunmaktayız. TİKA
faaliyetleri hem iki ülkenin ilişkilerinde hem de bölgesel faaliyetlerde
çok önemli bir rol üstlenmektedir. Lübnan, daha önce de zikrettiğim gibi,
birçok farklı etnik, dinî, mezhepsel unsuru barındırması
nedeniyle TİKA faaliyetlerinin de oldukça zorlu bir şekilde
yapıldığı ve ancak başarılı olduğu
ülkelerden bir tanesidir çünkü aynı anda bütün bu
farklılıkları tatmin edecek ve dengeli, adil kabul edilebilecek
bir yardım politikası izlenmesi gerekmektedir. Özellikle, Türkmenlere
yönelik projeler ağırlıklı olarak gerçekleşse de
Lübnan Beyrut Program Koordinasyon Ofisinin 2014 yılı sonlarında
faaliyete geçmesiyle birlikte gerçekten birçok farklı kesime ulaşan
TİKA projeleri hayata geçmiştir. Türkmenler başta olmak üzere,
dediğim gibi, hastane ve sağlık merkezlerinin
yapılması, tam donanımlı ambulans sağlık
ekipmanlarının hibe edilmesi, binlerce fakir insana ve 750 bin
Suriyeli mülteciye kaliteli sağlık hizmeti verilmesi, Türkmen
köylerinde 20 bin kişinin evlerinde istifade ettiği içme suyu
projesinin tamamlanması, belediye, kültür, sosyal ve sağlık merkezleri,
yine açılan yanık hastanesi Lübnandaki tek hastane- gibi birçok
başlıkta TİKA faaliyetleri gerçekten oradaki insanların o
zorlu hayatını rahatlatan önemli bir unsura dönüşmektedir.
Dolayısıyla, bugün bu tezkereye verilecek olan destek sadece oradaki
askerî görünürlüğe değil, aslında o görünürlüğün bir
entegre unsuru olarak faaliyetlerini yoğun bir şekilde sürdüren
Lübnandaki TİKA faaliyetlerine de yardımcı olacak bir dinamik
olacaktır.
Bunları dile getirdikten sonra, tezkereye grup
olarak destek vereceğimizi bir kez daha söyleyip bugün de
tartışmanın merkezini oluşturan birkaç konuya ben de
değinmek istiyorum. Kaldı ki bugün Lübnan dediğimiz mesele bu
tartışmaların da çok uzağında değildir. Çünkü
küresel siyasi dinamikler ve küresel düzen şeklinde tarif
edebileceğimiz sistemik yapı içerisinde oldukça ciddi
çalkantıların, eksen kaymalarının
yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bir taraftan hem küresel
siyasi organizasyonlarda çok ciddi bir çalkantı var, aynı anda
küresel ekonomik organizasyonlarda bir çalkantı var, yetmiyormuş gibi
güvenlik organizasyonlarında da bir çalkantı var. Yani bir taraftan
NATOda çok ciddi sorunlar baş gösterirken diğer taraftan Dünya
Ticaret Örgütünde çok ciddi anlamda bir kısır döngü
yaşanıyor, Birleşmiş Milletlerde de yaşanan
tıkanmaya hepimiz şahitlik ediyoruz. Dolayısıyla,
aslında ilan edilmemiş bir küresel kısır döngü, küresel
siyasetsizlik diyebileceğimiz bir dönemden geçiyoruz. Bunun elbette çok
özel sebepleri var; küresel sermaye birikimiyle ilişkisi var, kapitalizmle
elbette ilişkisi var, 1945 sonrası kurulan düzenle ilişkisi var
ama bugün biz, bizim payımıza düşen kısmını
oturup değerlendirmek ve küresel ve bölgesel anlamda yaşanan
gelişmelere dair bir perspektif ortaya koymak durumundayız.
Özellikle kendi coğrafyamıza
baktığımızda 11 Eylül sonrası yaşanan
işgallerin gerçekten fay hatlarını harekete geçirdiğini
görüyoruz. Hemen etrafımızdaki 11 Eylül sonrası benzer ve
farklı sebeplerden ama iki aktörün başat şekilde müdahil
olduğu krizlerde neredeyse dokunulmadık alanın
kalmadığını görüyoruz. Yani Afganistan, Irak, Lübnan,
Gazze, Gürcistan, Ukrayna, Kırım doğrudan ya askerî müdahale,
işgal, ilhak gibi süreçlerle karşı karşıya kaldı,
ardından Arap isyanlarıyla beraber de bir bölgesel domino etkisiyle
Irakta kırılan bu fay hattı bölgenin farklı farklı
yerlerinde âdeta bir tsunami etkisiyle depremlere yol açtı ve ortaya
çıkan manzara gerçekten maalesef hiç iç açıcı değil. Bugün
bölgemizdeki türbülanstan doğrudan veya dolaylı bir şekilde
etkilenmeyen hiçbir ülke yok, bir kere bunun altını çizerek devam etmemiz
lazım. Sadece doğrudan ve dolaylı etkilenmeyi geçelim,
artık yeni bir fenomenle karşı karşıyayız, yeni
küresel güvenlik tehdidinin de, bölgesel güvenlik tehdidinin de büyük ölçüde,
doğrudan, uluslararası -yani iki ulus devlet arasını
kastederek söylüyorum- gerilimler veya savaşlardan ziyade,
ağırlıklı olarak sirayet etkisi diyebileceğimiz,
krizlerin yayılma etkisiyle şekillendiği bir döneme giriyoruz.
Dolayısıyla, bulunduğunuz
coğrafyanın, bulunduğunuz konumun, tarihsel pozisyonunuzun,
geleneksel politikalarınızın çok da fazla bir
anlamının kalmadığı ve küçük krizin
olmadığı bir dünya sistemi içerisindeyiz artık. Sizden çok
uzakta, sizinle çok alakasız ve çok küçük olduğunu düşünebileceğiniz
bir kriz oldukça dolambaçlı yollarla hızla sizi de etkisi altına
alan bir kriz dalgasına dönüşebilmektedir. Yani, yerkürenin herhangi
bir yerinde, âdeta işte o tsunami meselesinde olduğu gibi,
yaşanacak bir siyasal tektonik hareket bambaşka bir yerde bir deprem
etkisine yol açmaktadır. 45 sonrası oluşan düzenin mal, sermaye
ve emeğin sınırsız dolaşımını sonuna
kadar destekleyip hayata geçirmeye çalışırken krizlerin de
sınırları aşıp gerçekten çok farklı yerlere
ulaşabileceğine dair siyasal gümrük duvarları inşa
edebileceğini düşünmesi oldukça naif bir yaklaşımdır.
Bu yönüyle mülteci sorununun Avrupa kriziyle, Arap isyanlarının
Amerikan seçimleriyle, Güney Afrika, Güney Asya güvenlik sorunlarının
küresel ekonomik krizle ya da küresel siyasetsizlik döngüsüyle küresel
kurumlarda yaşanan tıkanmanın doğrudan birbiriyle
alakası vardır. İşte, tam da bundan dolayı bizim
yıllardır anlatmaya çalıştığımız
şey meselelerin ve sorunların kökenine inmeden ve gerçekten orada
yüzleşme yaşamadığımız sürece krizlerin nerede ne
zaman patlayacağını tahmin etmemiz mümkün değildir. Suriyede
yıllardır bunu anlatmaya çalışıyoruz. Daha Derada
gencecik çocuklar vahşice katledilirken dile getirdiğimiz de buydu.
Ardından geçen yıllar içerisinde binlercesi Akdeniz, Egede
canını kaybederken dile getirdiğimiz de buydu. Irak işgal
edilmesin diye komşu ülkeler konferansında dile getirdiğimiz
buydu. Benzer şekilde, İsraile, yaptığı
işgallerden vazgeçmesi ve Gazzede katliamı durdurması
gerektiğini söylerken de dile getirmeye çalıştığımız
buydu. Ardından bu kriz, kendisini terörizm, mülteci sorunu, küresel
siyasetsizlik ve tıkanma olarak gösterdiğinde de herhâlde gerçekten
şaşırmamamız gereken bir durumla karşı
karşıyayız.
Bugün Avrupada yaşanan meseleye de birkaç
cümle söylemekte fayda var. Özellikle İngilterenin
çıkışıyla beraber sadece Avrupa Birliği değil,
Avrupa fikrinin kendisi de kimlik anlamında, siyasal anlamda, ekonomik
anlamda ve jeopolitik dinamikler anlamında ciddi bir
tartışmanın içerisine girmiştir ve bir domino etkisi
olacaktır. Benzer şekilde, bugüne kadar oldukça sorunlu yerlerden
yaşanan sirayet etkisinin bugün Kuzeyin en refah ekonomik birliği ve
siyasal birliği gibi görünen yerden dünyaya sirayet etkisi, yayılma
ihtimali bulunmaktadır. Türkiye, bu ilişkiyi rasyonelleştirmek
için elinden geleni yapmaktadır. Doğrudur, 2004te yeni bir safhaya
geçilmiştir ama ondan sonra da Türkiye bu ilişkiyi
rasyonelleştirmek için elinden geleni yapmış, maalesef bu
rasyonelleştirme tekliflerinin tamamı çaresiz
kalmıştır çünkü Avrupa Birliğinde karar alma süreçleri
içine düştükleri kısır döngüden çıkarak Türkiyeye net bir
pozisyon ifade edecek duruma hiçbir şekilde gelememiştir, bu da
krizin kaynağıdır. Ümit ederiz, AB krizi öncelikle bir Avrupa
krizine dönüşmez, ardından da sirayet etkisi, domino etkisi yaparak
küresel anlamda yeni bir kısır döngünün ortaya çıkmasına
yol açmaz.
Türkiye-İsrail ilişkilerine gelince,
İsrail devleti bir şekilde işgalle kurulduğu günden
itibaren Türkiye-İsrail ilişkileri zannedildiğinin aksine hiçbir
zaman normal ilişkiler şeklinde devam etmemiştir. Her dönemde
bir şekilde sorun yaşanmış ya büyükelçiler geri
çağrılmış ya ciddi anlamda İsrail telin edilmiş,
İsrail protesto edilmiş; toplumsal olarak da Türkiyede
halkımızın, milletimizin İsraile nasıl
baktığına dair herhâlde bir cümle kurmama bile gerek yoktur.
Dolayısıyla, Bu iş politika malzemesi yapılıyor.
falan gibi cümleler çok da anlamlı cümleler değildir. Bu,
ortadadır, buna nasıl tepki vereceği siyasi partilerin eğer
milletle biraz rasyonel ilişki geliştirebilirlerse gayet
açıktır yani milletin bu kadar tepki verdiği bir aktöre sizin de
nasıl ilişki kurabileceğiniz konusunda çok kafa
karışıklığı içerisinde olmaya gerek
bulunmamaktadır. Türkiye-İsrail ilişkilerinin anormal
olduğu dönemler olmuştur, çok değildir ama bir tanesi özellikle
dikkat çekicidir, sadece 28 Şubat dönemi. 28 Şubat döneminde
Türkiye-İsrail ilişkileri anormal bir çizgiye girmiştir,
tarihinde Türkiye'nin görmediği bir ilişki biçimi ortaya
çıkmıştır. Millet de bunu 2002de, bu anormalliği
rasyonelleştirerek düzeltmiştir.
Benzer şekilde orada konu açılırken
BOPtan falan bahsedildi. Yani bunun üzerine söylenebilecek çok fazla bir
şey yok ama BOPun antitezinin 2002de iktidara gelen AK PARTİ
olduğunu sadece Türkiyede değil bölgede ve dünyada herkes
görmüştür, kayda geçmiştir.
Birkaç konuya daha değinip bitireceğim.
Özürle ilgili yazılı belge var mı? denildi. Bu soru
sorulabilir; olabilir de, olmayabilir de, ben var diye biliyorum ama bir
anlamı yok bunun yani dünyadaki birçok liderin kabul ettiği, 3
liderin aynı anda görüşme yaptığı bir yerde bu talep
gelebilir, isteyebilirsiniz ama bu kayda geçmiştir, bu anlaşmada
kayda geçmiştir, çok da bizi bir yere götürecek bir şey
değildir.
Hamas üzerinden ilişkiden bahsedildi.
Arkadaşlar, yani Hamas ile Türkiye'nin ilişkiye geçmesi Hamasın
resmî olarak 2006da seçimleri kazanmasıyla birlikte
başlamıştır. Gazze meselesinde ise Gazzedeki hâlen defakto
ve seçilmiş fiilî hükümetin Hamas hükûmeti olmasından
dolayıdır. Aslında Batı Şeriada da seçilmiş son
hükûmet Hamas hükûmetidir. Dolayısıyla, bundan daha rasyonel bir
durum yoktur. Kaldı ki Mahmud Abbas da asla ihmal edilmemiştir, bütün
bu süreçler de kendisine haber verilmiştir.
Usame Hamdandan bahsedildi. Ben o cümleyi
bilmiyorum, gerçekten öyle bir cümle var mı? Ama Usame Hamdan, Hamas
dış ilişkiler sorumlusu değil, onu biliyorum. Tazminat
karşılığında davalarından vazgeçildiği
söylendi davacıların; bu ifadeyi şiddetle kınıyorum,
gerçekten çok ayıp bir ifadedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
TAHA ÖZHAN (Devamla) Gazzede ambargo gerçekten
ağırdır ve bu ambargonun en ağır kısmı da
konut, elektrik, su gibi orada paha biçilmez şeylerdir. Bu anlaşmayla
beraber Türkiye-İsrail ilişkileri belli bir safhada
normalleşmeye başlamıştır ama altını çizerek
söylüyorum, başlamıştır.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Özhan.
Sayın Gök, sisteme girmişsiniz, bir dakika
süre veriyorum.
Buyurun.
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
27.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, düşen
Rus uçağıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan tarafından Putine mektup gönderildiğine dair
Kremlinden yapılan resmî açıklama konusunda bilgi verilmesini
istediğine ilişkin açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Bugün dış politikayla ilgili birbiri
ardına haberler gelmeye devam ediyor. Sayın Bakan kürsüye
çıkmadan önce kendisine bir soru yöneltmek istiyorum, o konuda bilgi
verirse seviniriz. Tüm ajanslar, Türkiyenin düşen uçak konusuyla ilgili
olarak, Rus uçağıyla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı
Erdoğan tarafından Putine mektup gönderildiğini ifade
ediyorlar, Kremlinden böyle bir resmî açıklama yapılmış.
Sayın Bakan bu konuda da bilgi verirse seviniriz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Gök.
Sayın Erdoğan, hayırdır?
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Sayın hatip
konuşmasında BOPun antitezinin AKP olduğunu iddia etti ama
BOPa eş başkanlık yapmış bir partinin BOPa
nasıl antitez olduğunu Sayın Bakan konuşmasında
anlatırsa biz de bilgilenmiş oluruz.
Teşekkür ediyorum.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
1.- Başbakanlığın,
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 5 Eylül 2016 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL
harekâtına iştirak etmesi hususunda Anayasanın 92nci maddesi
uyarınca Hükûmete izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi
(3/802) (Devam)
BAŞKAN Gruplar adına konuşmalar
tamamlanmıştır.
Şahıslar adına ilk söz İstanbul
Milletvekili Oğuz Kaan Salıcıya aittir.
Buyurun Sayın Salıcı. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul)
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Lübnana gidecek olan istikrar gücüyle ilgili şahsım
adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına gönderilen tezkerede aynen şu
ifadeler yer alıyor; gerekçe bölümünü söyleyeyim: Bu çerçevede
Türkiye'nin katkısının gerek Birleşmiş Milletler
sistemi içinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte gerekse kapsamlı
sivil-asker iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan
toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına,
barış ve istikrarın korunmasına yönelik
politikasının sürdürülmesine hizmet edecektir. deniliyor. Bu gayet
iyi niyetli bir temenni, gerekçe. Dolayısıyla orada 2006
yılından beri bulunan askerlerimizin de Lübnanda barışa,
istikrara ve oradaki huzura hizmet ediyor olması bizim de arzu
edeceğimiz bir şey.
Az önce AKP Grubu adına konuşan Sayın
Taha Bey de konuşmasının bir yerinde yine bundan iyi bir temenni
olarak bahsetti, dedi ki: Barış, güvenlik, istikrar ve refah
kuşağı yaratılmalıdır. Tamamen hemfikiriz.
Öbür taraftan, Adalet ve Kalkınma Partisinin
iktidarı döneminde yapılan işlere baktığımız
zaman, ortada ne barış var ne güvenlik var ne refah var; istikrar
kuşağı hiç yok.
Şimdi, temenniler güzel ama iktidar olan
kesimin, icranın başının yani Hükûmetin temenniden öte
politikalar ortaya koyması gerekir ya da temennilerine uygun politikalar
ortaya koyması gerekir ki yaptığımız işle
söylediğimiz şeyler uyumlu olabilsin. Maalesef ortada tam tersi bir
durum söz konusu. Bakın ben size isterseniz biraz sayayım:
Bir tarafta Suriye var. Suriyedeki bütün problem
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde yaşandı. Son
beş yıllık dönem, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı
döneminde oldu. Yarım milyon insan öldü, doğrudur, sizin
iktidarınız döneminde, sizin izlemiş olduğunuz
yanlış politikaların sonucunda o ölümlerin artmasına
maalesef katkı sunmuş oldu Adalet ve Kalkınma Partisi. Bir
diğeri:
3 milyona yakın mülteci Türkiyeye geldi,
hoş geldiler. Biz elimizden gelen misafirperverliği göstermek
isteriz. Ama Niye geldiler? sorusu hâlâ açıktadır. Neden böyle bir
durum ortaya çıktı da bu 3 milyon kişi kendi yurdunu
değiştirmek zorunda kaldı, komşu bir ülkeye gitmek zorunda
kaldı? sorusu hâlâ açıktadır.
Öbür tarafta Irak, Türkiyenin
yaşamış olduğu sorunlardan bir diğeri. İran,
yukarıda Ermenistan. Daha iki gün önce Papa Ermenistana gidip tekrardan
soykırım olduğunu ifade etti ve Avrupanın önemli
ülkelerinde, önemli demokrasilerinde parlamentolardan soykırım
olduğuna dair kararlar arka arkaya geliyor.
Bunların hepsi bu dönem içinde oldu
arkadaşlar. Diğer taraftan Kıbrısa, Doğu Akdenize
baktığımız zaman Güney Kıbrısın
yapmış olduğu hamleleri göreceğiz ki sizin iktidarınız
döneminde, çok yakın bir zamanda, Lübnan, bizim barış ve
istikrar olsun diye deniz gücü gönderdiğimiz Lübnan, Güney
Kıbrısla münhasır ekonomik bölge anlaşması
imzaladı arkadaşlar. Bunu engelleyemedi Türkiye. Sadece o
imzalamadı, Mısır da imzaladı, onu da engelleyemedi Türkiye;
sadece o imzalamadı, İsrail de imzaladı, bunu da engelleyemedi
Türkiye. Yani biz Doğu Akdenizde bir güvenlik bölgesi oluşsun,
Doğu Akdenizde Türkiyenin çıkarları korunsun, orada bir huzur
kuşağı ortaya çıksın amacıyla bir siyaset izledik
ya da bu siyasetin temennilerini ortaya koyduk ama Türkiyenin
çıkarlarının tam tersine bir sonuç ortaya çıktı.
Eğer Güney Kıbrıs bu anlaşmaları yapamamış
olsaydı, bugün Türkiyenin İsraille ilgili yapmış
olduğu anlaşmanın 3 tane temel koşulundan 2 tanesi yerine
gelmişti zaten. 3üncüsü Gazzedeki ablukanın kalkmasıydı.
Gazzedeki ablukanın kalkması için İsraile bu kadar çok taviz
vermek zorunda kalır mıydı? Artı, kalkmamış bir
ablukanın kalkmasını ortaya koymak için bu kadar çok taviz
vermek zorunda kalır mıydı arkadaşlar?
Dışişleri Komisyonuna
uluslararası anlaşmalar geliyor bir süreden beri. Herhâlde şu
ana kadar Dışişleri Komisyonumuz bizim Parlamentoda en sık
toplanan, en yoğun çalışan komisyonlardan bir tanesi. Bu
komisyona gelen anlaşmalardan bazıları da Filistinle ilgili
sembolik anlaşmalar. Bu anlaşmalar sırasında biz gelen
bürokrat arkadaşlara sorularımızı soruyoruz. Diyoruz ki:
Değerli arkadaşlar, Türkiyede Filistinin ya da Gazzenin
İsrailin Aşdod Limanı haricinde doğrudan bir
ulaşımı var mı? Yok. Mavi Marmara olayı
yaşanmadan önce böyle bir ulaşım imkânı var
mıydı? Yoktu. Türkiyeden İsraile gidecek olan her şey,
Aşdod Limanı üzerinden, kontrol edildikten sonra Gazzeye ya da
Filistine geçmek zorundadır. Peki arkadaşlar, bugün anlaşma
açıklandı. Bugün itibarıyla Türkiyeden Gazzeye gidecek olan
herhangi bir geminin Aşdod Limanında İsrail denetimine tabi
tutulmadan İsraile geçme imkânı var mı? Yok. E, peki biz
altı yıldan beri İsraille niye kavga ettik arkadaşlar? Ya
da bugün zafer diye sunduğumuz şey nedir? Bundan önce de
İsraili baypas ederek Gazzeye yardım
ulaştıramıyordunuz, bugün de İsraili baypas ederek
Gazzeye yardım ulaştıramıyorsunuz. Yani bütün mesele
aslında TOKİnin orada yapacağı bir miktar sosyal konut
mudur ya da Türkiye ile Almanya iş birliğinde orada yapılacak
olan enerji üretim tesisi midir?
Meseleyi, Türkiyenin dış siyasetini o
kadar büyük zikzaklar içinde götüren bir iktidarla karşı
karşıyayız ki, bir süre sonra, Türkiye, İngilterede bu
hafta sonu yapılan Brexit oylamalarında İngilterenin ana gündem
maddesi hâline geldi. Nasıl geldi? Sayın Cumhurbaşkanı
arada bir çıkar, Ey Avrupa Birliği! Ey Rusya! der ya, orada
Başbakan David Cameron çıktı, Ey Türkiye! dedi. Bu bizim
canımızı sıktı. İktidarın da canını
sıktı, muhalefetin de canını sıktı. Biz
Türkiyenin başka bir ülkenin iç işlerinde malzeme olarak
kullanılmasını istemeyiz. İstemeyiz ama biz, şu ana
kadar ilişkide olduğumuz bütün ülkeleri kendi iç siyasetimizde
malzeme olarak kullandık. Avrupa Birliğini biz, malzeme olarak
kullandık mı arkadaşlar? Kullandık. Biz derken Hükûmetten
bahsediyorum. Biz, İsraille ilişkileri iç politika malzemesi olarak
kullandık mı? İsraili şeytanlaştırdık
mı? Şeytanlaştırdık. Her şeyi iç politika
malzemesi olarak kullandık. Biz, Ermeni soykırımı
iddialarını iç politika malzemesi yaptık mı? Yaptık.
Biz, Ey Obama! deyip Amerikayla ilişkileri iç politika malzemesi hâline
getirdik mi? Getirdik.
Vezneciler saldırısından sonra havuz
medyasının önemli gazetelerinden bir tanesi, Veznecilerdeki terör
saldırısında Alman İşi diye başlık
attı arkadaşlar. Yani Bu terör saldırısının
arkasında Almanya vardır. diye başlık attı, açıp
bakabilirsiniz. Türkiye'de yaşanan her olumsuz olayı örtmek için biz
maalesef, yurt dışındaki gelişmeleri, Türkiye'nin bir iç
siyaseti hâline getirdik.
Dolayısıyla, bugün itibarıyla ortaya
çıkıp da, Bölgesel, küresel barış ve istikrarın
korunması için biz bir tezkere getiriyoruz. dediğinizde
Biz tabii
ki evet oyu vereceğiz, 2006 yılından beri de evet oyu veriyoruz
çünkü barışa, istikrara, samimi bir şekilde inanıyoruz. Ama
öbür taraftan Hükûmetin izlemiş olduğu siyasete
baktığınız zaman bu konuşmaların hiçbiriyle
teğet dahi geçmeyen bir süreç var.
Bir taraftan biz, barış ve istikrar için
oraya hücumbot, fırkateyn gönderiyoruz, öbür taraftan bundan önceki
Başbakan, Biz, Şamda Emevi Camisinde namaz
kılacağız. diyordu. Yani Lübnana barış Suriyeye
savaş demiş oluyorsunuz. Bir yandan, Lübnanda
barışı korumak için fırkateyn gönderiyoruz, öbür taraftan
Suriyede tanıdığımız
tanımadığımız, bildiğimiz bilmediğimiz bütün
örgütlere silah gönderiyoruz.
Değerli arkadaşlar, dış politika
istikrar gerektirir. Yani bölgesel istikrar gerektirdiği gibi
dış politikanın da kendi içinde istikrarlı olması
gerekiyor. Muhalefetin de iktidarın da Türkiye'nin dış
politikasından ortak olarak etkilendiği bir düzlemde, bizim ülkemizin
dış ülkelerdeki itibarını koruyabilmemiz ve
çıkarlarımızı koruyabilmemiz açısından bu tür
zikzaklara açık olmayan bir siyaset izlenmesi gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, sürem az kaldı
ama hızlıca birkaç başlığa değineyim. Bundan
önceki Dışişleri Bakanları döneminde hep şundan
bahsedildi, dendi ki: Türkiye, Orta Doğunun sahibi, lideri ve aynı
zamanda hizmetkârıdır. Bunu bir kenara yazalım. Aynı
zamanda, Bu bölgede Türkiyeye sorulmadan hiçbir şey yapılamaz.,
Türkiye, model ülkedir. dendi.
Değerli arkadaşlar,
bütün bu sözler, güzel sözler, ama uygulamaya baktığınız
zaman Mısırdaki darbe, Türkiyeye sorularak mı
yapıldı? Türkiyenin turizm sektörü, Rusyayla olan ilişkilerden
dolayı, Türkiyeye sorularak mı çökertiliyor arkadaşlar? Ya da o
uçak düşürüldüğünde, Rusya uçağı düşürüldüğünde o
gün itibarıyla Millî güvenlik sorunu var., Türkiyenin ulusal
egemenliğine aykırıdır. dendi; doğrudur, bir uçak
Türkiye sınırlarını ihlal ediyorsa Türkiyenin ulusal
egemenliğine aykırıdır. Peki, daha sonra Sayın Cumhurbaşkanı
çıkıp bunu pilotaj hatasına indirgemedi mi? Neredeyse özür
anlamına gelecek sözler edildi.
Bu tür zikzak yapan
dış politikanın yanlış olduğunu ifade ediyor,
Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Şimdi, Hükûmet
adına Millî Savunma Bakanı Sayın Fikri Işık
konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Işık.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü bünyesinde bulunan Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 5 Eylül 2016 tarihinden
itibaren UNIFIL Deniz Görev Gücüne bir yıl daha katılımı
hususunda, Anayasamızın 92nci maddesi uyarınca Hükûmete izin
verilmesine dair Başbakanlık tezkeresinin gerekçelerini
açıklamak üzere huzurunuzda bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Konuya geçmeden önce,
özellikle bugün hem Sayın Başbakanımız tarafından hem
de İsrail Başbakanı tarafından açıklanan
İsraille mutabakatla ilgili birkaç cümleyi ifade etmek isterim.
Öncelikle, bu anlaşmanın hayırlı olmasını temenni
ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
Mavi Marmara olayının hemen ardından Türkiye, 3 tane madde
koydu. Türkiye, dış politikasında sadece AK PARTİ
iktidarı döneminde değil, bütün cumhuriyet tarihi dönemimizde
kategorik karşıtlık temelinde bir dış politika
izlememiştir. Biz, dünyadaki tüm ülkelerle olabildiğince iyi
ilişkiler kurmaya, barış içerisinde münasebetlerimizi sürdürmeye
gayret gösterdik. Bu, Türk dış politikasının da temelidir,
Gazi Mustafa Kemal Atatürkün Yurtta sulh, cihanda sulh. ilkesinin de
aslında bir yansımasıdır. Bu noktada İsraille bir
kategorik karşıtlığımız dün olmadı, bugün de
böyle bir kategorik karşıtlığımız yok.
Burada özellikle Mavi Marmara olayından sonra
Türkiye 3 tane maddeyi net olarak ortaya koydu; özür dilenmelidir, tazminat
ödenmelidir ve Gazzeye yönelik ambargo kaldırılmalıdır.
Bu 3 madde gerçekleşmeden Türkiye ile İsrailin anlaşması
mümkün değildir. diye o gün, ilk gün tavrımızı koyduk.
Bugün geldiğimiz noktada, evet, özür dilenmiştir.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Nasıl dilendi ya?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Devamla) Hiç eğip bükmeye gerek yok. Bunu bütün dünya kabul ediyor.
Tazminat konusu, bu anlaşmayla birlikte açıklığa
kavuşturulmuştur, vuzuha kavuşturulmuştur. Evet, Gazzeye
de ambargo Türkiye üzerinden kaldırılmaktadır. Her türlü insani
yardımın Türkiye üzerinden Gazzeye ulaştırılmasının
önünde bir engel kalmamıştır. Bunun da ötesinde, Gazzenin
şu anda içinde bulunduğu sıkıntıları çözecek
işte, elektrik ihtiyacının karşılanması için
şebeke dâhil bu alanda çalışma yapılması, su temini
konusu, inşaatlar konusu, Cenindeki organize sanayi bölgesinin
tamamlanması, hastanenin tamamlanması gibi konular da bu
anlaşmayla garanti altına alınmıştır. Bu noktada
Türkiyenin talepleri yerine geldiği için de bu anlaşma
imzalanmıştır. Burada İsrail basınında
yapılan yorumları okursanız bunun Türkiyenin
başarısı mı, İsrailin başarısı mı
olduğunu çok net görme imkânınız olur.
Bu konuyla ilgili Meclis grup başkan
vekillerinin talebini, özellikle bu kısa açıklamadan sonra,
Hükûmetimize de tekrar, ben de Hükûmet üyesi bir Bakan olarak ileteceğim.
Ancak, şunu da hatırlatmakta fayda var: Bu, bir uluslararası anlaşma
olduğu için en kısa sürede Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecektir,
önce Dışişleri Komisyonumuzda daha sonra da Meclis Genel
Kurulunda bu uluslararası anlaşma görüşülecek ve karara
bağlanacaktır. Bu noktada da Meclisimiz, konuyu detaylı olarak
kendi gündemine alıp görüşecektir.
Rusyayla ilişkilerle ilgili, evet, çok önemli
gelişmeler var. Biz, aynen İsraille olduğu gibi Rusyayla da
ilişkilerimizin sorunsuz olarak yürümesini hedefliyoruz. Var olan
problemlerin çözülmesini ve iyi komşuluk ilişkilerinin devam etmesini
istiyoruz. Bununla ilgili, 24 Kasımdaki uçak krizinden sonra Türkiye,
daima yapıcı ve sorunun çözümüne yönelik bir tutum
belirlemiştir. Bu tutumun artık yavaş yavaş sonuç vermeye
başlamasından da büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Çok önemli
gelişmelerin hemen arifesinde olduğumuzu, Rusyayla da
ilişkilerimizin öncelikle normalleştirilmesi ve daha sonra da
geliştirilmesi için önemli çalışmaların yürüdüğünü
ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu girişten sonra özellikle Lübnan tezkeresiyle ilgili
konuya dönersek, tehdit algılamalarının sürekli
değiştiği ve buna bağlı olarak güvenlik
politikalarının gün geçtikçe
karmaşıklaştığı günümüz dünyasında
fırsat ve risklerin iç içe geçtiği bir coğrafyada yer alan
ülkemizin etkin bir dış politika yürütmesi her zamankinden daha da
önemlidir. Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde yaşanan
değişim ve dönüşüm süreci, sancılı bir şekilde
devam etmektedir. Bölge ülkeleriyle olan tarihî, siyasi ve ekonomik bağlar
nedeniyle ülkemiz, bölgede barış ve istikrarın tesis edilmesine
yönelik girişimlere her zaman destek vermektedir. Dünyanın her
yerinde olan her türlü olaydan Türkiyeyi ve AK PARTİ Hükûmetini sorumlu
tutma anlayışının aslında pratikte bir
karşılığı da yoktur.
Bölge ülkeleriyle olan
bağlarımızın yanı sıra, bölgemizdeki
gelişmelerin ülke güvenliğimiz ve dış politikamız
üzerindeki yansımaları nedeniyle meydana gelen gelişmelere
kayıtsız kalmamız mümkün değildir. Başta
komşularımız olmak üzere, bölge ülkelerinde barış,
güvenlik, istikrar ve refahın hâkim kılınması, millî
çıkarlarımızın korunması açısından da büyük
önem arz etmektedir. Ülkemiz, bu doğrultuda sürecin başından
itibaren bölge halklarının yanında yer alarak çok boyutlu,
sağduyulu, ön alıcı, gerçekçi ve somut bir dış politika
uygulamaktadır.
Evet, Suriyede Esed tavrını
değiştirmeseydi, Türkiyenin Suriye politikası
değişmezdi. Suriyede demokrasi taleplerini insanların
tepelerine bomba yağdırarak bastırma gibi bir esef verici tutuma
Esed girmeseydi, Türkiyenin Esedle ilişkileri bozulmazdı.
Bunları hepimizin iyi bilmesi gerekiyor.
Ayrıca, küresel ölçekli sorunların ancak
küresel ölçekli iş birliği mekanizmalarıyla
çözülebileceğinin bilincinde olan ülkemiz, bölgede yer alan tüm
yapıların içerisinde yer almayı dış politikasının
bir gereği olarak görmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bölgenin istikrarı bakımından kilit önemi haiz
Lübnan, hassas dengeler üzerine kurulu sosyopolitik dokusu, bölgesel konjonktür
ve iç siyaset parametrelerinin karmaşık yapısıyla zor bir
süreçten geçmektedir. Bu süreçte Lübnan, Suriyede rejimin halka
karşı uyguladığı kanlı şiddet ve baskı
politikalarının bölge istikrarına yönelik artan tehdidi,
Suriyedeki durum ve ülkedeki çatışmalardan doğrudan etkilenen
iç siyasi gelişmelerin siyaset ve güvenlik üzerindeki olumsuz etkileri,
Hizbullahın artan ölçüde Suriye rejimine destek vermesi ve Suriyedeki iç
savaşta rejimin yanında fiilen yer alması sonucu ülkenin
Suriyedeki gelişmelere müdahil kılınması ve ülke içindeki
dinî ve mezhepsel çatışmaların şiddetlenmesi,
çatışma ortamından kaçarak komşu ülkelere
sığınmak durumunda kalan milyonlarca Suriyelinin
oluşturduğu mülteci baskısıyla başa çıkmaya çalışmakta
ve ciddi bir sınamadan geçmektedir.
Orta Doğuda yaşanan
ayrışmaların bir anlamda küçük modelde hayat bulduğu
Lübnanda siyasi ve toplumsal yapı, dinî ve etnik topluluklar
arasında kurulmuş orantısal bir dengeye dayanmaktadır.
Hassasiyet arz eden bu yapı, Suriyede yaşanan ihtilafın Lübnana
yansımasıyla daha da kırılgan bir hâl almaktadır.
Yaklaşık 4,5 milyon nüfuslu Lübnan, bugün
1,5 milyondan fazla Suriyeli ve Filistinli mülteciye ev sahipliği
yapmaktadır. Bölgede ortaya çıkan Şii-Sünni gerginliği ve
mülteci baskısının etkileri, Lübnanda asgari düzeyde
tutulmadığı takdirde ülkede yaşanabilecek mezhep temelli
bir iç çatışma, komşu ülkeler başta olmak üzere, bölgesel
ve küresel düzeyde barış ve istikrara yönelik ciddi risk ve tehdit
oluşturarak telafisi olmayan derin yaralara, hasarlara yol açabilecektir.
Ülkemiz, bu zorlu süreçte gerek Suriye'de
yaşanan gelişmelerin Lübnana yönelik olumsuz etkilerinin önlenmesi
gerekse Lübnanın iç istikrarını hedef alan teşebbüslere
mâni olunması amacıyla Lübnanın farklı kesimlerinden
çeşitli lider ve kanaat önderleriyle temaslarını yoğun bir
biçimde devam ettirmekte, uluslararası toplumu da bu istikamette
yönlendirmeye çalışmaktadır. Ayrıca, ülkemiz, Suriye'deki
ihtilafın olumsuz yansımaları karşısında
Lübnanın istikrarının ve güvenliğinin desteklenmesi ve
uluslararası toplumun gayretleri arasında eş güdüm
sağlanması amacıyla Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterinin girişimi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
üyelerinin katılımıyla oluşturulan Lübnan için
Uluslararası Destek Grubu çalışmalarına da destek
sağlamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemiz, geçmişte olduğu gibi, bundan sonra da dünya istikrarı
açısından önemi her geçen gün artan barışı destekleme
harekâtına katkıda bulunmaya, bölgesinde ve dünyada istikrar ve
barışın tesis edilmesinde rol oynamaya devam etme
kararlılığındadır. Ayrıca, bu süreçte Lübnan
ordusunun bölge istikrarı açısından desteklenmesi de büyük önem
arz etmektedir. Bu kapsamda da ikili düzeyde yürütülen askerî iş
birliği faaliyetlerimizin yanı sıra, Lübnan ordusuna destek
sağlanması hususunda uluslararası platformda yürütülen çabalara
da aktif katkı sağlamaktayız. Lübnanın istikrar ve
refahına atfettiğimiz önem çerçevesinde bu ülkede barış ve
istikrarın sağlanmasına yönelik olarak ortaya koyduğumuz somut
katkılar, ikili ilişkilerimizin her veçhesinde olumlu etkiler
yapmaktadır. Nitekim, UNIFILe kuvvet katkısında
bulunduğumuz 2006 yılından bu yana, UNIFIL tarafından icra
edilen görevler kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları
tarafından hayata geçirilen birçok önemli proje, Lübnan halkının
hafızalarında yer etmiştir. Bunlar arasında köy
okullarının elektrik ihtiyaçlarının
karşılanması, köy okullarına oyun sahaları,
sağlık ocakları ve su depoları inşa edilmesi, yol
inşaatı gibi projeler bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tüm bu çabalarımızın uluslararası
ortamdaki en somut göstergesi olan ve tezkerenin konusunu oluşturan
UNIFIL, 2006 yazında yaşanan İsrail-Lübnan savaşına
son verilmesi ve ateşkes sağlanması için Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde
aldığı 1701 sayılı kararı uyarınca Lübnanda
barışın tesisi ve idamesi amacıyla oluşturulan
uluslararası bir güvenlik gücüdür. Ülkemizin de oluşturulmasında
aktif rol aldığı süreçte bu irade doğrultusunda Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının UNIFILe iştirak etmeleri
kararı, yüce Meclisimizin 5 Eylül 2006 tarihinde 880 sayılı
Kararıyla onaylanmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurları, Ekim 2006dan itibaren bölgeye konuşlandırılarak
görevlerine başlamışlardır.
Lübnan-İsrail sınırında istikrar
ve güvenliğin sağlanmasına önemli katkılarda bulunan
UNIFILin görev süresi, bugüne kadar 9 kez uzatılmıştır.
UNIFILe 2013 yılına kadar bir istihkâm bölüğü ve deniz
unsurlarıyla 2013 yılından bu yana ise sadece deniz
unsurlarımızla katılım sağlamaktayız. UNIFIL
Deniz Görev Gücüne iştirak eden Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının görev süresi son olarak Türkiye Büyük Millet
Meclisimizin 8 Temmuz 2015 tarihli ve 1094 sayılı Kararıyla 5
Eylül 2015 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmıştır.
Bu kapsamda, 1 Ekim 2015ten itibaren geçerli olan katkı planlaması
çerçevesinde 4 adet korvet, 3 adet hücumbot ve 2 adet karakol gemisinden
müteşekkil takvimlendirilmiş unsurlarımız, UNIFILe
bağlı Deniz Görev Gücü dâhilinde denetim harekâtı icra etmektedir.
Ayrıca, Nakura-Lübnanda konuşlu UNIFIL karargâhında ise 2
karargâh subayımız görev yapmaktadır. UNIFILde Türkiye'nin de
içinde bulunduğu toplam 40 ülkeden yaklaşık yaklaşık
10.500 personel görev yapmaktadır. Akdeniz havzasına komşu
olmayan Almanya, Hırvatistan, Kamboçya gibi ülkelerin bile
katılım sağladığı UNIFIL harekâtına
katılım sağlamamız, dış politikamız ve
uluslararası konjonktür açısından önem arz etmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; UNIFILin görevi çatışmaların sona
erdirilmesi ve ateşkesin izlenmesi, insani yardımların sivillere
ulaştırılması, Lübnanın isteği üzerine
sınırların güvenliği ve Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 1701 ve 1832 sayılı Kararları gereğince
yasaklanmış silah ve malzemenin Lübnan kara suları ve
limanlarına girişini tespit etmek ve bu maksatla Doğu Akdenizde
ilan edilen deniz harekât sahasında sancak varlık göstererek denizde
denetim harekâtı icra etmektir. Birleşmiş Milletler
tarafından, üye ülkelerden bahse konu kararda belirtilen görevlerin yerine
getirilmesi maksadıyla UNIFIL unsurlarını desteklemek üzere
birlik tahsis etmeleri talep edilmiştir. Ayrıca vurgulamak isterim
ki, Birleşmiş Milletler, UNIFILin, yukarıda ifade ettiğim
görevler dışında -bölgedeki unsurların silahtan
arındırılması da dâhil- başka hiçbir görevde
kullanılmayacağını karara bağlamıştır.
UNIFILe
katkılarımız kapsamında bir diğer önemli husus,
bölgede barış ve istikrarın tesisi amacıyla bulunan UNIFIL
Deniz Görev Gücü unsurlarımıza ait masrafların geri ödenmesi
konusunda Türkiye ile Birleşmiş Milletler Sekreteryası
arasında mutabakat muhtırası ve yardım
mektuplarının imzalanmış olmasıdır. Bu kapsamda
askerî unsurlarımızın masrafları, Birleşmiş
Milletler tarafından ödenmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemiz, gerek tek başına ve gerekse
üyesi olduğu uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla,
geçmişte olduğu gibi bundan sonra da barışı destekleme
harekâtlarına katkıda bulunarak bölgesinde ve dünyada istikrar ve
barışın tesis edilmesinde rol almaya devam etme
kararlılığındadır. İçinde bulunduğumuz bu
dönemde Lübnanda barış ve istikrarın korunması ve
UNIFILin oynadığı rol, daha da önem kazanmış
bulunmaktadır. Lübnanda barış ve istikrara katkıda
bulunması nedeniyle, Lübnan Hükûmeti ve Lübnandaki tüm taraflar,
UNIFILin faaliyetlerine ve UNIFILin görev süresinin uzatılmasına
büyük önem vermektedirler.
Söz konusu gereklilikler göz önünde bulundurularak,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı
Kararı doğrultusunda UNIFILin bir yıl olarak belirlenmiş
olan görev süresinin, geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 31 Ağustos
2016 tarihinden itibaren bir yıl süreyle uzatılması
beklenmektedir.
Tüm bu hususlar çerçevesinde, ülkemizin
yaptığı katkılarla icrasında etkin rol
aldığı UNIFIL Barış Koruma Harekâtına
katkısının devam etmesini, Birleşmiş Milletler sistemi
içinde askerî kuvvet katkısında bulunduğumuz tek
Birleşmiş Milletler barış gücü operasyonu olması
sebebiyle sistem içerisindeki mevcudiyetimizin devamına, bölgesel ve
küresel ölçekte kapsamlı, sivil-asker iş birliği faaliyetleri
vasıtasıyla Lübnan toplumunun her kesimi nezdinde
görünürlüğümüzün artmasına, bölgemizde barış ve
istikrarın korunmasına yönelik politikamızın sürdürülmesine
hizmet etmesine, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Doğu Akdenizde sancak varlık
göstermesine önemli ölçüde katkı sağladığını
belirterek, Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki
güvenlik koşulları da dikkate alınarak, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFILin görev süresinin uzatılması
yönünde karar alması durumunda hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe
belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701
sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ile
5 Eylül 2006 tarih ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi
Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında, 5 Eylül 2016 tarihinden
itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak etmesi ve
bununla ilgili de gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için Anayasamızın 92nci maddesi uyarınca
izin verilmesini yüce Meclisimizden talep ediyoruz.
Verilen destek için bütün siyasi parti
gruplarımıza şimdiden teşekkür ediyor, yüce heyetinizi
saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Işık.
Şimdi şahısları adına son
konuşmacı, İstanbul Milletvekili Şirin Ünal olacaktır.
Buyurun Sayın Ünal. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin
Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücüne (UNIFIL)
sağladığı kuvvet katkısının bir yıl
daha uzatılması hakkında yüce Meclisimizin onayına sunulan
Hükûmet tezkeresi hakkında şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
2006 yılında yaşanan
İsrail-Lübnan Savaşı sonrasında Lübnan'da barışın
tesisi ve idamesi amacıyla Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici
Görev Gücü (UNIFIL) oluşturulmuştur. Ülkemizin de kuvvet
katkısında bulunduğu UNIFIL'in başarıyla icra
ettiği görevler sonucunda Lübnan-İsrail sınırında
sağlanan güvenlik ve istikrar ortamı hâlâ devam etmektedir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11
Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı Karar'la
kurulan UNIFIL'in görev süresi, geçici olarak, bir yıl olarak
belirlenmiştir. Aynı kararda, bu sürenin gerekli görülmesi hâlinde
her yıl yeniden uzatılması da öngörülmüştür. UNIFIL'in
görev süresi, bu çerçevede bugüne kadar 9 kez uzatılmıştır.
Bu defa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince UNIFIL'in görev
süresinin Ağustos 2016 sonu itibarıyla yeniden bir yıl
uzatılması öngörülmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yakın coğrafyamızda barış ve
istikrarın tesisi, öncelikli dış politika hedeflerimizden
birisidir. Bölgesel barış, istikrar ve güvenliği ilgilendiren
tüm gelişmelerin dış politikamız üzerinde, şüphesiz,
önemli yansımaları olabilmektedir. Son dönemde bölgemizde
yaşanan gelişmeler, ülkemizin istikrar ve esenliğinin bölge
ülkelerinden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha gözler önüne
sermiştir. Bu itibarla, millî menfaat ve çıkarlarımızı
yakından ilgilendiren bölgesel gelişmeler karşısında
kayıtsız kalmamız düşünülemez. Bu anlayıştan
hareketle Hükûmetimizin dış politikası, ülkemizin etrafında
bir barış, güvenlik, istikrar ve refah kuşağı
oluşmasını hedeflemiştir.
Suriye'de rejimin halka karşı
uyguladığı kanlı şiddet ve baskı
politikalarının, bölge istikrarına yönelik tehdidini
artırdığı bir ortamda tüm bölgenin istikrarı
bakımından kilit önemi haiz Lübnan'da barış ve
istikrarın muhafazası, bölgemizin içinden geçmekte olduğu bu
hassas süreçte, hiç şüphesiz, daha da önem kazanmıştır.
Bölgesel gelişmelerin etkisiyle Lübnan'daki
etnik ve dinî gruplar arasında yaşanan dönemsel gerginlikler ve
toplumsal huzuru hedef alan eylemlerde kaydedilen artış, endişe
kaynağı olmayı sürdürmektedir. Hizbullah'ın artan ölçüde
Suriye rejimine destek vermesi ve Suriye'deki iç savaşta rejimin
yanında bilfiil yer alması, Lübnan'ı da Suriye'deki
gelişmelere müdahil kılmaktadır. Ayrıca, çatışma
ortamından kaçarak komşu ülkelere sığınmak durumunda
kalan milyonlarca Suriyelinin yarattığı mülteci baskısı
da Lübnan'ı ciddi sınamalarla baş başa
bırakmaktadır.
Ülkedeki farklı mezhep grupları
arasında zaman zaman ortaya çıkan ve silahlı çatışma
boyutuna varabilen gerginlikler, bugüne kadar Lübnan Hükûmetinin, Lübnan
halkının ve ordusunun sağduyulu tavrı neticesinde büyümeden
önlenebilmiştir. Lübnan halkının sahip olduğu ve uzun
yıllara dayanan bir arada yaşama kültürünün beraberinde
getirdiği toplumsal direnç, ülkenin
istikrarsızlıklarının olumsuz yansımalarının
mümkün olduğunca asgari düzeyde tutulmasına imkân
sağlamıştır. Lübnan halkının zor zamanlarda
sergilediği bu olgunluk ve dayanışma duygusunun bölgedeki
diğer toplumlar açısından da örnek teşkil etmesini ümit
ediyoruz. Ne var ki Lübnan toplumunun bugüne kadar başarıyla
karşı koyduğu sınamalar, bölgesel dinamiklerin etkisiyle
gün geçtikçe yeni boyutlar kazanmaktadır.
Son dönemde Lübnan'a sığınan,
çoğunluğu Sünni Suriyeli ve Filistinli 1 milyonu aşkın
mültecinin ülkedeki hassas mezhep dengelerini de bozmasından endişe
edilmektedir. Bunun yanı sıra, DAEŞ'in son dönemde Irak'ta
kaydettiği ilerlemelerin bölgesel planda yarattığı
Şii-Sünni gerginliğinin diğer bölge ülkelerine kıyasla
sosyopolitik açıdan daha hassas dengeler üzerine kurulu Lübnan'ın barış,
huzur ve istikrarı üzerinde olumsuz etkileri olabilecektir. Bu etkilerin
asgari düzeyde tutulamaması hâlinde ülkede yaşanabilecek mezhep
temelli bir iç çatışma, komşu ülkeler başta olmak üzere,
bölgesel ve küresel düzeyde barış ve istikrara yönelik ciddi bir risk
ve tehdit oluşturacaktır. Dolayısıyla, çıkaracağımız
bu tezkere ciddi önem arz etmektedir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye, UNIFIL'e yaptığı katkılarla
barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında
önemli bir işlev üstlenmiştir. Bu çerçevede, Türkiye, gerek
Birleşmiş Milletler sistemi içinde gerekse bölgesel ve küresel
ölçekte gerekse kapsamlı sivil-asker iş birliği faaliyetleri
vasıtasıyla Lübnan
toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına, ayrıca
barış ve istikrarın korunmasına yönelik
politikasının sürdürülmesine önemli katkılarda
bulunmaktadır.
UNIFIL'in
ülkemizin askerî kuvvet katkısında bulunduğu tek
Birleşmiş Milletler barış gücü operasyonu olması
dikkate alınarak, UNIFIL Deniz Görev Gücüne katkımızın
sürdürülmesinin önem arz ettiği değerlendirilmektedir. UNIFILin
görev süresi, 5 Eylül 2016 tarihinde sona ereceğinden, görev süresinin bu tarihten
sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi tarafından Ağustos ayı içinde bir kararın kabul
edilmesi beklenmektedir. Bu hususlar ışığında ve Lübnan'la ikili ilişkilerimiz
ile bölgedeki güvenlik koşulları da göz önünde tutularak,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, UNIFIL'in görev süresinin
uzatılması yönünde karar alması durumunda; hudut, şümul ve
miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının, 1701 sayılı Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet
Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında, 5 Eylül 2016
tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak
etmesi uygun görülecektir.
Sözlerime
son verirken, UNIFIL'e askerî katkıda bulunmaya devam etmemize
ilişkin Hükûmet tezkeresini olumlu bulduğumu beyan ediyor, hepinize
saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.
Sayın
milletvekilleri
III. YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
LEVENT
GÖK (Ankara) Yoklama talebimiz var efendim.
BAŞKAN
Oylamaya geçmeden önce bir yoklama talebi var, şimdi bu işlemi
gerçekleştireceğim.
20
milletvekilinin ismini arayacağım şimdi.
Sayın
Gök, Sayın Yılmaz, Sayın Tanal, Sayın Gürer, Sayın
Akın, Sayın Erkek, Sayın Adıgüzel, Sayın Durmaz,
Sayın Yedekci, Sayıl Sertel, Sayın Yıldız, Sayın
Emir, Sayın Salıcı, Sayın Akaydın, Sayın
Tamaylıgil, Sayın Çam, Sayın Kayan, Sayın Yalçınkaya,
Sayın Öztrak, Sayıl Bilgehan.
Evet, şimdi yoklamayı
başlatıyorum.
Yoklama için dört dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
vardır.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
1.- Başbakanlığın,
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 5 Eylül 2016 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL
harekâtına iştirak etmesi hususunda Anayasanın 92nci maddesi
uyarınca Hükûmete izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi
(3/802) (Devam)
BAŞKAN Tezkereyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Tezkere kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.06
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.19
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Elif Doğan TÜRKMEN
(Adana)
-------0------
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 107nci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Şimdi,
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- MHP Grubunun, Antalya Milletvekili Ahmet Selim
Yurdakul ve arkadaşları tarafından, sağlık
sektöründeki kamu-özel ortaklığı projelerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla 7/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 27/6/2016 Pazartesi günü
(bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti
grupları arasında oy birliği
sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki
önerisinin İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Erkan
Akçay
Manisa
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
7 Ocak 2016 tarih, 674 sayıyla TBMM
Başkanlığına Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakul ve
arkadaşlarının "Sağlık sektöründeki kamu-özel
ortaklığı projelerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla"
verdiği Meclis araştırması açılması önergemizin
27/6/2016 Pazartesi günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin
bugünkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Öneri üzerinde ilk söz, lehinde olmak
üzere Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakula aittir.
Buyurun Sayın Yurdakul.
Süreniz on dakikadır.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer vatandaşlarım;
bugün sizlerden toplanan vergilerin AKP Hükûmeti tarafından nerelere,
nasıl harcandığını anlatmaya
çalışacağım.
Kamu-özel ortaklığıyla şehir
hastaneleri, 3 milyar dolara mal olan üçüncü köprü, 10 milyar euroya mal olan
üçüncü havalimanı ve yılda 650 milyon dolar tasarruf
sağlayacağı reklamı yapılan İzmit Körfez
Geçiş Köprüsünün bu ülkeye ve gelecek nesillere nelere mal olduğunu
hep beraber göreceğiz.
AKP Hükûmeti Cebimizden para çıkmadan hastane
sahibi oluyoruz, köprü yapıyoruz. gibi ifadeler kullanarak kamuoyunu
yanlış yönlendiriyor ama gerçeklerin hiç de AKPnin
anlattığı gibi olmadığını şimdi
göreceksiniz.
Sevgili vatandaşlarım,
saygıdeğer milletvekilleri; acaba cebimizden para çıkmadan
yapıldığı söylenen hastanelerin ve diğer projelerin
bize, çocuklarımıza ve hatta torunlarımıza maliyeti nedir?
Bakın, torunlarımıza diyorum çünkü tek bir neslin bu hançeri
vatanımızdan çıkarması maalesef mümkün olmayacak.
Teslimiyet noktasına kadar gelen bu imtiyazların Osmanlı
Devletinin ipini çeken kapitülasyonlardan hiçbir farkı yok.
Hatırlatmak isterim, kapitülasyon
ayrıcalık veya imtiyaz anlamına gelse de aslında teslim
olmak anlamına gelir ve Osmanlı Devletinin
yıkılmasında en büyük paya bu olay sahiptir. Teslimiyet
politikası, ne yazık ki bugünkü hayatımızın bir
parçası durumundadır. Torunlarımızın bile
geleceğini ipotek ettiren AKP Hükûmeti, hiçbir millî gaye gütmeksizin,
gelecek nesilleri dahi borçlandırmaktadır.
Eğer vatandaşlarımızın ve
ülkemizin menfaatlerini ön planda tutan bir Hükûmet tarafından yönetiliyor
olsaydık, bu Hükûmet, kendi başına, 427 milyon liraya
yapılabilecek bir hastane işini üstlenmesi için müteahhide tam 3
milyar 443 milyon lira ödenmesine, bunun yapılmasına müsaade etmezdi.
İşte, Osmanlı Devletini yıkan tablo da maalesef buydu.
Sevgili vatandaşlarım, bakın, AKP
Hükûmeti ne yapıyor biliyor musunuz, hani şu kamu-özel
ortaklığıyla yapılan şehir hastaneleri için? Önce,
araziyi devletten bedavaya veriyor; sonra, yatırım için gereken
parayı devletin bankalarından tahsil ettiriyor; sonra, bu
yapılan hastane için kazanç getirisini ise hazineden üstleniyor. Hastane
kampüslerinde her türlü ticari faaliyete -yani güvenlik, AVM, yemekhane- her
iş için ticari faaliyete maalesef izin veriyor.
Bu da yetmiyor, hasta garantisi de devletten. Yani,
eğer yeteri kadar o hastaneye hasta gelmezse, bu gelmeyen hasta kadar
parayı da devlet hazineden veriyor.
Bu da yetmiyor; sağlık
çalışanlarını devletten sağlıyor.
Bunlar yeter mi diyorsunuz? Maalesef yetmiyor;
bunlara ek olarak, yirmi beş yıl boyunca yüksek miktarda kirayı
da devlet sağlıyor. İşte, sonuçta, 3 liraya
yapabileceği bir hastane için bu müteahhitlere maalesef 25 lira veriyor.
Şimdi, bu, hak mıdır, hukuk mudur?
Ben buradan sayın AKP Hükûmetine soruyorum, sayın AKP
milletvekillerine soruyorum saygıdeğer vatandaşlarım.
Cebimizden para çıkmıyor. derlerken
haklılar; bu para beylerin cebinden çıkmıyor, siz
saygıdeğer vatandaşlarımızın cebinden
çıkıyor maalesef.
Bakın, bir örnek daha vereyim: Bu rakamlara ve
o verdiğim değerlere eğer itiraz edebiliyorsanız,
saygıdeğer AKP milletvekilleri, Saygıdeğer Sağlık
Bakanı, Saygıdeğer Başbakan; çıkın burada
söyleyin. Örnek mi vereyim? Ankara Etlik Sağlık Kampüsü, bunun
maliyeti 1 milyar 97 milyon lira ama AKP Hükûmeti böyle yapmıyor. Ne
yapıyor biliyor musunuz? Bu müteahhitlere, biraz önce
saydığım imtiyazların hepsini onlara veriyor ve sonuçta
projenin devlete yani Türk milletine maliyeti ne kadar biliyor musunuz?
Ankaradaki bir hastane için tam 6 milyar 900 milyon lira. Peki, sevgili
vatandaşlarım, bir hastaneden ülkemizin yaptığı zarar
ne kadar biliyor musunuz? 5 milyar 800 milyon lira yani eski parayla 5
katrilyon. Peki, ben şimdi size soruyorum: Hani memura, emekliye,
çiftçimize, esnafa para yok diyorlar ya, şimdi, temmuz ayında yüzde 3
zam verecekler ya size, peki hani para yoktu? Peki, bir hastane için bu 5
katrilyon paranın hesabını kim verecek? Maalesef, hesabı
gelince sorulacak.
Peki, gelelim bir diğer, başka projeye,
şu üçüncü köprü. Hani şu Yavuz Sultan Selim isimli üçüncü köprü var
ya, maalesef ecdadımızın hatıralarını kullanarak
bu tür işlerde de bu isimleri kullanıyorlar. Ama biliyorsunuz, bu AKP
Hükûmeti, Osmanlı Devletinin sarayında yani Dolmabahçe
Sarayında bu teröristlere hangi tavizler verildi, bunlarla ne
pazarlıklar yapıldı, kayıt altına maalesef geçti.
Şimdi, üçüncü köprüye bakalım, hani otomobiller 3 dolar, kamyonlar 15
dolar diyorlar ya. Yabancı ortaklı bir girişim tarafından
yapılan bu işletme için tam on yıl iki ay yirmi gün bu küresel
sermaye burayı işletecek, daha sonra devlete verecek. Peki, toplam 3
milyara mal olacak bu köprü için şimdi devletimiz neler verecek, bir
onlara bakalım. Mesela Hazine geçiş garantisi, günlük 135 bin araç
getirisi için Hazine garanti veriyor. Maliyeti ne kadar biliyor musunuz bize,
yıllık olarak 435 milyon TL yani sen bu köprüyü yap, ben senin zarar
etmene engel olurum diyor.
