TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
25inci
Birleşim
7
Ocak 2016 Perşembe
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak
Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her
tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve
tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun
olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM
DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- İstanbul Milletvekili Hüda Kayanın, sokağa çıkma
yasaklarına ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Osmaniye Milletvekili Suat Önalın, 7 Ocak Osmaniyenin
düşman işgalinden kurtuluşunun 94üncü yıl dönümüne
ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Adana
Milletvekili Elif Doğan Türkmenin, Adana ilinin sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, 9/1/2013 tarihinde
Pariste, 4/1/2016 tarihinde Silopide Kürt kadın siyasetçilerin
katledilmesine ve sokağa çıkma yasağı uygulanan yerlerdeki
cenazelerin defnedilememesine ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.-
İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve 23
milletvekilinin, ŞÖNİMler ve devlete bağlı
sığınaklardaki koşulların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/51)
2.- HDP
Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili
Çağlar Demirelin, kadına yönelik şiddetin aile içindeki
yansımalarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/52)
3.- HDP
Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili
Çağlar Demirelin, kadın cinayetlerini teşvik eden bir
mekanizmaya dönüşmüş ceza indirimlerinin sonuçlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/53)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- HDP
Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili Çağlar
Demirel ile Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından,
derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin yoğunlukla
yaşadığı coğrafyadaki güncel uzantılarının
deşifre edilmesi, açığa çıkarılması ve toplum ile
hukuk önünde yargılanması amacıyla 30/12/2015 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 7 Ocak 2016 Perşembe
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin
aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, Kocaeli Milletvekili Haydar Akarın HDP
grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması
sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
2.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, Kocaeli Milletvekili Haydar
Akarın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
3.- Kocaeli
Milletvekili Haydar Akarın, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin sataşma nedeniyle
yaptıkları konuşmaları sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, Kocaeli Milletvekili Haydar
Akarın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması
sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
5.- Tokat
Milletvekili Coşkun Çakırın, Manisa Milletvekili Erkan
Akçayın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı
konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
6.- Amasya
Milletvekili Mehmet Naci Bostancının, Diyarbakır Milletvekili
İdris Balukenin 2 sıra sayılı Kanun
Tasarısının tümü üzerinde HDP Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
7.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, Amasya Milletvekili Mehmet
Naci Bostancının sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
8.- Tokat
Milletvekili Coşkun Çakırın, İstanbul Milletvekili Hüda
Kayanın 2 sıra sayılı Kanun Tasarısının
2nci maddesi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
9.-
İstanbul Milletvekili Hüda Kayanın, Tokat Milletvekili Coşkun
Çakırın sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
10.- Tokat
Milletvekili Coşkun Çakırın, Mardin Milletvekili Mithat
Sancarın, 9 sıra sayılı Kanun Tasarısının
tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması
sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
11.- Mardin
Milletvekili Mithat Sancarın, Tokat Milletvekili Coşkun
Çakırın sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
12.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Metinerin, Mardin Milletvekili Mithat
Sancarın, 9 sıra sayılı Kanun Tasarısının
tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
13.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, İstanbul Milletvekili
Mehmet Metinerin sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
IX.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Federal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları
(1/307) (S. Sayısı: 4)
2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti
Arasında Genişletilmiş Bilgi Değişimi Yoluyla
Uluslararası Vergi Uyumunun Artırılması Anlaşması
ve Eki Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/310) (S. Sayısı: 6)
3.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Gürcistan Hükümeti Arasında Enerji Alanında
İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri
Komisyonu Raporları (1/312) (S. Sayısı: 7)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis
Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu
Raporları (1/303) (S. Sayısı: 2)
5.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanlarda
Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Çerçeve
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/308) (S. Sayısı:
5)
6.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Macaristan Arasında Dostluk ve İşbirliği
Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/313) (S. Sayısı: 8)
7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya
Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/315) (S. Sayısı:
9)
8.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/316) (S. Sayısı: 10)
9.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Sierra Leone Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava
Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/299) (S. Sayısı: 13)
10.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Güney Sudan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava
Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/300) (S. Sayısı: 14)
X.- OYLAMALAR
1.- (S.