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) Yapılmasın
mı Sayın Vekilim?
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) Şimdi,
hocam diyor ki: Yapılmasın mı? Yapılsın efendim.
Bak, şimdi, 92 kilometre yoldan ve köprüden tek
bir araç geçmese bile on yıl boyunca devlet KDV hariç tam 1 milyar 900
milyon TL ödüyor.
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) Bugün yok mu?
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) - Yani, Hükûmet
kendisi yapsa 3 milyar dolara mal olacak bir köprü için bu müteahhide kaba bir
hesapla ne kadar veriyor biliyor musunuz? Tam 15 milyar TL yani 15 katrilyon.
Yazık değil mi, günah değil mi? Tabii ki yapalım
bunları ama hak ettiği parayla yapalım, eğer paramız
yoksa hak ettiği kadar bu müteahhitlere verelim. Yani, 3 milyar dolara mal
olacak bir yer için 15 katrilyon parayı devletten vermeyelim, az
kazansınlar. Peki, o para kimden çıkacak?
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) Bugünkü ekonominin
kaybı ne?
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) - Sayın
Milletvekilim, maalesef, senden çıkmıyor bu para. Kimden
çıkıyor biliyor musunuz? İşte o gariban milletimden
çıkıyor. O millete, memura, esnafa vermediğin para işte
buradan çıkıyor. Yani, resmen bir ballı lokma.
Peki, Sayın Hocam, bunu nereden
anlıyorsun? Gel şunu bir uluslararası olarak
değerlendirelim.
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) Yanlış
değerlendiriyorsunuz.
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) - Üçüncü
köprünün müteahhidi on yıl hiç çalışmasa ne kadar kâr ediyor
biliyor musunuz? Tam yüzde 73. Peki, uzun vadeli yatırımlarda
uluslararası alan ne yapıyor, mesela Amerika Birleşik
Devletlerinde neler yapılıyor? Bugün Amerika Birleşik
Devletlerinde on yıllık tahvillerin faizi bile ne kadar biliyor
musunuz? Yüzde 1,7. Peki, nerede 1,7, nerede AKP müteahhitlerinin
almış olduğu yüzde 73 oranında faizler? Bunu nasıl
izah edeceksiniz peki? Hani, faiz lobisini duyduk da bu faiz çetesini ilk defa
duyuyoruz maalesef.
Şimdi, bu 17 tane şehir hastanesinin
-belki Sağlık Komisyonu Başkanım bilir- maliyeti ne kadar
biliyor musunuz? 29,5 milyar. Peki, bunlar için devletin yani AKP Hükûmetinin
ödeyeceği para ne kadar? Tam 81 milyar TL. Yani, 100 koyup 274
alıyorsunuz ama bunlar dünyada diğer ülkelerde oluyor mu? Hayır
çünkü onlarda hukuk var ama maalesef, bizde hukuk yok. İşte, bu 29,5
milyara karşılık 81 milyar vermenin elbet bir hesabı ortaya
çıkacak.
Peki, bunlara bu krediler nereden veriliyor?
İşte, bu, bizim devletin bankalarından veriliyor. Hem de o kadar
düşük faizlerle veriliyor ki maalesef bunlar, bu gerçekler böyle.
Peki, bu müteahhitlerin borcu ne olacak ödemezlerse?
İşte, geçen gün yayımlandı. Sektör için, 3 tane proje için
Hangi projeler? İzmit Körfez Geçiş Köprüsü, Üçüncü Boğaz
Köprüsü, Avrasya Tüneli. Peki, borçları kim üstleniyor şu anda?
Maalesef devlet üstleniyor. Peki, ne kadar bunların parası?
Yaklaşık 25 milyar lira.
İşte, saygıdeğer
vatandaşlarım, elbet, milletin kaybından kazananlar, gün
gelecek, vicdanlarında ve mahkemelerde yargılanacaklar.
İşte o gün, bu yap-işlet-devret projelerinden kimler nasip
alıyor, hangi yöneticiler, hepsi ortaya çıkacak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) Ama,
bunların sorumlusu kim, biliyor musunuz? İşte, şu anda bu
ülkeyi yöneten AKP Hükûmeti. Gün gelecek, hepsinden, bu yöneticilerden ve bu
işleri yapanlardan hesap sorulacak.
Sevgi ve saygılarımla. (MHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) Geçenlerin hepsi Allah
razı olsun. diyordu.
BAŞKAN Önerinin aleyhinde ilk söz, Kütahya
Milletvekili Vural Kavuncuya aittir.
Buyurun Sayın Kavuncu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
VURAL KAVUNCU (Kütahya) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş
olduğu grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Efendim, sağlıkta değişim ve
dönüşüm, AK PARTİnin temel politikalarından bir tanesi. Recep
Tayyip Erdoğan vizyonunda, ülkemiz bu anlamda çok önemli bir
değişim ve dönüşümü yaşadı ve sağlık
politikalarımız da halk nezdinde büyük teveccüh gördü. Nereye
gitseniz, vatandaşlarımızın bu konudaki takdir ve
teşekkürlerini her zaman için birlikte siz de duyuyorsunuz. Bunun da
temelinde şu var: İnsan odaklı bir sağlık
politikamız var. Dedik ki: Acilden hastamız geri dönmesin,
hastanelerde rehin hastamız kalmasın, ameliyat olacak hasta yatacak
ise kapı kapı gezip muayenehanelerde para vermek zorunda
kalmasın. Hastanın evine doktor gönderelim, köyüne doktor gönderelim
ve hastanelerimizi vatandaşlarımızın nitelikli ve iyi
hizmet alacağı bir şekilde yeniden düzenleyelim dedik. Bu
anlamda son yıllarda önemli derecede hastanelerimizde de bir
değişim ve dönüşüm yaşandı. Bu niye önemliydi? Çünkü
biliyorsunuz, hastalarımız koğuşlarda yatıyordu.
Şu anda 1li, 2li odalarda, içinde tuvaleti, banyosu olan ve geniş
alanları olan, sadece oda hizmetleri değil, kapalı alan
açısından da son derece önemli gelişmeler yaşandı.
Yaklaşık 2002 yılında 1 hasta başına düşen
kapalı alan oranı 50 metrekare civarındayken bugün 150
metrekareye çıktı. Hedefimiz bunu yeni hastanelerle birlikte 200
metrekarenin üstüne çıkarmak. Neden önemli?
Bakın, yeni bir teknoloji koymaya
çalışıyorsunuz, yeni teknolojiler geliyor. Örneğin
ameliyathaneye MR isteniyor artık, bununla ilgili yapamıyorsunuz.
Hastaneye bir radyoterapi merkezi kuracaksınız, koyamıyorsunuz.
Yeni bilişim teknolojileri kuracaksınız, hastanenin
yapısı müsait değil. Hasta yakınları için uygun
ortamlar yok. O yüzden bu değişim ve dönüşüm önemliydi. O yüzden
2002 yılında Türkiye'de 1.150 olan toplam hastane sayısı
400 hastane ilavesiyle bugün 1.550lere çıktı. 10 bin kişiye
düşen hasta yatak oranlarına baktığımızda, 22den
aldık, bugün 28lerde. Biz bunu inşallah 31e kadar da
çıkaracağız, OECD ülkeleri seviyesine inşallah
getireceğiz.
Yatak sayılarımıza
baktığımızda, 2002 yılında Türkiye'de 150 bin
yatak vardı, bunun sadece 20 bini nitelikli yataktı, bunun da önemli
bölümü özel hastanelerdeydi. Bunun anlamı şu: Bir hasta hastaneye
gittiğinde hani Ben, 1li, 2li odada kalacağım. dediği
zaman araya imtiyazlı insanlar ancak koyarak veya yüksek bedeller ödeyerek
o odalarda kalabiliyordu. Şu anda bizim yatak sayımız
yaklaşık olarak 200 bini aştı ve bunun da
yarısından fazlası nitelikli yatak. On yıllık
kalkınma planımızda biz bunu 228 bine, 2023 hedeflerinde ise
tamamı nitelikli olmak üzere 261 bin yatağa inşallah
çıkarmış olacağız.
Şimdi, bunun anlamı şu: Bugün için
100 bin yatağın yenilenmesi, 50 bin yatağın da yeni ilave
edilmesi lazım. Bu noktada Hükûmetimiz bir politika belirliyor Ben bu 150
bin yatağı nasıl yapacağım? diye. Bunun bir
kısmı genel bütçe, bir kısmı ise kamu-özel
ortaklığı bünyesinde yapılacak hastanelerle belirleniyor.
Biraz evvel değerli konuşmacı
belirtti, şu anda devam eden toplam 29 adet kamu-özel
ortaklığı projesi var. Biz diyoruz ki: Bunun 41 bin
yatağını kamu-özel ortaklığıyla birlikte
yapacağız, bunun 26 bin tanesi yenilenme.
Ben, bu anlamda, özür dileyerek, bir yarım
dakikanızı da Kütahya için ayıracağım çünkü son derece
önemli. Kütahyada büyük tartışmalar var. Bir şehir hastanemiz
var, o da şehir hastaneleri kapsamında. Şu anda çok
tartışmayacağımız yasal birtakım sorunlar ve
diğer konularla ilişkili nedenlerden dolayı, doğru, gecikti
ama Kütahya şehir hastanemizle ilgili bir sorun yok; bunun ihalesi
tamamlandı, sözleşmesi imzalanmak üzere. Şu noktada Sayın
Bakanımızla birlikte sözleşmeye davet edildi. İnşallah
en kısa süre içerisinde Kütahyanın hak ettiği büyük
yatırımlardan birine kavuşmuş olacağız. Ama bu
noktada muhalefete şöyle bir sitemim var: Hani Karakolda doğruyu
söyler, mahkemede şaşar. hesabı, burada şehir
hastanelerine karşı olduklarını söyleyen muhalefet
Kütahyada her nedense bunu söylemiyor. Ben de diyorum ki: Kütahyaya gelin,
Biz Kütahyada şehir hastanesi istemiyoruz. diye orada da söyleyin.
Şimdi, kamu-özel ortaklığıyla
yapılan hastanelerde, şehir hastanelerinde farklı bir sistem
var. Öncelikle, sağlık hizmetlerine önem verecek ve yeterli
sağlık hizmeti üretecek şekilde yeni tasarımlar var,
yeşil hastane düzenleri var, deprem izolatörleri var, spor merkezleri ve
sosyal alanlar var, hasta yakınları için merkezler var ve yüksek
teknolojiyi beraberinde de getirme imkânı var. O yüzden, şehir
hastaneleri ülkemizde sağlık hizmetine yeni bir nitelik katacak, yeni
bir gelişme sağlayacak, yeni bir özellik sağlayacak nitelikte.
Peki, olayın finansman boyutuna gelelim. Biraz
evvel gene değerli konuşmacı bazı bilgiler verdi. Gerçi
verdiğiniz yazılı önergeye göre bazı ufak farklar var, çok
önemli değil, onlar dil sürçmeleri. Bilkent diye vermişsiniz,
Etlik diye anlattınız;
Kamu zararı 5.900. dediniz, verdiğiniz önergede 4.900 diyor.
Bunlara takılmıyorum, bunlar önemli değil, işin
esasına gelelim. Çok önemli bir kritik noktayı
vatandaşlarımıza aktarmakta eksik bıraktınız, o
da şu: Düz mantıkla Şu kadar liraya mal oluyor, siz yirmi
beş senedir bu kadar para ödüyorsunuz; aradaki külliyen zarar.
diyorsunuz. Şimdi, bunu böyle hesaplamak doğru değil çünkü biz
hastaneyi çıplak hastane olarak almıyoruz; biz bu hastaneyi üç senede
klasik yöntemle imal ettiğimiz, inşa ettiğimiz üç yıl
içinde de ödemiyoruz, yirmi beş sene içinde ödüyoruz. Üç sene içinde
ödenen parayla yirmi beş sene içinde ödenen bir paranın bir kredi
maliyeti vardır. Bir kere, kredi maliyetini üzerine koyacaksınız.
İkincisi, biz bu hastaneyle birlikte sadece hastaneyi değil, içindeki
cihazı, teçhizatı ve sabit yatırım giderleri içerisindeki
bütün tıbbi donanımı da alıyoruz. Yetmiyor, biz bu
hastanelere, 6 tane değişik kalem zorunlu hizmet var, onları da
birlikte alıyoruz. Yani, sadece boş bina almıyoruz. Bakın,
bunlardan biz bina ve arazi hizmetlerini alıyoruz. Binanın
çatısı mı aktı, binanın boyası mı bozuldu,
asansörü mü bozuldu, bütün altyapısı mı bozuldu, bütün
bunları yapmak ve bunları tamir etmek, bunları tekrar onarmak
alıcı firmanın görevi.
Çok önemli başka bir kalem var, olağanüstü
bakım ve onarım hizmetleri var. Burada, her binanın içerisindeki
donanımın bir ömrü var -kimisi beş sene, kimi on sene, kimi
yirmi sene- bunlar yenileniyor. Yani, yirmi beş yıl sonunda hastane
birkaç defa yenilenmiş olacak. Bunun yüzde 30a yakın
yaklaşık bir gider maliyeti var, bunlardan söz etmiyorsunuz.
Altyapı hizmetleri var, elektriği, gazı, yakıtı, suyu
getiren hizmetlerin bakımı, gideri var; hastanenin donanımı
var, masası, sandalyesi, bunların eskidiği takdirde yenilenmesi
var; bahçe hizmetleri var ve diğer tıbbi hizmetler var. Bu
hizmetlerin yürütülmesi için gerekli personel donanımı da
bunların içerisinde.
Yani, diyorsunuz ki bir ev alacağız
Şimdi, 2 milyar lira örneğinden çıkalım, 200 bin lirayla
simule edelim. Vatandaş 200 bin liralık bir ev alacak. Diyorsunuz ki:
200 bin liralık eve siz 500 bin lira, 1 trilyon lira bir para
veriyorsunuz, niye bunu veriyorsunuz? Bir: Bu evi yirmi beş yılda
alıyor vatandaş. İki: İçindeki mefruşatı,
donanımı, her türlü hizmeti alıyor. Üç: Eve temizlikçi geliyor,
evde güvenlikçi var, evin otoparkçısının parasını
veriyorsunuz, evin bütün haberleşme hizmetlerini size ev sahibi ödüyor
yani bütün hizmetler dâhil olmak üzere deniyor. Eğer sabit gider üstüne
bunu koyarsanız bu ekonomik sistemi gelin birlikte konuşalım
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Hiç
uymadı.
VURAL KAVUNCU (Devamla) -
Bakanla birlikte bunlara
bakalım. Hatta, yetmiyor 13 kalem de yeni hizmet alıyoruz. Bunun
içinde laboratuvar hizmetleri var, temizlik var, ilaçlama var, bilgi işlem
var, çamaşır hizmetleri var, yemek hizmetleri var yani burada sadece
olayı çıplak bir bina olarak görmek son derece yanlış ve
hatalıdır. Bunun içerisindeki bu hizmetleri de görmek lazım.
Son olarak bu yüzde 70 doluluk ve beraberinde
garanti para ve alıcıya zarar ettirmeden sanki doğrudan
veriyormuş gibi konuda da bir hata var. Hata şu: Hastanelerimizde
yüzde 70 doluluk değil yani hasta yataklarında değil bu hadise.
Hasta yatakları ne olursa olsun biz daha fazla para ödemeyeceğiz yatırımcıya.
Burada sadece ek hizmetler var, laboratuvar hizmetleri, röntgen hizmetleri.
Yüzde 70 garanti para sadece ve sadece ek hizmetler için geçerlidir, hastanenin
temel tesisatı için geçerli değildir hocam.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Tamam, aynı
şeyi söylüyoruz biz de, yüzde 70.
VURAL KAVUNCU (Devamla) - Bu ek hizmetlerle
ilişkili olarak da şunu söylüyorum: Bunlar
hesaplanmıştır, ince hesapları içerisinde yüzde 70i geçen
oranlarda devlet lehine olmak üzere birtakım kâr artışları
devlete verilmiştir. Bunun dışında yüzde 70in altında
kalacak pek hizmet olacağını da düşünmüyoruz.
Açıkçası, kamu özel
ortaklığıyla birlikte ülkemizin önünü açacak pek çok mega proje
konusunda gelin sizlerle birlikte destek verelim. Bu millet bu hizmetlere
layık. Güzel hizmetler, güzel yarınlar için birlikte hareket edelim
diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Kavuncu.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Yurdakul
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Teşekkür
ederiz konuşmacıya.
Konuşmacı konuşması
esnasında Muhalefet karakolda yalan söyler. diye bir sataşmada
bulundu. Ayrıca Vermiş olduğu rakamlar doğru değil,
eksik bıraktı, rakamları yanlış verdi. gibi ifadeler
kullandı.
BAŞKAN Buyurun iki dakika süre veriyorum.
Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Yok
sataşma değil.
BAŞKAN Bir güzelleme yapalım böyle
karşılıklı, sataşma değil de.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakulun,
Kütahya Milletvekili Vural Kavuncunun MHP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında
şahsına ve Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Yani
eleştiriler zaten şey konumunda, hakaret, şey içermedi.
Çok teşekkür ederim konuşmanız için.
Yalnız Sayın Vural Bey, birkaç yerde yanlış ifadelerde
bulundunuz çünkü bakın, ben devletin resmî rakamını veriyorum.
Etlik Entegre Sağlık Kampüsü 1 milyar 105 milyon. Yirmi beş
yıl içerisinde ödenecek para 6 milyar. Devletin, bizim cebimizden
çıkan para 5 milyar yani 5 katrilyon. Peki, Hocam bunu yapmayalım
mı, bunları uygulamayalım mı? Tabii ki uygulayalım.
Peki, ne yapalım? Bunlar başka yerde uygulanmış mı bir
bakalım. Nerede uygulanmış mesela bu? İngilterede
uygulanmış. Kamu-özel ortaklığıyla, aynı,
devletin parası olmadığı için. Peki, ne olmuş
İngilterede uygulandığı zaman? Bu kamu-özel ortaklığıyla
yapılan hastanelerin yarısından çoğu
satılmış. Kimler almış? ABD başta olmak üzere, küresel
sermaye almış. Geriye kalanlarda ne olmuş? Hastanelere zarar
etmemek için kâr olmayan bölümleri, yoğun bakım başta olmak
üzere, kapatmış. İşte, dolayısıyla bu
araştırmaları yapmak zorundasınız, bunun için
Başbakanı uyarmak zorundasınız Sayın Vural Bey.
Efendim, peki, kendi paramızla yapsak ne
olur? Bakın, 81 milyar lirayla neler yapılabilir, iki tane örnek
vereyim: Bir, İzmit Körfezinden, o geçişten tam 4 tane, üçüncü
havalimanından 2 tane. Hocam, sağlıktan örnek ver. Erzurum
1.200 yataklı iç donanımı tamamıyla yapılmış
hastaneden 81 ilimize, hepsine birer tane hastane yapılır. Bunu niye
söylemiyorsunuz peki? Bakın, burada iş kötüye gidiyor. Peki, siz
muhalefetsiniz hep yalan söylüyorsunuz, hep yanlış söylüyorsunuz.
Peki, Kalkınma Bakanınız ne dedi size, çıkın, burada
vatandaş önünde izah edin. Kalkınma Bakanınız, dedi ki,
kötü yola gidiyorsunuz, bu parayı ödeyemeyiz,
çocuklarımızın, torunlarımızın vebalini
alıyoruz, dikkatli davranın dedi. İşte bunu müteahhitler
ödeyemiyor Sayın Vural Bey. Kim ödeyecek biliyor musunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla)
İşte, Hazine geçen gün açıkladı, diyor ki, 3 proje yani
yaklaşık 25 milyar lira parayı eğer bunlar ödeyemezse
Hazine garantisi olarak ben veriyorum diyor. Niye vereyim müteahhidin
parasını? Müteahhidin yalısı, katı var, evleri var,
çocukları yurt dışında okuyor. Onlara bu parayı
ödemeyeceksiniz. Eğer öderseniz vebal altında kalırsınız.
Bunları söylüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Yurdakul.
(MHP sıralarından alkışlar)
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- MHP Grubunun, Antalya Milletvekili Ahmet Selim
Yurdakul ve arkadaşları tarafından, sağlık
sektöründeki kamu-özel ortaklığı projelerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla 7/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN Şimdi önerinin lehinde ikinci
söz, Antalya Milletvekili Mustafa Akaydına aittir.
Buyurun Sayın Akaydın.
MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) Sayın Başkan,
çok değerli milletvekilleri, bizi ekranları başında izleyen
çok değerli vatandaşlarım; yüksek müsaadelerinizle öncelikle
söze başlarken ben de biraz bölgecilik yapacağım. Üç gündür
Antalyanın Kumluca ilçesinde ve Adrasan beldesinde yaşanan orman
yangınından dolayı bölge halkına,
vatandaşlarımıza sabırlar diliyorum ve devletimizin
acılarını bir an önce sarmasını, tamir etmesini
diliyorum.
Değerli arkadaşlar, yıllardır
konuştuğum gibi, özellikle bütünşehir kanununun
yangınların önlenmesinde ve bir an önce söndürülmesinde çok büyük
zafiyetler yaratacağını ısrarla söylemiştik ve bunu
Antalyadaki son iki buçuk yıl içindeki bütün yangınlarda gördük.
İki gün önce de Antalyada Sabaha karşı kontrol altına
alındı. denilen orman yangınının hâlâ devam
ettiğini gördük ve rüzgârın birazcık artmasıyla da ikinci
bir yangına sebep oldu ve onlarca ailenin de evleri yandı.
Büyükşehir Belediyesi bu yasanın yarattığı
zafiyetlerden ötürü vatandaşın evine ve serasına
koşamadı, ormanda sadece orman yangınıyla
uğraştı. Değerli milletvekili arkadaşlarım bunun
da burada not olarak geçmesini istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
1970li yıllarda dünya kapitalizmi, sıkıştı, finansman
bulamadı ve dünyada yeni finansman modelleri yaratmaya çalışırken
hepinizin bildiği gibi, 1980li yıllarda yeni bir rüzgâr esti. Bu
rüzgâr neoliberalizm rüzgârı ve Türkiyede de
karşılığını biraz kan ve gözyaşı... 12
Eylül askerî darbesi ile biraz da Turgut Özal kanunlarıyla beraber bir
rüzgâr esti Türkiyede. Bu rüzgâr kârın maksimize edilmesi
rüzgârıydı ve bu rüzgârın sonunda Türkiyede, Türkiye
Cumhuriyetinin yarattığı birçok kârlı kurum, önce
itibarsızlaştırılarak, zarara sokularak yok edildi, KİTler
satıldı, bir kısmı el değiştirdi ve yeni bir
felsefe, yeni bir kültür hâkim olmaya başladı. Bu özelleşme
rüzgârının sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara
geldikten sonra, hepinizin bildiği gibi, 3359 sayılı
Sağlıkta Dönüşüm Yasası
2005 yılında çıkarıldı. Biz, o zaman Türk
tabipleri olarak, Türk sağlık çalışanları olarak, her
yerde, bunun koruyucu hekimliğe büyük bir darbe indireceğini,
sağlık harcamalarını olağanüstü boyutta
artıracağını, çok ciddi sağlık sorunları yaratacağını
dile getirdik. Benden önceki hatip arkadaşım çok pembe gözlüklü
bakışlar sergiledi sağlık sektörüyle ilgili ama o zamanlar
sayıları 10 bine yaklaşan, sağlık sosyalizasyonunun
verimli ürünü olan sağlık ocakları kapatıldı ve bir de
aile hekimliği müessesesi yaratıldı. Türkiyede koruyucu
hekimlik adına -devletin şu anki resmî rakamlarıyla-
vatandaş başına yapılan yatırım harcaması
yılda 20 Türk lirasıdır değerli arkadaşlar, 20 Türk
lirası. Devletin rakamlarıyla konuşuyorum. Şimdi, bunun
sonucunda ne oldu? Özelleştirme rüzgârları biraz daha güçlü esmeye
başladı ve 2013 yılında 6428 sayılı Kamu Özel
Ortaklığı Yasası diye bir yasa bu Meclisten
çıkarıldı. Bu yasanın ilk uygulaması olarak da Yozgat
Devlet Hastanesi yatırımı 2013 yılında
başlatıldı.
Şimdi, değerli milletvekili
arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyetinin gündeminde kamu-özel ortaklığı
programında 34 tane hastane var. Bu 34 tane hastanenin, bildiğim
kadarıyla, 8 tanesinin ihaleleri tamamlandı. Mersin ve Yozgat
yatırımlarının bu sene içinde açılışı
yapılacak.
Değerli arkadaşlar, kamu-özel
ortaklığı veya yap-işlet-devret modeli her neyse -ben buna
kira öde ortaklığı da diyorum kamu özel
ortaklığına- dünyanın birçok ülkesinde özellikle 1980li
yıllardan itibaren kullanılmaya başladı, bunu inkâr edecek
değiliz ama bunun en son kullanılacağı iki tane sektör
vardır, o da sağlık ve eğitim sektörüdür değerli
milletvekilleri. Çünkü, sağlık ve eğitim birinci derecede devlet
kurumudur, özelleştirme riskine bırakılamaz,
vatandaşın cebine bu konuda el atılamaz. Çünkü, herkese
aynı kalitede ve eşit sağlık hizmeti vermek bugün dünyada
birçok devletin ve Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasında yer
almış olan çok önemli kamu görevlerinden biridir.
Değerli arkadaşlarım, bu
özelleştirme modeline dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye
Cumhuriyetinde Türk Tabipleri Birliği ve sivil toplum
kuruluşları çok akılcı gerekçelerle karşı
çıktılar. Şimdi, bunu ısrarla uygulayan bir ülke var,
İngiltere. Zaten, neoliberalizmin de en birinci
uygulayıcılarından biriydi rahmetli Thatcherla birlikte.
Değerli arkadaşlar, İngiltere 2007 yılı
sonrasında bu konuda ciddi sıkıntılar yaşadı.
İngilterede 8 tane hastane battı, İngilterede yüzlerce
sağlık çalışanı, hemşire, doktor işsiz
kaldı. Bugün kamu-özel ortaklığının İngiltereye
vereceği yakın dönem zararın 15-20 milyar sterlin
olduğundan bahsediliyor İngilterede. Bunları bilesiniz diye
söylüyorum.
Özetle bu sistem, gerçekten -adına imtiyaz
diyelim, adına kapitülasyon sistemi diyelim- sizin çok övündüğünüz
Osmanlıyı batıran bir sistemdir ve Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra sizin yerden yere vurduğunuz Mustafa Kemal Atatürkün
hiçbir şekilde denemediği bir sistemdir. Yani, aklın yolu bir.
Bunu yeniden yaratmaya gerek yok, Osmanlıyı batıran zihniyet.
Eğer bugün bunun arkasında ısrarla durursanız Türkiye
Cumhuriyetini de batıracaktır değerli milletvekilleri.
Osmanlıyı diriltmek için, kurtarmak için yüz binlerce şehit
verdik. Bunun sonunun da, bu gidişatın sonunun da Türkiye için iyi
olmayacağını söylemek istiyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
bakınız, biraz önce benden iki önceki hatip de değindi.
Örneğin, Kayseri, sabit yatırım bedeli 427 milyon lira,
yıllık kira bedeli 137 milyon lira. Değerli arkadaşlar, üç
buçuk yıl sonra bu sistem kendini finanse ediyor. Böyle güzel mama nerede
görülmüş? Ben size söyleyeyim, bugün özel sektör yedi sekiz yılda
amorti edeceği her türlü yatırıma balıklama girer ama
Kayseri Devlet Hastanesinin sadece kâğıt üstünde gözüken amortisman
süresi üç buçuk yıl. Ankara Etlik örneği verildi. Dünyanın en
büyük sağlık projesi denilen, henüz realize olmamış Bilkent
örneği verildi. Arkadaşlar, Bilkentteki yatırım dört
yıl sonra kendini finanse ediyor, ondan sonrası 25inci yıla
kadar müteahhide kâr olarak kalıyor. Elâzığdaki
yatırım, yıllık kira bedeli 94 milyon lira, sabit yatırım
bedeli 218 milyon lira. El insaf! İki yılda kendini finanse ediyor.
Manisadaki yatırım, sabit yatırım bedeli 123 milyon lira,
yıllık kira bedeli 64 milyon lira. El insaf! İki yılda
kendini finanse ediyor.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
konunun bunun ötesinde birçok belirsiz ve
cevaplandırılmamış yönü var. Türk Tabipler Birliğinin
ısrarla sormasına rağmen, Bunlar gizli bilgilerdir, devlet
bilgileridir veremeyiz. demeler var. Acaba, bu mevcut eski hastanelerin
arazileri ne olacak? Bu arazilerin yükleniciyle olan ilişkisi nasıl belirlenecek?
Ben size açık söyleyeyim, bu hastanelerin hepsinin yeri kent merkezlerinde
ve ranta kurban edilecek, yerlerinde AVM yapılacak ve müteahhitler buradan
ayrıca bir rant sağlayacaklar. Şimdiden söylüyorum, yarın
bir gün bu gerçekleştiği zaman inşallah bu kürsüden gene
bunları sizlere söyleriz.
Arkadaşlar, şimdi benden önceki hatip
söyledi, İşte bu müteahhitlerin yükleneceği çok başka
sorumluluklar falan da var. diye. Bunları geçelim. Ben yıllarca
hastaneler kurmuş, hastaneler işletmiş bir sağlık
yöneticisiyim. Hastanelerin en büyük kârlarından birisi otoparklardır
arkadaşlar, hastanelerin en büyük kârlarından birisi kantinlerdir,
alışveriş merkezleridir. Buradan müteahhidin götüreceği
kârlar, çok açık söylüyorum, hastanenin belki binasından
götüreceği kârların çok daha üstündedir diye düşünüyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
bugün, hastaneler de batık durumda, üniversite hastaneleri özellikle
batık durumda. Bu konuda bir araştırma önergesi Meclisin
gündeminde. Akdeniz Üniversitesi Hastanesinin döner sermayesi 205 milyon lira
borçlu. Birçok üniversite hastanesi bu boyutta borçlu. Yani şunu söylemek
istiyorum: Aynen Türkiye Cumhuriyetinin kurduğu fabrikalar, kurduğu
hastaneler, işletmeler gibi, kötüleyip,
itibarsızlaştırıp satışa koyduğunuz yerler
gibi yakında üniversite hastanelerini de batırıp sonunda bu
müteahhitlerin ve özel sektörün eline sağlık sistemini muhtaç hâle
getireceksiniz. Ben size başka bir şey daha söyleyeyim: Yarın bu
hastaneler batak durumuna düşerse bu borçları kim ödeyecek? Bu
hastanelerin ortaklığının büyük çoğunda yabancı
sermayenin payı var. Bakın, bugün bu hastanelerin ihaleleriyle ilgili
onlarca, yüzlerce dosya var, bu ihalelerin yolsuzluklarıyla ilgili
dosyalar var. Ben başka bir şey daha söyleyeyim, bu ihalelerin
bedellerini bu kadar yüksek tutan paralar yarın öbür gün havuz
medyasının kasasına girecektir ve çok örtülü ödenek olarak
bazılarının cebine girecektir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Milliyetçi Hareket Partisi grup
önerisi aleyhinde ikinci ve son konuşmacı Tokat Milletvekili Celil
Göçerdir.
Sayın Göçer
Evet, sayın milletvekilleri, böylece Milliyetçi
Hareket Partisi grup önerisi üzerindeki konuşmalar
tamamlanmıştır.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum
LEVENT GÖK (Ankara) Karar yeter sayısı
istiyoruz efendim.
BAŞKAN Karar yeter sayısı
arayacağım.
Öneriyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter
sayısı yoktur.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.07
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Elif Doğan TÜRKMEN
(Adana)
-------0------
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 107nci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinin
oylanmasında karar yeter sayısı bulanamamıştı.
Şimdi, öneriyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Öneriyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul
edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç
Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
2.- HDP Grubunun, Siirt Milletvekili Kadri
Yıldırım ve arkadaşları tarafından, kamu
emekçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerinin korunması ve güvence altına
alınması için neler yapılması gerektiğinin
belirlenmesi amacıyla 20/6/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
27/06/2016
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 27/06/2016 Pazartesi
günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti
grupları arasında oy birliği sağlanamadığından
grubumuzun aşağıdaki önerisini İç Tüzükün 19uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Çağlar
Demirel
Diyarbakır
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
20 Haziran 2016 tarihinde, Siirt Milletvekili
Sayın Kadri Yıldırım ve arkadaşları
tarafından verilen (2294 sıra numaralı), kamu emekçilerinin
sendikal hak ve özgürlüklerinin korunması ve güvence altına
alınması için neler yapılması gerektiğinin
belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis
araştırma önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere,
bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 27/06/2016 Pazartesi günlü
birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı
tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Evet, Halkların Demokratik
Partisi Grubu önerisi lehinde ilk söz Van Milletvekili Lezgin Botana aittir.
Buyurun Sayın Botan. (HDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
LEZGİN BOTAN (Van) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sözlerime geçmeden önce,
malum her sene Türkiyede yaz aylarında orman yangınları olur.
Bütün bu orman yangınları tedbirsizlik veya hangi sebepten olursa
olsun gerçekten ciğerlerimizi yakıyor, ülkenin neresinde olursa olsun
hepimizin canını acıtıyor. Ancak, burada ülkenin
batısında olan yangınlara Hükûmetin göstermiş olduğu
hassasiyetin aynısını, Şırnak, Siirt ve
Diyarbakır Licedeki orman yangınlarına göstermemiş
olmasını burada huzurlarınızda kınamak istiyorum ve
kınıyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarımız, malum, şu an Millî Eğitim Komisyonu
yeniden millî eğitimin yapılandırılmasına ilişkin
104 maddelik bir çalışma yürütüyor ancak burada da tekrar şunu
görüyoruz: On dört yıllık AKP iktidarı eğitimi o hâle
getirmiş ki hani deyim yerindeyse, amiyane bir tabirle arapsaçına
dönüştürmüş. Her bakana göre eğitim politikası
değişiyor, her müsteşara göre eğitim politikası
değişiyor. On dört yılda normalleştirilememiş veya var
olanı da anormalleştiren bir politik anlayış bugün tekrar
antidemokratik bir şekilde yasayı önümüze getirmiş bulunmakta.
Şimdi, hepinizin malumu, kamu
çalışanlarının alanında değişik sendikalar
var. Mevcut Hükûmetin tutumu yandaş sendikalara farklı bir hukuk ama
Türkiye'nin aydınlık yüzünü temsil eden, Türkiye'nin demokratik
geleceğini temsil eden, bilimsel, demokratik, laik, ana dilde
eğitimin temsilcisi olan; yine, sağlıkta sağlık
hakkının, demokratik temelde kamusal nitelikli sağlık
hakkının sağlanması konusunda KESKin üyelerine âdeta bir
düşman hukuku uygulanmakta, sudan bahanelerle KESKin üyeleri
soruşturmalara uğramakta, kıdem durdurması ve benzeri
birtakım haksızlıklara uğramaktadır. Burada ben birkaç
tane örnek vermek istiyorum: Sadece, hani Cumhurbaşkanının
kaymakamları topladığı bir toplantıda Artık
mevzuatı bir kenara koyun
birtakım saiklerle
Tabii bunu önerirken
aslında bütün alanlarda artık, sorumsuzluk veya cezasızlık
Topluma karşı Hükûmetin aslında yükümlülüklerini
taşıması gerektiği bir noktada Yasaları bir tarafa
koyun, kafanıza göre, nasıl istiyorsanız, AKP gibi
düşünmeyen, AKP gibi bakmayan, AKP gibi anlatmayan, AKPnin diliyle
konuşmayan herkesi sindirebilirsiniz, bir bahaneyle onları
soruşturmalara tabi tutabilirsiniz, onların özlük, ekonomik,
demokratik haklarıyla istediğiniz gibi oynayabilirsiniz.
denilmektedir. Çünkü siz, yasayı tanımadığınız
zaman, Anayasayı bir tarafa koyduğunuz zaman, mevzuatı bir
tarafa koyduğunuz zaman ne yapacaksınız? Kişisel
duygularla, kişisel kinlerle, kişisel hesaplarla hareket edeceksiniz.
Sizin gibi düşünmeyen, bakmayan, sizin gibi konuşmayan, sizin gibi
kendisini ifade etmeyen, sosyal, kültürel, ekonomik, felsefik, cinsel
aidiyetleri farklı olanları ne yapacaksınız? O zaman,
onlara, bir şekilde, eğer yasa yoksa, koruyucu yasa yoksa, hukuku bir
tarafa koyarsanız, kendi menfaatinize göre davranacaksınız.
Dolayısıyla, böyle antidemokratik
yasalarla bugüne kadar askerî darbe dönemlerinde bile
karşılaşılmamış bir yaklaşım söz
konusu, ciddi bir baskı söz konusu yani, Sultan Abdülhamit dönemini belki
10 kat aratan şu an ciddi bir istibdat dönemini yaşıyoruz.
Özellikle kamu çalışanlarına, farklı sendikalarda örgütlü
olan kamu çalışanlarına yönelik çok ciddi bir mobbing
uygulaması var. Hani, AKPnin daha önce çok şikâyet ettiği ve
bizim de o zaman desteklediğimiz başörtüsü meselesi konusunda,
işte o dönem mağduriyetlerden söz edenler, mahalle
baskısından söz edenler, bunun mağduriyetini
yaşayanların gerçekten bugün benzeri mahalle baskısını
10 kat artırmalarını anlamak mümkün değil, akılla izah
etmek mümkün değil.
Şimdi, burada, bakın, KESKin üyeleri
Sadece Ankarada DAİŞin saldırısı sonucunda 104
emekçiyi yitirdik, 104 kardeşimizi, canımızı yitirdik.
Ankaranın merkezinde DAİŞ geldi orada bir katliam gerçekleştirdi
göz göre göre. Şimdi, buna tepki gösteren kamu çalışanlarından
neredeyse 16 bin-17 bin kişi bunlardan dolayı soruşturmalık
oldu. Yahu, bir terörist örgüt geliyor, Ankaranın kalbinde 104
barış elçisini öldürüyor, 500ünü yaralıyor ve buna tepki
gösteren kamu çalışanlarını neredeyse onlar suçluymuş
gibi soruşturmalara tabi tutuyorsunuz. Bu toplumda savaş
olmasın, çatışmalar olmasın, kamu kaynakları heba
edilmesin, ahlaki çöküntü olmasın, ahlaki çözülme olmasın diye,
sırf bunun için demokratik tepkisini gösteren sendikaların üyelerine
korkunç bir şekilde baskı uygulanıyor ve soruşturmalara,
sürgünlere maruz kalıyorlar. Şu an elimdeki listeye göre KESKin
üyelerinden 82si sürgün, kademe ilerlemesi durdurulması verilen 23
kişi, ceza davaları soruşturmaları 102 kişi,
akademisyenlere yönelik kadroların iadesi uygulaması yani işten
çıkarma 12 kişi, aylıktan kesme ve idari para cezaları 16
kişi, işten çıkarma 50 kişi. Yani kısacası,
nereden bakarsanız bakın, şu an 17 bin kişi bu tür
soruşturmalarla yüz yüze kalmış. Sebebi nedir peki? Gerekçesi
nedir? İşte, grev hakkını kullanmış, savaş
olmasın, ülkenin kaynakları çarçur edilmesin demiş, yapılan
yolsuzluklara, hırsızlıklara, yapılan zulümlere,
yapılan birtakım hukuk dışı uygulamalara karşı
çıktıkları için; DAİŞin yaptığı
saldırılara, Diyarbakırdaki katliamdan tutun, Suruçtaki
katliamdan tutun, Reyhanlıdaki katliamdan tutun, Cilvegözündeki
katliamdan tutun, İstanbul, Niğdedeki DAİŞ
katliamlarından tutun ta Ankarada zirveleştirilen katliamlara kadar
tepki gösterdikleri için. Şimdi bunun mantığı var
mıdır? Kamu çalışanları demokratik haklarını
kullanacak, grev hakkını kullanacak, savaşa,
çatışmaya, yolsuzluğa, orman yangınlarına,
yakılan yıkılan şehirler, yüz binlerce çocuğun
eğitimden koparılmasına kadar, bütün bu vakalara karşı
demokratik tepkisini gösterecek ama birileri bunu hazmedemeyecek ve tutup bu
konuda soruşturmalar yapacak. Bakın,
Başbakanlığın bir ara yayımladığı bir
genelge vardı, ona göre hiçbir kamu çalışanı basın
açıklaması yapamayacak, efendim şunu yapamayacak, bunu
yapamayacak... Bunlar ancak askerî dönemlerde olabilecek kısa vadeli
şeylerdir. Yani gerçekten darbe dönemlerinde bile bu kadar baskı, bu
kadar zulüm, bu kadar haksızlık, bu kadar demokratik hakları
budayan, anayasal hakları budayan, grev hakkını, sendikal
hakları bu kadar örseleyen hiçbir dönem yaşanmamıştır.
Fakat görüyoruz sırf bundan dolayı KESKin üyeleri ve diğer
sendikaları, KAMU-SENe üye olan birçok personel de benzer şekilde
şu an baskıya uğruyor. İş yerlerinde kimse
konuşamıyor. Yine akıllara ziyan bir durum söz konusu. Sosyal
medyada görüşünü açıkladığı için şu an yüzlerce
kamu çalışanı ya görevden el çektirilmiş ya çeşitli
cezalarla yüz yüze kalmış.
Yine yüzlerce kamu çalışanı iş
yerlerinde birtakım değerlendirmeler, sendikal haklar, özlük,
ekonomik haklara yönelik, demokratik haklara yönelik değerlendirmeler
yaptığı için veya Hükûmeti eleştirdiği için aynı
şekilde benzer zulümlere, benzer uygulamalara maruz kalmış.
Gerçekten, ahlaki anlamda, Türkiye tarihinde jurnalciliği biliriz.
Özellikle Osmanlının son döneminde, Sultan Abdülhamitin döneminde,
Sait Paşanın o hezeyanlarını hepimiz biliriz. E,
şimdi aynı şekilde. Tutmuşsunuz, şu an
Başbakanlığa bağlı bir site oluşturmuşsunuz.
O siteye şikâyetler geliyor, eğer siz birini istemiyorsanız onun
hakkında bir şeyler söylersiniz ve Bakanlık bunu hemen
imzasız, kayıtsız dikkate alıyor ve söz konusu kamu
çalışanını alıyor, onun özlük haklarını,
onun demokratik haklarını elinden aldığı
yetmiyormuş gibi ya görevden atıyor ya haksız
soruşturmalara maruz bırakıyor. Bu, yüz kızartıcı
bir şeydir. Bu, toplumsal ahlakın, toplumsal çöküntünün gelmiş
olduğu noktayı göstermesi açısından ibret verici bir
şeydir. Jurnalcilik ayıp bir şeydir, utanç verici bir
şeydir. Belli bir kayda dayanmadan, belli nesnel birtakım
kanıtlara dayanmadan, sırf siz beni istemiyorsunuz, Gözünüzün
üzerinde kaşınız var. bahanesiyle tutup
Yani şu an kamu
çalışanları, bakın, yeni nesli yetiştiren
öğretmenleri veya kamu çalışanlarını bu kadar
kişiliksizleştiren, bu kadar özlük haklarını paramparça
eden, yetmiyormuş gibi bir de şu an kişilikleriyle,
karakterleriyle oynayan, yani Senin gibi düşünmeyeni şikâyet et,
ihbar et, ihbarcılık yap, hiç imza da mühim değil, kanıt da
önemli değil, yeter ki sen Başbakanlığa bildir, biz gereğini
yaparız. diyen bir mantıkla karşı
karşıyayız.
Dolayısıyla, ben bu tutumu
kınıyorum, bir an önce bu tutumdan vazgeçilmesini burada tekrar
salık veriyor, teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Önerinin aleyhinde ilk söz Erzurum Milletvekili
Kamil Aydına aittir.
Sayın Aydın, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
KAMİL AYDIN (Erzurum) Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; ben de Halkların Demokratik
Partisinin önerisinin aleyhine söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, demokratik
toplumlarda sistemin ya da demokrasinin iyi işlemesinin en önemli
göstergesi, erkler ayrımının gerçekten birbirlerine olan
mesafesini muhafaza etmelerinden belli olur. Bunu mütemadiyen söylüyoruz. Yani,
yasamanın, yürütmenin, yargının arasındaki mesafe ne kadar
korunursa o kadar sağlıklı bir demokrasiden söz edilebilir ama
bunlar da iyi bir demokratik geleneğin oluşmasında yeterli
midir? Değildir. Daha da geliştirmek, daha ileri götürmek için
mutlaka bu 3 erke ilaveten bazı etkin STKların da destek vermesi
lazım. Bu bağlamda da en önemli sivil kitle örgütlerinin
başında vakıflar, dernekler olduğu gibi,
sendikalarımız gelmektedir.
Şimdi, 2 tane somut örnekten hareketle birkaç
şeyi söylemeye çalışacağım. Malum, geçen hafta 3.746
hâkim ve savcımızın tayinleri çıkarıldı.
Gerçekten, toplam 12 bin civarında bir rakamdan bahsediliyor, bunun
neredeyse üçte 1ine yakını kurulu düzenlerini bozup yeni yerlerine
gitme telaşesi içine girdiler. Şimdi, niye? Bakın, bize
birtakım şikâyetler geliyor, mutlaka iktidar partisine bu tür
dilekler, istekler, yanlış yapılan uygulamaların
şikâyeti daha çok geliyordur. Şimdi, bu insanlar bir yerlere tayin
istiyorlar, tayinleri çıkıyor, görevlendiriliyorlar, özellikle metropol
kentlere; Ankaraya, İstanbula, İzmire, Adanaya, Mersine,
Antalyaya. Diyor ki: Yasa gereği, -çünkü burası bir hukuk devleti-
yasaya göre benim burada en az yedi yıl kalma imkânım var, Ankarada
yedi yıl kalacağım. Dolayısıyla, yedi yıl
zarfında o zaman benim bir yerleşik planlama yapmam lazım
Yedi
yıllık bir plan yapıyor. Çocuğuna okullar ayarlıyor,
eşinin tayinini yaptırıyor, evi yoksa parası varsa
birazcık birikintilerini bir araya getirip ev alıyor ya da
kiralıyor, boyasını badanasını, yerleşimini
sağlıyor, oraya yerleşiyor. Ama heyhat! Aradan bir yıl
geçmeden tayin yazısı geliyor, Sen falan ilin falan ilçesine
gidiyorsun. Allah'tan korkalım!
Bakın, somut bir
örneği daha detaylandırayım. Bir kardeşimizin 2 özürlü
çocuğu var, birisi göbekten, dışarıdan besleniyor. Bu
çocukların tıbbi yardıma ihtiyaçları var, onun için
Ankaraya tayin istemiş ve buraya yerleşmişler. Ama -bir buçuk
yıl kalmadan- yedi yıl kalma hesabı yapan aile,
çocuklarının tedavisinin sürdürülmesini düşünen aile bir anda
tayin yazısını elinde buluyor. Bu mübarek gündeyiz. Gerçekten o
balık ve Halik hikâyesini hepimiz biliriz ama uygulamada birazcık
dikkat etmek gerekir. Bir iyilik yapılacaksa balık değil, Halik
için yapmak lazım. Yanlış bir uygulama balığın hoşuna
gitse bile, Halik onu mutlaka karşımıza çıkarır, o yanlışı
bir anda suratımıza çarpar. Bu mübarek ayda milletin ahını
almayalım.
Saygıdeğer
milletvekilleri, şimdi, buna benzer bir örnek değil, binlerce örnek
de eğitim alanında var. Artık, sendikaların kanayan bir
yarası hâline geldi, 6 binlerle, 7 binlerle ifade edilen, gerçekten, özlük
haklarını elde etmiş, objektif sınavlarla okul
yöneticiliğini kazanmış, gerçekten, eğitim tecrübesi çok
yüksek arkadaşlarımız eğitim camiasında
İnanın,
bunlar 2004ten, 2005ten sonra olan oluşumlar yani Adalet ve
Kalkınma Partisi iktidarı zamanında bunlar
alınlarının teriyle, yüzlerinin akıyla, bileklerinin
gücüyle okul müdürü olmuşlar, okul müdür yardımcısı
olmuşlar, Millî Eğitim Bakanlığında üst düzey bürokrat
olmuşlar. Ama, heyhat, bir sendikacılık furyası
çıktı bizde. Böyle bir benden, senden. diye. Bu, sendikanın
doğasına aykırı bir kere. Sendikanın bütün Batı
toplumlarında, bütün dillerde tanımı şudur, işçi ya da
memur sendikası olsun: Üyelerinin özlük haklarının
iyileştirilmesi, çalışma şartlarının
iyileştirilmesiyle, varsa sorun ve sıkıntılarının
halledilmesiyle mükellef bir yapıdır sendikalaşma. Ama, maalesef
bizim sendikalar bir jurnal mekanizması oluşturmuşlar, efendim,
O sendikadan, bu sendikandan diye. TÜRK EĞİTİM-SENliyse onu
ne yapalım? Bu bizim için utanç kaynağı. Bizim ilçede falan
lisenin müdürü TÜRK EĞİTİM-SENli. Olmaz, bunu nasıl
alaşağı edelim? Bunlar birleşiyor, birleşiyor,
birleşiyor, yukarıya kanun ve önerge değişikliğine
kadar götürüyorlar. Sistemi değiştirelim. Ne yapalım? Efendim,
sistemi değiştirip mülakat koyalım. Ya, bunlar merkezî
sınava girmişler -o sınavda mülakat da vardı- 100 üzerinden
90 almışlar ve o da yetmezmiş gibi sicilleri çok temiz, bu
insanlar okullarında gerçekten çok başarılı eğiticilik
yapmışlar. Niye bunların devam etmelerine karşı
çıkıyoruz? Hayır, onları alalım, onları bir yere
bırakalım. Asıl bizim sendikanın üyelerini getirelim.
Hatta artık öyle ayyuka çıktı ki Ya, kardeşim, biz seni
seviyoruz. Sen iyi yöneticisin ama seni alacağız. Ama sendikanı
değiştirirsen biz seni orada tutarız. Ya, düşünebiliyor
musunuz böyle bir ileri demokrasi, böyle bir yeni Türkiye kabul edilebilir bir
Türkiye midir Allah aşkına? Burada eğri oturup doğru
konuşacağız hepimiz.
Bunu Kredi ve Yurtlar Kurumunda yaptınız.
Bakın, Kredi ve Yurtlar Kurumu bünyesi içerisinde
Her kurum böyleydi,
Türkiyenin yerleşik bir kurumsal yapısı vardı, çok iyi
yetiştiriliyordu, çekirdekten. Kredi ve Yurtlar Kurumuna memur olarak
girdi arkadaşımız, sonra on yıl çalıştı,
Kredi ve Yurtlar Kurumunun iç yapısını öğrendi, şef
oldu, şeflikten sonra şube müdürü oldu, 15inci senesinde Kredi ve
Yurtlar Bölge Müdür Yardımcısı oldu. Sen misin, bölge müdür
yardımcısı oldun? Baktılar ki bünyeden böyle bir yapı
geliyor. Ee, bizden değil. Bizim sendikaya üye değil. O zaman ne
yapalım? Yönetim şeklini değiştirelim. Neyle
değiştirelim? Bir yasamayla değiştirelim. Adını
ne koyalım? Eğitim uzmanlaştıralım onları. Yeni
bir kadro ihdas edip oraya da sendikamızın listesinden
yerleştirelim. Ve yerleştiriyoruz, şimdi
yaşadığımız şeyler; yerleştirilen,
eğitim uzmanı olarak havuza alınan, yirmi yılını
vermiş, Kredi ve Yurtlar Kurumunun her şeyini bilen bir
arkadaşımız o tecrübesiyle bir kenarda bekliyor ama
imam-hatipten bir meslek öğretmeni sendikanın referansıyla
geliyor, Kredi ve Yurtlarda şube müdürü oluyor, bölge müdür yardımcısı
oluyor. Ne yapıyor biliyor musunuz? Gidiyor ikide bir, herhangi bir
meselede o havuzda bekleyen uzman arkadaşımıza diyor ki: Siz
burada müdürdünüz, şöyle bir yazı var, şunu biz nasıl
yapalım, nasıl cevaplayalım? Diyorlar ki: Hocam, biz zaten
aktif görevdeyiz. Adımız müdür değil, adımız uzman,
havuzdayız ama yine biz kendimiz idare etmeye çalışıyoruz,
Allah rızası için elimizden gelen yardımı yapıyoruz.
Şimdi, benzer bir uygulama da maalesef maarif
müfettişleri için düşünülüyor; gelecek yasa, görüşeceğiz
bunları. Arkadaşlar, yol yakınken, ne olur, artık bu
ötekileştirmeden vazgeçelim. Yani, biliyoruz, zaman zaman
bilinçaltınız tezahür ediyor Yasama da biziz, yargı da biziz,
yürütme de biziz. diyorsunuz, Oğlan da bizim, kız da bizim;
düğün de bizim, dernek de bizim. diyorsunuz ama inanın bu,
kutuplaşmadan, hizipleşmeden başka bir şey yaratmıyor.
Kindar oluyoruz birbirimize. Aynı masada çalışan iki
arkadaş birbirlerine, inanın, mesafe koyuyor ve hasım oluyor.
Devran bir dönsün de görürsün. deme noktasına getiriyoruz. Bunlar
yanlış şeyler. Maarifte olmaması lazım, en kötü
ihtimalle hukukta olmaması lazım, efendim, yargıda olmaması
lazım bunlar.
Şimdi, maarifle ilgili
Müfettişlik
müessesesi hakikaten Türkiyenin iki yüz yıllık bir geleneğidir,
burada bu işe vâkıf çok değerli insanlar var, biliyorum.
İki yüz yıllık Türk devlet geleneğinde bir maarif
müfettişliği vardır. Şimdi bunlar da öyle, ince elenip
sık dokunarak, çekirdekten yetişerek geliyorlar. Çok değerli
eğitimcilerin, zamanla, efendim, bir sınava tabi tutulup
müfettişlik hakkını kazanmasıyla gerçekleşen bir
şey. Şimdi, efendim, ne yapacağız? Onları da uzman
diye havuzlara alacağız, o 3 bin çok kıymetli maarif mensubu
müfettişlerinizi. Niye? Sendika, malum sendika değil. Onun yerine ne
yapacağız? Yeniden, deneyimsiz, tecrübesiz, liyakatsiz
Hani hep
söyleriz ya: Liyakati ön plana çıkaralım. Ya arkadaşlar,
inanın bir madde yeter, liyakate sadece dikkat etsek inanın yeter;
siyaseten de yeter, rahmet açısından da yeter, dua
açısından da yeter diyorum.
İnşallah bu uygulamaların son bulması
dilek ve temennilerimle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Aydın.
Önerinin lehinde ikinci söz, İzmir Milletvekili
Musa Çama aittir.
Buyurun Sayın Çam. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Halkların Demokratik Partisinin kamu emekçileri
sendikaları üzerinde yapılan baskılarla ilgili vermiş
olduğu araştırma önergesiyle ilgili söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Anayasamızın 51inci maddesi diyor ki:
Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma
ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve
geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst
kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe
çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da
üyelikten ayrılmaya zorlanamaz. Anayasal bir hüküm, anayasal bir madde
ama ne yazık ki ülkemizde bir sendikaya üye olmak, bir sendikada faaliyet
göstermek Anayasada yazdığı gibi değil, maalesef
değil.
1989lu yıllarda İsveç İşçi
Sendikaları Konfederasyonu ile Türkiye Devrimci İşçi
Sendikaları Konfederasyonu İstanbulda -Sayın Süleyman Çelebinin,
Rıdvan Budakın, Kemal Nebioğlunun da
katıldıkları- dünyadaki sendikal hareketlerle ilgili
konuşurken, rahmetli Bülent Tanör dedi ki: Anayasada yasak olmayan her
şey serbesttir yani kamu çalışanları açısından
bir sendika kurma hakkı vardır ve bunu kurabilir. cümlesiyle
birlikte 1990lı yıllardan itibaren Türkiyede kamu
çalışanları bir sendikal faaliyet yürütmek, bir
sendikalaşmayla ilgili yoğun bir çaba sarf ettiler, yıl 1990.
Nihayet on yıllık büyük mücadeleden sonra, 2001 yılında
4688 sayılı Yasa Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçti ve Kamu
Emekçileri Sendikaları kuruldu. Önemli bir görevdi, yaklaşık
olarak 2,5 milyon insanın çalıştığı bu alandaki
insanların örgütlü olması, sendikalı olması önemli bir
kazanımdı ve bu kazanım Türkiyede de önemli bir noktaya geldi.
O gün kurulduğunda Türkiyedeki sendikal örgütlülük şuydu
arkadaşlar: Yıl 2002, KAMU-SENin toplam üye sayısı
329.065, Kamu Emekçileri Sendikaları KESKin üye sayısı 262 bin, MEMUR-SENin
üye sayısı da 41 bindi arkadaşlar, 2002. 3 Kasım seçimleri
yapıldı, Türkiyede AKP iktidara geldi ve Yürü kulum, yürü! Koş
kulum, koş! dedi MEMUR-SENe, bir baktık ki MEMUR-SEN 40 binden
şimdi birazdan söyleyeceğim rakamlara ulaştı.
2002de KAMU-SENin üye sayısı 385 bin,
KESKin üye sayısı 295 bin, MEMUR-SENin 98 bin. 2004te KAMU-SEN 343
bin, KESK 297 bin, MEMUR-SEN 137 bin. 2010 yılında KAMU-SEN 369 bin;
üye düşüyor, KESK üye kaybediyor, 224 bin; MEMUR-SEN 376 bin oluyor. 2013
yılında KAMU-SEN 444 bin, KESK 237 bin, MEMUR-SEN 707 bin. 2015, son,
temmuz ayı istatistiklerine göre de KAMU-SEN 445.729; KESK 236 bin,
MEMUR-SEN 836 bin.
Akıl almaz bir yükseliş var. Diyeceksin
ki: Musa Çam, çalış, senin de olsun. KESK, çalış, senin de
olsun. KAMU-SEN, çalış, senin de olsun. Bu sendikalar
çalışmıyor da mı olmuyor? Değil. Sorunun özü şu
arkadaşlar: On dört yıllık AKP iktidarı döneminde bakan,
bakan yardımcısı, müsteşar, müsteşar
yardımcısı, daire başkanı, genel müdür, müdür,
şefe varıncaya kadar, o birimlerde çalışan tüm memurlara
MEMUR-SENe üye olacaksın. Terfi mi istiyorsun? MEMUR-SENe üye
olacaksın. Tayin mi istiyorsun? MEMUR-SENe üye olacaksın. Lojman
mı istiyorsun? MEMUR-SENe üye olacaksın. diyerek, MEMUR-SEN bugün
830 bine yaklaştı arkadaşlar.