Sayısı: 2) Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında
Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında
Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının oylaması
2.- (S.
Sayısı: 9) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti
Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısının oylaması
XI.- YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, İstanbul'un Beykoz
ilçesinde çıkan orman yangınına ilişkin sorusu ve Orman ve
Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı önergesi (7/302)
2.-
İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun, Bakanlık hizmet
binalarına ve yapılan kiralamalara,
İzmir'e
yönelik proje ve yatırımlara,
Bakanlık
ile bağlı kurum ve kuruluşlar bünyesinde bulunan araçlara,
İlişkin
soruları ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/304) (7/305) (7/306)
3.- Artvin
Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Artvin Cerattepe'deki bir bölgede
çok sayıda ağaç kesileceği iddiasına ilişkin sorusu ve
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun
cevabı önergesi (7/505)
4.-
Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, orman yangınlarına
ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/506)
5.-
Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'nin Bor ilçesine
bağlı bir köyde tarımsal amaçlı su kuyusu
açılmasına izin verilmemesine ilişkin sorusu ve Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/507)
6.- Trabzon
Milletvekili Haluk Pekşen'in, orman hastalıkları ve
zararlıları ile mücadeleye ilişkin sorusu ve Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/508)
7.-
İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya'nın, TBMM bünyesinde görev yapan
personelin sendikal haklarına ve bu hakların kullanımı ile
ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkan Vekili Ahmet Aydının cevabı (7/628)
8.- Ankara
Milletvekili Murat Emir'in, Ankara'nın Çubuk ilçesine bağlı
bazı köylerde küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştirilmesinin
ASKİ tarafından yasaklandığı iddiasına
ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/1032)
7 Ocak 2016 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.03
BAŞKAN: Başkan
Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Emre KÖPRÜLÜ
(Tekirdağ)
------0-----
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin
25inci Birleşimini açıyorum.
(HDP sıralarından pankart gösterilmesi)
III.- YOKLAMA
BAŞKAN Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için beş dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme
giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden
yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise
yoklama pusulalarını görevli personel
aracılığıyla beş dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
14.06
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.19
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Emre
KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)
------0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN
Açılışta yapılan yoklamada toplantı yeter
sayısı bulunamamıştı. Şimdi yoklama işlemini
tekrarlayacağım.
Yoklama
için beş dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline
gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, sokağa
çıkma yasakları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili
Hüda Kayaya aittir.
Buyurun Sayın Kaya.
Süreniz beş dakikadır.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçtik, hatip
kürsüye davet edildi; lütfen, uğultuyu keselim.
Buyurun Sayın Kaya.
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- İstanbul Milletvekili Hüda
Kayanın, sokağa çıkma yasaklarına ilişkin gündem
dışı konuşması
HÜDA KAYA (İstanbul) Sayın Başkan,
sayın vekiller; saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, inancımızda
bir ilke vardır, biliyorsunuz: Komşusu açken tok yatan bizden
değildir. der Sevgili Efendimiz ve bu komşu için ne inanç
ayrımı vardır ne dil ne renk ayrımı vardır.
Komşu kim olursa olsun komşuluk hukuku çerçevesinde, eğer
yanı başımızda bir insan, bir aile, bir halk aç
yaşıyorsa, aç yatıyorsa diğer insanların tok yatması
insanlık adına utanç vericidir ve inancımız adına da
bir vebaldir aynı zamanda. Bugün bizler, Türkiye'nin batısında
yaşayan halklar sistemin, belki Türk olmamızın, belki
yaşadığımız şehirlerde doğmuş
olmamızın getirileriyle yaşarken fakat bir taraftan ötekileştirdiğimiz,
bir algı yönetimiyle teröristler, ötekiler diye itham edilen halklar
bugün açlık feryatlarıyla çığlıklar atıyorlar.
En az 50 cenaze şu anda defnedilmemiş,
defnedilemiyor, günlerdir izin verilmiyor ki Allahın
yarattığı toprak ananın bağrına konulabilsinler.