Yapalım, gelin hemen şimdi bir önerge
verelim, işçi sendikaları açısından da, kamu
çalışanları açısından da referandumu getirelim. Bütün
iş yerlerine, sendikaların olduğu her yere
sandığı koyalım; kamu çalışanları da,
işçiler de kendi özgür iradeleriyle kendi sendikalarını
seçsinler arkadaşlar, referandum. Hiç tehdide, şantaja, baskıya;
bakanın, müsteşarın, genel müdürün, o müdürün, bu müdürün
baskısına ve tehdidine yer vermeden bunların hepsini
yapalım arkadaşlar, hemen. Ama yapamayız. Neden? Çünkü AKP
Hükûmeti on dört yıllık iktidarı döneminde kendisine
eğilmeyen, kendisine biat etmeyen ne kadar kurum ve kuruluş varsa,
bir, yasal düzenlemelerle içini boşaltıyor; iki, el koyuyor; üç,
temsilde nispi temsili getiriyor veyahut da bu baskılarla birlikte kendi
arka bahçesi yapıyor. Biraz sonra, benden sonra MEMUR-SENin eski Genel
Başkanı ve İdare Amirimiz Sayın Ahmet Göndoğdu burada
çıkıp konuşacak, diyecek ki: Sayın Musa Çam üfürdü. Yok
öyle bir şey. Her şey açık ve net, her şey belgeli.
Geçtiğimiz
yıl torba kanunda yapılan bir düzenlemeyle bütün okul müdürleri
boşa çıktı arkadaşlar, bütün okul müdürleri. Sonra ne oldu?
İlçe millî eğitim müdürü, il millî eğitim müdürü, okuldaki
müdür, okuldaki memur, hademe dâhil olmak üzere, puanlama usulü yaptılar,
bütün okullarda istediklerini müdür yaptılar arkadaşlar. Şimdi,
böyle bir baskı ve tehditle... Bu, kamu çalışanları
sendikalarında böyle, doktorlarda, hastanelerde böyle. TMMOB üyelerine
yapılan baskılar aynı keza, işçi sendikalarında da çok
fazla değişen bir şey yok arkadaşlar. AKPnin on dört
yıllık iktidarı döneminde bu baskı ve şantaj sonucunda
sendikalar, meslek örgütleri, ticaret odaları, sanayi odaları, esnaf
odaları, Yeşilay, Kızılay, vakıf, dernek, her ne varsa
tamamen AKPlileştiriliyor, arkadaşlar
Bunun
aslında uzun vadede kimseye bir faydasının olmadığını
da önümüzdeki günlerde göreceksiniz ama en kötüsü, benden önce konuşan bir
konuşmacının da söylediği gibi, ihbar
mekanizmasının çalıştırılmasıdır arkadaşlar; BİMER marifetiyle,
Başbakanlıkta kurulan bu BİMERle birlikte, aklına gelen
herkes, herkesle ilgili akıl almaz iftiralar ve şikâyetler,
ihbarlarla, onlar hakkında tutulan asılsız tutanaklarla birlikte
insanların meslekten atılması, sürgüne gönderilmesi, ailelerin
parçalanması ve yok edilmesidir arkadaşlar.
İBRAHİM
ÖZDİŞ (Adana) Paralel yapmıştır, paralel.
MUSA
ÇAM (Devamla) Bir dönem paralelle ilgiliydi, şimdi kendileri.
Şimdi
bu bana şunu hatırlattı: Naci oradan söyleyecek, 1945lerde
Amerika Birleşik Devletlerinde McCarthy diye birisi vardı
arkadaşlar, cumhuriyetçi senatör. Cumhuriyetçi olmayan, solcu, ilerici,
yurtsever, demokrat, aydın, çağdaş, kendilerine karşı
olan herkesi ama herkesi jurnalledi arkadaşlar ve onların bir bölümü,
önemli bölümü hapishanelerde hayatlarını çürüterek geçirdi arkadaşlar.
Ona McCarthycilik denir arkadaşlar. Türkiyede de ne yazık ki ama ne
yazık ki 1945lerin Amerikasını yaşıyoruz, bir
McCarthycilik dönemi yaşıyoruz. Şimdi, önüne gelen, hemen
elektronik ortamda BİMERe binlerce, on binlerce şikâyet mektubu
yazarak insanları ihbar ediyorlar. Hiç kimse hiç kimsenin kulu veyahut da
kölesi veyahut da siyasi arka bahçesi olacak diye bir kayıt yoktur
arkadaşlar, olmamamız gerekir ve saygı duymamız gerekiyor.
Ama şimdi, on dört yıllık iktidarı döneminde bir
konfederasyonun akıl almaz derecede bu kadar büyük bir üye kapasitesine
sahip olması bence düşündürücüdür.
Bakın, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
çalışan, İstanbulda saraylar ve saraylara bağlı kimi
kurumlarda çalışan memurlar var. Buralarda, bağımsız
bir sendika kuruldu arkadaşlar, SİME-SEN diye bir sendika kuruldu
arkadaşlar, sadece Meclisin çalışanlarının
kendilerinin kurduğu; hiçbir konfederasyona bağlı değiller.
Üye yapıyorlar arkadaşlar; Meclisteki görevliler bile, daire
başkanları bile, İstanbuldaki saraydaki daire
başkanları ve bağlı ünitelerde çalışanlar bile,
saray ve bağlı işletmelerde çalışanlara bile
baskı yaparak MEMUR-SENe üye olacaksın. diyorlar. Kaldı ki
burada örgütlü olan sendika da bağımsız bir sendika, herhangi
bir konfederasyona bağlı değil. Buna bile tahammül edilemiyor.
Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasa yapan bir organda, burada
çalışan memur arkadaşlarımızın kendi özgür
iradeleriyle gidip sendikalara üye olmasının önünde ne engel var
arkadaşlar, niçin yapmasınlar bunu? İlle, buradaki daire
başkanlarının, İstanbuldaki saraydaki daire
başkanlarının, yanında çalışan memurları
çağırarak MEMUR-SENe üye olacaksın, oraya üye olacaksın,
buraya üye olacaksın. demesine gerek var mı arkadaşlar?
Demokrasi bu mu, özgürlük bu mu, Anayasanın 51inci maddesi bu mu
arkadaşlar? Değil.
Dolayısıyla, mutlaka, bununla ilgili
verilen önerge çerçevesinde bir araştırma komisyonu kurulması ve
Türkiye'deki sendikal hareketin geldiği bu noktanın en ince
ayrıntısına kadar incelenmesi ve kamuoyuna açıklanması
Türkiye Büyük Millet Meclisinin önemli görevlerinden biridir diyorum ve benden
sonra gelip de buraya benim sözlerimi tekzip etmeye kalkmasın Sayın
Ahmet Gündoğdu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSA ÇAM (Devamla) Hemen karşıda
oturuyorum, gerekli cevabı vereceğim.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Toplum
mühendisliği niye yapıyorsun ya, konuşmayı yap.
MUSA ÇAM (Devamla) Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Çam.
Önerinin aleyhinde ikinci ve son söz Ankara
Milletvekili Ahmet Gündoğduya aittir.
Buyurun Sayın Gündoğdu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sakın Sayın Çama laf etmeyin Sayın
Gündoğdu.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Saygıdeğer
Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
HDP grup önerisinin aleyhinde söz almış
bulunuyorum.
Kamu sendikacılığını birkaç
cümleyle özetlemekte fayda var.
1990lı yıllar: Başbakanlık
genelgesiyle sendikacılık yapılıyor.
Yıl 2001: 4688 sayılı Yasa
çıkıyor. Yasa, toplu görüşmeli bir yasa ve yasayı
çıkaranlar örgütlenmenin önüne yüzde 5 baraj kuruyorlar ki o gün var
olanların dışında kimse örgütlenemesin diye. O sürecin
sonrasında, işçi sendikacılığında var olan toplu
sözleşme ikramiyesini memur sendikacılığına
taşıyabilir miyiz diye
Önce toplu görüşme primiydi -o gün 5
TLydi, şimdi 30 TL civarında- sonra toplu sözleşme ikramiyesi
oldu. KESKin CHPye, CHPnin de Anayasa Mahkemesine taşımasıyla
ilk kez bir ülkede, çalışanların geliri ana muhalefet eliyle
engellenmiş oldu.
Yıl 2010: Referandum
Referandumda, Türkiyenin
ileri demokrasiyle buluşması için var olan maddelerden birisi de
memurlara toplu sözleşme hakkıydı. Bu, iş güvencesiyle
birlikte toplu sözleşmenin geliyor olması çok önemli bir
fırsattı ama o gün bu referanduma hayır diyen siyasi partiler
gibi diğer kamu sendikaları da bu referanduma hayır dediler.
Burada üye sayılarının çok
tartışıldığını görüyoruz. Uyanık esnafa
2 kere 2 kaç eder? demişler, Alırken mi, satarken mi? demiş.
Ben şimdi size soruyorum: 4688 sayılı Yasadan önce hem
MEMUR-SENin hem KAMU-SENin hem KESKin yüz binlerce üyesi varken, yasa
çıkarılır çıkarılmaz Anasol-M Hükûmeti
iktidarında MEMUR-SEN 41 bine bile ulaşamazken bu konfederasyonların
sekiz ayda bu kadar üye kaydetmesini neye bağlıyorsunuz? 329 bin, 262
bin
Sonucuna geldiğimiz 2015te KESK 236 bin -kendisinden Birleşik
Kamu-İş çıkıp 57 bin de onun üyesi olmasına
rağmen- KAMU-SEN de 445 bin
Bir diğer konu örgütlenme oranı ve
çalışanların sendikalı olması. 2002de 1 milyon 357
bin çalışan var, şimdi 2 milyon 354 bin; toplam üye 650 bin o
gün, şimdi 1 milyon 679 bin; oran yüzde 47,94 o yıl, şimdi
71,32. Bunu niçin söylüyorum? Bu kürsüde zaman zaman diğer muhalefet
partilerimiz de sendikacılık ve başkaca konularda bu tür
mühendislikler yapıyorlar. O doğruymuş gibi yansıtılan
yanlışlara bir örnek de işçi
sendikacılığının örgütlenmesi. HAK-İŞin, TÜRK-İŞin
ve DİSKin ortak çalışmasıyla baraj sorunundan dolayı,
barajı aşmış göstermek için mezardakilerin de üye
sayıldığı o durumdan uzlaşıyla güncellemeye
gidildi, düzenleme yapıldı ve bu konfederasyonların da hiçbirisi
Benim bir üyem kayboldu. demedi. Mesela imam-hatip lisesi öğrencileriyle
ilgili de -o, alırken mi satarken mi- bir hatip burada 2001
yılında 96 bin imam-hatip lisesi öğrencisi vardı,
şimdi milyonu buldu. dedi ama bazı zihniyetler, bazı
vesayetçiler, ikna odacılar 28 Şubatı yaşatmazdan önce yüz
binlerce, 600 binin üzerinde imam-hatip öğrencisinin
varlığını görmezden geldiler.
Onun için baskı ve sendikacılık
kavramlarını burada birlikte konuşalım. Sayın Musa
Çamın kendi itirafıyla üfürmesine ben girmeyeceğim,
Cenab-ı Hak doğruları söyletir insanlara ama bir şey
söylemek istiyorum; mahalle baskısı, sendikal baskı
Bakanlıklarda
hem KAMU-SEN hem KESK hiç üye kaybetmemiş, büyümüşken,
Diyarbakır Belediyesinde bir tek MEMUR-SEN ve KAMU-SEN üyesinin
olmaması, CHPli Çanakkale Belediyesinde olmaması; Kırklareli,
Sinop, Zonguldak, Bartın, Kars, Siirt, Şırnak, Tunceli
Şimdi, baskı diyorsunuz; ya, bu belediyelerde baskıdan söz
edemeyiz. Çünkü buralarda bir tek MEMUR-SEN üyesi yok ki baskıya muhatap
olsun.
MUSA ÇAM (İzmir) Referandum
Referandum
yapalım, orada da referandum yapalım.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) - Üye kaydetmeme baskısını
burada net görmek lazım. 51 tane de AK PARTİli belediyede KAMU-SEN
ve KESKin yetkili oluşuna dair bilgileri getirdim, onları
paylaşmaya gerek duymuyorum vaktimin darlığı
dolayısıyla.
Değerli arkadaşlarım, MHPli
milletvekili arkadaşımız idareci atamadan bahsetti. 2007ye
kadar hepsi Danıştaydan döndü, hiç atama yapılamadı.
İki ay önce 17 bin öğretmen -bütün sendikalara üye- müdür
yardımcılığı sınavını
yazılıyla kazandı, yargıya götürüp iptal ettiren sendika
CHPnin sendikası, EĞİTİM-İŞ,
BİRLEŞİK KAMU-İŞe bağlı sendika. Bu
sendikalarınıza Ya, bu 17 bin KAMU-SENli, KESKli,
KAMU-İŞli, MEMUR-SENli arkadaş alın teriyle, merkezî
sınavla kazanmış; bu çocukları niye engelliyorsunuz, bu
gençleri niye engelliyorsunuz? niye demiyorsunuz?
AYTUĞ ATICI (Mersin) Niye CHPnin
sendikası olsun?
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) TÜRK
EĞİTİM-SEN de başka maddelerini yargıya
taşımış.
KAMİL AYDIN (Erzurum) Sınav sistemini
niye değiştiriyorsun? Sen yolu açıyorsun.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) - Elbette burada
2001den sonra MEMUR-SENin bu kadar büyüyüşünü
KAMİL AYDIN (Erzurum) Alırken mi,
satarken mi? Başta söyledin zaten.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) -
ana muhalefetin
anlamamasını çok iyi anlıyorum. Atmış altı
yıldır iktidara gelemeyen bir partinin 2001 yılında kurulup
da on dört yıldır destan yazan AK PARTİyi
anlamadığı gibi MEMUR-SENi de anlamasını
beklemiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP ve
MHP sıralarından gürültüler)
KAMİL AYDIN (Erzurum) İmza
atmasını bilmiyor ya.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
terör ve sendikalar kavramını terör ve siyasi partilerde olduğu
gibi kurmamız lazım. Dün bir tek Mehmetçiğin burnu
kanamasın, bir tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kendini öteki
hissetmesin diye çözüm sürecini başlattığımızda, MHP
hayır demişti, HDP evet demişti, CHP kararsızdı;
bugün yüzde 13 oy aldıktan sonra çözüme ihanet edip sırtını
PKKya dayayanlar üzerine operasyonları başlatınca, bu sefer MHP
evet diyor, HDP hayır diyor, CHP yine kararsız, hâlâ havet
diyor, hayır-evet.
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) Doğru
değil, bunlar doğru değil.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Burada
dokunulmazlıkların kaldırılmasında şekilden
şekle girildiği gibi
KAMİL AYDIN (Erzurum) Ya, sen anlamazsın
bu işlerden.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla)
Anayasa Komisyonunda
evet dediniz, burada hayır dediniz.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Ya, akil adam var. Bak, sen
akillik yapma.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) Şimdi de
İsraili anlat, İsraili. Bir de İsraili anlat.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Onun için,
MEMUR-SEN, HAK-İŞ, TÜRK-İŞ ve KAMU-SEN bu ülkede onlarca
kez bir araya gelip bütün terör örgütlerini, IŞİD ve PKKyı
kınıyorken IŞİDe lanet okuyup PKKya tek kelime edemeyen
KESKin de bu huyunu HDPden aldığını biliyoruz.
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) Silah,
silah
ATİLA SERTEL (İzmir) Sen memurları
nasıl sattın, onu anlat.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Eylemle
sendikacılar, üyeler bu ülkenin sorunları için, özlük hakları
için mücadele eder.
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana)
IŞİDe silah gönderdiniz, silah. Silah gönderdiniz, silah. İlaç
bahanesiyle silah gönderdiniz.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Devlet ve millet
düşmanlığını sendikacılık olarak
yansıtanların, PKKnın avukatlığını
yapanların yaptığı iş ne kadar
sendikacılıktır sorusunu da ayrıca sormak lazım.
ATİLA SERTEL (İzmir) Memurları sata
sata geldin buraya, sata sata. Sata sata geldin, sata sata.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Değerli
arkadaşlar, rahat olun, MEMUR-SENin döneminde en düşük maaş 250
TLydi memurlarda, şimdi en düşüğü 2.500 TL.
ATİLA SERTEL (İzmir) Memurları sata
sata geldin buraya.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Eğer siz ve
avaneleriniz paralel, dikey, yatay yapılanmalara destek vererek engel
olmasa, bu ülkenin ekmeğinin çok daha iyi büyüyeceğini hepimiz
biliyoruz.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) Sendin onlarla
kol kola olan ya.
ATİLA SERTEL (İzmir) Memurları sata
sata geldin buraya, sata sata. Seni herkes tanıyor. Memurları sata
sata geldin.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, bugün burada terörü konuşuyorken, zaman zaman
Cumhurbaşkanımıza da atıfta bulunup terörle cumhuriyet
tarihinin en güçlü mücadelesini veren bir liderin sözünü sağa sola çekmeye
çalışıyorsunuz. Sayın
Cumhurbaşkanımızın söylediği söz size yabancı
değil, şereflilerin şerefsizlerden daha cesur olma sözüdür.
ATİLA SERTEL (İzmir) Sata sata geldin.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Siz söylersiniz, biz
yaparız, Cumhurbaşkanımız yapar; aradaki fark budur. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ATİLA SERTEL (İzmir) Satmadık memur
bırakmadın.
MUSA ÇAM (İzmir) Cumhurbaşkanı
Özür dile. diyor, özür diliyor.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Yine, İsraili
tanımakla ilgili eleştirileriniz var. Evet, Türkiye Cumhuriyeti
devleti İsraili ilk tanıyan devlet olmuştur, Cumhurbaşkanı
İsmet İnönüdür; ilk özür dileten ülke Türkiyedir,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğandır diyorum, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Akçay
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın konuşmacı
partimizin de adını zikretmek suretiyle, partimizle alakası
olmayan birtakım şeyler söyledi. Müsaade ederseniz
BAŞKAN Buyurun, iki dakika süre veriyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
2.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, Ankara
Milletvekili Ahmet Gündoğdunun HDP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi
Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, sap ile samanı birlikte
karıştırarak bir konuşma yapınca bir
tutarlılık da kalmıyor. Milliyetçi Hareket Partisi aynı
çizgisini, politikasını
Bu terörle mücadele konusunda veya o
adına çözüm süreci dediğiniz, şimdi terörle mücadele demeye
çalıştığınız süreçlere
baktığımızda büyük bir tutarsızlık içerisinde
olduğunuz görülür.
Üstelik bunları kim söylüyor, biliyor musunuz
arkadaşlar? Bu çözüm süreci zamanında akil adamlık yapan bir
şahsiyet söylüyor bunları, tutarsızlık kendisinde. (MHP
sıralarından alkışlar) Gerçi, bize herhangi bir
tutarsızlık atfetmiş değil ama yani öyle
anlaşılmamakla birlikte, partilerin adını zikretmek
suretiyle kendi konumunu, o tutarsızlığı da gizlemeye
çalıştı.
Konumuz sendikalarla ilgili bir hadise, sendikalara
yapılan siyasi baskılarla ilgili. Üç dört dakikası bununla
geçti. Biz kendisinin Meclis idare amiri olduğu hâlde bir yandaş
sendika doğrultusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi personeline ne gibi
baskılar uyguladığını biliyoruz ve bunu bütün Meclis
yönetimi de bilir.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Yıldırdı,
yıldırdı çocukları, yıldırdı.
ERKAN AKÇAY (Devamla) Yani, bence Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu bu grup önerisinde isabetsiz bir
konuşmacı seçmiş, bunu söyleyebiliriz. Özellikle bu akil
adamlık konusunda hangi tutarlılığı bulacak?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Meclis personeli illallah
dedi, illallah.
ERKAN AKÇAY (Devamla) Demek ki akillikte bir
sıkıntı var. Bugün terörle mücadele dediğiniz hadisede
geçmişte çözüm süreci diyerek yaptığınız
hataların bedelini bu millet ödüyor maalesef.
Milliyetçi Hareket Partisi de bütün konularda
olduğu gibi durduğu yerde aynı tutarlılıkla
politikalarına devam etmektedir.
Hepinize saygılar sunarım. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın
Demirel
ÇAĞLAR DEMİREL
(Diyarbakır) Sayın Başkan, AKP Grubu adına konuşan
hatip partimizi de göstererek
BAŞKAN Buyurun,
aynı gerekçeyle size de iki dakika süre veriyorum.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara)
Sayın Başkan, önce bana söz verin; her birisi olunca iki dakika
yetmeyecek, ikişer ikişer
BAŞKAN Şimdi, siz
önce bir sataştınız, sizin sataşmanıza yönelik
cevapları alalım, en son size tekrar veririz.
Buyurun efendim.
3.- Van Milletvekili Lezgin Botanın, Ankara
Milletvekili Ahmet Gündoğdunun HDP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Halkların
Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması
LEZGİN BOTAN (Van) Sayın Başkan,
aslında Sayın Gündoğdu burada bir itirafta bulundu.
Yaptığı itiraf da şudur: KESKe yönelik yapılan
saldırıların azmettiricisi olduğunu ve AKP Grubunun bu
saldırıları da üstlenmiş olduğunu görüyoruz. Burada
bir sendikayı kendisinden menkul düşünceleriyle hedef gösterdiği
ve derin güçlere, bir yerlere mesaj verdiği için kendisini
kınıyorum. Şu saat itibarıyla KESKin herhangi bir üyesine
yönelik herhangi bir yerde bir saldırı olursa
saldırının azmettiricisi şu an burada
karşımızda duruyor. (HDP sıralarından
alkışlar) Bunun antidemokratik bir yaklaşım olduğunu,
bunun bir iftira olduğunu
Bakın, ramazan ayındayız.
Allahın sevmediği ve düşman olarak ayette söylediği
şey yalandır, iftiradır, Yalan ve iftirada bulunan
düşmanımdır. demiştir. Bu sözlerinizle Allaha,
Allahın kelamına ihanet ediyorsunuz. Bu, iftirayla olmaz.
Dolayısıyla, burada da Sayın Cumhurbaşkanına topuk
selamı vermeden de bir sefer konuşsanız, ne olur, bir zahmet
yani.
Şimdi bir tane örnek
vereyim burada. Bakın, Ağrıda Suruç katliamını
protesto ettiği için 13 kamu çalışanına görevden el
çektirilmiştir. Burada IŞİDe yönelik bir tepki
göstereceğinize IŞİDe tepki göstermiş, katliama tepki
göstermiş insanları soruşturuyorsunuz ve utanmadan, hayâ
etmeden, insafsızca, devlet ağırlığına,
iktidarın ağırlığına ve
saygınlığına yakışmadan yalan ve iftira
beyanlarla da burada KESKi de hedef gösteriyorsunuz. Kınıyorum, sözlerinizi burada geri
alın ve KESKin o onurlu üyelerinden, Türkiyenin aydınlık ve
demokratik yüzünü temsil eden ve Türkiyede sendikal mücadelenin onurunu
kurtaran KESKten özür dileyin lütfen. (HDP sıralarından alkışlar)
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Ben de geçeyim, kürsüden
BAŞKAN - Aynı gerekçeyle size de iki
dakika süre veriyorum.
MUSA ÇAM (İzmir) Sayın Başkan
BAŞKAN Size yok Sayın Çam.
MUSA ÇAM (İzmir) Ama şahsıma Üfürüyorsun.dedi.
BAŞKAN Grup adına Sayın Çam mı
konuşacak?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Grup adına konuşsun,
sonra şahsı adına alacak.
LEVENT GÖK (Ankara) Ben, Musa Beye olan
sataşmadan dolayı Musa Beyin, grup adına
BAŞKAN Bir saniye
Musa Beyin şahsına
karışmayacağım, bir şey demiyorum. dedi. Hayır,
bir şey demedi ama gruba yönelik olarak ben size iki dakika söz vereyim.
LEVENT GÖK (Ankara) Ama Musa Beye de
sataşmadan dolayı
BAŞKAN - Grup adına
konuşturuyorsanız Musa Beyi, konuşturayım.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Hayır, hayır.
BAŞKAN Ya, Sayın Özel, ben dinledim;
hayır, kesinlikle dinledim, yani Ona karışmıyorum. dedi,
şahsa bir şey yok.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Üfürüyorsun. dedi Musa
Beyin şahsına.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Musa Beyin
şahsına hiçbir şey söylemedim ben.
BAŞKAN İsterseniz grup adına Musa
Beyi konuşturalım.
MUSA ÇAM (İzmir) Bana Üfürüyorsun. dedi.
BAŞKAN Sayın Çam
LEVENT GÖK (Ankara) Ben
konuşacağım.
BAŞKAN Peki, grup adına buyurun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Grup adına ayrı,
şahıs ayrı ya, Üfürüyorsun. dedi şahsına.
BAŞKAN Şahıs adına yok.
Buyurun Sayın Gök.
4.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Ankara
Milletvekili Ahmet Gündoğdunun HDP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; AKP sözcüsünün sapla samanı nasıl
karıştırdığını bugün bir kez daha gördük.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) Sapla saman
dedi Sayın Başkan, sataşma var.
LEVENT GÖK (Devamla) Evet, sapla samanı
karıştırmıştır, sataşmadan dolayı söz
alma hakkı da vardır.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin özellikle
çözüm süreci diye adlandırılan süreçle ilgili tutumu çok nettir.
Biz Türkiyede kan akmasın, Türkiyede hiçbir annenin gözlerinden
yaşlar dinmesin adı altında Mecliste gelin bu problemi çözelim,
size istediğiniz krediyi verelim. dediğimiz zaman elinin tersiyle
itilen kredimize karşın, biz, Türkiyede kan
akıtılmasının önüne geçen her türlü
çalışmanın bilmenizi isteriz ki karşısında
olmadık değerli arkadaşlar.
MEHMET METİNER (İstanbul) Levent
Başkan, sürçülisan ettin, Gözlerinden yaşlar dinmesin. dedin.
LEVENT GÖK (Devamla) Bu ister AKP olsun, ister
Erdoğan olsun, ister Davutoğlu olsun, Türkiyede yeter ki kan
akmasın. Kan üzerinden siyaseti asla tasvip etmedik. (CHP
sıralarından alkışlar) Terörle mücadeleyi de destekledik,
çözüm süreci diye adlandırılan süreçle ilgili de kan akmaması
adına da yapılan tüm yanlışları görerek Mecliste
çözülmesi önerisini getirdik. Bu konuda herkes Cumhuriyet Halk Partisine bir
hakkını teslim etmek mecburiyetindedir ve kimse haddini de
bildiremez. Eğer had bildireceksek ancak biz bildiririz. (AK PARTİ
sıralarından Hadi be! sesleri)
Çözüm süreci başlamadan önce Recep Tayyip
Erdoğan demiyor muydu PKKyla görüşme talimatını ben
verdim. diye?
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) Evet,
evet.
LEVENT GÖK (Devamla) Bunları ne çabuk
unuttunuz.
Şimdi, gelinen süreçte, geldiğimiz noktada
ülke bir terör batağına döndü. Bu konuda da biz devletimizin, asker güçlerimizin,
polisin, askerin ölmemesi adına, Türkiyedeki şiddetin sona ermesi
adına elimizden geleni yapmaya kalkıyoruz ama ancak onu anlayacak
çapta bir siyasetçi burada bunu konuşursa gereken cevabı veririz.
Cumhuriyet Halk Partisinin çizgisi çok nettir,
duruşu çok belirgindir. Cumhuriyet Halk Partisi terörün tam da
karşısındadır; PKKnın da, IŞİDin de,
DHKP-Cnin de. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Evet, Sayın Gündoğdu,
buyurun, size de iki dakika süre veriyorum ve bu işi bitiriyorum.
MUSA ÇAM (İzmir) Sayın Başkan,
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Çam, lütfen
Ben dinledim,
ısrarla dinledim.
MUSA ÇAM (İzmir) Konuşmasında
Cumhuriyet Halk Partisinin KAMU-İŞin arka bahçesi olduğunu
söyledi.
BAŞKAN Tamam, grup adına sayın
konuşmacı, Sayın Gök konuştu.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Gündoğdu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
İki dakika süre veriyorum.
5.- Ankara Milletvekili Ahmet Gündoğdunun,
Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Van Milletvekili Lezgin Botan ile Ankara Milletvekili
Levent Gökün sataşma nedeniyle yaptıkları konuşmaları
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Sayın
Başkan, değerli üyeler; kimin çapının ne olduğuna
millet karar verir. Sayın grup başkan vekilinin bu çapla ilgili
sözünü çapına iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Söylediğim şey şudur: Suriyeye bir
yıl önce asker gönderme tezkeresinde bile, bir yıl sonra hayır
diyen, önce başkanlık sistemini, kanla demokrasiyi iç içe koyup sonra
Şöyle olursa
diyen
Anayasa Komisyonunda HDP hariç hepimiz
dokunulmazlıklar kalksın deyip ertesi gün oylamada burada CHPnin 20
civarında milletvekili bile kalmamıştı, kastettiğim
şey budur. Bundan AK PARTİ olarak memnunuz; Türkiye olarak,
vatandaş olarak memnun değiliz. Türkiyeye yazık oluyor.
Yandaş sendika
Meclisle ilgili, yavuz
hırsız misali buradan baskı yapılıyor değerli
arkadaşlar. MEMUR-SENin üye sayısı, bahsettiğiniz
sendikadan otuz kırk fazla ama bu, MEMUR-SENe üye yapılmaması
için önlem almaya yönelik bir şark kurnazlığı. Bir
sendikayı hedef göstermedim. Diyorum ki: Emek örgütleri, emek
bileşenleri, KİK olarak -Gaziantepteki patlama, Ankaradaki patlama-
onlarca kez, rakibimiz olmasına rağmen KAMU-SENle de teröre karşı
birlikte bir araya gelip Lanet olsun teröre! demişken KESKle hiç terörü
kınayamadık. KESK terörü hiç kınamamışken HDPnin
sırtını dayadığı gibi
dayamışlığını kamu çalışanları çok
iyi biliyor.
Onun için, burada, Cumhurbaşkanına
selam. diyorsunuz...
LEZGİN BOTAN (Van) Topuk, topuk
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Değerli
arkadaşlar, 7 Haziran öncesi Müslümanlar için Kâbe neyse, bizim için
Taksim odur. metaforu, Siyonistlerin başlığıyla dünyada
Salâhaddin Eyyubi durduruldu.ya döndü.
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı)
Bugünkü Siyonistlerin kucağına oturan sizsiniz.
AHMET GÜNDOĞDU (Devamla) Evet, biz,
Salâhaddin Eyyubiye, Fatih Sultan Mehmete, Recep Tayyip Erdoğana sonuna
kadar sahip çıkacağız ve destek olacağız.
Hepinize teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı)
Daha yeni, anlaşmanın mürekkebi kurumadı.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan
BAŞKAN Ne oldu Sayın Demirel,
hayırdır?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Yoksa, Sayın Başkan açıklama mı bekliyor
acaba?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan, hatip konuşurken partimizin de ismini anarak,
partimiz ve KESKle ilgili, HDPnin de sırtını
dayadığı, KESKin de sırtını
dayadığı ve sendikaları ve partimizi hedef göstererek bir
BAŞKAN Şimdi, kim kime
sırtını dayıyor Sayın Demirel?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Ne fark eder, fark eder mi Sayın Başkan?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
KESKin ve HDPnin birbirine sırtını dayadığı
gibi ve partimizi de hedef gösteren bir açıklama içerisinde bulundu, ona
ilişkin cevap hakkımız var.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Grup başkan
vekiliniz Sırtımızı PYDye dayadık. demedi mi
Hanımefendi?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Çünkü,
partimizin de ismini anarak ifade etti.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Eş
başkanı dedi onu.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Pardon, Eş
Başkanınız Sırtımızı PYDye dayadık.
demedi mi?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
Bir
saniye, söz vereceğim.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Başkan
BAŞKAN Bir saniye Sayın Demirel, söz
vereceğim, tamam.
Sayın milletvekilleri, lütfen, kürsüde kendi
fikirlerimizi, kanaatlerimizi dile getirirken çok daha özenli bir dil
kullanalım. Yani, kimseyi tahkir etmeden, kimseye sataşmaya meydan
verecek tarzda konuşmalardan vazgeçelim diye düşünüyoruz. Bizim
normal, rutin gündemimize geçmemiz lazım. Bu mübarek günde bu kadar çok
sataşma da hakikaten hiç hoş olmuyor. Bir kez daha veriyorum ama
lütfen dikkatli olun.
Buyurun Sayın Botan.
İki dakika süre veriyorum.
Lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
6.- Van Milletvekili Lezgin Botanın, Ankara
Milletvekili Ahmet Gündoğdunun sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Halkların
Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması
LEZGİN BOTAN (Van) Sayın Başkan,
yani, gerçekten, hatibi tebrik ediyorum, bir konuda çok usta. Yani,
konuları çarpıtmada, konuları başka bir yere çekmede
oldukça usta olduğunu burada da görüyoruz, tekrar aynı şeyi
yaptı. Yani, KESK yetmiyormuş gibi bu sefer partimizi de hedef
gösterdi. Fakat, şunu söylemek istiyorum: Yani, ramazan
ayındayız ve siz mütedeyyin bir insansınız Sayın
Gündoğdu. Ayıptır, bakın ayıptır! Utanç
vericidir! Net konuşun, bilgiyle konuşun. Yıllarca birlikte
çalıştığınız kamu
çalışanlarının burada
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Yani
sırtınızı PKKya dayadığınızı
söylemem mi ayıp, dayamanız mı ayıp?
LEZGİN BOTAN (Devamla) Sırtını
bırak... Bakın, konu burada sendikal haklardır.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Sayın Botan,
dayamanız mı ayıp söylemek mi ayıp?
LEZGİN BOTAN (Devamla) Siz, bir
BİMERden söz edin.
Bakın, yeni nesil
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Söylediğim
Eş Başkanınızın açıklaması Sayın Botan.
LEZGİN BOTAN (Devamla) Ya, Eş
Başkanı bırakın, biz burada KESKi
tartışıyoruz.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Niye
bırakayım? Sırtımı PYDye, PKKya dayadım.
diyor. Dayaması mı ayıp, bunu söylemek mi ayıp?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sendikadan konuşuyor.
LEZGİN BOTAN (Devamla) Biz, burada
sendikaları tartışıyor. Sendikal alanda
yaptığınız haksızlıkları konuşuyoruz.
BAŞKAN Müdahale etmeyelim Sayın
Gündoğdu. Müdahale etmeyelim lütfen sayın milletvekilleri.
LEZGİN BOTAN (Devamla) Çözüm sürecine kimin
ihanet ettiğini bütün Türkiye, dünya biliyor. Kimin binlerce tır
silahı, burada bu halkın vergileriyle alıp IŞİDe
gönderdiği ve Suriyede binlerce insanın, kadının,
çocuğun ırzına geçildiği biliniyor. Şu an Amerikadan
tutun, ta Tahrandan Moskovaya kadar kimin hırsızlıkları,
kimin yolsuzlukları konuşuluyor, kimin IŞİDle
yaptığı, El Nusrayla yaptığı iş
birliği konuşuluyor? Elden ele dosyalar dolaşıyor. Tüm
dünya bunu konuşuyor. Kimin çözüm sürecine ihanet ettiği belli,
ortada.
MURAT BAYBATUR (Manisa) Aynaya bak, aynaya.
LEZGİN BOTAN (Devamla) - Kimin IŞİDi
getirip, ta burada, Ankaranın merkezinde bomba patlatan,
Diyarbakırda, polisin gidip sırtını sıvazlayarak
Koçum, yarın git, askerlik şubesine teslim ol. dediği ama
ertesi gün mitingimizi bombalayanları da biliyoruz, bütün Türkiye biliyor.
Mesele bu değil. Mesele, kamu çalışanlarının özlük,
ekonomik, demokratik haklarına yönelik saldırıdır, baskıdır.
Eğer KAMU-SEN üyesiyseniz, bütün yollar size açık.
ERKAN AKÇAY (Manisa) MEMUR-SEN.
LEZGİN BOTAN (Devamla) - Eğer KAMU-SEN
üyesi değilseniz ne atamanız yapılıyor ne özlük
haklarınız düzenleniyor. Dolayısıyla, bunu doğru
bulmuyoruz. Yani buraya çıkacaksınız, hem partimizden hem de
hedef gösterdiğiniz KESKin üyelerinden özür dileyeceksiniz. (HDP
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
LEZGİN BOTAN (Devamla) KESKin üyelerine
yönelik bu karalamayı kabul etmiyorum, kınıyorum çünkü siz,
aslında KESKin
BAŞKAN Buyurun Sayın Botan,
tamamlanmıştır süreniz.
LEZGİN BOTAN (Devamla) -
sendikal hak
alanında yapmış olduğu demokratik mücadeleyi henüz
hazmedememiş, içinize sindirememişsiniz.
BAŞKAN Sayın Botan, lütfen
LEZGİN BOTAN (Devamla) - Sayın
Gündoğdu, tutumunuzu doğru bulmuyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, AKP sözcüsü
konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisinin sürekli karar
değiştirdiğini, bu konuda bir başka zaman öyle,
tutarsız davrandığını ifade etti.
Bu konuda, sataşmadan dolayı söz
istiyoruz.
BAŞKAN Söz vereyim ama lütfen bu son olsun
artık.
LEVENT GÖK (Ankara) Musa Beye verin sözü.
BAŞKAN Buyurun.
Musa Beye sonunda söz aldınız yani, az
önce vermemiştim.
MUSA ÇAM (İzmir) Çok doğal hakkım
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Haydi ramazanın bu saatinde,
iftara doğru Musa Bey bir güzelleme bekliyoruz sizden lütfen.
7.- İzmir Milletvekili Musa Çamın, Ankara
Milletvekili Ahmet Gündoğdunun sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUSA ÇAM (İzmir) Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum.
Amaç bir polemik yaratmak değil tabii ki.
Sendikal hareketin geldiği nokta itibarıyla çok parlak
olmadığını söylemek gerekir. Ama, özellikle son on dört
yıllık AKP Hükûmeti döneminde gerçekten AKPnin özel olarak
MEMUR-SENe ciddi anlamda kaynak aktardığı -yani üye
anlamında söylüyorum- birtakım devlet dairelerinde en üst düzeyden en
alta varıncaya kadar çalışan memurları tayin, terfi,
sürgün, lojman adı altında zorla üye yaptıkları
açık ve nettir arkadaşlar, bunu saklamaya ve gizlemeye gerek yok.
Bu işlerin doğrusu şudur: Bir yasal
düzenleme yapmak, referandumu getirmektir. Sayın Başkan dedi ki:
Çanakkale Belediyesi, o belediyesi, bu belediyesi
Tamam, varsa öyle bir
olumsuzluk bunun çözüm yolu nedir? Sandıktır. Hep sandık,
sandık, sandık, sandık diyorsunuz ya, seçim, seçim, seçim
diyorsunuz ya
MEHMET METİNER (İstanbul)
Başkanlık için de sandığa gidelim.
MUSA ÇAM (Devamla)
ee, koyalım
arkadaşlar, iş yerlerine sandığı koyalım,
memurlar ve işçiler kendi özgür iradeleriyle hangi sendikayı
seçiyorlarsa seçsinler arkadaşlar ya.
MEHMET METİNER (İstanbul) Musa,
Başkanlık için de seçim yapalım.
MUSA ÇAM (Devamla) Yukarıdan baskı
yaparak bu işler olmaz, bir.
İkincisi, Sayın Başkan, bir sendika
önce, bir, devletten bağımsız olacak; iki, siyasi iktidardan
bağımsız olacak; üç, sermayeden bağımsız olacak.
Hiçbir sendikanın bu üç kurumdan talimat almaması ve talimatla
yönetilmemesi gerekiyor, bunu bilmeniz gerekiyor.
Cumhuriyet Halk Partisinin herhangi bir
konfederasyonla organik, direkt veyahut da endirekt bir arka bahçe yapma
projesi yoktur, KAMU-İŞle ilgili de böyle bir projesi yoktur.
Keşke olabilse, keşke Cumhuriyet Halk Partisi de sendikalar üzerinde
ciddi anlamda bir faaliyetini yürütebilse. Ama, maalesef öyle bir şey
yoktur çünkü biz demokrasiye güveniyoruz, örgütlülüğe güveniyoruz,
işçilerin ve memurların kendi özgür iradeleriyle kendi seçimlerini
yapacağını biliyoruz.
MEHMET METİNER (İstanbul) Sandığa
var mısınız Musa?
MUSA ÇAM (Devamla) Metiner, sen oradan
konuşma.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
MEHMET METİNER (İstanbul)
Sandığa var mısınız sandığa,
başkanlık için sandığa?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Başkanlık ile sendika aynı şey mi?
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Sayın
Başkan, bir cümle, tutanağa geçsin diye. Uzatma niyetinde
değilim.
BAŞKAN Bir saniye
Buyurun.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) Akil insanlar heyeti
içerisinde yer alırken duruşum, kendisini öteki hisseden,
başörtülü, Alevi, Sünni, Kürt kimse kalmamasıydı ama üniter demokratikleşmeden
taviz vermeden.
Şimdi, operasyonlardan kastımız
KAMİL AYDIN (Erzurum) Millet seni
unutmayacak.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara)
Türkü, Kürtü
tehdit eden unsurlar ile Anayasa Komisyonundan HDP ayrılıp giderken
teröristbaşına övgü sloganlarını atıyorken nasıl
zoruma gittiyse sendika eylemlerinde PKK paçavrası da zoruma gidiyor.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Ya, senin Genel
Başkanın görüştü be.
AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) -
Sendikacılık yapsınlar, ülkeyi hep beraber geliştirelim.
Teşekkür ederim.
KAMİL AYDIN (Erzurum) Akil insanken zoruna
niye gitmiyordu?
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- HDP Grubunun, Siirt Milletvekili Kadri
Yıldırım ve arkadaşları tarafından, kamu
emekçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerinin korunması ve güvence
altına alınması için neler yapılması gerektiğinin
belirlenmesi amacıyla 20/6/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
Halkların Demokratik Partisi grup önerisini
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Hayır, Sayın Başkan
BAŞKAN -
oylarınıza sunuyorum
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Söz
hakkımızı kullanacağız Sayın Başkan
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
LEVENT GÖK (Ankara) Toplantı yeter
sayısı talep ediyoruz efendim.
BAŞKAN Oylamadan önce yoklama talebi var,
yoklamayı karşılayacağım.
Sayın Gök, Sayın Altay, Sayın Özel,
Sayın Emir, Sayın Atıcı, Sayın Adıgüzel,
Sayın Akaydın, Sayın Tanal, Sayın Uslupehlivan, Sayın
Kayan, Sayın Doğan, Sayın Yarayıcı, Sayın Engin,
Sayın Yıldız, Sayın Sertel, Sayın Özdiş,
Sayın Çam, Sayın Salıcı, Sayın Gaytancıoğlu,
Sayın Akın.
Yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Evet, toplantı yeter
sayısı vardır.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- HDP Grubunun, Siirt Milletvekili Kadri
Yıldırım ve arkadaşları tarafından, kamu
emekçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerinin korunması ve güvence
altına alınması için neler yapılması gerektiğinin
belirlenmesi amacıyla 20/6/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi günkü birleşiminde
sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN HDP grup önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul
edilmemiştir.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.11
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.18
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Elif Doğan TÜRKMEN
(Adana)
-------0------
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 107nci Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
3.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan,
sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin
nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması ve
alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilmiş olan (10/120) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
27/6/2016
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulunun, 27/6/2016 Pazartesi günü (bugün) yaptığı
toplantısında siyasi parti grupları arasında oy
birliği sağlanamadığından, grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Levent
Gök
Ankara
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi gündeminin Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler
kısmında yer alan -sağlık çalışanlarına
uygulanan şiddetin nedenlerinin ve sonuçlarının
araştırılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi-
(10/120) esas no.lu Meclis Araştırması Önergesinin
görüşmesinin, Genel Kurulun 27/6/2016 Pazartesi günlü (bugün)
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
- Önerinin lehinde ilk söz, Ankara Milletvekili Murat Emire aittir.
Sayın
Emir, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
MURAT
EMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Genel Kurulu saygıyla selamlarım.
Partimizin
sağlıkta şiddetin nedenlerinin
araştırılmasına dönük olarak verdiği
araştırma önergesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye gibi
sağlık ortamında da şiddetin giderek
yaygınlaştığı, arttığı, kin ve
kavganın geniş alan bulduğu bir dönemden geçiyoruz maalesef.
Ambulanslar kurşunlanıyor, doktorlar bıçaklanıyor,
hemşireler tartaklanıyor, hastaneler gruplar hâlinde
basılıyor ve sağlıkta şiddetin önünü bir türlü
alamadığımız gibi, bu şiddetin sistematik bir biçimde
yaygınlaştığını maalesef gözlemliyoruz.
Daha üç gün önce, Ankara Üniversitesi Hastanesinin
eczanesinde bir eczacı kendisine zimmet iftirası
atıldığı gerekçesiyle 4 meslektaşını
öldürdü. Bu, son derece acı, vahim bir durumdu. Yalnız, burada
rektörün görevini yeteri kadar yapmadığını görüyoruz çünkü
orada yapılması gereken -bu bir zimmet suçlamasıysa eğer ki
öyle görünüyor şu hâliyle- bunun bir idari soruşturmayla yetinilmek
yerine mutlaka savcılığa intikal ettirilmesi ve
savcılığın duruma el koymuş olması gerekirdi.
Eğer rektör görevini yapmış olsaydı bu acı olay böylesine
yaşanmayacaktı; zaten olasıdır ki kendisinin buradaki
kusurunu fark etmiş ve neredeyse bu katille bir empati yapıyor ve
her iş yerinde olabilecek tartışmalar
tanımlamasını da yapmaktan geri durmuyor. Bunu mutlaka
dikkatinize sunuyorum değerli arkadaşlar.
Bununla da kalmadı. İki gün önce, Osmaniye
Devlet Hastanesinde başhekim herkesin gözü önünde, kameraların gözü
önünde bir kişi tarafından tartaklandı, darbedildi ve
öğrendik ki bu darbı gerçekleştiren, saldırıyı
gerçekleştiren kişi Osmaniye AKP ilçe yönetiminden. Biz buradan
soruyoruz Sayın Bakana da AKPnin siyasi yöneticilerine de: Bu kişi
hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?
Bu konudaki cevapları ivedilikle bekliyoruz.
Değerli arkadaşlar, hekimlere ve
sağlık çalışanlarına şiddet niye var? Bunu
araştırdığımız zaman, 2012 yılında
Ankara Tabip Odasının 700 küsur hekim üzerinde yaptığı
bir çalışmadan sizlere alıntı yapmak istiyorum. Bakın,
burada, yüzde 90ların üzerinde, bu şiddetin nedenlerine dönük olacak
şıklar bulunmuş. Bunlara göz atarsak mesela siyasilerin,
özellikle siyasi iktidarın sağlık sorunlarının
çözümünde ve sağlık sorunlarının oluşumunda
sağlık çalışanlarını işaret etmesi
başta geliyor. Evet, sağlık sorunumuz son derece
hastalıklı, son derece sıkıntılı ve bunların
kaynağı sanki sağlık
çalışanlarıymış gibi gösteriliyor. Bunun yanında,
yine, mesleğin değersizleştirilmesi meselesi var. Bunun
yanında, katkı payları ve başka yollarla
sağlığın paralı hâle getirilmiş olması var.
Bunun yanında, insanların özele yönlendirilmesi ve özellikle kamu
hastanelerinde nitelikli sağlık hizmeti
alınamadığı için orada bu tip darp olaylarının
daha yaygınlaşması durumu var. Bir de değerli
arkadaşlar, yine, sizin iktidarınız döneminde gelen performansa
dayalı ödeme yöntemi de çalışma içerisindeki iç barışı
bozmuş ve bu da bir şekilde sağlıkta şiddetin
yaygınlaşmasına katkı vermiştir maalesef.
Sağlık Bakanlığı verilerine
baktığımız zaman, 2012 ile 2015 yılları
arasında 38.253 şiddet başvurusu var. Düşünebiliyor
musunuz, neredeyse günde 31 sağlık çalışanı
şiddete maruz kalıyor. Bu, son derece dikkat edilmesi gereken ve
üzüntü duyulması gereken ve acilen tedbir alınması gereken bir
durumdur; son derece yaygındır şiddet. Bu şiddetin
neredeyse üçte 1i fiziksel, üçte 2siyse sözlü. Tabii, burada,
sağlık çalışanlarının söylemediklerini,
bildirmediklerini de olayın dışında tutuyoruz.
Bakınız, bu olayların yani
sağlık çalışanlarına karşı
saldırının neredeyse yüzde 80e yakını acil
servislerde oluyor. Niye? Acil servise gelen vatandaşımız
acilen, durumunun özelliğine istinaden, bir yardım istiyor,
sağlığına kavuşmak istiyor, kaliteli bir sağlık
hizmeti almak istiyor ama bunu bulamıyor. Çünkü, insanlarımız
acil servise yönlendirildi, acil servisler son derece
sıkıştı. Niye, biliyor musunuz? Çünkü, özellikle
katılım paylarından, reçete paylarından, katkı
paylarından kurtulmak için, artık insanlarımız acil
servislere başvurmak zorunda kalıyorlar. Hani, sizin şu
getirdiğiniz meşhur Sağlıkta Dönüşüm Programı var
ya, işte o program yoluyla sağlık hizmetlerini paralı yaptınız,
insanları özele yönlendirmeye gayret ettiniz ve bir şekilde, devlet
hastanesine gelenlerden de 14 ayrı kalem altında farklar
aldığınız için mecburen vatandaşlarımız acil
servislere doluşmak zorunda kalıyorlar. Bu da şiddetin temel
nedenlerinden biridir.
Değerli arkadaşlar, getirdiğiniz
sağlık düzeni son derece hastalıklı bir sağlık
düzeni oldu. Sağlıkta Dönüşüm Programı, aslında,
insanlarımızın sağlığının özel sektörün
kâr hırsına terk edildiği bir düzendir. Bakın, bugünkü
düzende ortalama bir kişinin yıllık polikliniğe
başvuru sayısı yüzde 8,2dir. Bu son derece yüksek bir rakamdır.
Yani insanlar hastanelere başvuruyorlar ama nitelikli sağlık
hizmeti alamadıkları için bir daha başvurmak zorunda
kalıyorlar. Bu hem kaynakların israf edilmesi anlamına geliyor
hem de insanlarımızın sağlık kalitesinin ve
sağlık bakım hizmetinin niteliğinin sürekli olarak
düşmesi anlamına geliyor. Mesela, acile bizde, yılda 100 milyon
başvuru oluyor, 78 milyonuz; İngilterede 25 milyon başvuru
oluyor, nüfusu 50 milyon. Artık, siz oradan Türk insanının
nasıl acil servise yönlendirildiğini değerlendirin.
2012 yılında Gaziantepte görevi
başında doktor Ersin Arslan katledildi. Bu, büyük bir infiale neden
oldu ve dendi ki: Evet, bu Meclis bu duruma el koysun. Meclis
çalıştı, Sayın Necdet Ünüvar Başkanlığında
bir Komisyon oluşturuldu ve o Komisyon sonuç olarak bir rapor
yayınladı, 297 sayfalık bir rapor yayınladı. Tabii, o
arada, on gün sonra alelacele çıkardığınız
Sağlıkta Şiddete Uğrayan Çalışanlara Hukuki
Yardımın Usul ve Esasları Yönetmeliğini de söylemiyorum,
belki söylenebilir diye ifade ediyorum; onun hiçbir işe
yaramadığını bugünkü rakamlardan açık seçik görüyoruz.
Peki, orada ne demişler? Politikalar oluşturalım.
demişler. Oluşturuldu mu? Hayır. Her türlü hukuki, idari önlem
alınmalı, uygulanmalı. Nerede? Gördünüz mü, duydunuz mu? Yok
elbette. Adli süreçler hızlandırılmalı. Nerede?
Yapıldı mı bunlar? Yapılmadı.
İktidarsınız siz, neyi bekliyorsunuz? Sağlık
çalışanlarının mesai, nöbet saatleri yeniden gözden
geçirilmeli. Geçirdiniz mi? Ağırlaştırarak
yürüttüğünüzü hepimiz görüyoruz.
Eğitim: Peki, siz hastanelere imam kadrosu
vermekten başka, hastaların, hasta yakınlarının ve
sağlık çalışanlarının hizmet içi eğitimi
için ne yaptınız bu son üç dört yılda? Peki, uygulamayacaksanız
bu raporları niye yaptınız, niye hazırladınız,
niye çalıştı bu Meclis? İşte, biz diyoruz ki: Gelin,
bunu araştıralım; bu sorun millî bir sorun, siyasi bir sorun
değil, hep beraber çalışalım, hep beraber çözümleri
bulalım ve de uygulayın elbette ki.
Bakınız, gazetelerden öğreniyoruz,
hâlâ Hükûmet Sağlıkta Şiddete Sıfır Tolerans Eylem
Planı yapmaya hazırlanıyormuş. Ee, günaydın!
Bakın, Bu saatlerde, gecenin üçüne dördüne kadar Meclis çalış
mı? diyoruz, Biz çok çalışkanız. diyorsunuz ama
yaptığınızı biliyoruz. Sizin hedefiniz Meclisi
çalışıyor göstermek, çalıştırmamak. Eğer
çalışkansanız dört yıldır niye bekliyorsunuz bir eylem
planı hazırlayıp da uygulamak için? Dolayısıyla,
bunların mutlaka bir şekilde hemen masaya yatırılması
gerekiyor.
Getirdiğiniz noktada insanların
sağlığını bozdunuz. Hastaneye başvuru
sayısı 3 kat artmıştır sizin iktidarınız
döneminde. Özel hastaneye başvuru sayısı 13 kat
artmıştır. Yani, sizin aslında
yaptığınız insanları, kamu kaynaklarını oluk
oluk özel sektöre akıtmaktır. Bakınız, ameliyat
sayısı 3 kat artmış. 2014 yılında neredeyse 5
milyona yakın ameliyat yapılmış. Bu son derece tehlikeli
bir durumdur, buna acilen el atılması gerekiyor değerli
arkadaşlar.
Bunun dışında, sağlık
harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı OECDde en
kötü, yüzde 5,1; hiç övünmeyin sağlığı düzelttik diye ama
değerli arkadaşlar, siz nasıl algılarsınız bilmem
ama kötü bir haberim var. Biliyorsunuz Türk Millî Takımı Avrupa
Şampiyonasında ilk eleme grubunda elendi ve dönmek zorunda
kaldı ama bir yerde Avrupa şampiyonuyuz. Nerede biliyor musunuz?
Kızamık oranında. Kızamık oranında, 2013
yılında Sağlık Bakanlığı verilerine göre
Avrupa şampiyonu ve dünya 3üncüsüyüz. Bununla ne kadar gurur
duysanız azdır.
Tabii, bunların arkasında koruyucu
hekimliği bırakan ve performansa dayalı, özel sektörü büyütmeye
dönük, kamu hastanelerini, kamu üniversite hastanelerini çökertmeye dönük
politikalarınızın büyük bir oranı var. Bakın, cepten
sağlık harcamaları; Sağlık Bakanlığı
diyor ki: Yüzde 17,8 harcanıyor. Bu bir yalandır, bu bir
yanlıştır, bilinçli olarak saptırmadır. İnsanların
bıçak parası adı altında veya özel hastanelere verdikleri
farkları asla bu hesabın içine katmıyorsunuz. Sağlık
Bakanının cesareti varsa, cesaretiniz varsa özel hastanelere
aktarılan parayı anlamak için sadece Maliye Bakanına
sormanız yeterli. Ankarada da, Türkiyede bütün özel hastanelerde
fahiş farklar alındığını hepiniz biliyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, bu iktidar üniversite
hastanelerini kasten çürütmektedir, yok etmektedir; amacı da biraz önce
konuştuğumuz, şehir hastanelerine kaynak ve emsal hasta
yaratmaktır.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Emir.
Sayın Özel, sisteme
girmişsiniz. Bir dakika süre veriyorum.
Buyurun.
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
28.- Manisa Milletvekili Özgür Özelin, Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Eczanesinde öldürülen 4 eczacı için
yapılan anma törenine iktidar partisinden hiç kimsenin
katılmadığına ilişkin açıklaması
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa)
Sayın Başkanım, biraz önce değerli milletvekilimizin de
ifade ettiği gibi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Eczanesinde bir
tekniker, eczacı meslektaşlarımızın tespit ettikleri
bir usulsüzlük yüzünden görev yeri değiştirilip ifadesine başvurulduğu
gün 4 eczacı meslektaşımızı katletti. Bu konuda daha
önce savcılığa başvuruda bulunulduğunu, takipsizlik
verildiğini, başhekimin, dekanlığın ve
rektörlüğün bu konuda duyarsız kaldığını dile
getiren Türk Eczacıları Birliği bir çağrıda bulundu
bütün eczacı milletvekillerine. Bugün saat 14.00te bir basın
açıklaması ve bir anma töreni vardı olayın olduğu
yerde. Bizler oradaydık ancak iktidar partisinden ne Meclisteki
milletvekillerinden bir tanesi ne Sağlık Komisyonu üyeleri ne
Bakanlık temsilcisi ne bir milletvekili ne bir parti yöneticisi, iktidar
partisinin, bugün oradaki anmada en ufak bir temsilcisinin olmaması
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Müsaade
eder misiniz efendim.
BAŞKAN
Tamamlayalım Sayın Özel, lütfen.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa)
İktidar partisi orada temsil edilmedi. İktidarın buradaki
temsili şu açıdan önemli: Türk Eczacıları Birliği tüm
siyasi görüşlerden 30 bin eczacıdan oluşuyor, eczacı
odalarında da yönetim kademelerinde de tüm görüşten insanlar temsil
ediliyor. Onlar bir çağrıda bulundular, tüm siyasi partileri davet
ettiler ama iktidar partisinin en ufak izi yoktu orada. Eczacı
milletvekillerinin mensubu olduğu eczacı odalarının
başkanları illerinden kalkıp gelmişti ama iktidar
partisinin temsil edilmemesi, bu şiddete karşı partilerüstü bir
Parlamento tepkisini, siyasi partilerüstü oluşturulmuş bir tepkiyi de
olanaklı kılmadı; bu, önemli bir eksikliktir. Önümüzdeki
haftalarda bu konuda bir Meclis araştırması teklif
edeceğiz. Bugünkü duyarsızlığın o güne kadar
giderileceğini ve iktidar partisinin de bugünkü olay ve benzeri
olayların
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) -
yaşanmaması için bir Meclis araştırmasına destek
vereceğini ümit ediyorum.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) Sayın Başkanım
BAŞKAN Sayın
Bostancı
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) Sayın Başkanım, herhangi bir duyarsızlık
söz konusu değildir. AK PARTİnin sağlıkta şiddete
karşı tavrı açıktır ve bellidir. Yaşanan müessif bir
olaydır, bütün Türkiye'yi üzmüştür. Yapan kişi
yakalanmıştır, hukuki takibat devam etmektedir. Oradaki
temsiliyeti, şiddete karşı dayanışmanın ve temsil
etmenin bir mekânı olarak görmek ve bunun üzerinden bir değerlendirme
yapmak doğru olmaz.
Teşekkürler.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) Cevap versin eczacı milletvekili bakalım.
LÜTFİYE
İLKSEN CERİTOĞLU KURT (Çorum) Hayır, hiçbir davet yok,
sadece mesaj atmış Eczacılar Birliği.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) E tamam, bana da mesaj attılar, gittim. Davetiye
bastıracak vakit mi var? Mesaj attılar, gittim. Bütün Türkiye
biliyor.
LÜTFİYE
İLKSEN CERİTOĞLU KURT (Çorum) Ben de geç gördüm.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan,
sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin
nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması ve
alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilmiş olan (10/120) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön görüşmelerinin,
Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN
Şimdi önerinin aleyhinde ilk söz Antalya Milletvekili Ahmet Selim
Yurdakula aittir.
Buyurun
Sayın Yurdakul. (MHP sıralarından alkışlar)
AHMET
SELİM YURDAKUL (Antalya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, saygıdeğer vatandaşlarım; öncelikle, bu
sağlıkta şiddetin durumu nedir, gerçekten üst boyutlarda
mıdır bunu bir araştıralım. Sağlık
çalışanlarının ne kadarı veya yüzde kaçı
sağlıkta şiddete uğramıştır, bunları
hep birlikte bir gözden geçirelim.