Sadece Surda 3 gencin cesedi on beş gündür sokak ortasında, yerel
yöneticiler izin vermiyor defnedilmelerine, yanlarına
yaklaşılmasına izin vermiyor. Bu gençlerin aileleri günlerdir
açlık grevi yapıyorlar. 75-80 yaşındaki
kadınların, annelerin, açlık grevinde, evlatlarının
cenazesini alıp sadece toprağa defnedebilmek için günlerdir açlar.
75-80 yaşındaki kadınların, annelerin, açlık greviyle
evlatlarının cenazesine ulaşmak mücadelesini verdiği bir
ülkede yaşamaktan utanıyorum arkadaşlar.
Aynı zamanda, cenazelere yapılan bu
işkence, sorumsuzluk, duyarsızlık devam ettiği gibi, en
eften püften meselelerde, ağaçta, ormanda, yeşillikte fetvalar düzen
Diyanet neden sesini çıkarmıyor? Diyanet Başkanına
çağrıda bulunuyorum. İnancımız adına,
Peygamberin, neye inanırsa inansın, hangi dine inanırsa
inansın bütün insanların cenazesine, tabutuna,
mezarlığına ve bütün canlıların ölümlerine,
cesetlerine karşı gösterdiği saygıyı unutmayalım
arkadaşlar. Biz inancımızın ilkeselliğiyle bir anlam
kazanabiliriz. Eğer sadece etikette kendimizi bir inanca ithaf ederek ama
o inancın ilkelerine taban tabana zıt bir pratikle bizler
Allahın yüzüne nasıl bakacağız, lütfen bir sorgulayın
ve empati yapın. Aynı zamanda Şırnakta 19 cenaze bekliyor,
Silopide 5 cenaze bekliyor, Cizrede 25ten fazla cenaze hâlâ defnedilmesine
izin verilmemiş durumda.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) Onlar niye ölmüş
acaba?
HÜDA KAYA (Devamla) - Günlerdir Silopiden
telefonlar alıyoruz arkadaşlar, günlerdir arıyorlar, açlık
çığlıkları yapıyorlar. Konuşmamın
başında dediğim gibi Komşusu açken tok yatan bizden
değildir. der Efendimiz. Yahudi de olsa, ateist de olsa, Hristiyan da
olsa, kim olursa olsun; Kürt, Roman, Alevi, komşumuz aç ise 80 milyonluk
bu ülkenin insanları olarak bizler bunun hesabını verme
durumundayız. Bakın, günlerdir gelen telefonlarla insanlar un istiyor,
çocuk maması istiyor, makarna gibi temel gıda ihtiyaçları
istiyor. Bakanlıktan valiliklere, kaymakamlıklara kadar tüm yerel
yöneticilerle görüşmeye çalışıyoruz fakat tek bir tanesi
Allah adına, vicdan adına, insanlık adına dönebilmiş
değil, olumlu cevap vermiş değil. İnsanlar, beş on
aile, gelen tank saldırılarına karşı evlerin
bodrumlarında, bir arada soğukta yaşıyorlar, aç ve susuz
hâldeler. Lütfen vicdanlarımızla tekrar
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) Bakın
yanlış söylüyorsunuz, yanlış. Sabah Bakanımızla
birlikteydik, oraya bir isteniyorsa beş gönderiliyor, onu biliyor musunuz?
HÜDA KAYA (Devamla) -
bu çağrıya cevap
verin. Aynı zamanda
Bitti mi süre?
BAŞKAN Bitti Sayın Kaya, teşekkür
ediyoruz.
HÜDA KAYA (Devamla) Teşekkürler. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Gündem dışı ikinci söz,
Osmaniyenin düşman işgalinden kurtuluş yıl dönümü
münasebetiyle söz isteyen Osmaniye Milletvekili Suat Önala aittir.
Buyurun Sayın Önal. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz beş dakikadır.
2.- Osmaniye Milletvekili Suat
Önalın, 7 Ocak Osmaniyenin düşman işgalinden kurtuluşunun
94üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı
konuşması
SUAT ÖNAL (Osmaniye) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 7 Ocak Osmaniyenin kurtuluşunun 94üncü
yıl dönümü üzerine gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, Genel Kurulu ve aziz milletimizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Osmaniyenin
düşman işgalinden kurtuluşunun 94üncü yıl dönümü bugün
Osmaniyede yine büyük bir heyecan ve coşkuyla kutlanıyor. Kahraman
ecdadımızın, birçok olumsuzluğa rağmen âdeta yedi
düvele karşı verdiği mücadele sonunda iman gücüyle
kazandığı zaferi bugün bir kez daha minnet ve şükranla
anıyoruz.
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'nin hemen akabinde
Anadolu haçlı ruhuyla işgal edilmiş, Kahramanmaraş,
Gaziantep ve Şanlıurfa önce İngilizlerin, ardından da
Fransızların kontrolüne girmişti. Fransızlar daha sonra
Mersin, Adana, Hatay ve Osmaniye'yi de işgal etmişler, bu işgal
esnasında genç-yaşlı, kadın-erkek demeden masum
insanları vahşice katlederek ağıtlara da konu olan mezalimi
sergilemişlerdir. Her zaman esaret yerine şehadeti, zillet yerine
izzeti tercih eden aziz ecdadımız tüm Anadoluda olduğu gibi
Osmaniyede de kahramanca işgalcilere karşı mücadele ederken,
Kurtuluş Savaşının Osmaniyedeki kahramanlarından
Rahime Hatun, Saim Bey, Palalı Süleyman, Hasan Çavuş, Muhammed Hoca,
Borazan Mehmet, Nacar Ökkeş ve arkadaşları âdeta Esaret
zincirine gelemez bu asil millet, şehitlik rütbe bize/ Cennet
vatanımıza göz dikenler, elbet sonunda gelir dize./ Dünya âlem bilsin
ki sarsılmaz çelikten imanımız var/ Sabrımız
taşmaya görsün, bu dünyayı ederiz size dar. diye haykırarak
düşmanları, işgal kuvvetlerini yurdumuzdan
kovmuşlardır.
Değerli milletvekilleri, ecdadımız o
kıtlık günlerinde bir oldu, birlik oldu, tefrikaya girmeden
yaşlı-genç, kadın-erkek, kız-kızan hep birlikte
savaştılar. Merhum Mehmet Akif Ersoyun Girmeden tefrika bir millete
düşman giremez/ Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. dediği
gibi yürekleri bu vatan için, bu ezan için, şanlı
bayrağımızın semalarda ebediyen dalgalanması için bir
çarptı ve bu aziz vatanı bize canlarıyla, kanlarıyla bedel
ödeyerek miras bıraktılar. Kurtuluş Savaşındaki
destansı mücadelede nasıl ki Antepin gazi unvanını,
Maraşın kahraman unvanını, Urfanın da
şanlı unvanını hak ettiği gibi Osmaniye de
yiğit insanlarıyla milletin gönlünde yiğit Osmaniye
unvanını kazanmıştır.
Değerli milletvekilleri, şu da
unutulmamalıdır ki: Anadoluyu yurt tuttuğumuz 1071 Malazgirt
Zaferinden beri ülkemize göz diken ve bizleri bölüp parçalayarak yok etmeye
çalışan şer güçler ve onların taşeronları elbette
bugün de boş durmamakta ve ülkemizin birliğini, beraberliğini
bozmaya yönelik organize faaliyetlerine devam etmektedirler. Millet olarak
bugün de bize düşen Türküyle, Kürtüyle, Lazıyla, Çerkeziyle
ecdadımıza yakışır bir şekilde tüm etnik
unsurlarıyla Türk milleti olarak kurtuluş mücadelesindeki birlik ve
beraberliğimizi her zaman muhafaza etmek ve tefrikaya düşmemektir.
Bu vesileyle bugün Kurtuluş
Savaşının meşalesini yakan başta Gazi Mustafa Kemal
ve aziz silah arkadaşları ile tüm şehit ve gazilerimizi bir kez
daha minnet ve şükranla anıyor, Osmaniyeli hemşehrilerimizin ve
tüm aziz milletimizin kurtuluş bayramını tekrar kutluyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Önal.
Gündem dışı üçüncü söz, Adana ilinin
sorunları hakkında söz isteyen Adana Milletvekili Elif Doğan
Türkmene aittir.