Örneğin
bir yıl içerisinde, 2014-2015 yılı içerisinde tam 20.159
sağlık çalışanı şiddetle
karşılaşmış. Bunu oransal olarak göz önüne
aldığımız zaman, sağlık
çalışanlarının yüzde 70i sağlıkta şiddetle
karşılaşmış. O zaman bu önemli bir olay. Düşünün,
milletvekillerinin yüzde 70i şiddetle karşılaşsa bir çözüm
bulmamız lazım. Peki, bunların yüzde kaçı kadınlar?
Yüzde 67,2si maalesef. Dolayısıyla, bu şiddette cinsiyet
ayrımı falan da yok. Peki, acaba sağlık alanını
diğer çalışanlarla
karşılaştırdığımız zaman nasıl?
Sağlık alanı tam 16 kat daha fazla şiddete uğruyor.
Dolayısıyla, sağlıkta bir sorun var.
Üzücü
olay nedir biliyor musunuz? Sağlık çalışanlarına
Alınan bu politik önlemlerle bu şiddet önlenebilir mi? diye soru
soruluyor. Sağlık çalışanlarının hepsine
siyasetten bağımsız sorulan soru sonucunda yüzde 78,5u
Önlenemez bu. diyor. Demek ki önemli bir sorun var.
Peki,
ne yapalım? Aynı AKP Hükûmeti ve Sayın Recep Akdağın
yaptığı gibi, şöyle mi yapalım: Sağlıkta
şiddet var, hemen bu şiddeti önlemek için cezaları
artıralım, hastaları ve yakınlarını içeriye
alırken kontrol edelim; şu, şu, şu
Hayır, bunu yapmayalım.
Önce ne yapalım biliyor musunuz? Gelin, şu sağlıkta
şiddetin sebebi nedir, şiddet niye ortaya çıkıyor, bunu bir
ortaya çıkartalım. Bir diken var, bu diken maalesef
canımızı acıtıyor ve canımızı
alıyor. Öyleyse, bu dikenin sebebi nedir, bu sağlıkta
şiddetin sebebi nedir, bunu bir ortaya koyalım.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizce,
sağlıkta şiddetin sebebi, küresel güçlerin ve sermayenin AKP
Hükûmetine dayattığı Sağlıkta Dönüşüm
Programıdır. Bu programın içeriğini detaylı olarak
diğer oturumlarda tartıştık. Peki, nedir bu
Sağlıkta Dönüşüm Programı? İşte,
Sağlıkta Dönüşüm Programıyla, maalesef, tamamıyla
maliyet odaklı yani para odaklı bir Sağlıkta Dönüşüm
Programı ortaya getirdiniz. Peki, sağlık sektörünü ne
yaptınız? Ticarileştirdiniz ve aynı zamanda, fedakârca çalışan
sağlık çalışanlarına tüccar zihniyetini
yerleştirmeye gayret gösterdiniz ve bununla birlikte,
sağlığı alınır, satılır bir hâle
getirdiniz. Bunlar maalesef üzücü şeyler.
Peki, sağlık
çalışanlarını ne yaptınız? Sağlık
çalışanlarını maalesef yalnız
bıraktınız. Diyorsunuz ki: Sağlık
çalışanlarına beyaz kod, mavi kod, şu, şu, şu
Ben de bir tıp doktoruyum. Peki, böyle maalesef bunlar olmuyor. Şu
düğmeye basarsanız güvenlik gelir. Bunlar olmuyor çünkü siz hasta ve
hasta yakınıyla direkt temas hâlindesiniz. Hasta ve hasta yakınları
direkt olarak memnun kalmadığı veya kendisine empoze edilen
olaylar karşılanmadığı takdirde direkt olarak size
şiddet uyguluyor. Bu şiddet uygulandıktan sonra, siz isterseniz
o düğmeye basın, isterseniz basmayın, iş işten geçiyor.
Bakın, aynı, ülkemizin,
vatanımızın birliği için mücadele eden güvenlik güçlerimiz,
askerlerimiz, polislerimiz, şehitlerimiz gibi sağlık
alanında şehit olan sağlık
çalışanlarımız var. Hepsine buradan Allahtan rahmet
diliyorum. Bunları bir an önce halletmemiz lazım.
Peki, ne yaptık aynı zamanda? Biz
Sağlıkta Dönüşüm Programıyla performans sistemini
getirdik. Nedir bu performans sistemi saygıdeğer
vatandaşlarım, saygıdeğer milletvekillerim? Ne biliyor
musunuz? Sağlık çalışanları ile doktora diyorsunuz ki:
Ne kadar hasta bakarsan o kadar para veririm. Ne kadar tetkik yaparsan o kadar
para veririm. İşte, o zaman ne oluyor biliyor musunuz? Bir doktora
100 tane hasta bak. diyorsun sen bir günde. Hasta başı ne kadar?
Dört dakika. Peki, elinizi vicdanınıza koyun, hangi biriniz annenizi,
babanızı veya çocuğunuzu dört dakika için doktora muayene
ettirirsiniz? Eğer Ettiririm. diyorsanız, ben burada, bütün
vatandaşlarımızın önünde yemin ediyorum,
milletvekilliğinden istifa edeceğim. Peki, siz
yapmıyorsanız niye vatandaşlara bu süreyi koyuyorsunuz? Gelin
şöyle yapalım: Uluslararası standart nedir biliyor musunuz? Bir
doktor 20 hasta bakar. Hadi artırın, 25 olsun, 30 olsun. Niye bunu
yapmıyorsunuz? İşimize gelmiyor. Çünkü neden biliyor musunuz? Bu
küresel sermayeler, güç şunu istiyor sizden: Çok hasta bakacaksın,
çok tetkik yapacaksın.
Biraz önce AKPnin Sağlık Komisyonu
Başkanı diyor ki: Şehir hastanelerine MR almalıyım,
tomografi almalıyım. Evet, işte küresel güçler sana onu
yaptırıyor. İşte MR aldın, tomografi aldın, ne
oldu biliyor musun? Bir yıl içerisinde Türk vatandaşlarının
12 milyonuna tomografi çektirdin, radyasyona maruz bıraktın. 10
milyon kişiye MR çektirdin. Peki, ne oldu? Sağlık
harcamaları ne oldu biliyor musunuz 2015te? 103 milyar TL oldu. Peki, bu
para nereye gidiyor biliyor musunuz? Maalesef küresel güçlere gidiyor,
maalesef, bu yabancı ilaç şirketlerine, AR-GE şirketlerine
gidiyor, bize gelmiyor.
Önceden sağlık nasıldı biliyor
musunuz? Bunu herkes hatırlar. Bakın böyleydi, aynen böyleydi. Hasta
ile doktor, sağlık çalışanları birbirine güveniyordu.
Ama şimdi ne oldu biliyor musunuz? Aynen bu şekilde oldu, maalesef,
çok üzücü bu. İşte bunu ortadan kaldırmalıyız çünkü
eğitim, sağlık siyasetüstü konular; bunu hep birlikte
kaldırmalıyız.
Ne yapalım peki sağlıkta şiddeti
önlemek için? Bu kışkırtılan sağlık talebini
ortadan kaldıralım ve biraz önce milletvekilimizin dediği gibi,
bu kışkırtılmış sağlık talebini
nasıl kaldıracağız peki? Bir kişi yılda 3 kez
doktora gidebilir, 4 kez doktora gidebilir ama yılda 8,4 kez doktora
gitmez. O zaman bir sorun var. Ya eğitimde bir sorun var ya da hastada bir
sorun var, bir olay, bir sorun var. Peki, bunun sebebi ne biliyor musunuz?
Kışkırtılmış sağlık talebi. Ne
diyorsunuz biliyor musunuz siz AKP Hükûmeti olarak yani daha doğrusu
sağlık politikaları olarak? Siz gidin hastaneye, her şey
ücretsiz. Tüm tetkikleriniz yapılır, hatta özel hastaneye gidin.
Bunları yapın. diyorsunuz, hatta -hiç unutmuyorum- o dönemin
Başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan -hepiniz
hatırlarsınız- aynen şunu söyledi ya: Halkın cebinden
doktorların elini çekeceğiz. Tuzu kuru doktorlar, doktor efendiler;
eğer istemiyorsanız çekip gidersiniz. Profesörleri
ayağınıza getireceğiz, doktor efendi devri bitti.
İşte, bunları yaparsanız, doktor efendi derseniz,
hemşire hanım derseniz, efendi derseniz sağlıkta
şiddet olur. Aynı neye benziyor biliyor musunuz? Hani monşer
diyorsunuz, dış politikada zafiyet oluyor ya, işte, ona benzer.
Bakın, böyle yapmayalım. Peki, size milletvekili olarak bu tarzda
konuşmalar, söylemler yapılsa ne yaparsınız? Olmaz.
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) En son eleştirilecek konu sağlık,
utanın be!
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla)
Dolayısıyla, bunları yapmamanız lazım. İnsanlara
algı operasyonları yaparak, o havuz medyasını kullanarak
Biz sağlıkta devrim yaptık, şunları yaptık, bunları
yaptık. diyemezsiniz. Peki, AKP Hükûmeti ne yapıyor? Diyor ki:
Mücadele ediyoruz sağlıkta şiddet için, çalışmalar
devam ediyor. Peki, ne yapmamız gerekiyor gerçekte biliyor musunuz?
Sağlıkta Dönüşüm Programını bir an önce
kaldırmanız gerekiyor ve sağlıkta muayene, tetkik ve ilaç
taleplerini artıran kışkırtılmış
sağlık talebi ortadan kaldırılmalı ve aynı
zamanda eğitici ve önleyici tıp ilkesiyle sağlık sisteminde
reformlar yapılmalı ve sağlıkta para ortadan
kaldırılmalı. 14 kalem adı altında katkı payı
alıyorsunuz ya, bunlar ortadan kaldırılmalı. Sayın
CHPnin grup başkan vekilinin dediği gibi, işte, o katkı
paylarının bir kısmını da eczacılardan
alıyorsunuz ya, o eczacı kardeşlerimizle vatandaşı
karşı karşıya getiriyorsunuz, oralarda kavgalar, dövüşler
oluyor aynı hastanede olduğu gibi. Peki, bu 14 kalem katkı
payını kaldıramaz mıyız? Kaldırabiliriz. Ama niye
kaldırmıyorsunuz peki? Hani Sosyal Güvenlik Kurumu kâr ediyordu?
Bunlar işinize gelmiyor çünkü. Peki, bunun için ne yapmalıyız
biliyor musunuz? Sağlıkta şiddetin sebebini ortaya koyup hep
birlikte, bu sebebi ortadan kaldırmalıyız ve daha sonra ortaya
çıkan münferit vakaları da önlemek için hukuksal anlamda tüm
yapılması gerekenleri
Ama sağlık
çalışanları demeyeceksiniz, sağlık
çalışanlarının yanında dik durarak tüm hukuksal
desteği kendiniz sağlayacaksınız ve gereken tüm cezalar
verilecek. Bunu da önlemenin en iyi yolu nedir biliyor musunuz? Çocukluktan
itibaren eğitim alanında, şiddetin önlenmesi için iletişim
kuralları ve bunun gibi eğitimler ta çocukluk döneminde verilmelidir.
Aynı neyde olduğu gibi biliyor musunuz? Trafik olaylarında
olduğu gibi. Trafik cezalarını istediğiniz gibi
artırabilirsiniz ama önleyemezsiniz. Ne zaman önleriz biliyor musunuz?
İşte, çocukluk döneminden itibaren eğitim verdiğimiz zaman.
Hepinize sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Önerinin lehinde ikinci söz,
Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirele aittir.
Buyurun Sayın Demirel. (HDP
sıralarından alkışlar)
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sağlık sektörüne ilişkin
düşüncelerimizi ifade ederken aslında sağlığın
tekelleştirildiği, tamamen sermayeye peşkeş çekildiği
bir süreci yaşıyoruz. Sağlık politikalarının bir
sisteme kavuşmadığını AKP Hükûmeti döneminde çok net
olarak görmüş olduk. Sağlıkçılar, sağlık
personeli, emekçileri ya şiddete uğradı ya sömürüldü ya da
kendisine ve topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmek
üzere yapmış olduğu bütün davranışlardan kaynaklı
soruşturmalara ya da sürgünlere tabi tutuldu.
Bir bütün olarak değerlendirdiğimizde
aslında sağlık emekçilerinin yaşadığı
sıkıntılar bugün Türkiyede çok büyük bir dönemi
yaşıyor. Nasıl? Örnek verirsek: Bir eşitsizlik söz konusu.
Her sağlık personelinin eşit haklara sahip
olmadığı, ücretlerinin bile eşit olarak ödenmediği bir
sistem, bir süreç var. Sözleşmeli sağlık personelinin
almış olduğu ücret ile normal sağlık personelinin
almış olduğu ücret arasında çok fark var.
İkincisi: Sendikal haklar ve örgütlenme
hakları arasındaki farklılıklar uçurum derecesinde. Kamu
emekçilerinin yapmış olduğu bütün sendikal çalışmalar,
aslında sağlık politikalarının ne kadar geriye
götürüldüğünü bize ifade ediyor, gösteriyor; o da şudur:
Sağlık emekçileri, hastanelerde genel olarak yönetimde yer alabilmek
için ya AKPye yakın sendikada yer alacaksın ya da hiçbir
şekilde söz hakkına sahip olmayacaksın, en ağır
koşullarda çalıştırılacaksın ve daha az ücret
alacaksın. Bunları bir bütün olarak gerçekleştiren sistem,
aslında AKPnin ve ona yakın olan sendikanın bir sonucudur.
Sağlık emekçilerinin yaşadığı şiddet, az
önce belirtildiği gibi eczacılara, doktorlara ve tüm sağlık
çalışanlarına yaşatılan şiddet aynı zamanda
kadınlara da uygulanan mobbingle de kendisini gösteriyor. Yönetime
bağlı hareket etmemek, yönetimin söylediklerinin
dışında çalışma yürütmek, onun istediği
şekilde hareket etmemek, haklarını aramak bir şekilde suç
olarak görülüyor; çalışma alanlarınız ve
koşullarınız bir anda değişebiliyor.
Örnek vereceğim: Çok net olarak ifade edelim,
mesela Diyarbakırda bölgeye hitap eden bir doğum hastanesi var ama
doğum hastanesi -ne yazık ki gerekçesini bilmiyoruz hâlâ, burada da
öğrenmek istiyoruz aslında- eğitim araştırma
hastanesine bağımlı hâle getiriliyor, oraya bağlanıyor
yani özerk yapısından tamamen koparılarak eğitim
araştırma hastanesine bağlı hâle getiriliyor; bunun
gerekçesi ortada yok. Sizin, idari ya da yaşadığınız
herhangi bir sorunla ilgili, 14 kilometre uzaklıkta olan bir yere gidip
oradaki başhekim ya da sağlıkla ilgili idareyle görüşme
olanağınız olabiliyor. Böyle bir şeyin adalete ya da
hakkaniyete uygun olmadığını bir kez ifade etmek istiyoruz.
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) Ya özerkliği oraya da getirdiniz ya...
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) İkincisi:
Sağlık çalışanlarının... Burada ifade edildi, AKP
ne yazık ki sendikal çalışmalardan... AKPden gelen temsilci
sendika çalışmalarında cevap bulamadığı için
konuyu farklı noktalara evirdi. Evet, Suruç katliamını protesto
eden 13 sağlık emekçisi Ağrıda görevden
alınıyor; gerekçesi, Suruç katliamını protesto etmek.
Sendikal haklar ya da sendikal tüzükler çerçevesinde hareket eden
sağlık emekçileri ne yazık ki ya soruşturmalarla baş
başa kalıyor ya görevden alınıyor ya da sürgünlerle
karşı karşıya kalıyor. Yani, burada sendikal
haklarından kaynaklı özgün yaşam koşullarının
idame edilmesi bile elinden alınmaya çalışılıyor.
Bunlar asla kabul edilecek şeyler değil.
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) Mesai saatlerinde teröristlere yardıma gitti diye
biliyoruz ama.
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla)
Sağlığın tamamen ticarileştirildiği bir süreci
yaşıyoruz.
Evet, ona da geleceğim, ifade ettiğiniz
noktaya geleceğim. Sağlık emekçileri ve
Sağlık
ocakları tamamen kapatılarak zaten karakola çevrilmiş durumda.
Diyarbakırda, Şırnakta sağlık ocaklarının
Ben buradan da öğrenmek istiyorum, kaç sağlık ocağı
karakola çevrildi, ben de sayısını
Hükûmetin bunu bildirmesi ve
vermesi gerekiyor.
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) Oradaki sağlıkçılara da hakaret etmeyin,
canlarını dişlerine takarak müdahalede bulunuyorlar, müdahale
ediyorlar.
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) Cenevre
Sözleşmesine uymayarak sağlık emekçilerinin görev ve yetkileri
alanına polis ve karakolların yığılması sizce
neyi kanıtlıyor?
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) Siz kaç tane ambulansı yaktınız, kaç tane
sağlıkçıyı şehit ettiniz, onların
hesabını verin.
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla)
Sağlık emekçilerinin yaşam hakkının elinden
alındığı bir süreci de yaşıyoruz. Evet, 112
ambulansıyla hasta taşıyanlar, sağlık emekçileri ne
yazık ki vuruluyor ve katlediliyor.
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) Kim tarafından? Sizler tarafından.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) Müdahale
etmeyin, dinleyin.
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) Bize geliyor haberleri, geliyor.
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) Şeyhmus
Dursunu unutmadık. Yine, aynı şekilde, bir kadına
sağlık tedavisi yapmaya giden Aziz Yuralı unutmuyoruz,
unutmayacağız da.
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) Kaç tane ambulansı pert ettiniz?
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) Yine, aynı
şekilde, 2015 yılında yaşamını yitiren başka
bir sağlık emekçimiz ve katledilen Eyüp Ergeni de asla
unutmayacağız. Yani, sağlık emekçilerinin yaşam
hakkı ortadan kaldırılıyor. Bu nedir? Bu da AKP Hükûmetinin
politikalarından biridir. Her ne kadar, Cenevre Sözleşmesinde 12
Ağustos 1949 tarihli Sağlık ve Emniyet
Mıntıkaları ve Mahallerine Müteallik Anlaşma Projesiyle
sağlık mıntıkalarına hiçbir şekilde silahlı
güçlerin girmemesi gerekirken ne yazık ki sağlık personeli
yapmış olduğu sağlık hizmetlerinden kaynaklı
vuruluyor ve katlediliyor.
MEHMET İLKER ÇİTİL
(Kahramanmaraş) Orayı ateşe veren de sizsiniz, kaldıran
da sizsiniz, ambulansları yakan da sizsiniz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana)
Sayın Başkan, lütfen
BAŞKAN Lütfen müdahale etmeyelim Sayın
Çitil.
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) Yine, aynı
şekilde, hiçbir güvenlik alınamıyor; yine, hastanelerde
sağlık emekçilerine karşı baskılar gittikçe
artıyor. Yani Benim gibi düşünmüyorsan ya katledeceğim ya
sürgün edeceğim ya işinden alacağım ya da seni yok edeceğim,
bütün haklarını elinden alacağım, zaten yönetim kademesinde
söz hakkın yok.
Evet, biz de yine ifade ediyoruz, her hastanede,
yönetim hakkında yer alacak kişilerin, o hastanedeki sağlık
çalışanları tarafından belirlenmesi gerekiyor. Siz,
dışarıdan atamayla, oradaki, sağlık
açısından, hastanelerdeki idari alanda yer alanları eğer
kendiniz belirtiyorsanız, o zaman orada bir rant arayışı
içerisindesiniz çünkü ihalelerin de nereye verildiğini çok net olarak
görüyor ve biliyoruz.
MEHMET İLKER ÇİTİL (Kahramanmaraş)
İhaleler de şeffaftır yani.
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Son olarak
söyleyeceğim, sağlık çalışanlarının iş
yükü çok ağır; gerçekten, hemşirelerin, ebelerin,
doktorların, eczacıların, tüm sağlık personelinin ve
emekçilerinin çalışma yükleri çok ağır ama
aldıkları ücretler ortada. Döner sermayenin, hiçbir şekilde,
adaletli bir şekilde verilmediğini görüyoruz ve biliyoruz. Döner
sermayelerin emekliliğe bile yansımadığını çok
net olarak ifade edebiliriz.
Yine, mobbing: Yöneticiler tarafından bütün
sağlık çalışanlarına mobbing uygulanıyor;
yapacağınız her davranış, her söylem, mobbingle
karşı karşıya kaldığınızı
gösteriyor.
Yine, sürgünler: Eğer burada
çalışmıyorsan... Sizin de ifade ettiğiniz gibi,
alışmışsınız zaten, her size muhalefet
yapanı, her sistemi kabul etmeyeni, eleştireni, sendikal
düşünceye tabi olan herkesi ya terörle mücadele adı altında
sürgünlere gönderiyorsunuz ya da o kişileri terörist olarak zaten ilan
ediyorsunuz. Yani, tüm sağlık emekçilerini, size karşı
eleştiride bulunan ve kabul etmeyenleri, farklı sendikalarda yer
alanları mutlaka terörist olarak ilan ediyor ve bütün topluma bunu
yansıtıyorsunuz. Tıpkı, değerli bir
arkadaşımız ve değerli bir hocamız -öyle söyleyeyim-
Türkiyede ve dünya çapında çok iyi bilinen, tanınan ve ismi de
özelde adli tıp uzmanlığı konusunda profesörlüğe sahip
olan ve Türkiyede en iyi adli tıp uzmanı olan Profesör Şebnem
Korur Fincancının bugün tutuklanması gibi. Sizin gibi
düşünmedi, eleştirdi, Cizre raporunun gerçeklerini açığa
çıkardı, insan kemiklerini inceledi. Sadece burada değil,
dünyanın her yerinde inceledi, Cizrede de inceledi. Ne
yaptınız? Sadece bir gün Özgür Gündem gazetesinin yayın
yönetmenliğine destek amaçlı, dayanışma amaçlı orada
yer aldı diye tutukladınız. Bu, Türkiyenin
ayıbıdır işte. Sağlıkta geldiğimiz sistem ve
sağlıkta geldiğimiz sonuç bunun bir göstergesidir.
Biz, Şebnem Korur Fincancı ve diğer
tutuklu olan bütün arkadaşların derhâl serbest
bırakılması gerektiğini ifade etmek istiyoruz.
Düşünceleri uğruna bugün cezaevlerinde tutulan ya da düşünceleri
uğruna sürgün edilen ya da düşünceleri uğruna katledilen herkesi
burada bir kez daha saygıyla anıyorum.
Türkiyenin sağlık politikasında
geldiği en son aşama aslında bugün Ağrıda görevden
alınanlar, bugün Şebnem Korur Fincancının
tutuklanması ve bugün Diyarbakırda yaşananlar kendisini çok net
olarak açığa çıkarmıştır diyorum, saygılar
sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Muş.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Hatip,
bahsettiği bir akademisyenin Özgür Gündemde bir gün nöbetçi
olduğundan dolayı, bizim gibi düşünmediğinden dolayı
onu tutukladığımızı ifade ediyor. Bu, AK PARTİ
Grubuna açık bir sataşmadır, söz istiyorum.
BAŞKAN Buyurun Sayın Muş.
İki dakika süre veriyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÇAĞLAR DEMİREL
(Diyarbakır) O zaman AK PARTİ tutuklamış, kabul ediyorlar
yani Başkan. AK PARTİnin tutukladığı kabul ediliyor o
zaman.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul)
Tutuklandığını dedi, tutuklama yetkiniz mi var sizin?
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
8.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun,
Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirelin CHP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Bahsedilen olay tamamen bir adli meseledir, bir
hukuki süreçtir. Burada kimse bizim gibi düşünmediği için
tutuklanmadı şimdiye kadar ve bizim gibi düşünmesini de beklemiyoruz.
Fakat neden tutuklandığıyla alakalı, Özgür Gündemin ne
olduğunu, neden böyle bir yola gidildiğini, bunları burada
saydığınıza göre iddianamede, polise verilen ifadelerde,
gerekçelerde görebilirsiniz.
Şimdi, Özgür Gündemi bir gazete gibi lanse
ediyorlar. Bakın, saldırı yapılıyor,
attığı manşet Baharı erteleyemezsiniz. Bu,
PKKnın yayın organı.
ERKAN AKÇAY (Manisa) O zaman gazeteyi kapatın
kardeşim.
MEHMET MUŞ (Devamla) Diyor ki: Sura
direniş borcumuz var. Surda mesele nedir? Surda teröristlerin
kazdığı hendeklerden Surun kurtarılması hadisesi;
attığı manşet bu.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) O size göre öyle. Düşünce o zaman nedir, düşünce?
MEHMET MUŞ (Devamla) Diyor ki: Ferman
sarayın (
)(*) bizim. Bunları
geçen hafta da gösterdim. Şimdi, böyle bir
Bakın, polisimizi,
askerimizi katleden teröristlere Şehitlerimiz var. diye manşet
atan, PKK terör örgütünün yayın organı.
Şimdi, terörle, teröristle mücadele kadar, onun
propagandasını yapanla da mücadele vardır ve mücadele olmak
zorundadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Efendim, El Nusrayla iş birliği
yapmışız, IŞİDe silah göndermişiz.
IŞİDin silahları nereden aldığı
Irak ordusu
bırakıp gittiği zaman silahları oradan aldı ve havadan
atılan silahların bir kısmı PYDye, bir kısmı
IŞİDe gidiyordu.
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı)
Sizin kamyonlarla gönderdiniz.
MEHMET MUŞ (Devamla) Aslı astarı
olmayan iddialar üzerinden burada konuşmanın doğru
olmadığını düşünüyorum.
Efendim, Surdaki olayı protesto edenler, bunu
dile getirdiği kadar, Kızılayda PKK canlı
bombasının anne karnında öldürdüğü insanları da dile
getirmek zorundadır. Birini görüyorken öbürüne gözlerini yumamaz,
yummamalıdır.
Teşekkür ediyorum, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Demirel.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Hatip,
konuşmamızda konuları çarpıttığımıza
dair ifadede bulundu. Son olarak da aslı astarı olmayan iddialar
konusunda konuştuğumuzu ve yanlış bilgilendirdiğimizi
söyledi ve sataşma
BAŞKAN Şimdi, Sayın Demirel, bir
yayın organıyla ilgili konuştu.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Hayır, hayır, aslı astarı olmayan bilgileri ifade
ettiğimizi söyledi.
BAŞKAN Ama, sizin isminizi zikreden ya da
grubunuzu ilzam eden bir şey söylemedi.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Hatip,
direkt beni ifade ederek aslı astarı olmayan iddialarda
bulunduğumu ifade etti.
BAŞKAN Ben onu isteyeceğim,
tutanakları arkadaşlar getirsin. Bu birleşimde vereceğim.
Tutanakları istiyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana)
Sayın Başkan
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Başkan, direkt partimizi hedef alan bir ifade kullandı.
MEHMET MUŞ (İstanbul) İsmini
kullanmadım.
BAŞKAN Tamam Sayın Demirel,
tutanakları istiyorum. Arkadaşlar, tutanakları getirin.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Aslı astarı olmayan iddialar konusunda
BAŞKAN Bakacağım, varsa
vereceğim, kapatmayacağım, tamam mı?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Başkan, söz hakkımız
BAŞKAN Vereceğim söz, tamam.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Yani,
açık bir şekilde bir sataşma var.
BAŞKAN Varsa vereceğim, ben
göreceğim onu.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Buraya gelince mi varsa veriyorsunuz?
BAŞKAN Evet sayın milletvekilleri
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Açık
bir şekilde sataştı yani.
BAŞKAN Ben bakacağım tutanaklara.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Açık bir
ayrımcılık yapılıyor.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Bizim
AKPye yönelik bir sataşmamız olmamasına rağmen
(AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın Demirel, ben
bakacağım.
KEREM ALİ SÜREKLİ (İzmir)
Vereceğim. demedi, tutanakları istedi.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) Sen onun
avukatı mısın?
KEREM ALİ SÜREKLİ (İzmir) Bu saatte
hiç oluyor mu?
BERDAN ÖZTÜRK (Ağrı) Sana ne oluyor?
Meclis Başkan Vekili sen misin?
KEREM ALİ SÜREKLİ (İzmir) Tamam
Vereceğim. dedi Başkan.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) Sen kime
emrediyorsun ya oradan?
KEREM ALİ SÜREKLİ (İzmir) Ya
bırak, cevap verme, tamam.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) Sen
cevap veriyorsun oradan.
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı)
Sen kimsin? Cevap verme.ymiş!
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan,
sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin
nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması ve
alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilmiş olan (10/120) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön görüşmelerinin,
Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN Evet, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisi aleyhinde ikinci ve son söz, Adana Milletvekili Necdet Ünüvara aittir.
Buyurun.
NECDET ÜNÜVAR (Adana) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin, sağlık
çalışanlarına şiddetin araştırılması
amacıyla verdiği grup önerisinin aleyhine AK PARTİ Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, geçtiğimiz hafta hunharca bir
saldırı sonucu hayatını kaybeden 4 eczacı
meslektaşımıza Allahtan rahmet, yakınlarına
başsağlığı diliyorum.
Bugün, Sayın Özgür Özelin ifade ettiği
etkinlikten de haberim olmadı yani bir duyuru da yapılmadı.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Yapıldı efendim,
yapıldı.
NECDET ÜNÜVAR (Devamla) Duyuru olsaydı,
gerçekten orada olmaktan, o eczacı arkadaşlarımızın
yanında bulunmaktan gerçekten büyük bir onur duyardık.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Bütün eczacı
milletvekillerimizin cep telefonlarına mesaj atıldı.
NECDET ÜNÜVAR (Devamla) Öncelikle, onlara rahmet
diliyorum.
Tabii, şiddeti konuşuyoruz. Bu hunharca,
vahşice işlenmiş bir cinayet. O cinayet, tabii ki, ortaya
çıkarılacak ve suçlu en ağır cezayla
cezalandırılacaktır.
Konumuza dönersek, burada konu sağlıkta
şiddet ama muhalefet sözcüleri şiddetten daha çok Sağlıkta
Dönüşümü konuştular, Sağlıkta Dönüşümün neler
yaptığını, neler getirdiğini konuştular ama ben
bunları da hayretle dinlediğimi ifade etmeliyim. Özellikle, burada
bir arkadaşımız, değerli bir milletvekili
arkadaşımız fotoğrafları gösterdi, galiba
fotoğrafların zamanlaması yanlıştı. Yani,
bilmiyorum, Antalyadaki hastanelere mutlaka gidiyorsunuzdur. Oradaki o
fotoğraf yani gösterdiğiniz o güzel fotoğraf herhâlde AK
PARTİ dönemine ait olan bir fotoğraf olsa gerek.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) İkincisi
efendim.
NECDET ÜNÜVAR (Devamla) Para ilişkisi hep
konuşuluyor, sağlıkta dönüşümün parayla ilişkisi
irdeleniyor ama değerli arkadaşlar, mutlaka veriye dayalı konuşmamız
lazım. Bir sağlık sisteminin başarısını
ortaya koymak için bazı kriterlere dayalı net rakamlarla
konuşmak lazım.
Bir sağlık sisteminin
başarısını 3 kriterle ortaya koyabilirsiniz: Bunlardan bir
tanesi, sağlık göstergeleridir. Sağlık göstergeleri: Bebek
ölüm hızı, anne ölüm hızı ve beklenen yaşam süresi
gibi temel kriterler.
Bebek ölüm hızına
baktığımız zaman, her bin yeni doğan bebekten AK
PARTİ öncesinde 31i vefat ediyordu ama bugün, bu oran binde 7,8; binde
31den binde 7,8e inen bir rakamdan bahsediyoruz.
Anne ölüm hızı, her 100 bin annenin 64ü
vefat ediyordu, 2002 rakamından bahsediyorum. Bugün, bu oran yüz binde
15,5.
Beklenen yaşam süresi 71di, şu anda
76yı birazcık geçmiş durumda.
Peki, cepten yapılan harcamalar gerçekten
Sayın Vekilimizin gösterdiği o fotoğraftaki gibi mi? Maalesef,
Sayın Naci Bostancı Hocam da bana şeyle bakıyor ama o rakam
onu göstermiyor. Her 100 liranın 32 lirası cepten harcanıyordu.
Bugün, bu rakam her 100 liranın 19 lirasına tekabül ediyor yani
insanların cepten yaptığı harcamalar azalmış
durumda. Kaldı ki ondan önce konuşan konuşmacı doktor
milletvekilimizin ifadesinde 14 ayrı katkı payı deniyordu, 14
ayrı katkı payı alındığından bahsediliyordu.
Değerli Milletvekilim, otuz iki
yıllık doktorum, siz de doktorsunuz, hepimiz biliyoruz ki 2002
öncesinde o 14 kalem katkı payının toplamının belki de
5 katı bir kalemde alınabiliyordu. Nerede alınıyordu? Yasa
dışı yollarla alınıyordu, bunları da hepimiz
biliyoruz.
Sağlıkta dönüşümü
kaldıralım. deniyor. Sağlıkta dönüşümü
kaldırdığımız zaman ne olur? Şöyle bir
fotoğrafı canlandıralım: Kuyruklar
Sayın Musa Çam çok
iyi biliyor.
MUSA ÇAM (İzmir) Hocam, yapma Allah
aşkına ya! Hep kuyruklar, kuyruklar diyorsunuz.
NECDET ÜNÜVAR (Devamla) Ya, kuyruklar.
MUSA ÇAM (İzmir) - Reçete paraları, ilaç
paraları, katkı paraları, biraz da onlardan bahset Hocam ya.
NECDET ÜNÜVAR (Devamla) Onları da söyleyeyim
ama Sayın Çam, bakınız, bir şey söyleyeyim: 2004
yılında, müsteşarım, ilaçla ilgili bir konuyu gündeme
getirdik -bir hatırattan bahsediyorum- dedik ki: Ya, Türkiyede ilaç
fiyatları kümülatif olarak her ay yüzde 7, yüzde 7 artıyor. Bu böyle
olmaz, niye yüzde 7 artıyor? Ne enflasyonla, ne TEFEyle, ne TÜFEyle
alakası var? Yüzde 7, yüzde 7 artıyor sürekli, her ay ilaca yüzde 7
zam geliyor ve şöyle bir şey yaptık: Sektörle oturduk, uzun
uzadıya, saatlerce süren görüşmeler yaptık, dedik ki: Biz,
referans ülke sistemine geçeceğiz. Referans ülke sisteminde 5 tane ülkeyi
referans aldık: İtalya, İspanya, Fransa, Portekiz ve Yunanistan.
O ülkelerdeki alım gücü, malumunuz, bizden çok daha yüksek. O ülkelerdeki
ilacın minimum fiyatı Türkiye'deki ilaçların maksimum
fiyatı olur. Ondan sonra ne oldu biliyor musunuz? Sonra bir
çırpıda ülkenin kamu maliyesinin cebinden her yıl çıkan 1 milyar
dolar ülkenin maliyesinde kaldı. Ondandır ki, SSKlı işçi
sadece SSK eczanelerinden ilaç almaya mahkûm olmadı. Yeşil
kartlı 10 milyonun üzerindeki vatandaşımız aynı sizin
gibi, memur gibi, bir başka vatandaşımız gibi ilaç
alabilme, protez alabilme hakkına kavuştu ve ne oldu biliyor musunuz?
Bir gazeteci -o zaman Hürriyette yazıyordu- dedi ki: Ey Hükûmet, bir
buçuk yıldır aklınız neredeydi? Madem bu 1 milyar
dolarlık indirimi yaptırıyordunuz, bir buçuk yıldır
aklınız neredeydi? Düşünebiliyor musunuz, 2002nin sonunda
iktidara gelmiş bir parti bir kalemde 1 milyar dolarlık bir gideri
kamu maliyesinde bırakıyor, tasarruf ediyor ama bir gazeteci diyor
ki: Bir buçuk yıldır aklınız neredeydi? O gazeteciyi
bilirsiniz, hani, o paradan 6 sıfır atıldığı zaman
Taksimde bir şekilde anıracağını ifade eden bir
gazeteciydi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, eğri
oturup doğru konuşalım. Sağlıkta dönüşüm
gerçekten bu ülkeyi kızaklardan helikopter ambülanslara, o
sağlık ocağının daracık koridorlarından,
hastanelerdeki kuyruklardan şu andaki gerçekten konforlu ve
vatandaşın memnuniyetini ki üçüncü kriter de odur- yüzde 39lardan
yüzde 70lerin üzerine çıkaracağı bir sağlık
dönüşüm modelini ortaya koymuştur.
Tabii, değerli arkadaşlar, şiddetin
dünyadaki sağlık sistemleriyle alakası var mı?
Şüphesiz olabilir ama onlarla ilgili de gerçekten çok önemli
değişiklikler oldu; onları da uzun uzadıya ifade etmek
isterdim. Aslında bu araştırma önergesi, biraz önce Sayın
Emirin ifade ettiği 297 sayfalık, sağlıkta şiddetle
ilgili neler yapıldığının da âdeta, Meclise bir
bilgilendirme fırsatı doğurmuştu. Burada Bakanlıktan
tek tek hepsini çıkardım, gerçekten çok önemli birtakım
değişiklikler var. Ha, Hükûmet niye şimdi yeni bir şiddete
sıfır tolerans eylem planı yapıyor? Çünkü sağlık
sosyal bir alan, kabul edersiniz ki sosyal alanlarda da yeni birtakım
değişiklikler olabilir ve bunlarla ilgili de yeni adımlar atmak
gerekebilir. Her şey yapıldı mı? Hayır, her şey
yapılmadı ama çok şey yapıldı mı? Çok şey
yapıldı.
Şimdi, bir arkadaşımız ifade
etti, işte, sağlık çalışanlarının 30
bininden fazlası şiddete maruz kalıyor. Doğru, 1 Haziran
2012 ile 1 Haziran 2016 arasında bu Beyaz Kod sistemine yani kayda
geçmiş sağlıkta şiddet rakamlarına göre, 1 Haziran
2012 ile 1 Haziran 2016 arasında 30.424 sağlık
çalışanına sözel şiddet, 14.392 sağlık
çalışanına da fiziksel şiddet uygulanmış yani 45
bin.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Tamam,
aynı şeyi söylüyorum.
NECDET ÜNÜVAR (Devamla) Ama dört yılda,
Sayın Vekilim, 1 Haziran 2012, 1 Haziran 2016. Şimdi, rakamlara göre
konuşmak lazım. Acillerde, polikliniklerde daha çok şiddet var
mı? Evet var ama değerli dostlar, bu şiddet sadece bugünün
meselesi değil, aynı zamanda yarınlarda da bu şiddet
olacak. Şiddetle ilgili sağlıkta dönüşümü suçlamak yerine
iktidar ve muhalefet el birliğiyle, beraberce iletişimi
güçlendirmemiz lazım yani sağlık çalışanları ile
sağlık hizmetini alan vatandaşlar arasındaki
iletişimle ilgili sorumlu konuşmalar yapmamız gerekiyor. Biz o
iletişimi artırdıkça, biz o iletişimleri artırdıkça
sağlıkta şiddet de daha az olacaktır ama kabul etmek
lazım ki hiçbir alanda şiddeti tamamıyla sıfırlamak da
mümkün değil; sporda şiddet olacak, sağlıkta, aile içinde,
sokakta şiddet olacak ama bizim en temel görevimiz o şiddeti minimuma
indirmektir. O sebeple, Sağlık
Bakanlığımızın sağlıkta şiddete
sıfır tolerans ve o acil eylem planıyla ilgili süreci de takip
etmek gerekir ve bu raporda yazdığımız önerileri de hayata
geçmesini sağlamamız gerekir diye düşünüyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Sayın
Başkan
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Başkan
MURAT EMİR (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Bir saniye
Niye öyle herkes ayağa kalktı bir anda?
Evet, teşekkür ediyoruz Sayın Ünüvar.
Buyurun Sayın Yurdakul.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Sayın
konuşmacı konuşması sırasında,
fotoğraflarımla konuşmamda saptırma
yaptığımı ve yanlış rakamlar ve sayılar
verdiğimi ifade etti. Dolayısıyla söz istiyorum.
BAŞKAN Buyurun Sayın Yurdakul.
İki dakika
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
9.- Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakulun,
Adana Milletvekili Necdet Ünüvarın CHP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Sayın
Başkan, teşekkür ederim.
Sayın Necdet Bey aslında bu işin
içerisinde, biliyor ama gerçek rakamları vermiyor, kulağını
şöyle ters tutuyor.
Sayın Necdet Bey, vatandaş cepten
harcamalarında 2009 rakamı 8 milyar TL, 2015 rakamı 17 milyar
TL. Yani vatandaşın anlayacağı dilde konuşalım, 2
katına çıktı cepten harcamalar. Üstelik genel sağlık
sigortası adı altında prim topluyorsunuz; yetmiyor, insanlara
diyorsunuz ki Bu sağlık hizmetlerinin bir kısmını
karşılarım, geri kalanını karşılamam.
Peki, ne yapacağım ben? Aynı
arabanıza kasko sigortası yaptırıyorsunuz ya, git,
tamamlayıcı sigorta yaptır. Ya, parası yoksa peki? Ne
yapacağız peki? Bunları hiç söylemiyorsunuz.
NECDET ÜNÜVAR (Adana) Devlet güvencesinde onlar.
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) Hayır, devlet
ödemiyor.
NECDET ÜNÜVAR (Adana) Ödüyor.
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) Hayır,
hiçbirini ödemiyor, tamamlayıcı sigortayı yaptırmak zorunda
bırakıyorsunuz; bu bir.
İkincisi, bakın
NECDET ÜNÜVAR (Adana) Dünyanın en cömert
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) Necdet Bey,
buraya çıkın konuşun. Buraya çıkın konuşun.
Bebek ölüm hızı hakkında da
insanları yanlış algılama içerisine sokuyorsunuz.
Şöyle diyorsunuz: 2013te binde 31, şimdi binde 7,8. İfade
doğru, ama gerçeği söyle. 1999da binde 45, 2003te binde 31, 2014te
binde 7,6; 2015te binde 7,8 yani ilk kez cumhuriyet tarihinde bebek ölüm
hızını artıran sizsiniz. Bunları niye söylemiyorsunuz?
Necdet Bey, biliyorsunuz, öyle değil mi?
İkincisi, OECD bebek ölüm hızını
ne diyor biliyor musunuz? Binde 10,8. TÜİK ne diyor? Binde 11. Siz ne
diyorsunuz Sağlık Bakanı olarak? Binde 7,6 diyorsunuz. Hangisi
doğru? Bakın, algı operasyonu yapmayın, insanları
yanıltmayın. Ne yapıyorsanız, siz doğruyu söyleyin,
biz de bunların eleştirisini yapalım.
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Hiç sokağa
çıkmıyor musunuz, hiç seçmene gitmiyor musunuz siz?
AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) - Ne
yapalım o zaman birlikte, biliyor musunuz? Aynen biraz önce ifade
ettiğin gibi, bu alanda yer alan milletvekilleri, yöneticiler ifadelerini
kullanırken sağlık çalışanlarına düzgün ifadeler
kullansın. O zaman hep birlikte ne yapalım, biliyor musunuz? Hem
vatandaşları, hastalarımızı hem de sağlık
çalışanlarını birlikte memnun eden bir sistem getirelim.
BAŞKAN - Sayın Demirel, tutanakları
istedim. Size de iki dakika süre vereceğim.
Kim konuşacak?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Meral
Danış Beştaş.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Danış
Beştaş. Size de iki dakika söz veriyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
10.- Adana Milletvekili Meral Danış
Beştaşın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun
sataşma nedeniyle yaptığı konuşması
sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demin hatip,
doğrusu, öyle bir konuşma yaptı ki gülümsememek elde değil.
Yavuz hırsız ev sahibini bastırdı gerçekten.
Bugün Almanyada 200 sayfalık bir suç duyurusu
dilekçesi verildi, Cumhurbaşkanı Erdoğanın savaş ve
insanlık suçu işlediğine dair; aralarında
milletvekillerinin, gazetecilerin ve hukukçuların bulunduğu çok
kapsamlı bir dilekçe verildi. Haberiniz yoksa ben size haber vereyim. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
Yine, bugün, özür dilediğiniz Rusya var ya,
hani özür dileyip diz çöktüğünüz Rusya, zamanında
yığınla teröre destek verdiniz diye AKP iktidarını
Birleşmiş Miletlere şikâyet etti.
Yine, KuveytTürk hakkında bugün ABDde bir
soruşturma başlatıldı. Acaba kim teröre destek veriyor, kim
insanlık suçu işliyor, kim gerçekten uluslararası ilkeleri ihlal
ediyor, size sormak istiyoruz?
Biz de Stara, Sabaha, Akşama gazete
diyemiyoruz. Gerçekten sadece yalanları yazan ve kendi yalanlarına
inandırmak isteyen gazeteler hakkında bu kürsüden kimse terör örgütü
yandaşı demiyor ama siz bir yandan konuşmanıza
başlarken tamamen adli bir soruşturma olduğunu söylüyorsunuz,
kimsenin bizim dönemimizde düşüncelerinden dolayı
tutuklanmadığı gibi -çok özür dilerim- büyük bir yalan
atıyorsunuz ortaya ama şu anda yüzlerce insan, binlerce insan
düşüncelerinden dolayı cezaevlerinde yatıyor. Size muhalif olan
herkesi, her gazeteyi, her toplumsal muhalefet odağını
cezaevlerine göndermek için yargıyı zapturapt altına
aldınız. Bu büyük yalanlarla bu ülkeyi daha fazla yönetemezsiniz.
Siz, bugün özür dilediğiniz, uzlaştığınız
İsraille ilgili yaptıklarınıza önce bir bakın, sonra
saygın Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı, Erol
Önderoğlu ve Ahmet Nesin hakkında konuşun. Bunu sizin
savunduğunuzu ve sizin tutuklattığınızı,
aynı zamanda itiraf ettiğinizi de not düşürüyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
MURAT EMİR (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Emir
MURAT EMİR (Ankara) Sayın Ünüvar
konuşmasında bana atfettiği düşünceler
çarpıtılarak atfedilmiştir, 69a göre söz istiyorum.
BAŞKAN Sayın Emir, şöyle yapsak,
şimdi, siz konuştunuz, o konuştu, takdir kamuoyunun olsa. Hep
birbirimizi düzeltmek zorunda mıyız?
MURAT EMİR (Ankara) Düzeltmem gerekiyor
efendim, izin verirseniz
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, önerge sahibi
olduğu için konuşmasında fayda var.
BAŞKAN Peki, iki dakika süre veriyorum ama
lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
11.- Ankara Milletvekili Murat Emirin, Adana
Milletvekili Necdet Ünüvarın CHP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MURAT EMİR (Ankara) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Benim, Ünüvar Hocama sataşmam zaten
olanaklı değil, kendisini elbette ki sayarız bir
meslektaşımız olarak. Yalnız, bizim, burada
Sağlıkta Dönüşüm Programını çok uzun
konuştuğumuzu, şiddeti az konuştuğumuzu söyledi.
Hayır, öyle olmadı, şiddeti çok konuştuk ve sizin o
Komisyon raporunuzun hiçbirisinin hayata geçirilmediğini ifade ettik,
ayrıntılarıyla söyledik ama siz sadece bir kâğıt
gösterdiniz, kusura bakmayın.
NECDET ÜNÜVAR (Adana) Göndereyim ben size
onları.
MURAT EMİR (Devamla) Hiçbir şey
yapılmamıştır, görünürde bir şey
yapılmamıştır, rakamlar da ortadadır. Ama, mademki siz
cepten sağlık harcamalarını gündeme getiriyorsunuz, bakınız,
bizim iddiamız şudur: Şu anda hiç kimse cepten sağlık
harcaması oranını bilmiyor, bilemez çünkü burası bir kara
deliktir, burası kara bir alandır. Bıçak paraları,
rüşvetler, üniversite öğretim üyelerine ameliyattan önce verilen
paralar
Bunları hesap etmenin olanağı yok. Bakın, bütün
özel hastanelerde SGKnın yönetmeliğine göre yüzde 200 oranında
fark alınabilecekken -hepinizin bildiği bir gerçek- olması
gereken fiyatın 5 katı, 10 katı ücretlerle ameliyatlar
yapıldığını hepiniz biliyorsunuz. Bunu
bilmiyormuş gibi niye yapacağız burada? Biz bunu
sorduğumuzda TÜİKin istatistiğine bakıyorlar. Gerek yok
ki, Maliye Bakanlığında hangi hastane grubunun kaç lira vergi
verdiği, nereden parayı kazandığı açıkça ortada.
Cesaretiniz varsa onu gösterin. Cepten sağlık harcamaları, sizin
döneminizden onlarca kat artmıştır. Biz bunu iddia ediyoruz,
bunu iddia etmekten de çekinmeyeceğiz.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) Rakam da var.
MURAT EMİR (Devamla) Bakın, sizin
niyetiniz, işte o şehir hastanelerini kalkındırmak, özel
sektörü kalkındırmak, bunun içinde kamu hastaneciliğini
çökertmektir. Sağlıkta Dönüşüm Programı adı
altında uygulamaya koyduğunuz politikalar da sonuç olarak kamu
hastaneciliğini çökertmiştir, sağlığı paralı
yapmıştır, parasız hizmeti bitirmiştir.
NECDET ÜNÜVAR (Adana) Halka sorun halka, halka
sorun.
MURAT EMİR (Devamla) - Ama yine de 14 kalem
adı altında para alındığını söylemiş
olmanızdan dolayı size teşekkür ederim, sağ olun. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Atıcı, siz niye
söz istiyorsunuz?
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Başkan,
sadece tutanaklara geçsin diye söylüyorum: Sayın Ünüvar, kamuoyunu
yanıltıcı bilgi vermiştir. Bebek ölüm hızı 2012
yılında binde 7,4ten 2013 yılında binde 7,8e yükselmiştir.
Bunun anlamı: 600 bebek fazladan ölmüştür sadece yönetim sorunu
nedeniyle.
Aynı zamanda, anne ölüm hızı yüz
binde 15,4ten 15,9a
Bunlar Sağlık Bakanlığının
verileridir. 7 anne fuzuli yere ölmüştür.
BAŞKAN Sayın Atıcı, böyle bir
usul yoktur. Tutanaklara geçmiştir.
HASAN BASRİ KURT (Samsun) Sayın
Başkan
AYTUĞ ATICI (Mersin) Cepten harcanan,
TÜİK rakamına göre, 37 dolardan 87 dolara
çıkmıştır. Bu da TÜİK verisidir.
BAŞKAN Sayın Muş, buyurun.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Hatip, az önce
yalan söylediğimi ifade etti. Açık bir sataşma bu.
BAŞKAN Buyurun iki dakika süre veriyorum.
Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun,
Adana Milletvekili Meral Danış Beştaşın sataşma
nedeniyle yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; iftar saatine on dakika kaldı
yani böyle bir zaman diliminde söz almak istemezdim ama bazı gerçekleri de
ifade etmek durumundayız.
Bakın, bu ülkede AK PARTİ iktidarı
devletin tüm kurumlarıyla teröre karşı çok çetin, çok
kararlı bir mücadele vermektedir ve bu terörün kökünü kazıyıp
Türkiye'nin gündeminden çıkaracağız. Bunu herkes böyle bilsin.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı)
Çok duyduk bu lafları.
MEHMET MUŞ (Devamla) - Bizi terörle
suçlayabilecek en son parti az önce söz alan hatibin partisidir. Terörle
arasına mesafe koyamayanlar, Kızılayda PKKlı canlı
bombanın öldürdüğü anne karnındaki bebeğin
sızısını duyamayanlar, onlara seslerini
çıkartamayanlar, onlara karşı tek bir kelime edemeyenler Türkiye
Cumhuriyeti devletini Yok, efendim, IŞİDeymiş, yok başka
bir terör örgütüne destek veriyormuş. gibi bir suçlamanın içerisine
giremezler. IŞİD de bir terör örgütüdür, PKK da bir terör örgütüdür,
El Nusra da bir terör örgütüdür, DHKP-C de bir terör örgütüdür.
Bakın, 100ün üzerinde okul yakıldı.
Bu okulları bu terör örgütü niye yakıyor biliyor musunuz? Orada
çocuklar okula gitmesin, okumasın, öğrenmesin, terör örgütü kendisine
eleman devşirsin. Bundan dolayı bu okulları yakıyorlar. Bu
kürsüden bir tek sesini çıkarabilen gördünüz mü? Göremezsiniz, ona ses
çıkartmazlar, çıkartamazlar.
Bir ikincisi: Değerli milletvekilleri, AK
PARTİ Türkiyenin menfaatlerini uluslararası alanda bugüne kadar
savunagelmiştir. Biz kimsenin önünde ne geçmişte diz çöktük ne de
bugün diz çöktük, ülkemizin hukuku neyi gerektiriyorsa onu yaptık.
Devletlerde ilanihaye ilişkiler gergin olmaz, küskünlük olmaz. Burada
Türkiyenin çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyoruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan, yani başından sonuna kadar bir sataşma
var, biz de birkaç kelime
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Bir saniye arkadaşlar
Bir
saniye, dinliyorum.
Buyurun Sayın Demirel.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan, hatip başından sonuna kadar söylediklerimizin
doğru olmadığını
Bize hakarete varan söylemler söz
konusu. Biz de sataşmadan dolayı iki dakikalık söz istiyoruz.
BAŞKAN Hayır, ne?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Başkan, ayrıntıları sormadınız kendisine, ben söz
istediğimde tutanak istiyorsunuz.
BAŞKAN Ne hakaret oldu, ben onu sormak
istiyorum yani ne dedi, ne söyledi?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) En son
konuşacak kişinin bizler olduğumuzu ifade etti. En son
konuşacak kişinin HDP olduğunu ifade etti.
BAŞKAN Ya, Sayın Demirel, bu
konuşmayı yaparsanız da iftardan sonra yapın bari. Şu
zamanda bizi bu kadar uğraştırmayın, bakın bu kadar
grubu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Başkan, hiçbir şekilde konuşmadığımızı
ifade etti yani açık bir şekilde bir sataşma söz konusu. Biz de
sataşmadan dolayı iki dakika söz istiyoruz.
BAŞKAN Peki, buyurun.
İki dakika süre veriyorum.
Artık Sadakallahülazim diyeceğiz yani
ona göre.
MEHMET UĞUR DİLİPAK
(Kahramanmaraş) - Hadi bakayım, PKK terör örgütüdür. de, göreyim
seni.
13.- Adana Milletvekili Meral Danış
Beştaşın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun
sataşma nedeniyle yaptığı konuşması
sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) Vallahi,
Türkiyenin teröre destek verdiğini sadece biz söylemiyoruz, ben size
Almanyayı örnek verdim ve bugün özür dilediğiniz Rusyanın
söylediğini söyledim ve uluslararası anlamda 200 sayfalık bir
suç duyurusuyla yapıldığını söyledik.
HAMZA DAĞ (İzmir) Emperyalizme
karşı omuz omuza! diyenler Batı uşağı oldunuz
hepiniz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
Gerçekten söyleyecek sözümüz olsaydı böyle bir
MEHMET UĞUR DİLİPAK
(Kahramanmaraş) PKKya terör örgütü diyor musunuz?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
Buyurun konuşun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) Önce
onlara müdahale edin Sayın Başkan. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Buyurun, buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
Nasıl konuşayım? (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Konuşun siz, ben söyledim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
Nasıl konuşayım, sesimi duymuyorum.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
müdahale etmeyelim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
Bekliyorum, onların susmasını bekliyorum, bekliyorum.
MEHMET UĞUR DİLİPAK
(Kahramanmaraş) Bekleme, PKKya laf söyle.
BAŞKAN Sayın Danış
Beştaş, buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
İşte sizin düşüncelere tahammül gücünüz bu.
MEHMET UĞUR DİLİPAK
(Kahramanmaraş) Hadi yüreğiniz yetiyorsa, lafınız varsa
söyleyin.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
İşte sizin gibi düşünmeyenlere, sizi eleştirenlere tahammül
gücünüz bu. Bu, gerçek bir aciz içinde olduğunuzu gösteriyor. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
HAMZA DAĞ (İzmir) O kadar acizsiniz siz,
o kadar acizsiniz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
Sözünüz olduğunda gelip buruda söylüyorsunuz ama buradan böyle
sataşmayla bir tartışma yaptığınızı
sanıyoruz. Yazıklar olsun gerçekten.
HAMZA DAĞ (İzmir) Size yazıklar
olsun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) Burada
aynı cümleleri her gün tekrar ederek bir siyaset
yaptığınızı
HAMZA DAĞ (İzmir) İftar yok,
ramazan yok, hiç saygı yok sizde.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
müdahale etmeyelim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) Ben de
sizi protesto etmek için susuyorum.
MEHMET UĞUR DİLİPAK
(Kahramanmaraş) Çok iyi yapıyorsun, bravo(!)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
Kınıyorum sizi. İftara gideceğinizi biliyorum, hepimiz
gideceğiz biraz sonra aşağıya. Türkiye bu resmi görsün diye
susuyorum. AKP Grubunun tahammülü bu kadar. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Sayın
Başkanım, oylayalım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla)
İsrailden özür dilediğiniz gibi kendi halkınızdan özür
dileyin, Rusyadan önce kendi halkınızdan özür dileyin, kendinizden.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET UĞUR DİLİPAK
(Kahramanmaraş) Hadi çarpıtmayın yine, çarpıtmayın.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) Ben
protesto ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
UĞUR AYDEMİR (Manisa) -
Başkanım, oylayalım.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan,
sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin
nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması ve
alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilmiş olan (10/120) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 27 Haziran 2016 Pazartesi günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri
kabul edilmemiştir.
Birleşime bir saat ara veriyorum,
hayırlı iftarlar diliyorum.
Kapanma Saati: 20.22
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.24
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Elif Doğan TÜRKMEN
(Adana)
-------0------
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 107nci
Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
Alınan karar gereğince, gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmına geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Danıştay Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/726) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı:
400) (x)
BAŞKAN Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon Raporu 400 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, bu tasarı İç Tüzükün 91inci
maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul
edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler
ayrı ayrı oylanacaktır.
LEVENT GÖK (Ankara)
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök,
buyurun.
LEVENT GÖK (Ankara)
Sayın Başkanım, 400 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılan kanun tasarısı
Danıştay ve Yargıtayda yapılacak önemli değişikliklere
ilişkindir. Cumhuriyet tarihinde ilk defa yargı
mensuplarının çalıştıkları kurumlardan
sıfırlanmasına ilişkin çok önemli ve şimdiye kadar
eşi benzeri olmamış bir yöntem uygulanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyetini tarif
eden Anayasamız hukuk devletini öne çıkaran bir anlayışla
kuvvetler ayrılığı prensibine dayanılarak
yürürlüktedir. Kuvvetler ayrılığı prensibinin en önemli
unsurları yasamanın, yürütmenin ve yargının birbirlerinden
ayrı ve bağımsız olması; yürütmenin yargı
üzerinde, yasamanın yargı üzerinde bir vesayetçi anlayışla
bir işlev görmemesidir.
Bu nedenle, bu getirilen
kanun çok açık bir şekilde hukuk devleti ilkelerine ve
Anayasamıza aykırıdır. Bu nedenle, bu kanun burada
görüşülemez. Bu kanunun Anayasaya uygunluğunun incelenmesi
bakımından Anayasa Komisyonunda inceleme yapılması gerekir.
Anayasa Komisyonunda herhangi bir değerlendirme yapılmadan gelen bu
kanunun Anayasaya açıkça aykırı olduğu bellidir. Bu
kanunun geri çekilmesi ve görüşülmemesi, Anayasa Komisyonuna gönderilmesi,
Anayasa Komisyonu raporundan sonra ancak burada görüşülmesi gerekir.
Bu nedenle, bu kanunun geri
çekilmesini ve Anayasa Komisyonuna havale edilmesini, eğer bu konuda ileri
sürdüğüm düşüncelerden aksi düşünce
yapısındaysanız bir usul tartışmasını açmak
istiyorum. İç Tüzükün 38inci maddesine göre, Anayasaya
uygunluğunun incelenmesi gereken çok önemli bir kanundur ve kuvvetler
ayrılığı prensibine de çok açıkça
aykırıdır. Bu talebi iletiyorum efendim öncelikle.
BAŞKAN Sayın Gök, bir defa, İç
Tüzükün 38inci maddesi çok açık. İç Tüzükümüzün 38inci maddesi
Anayasaya uygunluğun incelenmesini kapsıyor. Komisyonlar diyor
orada, Komisyonlar kendilerine havale edilen tasarı veya tekliflerin ilk
önce Anayasanın metin veya ruhuna aykırı olup olmadığını
tetkik etmekle yükümlüdürler. Bir komisyon, bir tasarı veya teklifin
Anayasaya aykırı olduğunu gördüğü takdirde gerekçesini
belirterek maddelerinin müzakeresine geçmeden reddeder.
Şimdi, bir defa, burada komisyonlar
arasında bir hiyerarşik bağ yok. Sadece Anayasa Komisyonu
Anayasaya uygunluğu denetler diye bir şey yok. Bütün komisyonlar
önüne gelen tasarı ve tekliflerin Anayasaya uygunluğunu ilk önce,
behemehâl tetkik eder.
Dolayısıyla, bu tasarı, bu teklif de
aynı şekilde Adalet Komisyonuna gitmiş, Adalet Komisyonu gerekli
müzakereleri yapmış ve ilgili metni Anayasaya aykırı
görmemiş, rapora bağlamış, rapor
dağıtılmış, Genel Kurulun gündemine girmiş.
Şimdi, Genel Kurulun gündemine giren bir hususta, bizim bu tasarı ya
da teklif Anayasaya aykırıdır diye görüşmeme
imkânımız yoktur. Başkanlık Divanı olarak bizim bu
noktada alacağımız ayrı bir karar olması mümkün
değil. Kaldı ki yine İç Tüzükümüzün 84üncü maddesi çok
açık, Tasarının belli bir maddesinin Genel Kurulda görüşülmesi
sırasında Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle
reddini isteyen önergeler diğer önergelerden önce oylanır. diyor.
Yani burada zaten -şu anda da dile getirirsiniz- tümü üzerindeki
görüşmeler yapılacak, tümü üzerindeki görüşmelerden sonra bu,
Genel Kurulun onayına sunulacak maddelere geçilip geçilmemesi
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, ben
tutumunuzu anlıyorum ama eğer bu düşünceyi yine de
savunuyorsanız bir usul tartışması açmak istiyorum.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Muşa söz vereyim.
Buyurun Sayın Muş.
MEHMET MUŞ (İstanbul) İç Tüzükün
38inci maddesi çok açık, eğer bir komisyon, kendisine gelen bir
tasarı veya teklif Anayasaya uygun değilse zaten bunu iade ediyor.
Burada Komisyon raporunu yazmıştır, Anayasaya uygunluk
denetiminden geçtikten sonra ancak Komisyon bunu buraya gönderebilir. Yani
Komisyon burada Anayasaya bir aykırılık görmemiş, bunu
görüşmüş, raporunu yazmış ve Genel Kurula bunu sevk
etmiştir. Bu açıdan, ben bir an önce gündeme geçme noktasında
inisiyatif almanızı diliyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Ben tutumunuzla ilgili usul
tartışması açmak istiyorum efendim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Akçay, buyurun.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan, evet
yani usul tartışmasına geçmeden evvel, maalesef, benzeri kanun
tasarısı görüşmelerinde de aynı tutumu tekraren bugün
burada görüyoruz, daha evvelki tasarılarda da
Şimdi, bu İç
Tüzükün 38inci maddesine göre İç Tüzükün ruhuna ve lafzına uygun
şekilde komisyonlarda da gereken incelemenin
yapılmadığı ifade ediliyor. Komisyonda da Anayasaya
uygunluk tartışması yapıldığında bu komisyon
raporunda da Anayasaya uygunluğunun izah edilmediğini de görüyoruz.
Dolayısıyla, bu usul tartışmasında biz de aleyhe söz
almak isteriz.
BAŞKAN Şimdi tasarının gerek
tümü üzerindeki görüşmelerinde gerekse maddeleri üzerindeki
görüşmelerinde hangi madde aykırıysa o maddeye ilişkin
önergeler de dâhil olmak üzere pek çok noktada Anayasaya
aykırılık iddiası var ise bu, zaten görüşmeler
esnasında ortaya çıkacak. Dolayısıyla, şu anda bizim
bunu gündeme almama gibi bir durumumuz söz konusu değil. Ben bu kanaatimi
bildirdim. Eğer ısrarcıysanız usul
tartışmasını açıyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Aleyhte söz istiyorum, evet.
BAŞKAN Aleyhte, Sayın Levent Gök.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Aleyhte, İsmail Faruk
Aksu
MEHMET MUŞ (İstanbul) Lehte
HASAN BASRİ KURT (Samsun) Lehte
HİLMİ BİLGİN (Sivas) Lehte
BAŞKAN İsmail Faruk Aksu
LEVENT GÖK (Ankara) Bu konudaki sürede tabii,
birazcık cömert davranırsanız
BAŞKAN Lehte, Mehmet Muş, Hasan Basri
Kurt.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Aleyhte
BAŞKAN Aleyhteler bitti.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Lehte
olsun, fark etmez.
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, hanımefendi
burada bağırıp duruyor iki saatten beri.
BAŞKAN Aleyhte söz almak istiyorsanız
isterseniz
LEVENT GÖK (Ankara) Tabii, süreyi de biraz
uzatalım Sayın Başkan.
BAŞKAN Üç dakika, Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Yani beş dakika yapmak
makuldür, önemli bir kanun değerlendirmesi yapacağız.
BAŞKAN Yok, yok. Sayın Gök, üç dakika
zaten konuşulacak. Siz meramınızı üç dakikada çok iyi
anlatırsınız Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Yani burada pek
anlatacağımı düşünmüyorum.
Sayın Başkan, bir beş dakika
BAŞKAN Sayın Levent Gök, buyurun
efendim.
LEVENT GÖK (Ankara) Ben aleyhte söz aldım
efendim.
BAŞKAN Usul tartışmasını
ilk siz açtığınız için belki gerekçesini de
anlatırsanız diğer arkadaşları da ikna edebilirsiniz.
LEVENT GÖK (Ankara) Yok, biz normal usul
sırasına uyalım efendim.
BAŞKAN Lehte, Sayın Mehmet Muş.
Süreniz üç dakikadır.
Buyurun.
IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- 400 sıra sayılı Kanun
Tasarısının Anayasaya aykırı olduğu
gerekçesiyle görüşmelerinin yapılıp
yapılamayacağı hakkında
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz bu
tasarı, Adalet Komisyonunda görüşülmüş, raporu
yazılmış ve Genel Kurula indirilmiştir. Komisyonlar,
kendilerine gelen tasarılarda eğer Anayasaya bir
aykırılık görürlerse zaten bunu iade ediyorlar. Görüşüp
rapor yazıldıktan, oylandıktan sonra, buraya geldikten sonra
demek ki Anayasaya aykırılık noktasında ilgili komisyon
herhangi bir eksiklik görmemiş, bunu görüşmüş ve karara
bağlamıştır. O açıdan, madde 38, bu denetimi
komisyonların yapacağını ifade eder.
İç Tüzükün 84 ve 87nci maddeleri de bir
milletvekilinin herhangi bir maddeyle alakalı bir düşüncesi varsa
bununla alakalı görüşmeler esnasında kendisinin görmüş
olduğu aykırılıkla ilgili veya değişiklik
teklifiyle alakalı önergesini Başkanlık Divanına sunabileceğini,
bunun müzakere edileceğini, Genel Kurulun bunu kabul edeceğini veya etmeyeceğini,
onun Genel Kurulun takdirine kalmış bir şey olduğunu
söyler. O açıdan, biz bu önemli tasarının bir an önce Meclis
Genel Kurulunca görüşmelerine başlanmasını istirham
ediyoruz.
Burada hâkim ve savcılarla alakalı
yapılan düzenlemeler, Anayasanın 139uncu maddesiyle uyumludur,
burada bir aykırılık söz konusu değildir. Anayasa madde
139,
bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de
olsa aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun
kılınamaz. diyor. Zaten burada üyeliklerin sona erdirilmesi fakat
hâkimlik mesleğiyle alakalı hem özlük hakları hem de hâkimlik
mesleğinin devam ettiğini görüyoruz.
Değerli milletvekilleri, yine Anayasa madde
140ta, son kısmını okuyorum: Hâkimlik teminatı, esaslara
göre kanunla düzenlenir. diyor. Yani, yaptığımız, bir
kanuni düzenlemedir ve burada Danıştay ve Yargıtay üyeleriyle
alakalı bir düşüncesi söz konusudur Hükûmetimizin. Nedir mesele?
Mesele, istinaf mahkemelerinin kurulması hadisesidir; istinaf
mahkemelerinin kurulmasıyla beraber Danıştay ve Yargıtaya
gelen davalar çok büyük bir oranda artık istinaf mahkemelerinde çözüme
kavuşturulacağından hem Danıştayda hem Yargıtayda
üye sayısının azaltılması, daire
sayısının düşürülmesi hadisesidir çünkü zaten bunun çok
büyük bir kısmı istinaf mahkemelerinde çözüme
kavuşturulacaktır.
Bu açıdan, ben, tasarının Anayasaya
uygunluk noktasında herhangi bir sorun olduğunu düşünmüyorum ve
sizin müzakerelere başlama noktasında ortaya koymuş
olduğunuz tavrın doğru olduğunu düşünüyorum ve bu
anlamda bir an önce müzakerelerin başlamasını talep ediyoruz.
Teşekkür ediyor,
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Aleyhte ilk söz, Ankara
Milletvekili Levent Göke aittir.
Buyurun Sayın Gök. (CHP
sıralarından alkışlar)
LEVENT GÖK (Ankara)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bundan tam iki yıl
kadar önce bu kürsüde, yine Adalet Bakanı, Sayın İyimaya hep
burada Danıştayın üye sayısının niçin
artırılması gerektiğini, Yargıtayın üye
sayısının niçin artırılması gerektiğini
ifade ettiler ve bunların da hepsini bir Anayasaya uygunluk
şeması içerisinde değerlendirdiler. Tam iki yıl geçmeden
bütün gerekçeleri çöktü, çıkarttıkları bütün sayıyı
eski sayılarına geri getirmek suretiyle
Yani gerçekten adaletin bu
kadar yazboz edileceği bir tabloyu, ben, Sayın Ahmet İyimayaya
asla yakıştırmıyorum değerli arkadaşlar.
Ankarada, her zaman saygı duyduğumuz, büyük hukukçu diye
nitelendirdiğimiz Sayın İyimayanın bu kanunlarda
imzasının olmasını içime sindiremiyorum.
MUSA ÇAM (İzmir) Günahı
büyük, günahı büyük!
LEVENT GÖK (Devamla)
Sayın İyimayanın ceketini alıp oradan çıkması
gerekiyor. Ceketini alıp oradan çıkması gerekiyor.
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
Kanunda imzası yok.
LEVENT GÖK (Devamla)
Buradan daha sonra o su çekilecektir, kum kalacaktır. Burada baş
başa kalacağız Sayın İyimaya. Bunların tümünde
siz adaleti sıfırlıyorsunuz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bugün tartıştığımız
kanun, sıradan bir kanun değil. Anayasanın 2nci maddesine,
9uncu, 10, 13, 37, 38, 138, 139, 154, 155, bilcümle maddelerine
aykırı.
Ben buradan konuşuyorum,
gülüyorsunuz. Düştüğünüz hâle bakın.
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
Size gülmüyoruz biz.
LEVENT GÖK (Devamla)
Düştüğünüz hâle bakın. Yargıtay Başkanı eğer
Yargıya güven yüzde 30a gelmiş. diyorsa işte bu, Ahmet
İyimayaların, Bekir Bozdağların, sizin eseri olduğu
içindir, ondan dolayıdır. (CHP sıralarından
alkışlar) Bu, gülünecek hâliniz değildir. Ağlayın
hâlinize, ağlayın.
HİLMİ
BİLGİN (Sivas) Sen, Anayasaya neden aykırı olduğunu
anlat.
LEVENT GÖK (Devamla)
Şimdi, bir kanun getirilmiş, Yargıtayın,
Danıştayın üye sayısı sıfırlanacak,
ellerindeki HSYKyla ve Danıştayda Cumhurbaşkanının
dörtte 1i atamasıyla bunlar gerçekleştirilecek. Yürütmeye uyumlu
yargı(!)
Değerli arkadaşlar, bunlar, siyasetin yargıya
tam bir müdahalesidir. Yasamanın buna hakkı yoktur. Yasama, siyasete
ve yargıya bu şekilde müdahil olamaz. Yasamanın yapması
gereken, adaletin bağımsız sağlandığı
koşulları üretmektir. Gelin Anayasa teklifi verelim hep beraber.
Anayasada yargı bağımsızlığını
sağlayalım.
ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) Seksen
yıldır niye üretemediniz? Seksen yıldır niye
yapamadınız?
LEVENT GÖK (Devamla) - Daha iki yıl önce
artırdığınız üye sayısını bugün
indirecek noktaya geliyorsanız hiçbirinizin söyleyecek sözü yoktur.
Sayın Başkan, tutumunuz
taraflıdır, tutumunuz yanlıştır. Türkiye'nin en önemli
konusunda, adalet konusunda yanlış yapmaya gelmez. Bu konunun Anayasa
Komisyonuna iade edilmesi, orada tekrar tartışılması ve
ondan sonra Meclise gelmesi gerekiyor.
Ben, Hükûmetten, Komisyondan bu kanunu geri
çekmelerini bekliyorum. Bu kanun geri çekilmeli ve adalet
anlayışının gölgelenmeyeceği bir şekilde anayasa
değişikliği yapılarak yargı
bağımsızlığı tesis edilmelidir.
Bu bakımdan, bu düşüncelerimi sizlerle
paylaşıyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Tutumum lehinde ikinci söz,
Bartın Milletvekili Yılmaz Tunça aittir.
Buyurun Sayın Tunç
(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Her gruba birer tane vermiyor
musun?
BAŞKAN Çağlar Hanım Yok. dedi
aleyhte bitince.
LEVENT GÖK (Ankara) Olur mu? Çağlar
Hanıma verdiniz sözü.
BAŞKAN Yok. dediniz, ben sordum.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Hayır, öyle bir şey demedim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Tunç, sizi yerinize
alıyorum.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Fark
etmez dedim ben. Tutanaklar gelebilir.
BAŞKAN Yok. dediniz. Ben sordum özellikle.
Sayın Çağlar Demirel, buyurun.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Meral
Hanım konuşacak.
BAŞKAN Meral Danış
Beştaş, buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)
Çok veciz bir konuşmaydı Sayın Tunç,
tebrik ediyoruz(!)
Yalnız, tutumum lehinde söz aldınız
Sayın Danış Beştaş.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tutumun lehine söz
almakla birlikte tutumun aleyhine konuşacağım tabii ki.
38e göre bugün şu anda görüşülecek olan
tasarı, gerçekten Anayasaya aykırı bir tasarı ve maalesef,
Komisyonda bu ileri sürülmesine rağmen Adalet Komisyonunda, alt komisyona
gönderilmesi ve Anayasaya uygunluk denetimi için Anayasa Komisyonuna
gönderilmesi reddedildiği için bu usul tartışması
açılmış durumda.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Bu yasa
tasarısı önerisi yargıda tümüyle tarafsız ve
bağımsızlığı ortadan kaldıracak, kuvvetler
ayrılığını artık tarihe gömecek bir yasa tasarısı
olarak önümüzde duruyor ve demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerinden olan
erklerin ayrılığı, böylece tarihin yine derinliklerine
atılmak isteniyor. Oldukça ciddi bir ihlal alanı söz konusu,
başta hâkimlik teminatına aykırı. Gerçekten Anayasa madde
139a göre, hâkimlik teminatı, hâkim ve savcıların
azlolunamayacağı
Kendileri istemedikçe emekliye bile
ayrılamıyorlar 65 yaşın altında. Fakat burada
Anayasanın 2, 9, 13, 138, 139, 154 ve 155inci maddeleri tümüyle yok
sayılarak, ihlal edilerek bu tasarı, Anayasa Komisyonuna gitmeden ve
Anayasaya uygunluk denetimi yapılmadan Meclis Genel Kuruluna gelmiş
durumdadır.
Bu tasarıyla, şüphesiz, geneli üzerinde
yapılacak görüşmelerde de, maddelerde de tüm eleştirilerimizi ve
muhalefet noktalarımızı ifade edeceğiz ama usul tartışmasında
söylemek isteriz ki bu tasarıyla öyle bir dizayn yapılıyor ki
Danıştay ve Yargıtay üyelerinin hâkimlik teminatı, seçimle
oraya getirilmiş olmaları, emeklilik sorunları, özlük hakları
ve daha birçok problem alanı önümüzde duruyor ve burada tüm üyeler
değiştikten sonra beş gün içinde yine iktidarın kendisine
bağlı HSYK tarafından bunlar atanacaklar. Gerçekten
yargıçlar, hangi ölçüyle, hangi standartlara göre yüksek yargıya
atanacak, bunu hepimiz daha önceki deneyimlerden, atamalardan gayet yakından
biliyoruz.
Gerçekten yüksek yargıya müdahaleler bugüne
kadar da 4 kez oldu. Diğer alanlara ilişkin müdahaleler oldu fakat bununla
herhâlde artık yargının ruhuna el Fatiha dememiz gerekiyor.
Yargı sarayın bir şubesi olarak, AKP yüksek mahkemeleri
şeklinde dizayn edilecek çünkü bu, gerçekten yüksek yargının
çökertilmesidir. Yargı üyelerinin bağlılık, biat ve itaat
üzerinden değerlendirilmesi, demokratik bir hukuk devletinde asla kabul
edilebilir bir durum değildir ve bu nedenle bunun Anayasaya
aykırılığını bir kez daha ifade ederek Anayasa
Komisyonunda mutlak surette değerlendirilmesi gerektiğini ve Genel
Kurulun bu tasarıyı görüşemeyeceğini ifade etmek istiyorum.
Teşekkür
ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Aleyhte ikinci ve son söz, İstanbul Milletvekili İsmail Faruk
Aksuya aittir.
Buyurun
Sayın Aksu. (MHP sıralarından alkışlar)
İSMAİL
FARUK AKSU (İstanbul) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bir
ülkenin hukuk devleti olduğundan bahsedilebilmesi için o ülkede
bağımsız bir yargı teşkilatının
varlığının tartışmasız olarak kabul edilmesi
gerekir. Bağımsız yargı ise yargıçların
bağımsızlıkları ile mesleki geleceklerinin ve
diğer özlük haklarının yasama ve özellikle yürütme
organının baskı ve müdahalelerine göre şekillenmemesi ve
yargıçların kendilerini güvencede hissetmelerinin
sağlanmasıyla gerçekleşir. Bağımsız yargı,
vatandaşların yasama ve yürütme organları
karşısında en önemli teminatıdır. Bu teminat sayesinde
hukuk devleti varlık bulur. Hukuk kurallarıyla yönetilen bir ülkede
toplum, genel hukuk ilkelerinin, adil yargılanma hakkının ve
diğer temel hakların uygulanabilirliğinin garanti edilmesini
ister. Demokratik hukuk devletinin en önemli unsuru olan eşitlik ilkesine
aykırılık ve hukuk güvenliği hakkıyla ilgili olarak
ortaya çıkan sorunlar, vatandaşın da adalete olan güvenini
sarsar. Yargı reformu kapsamında yapılacak her türlü
değişiklik, toplumun adalet ve güven duygusunu artıracak
şekilde olmalıdır.
Tasarı
bu çerçevede değerlendirildiğinde, bize göre de, üyeliklerin
tamamının sonlandırılması, görev sürelerinin
sınırlandırılması, dairelerin
kapatılmasının ve üye sayılarının hangi somut
kriterlere göre belirlendiğinin belli olmaması, sözlü ve benzeri
sübjektif değerlendirmelere açık düzenlemeler getirmesi, kanun önünde
eşitlik, hâkimlik teminatı ve yüksek yargıya ilişkin,
Anayasanın 9, 10, 138, 139, 140, 154 ve 155inci maddelerine
aykırılık teşkil etmektedir. Nitekim Adalet Komisyonunda
İç Tüzükün 38inci maddesi uyarınca bir tartışma
açıldı ve tartışma sonucunda Adalet ve Kalkınma
Partisi milletvekillerinin oylarıyla Anayasaya aykırı
olmadığına karar verilerek Genel Kurula gönderilmesine karar
verildi.
Bu düşüncelerle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Aksu.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Kanaatinizi ifade etmeden ya
da bir oylamaya sunmadan önce bir ara vermenizi ve grup başkan
vekilleriyle beraber bir toplantı yapmanızı
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın
Başkan, görüşmeler devam ediyor, usul görüşmeleri.
BAŞKAN Sayın Gök, tabii, bir usul
tartışmasını açtık. Usul
tartışmasının neticesinde bizim bir kanaat belirtmemiz
lazım ve bugüne kadar -ki bakın- bütün uygulamalarda da sizlerin de
bizatihi şehadet de ettiği tüm uygulamalarda da zaman zaman, ilgili
kanunlara başlamadan önce bu tür tartışmalar yapılır.
Tabii ki bütün siyasi partiler görüşlerini, kanaatlerini bu vesileyle
kamuoyuyla paylaşır. Ama siz de biliyorsunuz ki
Bütün bu
tartışmaların sonucunda da Meclis Başkanlık
Divanı olarak, oturumu yöneten Başkan olarak tasarı ya da
teklifi gündeme almamak gibi, bizim bir görevimizin
olmadığını, gündeme almamak gibi bir durumla
karşılaşmadığımızı sizler çok gördünüz,
bizler çok yaşadık. Dolayısıyla, burada da müsaade
ederseniz ben kanaatimi ortaya koyayım.
Sizleri dinledim, bu tartışmaların
ışığında
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, ben
sizi çok iyi anladım. Yani, yönetmekteki üslubunuzu çok iyi bilen
insanlardan bir tanesiyim. Ancak şu görüştüğümüz ya da
görüşmelerine başlayacağımız kanunun, Türkiyenin
yargı hayatı ve ondan sonra gelişecek olan süreç
bakımından çok önemli sonuçları olacaktır.
Biz, hepimiz, Türkiyeyi sevdiğimizi iddia
ediyoruz. Böylesine önemli konularda, bence, uzlaşarak makul bir oranda
birleşmemiz ve bir toplumsal uzlaşmayla bu önemli yapısal
değişiklikler eğer varsa, yapılacaksa Anayasada yapmak
kaydıyla değiştirmemiz gerekir.
Şimdi, burada, çıkarılmak istenen bir
kanunla kuvvetler ayrılığı -ki Türkiye Cumhuriyetinin
temel prensiplerinden bir tanesidir- yerle bir ediliyor. Bu, çok önemli bir
konu.
İkinci konu: Hâkimlik teminatının,
hâkimlik bağımsızlığının ayaklar altına
alındığı bir olayın basit bir kanun yöntemiyle
değiştirilmesi söz konusu dahi olamaz.
Bu bakımdan, yani Türkiyeyi seven bütün
herkesin, özellikle yargı bağımsızlığına
gölge düşmeyecek sonuçlar verecek kanunlar üretmesi gerekir. Yani, daha
geçtiğimiz günlerde Yargıtay Başkanı Adalete güven yüzde
30a düşmüş. diyorsa, herhâlde
BAŞKAN Sayın Gök, bunları ifade
ettiniz.
LEVENT GÖK (Ankara)
bundan en çok Adalet
Bakanının
BAŞKAN İfade ettiniz Sayın Gök.
Çok teşekkür ederim.
LEVENT GÖK (Ankara)
AKP Grubunun
alınması gerekir. Yani yüzde 30lardan yüzde 3lere mi düşürmek
istiyoruz, yüzde sıfırlara mı düşürmek istiyoruz?
Eğer bu konuda, yine, kanaatiniz, arkada bizi
bir toplantıya çağırmanın ötesinde, görüşünüzü
açıklamaksa oylama yapın Sayın Başkanım. 63ün sonuna
göre oylama yapın Sayın Başkanım.
BAŞKAN Sayın Gök, ben kanaatimi
açıklıyorum.
Sayın milletvekilleri,
Başkanlığımızın bu konudaki görüşünü
kısaca sizle paylaşmak istiyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Anayasa ve İç Tüzük hükümlerine uygun olarak
verilmiş olan Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı,
Başkanlığımız tarafından esas olarak Adalet
Komisyonuna havale edilmiş ve Komisyon tarafından da görüşülerek
rapora bağlanmıştır. İç Tüzükün 38inci maddesine
göre -sadece Anayasa Komisyonu demiyor orada- bütün komisyonlar -bu komisyonlar
arasında da hiyerarşik bir ilişki yok, altlık üstlük
ilişkisi yok- kendilerine havale edilen tasarı ve tekliflerin ilk
önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup
olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler. Komisyon,
Anayasaya aykırı gördüğü tasarıyı, maddelerine
geçmeden reddetmek zorundadır. Adalet Komisyonu, tasarıyı
Anayasaya aykırı görmeyerek raporunu
Başkanlığımıza intikal ettirmiş ve tasarı,
gündemimizdeki yerini almıştır. Genel Kurulda
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler sırasında
Anayasaya aykırılık iddialarının dile getirilmesi
mümkündür -şimdi olduğu gibi- Genel Kurulun bu görüşmelerden
sonra Anayasaya aykırılık iddialarını ciddiye alarak
maddelere geçilmesini reddetme yetkisi de bulunmaktadır.
Yine, İç Tüzükün 84üncü maddesine göre tasarının
belli bir maddesinin Genel Kurulda görüşülmesi sırasında
Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle reddini isteyen önergeler,
diğer önergelerden önce oylanır.
Görüldüğü gibi, bir tasarının
Anayasaya aykırı görülmesi hâlinde gerek komisyonda gerekse Genel
Kurulda reddedilmesine olanak tanıyan çok sayıda kural
bulunmaktadır.
Bu nedenlerle tutumumda bir değişiklik
olmamıştır.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- Danıştay Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/726) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı:
400) (Devam)
BAŞKAN Kaldığımız yerden
tasarının tümü üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, bir
oylamaya başvurun lütfen.
BAŞKAN Tasarının tümü üzerindeki
görüşmelerde gruplar adına ilk söz
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan
BAŞKAN
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksuya aittir.
Buyurun Sayın Aksu
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Efendim, bakın, sizi dinledim,
usul tartışması öncesinde dinledim, usul
tartışmasında dinledim, usul tartışması
sonrasında da dinledim ve usulü uyguluyorum İç Tüzükü uyguluyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Bir itirazımız daha
var Sayın Başkan.
BAŞKAN İtirazınızı
sırası geldiğinde yaparsınız Sayın Başkan.
LEVENT GÖK (Ankara) Usul yönünden bir
itirazımız daha var, onu ifade etmek istiyorum.
BAŞKAN Usule ilişkin olanı karara
bağladık.
Sayın Aksu, size söz verdim.
Buyurun
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, o
ayrı bir konu.
BAŞKAN Sayın Aksu, lütfen buyurun.
Sizi kürsüye davet ettim Sayın Aksu.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, benim
usul yönünden başka bir itirazım daha var.
BAŞKAN Bakın, usul
tartışmasını karara bağladık efendim.
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, o ayrı bir konu.
BAŞKAN Ben, daha gündeme geçmeden sen neyi
tartışacaksın, neyin itirazını yapacaksın?
MEHMET MUŞ (İstanbul) Böyle bir usul yok
Sayın Başkan, lütfen devam edelim.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, benim
bir başka konuda daha itirazım var.
BAŞKAN Peki, böyle bir usulün
olmadığını biliyorsunuz Sayın Gök. Usul
tartışmasını açtırdınız, açtık,
eyvallah.
LEVENT GÖK (Ankara) O, ayrı bir konu.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Böyle bir usul
olmaz Sayın Başkan.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Lütfen, hatibi
kürsüye davet edin.
LEVENT GÖK (Ankara) Benim ifade edeceğim
konu, önemli bir konu. O, Anayasaya aykırılıkla ilgiliydi,
şu anda ifade etmek istediğim, başka bir konuyla ilgili.
BAŞKAN Sayın Başkan, ben, hatibi
kürsüye davet ettim. Süresi içerisinde bu tartışmalar devam ederken
farklı alanlarda gene açabilirsiniz.
LEVENT GÖK (Ankara) Hayır ama yine önemli bir
konuda itirazımızı söyleyeceğim, ondan sonra devam
edersiniz, başlasın görüşmeler.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın
Başkan, siz, hatibi kürsüye davet ettiniz. Hatip, konuşmak istiyordur
muhakkak, konuşmak istemiyorsa başka hatibi
çağırırsınız. (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Allah Allah, Elitaş
kriterlerine bak!
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Benim farklı bir konuda
bir itirazım daha var. Lütfen onu dinleyin, o konudaki kararı
alıp ondan sonra başlayın görüşmelere.
BAŞKAN Sayın Gök, lütfen, ben hatibi
kürsüye davet ettim, daha sonra dinleyeceğim sizi.
Buyurun Sayın Aksu.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, bir
usul tartışmamız daha var ama.
BAŞKAN Olmaz! Olur mu öyle şey?
LEVENT GÖK (Ankara) O, ayrı bir konu. Niçin
olmasın? Başka bir konuda itirazda bulunacağım ben.
BAŞKAN İtirazınızı daha
sonra dile getirirsiniz.
Buyurun Sayın Aksu. (MHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
tutumunuzu kınıyorum. Bunun size yakışan bir tutum
olmadığını ifade ediyorum. Farklı bir konuda bir
başka usul itirazında bulunmak istiyorum, ona engel oldunuz.
BAŞKAN Buyurun Sayın Aksu, açtım
mikrofonu.
MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU
(İstanbul) Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri;
400 sıra sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının tümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz aldım. Aziz Türk milletini ve yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz kanun
tasarısında Danıştay ve Yargıtayın teşkilat
yapısında birtakım düzenlemeler yapılmakta, iş yükünün
azaldığı gerekçesiyle daire ve üye sayıları
azaltılmaktadır. Bağımsız yargı, hukukun
güvencesidir. Yargı kurumlarında devamlılık,
yargının tarafsızlığı ve
bağımsızlığı için en önemli şartlardan
birisidir. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik hukuk devletlerinde
şeffaflık ve hesap verebilirlik, kamuoyu denetimini sağlayan en
önemli araçlardan birisidir. Özellikle üst mahkemelerde istikrarlı bir
yapı oluşması ise hâkimlerin güvencesidir.
Bilindiği gibi, 2014 yılında
Yargıtay ve Danıştayın iş yükünün
fazlalığı gerekçesiyle yapılan düzenlemelerle daire ve
personel sayısı artırılmıştır. Bu defa ise
İş kalmadı, daireleri kapatalım, üyeleri gönderelim.
diyorsunuz. Oysa yüksek yargıdaki sorun, sadece iş yükü değildir.
Sorun, üzerindeki kara bulutlardan, çeşitli vesayet unsurlarından
yargının bir türlü kurtarılamamasıdır. Birisi giderken
bir başkasının geliyor olmasıdır. Yargının
doğru, hızlı ve adil işlemesi yerine yargıya
müdahaleye yönelik düzenlemeler, yargının devasa
sorunlarını çözmek yerine daha da artırmaktadır.
Bu tasarıyla sadece bir kadro ve teşkilat
düzenlemesi yapılmaktadır. Görev ve sorumluluklarla ilgili, esasa
yönelik bir yenilik getirilmemektedir. Önce sayıları
artırdık, şimdi azaltıyoruz. Yarın tekrar
artırmayacağımızın bir garantisi yok. Bu süreçte
yasamanın her zaman bir tehdit unsuru olarak
kullanılmasının da kabul edilebilir bir yanı
bulunmamaktadır. Esasen, kamu kurumlarında yasa yoluyla tasfiye on
dört yıldır yapılmaktadır. AKP döneminin bu ülkeye
bırakacağı en kötü miraslardan birisi de, şüphesiz,
kurumların bu şekilde tahrip edilmesidir.
Değerli milletvekilleri, henüz faaliyete
geçmeyen istinaf mahkemeleri ile Danıştay ve Yargıtayda bekleyen
dosyalar göz önüne alındığında, bu kanun tasarısının
amacının iş yükünün azalmasına bağlı küçülmeden
ziyade siyasi iradenin yargı üzerinde bir hâkimiyet alanı
oluşturması çabası olduğu anlaşılmaktadır.
Danıştay ve Yargıtay üye sayılarının neye göre
belirlendiği, bu konuda bir etki analizi yapılıp yapılmadığı
belli değildir. Tasarının birçok yerinde, subjektif
değerlendirmelere açık bir yapı oluşturulmakta,
yazılan gerekçeler dâhil madde hükümleri tartışmalı bir
hukuki durumu ortaya koymaktadır. Yine, dairelerin
kaldırılmasına ilişkin olarak herhangi bir ilke ortaya
konulmamıştır. Yargının doğru, hızlı ve
adil karar almasına, işleyişten kaynaklanan sorunlarına
çözüm getirilmesine ilave bir katkı da sunulmamaktadır.
Tasarıyla, kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte Danıştayda ve Yargıtayda bulunan tüm üyelerin üyelikleri
sona erecek, bunlardan kanunda öngörülen sayı kadarı beş gün
içinde tekrar atanacaktır. Tasarıyla üyelerin görev süresi on iki
yılla sınırlandırılmakta olup bu süre sonunda bir alt
göreve getirilme riski, hâkim teminatını ve yargı
bağımsızlığını zedeleyecek bir durum olarak
değerlendirilmektedir. Anayasanın 140ıncı maddesinin
üçüncü fıkrası karşısında üyelerin görev süresinin
ancak Anayasayla sınırlandırılması mümkün bulunmaktadır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süreleri kanunda değil,
Anayasanın 147nci maddesinde düzenlenmiştir.
Yargıtay ve Danıştaydaki küçülmeye
iş yükü açısından bakıldığında ve hâlen
sonuçlandırılmayı bekleyen dosyalar ile yeni gelecek işler
dikkate alındığında, kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte kalacak üye sayısının yeterli olmayacağı
anlaşılmaktadır. Esasen, iş yükündeki azalma
doğrultusunda bir küçülme, daha objektif kriterlerle mümkün olabilirdi.
Oysa, burada toptancı bir yaklaşımla anayasal bir yargı
organının sonlandırılması söz konusu olmaktadır
ve bunun siyasallaşmadan başka bir anlamı da olmayacaktır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi, HSYKya ilişkin olarak 2014te yapılan bu
yöndeki bir düzenlemeyi iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi, kamu
görevlilerinin görevlerine kanuni düzenlemelerle son verilmesinin, hukuki
güvenlik ilkesinin ihlali anlamında Anayasaya aykırı
olduğuna karar vermiştir. Bu gibi düzenlemeler, yargının
tarafsızlığı ve
bağımsızlığına gölge düşürdüğü gibi
yargıya güveni daha da azaltmaktadır. Oysa yargı,
insanların vicdanlarında adalet duygusunu hissedecekleri,
sırtını rahatlıkla dayayabilecekleri bir yapıda
olmalıdır.
Tasarının bize göre Anayasaya
aykırılık sorunundan sonra ikinci temel problemi, subjektif
değerlendirmelere açık hükümler içermesi, gerekçelerin yetersiz,
hukukiliğinin ve inandırıcılığının
tartışmalı olmasıdır. Daire ve üye sayısı
gibi sayısal değerlerin neye dayanılarak, hangi esaslar ve somut
durumlar dikkate alınarak tespit edildiği belli değildir.
Mesleğe girişteki sözlü sınav ile
hâkim ve savcıların kanun yolu değerlendirme formu
değerlendirmeleri, objektif ve somut unsurlara dayanmamaktadır.
Aynı şekilde, kayyum atanan
şirketlerin ortaklıklarının yönetimlerinin kayyum görev
alanına dâhil edilmesi, bu alanda yeni suistimal kapıları
açacaktır. Burada, kayyumun, yaptığı işlerden sorumlu
tutulmaması ve tazminat davasının devlet aleyhine
açılması, bu yönüyle, kayyumların, kullandıkları yetki
çerçevesinde yaptıkları işlerden dolayı sorumlu
olmamaları, şirketi bilinçli bir şekilde zarara uğratsalar
bile sorumsuz olacakları bir tabloya işaret etmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, çok önemli
sorunlarla boğuşuyor ancak bunlardan en önemlisi, bölücü terör ve
adaletsizliktir. Bugün, birçok sorun, meri mevzuat işletilerek uygun
hamlelerle zamanında çözülemediği için derinleşmiş ve
devlet krizi hâline dönüşmüştür.
Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak AKP, ülkeyi
bu hâle getirdi. diyerek görmezden gelemeyiz. Devletin bekasını,
milletin huzur ve refahını tehdit eden, birlik ve
beraberliğimizi tahrip eden unsurların ortadan kaldırılması
için gayret ediyoruz, etmeye devam edeceğiz.
Ancak, şunu da ifade etmeliyim ki bugüne
nasıl gelindiğine baktığımızda, temel
sorunların altında 12 Eylül 2010da yapılan Anayasa
değişikliğini görmek mümkündür. O zaman mümkün olsa ölülere bile
oy kullandırma gayretkeşliğinin altında yatan saik, kamuoyu
tarafından bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Anayasa
değişikliğinin gerçekleşmesiyle birlikte, fütursuzca, iki
bayraktan, iki milletten, özerklikten ve federasyondan söz edilmeye
başlanmıştı. Sözde özgürlük, darbelerden hesap sorma,
vesayeti kaldırma, demokrasi getirme gibi değerler üzerinden yeni
tahrik ve istismar alanları oluşturulmuştu. Anayasa
değişikliğinin ardından HSYK, Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay ve Danıştay kanunlarında yapılan
değişiklikle yüksek yargıya yeni üye ataması
yapılmıştır ancak yapılan atamalar, yargının
bağımsızlığına ve
tarafsızlığına hizmet etmemiş ki bugün
görüştüğümüz tasarı gerekçesinde yine aynı sorunlar dile
getirilmektedir.
Anayasa değişiklikleri
ağırlıklı olarak yargıyla ilgili konulara
odaklandığı hâlde, eleştirileri
sonlandıramamıştır.
AKP iktidarında yargıya ilişkin
olarak başka neler yapılmıştı, hatırlayalım:
Yılda en az 2 defa, ortalama biner kişilik hâkim adayı
alındı. Kritik görevlere atanmayla ilgili süreler azaltılarak
yargıda kadrolaşmanın yolu açıldı. On yıl
dolmadan bu kişiler önemli görevlere getirildi. Anayasa
değişikliği dâhil, yapılan yasal düzenlemelerle
yargıda siyasi bir güç oluşturulmak istendi. Bunlar
yapılırken bir yandan da kurum olarak yargı kamuoyunun gözünde
yıpratıldı. Üye sayıları artırılarak onlarca
yeni üye atandı. Yapılan bu düzenlemelerin kerameti üzerine nutuklar
atıldı, atanan yeni üyelerle ilgili övücü ifadeler
kullanıldı. Türk Ceza Kanununda yapılan düzenlemelerle
Türklüğe hakaret suç olmaktan çıkarıldı. Yıkım
sürecinde bölücü faaliyetlerin önü açıldı, bölücü propaganda ve
benzeri faaliyetler suç olmaktan çıkarıldı, serbest hâle
getirildi.
Bugün gelinen durumda teşkilatıyla,
kadrosuyla, mevzuatıyla sizin eseriniz olan bir yargıyla
karşı karşıyayız. Adalet mülkün temeli, AKP
tarafından yapılan düzenlemeler ise bu temele konulan dinamitlerdir.
Dolayısıyla, bugün yargının içler acısı hâlinden
Adalet ve Kalkınma Partisi birinci derecede sorumludur. Bugünleri gören ve
o süreçte dile getiren Milliyetçi Hareket Partisine akılalmaz ithamlarda
bulunanlar umarım bugün bir nebze de olsa nedamet duyuyorlardır.
Değerli milletvekilleri, bir ülkenin hukuk
devleti olduğundan bahsedilebilmesi için o ülkede bağımsız
bir yargı teşkilatının varlığının
tartışmasız olarak kabul edilmesi gerekir.
Bağımsız yargı ise yargıçların
bağımsızlıkları ile mesleki geleceklerinin ve özlük
haklarının yasama ve özellikle yürütme organının baskı
ve müdahalelerine göre şekillenmemesi ve yargıçların kendilerini
güvencede hissetmelerinin sağlanmasıyla gerçekleşir.
Bağımsız yargı, vatandaşların yasama ve yürütme
organları karşısında en önemli teminatıdır. Bu
teminat sayesinde hukuk devleti varlık bulur. Hukuk kurallarıyla
yönetilen bir ülkede toplum genel hukuk ilkelerinin, adil yargılanma
hakkının ve diğer temel hakların uygulanabilirliğinin
garanti edilmesini ister. Bu nedenle, adaleti sağlayacak kurumlarla ilgili
düzenlemeler yapılırken kafalarda şüphe
bırakılmaması gerekir.
Hukuk devleti ilkesi, kuşkusuz,
kanuniliğin ötesinde, insanlık tarihinin tekamülü boyunca elde edilen
bazı hukuk kaidelerini de içeren daha kapsamlı bir kavramdır.
Demokrasilerde, kaynağı kadar iktidarın nasıl
kullanıldığı da önemlidir. Siyaset kuramcısı
Thomas Painein İktidarın seçimle iş başına gelmesi,
seçilen kimseler sonradan hudutsuz bir yetkiye sahip iseler istibdadı
ortadan kaldırmaz. sözü hukuk devletinin kâmil manada tesisinin
nasıl sağlanacağını işaret etmektedir. Bu
nedenle, Parlamentoda yapıcı muhalefet anlayışı içinde
dile getirilen her meselede, tespit edilen her yanlışta Adalet ve
Kalkınma Partisinin Ama biz yüzde 49 oy aldık. demesi ve bunu
kuvvet gösterisine dönüştürmesi siyaseten olgun bir bünye ve seviyeli bir
kültüre sahip bulunulmadığını göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, adaleti temel hak ve
özgürlüklerin güvencesi ve devletin temeli olarak görüyoruz. Bu nedenle,
yargı insanların tereddütsüz güvenebileceği, adalet duygusunun
zihinlerde ve kalplerde yer ettiği bir yapıda olmalıdır.
Seçim beyannamemizde insanlarımızın adaletli ve hakkaniyetli bir
sosyal düzen içerisinde yaşamasının sağlanacağı,
hukukun üstünlüğü prensibinin hâkim kılınacağı, temel
hak ve özgürlüklerin güvence altına alınacağı
belirtilmiştir. Yargının siyasi iktidarların veya belirli
kişi ya da grupların güdümünde hareket etmeyeceği, bir
kısım aidiyetlerin adalet duygusunun önüne geçmesine imkân
verilmeyeceği, daima ve her şartta hakkı savunan bir yapıya
büründürüleceği, bu amaçla fiziki ve teknolojik imkânların
geliştirileceği, insan kaynaklarının nitelik ve nicelik
olarak güçlendirileceği, çeşitli güç unsurlarının hukuk
devleti kurallarına göre sınırlandırılması
suretiyle güçlünün değil haklının korunmasının temin
edileceği, toplumsal ahengin ve huzurun tesis edilmesinin devletin temel
görevleri olacağına vurgu yapılmıştır.
Son yıllarda, Türkiyede hukuk ve yargı
sisteminin artarak büyüyen sorunları yargı ve hukukun birçok
bölümünde kendini göstermektedir. Ancak, en büyük sorun, var olan hukuk
kurallarının uygulanmaması ya da kişiye veya duruma göre
uygulanıyor olmasıdır. Demokratik hukuk devletinin en önemli
unsuru olan eşitlik ilkesine aykırılık ve hukuk
güvenliği hakkıyla ilgili olarak ortaya çıkan sorunlar
vatandaşın da adalete olan güvenini sarsmaktadır. Yapılan
çeşitli kamuoyu araştırmalarında bu durum net bir
şekilde ortaya çıkmakta ve halkın yüzde 75inden fazlası
yargıya güvenmediğini belirtmektedir. Halkın adalete olan
güveninin kaybolması ise ülkemizin bekası için önemli bir sorun,
ciddi bir tehdittir. Bunun toplumsal yaşamda yol açtığı en
büyük tehlikelerden birisi, kişilerin uyuşmazlıklarını
yargıda görmekten çok, başka yol ve yöntemlere tevessül etmesidir.
Özellikle, hızlı ve adil yargılamanın gerçekleşmemesi
durumunda yasa dışı gruplar, yol ve yöntemler ortaya
çıkmakta, devreye girmektedir. Adil yargılanma hakkının en
önemli unsuru, makul süre içerisinde yargılanma hakkıdır.
Toplumun yargı organlarına olan güveninin korunabilmesi, hakkın
gerçek sahibine bir an önce tesliminin sağlanması açısından
yargılamanın makul süre içerisinde bitirilmesi ilkesi son derece önemlidir.
Avrupa Konseyi Etkin Yargılama Komisyonunun
yayımlamış olduğu verilere göre, Avrupa ülkelerinde 100 bin
kişi başına düşen hâkim sayısı ortalaması
21,3 iken Türkiyede bu sayı 10,6dır. 100 bin kişiye düşen
savcı sayısında ise Avrupa ortalaması 11,1 iken Türkiyede
5,8dir. Yine, adli yardım harcaması Avrupa ülkelerinde 7,7 avro iken
Türkiyede sadece 1,10 avrodur. Bir hâkime düşen dosya sayısı
yılda 200 iken Türkiyede 780dir.
Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve
İstatistik Genel Müdürlüğünün 2004-2014 yıllarını
kapsayan verilerine göre, bu dönem içerisinde davaların ortalama görülme
süresi 207 gün olarak hesaplanmıştır. Yaklaşık
altı buçuk aya karşılık gelen bu süre, doğası gereği,
kısa süreli çekişmesiz yargı işleri ayrı
tutulduğunda, aslında çok daha uzun olmaktadır. Türkiyede hâkim
ve savcı sayılarında hâlâ Avrupa standartlarına
yaklaşılamamıştır. Bu ve benzeri problemleri çözmeden
adaletin hızlı, doğru ve adil karar vermesi yolundaki engeller
devam edecektir.
Değerli milletvekilleri, yargı reformu
kapsamında yapılacak her türlü değişikliğin toplumun
adalete güven duygusunu artıracak şekilde olması
şarttır. Hukuk ve adalet alanında evrensel normları da
dikkate alan kısa, orta ve uzun vadeli devlet politikaları
oluşturulmalıdır. Hiçbir organ, makam, merci, kişi ve
baskı grubuna ayrıcalık tanınmayacak biçimde yargı
bağımsızlığı tesis edilmeli, hiçbir kimse ya da
organ yargı denetimi dışında bırakılmayarak
hukukun herkes için eşit ve adil bir şekilde tecelli etmesi
sağlanmalıdır. Hâkim, savcı atamaları ve yargıda
yapılan seçimler objektif kriterlere
dayandırılmalıdır. Seçimlerin hâkim ve savcıların
mesleklerinin ve kararlarının önüne geçmesine yol açabilecek siyasi,
ideolojik ya da bir grubun temsiline dönük yarışa dönüşen
çarpıklıkları derhâl giderilmelidir. Mevzuatımıza
girmiş bulunan millî ve manevi değerler ile üniter millî devlet
yapımızı, cumhuriyetimizin temel niteliklerini tahrip eden,
Türkiyenin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini tehdit eden, yolsuzluk ve
usulsüzlüğü teşvik eden yasal ve idari düzenlemeler derhâl
temizlenmelidir.
Unutmayalım ki sorumluluk mevkisinde olanlar
yaptıklarından da, yapmadıklarından da sorumludur; millet
emanetine sahip çıkmaktan, vatana, millete ve bayrağa sadakatten,
devletin varlığı ve bağımsızlığını,
milletin kayıtsız şartsız egemenliğini korumaktan,
yetim hakkına sahip çıkmaktan ve adaletle hükmetmekten sorumludur.
Unutmayalım ki ilahi adalette zaman aşımı yoktur.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gruplar adına ikinci söz, Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertana
aittir.
Buyurun Sayın Özgökçe Ertan. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Tasarıya dair görüşlerimizi
paylaşmadan önce, 26 Haziran İşkence Görenlerle
Dayanışma Günü vesilesiyle dünyada ve Türkiyede işkencenin
ortadan kalkması için mücadele eden, emek harcayan herkesi bu kürsüden
saygıyla selamladığımı belirterek başlamak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, önümüzdeki
tasarı, açıkça Anayasaya aykırı ve kuvvetler
ayrılığı sistemini bozan, darbe niteliğinde bir
ayıklama operasyonudur. Komisyon görüşmelerinde de bu tasarının
esasen kendinden olmayan herkesin tasfiyesine yönelik bir ayıklama
operasyonu olduğunu belirttik. Bu eleştirilerimize karşı
Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ, âdeta teyit edercesine
Pensilvanyaya biat edenler var ve oraya biat etmeyi cennete gitmekle eş
değer görenler var. şeklindeki sözleriyle karşılık
vermiştir. Sadece bu cümle bile nasıl bir tasarıyla
karşı karşıya olduğumuzu aslında belirtmeye
yeter.
Gündeme geldiğinden beri hiç kimse bu
tasarının yargıya olan güveni artıracağına,
adalet sisteminde bozulan yönleri telafi edeceğine dair herhangi bir
tartışma yürütmedi; tam aksine, bütün tartışmalarda
anayasal ilkeler ve güvenceler düzeyinde sağlanan
yasama-yürütme-yargı dengesinin nasıl yerle bir edildiği endişeyle
tartışılıyor ne yazık ki. Bu tasarının adaletle
herhangi bir alakası yok.
Usul ve yöntem olarak alt komisyona sevk etme
gereği duymadan, görüş alınması gereken tüm kesimlerden
görüş alınmadan, Venedik Komisyonu ve Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararlarına uymadan,
alelacele Genel Kurul önüne getirilen bu tasarı, açıkça bir
dayatmadır.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti olarak
benimsediğiniz tarz, çoğulculuğu ve hukukiliği esas
almaktan çok uzaktır. Siz, çoğunluğu elinizde bulundurabilir,
hatta bu sayede yasama faaliyetlerini askıya alabilirsiniz, yürütmeyi
işlemez hâle getirebilirsiniz ve bir müsteşardan bir odacıya
kadar tüm kamu yönetimi sistemine giriş için tek ölçüt olarak AKPli
olmayı getirebilirsiniz ancak yargıya doğrudan, özüne dokunur
şekilde müdahale edemezsiniz, etmemelisiniz. Buna hiç kimsenin hakkı
yoktur. Hukuk düzeni akşamdan sabaha oluşturulan bir sistem
değil, tüm toplum düzenimizi belirleyen bir bütündür. Bu yapıyı
bozma girişimi dahi kaosa, herkesin kendi hakkını kendisinin
aramaya başlayabileceği tehlikeli bir ortama işaret eder. O
nedenle, yargı sistemini felce uğratacak ve bundan sonra
yargının bağımsızlığına hiçbir
inancımızın kalmamasına neden olacak bu tasarının
görüşmeleri derhâl durdurulmalı ve tasarı geri çekilmelidir.
Değerli milletvekilleri, adliyelerde hâkimler
yargı bağımsızlığı ve hukuk düzeni için
adalet dağıtmalıdırlar. Birazdan tekrar
değineceğim üzere, bu nedenle dahi her türlü etkenden
bağımsız olmalıdır adaleti sağlayan kişiler.
Bakın, Amerikada bir yargıç Obamayı gördüğü zaman
değil önünü iliklemek ayağa dahi kalkmaz, o yargıcın temsil
ettiği bir makam var, bunu düşünür ve o makamın onurunu
koruması gerektiğini düşünür. Az evvel de belirttiğim
üzere, çoğunluğu elinizde bulundurmanız yargıya müdahale
etme hakkını size vermez. Venedik Komisyonu da bu konuda kriz
zamanlarında dahi yargının
bağımsızlığı ve gerektiği gibi
çalışmasının tehlikeye düşürülemeyeceğini ifade
eder.
Değerli milletvekilleri, bahsettiğimiz
Venedik Komisyonu ve bu yapının önerilerini, raporlarını
dikkate almak bağlı olduğumuz sözleşmeler ile üyelikler
sebebiyle ve hukukun üstünlüğü ile bireylerin hak ve özgürlüklerinin
güvenceye alınmasının teminatı olma bakımından
önemlidir. Venedik Komisyonu bizim de üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin
anayasal konulardaki danışma organıdır ve üyeleri de
özellikle Anayasa hukuku ya da uluslararası hukuk alanlarında uzman
akademisyenler, Anayasa Mahkemesi yargıçları ve çeşitli
ülkelerin parlamenterlerinden oluşmuştur. Bir zamanlar Anayasa
hazırlattığınız Profesör Doktor Ergun Özbudun da bu Komisyonun
eski üyesiydi ve açıkça Anayasa'ya, hukuk devleti ilkesine
aykırı olduğunu o da belirtmiştir.
Az önce usul tartışması yürüttük
İç Tüzük 32nci madde uyarınca. Komisyonda da benzer
tartışmaları yürüttük ama AKPliler Biz Anayasa'ya uygun
olduğunu düşünüyoruz. diyerek kabul ettiler ve Anayasa'ya
aykırılığı tartışma gereği bile
duymadılar. Ben bunları, Komisyonda nasıl bir ortamın
olduğunu burada ifade edebilmek üzere kamuoyunun bilgisine sunmak için
anlatıyorum. Sadece Biz uygun görüyoruz, oldu. Biz kabul ediyoruz, oldu.
diyerek böyle bir araştırma yapmak yerine, sadece, tasarıyla
yerleri etkilenmeyecek olan 2 yüksek yargı dairesi
başkanını getirmişlerdi, onlar da tabii ki
tasarıyı olumlayan görüşlerini dile getirdiler ve sunulan
aykırı görüşler hiçbir şekilde dikkate alınmadı.
Siz kabul ediyorsunuz diye Anayasaya aykırı olmaktan çıkmaz,
Anayasaya açıkça aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti
görüşmekte olduğumuz tasarıyla yargıda yeniden bir reform
yapacağını ileri sürüyor ama bu bir reform değildir. Önce
geleneksel hâkim güçlere karşı, sonra da AKPnin ters
düştüğü cemaatçilerle yollarını ayırmak üzere, önce
çoğunluğu elde etmek üzere üye sayısını ve daire
sayısını artırdılar, şimdiki düzenlemeyle de üye
sayısını ve daire sayısını düşürüyorlar.
Yargıtay üyelerine, Anayasa Mahkemesinde olduğu gibi, on iki yıl
görev süresi getiriliyor.
Bunların hepsine birazdan değinmekle
beraber şunu anlatmak istiyorum: Yerleri etkilenmeyecek olanlar,
Yargıtay ve Danıştay Birinci Başkanı, Cumhuriyet
Başsavcısı Birinci Başkan Vekili, Cumhuriyet
Başsavcı Vekili ve daire başkanı olarak görev yapanlar
hariç Yargıtay üyelerinin üyelikleri tamamen sona eriyor. Ayrıca,
Yüksek Seçim Kurulunda üyeliği olanların da üyeliği
sonlanmış olacak. Bu durumun yol açacağı sorunlar da
görmezden geliniyor. Anlaşılan o ki Yüksek Seçim Kurulunun da bu düzenlemeyle
içi boşaltılacak ve o kurula da tarafsızlığı hep
tartışılacak olanlar atanacak. Tasarıya göre, kanunun
yürürlüğe girmesinden itibaren beş gün içinde görevi sona eren üyeler
arasından HSYK tarafından Yargıtay üyesi seçimi
yapılacaktır, yeniden seçilen üyeler on iki yıl daha görev
yapacaktır. Bu düzenlemeyle, Anayasa Mahkemesi denetimini dahi
imkânsız kılacak kadar kısa bir süre öngörerek bu yolu neredeyse
imkânsız kılıyorsunuz. Umuyoruz ki, Anayasa Mahkemesi bu
tasarı hakkında inceleme yaparken yokluk konusunu da
değerlendirir, hukuki bakış açısıyla, aslında
değerlendirmesi gerektiğinin altını çizerek vurgulamak
istiyorum. İptal kararı verilecek olsa, geriye yürümezlik prensibi
gereği, yeniden seçilecekler on iki yıl süreyle o mevkileri
işgal etmiş olacaklardır. Tasarı bu hâliyle Yargıtay
ve Danıştayda kadrolaşmayı hedefliyor. Bizler ve etkilenecek
olan herkes de çok iyi biliyor ki aslında yeniden atanacakların
listesi çoktan belirlenmiş durumdadır.
Bir diğer husus: Yargıtay üyeliğine
seçilmeyenlerin kazanılmış hak aylık dereceleri saklı
kalmak kaydıyla HSYK tarafından sınıf ve derecelerine uygun
olarak bölge adliye veya ilk derece mahkemelerine atanmaları öngörülüyor.
Tasarı, 20 Temmuz 2016da istinaf
mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle vakıa denetimini istinaf
mahkemelerinin yapacağını, Yargıtayın içtihat
mahkemesi olarak sadece hukukilik denetimi yapacağını belirtiyor.
Sadece bu düzenleme dahi, önümüzdeki süreçte yargıda meydana gelecek
kaosun habercisidir. İstinaf mahkemeleri daha yürürlüğe girmeden,
girdikten sonra hangi öngörülemez sonuçların olacağını dahi
henüz kimse bilmiyor.
Bir diğer husus: Anayasanın 139uncu
maddesinde düzenlenen hâkimlik teminatıyla alakalıdır. Hâkimlik
teminatı demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu teminat
sadece adaleti sağlayan kişileri değil, adalet
karşısına çıkan bizleri, toplumu da koruyan bir
teminattır. Bu bağlamda, Danıştay ve Yargıtay
üyeliğinin anayasal güvenceye alınmış bir statü
olduğunu da Adalet Bakanının Anayasamızda
Danıştay üyeliği teminatı diye bir düzenleme yoktur. gibi
temelsiz, gerçekliği olmayan sözlerine istinaden anımsatmak gerekir.
Hükûmet, bu statüyü ortadan kaldırarak şucu ya da bucu üyeleri
değil, yargı makamının bizzat kendisini hedef alıyor.
Hâkimlik teminatı da hâkimlerin kanunda belirtilen durumlar
dışında emeklilik yaşına kadar görevlerinde
kalmalarını gerektirir.
Burada iki yüksek mahkemedeki bütün üyeler
görevlerinden alınıyor, bir kısmı emekliye sevk edilmeden
daha alt seviyedeki mahkemelere atanıyor. Bir hâkimin şahsi kusuru
olmaksızın daha aşağı mertebede bir mahkemeye tayini
açıkça bir cezadır, açıkça bir baskıdır.
Dolayısıyla, bu düzenleme de hukuk devleti, yargı
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
prensiplerine açıkça aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, bizler, AKPnin ve
sarayın demokrasi, özgürlük, barış gibi kavramları
sevmediğini ve yaşamını bu değerlere adayan
aydın, yurtsever, demokrat herkese düşmanlığının
baki olduğunu çok iyi biliyoruz. Daha geçtiğimiz günlerde, Özgür
Gündem gazetesinin nöbetçi genel yayın yönetmenliğini yapan üç
arkadaşımız tutuklandı. Son bir yıldır partimize
ve bileşenlerimize yönelik operasyonlarda ise binlerce kişi
tutuklandı. Bununla yetinmeyen Hükûmet, bu tasarının ardına
gizlenmiş 3 maddeyle DGMleri mumla aratacak bir düzenleme koymuştur.