Buyurun Sayın Türkmen.
Süreniz beş dakikadır.
3.- Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmenin, Adana
ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
ELİF DOĞAN TÜRKMEN (Adana) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Osmaniyenin 7 Ocak,
Adanamızın 5 Ocak kurtuluş bayramını kutluyorum.
Yiğit Adanalıların 5 Ocak 1922de
yazdıkları kahramanlık destanı bizi bugünlere getirdi.
Ancak, Adananın şimdi başka kahramanlık destanlarına
ihtiyacı var. Adana ilimizin sorunları hakkında konuşmak
üzere gündem dışı söz aldım.
Adana 1990lı yıllara kadar sanayi ve
tarımıyla öne çıkan illerden biriydi. Bugün işsizlikte
13,2; sosyoekonomik gelişmişlikte 16ncı sırada.
Vasıfsız göç alan Adana nitelikli göç veriyor ve bu konudaki
istatistik eksi 11.619. Bir zamanların fabrikatör şehri olan Adana
TÜİK 2011 verilerine göre sanayi için Türkiye ortalaması 27,5 iken
Adana ve Mersin 21. Türkiye, ekonomisini ve sanayisini geliştirebilmek
için İstanbul gibi bölge ekonomileri yaratmak zorunda. Bunu yapabilecek
İstanbula alternatif tek bölge Adananın merkez olduğu Çukurova
ve Adana yılda 3 kez hasat almasına rağmen ne yazık ki
tarımsal üretimde kötü bir noktada. Sanayinin en stratejik ürünü olan
pamuk Adanada bitmiştir. Mısır ekiminin teşviki, pamuk
ithalatındaki ek maliyetlerin bulunmaması pamuk ekim
alanlarının mısıra kaymasına yol
açmıştır. Pamuk ithalatına harcanan paranın bir
kısmı teşvik için ayrılırsa yalnızca Adana
değil tüm Türkiye kazanacaktır. (CHP sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar)
Rusyayla aramızda başlayan kriz de Adana
ekonomisine ayrıca bir fatura ödetmekte. Rusya pazarına
yapılamayan narenciye ihracatı nedeniyle bugün üreticilerimiz
tahsilat zorluğu çekmekte, çeklerini ödeyememekte, kredisini ödeyememekte
ve üretim maliyetini de karşılayamamaktadır. Kaybeden
yalnızca çiftçi değil değerli milletvekilleri, hasat
işçileri, paketleme tesislerinde çalışan işçiler de
işsiz. Çukurova bölgesinin ve Adananın temel ihtiyacı yerli ve
dış pazara dönük, katma değeri yüksek üretim.
Teşvik sistemi, Adananın sanayi
anlamında da gelişimini engelleyen bir sistem. Adana, ikinci bölge
kapsamında ancak Adananın Kozanı, Adananın
Tufanbeylisi, Saimbeylisi, Fekesi, İmamoğlu, tuvaleti, suyu, yolu
olmayan ilçelerimiz ve bunlar ne yazık ki teşvikte ikinci bölge
olarak değerlendiriliyor. Demek ki teşvik konusunda Adana için
farklı bir sistem geliştirmek gerekmekte.
Yine sanayicilerimizin bir ihtiyacı var,
yaygın eğitim. Şu anda Adana Organize Sanayi Bölgesi ne
yazık ki kalifiye eleman bulamamakta. Bunun da önünü kesmenin yolu,
yaygın eğitimi yeniden kalifiye eleman bulacak şekilde
düzenlemek.
Adanaya Cumhurbaşkanı Sayın Recep
Tayyip Erdoğanın verdiği bir söz vardı, Ceyhan Enerji ve
İhtisas Bölgesini hayata geçirmek. O gün bugündür bir adım yol
katedemedik. Keza Çukurova Havalimanı için iki seçim müjde verildi Adana
için, hâlen yapılan hiçbir şey yok.
Şu anda, bütün bunları bırakın,
Adana her gün ciddi anlamda elektrik kesintileriyle uğraşırken
ne yazık ki enerji dağıtım şirketi bu konuda en ufak
bir girişimde bulunamıyor.