Buna göre, tasarıyla, Devlet aleyhine işlenen suçlar ve Terörle
Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar dolayısıyla, suçun
işlendiği yerin bağlı olduğu ilin cumhuriyet
başsavcılığınca açılan davalar, ilin adıyla
anılan ağır ceza mahkemesinde görülecek. deniliyor. Bu hâliyle,
tabii hâkim ilkesinin, delillerin serbest değerlendirilmesinin ve adil
yargılanma hakkının daha baştan ihlal edileceğinin
açık olduğunu görmek gerekir. Bu düzenleme, kesinlikle suçlarla etkin
mücadele anlamına gelmeyip her ilde yeni bir DGM
kurulacağının beyanıdır. Sulh ceza hâkimlikleri
kurulurken güdülen amaç burada da açıkça ortaya konmuş durumdadır.
Yine kontrol altında, yine talimatla hareket edecek hâkimlerin olduğu
mahkemelerde, o çok tanımsız, belirsiz kavramlar olan terör
kapsamında görülecek, herkes ya da sırf iktidara muhalif olduğu
için, devlet güvenliğine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle
bu mahkemelerde yargılanacak demektir. Bir basın
açıklamasında bulunmak ya da demokratik bir söylem bile bu
mahkemelerde yargılanmaya yetecektir. Sosyal medya
paylaşımlarının tutuklama gerekçesi
yapıldığı böylesi bir ortamda bunları görmek için
kâhin olmaya gerek yok. Demokrasi isteyenler, adalet arayışında
olan ve bozulmuş düzene itiraz edenler, gerçekleri yazanlar, gerçek
habercilik yapanlar, iktidara muhalif olan herkes ama herkes böylesi
mahkemelerde yargılanacak ve ceza alacak. Bu anlayışla yine demokrasinin
can damarlarını kesmeyi hedefliyorsunuz. Demokrasiye, hukukun
üstünlüğüne, evrensel tüm değerlere aykırı ama AKPye uygun
mantığıyla hareket ediyorsunuz, hepimizi, tüm ülkeyi tehlikeye
atıyorsunuz.
DGMlerin tarihini yeri gelmişken kısaca
belirtmekte de fayda görüyorum. Abdülhamidin Yıldız
Sarayının bahçesine kurdurduğu çadır mahkemesinden sonraki
dönemde 11 ilde kurulan istiklal mahkemesine, daha sonra yine İstanbul
İstiklal Mahkemesine ve Takrir-i Sükûn Kanunuyla birlikte Ankara ve Şark
istiklal mahkemelerine, sıkıyönetim mahkemelerinden DGMlere kadar,
DGMlerden sonra özel yetkili mahkemelerin hepsinin ortak özelliği
muhalifleri susturmak olmuştur ve bugüne kadar da olağanüstü yetkili
ve hukuksuz mahkeme uygulamalarından hiçbir zaman vazgeçilmemiştir.
AKP Hükûmeti iktidara geldiğinde yüzünü Avrupa
Birliğinin haklar ve özgürlükler, hukuk güvencesinin asgari
normlarına, AB standartlarına dönmüş ve bu rüzgârla her çevreden
oy almıştı ama zaman içinde gördük ki verdiği sözlerin
hiçbirisini tutmadı. AKP Hükûmeti bahar havasından daha 2005
yılında çıkmış, TCK değişikliğiyle
çocukların ağır ceza mahkemelerinde yargılanmalarına
neden olan Terörle Mücadele Kanununda değişiklik
yapmıştı. Yine, 2007deki Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunundaki
değişiklikle hızla bu değerlerden
uzaklaştığını gösterdi. Daha önce farklı form ve
değişik adlarla karşımıza çıkan özel yetkili bu
mahkemeler
Üstelik, yeni yasa yapmaya da gerek duymadan, torba yasayla ön planda
başka bir tasarı, birkaç maddesinde saklanmış hâlde DGMler
ortaya çıkıyor. Özcesi, DGMleri geri getiriyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, tasarıyla,
ayrıca, hâkim ve savcı adaylarının meslek öncesi
eğitimleri sonunda yapılan yazılı sınavlarına ilave
olarak sözlü sınav getiriliyor. Yıllardır bu sözlü
sınavların nasıl elemeye tabi tuttuğunu, nasıl bir
eleme unsuru olarak görüldüğünü aslında hepimiz biliyoruz.
Sınavdan 100 bile alsanız politik eğiliminize göre ya
elenirsiniz ya alınırsınız ya da örneğin doğum
yerinizde Dersim yazıyorsa, Van yazıyorsa, Yüksekova
yazıyorsa artık bu yargı sistemine dâhil olmanız mümkün
değildir.
Ayrıca, tasarıyla hâkim ve savcılar
için kanun yolu değerlendirme formu uygulaması yeniden getiriliyor.
Gördüğünüz üzere, bu tasarı artık hâkim teminatını,
yargı bağımsızlığını, liyakat, kürsü
teminatı gibi, bir hukuk düzeninde olması gereken tüm değerleri
yerle yeksan ediyor.
Değerli milletvekilleri, yargı
bağımsızlığı ya da bir diğer deyişle
bağımsız hâkimler olmazsa hak ve özgürlüklerin doğru ve
meşru uygulaması olamaz. Yargı
bağımsızlığı, bir amaç veya yargıçların
özel bir ayrıcalığı değildir ancak hâkimlerin, bir
hukuk devletinde yurttaşın hak ve özgürlüklerini koruyucu bir rol
üstlenebilmeleri için olmazsa olmazlardandır. İç ve dış
etkilerden korunmuş bağımsızlığın kurumsal
düzenlemelerle teminat altına alınması beklenirken bizler,
bugün, yargının saraya bağımlılığını
tartışmaktayız. Anımsayın, yüksek yargı
başkanlarının Cumhurbaşkanıyla çay
toplamalarının ardından Hükûmet sözcüsü Ne var bunda?
Yargı, Cumhurbaşkanlığı makamına
bağlıdır, elbette Cumhurbaşkanının gezilerine
katılacak. demişti. Oysa hâkimler,
tarafsızlıklarının ve bağımsızlıklarının
sorgulanabileceği durumlara dahi kendilerini sokamazlar. Meslek onurunu korumak
adına ve adalet kavramının yüzü suyu hürmetine, o fotoğraf
karesinde bulunanların aslında istifa etmesi gerekirdi; tam aksine, o
karede bulunanlar bağlılıklarının kime olduğunu
göstermiş oldular. Türkiye bu fotoğraf karesini asla unutmayacak.
Yine, tasarıda yüksek yargı üyelerinin
görev sürelerinin on iki yılla sınırlandırılması
Anayasaya aykırılık taşımaktadır, bunu tekrar
belirtmekte fayda var. Ayrıca bu anlamda tasarı, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin bağımsız ve tarafsız
mahkeme önünde yargılanma hakkını güvence altına alan
6ncı maddesine de aykırılık taşımaktadır;
yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 10uncu maddesine; 1985te
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen
Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel
İlkelere ve 2002 tarihli Bangalore Yargısal Etik İlkelerine de
ters düşüyor. Tüm bu belge ve görüşlere rağmen, benzer bir
tasarıyı kanunlaştırarak HSYKdaki kadroları eline
geçiren AKP Hükûmeti hâkim ve savcı olabilmek için tek bir şart
sunmaktadır, o da koşulsuz saraya biat şartıdır.
Değerli milletvekilleri, on iki
yıllık süre sınırı konusunun hâkimlik teminatı
bakımından Anayasaya aykırılığı hem
Bakanlar Komitesinin tavsiye kararında belirtilmiş hem de Anayasanın
139uncu maddesinde Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri
istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz.
denerek tartışmaya mahal bırakmaksızın, açık bir
şekilde düzenlenmiştir.
Kısaca bu konuda şunu belirteyim:
Demokratik ülkelerde genel kabule göre, yargı
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatını
güvenceye almak üzere, bu alana müdahale olmasın ya da yasama, yürütme
organları baskısı olmasın diye -teminata dair güvence
maddeleri- anayasa gibi değiştirilmesi zor olan belgelerde düzenleme
yapılma yoluna gidilir ki bizde de anayasal düzenleme yapılmıştır,
anayasal güvencesi vardır.
Değerli milletvekilleri, Türkiyede
yargıçların meslekte ilerlemeleri ve görev süreleri hakkındaki
yasal düzenleme Kıta Avrupası sistemine denk düşmekte, liyakate
ve başarıya dayalı bir görev sistemine göre ilerlemelidir. Yine
Türkiyenin benimsediği Bangalore Yargı Etiği İlkeleri
ışığında kariyer, liyakat ve ehliyet
koşullarının taşınması gerekir.
Tüm bu hususlar net iken günübirlik politikalarla
yargı alanı yapboz tahtasına çevrilemez. Hâkimlik teminatı
ve yargı bağımsızlığı yani adalet sisteminin
temel unsurları hiç kimsenin, özellikle bu Hükûmetin inisiyatifine terk
edilemeyecek kadar değerli ve önemlidir. Bundan ötürü yüksek yargı
üyelerine ilişkin yapılacak düzenlemelerin Anayasa
değişikliğiyle yapılması şarttır.
Yine, az önce belirttiğim gibi DGMlere
ilişkin düzenleme 31, 32 ve 33üncü maddelerde düzenlenmiştir. DGM
zihniyetiyle getirildiğini söyledik zaten.
Son olarak şunları belirtmek istiyorum:
Aristo Adalet ilkin devletten gelmelidir çünkü hukuk devletin toplumsal
düzenidir. Kanun düzendir, iyi kanun iyi düzendir. Hukuk her şeyin
üzerinde olmalıdır. der.
Şu ana kadar dikkatinizi çektiyse ne adaletten
ne hukuktan ne de toplumsal düzenden bahsettik. Tasarının bizlere
öngördüğü yegâne konular kaos, haksızlık, hukuksuzluk, insan
hakları ve özgürlük anlayışının askıya
alınacak olmasıdır. Başında bulunduğu kurumun
yapısı tamamen değişecek olmasına rağmen, koskoca
Yargıtay Başkanının sadece göreve ilişkin, görev
süresine ilişkin çekine çekine iki cümle kurması
anlaşılabilir bir şey değildir. Yargıtay Başkanı
Ciritin yerine, söylemesi gerekenleri Yargıtay Onursal Başkanı
Sayın Sami Selçuk aynen şu ifadelerle söylüyor: Yetersiz bilgiyle ve
kopyalarla sistem değiştirilemez. Buna benzer değişiklikler
ancak ihtilal dönemlerinde görülebilir. Sağlıksız sonuçlar
yaşandığında da herkes kendine gelir ama çok geçtir
artık, her şey yitirilmiştir. Olağan hukuk düzeninde
bunlara hiç kimse cüret edemez, düşünmez bile. Bizde oldu,
yargının güvencesi çoğunluk iktidarınca örselendi. Bu
alışkanlık sürerse korkarım hiçbirimiz
sığınacak liman bulamayacağız. Elli yıldan bu
yana, yargıya bu denli el atıldığı bir dönemi
yaşamadık. Çok yazık ve çok acı. Bugünler eski bir
yargıç olarak benim için yas ve utanç günleridir. Ülkem, ülkemdeki hukuk
fakülteleri, hukukçular, özellikle de Meclisteki hukukçular ve
öğrencilerim adına bu denli utandığımı hiç mi hiç
anımsamıyorum. İmdat çığlıklarını duyup
değerlendirenler de yok ortalıkta. Komisyonun kabulüyle çoğunluk
iktidarı, esasen güven bunalımı ve hastalığı
çeken yargının ve onun bağımsızlığının
tabutunu hazırlamış bulunuyor. Umuyorum, Genel Kurul o tabuta
son çiviye de çakmayacaktır.
Değerli milletvekilleri, bugün, bu
tasarıyı önümüze getirerek bize dayatan AKP Hükûmeti şunu
aklından çıkarmamalıdır. Hukuk, demokraside öncelikle
azınlıkların ve bütün toplumun haklarını ve
özgürlüklerini koruma amaçlıdır ve hepimizin
sığınacağı en güvenilir limandır. Yine bizler
için âdeta bir Kutup Yıldızıdır. Bu istikametin karşısında
duran bu tasarıya bir bütün olarak karşı
çıktığımızı belirterek hepinize saygılar
sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
Şimdi, gruplar adına üçüncü söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Deniz Baykala
aittir.
Buyurun Sayın Baykal. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; milletçe acı bir dönem
yaşıyoruz. Bir yandan, her gün gelen şehit haberleri, öte
yandan, çöken turizmin ağır maliyeti, derken şimdi de bir
yangın çıktı, Türkiyemiz ve Antalyamız
yaşadığı büyük acılar içinde. Buradan milletimize,
hemşehrilerime geçmiş olsun dileklerimi ifade etmek istiyorum.
Umarım, ramazan ayında bu dileklerimiz gerçekleşir ve milletimiz
bir an önce mutlu günlere kavuşur.
Bu dönemde Türkiyede en büyük tahribatı
yaşayan alan adalet ve yargı alanı olmuştur. 2010
referandumundan sonra yargı iktidar tarafından hedef olarak
seçilmiştir. Kısaca hatırlayalım: Bu dönemde tabii hâkim
ilkesi tahrip edilmiştir. Sulh ceza hâkimlikleri kurulmuş, DGM, özel
yetkili mahkemeler, son olarak sulh ceza hâkimlikleri ihdas edilmiştir.
Masumiyet karinesi ihlal edilmiştir. Tutukluluk tedbir olmaktan
çıkmış, cezaya dönüşmüştür. Delilden sanığa
değil, sanıktan delile gitme yöntemine geçilmiştir. Gizli
tanık üretilmiştir. Hükümlülerle pazarlık
yapılmıştır. CDler ve ıslak imzalar imal
edilmiştir. İddianameler Emniyette hazırlanmış,
Emniyet savcılıkta ve hatta mahkemelerde davaları yönlendirmiştir.
Sonucunda Genelkurmay Başkanı terör örgütü yöneticisi olarak suçlanmış
ve müebbet hapse mahkûm olmuştur. Yargı, TSK, Deniz Kuvvetleri ve
aydınlarla hesaplaşmanın aleti hâline getirilmiştir.
HSYK 3 kez siyasi operasyona maruz
kalmıştır. 2010 referandumuyla yapısı
değiştirilmiş, sonuç alınamamıştır; üye
sayısı artırılmış, sonuç
alınamamıştır; üye sayısı
azaltılmış, sonuç alınamamıştır;
sonuncusunda listeli seçimlerle HSYK siyasi parsellenmeye tabi tutulmuş,
siyasi, ideolojik kimlikleriyle hâkimler seçilmiştir ve Adalet
Bakanlığının finanse ettiği seçim kampanyasıyla
bu sonuç ortaya çıkmıştır. Bugün, bu yapılan iş
bölümü ve oluşturulan daireler ve yapılan atamalar sonucunda HSYK
siyasi talimatla işleyen bir kurum hâline gelmiştir. O nedenle, Gezi
davasında Beşiktaş Futbol Kulübü taraftarlarına dava
açılmakta, bir gazetecilik faaliyeti casusluk suçlamasına sokulmakta,
akademisyenler düşünce açıkladıkları için, gazeteciler bir
yayın organına destek verdikleri için tutuklanabilmektedir. HSYK
eliyle ilk derece mahkemeleri siyasi yönlendirmeyle denetim altına
alınmıştır, şimdi sıra yüksek yargıya
gelmiştir.
Son iki buçuk yılda 3 kez yüksek yargıya
siyasi operasyon yapılmıştır. Önce, yüksek yargıdaki
üye sayısını artırarak yüksek yargıyı ele geçirme
denemesi yapılmıştır, daha sonra bunun tam tersi
denenmiş ve üye sayısı azaltılarak aynı amaca
ulaşılmak istenmiştir, şimdi de Yargıtay ve
Danıştay üyelerinin tümünü azledip sıfırlayarak HSYK ve
Cumhurbaşkanı atamalarıyla yüksek yargıyı siyasi
kontrol altına alma amacına ulaşmayı öngören bir
tasarı hazırlanmıştır. Bu, yargıya yönelik müdahalelerin
en kabasıdır. Anayasaya göre bir yargı mensubunun bile
azledilmesi mümkün değilken Yargıtay ve Danıştayın
tümünü azledip sıfırlamayı düşünmek Anayasanın 138 ve
139uncu maddeleri karşısında nasıl bir zihniyeti ortaya
koymaktadır, takdirinize bırakıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Artık, ne hâkimlik teminatı ne de
yargı bağımsızlığı kalmıştır.
Yargıtayın azli diye bir olay 27 Mayıs, 12 Eylül askerî
darbeleri de dâhil tarihimizin içinde hiçbir zaman yaşanmamıştır.
Hiçbir demokratik ülkede böyle bir uygulamanın örneği yoktur. Ulusal
hukuka da, bir parçası olduğumuz uluslararası hukuka da tamamen
aykırıdır. İdareyi denetleyecek olan
Danıştayın yüzde 25inin de Cumhurbaşkanı tarafından
atanacak olmasını takdirinize sunuyorum.
Yargı güvencesinin bir parçası olan
kesintisiz yüksek yargıçlık anlayışı da ortadan
kaldırılmıştır. Yeni yüksek yargıçların
görev süresi on iki yılla
sınırlandırılmıştır, on iki yıl sonra
siyasi iktidarın tasarrufuna maruz kalma tehdidiyle baş başa
bırakılacaklardır. Yargıçlık mesleğine giriş
de keyfî takdire açık, sözlü sınavlara bağımlı hâle
getirilmiştir. Yargıtay Başkanının ifadesiyle, yüzde
30lara düşmüş olan yargıya güven, bu müdahalelerin
sonrasında herhâlde onu bile aratacak hâle gelecektir.
Bu düzenleme elbette hukukun temel ilkelerine de
Anayasaya da aykırıdır ama öyle anlaşılıyor ki
Anayasa Mahkemesi bu kanunla ilgili bir karar alıncaya kadar,
sıfırlanan üyeliklere yeni atamalar yapılacaktır ve Anayasa
Mahkemesi kararı geriye dönük işlemeyeceği için Anayasa fiilî durum
karşısında işlemez hâle gelecektir. Daha önce HSYKnın
idari personeliyle ilgili yapılan düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi iptal
etmişti fakat Anayasa Mahkemesi kararı geriye yürümediği için
Anayasaya aykırı fiilî durum bugün hâlâ devam etmektedir.
Bu kurnazlıkların bir yönetim tarzı
olarak itibar gördüğü, hukuk ve Anayasa
duyarlılıklarının önüne geçtiği bir dönemi
yaşamaktayız. Anayasaya ve hukuka karşı fiilî durum
yaratma zihniyetinin elinden çıkacak bir anayasaya önem atfetmek sadece
saflıktan ibarettir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu
hukuk dışı durum, hukuka ölçüsüz, sınırsız bir
saldırıdır. Ne yazık ki Anayasanın kural ve ilkeleri
değil, fiilî durum işletilecektir, Anayasaya aykırı
olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hâlde.
Düşünebiliyor musunuz, Anayasa Mahkemesinin muhtemel bir
aykırılık kararına rağmen fiilî durum yaratılarak
Anayasaya aykırı bir biçimde atanacak Yargıtay ve
Danıştay üyeleri on iki yıl boyunca görev yapmaya devam
edecekler. Böyle bir zilleti hukukumuza yaşatmaya kimin, ne hakkı
var? (CHP sıralarından alkışlar)
Anayasaya aykırı
olduğu belirlenen bir kanunla oluşturulan yeni Yargıtay ve
Danıştay üyelerinin alacağı kararlarla milyonlarca
vatandaşımız adalet susuzluğunu gidermeye
çalışacak. Bu, milletle alay etmektir. Yargıtay ve
Danıştayda bu kadar hukuksuzluğu göze almanın gerekçesi
olarak cemaat etkisini kırma ihtiyacı öne sürülüyor. Elbette
cemaatten talimat alan bir yüksek yargı mensubu hiçbir şekilde kabul
edilemez. Ne yazık ki böyle bir durumun var olduğu da bir gerçektir.
Tabii Türkiye bu noktaya kimler tarafından, hangi hesaplarla, hangi
iş birliğiyle taşınmıştır? konusunu günü
gelince ele alırız ama bugün, yargıdaki cemaat etkisinin
kırılması gerektiği açıktır.
Hukuk bir ihtiyaç varsa
askıya alınabilir. Ancak bir ihtiyaç yoksa uygulanabilir. diye bir
ilke olamaz. Hukuk, tüm sorunların çözümünde temel almak zorunda
olduğumuz bir çerçevedir. Hukuk, işinize geldiği zaman
uygulayacağınız, işinize gelmediği zaman defakto
deyip uygulamaktan vazgeçebileceğiniz bir oyuncak değildir. (CHP
sıralarından alkışlar) Milletvekili
dokunulmazlığının kaldırılması sorununu,
Anayasadaki dokunulmazlık maddesini geçici bir süre askıya alarak
çözme garabeti ve hukuksuzluğu, şimdi yüksek yargı
organlarındaki cemaat sorununu çözme bahanesi için de aynı
şekilde kullanılmak isteniyor. Böylece, yüksek yargı
organlarındaki hâkimler azlolunacak ve yeni atamalar
yapılabilecektir. Danıştayın yüzde 25i
Cumhurbaşkanı tarafından atanacak, geri kalan atamalar da
iktidarın kontrolü altındaki HSYK tarafından
yapılacaktır.
Yüz kırk yıllık bir büyük tarihsel
sürecin içinden gelen Yargıtay ve Danıştay böylece siyasi
iktidarın siyasi denetimi altına girecektir. Bu, sadece hukuk
sistemimizin değil, demokrasimizin de büyük bir darbe yemesi demektir.
Düşünün ki 1868 yılında Padişah
Abdülazizin iradesiyle Divan-ı Ahkâm-ı Adliye adıyla kurulan
bugünkü Yargıtayın kuruluş amacı iradede şöyle
açıklanmıştır: Kişilerin hakları ve güvenlikleri
açısından -bugünkü Türkçeyle söylüyorum- çok önemli olan hukuk
işlerinin mülki işlerden ve yürütmeyle görevli hükûmetten ayrı
bir düzene kavuşturulması, adalete değer veren
padişahın büyük arzusu olarak belirtilmiştir.
Yüz kırk sekiz yıl sonra bugün biz bu
kurumları iktidarın Yargıtayı, iktidarın
Danıştayı hâline dönüştürüyoruz. İktidarın
Yargıtayı ve iktidarın Danıştayı diyorsam,
biliniz ki nezakettendir. Belki birilerinin çıkıp sarayın
Yargıtayı, sarayın Danıştayı demesi daha da
gerçekçi olacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET
İYİMAYA (Ankara) Çok ayıp!
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Cemaat sorununu hukuk
içinde çözmenin geçerli yolları vardır. Anayasanın 139uncu
maddesindeki meslekte kalmalarının uygun olmadığına
karar verilenler ibaresi bireysel inceleme, soruşturma ve disiplin
uygulamalarıyla bu sorunun çözülebileceğini gösteriyor.
İktidarın cemaatle
bağlantılı yargı mensupları konusunda bilgi sahibi
olduğu, beş gün içinde atama öngören hükümden
anlaşılmaktadır. Danıştay ve Yargıtay üyelerinin
tümünü azletmektense bağlantısı olanların
soruşturulması hukukun gereğidir. Fakat
anlaşılıyor ki iktidar, bu bahaneyle, Yargıtayın ve
Danıştayın tümünü bizzat belirlemenin peşindedir. Eğer
bireysel inceleme, soruşturma, disiplin yöntemini kullanma ihtiyacı
içine Hükûmet girerse, inanıyorum, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, bu
konuda ihtiyaç ortaya çıkacak olur ise yasal düzenlemelerde gerekli
katkıyı yapmaya hazırdır.
Değerli arkadaşlarım, yargıya
yönelik bu düzenleme Anayasaya uygun değildir; legal değildir,
meşru değildir. Daha önce HSYK konusunda da bir Anayasa ihlalini AYM
kararları geçmişe uygulanamaz. diyerek ihlal ettiniz. Anayasa
Mahkemesi kararında Kamu görevlilerinin görevlerine kanuni düzenlemelerle
son verilmesi hukuki güvenlik ilkesinin ihlalidir, Anayasaya aykırıdır.
demiştir. Bu defa kamu görevlileri de değil, anayasal teminatı
olan yüksek hâkimlerin görevine yasama tasarrufuyla son veriyorsunuz. Ne
Osmanlı ne de cumhuriyet tarihinde ne de herhangi bir demokratik ülkede
yüksek yargı mensupları topyekûn azledilmiş değildir. Bu,
Anayasaya aykırı ama siz, öyle anlaşılıyor ki, bunu
gene de yapacaksınız. Bu durum sizin pek çok önemli başka
diğer konularda da olduğu gibi hukuki, anayasal bir yönetim
tarzı dışına çıkma
alışkanlığı içinde olduğunuzu ortaya
koymaktadır.
Anayasaya aykırı bir
Cumhurbaşkanlığı sistemi oluşturdunuz. Şimdi
Anayasaya aykırı bir yargı sistemi oluşturma
çabasındasınız. Suç örgütleriyle zaman zaman iş
birliği yapıyorsunuz. Tüm bunlar çok ciddi bir hukuk ve siyaset
sorunları silsilesini doğuruyor. Cumhurbaşkanlığı
konusu da bu tablonun içerisindedir. Siz de bunun bir fiilî durum olduğunu
kabul ediyorsunuz. Fiilî durum olduğunu kabul etmek, durumun hukuki ve
meşru olmadığını kabul etmek demektir. (CHP
sıralarından alkışlar) Fiilî durum işliyorsa hukuki
durum işleyemiyor demektir. Bunun hiçbir sonucu
olmayacağını düşünemezsiniz. Yüksek yargıda da fiilî
durum yaratacaksınız. PKKyla da bu fiilî durumu
yarattığınıza şahit olduk. Dokunulmazlıkların
kaldırılmasında da fiilî durum yarattınız. PKKyla gün
oldu kol kola girdiniz, Haburda seyyar mahkemeler kurup aklamaya
çalıştınız, alan hâkimiyeti kurmasına göz yumdunuz.
(CHP sıralarından alkışlar) Tüm bunlar hukuka
karşı birer fiilî durumdur.
Yine, aynı şekilde, bir cemaatle içli
dışlı ilişki kurdunuz, ne istedilerse verdiniz. O cemaatle
büyük, yaygın, kapsamlı iş birliği yaptınız;
yargı ve emniyet güçlerini birlikte dizayn ettiniz, ordu güçlerini de
birlikte tahrip ettiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi de Aldatıldık. deyip tüm bu hukuksuzluklardan sıyrılmaya
çalışıyorsunuz. Bu, ancak yargı mercilerinin huzurunda
yapabileceğiniz bir savunmadan ibaret olabilir. (CHP
sıralarından alkışlar) 17-25 Aralık döneminin üzerine
de bir fiilî durum perdesi çektiniz.
Bu kadar hukuk dışı, bu kadar suç ve
sorumluluk doğuran iş birlikleri iktidarı tehlikeli bir
sarmalın içine sokmuştur. Bu sarmaldan Yargıtayı azlederek
çıkmak mümkün değildir. Bu kadar büyük hukuk
dışılıkları göze almayı gerektiren herhâlde büyük
bir korku vardır. Bu kadar hukuk ihlali ancak bir büyük korkunun eseri
olabilir. Yargıtay ve Danıştayı azlederek, hukuku
susturarak korkudan kurtulamazsınız. (CHP sıralarından
alkışlar) Bu kadar fiilî durum, bu kadar hukuk ihlali, ister istemez,
sistematik bir sivil darbe durumuyla karşı karşıya
kaldığımızı bize göstermektedir. Elbette ortada tank,
top yoktur ama görünüyor ki demokrasi mekanizmaları devre
dışıdır. Ne hesap sorma ne hesap vermenin, ne hukukun ne
demokrasinin gerekleri yerine getirilememektedir; bu da ancak bir defakto
durumda mümkün olabilir.
Bizim siyasi kültürümüzde aldatma, yalan dolan,
kandırma yoktur; ahlak üzere, dürüstlük üzere siyaset yapmak vardır.
Machiavelli bizim kültürümüzde yoktur; Fatihin hocası Akşemseddin,
Nizamülmülk, İbni Haldun vardır. Uzlaşma ihtiyacı var. Bu
işin sonu iyi değildir.
Yüzde 50 oyla ne yapılabilir, ne
yapılamaz? Anayasayı ihlal hakkını vermez yüzde 50 oy;
Türkiye'nin temel millî siyasi kimliğini, temel dış politika
ilkelerini çiğneyip ülkeyi savaşa sokma imkânı vermez; milleti
ayrıştırma hakkı vermez, yargıç teminatını
ortadan kaldırma hakkını vermez. Defakto demek illegal
demektir; Fiilî durum dediğiniz, işte o defaktodur. Bir şey
yapılamıyor olması buradan kaynaklanıyor. Demokrasi denge
mekanizmaları devre dışıdır. Bu, ancak bir sivil
darbeyle izah edilebilir. Eğer bu denli büyük hukuksuzluğu göze
alıyorsanız korkunuz büyük demektir; bunu yapmayın, bunun sonu
iyi değildir. Uzlaşın, korkunun çaresi otoriterleşerek
değil, milletle uzlaşarak açılır. İsraile
sergilediğiniz iş birliği anlayışını
Türkiye'den, kendi vatandaşlarımızdan esirgeyemezsiniz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, milleti çok yordunuz. Avrupa Birliğine
giriyoruz. dediniz, şimdi kavga ediyorsunuz. PKKyla
anlaştık. dediniz, ortak miting yaptınız, şimdi
Osmanlı ve cumhuriyet tarihinin en büyük iç
çatışmasını yaşatıyorsunuz. Cemaatle kol kola,
omuz omuzaydınız, şimdi onlardan kötüsü yok. Suriye,
Mısır, Rusya, İsrail
Çatışırken de, barışırken
de size inanmamızı istiyorsunuz. Millet size inanıp
peşinizde yürümekten perişan oldu, milleti çok yordunuz. Bu
gelgitler, tutarsızlıklar sizin de ötenizde, ülkenin güven
kaybına yol açıyor. Size Kimseyle barışmayın. ya da
Kimseyle çatışmayın. demiyorum. Barışacaksanız
da, çatışacaksanız da kendi özel siyasi hesaplarınız
için değil, bunu milletin menfaati için yapmalısınız. (CHP
sıralarından alkışlar) Kendi ülkenizdeki
vatandaşlarınızla barışmanın değerini hiçbir
yabancı ülkeye vereceğiniz tavizlerle elde edilecek barışla
mukayese edemezsiniz.
Bir
süre önce ABye girişinizi gündüz vakti havai fişeklerle
kutluyordunuz, şimdi çatışıyorsunuz. Otoriterleşerek,
hâkimleri azledip Danıştayı, Yargıtayı sindirerek bu
çatışmayı kazanamazsınız. Tam tersine, Avrupanın
çifte standartlarına, İslamofobisine meydan okumanın yolu,
Türkiye'nin içinde hukukun üstünlüğünü, yargının
bağımsızlığını, insan hak ve özgürlüklerini
güvence altına almaktan geçer. Çözüm, otoriterleşme ve
çatışma değil, uzlaşma ve hukuku, demokrasiyi
işletmektir.
Hepinize teşekkür ederim, saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gruplar adına son söz, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Abdulhamit Güle aittir.
Buyurun Sayın Gül. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ABDULHAMİT GÜL
(Gaziantep) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye, AK PARTİ iktidarında, hukukun hâkim olduğu, her
vatandaşın hakkını arayabildiği bir ülke
olmuştur. AK PARTİnin icraatlarıyla Türkiye artık bir
kanun devleti değil, bir hukuk devleti olma yolunda emin adımlarla
ilerlemektedir.
Bugün müzakere ettiğimiz tasarı, AK
PARTİnin ileri demokrasi yolunda daha önce gerçekleştirdiği
yargı ve hukuk reformlarının bir parçası ve devamı
olarak hazırlanmıştır. Sürem el verdiği ölçüde
açıklayacağım bu tasarı, Yargıtay ve
Danıştaydaki iş yüküne uygun olarak daire ve üye
sayılarının, yüksek mahkeme üyelerinin görev sürelerinin
belirlenmesi, böylece yargının dinamik ve yaşayan bir hukuk
olarak şekillenmesi amacıyla hazırlanmıştır.
Yine, yüksek mahkemelerin bir hukuki denetim yaparak amacına uygun bir
şekilde içtihat müessesesi hâline gelmesi de bu tasarıyla
amaçlanmıştır.
Değerli arkadaşlar, bu tasarıyla
hayata geçirilecek düzenlemelerden birisi de hâkim ve savcılar
hakkında düzenlenecek olan kanun yolu değerlendirme formudur. Bu not
düzenlemesiyle hâkim ve savcıların terfilerinin daha objektif hâle
gelmesi amaçlanmaktadır.
Bu tasarının diğer bir önemli
amacı da terörle daha çok etkili mücadele yapabilmek amacıyla, terör
suçları sebebiyle açılacak soruşturmaların ve
davaların suçun işlendiği yerin bağlı olduğu ilin
cumhuriyet başsavcılığınca açılması ve
davanın da o ilin ağır ceza mahkemesinde görülmesinin
sağlanmasıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye köklü bir seçim ve demokrasi geleneğine sahiptir.
Çok partili siyasi hayatla birlikte yeşeren bu demokrasi geleneğine
vurulan ilk darbe 27 Mayıs 1960 darbesidir. Bu darbe ve 1961
Anayasasıyla tesis ve tahkim edilen vesayetçi anlayış birçok
alanda olduğu gibi yargı alanında da millî iradeyi yok sayan bir
tavır içerisinde olmuştur. Yeri gelmiş, Anayasa Mahkemesi ve
Yargıtay siyasi parti gibi davranmış; yeri gelmiş,
Danıştay yürütme ve Bakanlar Kurulu gibi kendisini icra makamı
olarak görmüştür. Buna bütün Türkiye demokrasisi ve yargı tarihi
şahittir. Bu tavrın en önemli misyonu da sivil siyasetin
alanını daraltarak seçilmeden iktidar olmak isteyen bürokratik
oligarşiyi ve vesayet odaklarını egemen kılmak
olmuştur.
Bu vesayetçi anlayışa karşı
zaman zaman direnç söz konusu olduysa bile bu mücadeleye en güçlü cevap, AK
PARTİnin iktidara gelişiyle, 3 Kasım 2002de bir Anadolu
ihtilaliyle, gereken cevap vesayetçilere verilmiştir. 1950de Yeter
artık, söz milletindir. diyerek iktidara gelen ve 3 Kasımda da
sessiz devrimle birlikte AK PARTİnin vesayete karşı mücadelesinin
ülkemiz açısından tarihî bir anlamı haizdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu vesayetçi anlayış kendi gücünü pekiştirmek
ve sivil siyasetin alanını daraltmak için en çok yargı kurumunu
kullanmıştır. Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor.
diyerek bu ülkenin seçilmiş Başbakanını, meşru
Başbakanını idam sehpasına gönderen anlayış,
işte burada yargıyı vesayetine kurban eden
anlayıştır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Yine, siyasi tarihimizi partiler mezarlığına
çeviren anlayış da bu anlayıştır.
Üzülerek belirtmek zorundayım ki zaman zaman
yargı kurumunun bir kısmı bu anlayışla ittifak hâlinde
olmuştur. 12 Eylül 1980 darbesinin yaşları büyüterek nasıl
idam ettiğini, nasıl yargılama yaptığını
hepimiz biliyoruz ve bu hukuk cinayetlerinin hesabının sorulması
da AK PARTİnin öncülüğünde 12 Eylül darbesinden hesap sorularak yine
milletimiz adına gerçekleşmiştir. Keza 28 Şubatta sivil
siyasete ve demokrasimize karşı yapılan darbenin en büyük
destekçisi ve müttefiki de bazı yargı mensupları olmuştur.
Darbe brifinglerine koşarak giden, milletin bir kısmını
ötekileştiren sunumları coşkuyla alkışlayan ve bunu
kararlarına yansıtan yargı mensupları hicap duyulacak bir
şekilde tarihe geçmişlerdir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Böylece Türkiye demokrasisi ve hukuk tarihi yara
almıştır. Sincanda yürüyen tank kadar yürekleri ve
vicdanları yaralayan hukuk katliamlarına bütün Türkiye şahit
olmuştur.
28 Şubat yargısının
niteliğini göstermesi bakımından en önemli misallerden birisi de
Sayın Cumhurbaşkanımızı okumuş olduğu bir
şiir nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı görevinden almak ve onu Pınarhisar
Cezaevine göndermektir.
HALUK PEKŞEN (Trabzon) Koca Silahlı
Kuvvetleri sahte belgelerle içeride yatırttınız.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Bu vesayetçiler
şunu unuttular, şunu göz ardı ettiler: Bir fikri ve geniş
kitlelerin talebini hiç kimse ama hiç kimse asla değiştiremez. (AK
PARTİ sıralarından Bravo sesleri, alkışlar) Bunu
unuttular ve bu anlayış Muhtar bile olamaz. dedikleri Sayın
Recep Tayyip Erdoğanın bugün ülkemizde Cumhurbaşkanı ve
ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olduğunu hazmedemiyorlar ama bu
millet onun arkasında duruyor, vesayetçilere en büyük cevabı vermeye
devam ediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bu vesayetçiler şunu düşünüyorlardı:
Biz iktidarı yargıçların cübbesinden alırız, biz
iktidarı cuntanın silahından devşiririz, biz iktidarı
vesayetçilerin iradesinden devşiririz. Ama unuttukları bir şey
var: İktidar, milletin irade koyduğu sandıktan çıkar ancak
sandıktan, yargıçların cübbesinden, cuntacıların
silahından değil. (AK PARTİ sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) Siz 12 Eylül darbesinin
ürünüsünüz, ürünü.
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) - Bak, biz
Baykalı dinledik, siz de dinlemeyi öğrenin. Ayıp ya!
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) - İşte, bunu
yeri geldiğinde cuntacı askerle beraber kol kola, yeri
geldiğinde yargı içerisindeki birtakım kliklerle iş
yaparken, yeri geldiğinde Geziyle iktidar devşiririz. diye
düşünen, paralelle kol kola giren, şimdi de liseli çocukları
sokağa dökerek Acaba iktidar devşirir miyiz? diyen... Hatta bu
zihniyet öyle bir zihniyet ki değerli arkadaşlar, iktidarı
devireceklerine inansınlar Çankaya zabıtasıyla bile iş
birliği yaparlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Millet iradesiyle bu kadar kavgalı bir anlayışın bu ülkeye
verebileceği hiçbir şey yoktur.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2002den itibaren AK PARTİ iktidarıyla
beraber Türkiye'nin demokrasi mücadelesi çetin dönemlerden geçmiştir.
Değerli arkadaşlar, 2007de bu ülkede bir hukuk katliamı
yaşanmıştır. 2007 Nisanda Cumhurbaşkanı seçimi
yapılacakken -hepimiz hatırlayacağız- Anayasa Mahkemesi,
Anayasa'yı çiğneyerek 367 kararını vermiştir. Tarihe
bir kara leke olarak geçen bu karar, yargının siyasallaşınca
yasamaya, Parlamentoya nasıl müdahale ettiği konusunda en büyük
misallerden biridir ama o gün yasamanın, yürütmenin, seçilmiş
iktidarın yanında durmadan Anayasa Mahkemesinin bu kararına
alkış çalanlar bugün yargıyla ilgili söz söyleme noktasında
değillerdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama
ne olmuştur? 367 kararına, yargının millet iradesine
karşı çıktığı bu 367 kararına
karşı AK PARTİ millete iltica etmiştir ve 22 Temmuz 2007de
millet Yürü, senin arkandayım; 367, Anayasa Mahkemesi dinlemem. Millet
iradesini sonuna kadar savun, senin yanındayım, destekçinim. dedi.
ÖMER FETHİ GÜRER
(Niğde) O zaman yargıyı kaldırın, toptan
kaldırın yargıyı.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
2007de bir tokat daha yedi CHP milletten ama 2008de ne oldu? Ya, biz
seçimden, sandıktan çıkamıyoruz; AK PARTİ yine
çıkıyor, millet yine iktidar oluyor, ne yapalım? Ya,
bunların partisini kapatalım da bari bu millet oy verecek parti
bulamasın, kendi partisini kapatalım. dediler.
MUSA ÇAM (İzmir) Ne
alakası var söylediklerinin?
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
2008de Anayasa Mahkemesine kapatma davası açıldı ve 1 oyla
partimiz kapatılmadı. 2 kişiden 1inin oyunu alan AK
PARTİye bu kelepçe, millî iradeye bu kelepçe vurulmak istendiğinde o
gün yine yalnızdık. Sizin Bidon kafalı. dediğiniz,
Göbeğini kaşıyan adam. dediğiniz, ayağında
çamurlu lastik ayakkabıyla gezen bu milletin evlatlarıyla beraber
ayaktaydık, meydandaydık ama cuntacılar, vesayetçiler karşımızdaydı.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, yargıyı
siyaset alanına müdahale olarak gören bir anlayış, yargı
bağımsızlığını da yer yer kullanarak
birtakım odaklar içerisinde Türkiyede müdahaleler
yapmıştır.
Az önce Sayın Baykalı dinledim, uzun
zamandır da, altı yıldır da konuşmuyormuş, büyük
bir heyecanla, ilk defa da Parlamentoda olan birisi olarak dinledim. Gerçekten,
Sayın Baykalı bir siyasi duayen, tecrübeli bir kişi olarak,
millî, yerli bir kişi olarak ben hep takdir ettim.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Şu anda
havaya bakarak ıslık çalıyor Başkanım, Baykal;
işine gelmiyor.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Keyifle izlerim,
dinlerim. dedim, Sayın Baykaldan bir bilge konuşma bekliyordum ama
CHPnin sınırlarını aşamadığını
gördüm.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) Doğrular
hoşuna gitmedi.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) CHPnin
sınırlarını aşamadı, yine ezber bozmadan, bildik,
ezber CHP söylemini burada dinledik.
ATİLA SERTEL (İzmir) Aklın almaz
onu, aklın almaz, aklın yetmez.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Bu da gerçekten
bizim için üzücü bir durumdu, benim adıma, en azından
şahsım adına.
Sayın Baykal diyor ki: Yargıtay üyeleri
bir artırıldı, bir azaltıldı. Kendi
iktidarını kuruncaya kadar yargıda bir indirdiler, bir
artırdılar, bir indirdiler, bir artırdılar.
ALİ ŞEKER (İstanbul) Ne
yaptınız?
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Asla Yargıtay
üyelerinin sayıları azaltılmamıştır Sayın
Baykal, hep artırılmıştır, 1994ten beri Yargıtay
üyeleri artırılmıştır dosyanın fazlalığından
dolayı.
ALİ ŞEKER (İstanbul) Şu anda
ne yapıyorsunuz?
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
Dolayısıyla, bu anlamda bir şey yok.
Şimdi, öyle bir çelişki ki
arkadaşlar: Yargıtay üye sayısını
artırıyorsunuz, AK PARTİ kendi yandaşlarını
getiriyor., sayısını azaltıyorsunuz, Kendi yandaşlarını
gönderiyor, kendi yargısını kuruyor. Ya, bir çelişkiyi de
giderin.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Bu
söylediğinin bir kelimesine inanıyor musun? Çok zor bir görev
vermişler sana, inanmadığın şeyi söylüyorsun mübarek
ramazan gününde.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Böyle bir şeyi
asla kabul etmek mümkün değil. Dervişin fikri neyse zikri de
oymuş; iktidarın yargısı olmaz, milletin yargısı
olur, biz böyle düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, yargı içerisine
gizlenerek, bürokrasinin içerisine gizlenerek Türkiyede illegal yapı
içerisine giren bir paralel yapı vakası var.
ATİLA SERTEL (İzmir) Sizin
yapınızdı o paralel, size paraleldi. Bize değil, size
paraleldi.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) 7 Şubatta
MİT Müsteşarına yapılan saldırı, MİT
tırlarının durdurulması
Bu ülkenin ulusal güvenliği
için çalışan MİT tırlarını, bizim Türkmen
Dağındaki Türkmen kardeşlerimize yardım götüren MİT
tırlarını durduran bir anlayışı gördük.
ATİLA SERTEL (İzmir) Sizin paralelinizdi
o, sizin. Size paralel, size.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Kim sattı,
kim sattı paraleli?
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) 17-25 Aralık
yargı darbesini yapan
ATİLA SERTEL (İzmir) Beraber yürüdünüz o
yollarda.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
ve bu ülkenin
seçilmiş Başbakanına Kelepçe vuracağım. diye mahkeme
koridorlarında nara atanları gördük.
ATİLA SERTEL (İzmir) Hocam, çok
özledik. diye bağırdınız Atatürk Stadında.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Bu paralel
yapının sizlerle
ALİ ŞEKER (İstanbul) Siz de
paralelsiniz, siz de.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
bu paralel
yapının muhalefet partileriyle iş birliği içerisine girmeleri
gerçekten düşündürücüdür.
ATİLA SERTEL (İzmir) Gözyaşı
döküyordunuz, gözyaşı!
MUSA ÇAM (İzmir) Neyi istediler de
vermedik. diyen biz miydik?
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Paralel
yapının, yargı dâhil hiçbir alanda faaliyet göstermesine asla
müsaade etmeyeceğiz
ATİLA SERTEL (İzmir) Hepiniz gittiniz,
elini öptünüz, hepiniz, sırayla.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
çünkü bu, AK
PARTİnin meselesi değildir, bu, Türkiye'nin meselesidir, Türkiye'nin
beka meselesidir.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Doğrudur,
siz bela ettiniz paralel yapıyı.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Buradan da ben,
bütün muhalefet partilerine, paralel yapıyla mücadelede, birlikte mücadele
etme konusunda çağrıda bulunuyorum çünkü bu mücadele AK
PARTİnin değil, milletin mücadelesidir.
ATİLA SERTEL (İzmir) Bizim
insanlarımızı içeride çürüttü onlar, bizim!
ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) Bir dinlemeyi
öğren.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Değerli
arkadaşlar, 2002den bugüne kadar gerçekleştirilen Anayasa
değişiklikleriyle, gerçekleştirilen reformlarla çok önemli
adımlar atılmıştır. Türkiyede çok önemli adımlar
atılırken yargı içerisinde, az önce Sayın Baykalın
anlattığı bütün örnekler
ATİLA SERTEL (İzmir) Bizim
insanlarımızı içeride çürüttü onlar. Siz beraberdiniz, el
eleydiniz, el ele.
ABDULKADİR YÜKSEL (Gaziantep) Ya, susar
mısın.
ATİLA SERTEL (İzmir) El eleydiniz.
ABDULKADİR YÜKSEL (Gaziantep) - Deniz Baykal
konuşurken ses çıktı mı buradan? Sus, biraz dinle! (CHP
sıralarından gürültüler)
ATİLA SERTEL (İzmir) Sana ne oluyor, sen
ne konuşuyorsun ya? Meclis Başkanı var orada.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Değerli
arkadaşlar
ABDULKADİR YÜKSEL (Gaziantep) Sus
kardeşim be!
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
Sayın Gül, siz konuşmanızı devam
ettirin.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum.
ATİLA SERTEL (İzmir) Gerçekler cildinizi
bozuyor.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Değerli
arkadaşlar, az önce Sayın Baykalın saymış olduğu
örneklerde, emniyetin dosya hazırladığı, kumpaslar
kurduğu gerçekten doğru
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Biraz
saygılı olun. Ayıp ya!
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
ama ben şunu
anlamıyorum: CHP, celladına âşık olmuş gibi, bu
paralel sevdası nereden çıkıyor, niye savunuyorsunuz? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler)
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Baykal bile
onların mağduru.
MUSA ÇAM (İzmir) Ya, koyun
koyunaydınız, aynı yataktaydınız, aynı yatakta.
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Ya, Baykal bile
onların mağduru değil mi?
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Stockholm
sendromu.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) İçinizde
mağdur olanlar var, o arkadaşlarınıza bari saygıdan
dolayı, lütfen, sessiz kalın, paralelin yanında yer almayın
ya.
Değerli arkadaşlar, şimdi, Yüksek
mahkemelerdeki atamalarla AK PARTİ kendi yargısını
oluşturuyor. diyorsunuz. Ya, Allah için, şu kanun
tasarısına bir bakın, ondan sonra hep beraber
değerlendirelim.
Ne diyor? Bu Yargıtay ve Danıştaydaki
atamalar kim tarafından yapılacak? Ya, bu atamaları Bakanlar
Kurulu yapmıyor ki bu atamaları Hâkimler Savcılar Kurulu
yapıyor ya. Hâkimler Savcılar
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Ve
Cumhurbaşkanı, onu da ekle.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Arkadaşlar,
Anayasada var olan bir hakkı, Ahmet Necdet Sezer kullanınca
Anayasaya uygun oluyor da Recep Tayyip Erdoğan kullanınca niye rahatsız
oluyorsunuz, niye zorunuza gidiyor? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ATİLA SERTEL (İzmir) Zekeriya Özün
altına zırhlı arabayı babam mı yolladı, kim
yolladı, söyle bakalım, kim?
ABDÜLHAMİT GÜL (Devamla) Anayasadaki bir
hakkı sonuna kadar kullanacaktır. Anayasadaki yeni bir yetki söz
konusu değildir.
HİLMİ BİLGİN (Sivas) Onu
millet seçti, rahatsızlık oradan geliyor.
ABDÜLHAMİT GÜL (Devamla) Bundan rahatsız
olmayın, buna üzülmeyin. Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var,
arkasında milletin desteği var.
MUSTAFA KÖSE (Antalya) Olurlar, olurlar,
rahatsız olurlar. Milletten rahatsızlar çünkü.
ABDÜLHAMİT GÜL (Devamla) Değerli
arkadaşlar, iktidarın yargısı olmaz.
HİLMİ BİLGİN (Sivas) Onlar
milletten rahatsız.
MUSTAFA KÖSE (Antalya) Tayyip Erdoğandan
değil, milletten rahatsızlar.
ABDÜLHAMİT GÜL (Devamla) Bunlar milletten
rahatsızlar Mustafa Başkanım.
İktidarın yargısı olmaz,
şunun bunun yargısı olmaz, cemaatin yargısı olmaz;
paralel, dikey, yatay, havada, karada kimsenin yargısı olmaz.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) AKPnin
yargısı da olmaz, AKPnin, Tayyipin yargısı da olmaz.
ABDÜLHAMİT GÜL (Devamla) Ancak ve ancak
Anayasaya göre millet adına karar veren milletin yargısı olur.
Değerli arkadaşlar, tasarıda on iki
yıl görev süresi geliyor. Bu, Anayasaya aykırı. dedi
Sayın Baykal. Değerli arkadaşlar, Anayasada -Yargıtay
üyelerinin- Yargıtayın kuruluşu 154üncü maddede,
Danıştaya ilişkin düzenleme de 155inci maddede
düzenlenmiştir. Bu Anayasa maddesinde yüksek mahkeme üyelerinin görev
süresine ilişkin bir düzenleme kanuna
bırakılmıştır.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) Hâkimlik teminatı
var orada.
ABDÜLHAMİT GÜL (Devamla)
Dolayısıyla, 94ten beri bu süreler nasıl
artırılıyorsa şimdi de bu süreler artırılabilir.
Bu konuda Anayasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Hâkimlik, savcılık teminatı
çiğneniyor, azlediliyor. Azledilmenin ne olduğunu Türk Dil Kurumuna
bakıp bir önce öğrenelim. Anayasa 139uncu maddedeki teminatlar
nelerdir, ne diyor: Azlolunamaz. Anayasada gösteriler süreden önce emekliye
ayrılamaz. Aylık ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun
bırakılamaz. Burada, hiçbir şekilde bu teminatlar ihlal
edilmemektedir. Yüksek yargı mensupları, diğer mahkeme hâkim ve
savcılarından ayrı bir statüye tabi değil, aynı
mevzuata tabiler. Dolayısıyla, mahkeme kadıya mülk değil.
Anayasa makam teminatı vermiyor, hâkimlik teminatı veriyor. Bu konuda
da kanun Anayasaya uygundur.
Değerli arkadaşlar, şu an
itibarıyla Yargıtayda derdest dosya sayısı 1 milyon 260 bin
185, Danıştayda 209.803. Bu iş yükü nedeniyle istinaf
mahkemeleri kurulmuş, 20 Temmuzda yürürlüğe girecektir. Böylece
Yargıtayın iş yükü yüzde 90 azalacak, Danıştayın
iş yükü ise yüzde 80 azalacaktır. Şimdi diyorsunuz ki:
Sayıları niye azaltıyorsunuz? Ya, 1 milyon 400 bin olan dosya
sayısı 140 bine düşecek. Yazık değil mi 500
Yargıtay üyesi gibi seçkin hâkime dosyalar gelmeksizin biz makam verelim,
orada otursunlar.
NURETTİN DEMİR (Muğla) Yeni mi
aklınıza geldi?
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Bunlar israftır
ve bu anlamda usul ekonomisi bakımından da bu konudaki düzenleme
yerinde bir düzenlemedir. Ben teknik kısımları da hemen
hızlıca geçiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu zorunlu düzenlemeye
rağmen muhalefetten kimler karşı çıkıyor? HDP
karşı çıkıyor, CHP karşı çıkıyor,
paralel yapı karşı çıkıyor. Hadi paralel
yapıyı anladık ama bu anlamda Anayasaya uygun bir düzenlemenin,
yasamanın kendi iradesine uygun bir düzenlemenin yapılmasına
paralel yapıyla birlikte diğer partilerin de kol kola destek
vermemesi de gerçekten üzücüdür, siyaset adına çok üzücüdür.
Değerli arkadaşlar, tabii hâkim ilkesine
ilişkin terör suçlarıyla ilgili o ilin, suçun işlendiği
yerdeki ilin savcılığınca soruşturma yürütülmesine
yönelik eleştiriler var. Kolluk kuvvetlerinin il merkezinde ve adalet
mensuplarının il merkezinde daha tecrübeli olması ve nakillerle
ilgili güvenli bir yargılamanın yapılması nedeniyle il
merkezlerine alınmıştır, bu da Anayasaya uygundur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün müzakere ettiğimiz tasarı AK PARTİnin
ileri demokrasi hedefi doğrultusunda 2002den bu yana
gerçekleştirdiği reformların bir devamıdır. Bu
tasarıyla demokrasi güçlenecek, siyaset alanı genişleyecek,
vatandaşımızın hızlı, etkin, çabuk adalete
erişimi sağlanmış olacaktır. Şimdi, CHPli
arkadaşlar İktidar yargı erkini kendi eline geçiriyor. diyor.
Ben onlara Sayın Baykalın da Kabinede beraber
çalıştığı Mehmet Moğultayın tarihe geçen
bir açıklamasını söylemek, hatırlatmak istiyorum. Ne diyor
Mehmet Moğultay, CHPli Bakan? Sayın Seyfi Oktay döneminde 2 bin
hâkim alındı, benim dönemimde de bin hâkim alındı.
Moğultay diyor.
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) Hâkim demiyor.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) Dinle, dinle.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) - Bu örgüte kadro
vermeyecekler de kime verecekler, MHPye mi verecekler? diyor, Erkan Bey? MHPye
mi verecekler? diyor. Olur mu öyle şey? diyor, devam ediyor, kendisi
söylüyor.
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) Hâkim. demiyor.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) - Ben söylemiyorum,
lütfen saygılı olun, arkadaşınızı dinleyin,
CHPli Bakan söylüyor.
KAMİL AYDIN (Erzurum) Bugün
savcıları sürüyorsunuz.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Siz de paralele veriyorsunuz,
paralele.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Yapılacak en
akıllı hareket kendi devriiktidarında örgütleneceksin,
kadrolaşacaksın. diyor. Kim diyor bunu? CHPli Adalet Bakanı
diyor.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Nerede
yazıyor, nerede?
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) - Yani bunu söylüyor.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Yalanladı
o, yalanladı.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) - Kadrolaşma
diyorsanız, kendi iktidarınız, kendi yandaşınız,
kendi yargınız diyorsanız dönüp aynaya bakacaksınız.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir)
Yakışıyor mu sana tekzip edilen yazıyı burada okumak?
Yalanlandı.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu reformların gerçek anlamda
sağlanabilmesi için yeni sivil bir anayasaya ihtiyaç vardır.
Yargı bağımsızlığını, kuvvetler
ayrılığını sağlayan ve kuvvet denge sistemini
sağlayan başkanlık sistemini hükûmet sistemi olarak benimseyen
sivil bir anayasayı yapmak boynumuzun borcudur.
Bu çağrıyla beraber yüce heyeti
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Gül.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Ağır
oldu be Başkanım, çok ağır oldu CHPye.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) AKP sözcüsü
konuşmasında
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Baykalın
cevabı yok mu? Sayın Baykalın cevabı yok mu bunlara?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri lütfen,
Sayın Göke söz verdim.
LEVENT GÖK (Ankara) AKP sözcüsü Cumhuriyet Halk
Partisinin 2007 seçimlerinde tokat yediği, paralel yapıyla beraber
olduğu ve celladına aşık olduğu gibi söylemlerde
bulunmuştur.
BAŞKAN Buyurun Sayın Gök, iki dakika
süre veriyorum sataşmadan dolayı.
Lütfen yeni sataşmaya meydan vermeyelim.
Buyurun.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
14.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Gaziantep
Milletvekili Abdulhamit Gülün 400 sıra sayılı Kanun
Tasarısının tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önemli bir kanun görüşüyoruz. Elbette burada
söylenilen her sözün anlamı var, herkesin bir siyasal geçmişi var,
herkesin bir siyasal birikimi var, herkesin siyasal geçmişi
geçmişinin ve geleceğinin de aynasıdır. O bakımdan, az
önce burada konuşan hatibin daha önce HAS PARTİ Ankara İl
Başkanlığı görevinde bulunduğunu
SALİH CORA (Trabzon) Olabilir.
LEVENT GÖK (Devamla) - HAS PARTİ Genel
Başkanı Numan Kurtulmuşun zaman içinde AKPyle ilgili olarak
Harun olmaya geldiler, Karun olarak çıktılar. sözünü
hatırlatıyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Ne alakası
var? Hiçbir alakası yok. Konuşacak bir şey bulamadın.
LEVENT GÖK (Devamla) Konuşmacımız
Sayın Deniz Baykal burada diyor ki AKPye, Bakana ve iktidara:
Sakın, otoriter bir eğilim içerisine girmeyin. Az önceki AKP
konuşmacısı da daha önce Numan Kurtulmuşun yolundan
gidiyordu, Numan Kurtulmuş da AKPye diyordu ki: Biz AKP gibi firavun
olmayacağız. (CHP sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN Şahsiyetle
uğraşmayalım lütfen.
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Deniz Baykal kimin
mağduru, onu söyle.
LEVENT GÖK (Devamla) Ne oldu şimdi sana?
BAŞKAN Sayın Gök, şahsiyatla
uğraşmayalım.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) O zamanki
yalan, şimdiki yalan.
LEVENT GÖK (Devamla) Firavunluktan
çıktın da bir anda geldin AKP sözcüsü oldun.
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Sen
Kurtulmuşu bırak, Baykal kimin mağduru? Baykal kimin
mağduru, Baykal?
BAŞKAN Şahsiyatla
uğraşmayalım, lütfen, sayın milletvekilleri
ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) Sayın
Başkan, müdahale edin.
LEVENT GÖK (Devamla) - Numan Kurtulmuş
Başbakana: Birleşmiş Milletlerde
(x)
demek marifet değildir. diyor, Başbakanın kalbi Ali diyor,
dili Muaviye diyor. Şimdi, böylesine siyasal geçmişten gelen bir
kişinin söylediklerine cevap versek ne vermesek ne. (CHP
sıralarından alkışlar)
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Yuh be! Siyasi
dönek bunlar, dönek.
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Baykalı kim
mağdur etti? Baykalı siz mağdur etmediniz mi?
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) Sayın
Başkan
BAŞKAN Evet Sayın Gül
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) Sayın
Başkanım, sataşmadan dolayı söz talebim var.
BAŞKAN Buyurun, iki dakika size de süre
veriyorum. Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
15.- Gaziantep Milletvekili Abdulhamit Gülün,
Ankara Milletvekili Levent Gökün sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) Değerli
Başkanım, sayın milletvekilleri
LEVENT GÖK (Ankara) Yani AKP gibi Firavun olmayacağız.
demişsiniz, Karun olarak çıktılar. demişsiniz. Nasıl
oldu bunlar, nasıl oldu, bunları bir anlat.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
Levent Bey,
Sayın Grup Başkan Vekili, ben sizi güzelce dinledim ve benden de
tecrübelisiniz.
LEVENT GÖK (Ankara) Tamam, buyurun.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Şimdi, CHP
sayın grup başkan vekili, benim HAS PARTİde il
başkanlığı yaptığımı ve o dönemde Genel
Başkan Sayın Kurtulmuşun açıklamalarını
söyleyerek geçmiş üzerinden bir şeyler söylüyor.
ATİLA SERTEL (İzmir) - Sen ta
Moğultaya gittin. Sen Moğultaya niye gittin?
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Siyasette
geçmiş karıştırılacaksa
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Ya, sen
karıştırdın, Moğultayı ben mi dedim?
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Ya, dinle, dinle.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla)
biz
cemaziyelevvelinizi çok iyi biliriz, cemaziyelevvelinizi çok iyi biliriz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Baykalı kim
mağdur etti, kim?
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Ya, sen
karıştırdın geçmişi.
BAŞKAN Lütfen sayın milletvekilleri,
kürsüdeki hatibe müdahale etmeyelim.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir)
Kaşındın, kaşıdılar.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Sadece şu
kadarını söyleyeyim ki, AK PARTİ öyle büyük bir dava ki,
kendisini eleştiren insanları bile bu çatı altına
alabiliyor. [CHP sıralarından Bravo! sesleri, alkışlar(!)]
ATİLA SERTEL (İzmir) Tebrik ederiz(!)
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Benim AK
PARTİye yapmış olduğum eleştiriler o tarihte olsa
bile kısa dönem, bu eleştirilerde ne kadar haksız
olduğumuzu, Tayyip Erdoğanın ne kadar büyük bir adam, AK
PARTİnin ne büyük bir aile olduğunu hissettim. [CHP
sıralarından alkışlar(!)]
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Tayyip
Erdoğana Muaviye demişsin, Tayyip Erdoğana hakaret
etmişsin, Muaviye demişsin, o eleştiri mi? Biz çıkıp
Muaviye desek ne olur?
ATİLA SERTEL (İzmir) Sen çok
yükselirsin, daha da yükselirsin sen.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) O yüzden
buradayım, şerefle buradayım ve bu
açıklamalarınızı da siyasi etiğe, ahlaka uygun
bulmadığımı söylüyorum. Eğer burada bir siyasi etikten
bahsedilecekse önce sayın genel başkanınıza yapılan
kaset kumpaslarının hesabını sorun,
arkadaşlarınıza yapılan yargı kumpaslarının
hesabını sorun. (CHP sıralarından gürültüler)
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Sayın
Cumhurbaşkanına hakaret etmişsiniz, Tayyip Erdoğana
Muaviye demişsiniz.
ATİLA SERTEL (İzmir) Yolun açık
olsun, yolun açık olsun.
ABDULHAMİT GÜL (Devamla) Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Allaha şükür geçmişimiz de
geleceğimiz de milletin adamlarıyla beraber oldu, olacak.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ATİLA SERTEL (İzmir) Ya, insan
utanır be!
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Demirel, buyurun.
ATİLA SERTEL (İzmir) Sen daha çok
yükselirsin, çok.
BAŞKAN - Bir saniye sayın milletvekilleri
lütfen, Sayın Demireli dinliyorum.
Buyurun.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan, hatip bir önceki konuşmasında HDPnin de
ismini, grubumuzun da ismini, partimizin ismini anarak, paralelle kol kola
olduğunuzdan kaynaklı bu yasayı kabul etmediğimize dair
Yani çok açık bir sataşma söz konusu.
BAŞKAN Kim konuşacak?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Kerestecioğlu.
BAŞKAN Sayın Kerestecioğlu, iki
dakika sataşmadan söz veriyorum. Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
Buyurun. (HDP sıralarından
alkışlar)
16.- İstanbul Milletvekili Filiz
Kerestecioğlu Demirin, Gaziantep Milletvekili Abdulhamit Gülün 400
sıra sayılı Kanun Tasarısının tümü üzerinde AK
PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması
sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Teşekkürler Sayın Başkan.
Arkadaşlar, şiddete uğrayan bir
kadın bile sürekli, hayatı boyunca mağdur olamaz ama birileri
var ki gerçekten hayatı boyunca mağdur ve her şeyden bir
mağduriyet çıkarabiliyor. Belki farkında değilsiniz ama siz
on dört yıldır iktidardasınız yani başka birileri
değil iktidarda olan.
HALİL ELDEMİR (Bilecik)
Farkındayız.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(Devamla) Pek farkında gibi davranmıyorsunuz.
27 Mayıslara, 12 Eylüllere gitmenize hiç gerek
yok, 28 Şubatlara gitmenize hiç gerek yok; bugüne
baktığınızda, bakın, 93ten beri devam eden bir dava
var, yarın o davaya duruşmayı izlemeye gideceğiz biz, Sivas
katliamı davası; sizin geleneğinizden gelen insanların
avukatlığını yaptığı
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) Siz PKKnın
avukatlığını yaparken sorun yok(!) Sen Aponun
avukatlığını yapacaksın, sorun yok(!) En son
konuşacak sizsiniz.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(Devamla)
ve 33 canımızın katledildiği, katledilmeye
çalışılan Aziz Nesinin oğlu Ahmet Nesinin bugün
tutuklandığı, hapiste olduğu, aynı geleneği
yaşattığınız bir dava. Gelin birlikte gidelim, izlemek
ister misiniz? O yüzden bize 12 Eylülleri, 27 Mayısları, 28
Şubatları hiç anlatmayın. Sizler artık mağdur
değilsiniz, cemaatle de sizler kol kolaydınız, bizler
değildik. Sizler artık mağdur falan değilsiniz, zalimsiniz,
zalimsiniz; zulmediyorsunuz; bunu bilin, bunu aklınızdan
çıkarmayın.
Saygılar sunarım. (HDP sıralarından
alkışlar)
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Muş
KEMALETTİN YILMAZTEKİN
(Şanlıurfa) Yasin Börünün cesedini gördün mü?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Yasin Börüden de başka bir isim
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
Sayın Muş, buyurun.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Hatip grubumuza
açık sataşmada bulunmuştur, bize dönerek Zalimsiniz.
demiştir. Bu açıdan
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) AKP zalimdir. demedi
Başkanım, niye üzerine alınıyor?
MEHMET MUŞ (İstanbul) Zalimsiniz. diye
bizim sıralarımıza dönmek suretiyle
BAŞKAN Buyurun efendim.
İki dakika süre veriyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) Beraber mi
hareket ediyorsunuz? Beraber mi çalışıyorsunuz? Grubu
birleştirdiniz herhâlde.
BAŞKAN Sayın Muş, lütfen yeni bir
sataşmaya meydan vermeyelim.
17.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun,
İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demirin sataşma
nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet
ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; burada, Danıştay Kanunu ve
bazı kanunlarda değişiklik yapılmasıyla alakalı
bir tasarı üzerinde müzakereler yürütüyoruz. Söz alan hatipler bizi
zalimlikle suçladılar. (X)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Tip!
MEHMET MUŞ (Devamla) Bir kısmına
göre, Türkiye'de yargıya öyle darbeler vurulmuş, yargıya öyle
kötülükler yapılmış ki yargı dibe vurmuş. Şimdi,
bu eleştirileri kabul etmiyoruz.
Bakın, nasıl bir yargı isteniyor?
Sadece iki örnek vereceğim. Anayasanın veya İç Tüzükün
neresinde 367 var? O dönem, Cumhuriyet Halk Partisi, Abdullah Gülün
seçilmemesi için Parlamentoya bile giremedi, girmeye cesaret edemedi.
Bakın, nasıl bir yargı istiyorlar:
Sabih Kanadoğlu, 367 diye bir garabeti uyduruyor. Anayasada yok,
İç Tüzükte yok, kanunda yok, hiçbir yerde yok ve burada yapılan
oylama Anayasa Mahkemesine götürülüyor. Anayasa Mahkemesi karar
aşamasında, karar verecek, buradan konuşan Sayın Baykal
aynen şu ifadeleri kullanıyor: Halkımız devlet
organlarıyla çatışanlara sahip çıkmaz. Bu ortamda
mağduriyet yok, dayatma var. Anayasa Mahkemesi 367 kararını
onaylamazsa ülke çatışmaya girer.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Davutoğlu
MEHMET MUŞ (Devamla) Yargıyı böyle
tehdit edip, istedikleri gibi kararlar çıkınca yargı çok güzel,
yargı çok iyi ama buradan ileriye gidince o eski günler artık bir
daha geri gelmemek üzere tarihin karanlığına gömülünce feryat
figan başlıyor.
MEHMET TÜM (Balıkesir) Rıza Sarraf
nerede?
MEHMET MUŞ (Devamla) Değerli
milletvekilleri, bu sadece bir örnek. Daha bundan çok var.
Teşekkür ediyorum.
Genel Kurulu selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan
BAŞKAN Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 23.19
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 23.34
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Elif Doğan TÜRKMEN
(Adana)
-------0------
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 107nci
Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- Danıştay Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/726) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı:
400) (Devam)
BAŞKAN
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi,
tasarının tümü üzerine şahıslar adına ilk söz,
Adıyaman Milletvekili Adnan Boynukaraya aittir.
Buyurun
Sayın Boynukara. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz
on dakikadır.
ADNAN
BOYNUKARA (Adıyaman) Teşekkürler Sayın Başkan.
Yargı
sistemine ilişkin önemli bir değişim ve dönüşüm
tasarısını görüşüyoruz. Bunu ucuz polemik ve
şişirilmiş korkular üzerinden değil, birkaç gün içinde
faaliyete geçecek olan istinaf mahkemeleri üzerinden değerlendirmekte
yarar var.
Esasen istinaf yargısı sistemimizin
yabancısı değil. Tanzimat Dönemi modernleşmesiyle
sistemimiz içinde yerini alan istinaf, cumhuriyetin kurulmasından bir süre
sonra beklenen faydayı sağlayamadığı ve işleri
uzattığı gerekçesiyle 1924 yılında
kaldırılmıştır. Beklenen faydayı verememe
gerekçesi, yetişmiş ve yeterli sayıda hukukçunun
bulunmamasıyla ilgilidir. Buna rağmen ilk derece ve temyiz
yargılamaları arasında ara kademe oluşturulması fikri
gündemdeki yerini hep korumuştur. Adli yargı açılış
töreninde yapılan konuşmalar, bilimsel makaleler ve geçmişte
hazırlanan ancak yasalaşma şansı bulamayan tasarılar
bu tartışmaların izlerini günümüze taşıyan belgelerdir.
Değerli milletvekilleri, çift dereceli
yargılama sistemimizin neden olduğu aşırı
merkezileşmeyle ortaya çıkan ve çözülmeyen sorunları üç
başlıkta toplamak mümkün:
Birincisi, çift dereceli sistemin yüksek mahkemeleri
hukuki denetim yanında vaka denetimine sevk ederek asli görevlerinden yani
hukukun gelişimine önayak olacak içtihat mahkemesi olma hedefinden
uzaklaştırmış olmasıdır. Üstelik ilk derece
mahkemelerinin topladıkları deliller üzerinden sınırlı
bir denetim maddi gerçeğin araştırılıp
bulunmasında hiçbir zaman tatmin edici sonuçlar üretmemiştir.
İkinci olarak aşırı
merkezileşme yüksek mahkemeler bakımından ağır bir
iş yükü sorununu beraberinde getirmiş ve vatandaşın adalete
erişimini olumsuz etkilemiştir. Bu olumsuz etkileri hafifletmek
amacıyla geçmiş dönemlerde zorunlu olarak kapasite
artırıcı önlemlere başvurulmuş ve bunlar iş yükü
baskısının hafifletilmesinde olumlu tesirler göstermiştir.
İstinaf yargısının adalete erişimin güçlendirilmesi ve
iş yükünün dengeli biçimde yönetimi bakımından en
akılcı çare olduğu açıktır.
Aşırı merkezileşmenin üçüncü ve
belki de en önemli sonucu hâkimlik teminatı konusudur. Anayasanın
koruduğu ve güvenceye bağladığı şey, unvan veya
üyelik statüsü değil, temelde hâkimlik teminatıdır. Yüksek
mahkeme başkanları, başkan vekilleri, başsavcılar,
başsavcı vekilleri ve daire başkanları
dışında üyelerin görev sürelerine dair anayasal normda bir
teminat bulunmamaktadır. Temel olan, hâkimlik teminatı korunduğu
sürece Anayasanın doğrudan düzenlemediği ve kanun koyucunun
takdirine bıraktığı konularda yasal düzenleme yapmanın
önünde hiçbir engel yoktur. Aslında Anayasa hâkimlik teminatını
korumakta ve mahkemeyi kadıya mülk saymamaktadır. Anayasal
normların doğrudan bir koruma bahşetmediği yargısal
unvan ve makamları kazanılmış hak kabul edecek olursak,
bırakın yüksek mahkemeleri ilk derece mahkemeler düzeyinde bile
başsavcı, komisyon başkanları, mahkeme başkanı ve
üyeler hakkında HSYKnın takdir ve tasarrufta bulunması mümkün
olmaz. Bu hiyerarşik ilişki biçiminde anlaşılmaması
gereken alt, üst ayrımı ilk derece mahkemelerin kendi aralarında
da bulunmaktadır. Bu derecelendirme içinde daha kıdemsiz ancak üst
dereceli mahkemede görevli hâkim daha kıdemli ancak alt dereceli mahkemede
görevli hâkimin kararlarını denetleyebilmekte ve hâkimlerin
farklı derece mahkemelerde görevlendirilmeleri asla bir alt, üstlük
sınırlaması anlamına gelmemektedir. Anayasanın ilgili
maddeleri yüksek mahkeme üyelerinin seçiminde asgari bir ölçü getirmiş
olmakla birlikte, üyelerin nitelikleri ile seçim usullerinin kanunlarla
düzenlenmesini öngörmüş ve görev süresi yönünde
sınırlayıcı bir hüküm koymamıştır.
Tasarıya ilişkin itirazların
başında, geçmiş dönem düzenlemelerine atıfla yöneltilen
Madem istinafları başlatacaktınız, yüksek mahkemelerde
daire ve üye sayısını daha önce neden
artırdınız? sorusudur. Bunu biriken iş yükünün içinden
çıkılmaz hâle gelmesi için alınan tedbirler bağlamında
değerlendirmekte fayda var. Geriye doğru yapılacak bir
değerlendirme aslında bu kararların doğru olduğunu da
ortaya koyacaktır. İstinafların faaliyete geçirilmesinin
günümüze dek ertelenmesi nasıl pratik ve zorunlu nedenlere bağlı
olarak gündeme gelmişse bugün eleştirilen kapasite artırıcı
önlemler de aynı şekilde pratik ve zorunlu ihtiyaçlardan
kaynaklanmıştır.
Bir diğer itiraz, tasarının
yasalaştıktan sonra yüksek mahkeme üyesi seçilme koşulunu
taşıyan birinci sınıf kürsü hâkimlerini kaynak havuzunun
dışında tutacak olmasına dayanmakta ve bu durumun seçilme
yeterliliğine ilişkin Anayasa hükmüne aykırı olduğu
iddia edilmektedir. Anayasanın ilgili maddesi, Yargıtay üyelerinin
birinci sınıfa ayrılmış adli yargı hâkim ve
cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasında
seçilebileceğini öngörmüştür. Ancak, aynı maddenin son
fıkrası üyelerin niteliklerini ve seçilme usulünün belirlenmesini
kanunlara bırakmıştır. Anayasal nitelikleri belirleme
konusunda kanun koyucuya verdiği yetki nedeniyle Anayasaya
aykırılık iddiasının geçerliliği söz konusu
olmaz.
Değerli milletvekilleri, tüm bunlar bir kenara,
yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.
Anayasa ve kanunlara uymak ve uygulamak hem yasamanın hem yürütmenin hem
de yargının temel görevidir. Yasama organı, dünyada yaşanan
gelişmeleri de dikkate alarak toplumun talep ve ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla yeni kanunlar yapabileceği gibi, mevcut
kanunlarda değişikliğe de gidebilir. Dolayısıyla,
kanun yapma ya da kanunlarda değişiklik yapma yürütmeye veya
yargıya müdahale değildir. Hiç kimse kuvvetler
ayrılığı ilkesini erklerin görevlerini yapmasını
engelleyecek şekilde yorumlayamaz. Bu, demokratik hukuk devleti
anlayışıyla çelişir.
Değerli milletvekilleri, tasarıya
karşı çıkışın temel gerekçeleri olarak öne sürülen
yargı bağımsızlığına ilişkin ise
hukukun üstünlüğü hukuk sisteminin, hukukçunun dahi keyfîliğinden
uzak bir biçimde kendi nesnel kuralları çerçevesinde
çalışabilmesinin imkânıdır. Bu sebeple, hukukun
üstünlüğünden hâkimlerin üstünlüğü anlamı çıkarılmamalıdır.
Yargının bağımsızlığı yargı
mensubunun sadece ama sadece hukuka bağlılığıyla
anlaşılmalıdır. Anayasanın 138inci maddesi bu
konudaki çerçeveyi net bir biçimde açıklamıştır: Hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka
uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Bunun
dışındaki her türlü bağlılıktan
arınmış olmak şarttır. Kişisel mecrası
içinde henüz bu reddiyeyi yapamamış, Anayasa 138de açıklanan
çerçeveye başka etki kaynaklarını ortak etmiş
olanları, yargı içinde karargâh kurmuş paralel çetenin
varlığını, yaptıklarını ve yapmaya
teşebbüs ettiklerini hepimiz biliyoruz. Yargının
bağımsızlığı adına bundan daha büyük ve daha
vahim bir tehlike düşünülemez. Bunlar pirincin içine gizlenmiş beyaz
taşlardır. Pirincin içine gizlenmiş beyaz taşları
ayıklamak, suç işlemiş olanları yargının
karşısına çıkarmak ise HSYKnın ve yargının
iyidir. Hiçbir demokratik sistem adalet dağıtmakla görevli yargı
mensuplarının siyasi, ideolojik ve zümrevi bir yapının
ilkelerine dayanarak keyfî muamelede bulunmasına, yetki ve görevlerini
suistimal ederek vatandaşların yargı eliyle mağdur
edilmesine ve bu haksızlığın yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığı
adı altında yasama ve yürütmeye fatura edilmesine müsaade etmez kim
olursa olsun.
Sayın milletvekilleri, son günlerde devleti
temsil eden Cumhurbaşkanımız ile yüksek yargı
başkanlarının katıldığı bir sosyal etkinlik
üzerinden Yargı siyasallaştı. Yandaş yargı oluşturuluyor.
Yargı bitti. türü propagandalar yapılmaktadır. Evet, bir
şeyler değişti ve bitti. Neler mi bitti? Devletin
hiyerarşik yapısı dışındaki ilişkilerden
emir, talimat alan anlayış bitti. Darbeleri devrim olarak sunan
yargıçların tahakkümü bitti. Farklı bir karar verirseniz kaos
çıkar. ifadeleriyle yargıya aba altından sopa göstererek tehdit
etmek isteyen siyaset tarzı tükendi. Meclis çatısı altında
siz istediğiniz kanunu çıkarın, yasama metninin
ağırlığı yüzde 5, Yargıtayın
ağırlığı yüzde 95. diyerek yasamayı tehdit eden
yargıç anlayışı bitti. Kısacası, yargı
üzerinden Türkiyeyi esir almak isteyen anlayışlar bitti ve çöpe
atıldı. Bu, dönüşü olmayan bir yoldur.
Bu düşüncelerle tasarının
hayırlı olmasını diliyor, teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Şimdi, tasarı üzerine Hükûmet adına
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Kerestecioğlu
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sadece yerimden, tutanaklara geçmesi için bir söz talebim var
60a göre çünkü daha önceki tutanakları gördüm. Siz özellikle belki ara
verdiniz, hani, sataşmadan dolayı söz alamayacağım ama en
azından sadece
BAŞKAN Söyleyin, tutanaklara geçsin o
şekilde.
Söyleyin, geçiyor.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sadece şunu ifade etmek istiyorum: Az önce söz alan grup
başkan vekili söz alan tipler sözünü kullandı. Yani, bir grup
başkan vekilinin ya da bir milletvekilinin buradaki milletvekillerine
tipler sözünü kullanarak konuşmasını
kınadığımı ifade etmek istiyorum ve gerçekten, bunu
saygısızca bir ifade olarak bulduğumu da belirtmek isterim.
BAŞKAN Tutanaklara geçmiştir.
Şimdi, Hükûmet adına Adalet Bakanı
Sayın Bekir Bozdağda söz hakkı.
Buyurun Sayın Bozdağ. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerimin
başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün burada Türk yargısında son derece
önemli yapısal değişimleri içeren bir kanun
tasarısını birlikte müzakere ediyoruz. Şu ana kadar
yapılan değerlendirmeler ve eleştiriler dolayısıyla
değerlendirmede bulunan, eleştiri yapan herkese teşekkür
ediyorum. Zira, biliyorum ki her konuşan daha iyisi olsun, daha güzeli
olsun diye konuştu; bu iyi niyet nedeniyle de hepsine teşekkürlerimi
ifade etmek istiyorum.
Bu yapısal dönüşüm ve değişim
tasarısı neden huzurlarımıza geldi diye
baktığımızda birkaç hususun altını çizmekte fayda
mülahaza ediyorum. Birinci olarak: Türkiyede yargı alanında
cumhuriyet tarihinde, belki cumhuriyetin başında Atatürkün liderliğinde
yapılan büyük reformlar, değişimlerden sonra en önemli
değişimi Türkiye 20 Temmuz 2016 tarihinde yaşamaya
başlayacaktır. O da istinafın bilfiil faaliyete geçmesidir.
İstinafın faaliyete geçmesiyle birlikte büyük bir değişimi,
dönüşümü Türkiye yaşayacak, bunun faydalarını görecektir.
Zira, istinaf, ilk derece mahkemelerinin verdiği kararları bütün
yönleriyle inceleyecek, eksik gördüğünde eksikleri tamamlayacak,
yanlış gördüğünde yanlışları düzeltecek,
kararı sanki ilk derece mahkemesiymiş gibi sil baştan kendisi
verip ihdas edebilecektir. Bu son derece önemlidir. Kararların isabeti
bakımından da, adaletin zamanında tecellisi bakımından
da önemli bir değişim ve dönüşümdür. Zira, Yargıtay ve
Danıştay önüne gelen dosyalarda bozma veya onama kararı vermekte,
zaruretten vaka incelemesi yapsa bile bu çok sınırlı kalabilmektedir.
Dosyalar geldiği gibi mahal mahkemelere gidiyor, yargılamalar uzuyor,
geciken adalet vatandaşımızı canından bezdiriyordu.
Şimdi bu uygulamanın yürürlüğe girmesinden itibaren gelecek
davalardan ceza yargılamasıyla ilgili olanların yüzde 91i, hukuk
yargılamasıyla ilgili olanların yüzde 89u, idari
yargılamayla ilgili olanların da yüzde 80i istinafta
kesinleşecektir. Bu son derece önemli ve büyük bir değişimdir.
Yargıtayın da, Danıştayın da iş yükü istinafta
kesinleşecek dosyalara göre büyük bir azalmaya gidecektir. Bu neyi
getirecek? Bu, yüksek mahkemelerimizin bugüne kadar hepimizin arzu ettiği
içtihat mahkemesine dönüşmesine büyük katkı sağlayacaktır. Zira,
bu kadar iş yükü altında, dosya yığını
altında yüksek mahkemeler dosyalara hem yeteri kadar zaman
ayıramamakta hem de yeteri kadar incelemeyi detaylı bir şekilde
yapamamakta. Bundan sonra hem daha çok zaman ayıracak hem daha
detaylı inceleme yapacak ve gerçek anlamda yüksek mahkemelerin içtihat
mahkemesine dönüşmesi sağlanmış olacaktır.
İşte, istinaf yoluyla
gerçekleştirilen yargıdaki bu büyük yapısal değişimin,
dönüşümün doğal bir sonucu olarak Yargıtay ve
Danıştayda da yapısal bir değişime, dönüşüme
gitme zarureti hasıl olmuştur. Bu tasarıyla Yargıtaydaki
daire sayısı 46dan 24e, Danıştaydaki daire
sayısı 17den 10a; Yargıtaydaki üye sayısı 516dan
200e, Danıştaydaki üye sayısı 195ten 90a indirilmekte;
Yargıtay ve Danıştay üyelerine belirli bir süreyle göreve
gelmeleri ve sürenin sonunda görevden ayrılmaları getirilmekte yani
üyelik süreyle sınırlandırılmakta; bir kişinin bir
defa üye seçilmesi, ikinci defa seçilememesi kuralı getirilmekte; on iki
yılı dolduran üyenin HSYK tarafından istinaf veya ilk derece
mahkemelerine atama yapılması imkânı getirilmekte ve bugün
Danıştayda, Yargıtayda heyet hâlinde, bir daire iki ayrı
heyet hâlinde çalışabilmekte. Bu düzenlemeden sonra fiilen heyet
hâlinde çalışma da sona ermektedir. Bütün bunların tamamı
Yargıtay ve Danıştayda büyük bir yapısal değişimin,
dönüşümün gerçekleştirilmesinin doğal bir sonucudur. Böylesi bir
değişim, dönüşüm yaparken elbette bununla ilgili birtakım
tedbirleri de yasanın kendiliğinden ortaya koyması lazım,
geçiş hükümlerinin olması lazım. Bu dönüşümün doğal bir
sonucu olarak da geçiş hükümleri konulmuş. Mevcut Yargıtay ve
Danıştay üyeleri ile seçilmiş görevlerde bulunanların bu
geçiş döneminde hangi kurallara tabi olacakları da ilgili geçici
maddelerde tanzim edilmiştir. Bu, yasanın zorunlu ve doğal bir
sonucudur.
Yasada getirdiğimiz değişikliklerin
Anayasamızla uyumu konusuna gelince, bu yapısal dönüşüme -çok
net bir şekilde ifade etmekte fayda görüyorum- herkes kendince
değerlendirme yapabilir ama Anayasanın hiçbir hükmüne doğrudan
bir aykırılığı yoktur. Değerlendirmeyle
şöyle olur, böyle olur
Yorumlu aykırılıkları birileri
tespit edebilir ama doğrudan doğruya, direkt bir
aykırılık değerlendirmesi yapmanın imkânı
gerçekten yoktur. Yorumlu değerlendirmeler yapılır. Ne söylendi?
Denildi ki: Burada bu düzenlemeyle beraber bir defa Meclisin on iki yıl
yapma gibi bir yetkisi yoktur. Komisyonda da konuşuldu. Türkiye
Büyük Millet Meclisinin yasama yetkisi asli görevidir. Eğer Anayasada bu
yasama yetkisini sınırlayan, daha doğrusu yasama
yasağı getiren bir düzenleme yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi o
alanı dilediği gibi tanzim etme hakkına sahiptir.
LEVENT GÖK (Ankara) Hiç de
öyle değil, hiç de öyle değil.
ADALET BAKANI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) Anayasada hiçbir hüküm yoksa onu da düzenleme
hakkına sahiptir. Bakın, Anayasamızın Kişi hürriyeti
ve güvenliği başlıklı 19uncu maddesinin beşinci
fıkrasında deniyor ki: Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın
mahkemeye gönderilmesi için gerekli olan süre hariç en geç kırksekiz saat
ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne
çıkarılır. Şimdi, yasama Meclisi Anayasadaki bu kurala
rağmen bir düzenleme yapabilir mi? Yapamaz çünkü sınır
koymuş. Siz yaptığınızda bu sınırı
aşmış olursunuz, çiğnemiş olursunuz. Kırk dokuz
saat yapamazsınız veya toplu suçlarda bunu dört gün değil de
yedi güne çıkaramazsınız.
Yine, suç ve cezalara
ilişkin esaslar, madde 38, Anayasamızın Ölüm cezası ve
genel müsadere cezası verilemez. diyor. Negatif bir yasama
yasağı var burada ve deniyor ki: Veremezsiniz. Şimdi, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, buna rağmen kalkıp Anayasada bu maddeyi
değiştirmeden ölüm cezasını yasa yoluyla veya genel
müsadere cezasını yasayla koyamaz çünkü burada yasama
yasağı var. Hâlbuki Yargıtay ve Danıştay üyelerinin
görev süresine dair Anayasada herhangi bir düzenleme yoktur. Bunun Türkçesi
şudur: Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuyu dilediği gibi tanzim
edebilir. Üyelerin seçilme usulleri ve seçilecek üyelerin nitelikleri
diğer hususların düzenlenmesini de çok açık bir şekilde
kanuna bırakmıştır. Bu kanun, bu düzenlemeler, bu Anayasa
kurallarına uygun bir biçimde hazırlanmış ve huzurunuza
getirilmiştir.
Peki, yargı
bağımsızlığı bakımından bu düzenlemenin
sıkıntısı var mı? O zaman nereye bakacağız?
Anayasaya bakacağız. Anayasanın 138inci maddesi neyi düzenliyor?
Mahkemelerin bağımsızlığını düzenliyor. Ne
anlıyor mahkemelerin bağımsızlığından
baktığımızda? Hâkimler, görevlerinde
bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak
vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Son derece önemli. Hâkimlerin
Anayasaya, yasaya ve kanuna bağlı bir vicdanla karar vermeleri
lazım. Anayasa, yasa ve hukuk dışında başka bir yere
bağlı olan vicdanın bağımsız olma imkânı
yoktur. Eğer bir vicdan Anayasa, kanun ve hukuka bağlı değilse
veya hukuka bağlı değilse o zaman öfkesine, nefretine,
sevgisine, saygısına, siyasetine, ideolojisine, dinine, konjonktüre,
esen rüzgâra bağlı olabilir. Bundan da adalet beklenmez.
Anayasamızın bu hükmü, esasında yargı görevi
yapanların vazifesini milletin Anayasada ortaya koyduğu iradeye uygun
yerine getirmesi bakımından son derece büyük bir teminattır.
Bugün Türk yargısının içerisinde
Anayasa ve yasalara sadakat dışında başka yerlerle
irtibatlı, bağlı olduklarına dair yaygın kanaatler,
iddialar yok mu? Var. Peki, bütün bunlar karşısında demokratik
bir hukuk devleti seyirci kalabilir mi? Bana ne diyebilir mi? Eğer biz
yargı bağımsızlığına,
tarafsızlığına tam inanıyorsak böylesi bir durum
karşısında Anayasanın 138inci maddesinin gereğini yapmak
bu Parlamentonun da, bütün siyaset kurumunun da vazifesidir. O yüzden bu
düzenlemenin bu yönüyle de mahkemelerin, hâkimlerin
bağımsızlığını,
tarafsızlığını tahkim eden bir boyutu vardır.
Öte yandan, hiçbir organ, makam, merci, hâkimlere,
yargı yetkisinin kullanılması konusunda mahkemelere emir ve
talimat veremez. Burada bir emir var mı, bir talimat var mı? Yok.
Genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
ALİ ŞEKER (İstanbul) Can Dündar
davasında gördük.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Burada biz kimseye bir tavsiyede bulunuyor muyuz? Yargı yetkisini
şöyle kullan, böyle kullan diye emir veriliyor mu yasama tarafından?
Herhangi bir emir, tavsiye verilmiyor, yapılmıyor.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Bakan, İzmir
Cumhuriyet Savcısına talimat verdiniz mi, vermediniz mi 17-25
Aralıkla ilgili?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Öte
yandan, yine, bakın, Görülmekte olan bir dava hakkında yasama
Meclisinde yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili soru
sorulamaz, görüşme yapılamaz, herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Peki, bu düzenlemenin içerisinde böyle bir durum söz konusu mu? Değil.
Ancak yargıda olan bir konuyla ilgili Mecliste yasama
çalışması yapılamaz mı? Yapılır. Zira
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan yasal düzenlemelerin hemen hemen
tamamının yargıda ya bir karşılığı
vardır ya da karşılığı olması muhtemel
konulardır. Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Hukuk Muhakemesi Kanunu
ve diğer kanunları düzenlediğimizde bunlarla ilgili binlerce,
yüz binlerce davanın veya soruşturmanın olduğunu biliyoruz.
Bu, yasamanın yargıya müdahalesi değildir, yasamanın asli
görevidir. Eğer aksini düşünürsek o zaman yasama Meclisinin
faaliyetini sürdürebilme imkânı yoktur. Meclisin
çalışmasını imkânsız kılacak bir düzenleme kabul
edilemez. Anayasanın herhangi bir hükmünün Meclisin çalışmasını
imkânsız kılacak bir şekilde değerlendirilmesi de, yorumlanması
da kabul edilemez.
Bu açıdan, bu düzenlemeler mahkemelerin
bağımsızlığı ilkesine kesinlikle aykırı
düzenlemeler değildir. Bizim Anayasamızda Yargıtay
üyeliği veya Danıştay üyeliği teminatı diye bir
teminat var mı? Yok. Var. diyen varsa o zaman Anayasada Yargıtay
üyeliği teminatını, Danıştay üyeliği
teminatını alıp bana göstermesi lazım. Bak, burada
yazıyor: Yargıtay üyeliği teminatı şudur,
Danıştay üyeliği teminatı şudur. diye.
Anayasamızda böyle bir durum yok.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Anayasa 154ü oku.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ama
Anayasamızda yargıyla ilgili genel hükümleri düzenleyen 139uncu
maddenin başlığı Hâkimlik ve savcılık
teminatıdır. Hem Yargıtay üyeleri hem Danıştay
üyeleri hem de ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcılarla
ilgili Anayasamızın öngördüğü teminat hâkimlik,
savcılık teminatıdır.
Dolayısıyla, bu düzenleme hâkimlik ve
savcılık teminatına ilişkin Anayasamızın
139uncu maddesine sadakat içinde hazırlanmış bir düzenlemedir.
Ne diyor 139uncu madde? Hâkimler ve savcılar azlolunamaz.
Bir: Azil var mı? Yok. Yargıtay
üyeliği sona eriyor ama hâkimlik ve savcılık görevi devam ediyor
ve o vazifeyi sürdürecekler.
İki: Kendileri istemedikçe Anayasada öngörülen
yaştan önce emekliye sevk edilemezler. Emekliye sevk edilme durumu var
mı burada? Yok öyle bir şey.
Üç: Özlük haklarından herhangi bir şekilde
yoksun bırakılamaz. Kimse özlük haklarından yoksun
bırakılıyor mu? O da yok. Özlük hakları korunarak, kimseyi
emekliliğe sevk etmeyen, hâkimlik ve savcılık mesleğiyle
ilgili bağını koruyan bu teminata sadakatle
hazırlanmış olan bir düzenlemedir. O açıdan da bu,
Anayasamızın 139uncu maddesine aykırı bir düzenleme olarak
değerlendirilemez; Anayasamızın 139uncu maddesine sadakatle ve
uyumla hazırlanmış bir maddedir, bir tasarıdır, bir
düzenlemedir.
Peki, on iki yılla
sınırlandırıldığı zaman neler olacak? Burada
neyi hedefliyoruz? On iki yılla sınırlandırmak,
yargımıza çok şey kazandıracaktır. Ne
kazandıracak? Bir defa, görev süresi on iki yılla
sınırlı olan hâkimler, Yargıtay veya Danıştay
üyesi olduğu zaman, görev süresi bittiğinde ilk derece mahkemesine
veya istinafa dönme imkânları olduğunu, zorunlu olduğunu
bilecekler; o zaman işlerini yaparken daha titiz, daha dikkatli
davranacaklar. Şu anda dosya okumaları, genelde tetkik hâkimleri
tarafından yapılıyor ama bu düzenlemeden sonra istinafın da
devreye girmesiyle dosya okuma imkânları, oranları daha da
artacaktır. Kürsüye dönme ihtimalinin bulunması, kendilerini
geliştirme, yenileme konusunda hâkim ve savcılarımıza
nasıl bir fırsat sunuyorsa, Yargıtay ve Danıştay
üyeleri de -ne yapacak- kendilerini yenileme ve geliştirme konusunda daha
gayretli olacaktır. Yargıtay ve Danıştayda elde ettikleri
bilgi birikimi ve tecrübelerini istinafa, ilk derece mahkemelerine aktarma
imkânı olacaktır. Ayrıca, Yargıtay ve Danıştay
ile ilgili diğer mahkemeler arasında bir hiyerarşi yoktur, böyle
bir hiyerarşik yapı varmış gibi değerlendirmek de
yargı bakımından fevkalade yanlış bir durumdur. Bunu
da özellikle ifade etmek istiyorum.
Tabii, başka değerlendirmeler de
yapıldı, Komisyonda Yargıtay ve Danıştay
üyeliği, bir kariyer meslektir. denildi. Arkadaşlar, Yargıtay
ve Danıştay üyeliği, kariyer bir meslek değildir. Kariyer
meslek, hâkimlik ve savcılıktır.
LEVENT
GÖK (Ankara) Yargıtay Başkanıyla çelişiyorsunuz
Sayın Bakan.
ADALET
BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Kariyer meslek nedir? diye
baktığımızda
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) Çay toplarken başka söylüyor. Çay topluyor ya(!)
LEVENT
GÖK (Ankara) Yargıtay Başkanı çay toplarken başka
söylüyor, sonra başka söylüyor.
ADALET
BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Ben özellikle
çalıştırdım arkadaşları Kariyer meslek nedir?
Şunu bir güzelce inceleyin, bir bakın. dediğimizde
Kariyer
meslek, hâkimlik ve savcılıktır. Bizim hukuk sistemimiz
içerisinde yarışma sınavıyla girilen, daha sonra
adaylık sürecinde yeterlik aranan, gene sınava tabi olan ve
sınavla gelinen yerler kariyer meslek olarak tanımlanıyor.
LEVENT
GÖK (Ankara) Yargıtay Başkanını ne yapacaksınız
şimdi?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) Çay toplarken öyle demiyordu.
ADALET
BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Bizim sistemimizin içerisinde
Yargıtay üyeliği, sınavla gelinen bir yer değil
MERAL
DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) Seçimle geliyor.
ADALET
BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla)
ağır ceza mahkemesi
başkanlığı, sınavla gelinen bir yer değil;
başsavcılık, sınavla gelinen bir yer değil ve
birtakım ölçümlemeler sonucunda gelinen bir yer değil; Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun kendi belirlendiği kıstaslar
çerçevesinde yaptığı değerlendirmeyle geliniyor. O yüzden
kariyer meslek olan şey, hâkimlik ve savcılıktır. Yoksa,
üyeliğe kariyer meslek demek, fevkalade yanlış bir
değerlendirmedir, bunu da buradan özellikle ifade etmekte fayda görüyorum.
MURAT
EMİR (Ankara) Statüdür Sayın Bakan, statü.
LEVENT
GÖK (Ankara) Yani Yargıtay Başkanı bilmiyor bu işi.
ADALET
BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Bizim hâkimler ve
savcılarımız arasında herhangi bir hiyerarşi yoktur.
Bizim yasamızda üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci
sınıfa ayrılmış ve birinci sınıf hâkim ve
savcılar var. Bunların arasında kıdem olabilir, tecrübe
farkı olabilir ama bizim anladığımız anlamda bir
hiyerarşik yapılanma yoktur. Bir günlük hâkimle yirmi
yıllık hâkimin bilgi, birikim, tecrübe açısından
farklılığı olabilir ama bir hiyerarşik
altlık-üstlük ilişkisi yoktur. Böyle bir şey doğru da
görülmez; hem Anayasanın ruhuna da aykırı böyle bir
hiyerarşi hem de bizim mevzuatımızda böyle bir hiyerarşinin
olmadığını ifade etmek isterim.
LEVENT
GÖK (Ankara) Hiyerarşi değil o, bilgi var, birikim var, tecrübe
var; konu o. Sayın Bakan, siz daha o konuyu
anlamamışsınız.
ADALET
BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Bu yasa, sonuç itibarıyla
Anayasamızın lafzına ve ruhuna uygun bir düzenlemedir ve
yargının bağımsızlığını, hâkimlik
ve savcılık teminatını koruyan esaslara sadakatle
düzenlenmiştir. Ülkemiz için, yargımız için, hepimiz için
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Bozdağ.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkanım
BAŞKAN Sayın Muş
MEHMET MUŞ (İstanbul) Yanlış
bir anlaşılmadan dolayı bir düzeltmede bulunmak istiyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Tutanağa yanlış
geçmiş.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Evet.
Sanırım birilerini kırdım, bunu
düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN Buyurun, hayırdır?
MEHMET MUŞ (İstanbul) Hatip yerine
bir tip diye geçmiş herhâlde ama benim orada hatip ifade ettiğim
BAŞKAN Tamam, yerinizden, o şekilde
şey yapalım. Sataşma diye bir şey yok.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Sayın
Başkan, ara verdikten sonra söz vermeyin. Konuşamaz, öyle bir usul
yok, İç Tüzük açık.
BAŞKAN Ona ben karar veririm Sayın
Tanal, siz oradan müdahale etmeyin lütfen.
Buyurun Sayın Muş.
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
29.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muşun,
Beşinci Oturumda sataşma nedeniyle yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, şimdi, ben kürsüden indikten sonra bir iki
arkadaşım bana Ya tip diye bir ifade kullandın. dedi,
Hayır, orada hatipler diye ben ifade ettim. dedim. Fakat hem salonda
anlaşılması ve tutanaklara geçmesi itibarıyla öyle
yanlış bir ifade var. Benim kesinlikle öyle bir maksadım, amacım
yok. Orada hatip kelimesini kullandım ama ya orada benim sesim
çıkarken yanlış çıktı ve tutanaklara böyle geçmiş
olabilir. Bu konuda eğer birilerini kırdıysam özür dilerim,
maksadım hatiptir, tip (x)
diye bir ifade değil.
BAŞKAN Tamam, tutanaklara geçmiştir.
Teşekkür ediyorum.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- Danıştay Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/726) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı:
400) (Devam)
BAŞKAN Şahıslar adına ikinci
ve son konuşmacı, Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan.
Buyurun Sayın Aldan, süreniz on dakika. (CHP
sıralarından alkışlar)
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dün görsel basında, bu tasarıyla ilgili,
düzenlemeyle ilgili haber şu şekilde verildi:
Danıştayın ve Yargıtayın, hatta Yüksek Seçim
Kurulunun yapısında köklü değişiklikler içeren yasa
tasarısının görüşmeleri pazartesi günü başlayacak.
Gerçekten köklü değişiklikler içeriyor bu düzenleme. Öncelikle,
Yargıtay, Danıştay ve dolayısıyla da Yüksek Seçim
Kurulunun, bir anlamda, üyelerini, başkan dışında üyelerini
sıfırlıyor.
Bu tasarıda, Yüksek Seçim Kuruluyla ilgili
herhangi bir ibare olmadığı görülebilir. Alt koşul yani
Yargıtay ve Danıştay üyeliği koşulu ortadan
kalktığı zaman, otomatik olarak Yüksek Seçim Kurulu üyeliği
de düşer. Bu anlamda, Yüksek Seçim Kurulu üyeliği düşüyor.
Adalet Akademisinde, Rekabet Kurulundaki yüksek yargıdan seçilen
kişilerin üyelikleri de düşürülüyor. Öte yandan, özel yetkili
mahkemeler yeniden getiriliyor. Bir süre önce Aman, özel yetkili mahkemelerden
bir an önce kurtulalım. denmişken; bugün, özel yetkili mahkemeler,
özel yetkili savcılar, tekrar görev başına getiriliyor.
Bir önemli konu, hâkim adaylığı için
-hani olur ya araya bir kaçak girmesin diye- önce bir yazılı
sınav yapılacak, sonra sözlü sınav; Adalet Akademisine intikal
edilecek bir adayın, Adalet Akademisinde yazılı sınavdan
sonra mevcut düzenlemeye göre doğrudan ataması yapılırken,
bugün tekrar ona bir sözlü aşaması daha getiriliyor ve o sözlü,
tamamıyla neredeyse, Adalet Bakanlığı görevlilerince
yapılacak bir sözlü imtihan.
Son olarak kayyum. Evet, ben bu kayyum meselesine
hakikaten hayret ediyorum. Yani böyle bir iş talebi mi var
milletvekilliğinden sonra? 100 bin lira maaş alıyorsunuz,
atandığınız kurumu batırıyorsunuz. Yani böyle bir
işin dünyada eşi benzeri yok. Ne kadar güzel bir şey, hem 100
bin lira maaş alacaksınız hem de sorumlusu olduğunuz kurumu
batıracaksınız! Şimdi, bu düzenlemeyle, o batırmadan
dolayı oluşacak zarar da o kişiden tahsil edilmeyecek, görevi
kötüye kullanma suçunu işlemediği takdirde. Böyle bir düzenleme.
Benim burada, asıl üzerinde durmak
istediğim konu şu: Sayın milletvekilleri, evet, medyanın
söylediği gibi köklü bir değişiklik yapıyoruz.
Yargıtay, Danıştay gibi yüz yılı aşkın 2
kurumumuzu neredeyse fiilen kapatıyoruz. Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu, beş gün içerisinde bu kurula yeniden üye ataması yapacak.
Sadece Kurulda görev başında kalacak olanlar, başkanlar yani
Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, her 2
kurumun başsavcıları ve daire başkanları.
Asıl üzerinde durmak istediğim konu, bu
tasarının bize 13 Haziran günü geldiğidir. Bugün günlerden 27
Haziran. Bakın, şu Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen değerin
göstergesidir bu; bu, hepimize büyük bir saygısızlıktır.
Çok önemli 2 kurum hakkında önemli bir değişiklik yapılacak
ama milletvekillerine tanınan süre bu kadardır ve belki önümüzdeki üç
dört gün içinde sabahlara kadar çalışıp bu düzenlemeyi
çıkaracağız.
Acaba bu kurumlara hiçbir
görüş soruldu mu? Ben şunu tahmin ediyorum, perde gerisinden soruldu,
Merak etmeyin, bu grubu tasfiye edeceğiz, sizi de çizmeyeceğiz.
denildi ama toplum önünde bu yasa hiçbir zaman tartışılmadı,
bu tartışma detaylı bir şekilde yapılmadı. Ne
Barolar Birliğinden bir şey soruldu ne ticaret odalarından bir
şey soruldu. 13 Haziran günü geldi bu düzenleme. Mecburen, İç
Tüzük'ün 36ncı maddesi gereğince iki günlük -kırk sekiz
saatlik- zorunlu bekleme süresi var. 16 Haziranda bu düzenleme, Komisyona
getirildi ama o Komisyonda görüşülmesinden bir gece evvel ne
yapıldı? Bazı aşağılıklar tarafından
Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin işte birtakım örgüt
üyelerini ziyaret ettikleri şeklinde bir liste düzenlendi ve Ankarada
dağıtıldı. Tabii, böyle bir haksızlığa
uğrayan milletvekilleri -30-40 arkadaşımız- feveran içinde
ne yaptılar? O Komisyona geldiler, tepkilerini dile getirdiler çünkü
biliyorlardı ki Sayın Adalet Bakanından çıkmıştı
önce bu söz, Adalet Bakanı da o Komisyonda görev alacaktı,
dolayısıyla hesap sormaya girdiler. Evet, amaç, hasıl oldu
aslında, bizim arkadaşlarımız büyük bir tuzağa
düştü ne yazık ki. Evet, bu düzenleme, böyle bir yöntemle Meclisin de
incelemesinden kaçırılmış oldu. Nasıl
yansıdı kamuoyuna bu? İşte Komisyon
toplantısında Adalet ve Kalkınma Partililer ile Cumhuriyet Halk
Partililer arasında gerilim yaşandı... ve bu düzenleme güme
gitti. Arkasından, karşı oy yazısı için birkaç günlük
süre sonucunda on dört gün sonra 27 Haziran günü bu tasarıyı
görüşüyoruz.
Şimdi, aslında
şuna da bir değinmekte fayda görüyorum: İlk dönemlerde,
özellikle 2010dan önceki dönemlerde -hatta 2012-2013ü de buna dâhil
edebiliriz- yasal
düzenlemelerde bir keyfîlik, bir acelecilik egemendi ve yasalar
yapılıyordu, biz gelip burada eleştiriyorduk, altı ay sonra
tekrar değiştiriliyordu ama bugün gelinen durum daha bir vahimdir.
Bugün gelinen noktada belli bir grubun tasfiyesi amaçlanmaktadır. Hepimiz
biliyoruz ki yargıya egemen olan bir anlayış vardır ve
yargıya egemen olan bu anlayış yaratılmıştır
aslında.
Bakın, sizlere 2011 yılında, tarihi
tam vereyim, 10 Aralık 2011 günü yani ortada paralelin
olmadığı, can ciğer kuzu sarması ortamının
olduğu bir dönemde, ortak hareket edildiği bir dönemde, Ergenekonun
savcılığının üstlenildiği bir dönemde, bütçe
görüşmeleri sırasında HSYKyla ilgili yaptığım
konuşmadan bir bölümü açıklıyorum: Değerli
arkadaşlarım, burada şunu söyleyeyim: Polisi rejim
muhafızı gören, yargıyı toplumsal muhalefeti sindirmede bir
araç gibi kullanmaya çalışan anlayışın sonu vahimdir
ve dünya bunun örnekleriyle doludur. Değerli Adalet
ve Kalkınma Partili arkadaşlarım, aslında kendi
Frankensteinınızı yarattınız bu yargıdaki
kadrolaşma girişiminizle. 40 yaş düzeyinde bir gruba
yargıyı teslim ettiniz, güya, yaptıklarıyla kendi
iktidarınızı ayakta tutacaklardı. Ama, şunu
unutmayın: Bunlar bir gün gelip sizi de dinlemeyecekler, belki tasfiyenizi
de onlar yapacaklar. Evet, 2011de yaptığım konuşma budur.
(CHP sıralarından alkışlar)
Keza, bundan birkaç ay önce, 27
Şubat 2016 günü yine bu kürsüde yaptığım konuşma: 516
ve 195 sayısını azaltmak adına birtakım projelerin
hayata geçirilmekte olduğunu görüyorum veya geçirilmeye çalışılacağını
duyuyorum. Öncelikle, bölge adliye mahkemelerini kurup beğenmedikleri
yüksek yargı üyelerini oraya doldurma gibi bir mantık var. Bir
diğer mantık, Anayasaya açıkça aykırı olduğu hâlde
buradan bir yasa çıkarıp Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye
yürümeyeceğini göre göre bazı tasfiye etme girişimleri var. Bu
konuda hukuk dışına çıkılmamasını özellikle
rica ediyorum. Evet, ikinci konum da bu. İşte, bu düzenleme, benim
üzerinde tahmin ettiğim düzenleme ne yazık ki bugün gündeme
getirilmiş bulunuyor.
Burada sorun şudur: Karşımızda
devlete kafa tutan, adını ne koyarsanız koyun -paralel maralel-
böyle bir yapı var, devlet içinde yığınak
yapmışlar; bunların tasfiyesi lazım. Tasfiyesi için de
birtakım müttefiklere ihtiyaç var. Geçmişte onlar müttefikimizdi,
şimdi başkaları müttefik. Aslan sosyal demokratlar müttefik,
bazı milliyetçiler müttefik, böyle bir müttefik anlayışıyla
bir yola çıkılmış, bunları temizleyelim
mantığıyla.
Bu, şöyle bir tehlikeyi beraberinde getirir:
Evet, ortada bir sorun var. Bu sorunun çözümü doğal yollardan olmaz.
derseniz, Ha, biz bunları halledelim, ondan sonra demokrasiyi getiririz.
derseniz bu, çok büyük bir yanılgı olur. Otoriter davranış,
otoriteyi de beraberinde getirir. Bunun sonu açmazdır, bunun sonu
demokrasiden, hukuk devleti ilkesinden giderek uzaklaşmaktır.
Son olarak -zamanım yetmedi, daha devam ederiz-
şöyle bir şey var; Sayın Gülün bir konusuna açıklık
getirmek isterim, keşke bir Komisyon üyesi burada görev yapsaydı,
konuşsaydı: Yargıtaydaki dosyalar iade edilmeyecektir. 1 milyon
360 bin dosya Yargıtayda 24 tane daireye
sıkıştırılmış olacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ÖMER SÜHA ALDAN (Devamla) Emin olun şuna, bir
yıl içinde Yargıtaya yeniden üye seçeceğiz, bunu unutmayın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Yine haklı
çıkmayasın.
ÖMER SÜHA ALDAN (Devamla) Bir, bu daire
sayısını artıracağız, Yargıtaya yeniden üye
seçeceğiz. Şu andan itibaren, Yargıtayda bir dosyanın
sonuçlanması, bu saatten sonra en az altı yılı
bulacaktır. Evet, bu iş uğruna pek çok insanın hakkı
ne yazık ki zayi olacaktır diyorum, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, 400 sıra
sayılı Kanun Tasarısının tümü üzerindeki
görüşmelerin devamı hususunda İç Tüzükün 72nci maddesine göre
verilmiş bir önerge vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İçtüzükün 72nci maddesi uyarınca,
görüşülmekte olan Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının
tümü üzerindeki görüşmelerinin devam ettirilmesini arz ve talep ederiz.
Ahmet Akın Akın Üstündağ Atila Sertel
Balıkesir Muğla İzmir
Türabi Kayan Kazım Arslan Musa Çam
Kırklareli Denizli İzmir
BAŞKAN Önergeyi oylarınıza
sunuyorum
LEVENT GÖK (Ankara) Önce bir gerekçemizi
okumanız gerekiyor Sayın Başkan.
BAŞKAN Gerekçe okunmuyor efendim bunda.
LEVENT GÖK (Ankara) Gerekçemiz okunuyor Sayın
Başkan.
BAŞKAN Hayır, hayır. Önerge var,
önergeyi direkt Genel Kurulun oylamasına sunuyoruz.
LEVENT GÖK (Ankara) Peki.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
LEVENT GÖK (Ankara) - Biz yoklama talep ediyoruz.
BAŞKAN Tamam, yoklama talebinizi
alıyorum oylamadan önce.
Sayın Gök, Sayın Özel, Sayın Aldan,
Sayın Üstündağ, Sayın Gürer, Sayın Adıgüzel,
Sayın Sertel, Sayın Karadeniz, Sayın Tüm, Sayın Altay,
Sayın Yüksel, Sayın Arslan, Sayın Kaya, Sayın
Yıldız, Sayın Uslupehlivan, Sayın Gaytancıoğlu,
Sayın Şeker, Sayın Özdemir, Sayın Pekşen, Sayın
Havutça.
Yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- Danıştay Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/726) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı:
400) (Devam)
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
görüşmelere devam önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Bir saniye
Bir açıklama
yapayım Sayın Gök.
Şimdi, yoklama moduna geçtiği için sistem,
az önce sisteme soru sormak için giren sayın milletvekillerinin kaydı
da silinmiş oluyor. Biz listeyi yapmıştık daha önce, size
de dağıtıldı herhâlde. Buna göre, sayın
milletvekillerinin tekrar sisteme girmelerini istirham ediyorum, soru soracak
sayın milletvekillerinin.
Sayın Tanal, Sayın Erkek, Sayın
Arık, Sayın Ahrazoğlu, Sayın Erdoğan, Sayın Emir,
Sayın Havutça, Sayın Arslan, Sayın Pekşen, Sayın
Atıcı, Sayın Üstündağ, Sayın Gürer, Sayın Aldan,
Sayın Kayan, Sayın Demir, Sayın Sertel, Sayın Çam,
Sayın Aydın, Sayın Yıldız, Sayın Öz.
Buyurun Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, az
önce vermiş olduğumuz, İç Tüzükün 72nci maddesine dayanarak
görüşülmesini talep ettiğimiz kanunun tümü üzerindeki
görüşmelerle ilgili kapsamlı bir gerekçemiz önergemizin ekinde takdim
edilmişti. Bildiğiniz gibi, Meclis çalışmalarında
verilen her önerge üzerinde görüşme yapmak mümkündür ya da gerekçesinin
okunması mümkündür. Ben ısrarla gerekçemizin okunmasını
talep ettiğim hâlde bu gerekçemizi okumayarak vermiş olduğumuz
dilekçeyi oya sunmak suretiyle bir İç Tüzük ihlalinde bulundunuz.
Dolayısıyla, sakat bir işlem tesis edilmiştir. Bu
işlemin düzeltilmesi, tekrarlanması
Eğer farklı bir
görüşteyseniz usul tartışması açıyoruz efendim.
Geçmişte yapılan bütün örneklerde gerekçeler okutulmuştur
Sayın Başkan. Ayrıca, bizim verdiğimiz, dilekçe
değildir, önergedir. Yani, şu anda hatalı bir işlem tesis
ettiniz.
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Buyurun efendim.
BAŞKAN Bugüne kadarki uygulamaların
hangisinde gerekçe okutuldu, hangisinde, bana bir örnek gösterebilir misiniz?
Bir.
İkincisi: 72nci madde çok açık
yazıyor, orada gerekçeden de bahsetmiyor. Görüşmelerin devam
etmesine dair önerge verilmiş ve bu önerge de Genel Kurulun işaret
oyuyla kabul edilmiş ise
diyor. Yani, şey değil: O zaman
görüşmelerin devam kararı
LEVENT GÖK (Ankara) Siz önergeden ne
anlıyorsunuz Sayın Başkan?
BAŞKAN Şimdi, Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Dilekçe değil o;
verdiğimiz bir önerge.
BAŞKAN Hayır, bu, zorlama bir şey.
Tamamen teamüle, İç Tüzüke uygun olarak verdiğimiz bir karar.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Hayır, hayır.
LEVENT GÖK (Ankara) Kesinlikle yanlıştır
efendim, tamamen bir İç Tüzük ihlalinde bulunuyorsunuz.
BAŞKAN İç Tüzük ihlali değil
Sayın Başkan.
LEVENT GÖK (Ankara) Ben usul
tartışması açıyorum efendim bu konuda.
BAŞKAN Efendim, usul
tartışmasını her istediğiniz zaman
açamazsınız, usul tartışmasının da yöntemi
bellidir.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, usul
tartışmalarında
BAŞKAN Kaldı ki, tamamen benim tutumum,
İç Tüzükün açık hükmünün ve Meclis teamüllerinin bir gereğidir.
LEVENT GÖK (Ankara) Neresine uygun efendim,
neresine uygun Sayın Başkan?
BAŞKAN Dolayısıyla, sizin şu
anda usul tartışması açma talep etme hakkınız tamamen
hakkın kötüye kullanımıdır.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, bir
İç Tüzük ihlalinde bulundunuz.
BAŞKAN İç Tüzük ihlalinde
bulunmadım Sayın Başkan.
LEVENT GÖK (Ankara) Bir ara verin lütfen.
Eğer tutumunuz doğruysa ben ikna olayım; eğer benim tutumum
doğruysa siz ikna olun. Bir ara verin, tartışalım konuyu.
BAŞKAN Sayın Başkanım, bana
buna ilişkin bir İç Tüzük hükmü ya da bir teamül getirebilir misiniz?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Tabii, tabii.
LEVENT GÖK (Ankara) Tabii, bir ara verirseniz
getireceğiz efendim.