Adanada üretimde ayakkabı üreticileri tüm
Türkiye değil, dünyaya ihracat yaparken Sarıyakup gibi bir mahalleye
sığınmış durumdalar ve bunlar buradan
taşınmadığında ne yazık ki çok ciddi sorunlarla karşı
karşıya gelebilecekler. Bütün bunlar çok özet ama Adananın
tarımda ve sanayideki kan kaybını gösteriyor.
Değerli milletvekilleri, Adana, tıpkı
Türkiye gibi tüm partilerin, tüm siyasi görüşlerin temsil edildiği
bir şehir. Bu, Adana için bir zenginlik. Aslolan Adana diyen
Adananın 14 milletvekili ve bakanı birlikte olursa Adana
kalkınacak ama Türkiyenin aynası olan Adananın
kalkınması aynı zamanda Türkiyenin kalkınmasını
getirecektir.
Bu nedenle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Türkmen.
Gündeme geçmeden önce, Sayın Baluken sizin bir
söz talebiniz olmuş.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin,
9/1/2013 tarihinde Pariste, 4/1/2016 tarihinde Silopide Kürt kadın
siyasetçilerin katledilmesine ve sokağa çıkma yasağı
uygulanan yerlerdeki cenazelerin defnedilememesine ilişkin
açıklaması
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bildiğiniz gibi 9 Ocak 2013 tarihinde Parisin orta
yerinde, Avrupanın merkezinde 3 Kürt kadın siyasetçi Sakine
Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez Türkiyedeki
bağlantılarının da iyice teşhir olduğu
uluslararası bir komplo sonucu, bir suikast sonucu katledilmişlerdi.
Maalesef bu acımasız cinayetleri, katliamı
andığımız bir hafta içerisinde de bu sefer Silopide yine 3
Kürt kadın siyasetçi, 3 devrimci kadın bilinçli bir şekilde,
planlı bir şekilde infaz edilerek katledildiler. DBP Parti Meclis
Üyesi arkadaşımız Seve Demir, Silopi Halk Meclisi Eşbaşkanı
Pakize Nayır ve KJA Üyesi Fatma Uyar arkadaşlarımız
şahsında geliştirilen bu siyasi cinayetlerle kadınlar
başta olmak üzere bugün bütün Kürt illerinde yürütülen savaş
politikalarına karşı direnen tüm halkımıza acımasız
bir mesaj verilmek istenmiştir. Biz bu katliamları yapanları,
bunu planlayanları, bu katliamın talimatını verenleri,
bütün sorumluları buradan bir kez daha şiddetle ve nefretle
kınıyor, halklarımıza bu acımasız
katliamların bir an önce hesabını soracağımızın
sözünü bir kez daha yinelemek istiyoruz. Pariste 3 çiçeği dalından
koparmak isteyenler çözümün ve kalıcı barışın
baharını ertelemek istemişlerdi, Silopide de yine 3 fidanı
aramızdan alanlar barışın baharını engellemek
isteyenlerdi. Buradan halkımız bilsin ki, evet, çiçekleri
katledebilirler, çiçekleri dalından koparabilirler ama
barışın baharını asla engelleyemezler, asla
engelleyemeyecekler.
Değerli Başkan, demin gündem
dışı söz alarak konuşan Değerli Hatibimiz de, Grup
Üyemiz Hüda Kaya da bahsetti. Şu anda Silopi, Sur, Cizre ve
Şırnak Devlet Hastanelerinde defnedilmeyi bekleyen 50 cenaze var. Bu,
ülkenin en büyük utancıdır. Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar, iki
haftayı aşkın bir süredir 50yi aşkın cenazenin
defnedilmeyi beklediği belki de hiçbir dönem yaşanmamıştır.
Devlet, bu yaklaşımla, katletmiş olduğu insanların
gömülme hakkını, defnedilme hakkını bile hiçe
saydığını ortaya koyuyor. Bugüne kadar
yaptığımız bütün görüşmeler sonuçsuz kaldı.