BAŞKAN Hayır, bana bir önerge getirin
bunun okunduğuna dair.
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, siz bir ara verin,
konuşalım diyoruz bu konuyu.
BAŞKAN Sayın Başkanım,
teşekkür ediyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Siz şu anda
BAŞKAN Şimdi, soru-cevap işlemine
geçiyoruz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Hayır, hayır.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, mümkün
değil bu, ben usul tartışması açıyorum.
BAŞKAN Sayın Gök, bakın, ben
İç Tüzükü biliyorum, hem İç Tüzük hükümlerini hem teamülleri
uyguluyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Bugüne kadar uygulanan aksi bir örnek
bulduğunuz zaman getirirsiniz.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, ben
usul tartışması açıyorum. Siz kararı
BAŞKAN Usul tartışmasını
belli şartlar dâhilinde açabilirsiniz. (CHP sıralarından
sıra kapaklarına vurmalar)
LEVENT GÖK (Ankara) Evet, tam da bu durumda.
BAŞKAN Her zaman, her istediğiniz vakit
Usul tartışmasını açıyorum. diyemezsiniz.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
yaptığınız, çok açık bir İç Tüzük ihlalidir.
BAŞKAN Kesinlikle değil.
LEVENT GÖK (Ankara) Ben size dilekçe vermedim,
önerge verdim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Gerekçesiz önerge olmaz.
LEVENT GÖK (Ankara) Bakın önerge diyoruz biz
burada, önerge.
AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) Önerge, gerekçeyle
bütündür Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Başkanım
LEVENT GÖK (Ankara) Önergelerimiz, gerekçeyle bir
bütündür, arkasına bir sayfa gerekçe yazmışız.
BAŞKAN Şimdi, diğer önergelere
bakın Değişiklik önergelerinde eğer konuşma olmazsa
gerekçe okutulur. diyor. Başka türlü önergelerde farklı ama bu 72ye
göre gerekçeden de, konuşmadan da bahsetmiyor, direkt önerge Genel Kurulun
oyuna sunuluyor.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Ama bilmediğimiz bir şey.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, ben,
bakın
BAŞKAN Buna ilişkin hem İç Tüzük
hükmü çok açık hem de Meclis teamülleri bu yönde Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Şimdi, burada
BAŞKAN Lütfen, istirham ediyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Meclis
çalışmalarını aksatan bir işlemde bulunuyorsunuz. Ben,
son derece haklı bir talep
BAŞKAN Siz Meclis
çalışmalarını aksatmaya çalışıyorsunuz
Sayın Gök. Ben İç Tüzükü uyguluyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, o
nasıl şey öyle?
BAŞKAN - Ben İç Tüzükü uyguluyorum. Böyle
bir şey var mı? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından sıra kapaklarına
vurmalar)
LEVENT GÖK (Ankara) Olur mu öyle şey?
BAŞKAN Bakın, ben size söylüyorum.
Lütfen sayın milletvekilleri
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Muş
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkanım...
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım,
ara verin, ben size anlatacağım onu.
BAŞKAN Bir saniye
O, benim takdirimde, ara
verip vermemek. Bir saniye
MEHMET MUŞ (İstanbul) Burada, muhalefet
partileri, İç Tüzük 72ye göre devam önergesi verebilir. Bu, onların
en doğal hakkıdır. Burada, daha önceki birleşimlerde de,
farklı dönemdeki çalışmalarda da muhalefet bu İç Tüzükten
kaynaklanan hakkını kullanmıştır. O dönemlerde
kullanıldığı zaman bu zamandan farklı bir uygulama
olmamıştır. Örneği varsa, Sayın Gök, buyurun ortaya
koyun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Var efendim, var.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Varsa buyurun
ortaya koyun.
LEVENT GÖK (Ankara) Bir ara verin,
göstereceğiz.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - İç Tüzük 72
diyor ki
LEVENT GÖK (Ankara) Önergeden bahsediyoruz
Sayın Grup Başkan Vekili. Önergeler nasıl işleme
alınır? Bir anlatın da öğrenelim hemen.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, İç Tüzük 72 çok açık. Görüşmeler bittikten sonra
bir önerge verilirse Başkan görüşmelerin bittiğini ifade eder,
bu, Genel Kurulun oyuna sunulur ve bu noktada çıkan neticeye göre
çalışmalara devam edilir. Burada verilen önergeyi Genel Kurul
reddetmiştir.
Lütfen soru-cevaba geçelim.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök, bakın, lütfen
birbirimizi zorlamayalım. Varsa açarım, ben bundan da geri kalmam,
bugüne kadarki uygulamamı da biliyorsunuz. Yani söz hakkı
noktasında da yerinizden yine söz veririm ben size, sataşmalarda ve
usul tartışmasında da mümkün mertebe sizlerin taleplerinizi
karşılamaya çalışıyorum ama bunu yaparken de bana
İç Tüzükü ihlal ediyorsunuz. diyorsunuz ama sizin talebiniz asıl,
İç Tüzük ihlaline dönük bir talep olmasın. Ben, onu istirham
ediyorum, birlikte bu İç Tüzükü uygulayacağız. Yoksa, gerekçeyi
okutmak ya da okutmamak, çok ekstra bir şey değil ki, okutabiliriz
de, problem değil.
LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan,
bakın
BAŞKAN - Ama ben, bunu uygulamaya
çalışıyorum. Buradaki arkadaşlarla da istişare
ediyorum, yasamadaki arkadaşlarla da.
LEVENT GÖK (Ankara) Beraber yapalım
istişareyi.
BAŞKAN - Bugüne kadarki teamüllerle de
gereği neyse onu yapmaya çalışıyorum.
Lütfen
LEVENT GÖK (Ankara) Bir bakalım teamüllere.
Lütfen, bir ara verin.
BAŞKAN Daha sonra bir çay içtiğimizde
oturur konuşunuz Sayın Başkan.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Hayır, hayır, telafi
edemeyiz efendim.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, telafi
edilemez bu.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) 2015, İç Güvenlik
Yasası Oktay Vural ve arkadaşları.
LEVENT GÖK (Ankara) - Bakın, örnekleri de var.
BAŞKAN Nerede? Nerede örnekleriniz var, Özgür
Bey mi yazdı, verdi şimdi örneği? Sayın Özel
LEVENT GÖK (Ankara) Hayır, hayır; ben
tarihini aldırdım sadece, o kadar. Orada Kanunlardaki
arkadaşlarımız da görünce hatırlayacak.
BAŞKAN Dur, dur; bir dakika, örneği
alabilir miyim? Lütfen örneği alabilir miyim Sayın Gök?
LEVENT GÖK (Ankara) Vereceğiz tarihi.
BAŞKAN Ben örneği alayım, tamam.
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, söyleyeceğim.
BAŞKAN Tamam, söyleyin, verin.
LEVENT GÖK (Ankara) Söyleyeceğim.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Buyurun.
LEVENT GÖK (Ankara) Yani önümde, niçin
söylemeyeyim?
Şimdi, bakın, Sayın Başkan
BAŞKAN Ama o örneği alacağım
ben sizden Sayın Gök, ona göre
LEVENT GÖK (Ankara) Elbette vereceğim
Sayın Başkan
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Tarih yazıyor, oturum
yazıyor örnekte de.
BAŞKAN Tamam, alacağım.
LEVENT GÖK (Ankara) Tarih ve oturum yazan
örneği vereceğim sizlere.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Şubat 2015, Oktay Vural
ve arkadaşları.
LEVENT GÖK (Ankara) Şimdi, aslında siz
çok basit bir meseleyi büyütüyorsunuz.
BAŞKAN Basit bir mesele ama siz
büyütüyorsunuz, ben büyütmüyorum ki; mesele hakikaten basit yani burada
LEVENT GÖK (Ankara) Ama bakın,
dinlemiyorsunuz Sayın Başkan.
BAŞKAN Lütfen, bir dahaki sefere veririm ben
size, ayrı bir şey; başka türlü söz vereyim ama bakın, bunu
oyladık, geçti.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Hayır.
LEVENT GÖK (Ankara) Hayır efendim.
BAŞKAN - Bunu oyladık, geçtik; bundan
sonra yapılacak usul tartışmasının dahi bir
faydası yok.
LEVENT GÖK (Ankara) Bakın, bu,
yanlış bir iş, oldu mu, düzeltilmesi gerekiyor.
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkanım,
düzeltilmesi gerekiyor. Ara verin lütfen, yanlış yapıyorsunuz,
ara verin. Bakın, bir hukukumuz da var sizinle, siz ara verin, bunu
kanıtlayalım sizlere.
BAŞKAN Sayın Gök, ben İç Tüzükü
uyguluyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Ben getirdim buraya tarihi,
getirdim tarihi.
BAŞKAN Bakabilir miyim ben ona, alabilir
miyim?
LEVENT GÖK (Ankara) - Ara verin.
BAŞKAN Tamam verin, ara vereyim; verirseniz
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayısız örnek var,
sayısız.
LEVENT GÖK (Ankara) Bakın, ısrarla
tutanaklara geçirtiyorum.
BAŞKAN Tamam, siz onu bana verin, ben ara
vereceğim, söz.
LEVENT GÖK (Ankara) Meclis Başkan Vekili
olarak hata
BAŞKAN Söz, ara vereceğim.
LEVENT GÖK (Ankara) Hayır, ben size içeride
söyleyeceğim onu. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Yok, bana verin, ben ara
vereceğim, Sayın Gök.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, böyle bir usul yok.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Sayın
Gök; lütfen.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, lütfen
bu söylediklerimi değerlendirin ve ara verin.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan
LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan,
aynı örneği bilen sanırım Erkan Bey de söz aldı bu
durumda. Örnek var, yanlış yapıyorsunuz.
BAŞKAN Tamam, alayım o örneği,
arkadaşlarla çıkartayım, ara vereyim. Örneği alayım
sizden.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, bakın, böyle bir usul yok. Burada bir önerge işleme
konulmak istenmiştir, Genel Kurul kararını vermiştir. Bunun
üzerinden Ara verin., Arkada görüşelim, konuşalım. gibi
işi uzatmaya çalışmak, Genel Kurulu bununla meşgul etmek
doğru değildir, buna kimsenin hakkı yoktur. Lütfen soru-cevap
kısmına doğru devam edin, soru-cevapta kaldık.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Akçay
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
bakın şimdi
BAŞKAN Bir saniye Sayın Akçayı da
dinleyelim.
Sayın Gök, tamam.
LEVENT GÖK (Ankara) Beni doğrulayacak ve
mahcup olacaksınız. Ben, mahcup olmamanız için çalışıyorum
ama mahcup olacaksınız.
Buyurun.
BAŞKAN Estağfurullah,
estağfurullah. Mahcup olmam, hayır; varsa bir şey düzeltiriz ama
zorlama şeylerle de olmaz Sayın Gök, kusura bakmayın.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Burada maksadımız,
görüşmelerin devam etmesi, herhâlde iktidar grubu da, Cumhuriyet Halk
Partisi de bu konuda iradesini de beyan ettiğine göre maksadın
hasıl olması için ya bu konuda, bir ara verip konuyu aramızda
değerlendirelim veya usul tartışması talebini
karşılayın.
İç güvenlik paketi görüşmeleri
sırasında -şimdi yanımda değil ama bunun örneğini
de alırız- Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına örneği de
var, onu bir tezekkür edebiliriz. Aksi takdirde, aslında bu iş, daha
da uzatmaya gidecek Sayın Başkan.
BAŞKAN Yani şimdi
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, hukukta istisnai maddeler dar yorumlanır. Bu, istisnai bir
maddedir.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, bunun
örneği uygulandı.
BAŞKAN Bir saniye
Bir saniye
LEVENT GÖK (Ankara) Bir ara verin efendim, ne
olacak yani, beş dakika.
BAŞKAN Tamam, beş dakika ara veririm,
problem değil, problem değil, beş dakika oturur çay içeriz,
sohbet ederiz ama
LEVENT GÖK (Ankara) Bize de bir itibar edin
Sayın Başkan.
BAŞKAN
İç Tüzükü de zorlama yöntemle
Başkanlık Divanını lütfen baskı altına almaya
çalışmayın.
Ben birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 00.31
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.53
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Elif Doğan TÜRKMEN
(Adana)
-------0------
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 107nci
Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.
İç
Tüzükün 72nci maddesine göre verilen görüşmelere devam edilmesine dair
önerge reddedilmişti.
400
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet burada.
Buyurun
Sayın Gök.
LEVENT
GÖK (Ankara) - Sayın Başkan, az önce arz ettiğim husus
konusunda, vermiş olduğumuz önergenin gerekçesini okumamak suretiyle
yapmış olduğunuz İç Tüzük ihlali konusunda bir usul tartışması
açmak istiyorum. Buradaki amacımız bu Parlamentonun, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin hata yapmadan çalışmasını
sağlamaktır. Olabilir, fazla örneği olmayan konularda zaman
zaman çeşitli talepler gelir ama burada vereceğimiz kararlarda bundan
sonraki nesillere de uygulamada bir kararlılık sağlaması
açısından bu usul tartışmasının yararlı
olduğunu düşünüyorum ve az önce size ifade ettiğim örnekleri de
o açtığım usul tartışmasında hem Meclisimize hem
de sizlere takdim etmek istiyorum.
BAŞKAN
- Buyurun, iki dakika veriyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) - Usul tartışmasında iki dakika olmaz Başkan.
BAŞKAN
- Levent Bey iki dakika istemişti.
MEHMET
MUŞ (İstanbul) - Lehte
ERKAN
AKÇAY (Manisa) - Aleyhte
BAŞKAN
- Lehte Sayın Mehmet Muş.
LEVENT
GÖK (Ankara) - Aleyhte bizimki.
ÇAĞLAR
DEMİREL (Diyarbakır) - Aleyhte
BAŞKAN
- Aleyhte Sayın Levent Gök.
Sayın
Erkan Akçay aleyhte.
2nci
lehte Sayın Çağlar Demirel.
Buyurun
Sayın Muş.
İki
dakika süre veriyorum.
IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)
2.- İç Tüzükün 72nci maddesi uyarınca,
görüşülmekte olan Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerinin devam
ettirilmesi amacıyla verilen önergenin gerekçesinin
okunmamasının İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı
hakkında
MEHMET
MUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün önemli bir yasa tasarısını
görüşüyoruz. Tabii ki muhalefet İç Tüzükten kaynaklanan
haklarını kullanacaktır. Parlamento İç Tüzüke göre
yönetilir; Başkan da bizler de bu Parlamento hukukuna göre hareket ederiz.
Burada
72nci madde istisnai bir maddedir. Hukukta istisnai maddeler dar
yorumlanır, geniş yoruma tabi tutulmaz. Cumhuriyet Halk Partisinin
vermiş olduğu, tümü üzerindeki görüşmelerin devamı
noktasındaki önergesi İç Tüzük 72ye dayanıyor ve burada bu
önerge okunmuştur. Daha sonra, Başkan bunu Genel Kurulun takdirine
sunmuştur ve Genel Kurulun kararı, görüşmelerin
sonlandırılması noktasındadır. İtiraz şudur:
Önergenin gerekçesi neden okunmadı? Daha önceki uygulamalarda gerekçesi
okunanlar da var, okunmayanlar da var. Burada, Başkan gerekçeyi okutabilir
de okutmayabilir de yani bu, usul tartışması açmayı
gerektirecek veya Sayın Meclis Başkan Vekilimizin
uygulamasının yanlış olduğuna delalet edecek bir durum
değildir. Bu açıdan, biz, Başkanın tutumunun lehinde
olduğumuzu bu noktada ifade ediyoruz, Başkanın tutumunun
doğru olduğunu düşünüyoruz çünkü geçmişte de bu tip
önergelerin gerekçelerinin okunmadan direkt Genel Kurulun oylamasına
sunulduğunu biliyoruz, Meclisin kayıtlarında bunlar vardır.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) 2 örnek buldular; 100 örnek
bulduk, 100. Sizinki eser miktarda, istisna.
MEHMET MUŞ (Devamla) Dediğim gibi, bu,
Meclisi yöneten başkan vekilinin tutumuyla ilgili bir şeydir.
Meclis Başkan Vekilimizin tavrının
lehinde olduğumuzu tekrar ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Aleyhte ilk söz, Sayın Levent Göke aittir.
Buyurun Sayın Gök. (CHP sıralarından
alkışlar)
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; vermiş olduğumuz önergeyle tümü
üzerindeki görüşmelerin devam etmesinin teminini sağlamaya dönük
uzunca da bir gerekçe sunmuştuk.
Şimdi, Sayın Başkan, dilekçe ile
önerge arasında doğaldır ki bir fark var. Önergeler gerekçeli
olur ve bu gerekçeler okunacaktır ki Meclisteki milletvekilleri de bu
önergenin niçin verildiği konusunda bilgi sahibi olacaklardır. Sadece
o önergenin verilmesi, gerekçenin okunmaması o önergeyi eksik
bırakır, sakatlar. Ya burada konuşulacaktır ya gerekçe
okutulacaktır. Ben ısrarla Gerekçe okunsun. dedim. Bakın, bir
sayfalık gerekçemiz var. Belki bu gerekçemiz okunsa sizler de bu önergeye
iştirak edeceksiniz. Önergemizin gerekçesi okunmadan bir oylama
yapılıyor. Bu zaten önergenin mantığına aykırı
değerli arkadaşlarım. Bir kere çok basit bir hukuk
mantığıyla olaya baktığımız zaman, her
önergenin dayandığı bir dayanak vardır, bir hukuki
dayanağı vardır, biz bunu anlatmaya çalıştık.
Ondan sonra süregelen tartışmalarda Sayın Başkan
gerekçemizi okumadan oylamayı yaptırdı, biz de doğal olarak
buna itiraz ettik çünkü ben -o anda aklımda değildi ama-
geçmişteki örneklerinden çoğunu bildiğim örnekleri burada
huzurunuza çıkartarak sizlerle yüzleşmek adına bir ara vermesini
talep ettim. Hem Sayın Meclis Başkan Vekilinin de hukukunu korumak
hem Meclisin de hukukunu korumak bizim görevimiz.
Bakın, değerli arkadaşlarım, 16
Haziran 2016 tarihli 103üncü Birleşimde, 9 Mart 2015 tarihli 72nci
Birleşimde -bunlar Meclis tutanakları- 11 Şubat 2015 tarihli
54üncü Birleşimde
Daha bir tanesi geçen hafta yapılmış,
Maarif Kanununda 72nci maddeye dayalı önerge verilmiş ve
Başkan da -ki kendi Başkanınız- AKP Grubu Başkan
Vekili Sayın Ayşe Nur Bahçekapılı önergeyi okutmuş.
Şimdi, bu örnekleri ben sizlere sunuyorum. Bunlar birer emsal
olacaktır. Bundan sonraki Meclisin işleyişine de, hepimize
rehber olacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
LEVENT GÖK (Devamla) - Bu açıdan bunları
sizlere takdim etmenin mutluluğuyla, huzuruyla, görevi yapmış
olmanın rahatlığıyla bunları sizlere izah ediyorum;
takdir Sayın Başkanındır.
Hepinize saygılar sunarım.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Lehte Sayın Çağlar Demirel, buyurun.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Her ne kadar lehte söylense de aleyhte konuşacağım.
Başkanın yapmış olduğu
tutum ve yaklaşıma ilişkin; değişiklik önergesinin
verileceğini İç Tüzük 87nci madde çok açık bir şekilde
ifade ediyor. Bir değişiklik önergesi vermişseniz bunun
gerekçesini okutmak zorundasınız. Ya gerekçesini okutacaksınız
ya da o konuya ilişkin, önergeye ilişkin konuşma
yapacaksınız. Bu, çok açık bir şekilde İç Tüzükte
yerini koruyor. Ama nedense, Sayın Başkan, bu süreci çok
hızlı bir şekilde geçirmek için ve -zaman açısından
da- aslında tartışmalara çok fazla açık olmamaktan
kaynaklı olarak ne yazık ki ikinci seferdir yine usul
tartışmasıyla karşı karşıya kaldık.
Oysaki zaman verilse ve herkes burada düşüncelerini ifade etse, herkes bu
konuda tartışsa bu süreç daha iyi işleyecektir. Bir müzakere
süreciyle bu sürecin örtüşmesi gerekirken ne yazık ki muhalefetin
sesi kısılmaya çalışılıyor ve bu
geçiştirilmeye çalışılıyor.
Yine, İç Tüzük 72de de görüşmelerin
tamamlanması konusunda çok açık ve net olarak ifadeler veriliyor.
Evet, bazı dönemlerde belki gerekçeler okutulmamıştır ama
sonuç olarak hem İç Tüzüke ilişkin olarak hem de genel usullere
yönelik olarak baktığımızda İç Tüzükü uygulamak
zorundayız ve Başkanın bir önergeye karşılık gerekçesini
okutarak, gerekçede ne yazdığını bilmeden bir şeyin
onaylanmasının da mümkün olmadığını görerek ona
göre bir usulün uygulanması gerekiyor. Sayın Başkanın bu
usule uygun hareket etmediğinden kaynaklı usul
tartışmasından dolayı ben de bu konuda düşüncelerimizi
ifade ettiğimizi söylemek istiyorum.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Aleyhte Sayın Erkan Akçay.
Buyurun Sayın Akçay. (MHP
sıralarından alkışlar)
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, iktidar grubu bu tasarının bir
an evvel çıkmasını arzu ediyor, görünürde bu, biz de öyle görmek
istiyoruz ama tam aksi netice alıyor yanlış tutumu nedeniyle.
Oysa İç Tüzüke göre hareket edilse inanın
Tam arzu ettiğinin
aksi bir netice çıkıyor. Saatlere bakarsak bu kadar boş bir
inada ve itiraza girmenin hiçbir anlamı yok.
Önergeler gerekçeyle anlam bulur, kanun
tasarıları da yine aynı şekilde. Ve Cumhuriyet Halk
Partisinin sayın grup başkan vekili gerekçenin okunmasını
talep ediyor; nihayetinde birkaç cümle. Şimdi, çok örnekleri de var. Bendeki
örnek 9 Mart 2015 tarihli 72nci Birleşim tutanağı. Milliyetçi
Hareket Partisinin, bölüm üzerine İç Tüzükün 72nci maddesine göre
verilmiş bir önerge var. Başkan da diyor ki: Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Bölüm görüşmelerinin İç Tüzük 72ye göre
devam etmesini arz ederim.
Oktay Vural
MHP Grup Başkan Vekili
Gerekçe
diyor Oktay Vural, gerekçenin
okutulmasını istiyor, Levent Beyin talep ettiği gibi.
Başkan da Gerekçeyi okutuyorum: diyor. Gerekçe de Daha ayrıntılı
bilgi edinmek için. Oylanıyor, reddediliyor.
Şimdi, yarım saatlik bir zaman geçti.
Kimin lehine, kimin
Kim istedi bunu? Oysa muhalefet İç Tüzükten
kaynaklanan hakkını kullanacak ve bu hakka saygı duysanız,
inanın, zaman çok daha az işleyecek.
Bu düşüncelerle tutumunuzun aleyhinde
olduğumu belirtiyorum Sayın Başkan, gerekçenin de mutlaka
okunması gerekir. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın
Başkan, tutanaklara geçmesi açısından bir açıklama yapmama
izin verir misiniz.
BAŞKAN Sisteme girin.
Buyurun
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
30.- Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaşın, İç Tüzükün 72nci maddesiyle ilgili önergenin okunup
okunmamasının Genel Kurulun takdirine sunulması gerektiğine
ilişkin açıklaması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın
Başkanım, arkadaşlar bugüne kadarki değişik
uygulamaların yapıldığıyla ilgili Türkiye Büyük Millet
Meclisi tutanaklarından bu konudaki görüşleri ifade ettiler. Fakat
İç Tüzükün 72nci maddesi farklı bir şekilde düzenlenmiş.
İç Tüzükümüzü incelediğimiz takdirde önergeyle ilgili önerge
kelimesinin geçtiği değişik şeyler var, belki 5 veya 6
maddede geçiyor önergeyle ilgili kısım. Biri 70inci maddede geçiyor,
70inci maddede Kapalı oturum istemi olduğu takdirde bu önerge
kapalı oturuma geçildikten sonra önerge sahibi tarafından dinlenir.
deniyor. 72nci maddede, kanun tasarısının veya teklifinin tümü
üzerinde veya normal bölümler üzerinde görüşmeler yapıldıktan
sonra kâfi derecede bilgilenme olmadığı takdirde böyle bir istem
yani müzakerelerin devam etmesiyle ilgili bir önerge ortaya
çıkmış olabilir. Zaten önergenin gerekçesinde bu açık ve
net bir şekilde yapılmıştır. Kanun teklifinin
görüşmeleri sırasında maddelerin değiştirilmesiyle
ilgili verilen önergelerde açık ve net bir şekilde önerge sahibine
beş dakikayı geçmemek üzere açıklama hakkı verilebilir.
diye bir ifade kullanıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen tamamlayın efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Mesela, bizim
19uncu maddede koyduğumuz, grup önerileri diye söylediğimiz
şey 19uncu maddede önerge diye gelmez. Bu istem, Genel Kurulda siyasi
parti grupları tarafından teklif olunabilir. şeklinde ifade
edilmektedir.
Açıkçası, İç Tüzükün 72nci
maddesiyle ilgili uygulamalarda yapılan değişik uygulamalar
çerçevesinde baktığımızda İç Tüzüke aykırı
bir hareket ortaya çıkmıştır. Bu önergenin
okunmamasıyla ilgili kısım Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunun takdirine bırakılan bir konudur ve bugüne kadar
yapılan yanlışlar varsa onları da bugün oylamayla birlikte
Genel Kurulun takdirine sunmanız gerekir. Yani, şimdi, Sayın
Baykal konuşma yaptı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu üyeleri
konuşma yaptı. Diğer arkadaşlar -AK PARTİ Grubu
adına da yapılan konuşmalar çerçevesinde Genel Kurul- bu
müzakerelerin uygun olduğunu, muhalefet
partilerinin de bu görüşmeler çerçevesinde yeterli değerlendirmede
bulunduğunu ve maddeler üzerinde görüşmeler sonucunda bir noktaya
varacaklarını ifade etmişlerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) O anlamda,
İç Tüzükte bugüne kadarki yapılan hatalı uygulamaları
düzeltmek adına Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna eğer bir
sunarsanız -uygulamanın yeknesaklığı
açısından- Genel Kurulda oylama -70inci maddeyle ilgili- sadece
önerge okunur ve oylanır şeklinde yapılırsa bundan sonra da
tartışmalar ortadan kalkmış olur.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Elitaş.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Özel
31.- Manisa Milletvekili Özgür Özelin, İç
Tüzükün 72nci maddesiyle ilgili önerge verilmesinin bir hak olduğuna ve
önergenin gerekçesiyle bütün olduğuna ilişkin açıklaması
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan,
Sayın Elitaş yapmış olduğu açıklamalarla
aslında ne kadar vahim bir hata yapmakta olduğumuza ve bu vahim
hatayı Meclisteki müzakereleri kısıtlama konusunda iktidar
iradesinin ne noktalara vardırabileceğine ilişkin çok önemli
tespitlerde bulundu. Aslında bu metin kendi içinde her şeyi
anlatıyor, söylediği şu: Bu konuşmalar
yapıldıktan sonra görüşmelerin devam etmesine dair önerge
verilmemişse
Yani, aslında İç Tüzük bu tip bir önergenin
verilmesini bir hak olarak tanımlıyor ve doğal görüyor,
verilmeme durumunda resen bir yetki kullanımı var.
BAŞKAN Verilmemişse problem yok, zaten
devam ediyorsunuz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Önerge verilmişse önerge
okunacak. Her önerge gerekçesiyle bir bütün. Şöyle de bir şey olmaz:
Cumhuriyet Halk Partisi diyor ki: Görüşmeler devam etsin. Doğal
soru: Niye? Demez mi adam: Niye? Ben anlatacağım
meramımı, niye istiyorum devamını.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Kifayetsiz
kaldık. mı demek istiyorsunuz açıklamada?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Diyecek ki örneğin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın lütfen.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Ya, neden devam etsin gecenin
bu vaktinde? diyor. Ben gerekçemde ne için devam etmesi gerektiğini
anlatacağım ve bunun sonucunda Genel Kurul bir karar verecek yoksa
ben keyfî bir şekilde devamını isteyeceğim, gerekçeyi
söylemeden oylama yapılacak; o zaman böyle bir hakka da, böyle bir
hakkın kullanımına da gerek yok.
Sayın İyimaya burada, biz kendisinin
eserlerinden zaman zaman yararlanıyoruz. Biz buraya gelip bir şey
iddia ederken bulamayız diye düşünüyordunuz ya, bu bir
çalışmanın, bir emeğin, bir alın terinin, bir
merakın, bir titizliğin ürünü. O yüzden, kimse Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunu bu noktada hafife almasın ve Sayın
İyimayanın bu konuda nasıl bir yorum getireceğini -bize
şifahen ve vücut diliyle yaptığı desteğe teşekkür
ediyoruz ama- bu konuda kendisinin de görüşü sorulursa en doğruyu
yapma konusunda önemli bir otoriteye de başvurmuş oluruz. Bu imkân
salonda mevcutken yararlanmamak da Meclise haksızlık olur efendim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Özel.
Şimdi, sayın milletvekilleri, bir defa
tutumumda İç Tüzüke aykırılık yok.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN Efendim?
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Grubumuz adına konuşmayı yapacak
BAŞKAN Usul tartışması
açtık, konuşmalar yapıldı.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Elitaşın
başlattığı
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Ben orada söz istiyorum.
BAŞKAN Grup başkan vekillerine söz
verdim efendim.
Siz az önce konuştunuz Sayın Demirel.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Başkan, ben konuşacağım.
BAŞKAN Evet, tamam, bir dakika size de
veririm.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Yetki vererek konuşamıyor mu?
BAŞKAN Buyurun Sayın Demirel.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan, biz grup başkan vekilleri olarak yetki
verebiliyoruz başka bir arkadaşımıza ve konuşabiliyor
bu konuda. O yüzden
BAŞKAN Böyle bir şey yok, böyle bir
şey yok, hayır.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Var
Sayın Başkan, öyle bir usul de var. Onu da biliyoruz.
BAŞKAN Mikrofonunuz açıldı, buyurun
söyleyin.
32.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar
Demirelin, önergelerin hepsinde gerekçelerin okutulması ve daha önceki
süreçlerde gerekçe okutulmamışsa bu yanlışlıktan geri
dönülmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Biz de
söyleyebiliriz, fark etmiyor ama hani, grup başkan vekilinin
konuşmasına istinaden biz de ona cevap vermek istiyoruz. Sonuçta,
yapılan bir tartışma var, bu tartışmanın
sonlanması gerekiyor tabii ki ama usule uygun sonlanması gerekiyor.
Şimdi, İç Tüzüke uygun olarak ve genel
anlamda da ifade ettiğimiz şekliyle, gerekçesini
okumadığımız bir konu hakkında nasıl bir
değerlendirme yapacağız? O yüzden, eğer daha önceki süreçlerde
gerekçe okutulmamışsa bu yanlışlıktan geri dönülmesi
ve bundan sonraki süreçte de aslında, Meclisin bu konuda daha fazla
bilgilenmesiyle birlikte, bundan sonra verilen önergelerin hepsinde
gerekçelerin okutulması gerekiyor. Yani eğer bir yanlışlık
ve bir usulsüzlük varsa İç Tüzük haklarını da kullanarak bu
haksız ve hukuksuz uygulamadan vazgeçilmesi ve bu sistemin bundan sonraki
süreçte de devam etmesi gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Demirel.
IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)
2.- İç Tüzükün 72nci maddesi uyarınca,
görüşülmekte olan Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerinin devam
ettirilmesi amacıyla verilen önergenin gerekçesinin
okunmamasının İç Tüzük hükümlerine uygun olup
olmadığı hakkında (Devam)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, az önce,
gerekçenin okutulmasına dair örnekler verildi. Doğrudur,
geçmişte gerekçenin okutulduğuna dair örnekler de
yaşanmış. Ama ağırlıklı olarak, 59uncu Birleşim,
11 Şubat 2014, Sayın Oktay Vuralın 72ye göre önergesi; 26 Mart
2015 Perşembe, 84üncü Birleşim, Sayın Mehmet Akif Hamzaçebinin
72ye göre önergesi; 24üncü Dönem 81inci Birleşim, 23 Mart 2015, yine
Sayın Mehmet Akif Hamzaçebinin 72ye göre önergesi ve devamında da
gerekçeler okutulmadan bu oylamalar yapılmış. Şimdi, 87nci
maddeyi açın, bakın
LEVENT GÖK (Ankara) Ama o
BAŞKAN Siz konuştunuz, ben de
konuşayım lütfen.
87nci madde ve diğer maddelerde, önerge geçen
maddelerde gerekçe okutulması noktasında açık düzenleme var, ya
önerge sahibi önerge üzerinde söz alacak ya da gerekçesi okutulacak.
Şimdi, bir defa, burası, bu 72nci madde özel ve istisnai bir madde.
Bu bir değişiklik önergesi olarak algılanamaz ve böyle bir anlam
da atfedilemez buna. Dolayısıyla, bu maddeye ilişkin olarak
asıl tartışma, bu maddenin gerekçesinin yazılıp
yazılmayacağı yolunda yani gerekçesinin yazılıp
yazılmayacağı noktasında tartışma olan bir
maddede gerekçesinin okutulmasının zorunlu olarak koşulması
doğru bir şey değildir. Böyle bir tartışma olurken de
kalkıp bunu ısrarla, İç Tüzük ihlali olarak göstermek de
doğru değil ve gördüğüm bu teamüller üzerine farklı
uygulamaları da dikkate alarak ben İç Tüzük 72ye göre verilen
önergenin gerekçesinin okutulmaması yönündeki tutumumu Genel Kurulun oyuna
sunacağım ve bu konuda bir teamül oluşturacağız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan
BAŞKAN - Tutumumu kabul edenler
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan, bir
dakika
Böyle bir şey yapamazsınız.
BAŞKAN - Yaparım.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Yaparsınız da
BAŞKAN - Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Hayır, Sayın
Başkan
BAŞKAN - Dolayısıyla, tutumumda bir
değişiklik yoktur.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan, çok
özür dilerim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Oylamaya
sunun. diyen siz değil misiniz?
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) Sunuldu, bitti,
işlem bitti ya.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Ama, şöyle bir şey
yapamazsınız
BAŞKAN Niye yapamam?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Bakın, biz sizin sözüne
güvenen, adaletine teslim olmuş kişileriz burada. Dediniz ki: Bir
tane örnek bulursanız o gerekçeyi okuturum, bir tane örnek.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Hayır,
hayır, bakacağım dedi. Olur mu öyle şey?
BAŞKAN Hayır, öyle demedim, getirin
bakalım, olabilir dedim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Biz hazırladık.
BAŞKAN - Hatta arayı o yüzden verdim gene
yoksa ara da vermeyip devam edecektim, olabilir dedim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) 63ün sonunu
oku.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan, Genel
Kurulun görüşünü alma aşamasında şu var, şöyle
söylüyorsunuz Genel Kurula: Öyle de örnekler var ama daha çok bu yönde.
Bakın, biz örnekleri saydırdık, şu ana kadar 17 tane
gerekçe okutulan, 4 tane gerekçe okutulmayan örnek var. Siz, Genel Kurula
Çoğunlukla gerekçe okutulmamış. diye bilgi
Doğru
değil.
BAŞKAN Sayın Özel, İç Tüzük de bu
noktada
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın
Başkan, oylamayı yaptınız, 63ün son fıkrasına
göre oylamayı yaptınız.
BAŞKAN - Bakın, 72nci maddeye
baktığınızda, asla ne önerge üzerinde konuşma ne de
gerekçesinin okutulmasıyla ilgili en ufak bir şey yok yani İç
Tüzük açık bu noktada.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya)
Başkanım, işlem bitti.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın
Başkan, 63ün son fıkrasına göre oylama yaptınız,
Genel Kurulun oyuna sundunuz, Genel Kurul da oyunu verdi, bitti iş.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan, 17ye
4
Bakın, Genel Kurula Bu yöndeki örnekler daha çok. demek yoluyla Genel
Kurulun iradesini yönlendiriyorsunuz.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Ne alakası
var ya! Olur mu öyle şey?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Bunu
yaptığınız doğru değil. Bu bilgiyi
paylaşmamıza izin vermeden, söz talep ettiğim hâlde, ayağa
kalktığım hâlde Hadi bakalım, yapalım, geçelim.
Böyle bir şey yok. 17 tane bizim dediğimiz gibi örnek var, 4 tane
sizin dediğiniz gibi. Bunu söylemeden, bunun dışında
doğru olmayan bir ifadeyi doğruymuş gibi söyleyip oya
başvurursanız Genel Kurulu yanlış yönlendirmiş
olursunuz.
BAŞKAN Sayın Özel, lütfen
Bu konu
kapanmıştır efendim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan,
yaptığınız iş doğru değil, eylemli bir
İç Tüzük ihlalindesiniz, tutanaklara geçiriyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Özel.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- Danıştay Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/726) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı:
400) (Devam)
BAŞKAN Şimdi, soru-cevap işlemini
yapacağız.
Sisteme giren sayın milletvekillerine on dakika
süreyle soru sormak için süre vereceğim, yine on dakikayı da Hükûmete
cevaplandırmak üzere süre vereceğim.
Daha önceden, dediğim gibi, elimdeki liste
sırasına göre ben onu okuyacağım, bu size
dağıtılmıştı.
Sayın Tanal, buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Türkiyede ilk derece
mahkemelerinde görev yapan kaç hâkim ve savcı bulunmaktadır?
Soru 2) Türkiyede yüksek
mahkemelerde kaç hâkim ve savcı görev yapmaktadır?
Soru 3) Adliye içerisindeki
kantinler, lokantalar, otoparklar ne kadar para kazanmakta, ne kadar gelir
getirmekte?
Soru 4) Adalet
Teşkilatını Güçlendirme Vakfına ait kaç tane araç
vardır, kaç sürücü çalışmaktadır? Bu sürücülerle prim usulü
mü çalışmakta yoksa maaş artı prim mi vardır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın
Erkek
MUHARREM ERKEK (Çanakkale)
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Danıştay
Başkanı Sayın Güngörün kızının sarayda,
damadının ise sarayı inşa eden şirkette
çalıştığını öğrenmiş
bulunmaktayız. Hepimizin bildiği gibi Danıştay, yürütmeyi
denetleyen bir yüksek yargı organıdır. İdarenin tüm eylem
ve işlemleri de yargı denetimine tabidir. Yargı bağımsız
ve tarafsız olmanın yanında bağımsız ve
tarafsız da gözükmek zorundadır. Bu mevcut durumu Sayın Adalet
Bakanı nasıl değerlendiriyor? Bu durum yargının
bağımlılığını ortaya koymaz mı? Bu
durumdaki bir Danıştay Başkanı görevde kalmalı
mıdır, çekilmeli midir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın
Arık
ÇETİN ARIK (Kayseri)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
2012de bir devlet
büyüğümüz katıldığı bir etkinlikte bakınız
ne diyor: Bu okullara husumet beslemeyi ibadet sayanlara bir kez daha
sesleniyorum: Elinizi vicdanınıza koyun, şu tabloya, esere
bakın. Bu eseri yaratanlara husumet beslemeye sizin vicdanınız
izin verir mi? Eğer kara vicdan değilse izin vermez. Sadece dua
etmek, alkış vurmak, destek olmak ister insan. Onun için de bu
ateşi yakan, bu fikri veren, bu yolda yürüyenlere destek olan muhterem
Fethullah Gülen Hocaya Antalyadan gönül dolusu selamlar, saygılar
gönderiyorum. diyor Sayın Bekir Bozdağ.
Sayın Bakan, dün övgüler
dizdiğiniz biri için bugün terörist demek, kırmızı bülten
çıkarmak nasıl bir duygu? Eğer yanıtınız
Kandırıldık. ise terör örgütünü övdüğünüz için suç
işlemiş olmuyor musunuz? Adalet Bakanı olarak böyle bir suç
işlemekten mahcubiyet duymuyor musunuz? Hiç istifa etmeyi düşündünüz
mü?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın
Ahrazoğlu
MEHMET NECMETTİN
AHRAZOĞLU (Hatay) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Geçtiğimiz hafta
içerisinde Sayın Başbakan, doğu ve güneydoğuda 4 ilin
cazibe merkezi hâline getirileceğinden bahsetmişti. Suriyedeki iç
savaştan dolayı ve beraberinde meydana gelen siyasi göç, Suriyeye
sınırı olan bölge coğrafyasını, özellikle de
Hatayı ve Kilisi çok etkilemiştir. Suriyede yaşanan sorunlar
sonucunda Hatay ekonomik ve turizm bakımından başta olmak üzere
çok etkilenen illerin başında gelmektedir. Kilisle birlikte Hatay
cazibe merkezi olarak düşünülüyor mu? Hükûmetin böyle bir planı var mıdır?
Buralara yapılacak yatırımlar, cazibe merkezlerine
yapılacak yatırımlar bu iki ilimize de yapılacak
mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Erdoğan
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu görüşmekte olduğumuz
kanunun gerekçesi, kamuoyuna mal edilişi paralel yapıyla mücadele.
Şimdi, ben bunu daha önce de defalarca sordum, cevap alamadım,
inşallah bugün cevap verirsiniz. Bakanlığınızda yani
hâkim, savcı olarak görev yapan kaç tane paralelci hâkim, savcı var?
Bir de, AKP iktidarı döneminde mesleğe
alınan paralelci hâkim, savcı sayısı kaçtır? Bunu çok
merak ediyoruz.
Kendiniz milletin başına önce bunları
getiriyorsunuz, sonra bunu ayıklamak için uğraşıyorsunuz.
Ama bu sayıları bir türlü açıklamıyorsunuz.
İnşallah bugün açıklamanızı umarak sorumu tekrar
ettim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Emir
MURAT EMİR (Ankara) Sayın Bakan,
özellikle dış basına yansıdığı
kadarıyla, İsraille anlaşma yapılırken Mavi Marmara
olayında yaşamını yitirenlerin yakınlarının
yargı yoluna gitmesinin yasa yoluyla önünün tıkanacağı yönünde
haberler okuyoruz. Bu doğru mudur? Böyle bir taahhüt verilmiş midir?
Sizden açık ve net bir biçimde bir cevap bekliyoruz. Yüce Meclis
adına böyle bir söz altına girildi mi? Bu Meclisin önüne böyle bir
yasa getirecek misiniz ve İsraili bu anlamda tatmin etmenin bir yolunu
bulacak mısınız ve buna da yüce Meclisin iradesini alet edecek
misiniz?
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Sayın Havutça
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) Sayın Bakan,
şu anda, ceza ve infaz kurumlarımızda kapasitenin çok üzerinde
hükümlü ve tutuklunun bulunduğu ve koğuşlarda tutukluların
yerlerde yattığı duyumları sürekli bize ifade edilmektedir.
Bu anlamda cezaevlerimizde şu anda bulunması gereken kapasite nedir?
Kapasitenin üzerinde ne kadar hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır?
Ayrıca, denetimli serbestliğin iki
yıla çıkarılmasıyla ilgili hükümlü ve mahkûm
yakınlarının sürekli bize baskıları var. Bu konuda
Hükûmetinizin tutumu ne olacaktır?
BAŞKAN Sayın Arslan
KAZIM ARSLAN (Denizli) Adalet Bakanına
soruyorum:
1) Yargının çökmeye
başladığı, adaletin geç tecelli ettiği ülkemizde,
Yargıtay Başkanının adalete güvenin yüzde 30 olduğunu
söylediği bir dönemde, bu güvensizliğin şahsınıza da
olduğunu dikkate alarak Bakanlıktan istifa etmeyi düşünüyor
musunuz?
2) Yargıtayın ve Danıştayın
üye sayısını ve daire sayılarını iki yıl
öncesinde artırdığınız hâlde, o günden bugüne iş
yükünün arttığı dikkate alındığında
şimdi de Yargıtayın ve Danıştayın üye ve daire
sayısını azaltmaktaki siyasi hesabınız nedir? Bu
değişiklik adaletin geç tecelli etmesine neden olmayacak
mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Pekşen
HALUK PEKŞEN (Trabzon) Teşekkürler
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Balyoz davasında
yargılanan çok sayıda Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu
ağır bir mağduriyet sürecinden geçtiler. Bunu Hükûmetiniz de, kamuoyu
da, herkes artık takdir ediyor. Bu yargılanan arkadaşların
uğradıkları mağduriyet sebebiyle açmış
oldukları tazminat davaları ne yazık ki mağduriyeti giderek
daha da ağırlaştırmış bir hâlde. Uzun bir süredir
bu tazminat davaları devam ediyor ve bir ahenksizlik var. Hâlbuki
Bakanlığınızın almış olduğu bir yasal
yetki var, bu yetki doğrultusunda 1 milyon liraya kadar tazminat
kısmına ilişkin, Bakanlığınız bu konuda uzlaşmayla
sorunları çözebilir. Bu davaların uzlaşmayla çözülmesi yönünde
herhangi bir çalışmanız var mıdır? Böyle bir
düşünceniz var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Atıcı
AYTUĞ ATICI (Mersin) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişi
hakkında savaş suçu işlemek ve insan haklarını ihlal ettiği
iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Nerede?
Almanyada. Kim başvurdu? Alman milletvekilleri, hukukçular, gazeteciler,
akademisyenler ve insan hakları savunucuları.
Sayın Bakan, Recep Tayyip Erdoğanın
yönetim anlayışını hiç sevmememize rağmen, bu durum
bizi de üzmüştür. Uluslararası arenada milletimizin
başını öne eğmeye, boynunu bükmeye hakkınız
yoktur. Bugün burada yapmaya çalıştığınız bu
yargı darbesinin hesabını da milletimiz adına elbette
Cumhuriyet Halk Partisi soracaktır.
BAŞKAN Sayın Üstündağ
AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) Sayın Bakan,
konuşmanızda kariyerle ilgili son derece yanlış bilgiler
verdiniz. Kariyer, bir meslekte zaman ve çalışmayla elde edilen
aşama, başarı ve uzmanlık demektir. Sayın Bakan, sizin
dediğiniz gibi, mesleğin kendisi kariyer demek değildir;
kariyer, meslekte gelinen aşamadır.
Ayrıca, Anayasaya, kuvvetler
ayrılığına, yargı
bağımsızlığına aykırı olarak
Danıştayı ve Yargıtayı etkisizleştiriyorsunuz.
Hukuka aykırı olan bu hareketiniz hukuk ve siyasi tarihimize kara bir
leke olarak geçecektir, bunun farkında mısınız?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Gürer
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde)
Teşekkürler Sayın Başkan.
AKP hükûmetleri döneminde 2011 yılında
kanun değişiklikleriyle Yargıtay üye sayısı 250den
387ye, Danıştay üye sayısı 95ten 156ya
çıkarılmıştı. Yargıtay ve
Danıştayın dosya yükünün artması, dosyaların
sürüncemede kalması, yoğun iş yükü gerekçe gösterilmişti.
2014 yılında ise Yargıtay üye sayısı 516ya,
Danıştay üye sayısı 195e çıkarıldı. Bu kez
bu yasa tasarısıyla Yargıtay üye sayısı 300e,
Danıştay üye sayısı 116ya düşürülüyor. Üç yılda
Yargıtay üye sayısının 200e, Danıştay üye
sayısının da 90a düşmesi hedefleniyor. 2012de 136 bin,
2014te 158 bin, 2015te 165 bin tutuklu var. Dosya sayısı artarken
bu yasa tasarısıyla oluşan daralmayı aşmak için
bazı dosyalarla ilgili bir af hazırlığı mı
vardır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Şimdi, soruları cevaplandırmak üzere
sözü Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağa bırakıyorum.
Buyurun Sayın Bozdağ.
Sizin de on dakikanız var.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Sayın Tanalın sorusu: Şu anda ilk derece mahkemelerinde görev
yapan kaç hâkim, savcı var? İlk derece mahkemelerinde görev yapan
6.099 hâkim, 4.359 savcı var; bölge adliye mahkemelerine ataması yapılmış
874 hâkim, 189 savcı var; Yargıtayda 516 üye var, şu anda 471i
dolu; Danıştayda 195 üye var, şu anda 177si dolu. Tabii,
Bakanlıkta ve Yargıtayda görev yapan tetkik hâkimlere ilişkin rakamlar
burada yok.
Vakıfla
alakalı diğer sorduğunuz sorular incelemeyi gerektiriyor,
şu anda, kısa sürede size cevap verme imkânım yok ama onu
yazılı olarak cevaplandıracağımı buradan ifade
etmek isterim.
Danıştay
Başkanının çocuklarıyla ilgili basında yer alan
haberler ne kadar doğru, ne kadar eğri onu tetkik etme imkânım
olmadı, doğru mudur eğri midir bilmiyorum ama Danıştay
Başkanı veya bir milletvekili, bir bakan, herhangi bir kişi
devlette önemli bir görev yapıyor diye çocuklarının işsiz
kalması, çalışmaması, çalışmasının da
yanlış değerlendirilmesi, esasında doğru bir
yaklaşım değildir. Yani hepimizin evladı var, yarın
herhangi bir yerde işe girdiği zaman,
çalıştığı zaman, hemen orada milletvekillerini veya
bakanları, hâkimi, savcıyı töhmet altında bırakan bir
değerlendirme yapmak yanlıştır. Doğru olan,
ekmeğini alın teriyle kazanıyor mu? Kazanıyor. Bir iş
üretiyor mu? Üretiyor. Bir yerde çalışıyor mu? Öyle bakmak
lazım. Öbür türlü değerlendirmenin fevkalade yanlış bir
değerlendirme olduğunu ifade etmek isterim.
Tabii,
benim geçmişte söylediğim sözlerden alıntı yaptı
Sayın Arık, benim Antalya konuşmamdan bir alıntı
yaptı. Başka konuşmalarım da var, geçmişte
Parlamentoda yaptığım konuşmalar da var; oradan da
alıntı yapanlar olabilir. Onun için ben hep şunu söylüyorum:
Bizim geçmişte söylediğimiz olumlu sözleri, ortaya çıkan
kriminal durumlar ve hukuka aykırı başka pek çok
olumsuzluklardan sonra, ben geçmişte bunları söylemiştim ama
bugün gene bunları söylemem lazım çünkü ayıp olur, geçmişte
bu lafları söyledik diye yanlışa devam etmek daha büyük bir
yanlıştır, daha büyük bir hatadır. Biz o sözleri din ve
eğitim gibi önemli konularla ilgilendiğini düşündüğümüz
birileri için söyledik ama milletvekillerini dinleyen, Başbakanı
dinleyen, Başbakanın çalışma ofisine, evine dinleme
cihazları koyan, milletvekillerinin, pek çok insanın yatak
odalarına kadar gayrimeşru işler yaptığına dair
iddialar bulunan, hakkında böylesi çok vahim iddialar olan birisiyle
ilgili, bu iddialar ortaya çıktıktan sonra ben dün bunları
söyledim, bundan geri adım atamam diyemem.
Şimdi konuşuyorlar Niye bunları
söylüyorsunuz? diye. Yani birisi hakkında Her hafta perşembe günü
Peygamber Efendimizle konuşuyor, ona göre kararlar alıyor, ona göre
uyguluyor. birileri böyle diyebilir, inanabilir de ona ama bana göre bu saçma
sapan bir şeydir, kabul edilemez bir şeydir. Yani din eğitimi
veya eğitimle ilgilenen bir kişinin Türkiyenin savunma sanayisinde
çalışan teknik elemanları dinlemesi, dinlettirmesine
ilişkin iddialar var, böyle bir şey varsa -tabii, yargıda
bunlar- doğruysa onlar da çıkacak. Şimdi, ben her zaman
soruyorum: Ayeti daha iyi anlamak için mi dinliyorlar, yoksa hadisleri daha iyi
anlatmak için mi dinliyorlar? Ne işine yarar? Türkiyenin
Başbakanının ofisine veya evinin altına böcek
koyduğunuzda bu ne işine yarayacak dinle, eğitimle ilgilenen bir
yapının? Eğer işi oysa ne yapacak, eğitimi daha iyi
yapmak için mi işine yarayacak? Bu bilgiler kimin işine yarar?
Eğitimle samimi olarak ilgilenenin, dinle samimi olarak ilgilenenin böyle
bir bilgiye ihtiyacı da olmaz. Şimdi, buna ülkelerin ihtiyacı
olur, başka başka güçlerin buna ihtiyacı olur. O bilgiler nereye
gidiyor, nasıl oluyor, bunları bizim sorgulamamız lazım.
Türkiyede şu anda devlet içerisinde görev yapan insanların sadakati
Anayasaya olmalıdır, yasalara olmalıdır ve meşru
yönetime olmalıdır. Eğer devlet içerisinde görev yapanlar,
Anayasa, yasa ve meşru otorite dışında başka bir yere
sadakat gösteriyorlarsa bizim bunun karşısında hep beraber
durmamız lazım. Örnek vereyim, ben diyelim Adalet Bakanıyım
şu anda. Benim müsteşarım var, müsteşarıma bir talimat
veriyorum, diyorum ki: Bak şu işi böyle yap. Emredersiniz. diyor,
gidiyor ve mahallenin imamına soruyor mensup olduğu yapı
itibarıyla, kim sorumluysa: Bizim Bakan böyle bir talimat verdi,
yapayım mı, yapmayayım mı? Yap. derse anında yapıyor.
Yapma. dediği zaman bir bahane getiriyor veya unutturuyor. Ben bakan
olarak böyle bir durumu gördüm, fark ettim ve bunlarla ilgili de olumlu
şeyler söyledim. Ne yapacağım? Göz mü yumacağım buna?
Ben eğer bunlara göz yumarsam vazifemi ihlal etmiş olurum, yeminimin
de sadakatle gereğini yapmamış olurum.
Biz, bu ülkenin içerisinde görev yapan herkesin,
Anayasa, yasa ve meşru otoriteye saygıyla, onların
talimatları doğrultusunda hizmet etmesi gerektiğine
inanıyoruz. Kim bunun dışına çıkarsa biz onunla
mücadele ederiz. Bugün diyelim paralel devlet yapılanması bunu
yapıyor, yarın başka birisi yapar, onunla da
Çünkü, Türkiye
Cumhuriyeti devletinde görev yapan herkes bu devlete hizmet edecek, bu millete
hizmet edecek. Başkalarına uşaklık edenlerin bu devlete
hizmetini Anayasa ve yasaya sadakatle yapabilmesi mümkün değildir.
O nedenle, benim geçmişte söylediklerimi buraya
çoğaltabilirsiniz. Ben onların iyi işler
yaptığına inandığım için o dönemde onları
konuştum. Ama şu anki bilgilerin sahibi olsaydım, o kelimeleri,
cümleleri bırakın virgülünü kurban ederdim. Ama bakın, siz dün
onlarla ilgili benim bugün söylediklerimden daha ileri laflar söyleniyor,
şimdi bugün başka yerdeyiz. Ben diyorum ki Cumhuriyet Halk Partili,
diğer partililer, herkese: Ya biz yanlış yapabiliriz, dün
şöyle dedik, siz böyle dediniz ama bir noktada, bir
yanlışlık noktasında birleşiyorsak o zaman
birbirimizin laflarını birbirimizin yüzüne vura vura bununla mücadele
edemeyiz. Gelin, hep beraber biz bununla mücadele edelim bu ülkenin birliği
için, beraberliği için, yargının da
bağımsızlığı için.
Şimdi düşünün, yargıyla ilgili
iddialar var, ben geçen Komisyonda da söyledim. Şimdi, bir yargıç
düşünün; Fethullah Gülenden gelen herhangi bir işareti ve onun
gereğini yapmayı kendini cennete götürecek bir anahtar olarak
görüyor; bu, bağımsız, tarafsız bir yargıç olarak
görev yapabilir mi?
TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) Şimdi de
aynısını yapacaklar.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Ben,
şimdi, bunu Adalet Bakanı olarak gördüğüm zaman bununla mücadele
etmek benim anayasal vazifem değil mi?
Kim Anayasa ve yasalara ve meşru idare
dışında başka yere sadakat gösterip oraya göre hizmet
ediyorsa biz onun karşısında olduk, bundan sonra da
olacağız. Dün onlarla ilgili olumlu şeyler söylememiz bugün
doğru noktada durmamıza engel olmayacaktır. Her zaman biz
doğru neredeyse orada...
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Başka sorular
da var Sayın Bakan.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Yanlış yaptığımızı gördüğümüzde,
efendim, yanlışı bırakalım Bağdata kadar gitsin...
Niye Bağdata kadar gitsin yanlış? Oradan döneceğine, fark
ettiğimiz yerde o yanlışı düzeltmek hepimizin vazifesidir.
O yüzden, bu konuda Türkiye'de bütün siyasi partilerin, her birimizin birlikte
hareket etmesi, birlikte mücadele etmesi lazım; bu hepimizin ortak
vazifesidir.
Dün AK PARTİye yakın duranlar bugün
başkalarına yakın duruyorlar; dün AK PARTİyi övenler, yere
göğe sığdıramayanlar bugün AK PARTİye
yapmadıkları iftirayı, yapmadıklarını
bırakmıyorlar. Mezardan bile ölüleri kaldırıp oy kullandırmaya
davet edenler, bugün, bakın, AK PARTİ aleyhine neler yapıyorlar,
neler.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) O zaman
beraberdiniz.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Şimdi, dün bunlar bunu dedi, bugün biz bunların
yaptıklarını görmeyecek miyiz? Göreceğiz, kim suç
işliyorsa, kim yasalara aykırı davranıyorsa hukuk onunla
ilgili gereği neyse yapacaktır. Tabii, bununla ilgili, bir diğer
milletvekili arkadaşımız da hâkim ve savcılarla ilgili Kaç
tane var? diye rakamlar sordu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Yazılı cevap verin Sayın Bakan.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Tabii, buna dair benim bir rakam verme imkânım yok. Bununla ilgili...
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Niye yok?
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) Niye
yok? Var. diyorsunuz Sayın Bakan.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Bakın
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın
Bakan, yazılı cevap verin, yazılı cevap.
BAŞKAN Tamamlayın Sayın Bakan.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Bunlarla ilgili benim bir kesin rakam verme imkânım yok ama bunlarla
ilgili soruşturmalar var, bunlarla ilgili disipline ilişkin
yapılan incelemeler, araştırmalar var. Hukuk devletindeyiz,
bunlar ancak birtakım hukuka uygun incelemeler sonucunda ortaya
çıkacaktır. Bizim gördüğümüz, bildiğimiz var ama bunu
hukuken de meşru delillerle de ortaya koymak gerekir. Onunla ilgili
işlemler sürüyor. Bunlar ortaya çıkınca zaten ona göre de hukuk
ne diyorsa onun gereği yapılacaktır.
BAŞKAN Sayın Bakan, teşekkür
ediyorum.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Ben
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Böylece tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 01.36
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 01.38
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Elif Doğan TÜRKMEN
(Adana)
-------0------
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 107nci
Birleşiminin Sekizinci Oturumunu açıyorum.
400
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
Gündemin
2nci sırasında yer alan, Dünya Posta Birliği Kuruluş
Yasasına Sekizinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
2.- Dünya Posta Birliği Kuruluş
Yasasına Sekizinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 343)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Bundan
sonra da komisyonun olmayacağı
anlaşıldığından, alınan karar gereğince,
kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için, 28 Haziran 2016 Salı günü saat
15.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum; hayırlı
sahurlar diliyorum.
Kapanma Saati: 01.39
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(*) Bu bölümde, hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(*) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.
(x) 400 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(X) Bu ifadeye ilişkin açıklama bu birleşim Tutanağının 436ncı sayfasındadır.
(x) Bu
açıklamaya ilişkin ifade bu birleşim Tutanağının
409uncu sayfasındadır.