Burada gündemleştirdiğimiz bütün konuşmalar, maalesef, Hükûmet
yetkilileri, devlet yetkilileri tarafından dikkate alınmadı. Verilen
cevap, bu sabah itibarıyla, Adalet Bakanlığının
yayınlamış olduğu bir yönetmelik oldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan, toparlamam lazım.
BAŞKAN Toparlayın Sayın Baluken,
lütfen.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Bu
sorunu çözmek için bir gün, birkaç saat, bir hafta, her neyse, cenazelerin
defni için sokağa çıkma yasaklarının
kaldırılması gerektiğiyle ilgili çözüm önerilerimize, maalesef,
Adalet Bakanlığı, bu sabah yayınladığı utanç
verici bir yönetmelikle cevap vermiştir. Yayınlanan yönetmeliğin
içeriğiyle, bundan sonra, ailelerin izni olmadan mülki amirler
tarafından, valilikler tarafından, izinsiz bir şekilde
cenazelerin kaçırılarak defnedilmesinin yolu
açılmıştır. Biz bu zihniyeti 90lı yıllardan
tanıyoruz. Kefenlenmemiş, namazı kılınmamış,
toplu şekilde defnedilen, gömülen cenazelerin gerçekliği, Adalet
Bakanlığının bugün yayınladığı yönetmeliklerle
bir kez daha gündemleştirilmek, güncellenmek isteniyor. Bu
anlayışı, bu zihniyeti kınıyoruz. Hükûmete ve devlete
buradan bir kez daha bu cenazelerin defnedilmesi için insani yaklaşım
çağrısını yinelemek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı
ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir
ve 23 milletvekilinin, ŞÖNİMler ve devlete bağlı
sığınaklardaki koşulların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/51)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
ŞÖNİMler
ve devlete bağlı sığınaklardaki koşulların
araştırılması amacıyla, Anayasanın 98inci ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104üncü ve 105inci maddeleri
uyarınca Meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla teklif ederiz.
1) Filiz Kerestecioğlu
Demir (İstanbul)
2) Pervin Buldan (İstanbul)
3) Meral Danış
Beştaş (Adana)
4) Behçet
Yıldırım (Adıyaman)
5) Berdan Öztürk (Ağrı)
6) Dirayet Taşdemir (Ağrı)
7) Sırrı Süreyya
Önder (Ankara)
8) Ayşe Acar
Başaran (Batman)
9) Mehmet Ali Aslan (Batman)
10) Saadet Becerekli (Batman)
11) Hişyar Özsoy (Bingöl)
12) Mizgin Irgat (Bitlis)
13) Altan Tan (Diyarbakır)
14) Çağlar Demirel (Diyarbakır)
15) Feleknas Uca (Diyarbakır)
16) İmam
Taşçıer (Diyarbakır)
17) Nimetullah
Erdoğmuş (Diyarbakır)
18) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
19) Sibel Yiğitalp (Diyarbakır)
20) Ziya Pir (Diyarbakır)
21) Mahmut Toğrul (Gaziantep)
22) Abdullah Zeydan (Hakkâri)
23) Mehmet Emin Adıyaman (Iğdır)
24) Erdal Ataş (İstanbul)
Gerekçe:
Türkiye'de, 2015 yılı başından bugüne
kadar 255 kadın, kocaları, eski kocaları, sevgilileri, eski
sevgilileri, abileri, babaları, erkek akrabaları ya da hiç
tanımadığı erkekler tarafından öldürüldü. Üstelik bu
rakam yalnızca basına yansıyan kadın cinayetlerinden
gazetecilerin derlediklerini kapsıyor. Adli makamlardan saklanan,
basına yansımayan, kaza veya intihar süsü verilen cinayetlerin de
yaşandığını ve tablonun çok daha endişe verici
olduğunu biliyoruz.
6284 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden
bu yana üç buçuk sene geçti. Yine Türkiye, 1 Ağustos 2014 tarihinde
yürürlüğe giren Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi
Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi
Sözleşmesi'nin (İstanbul Sözleşmesi) imzacısı ve
Anayasa'nın 90. maddesi gereğince usulüne uygun olarak
tarafıdır. Fakat ne yazık ki, izleme raporlarından
edindiğimiz bilgilere göre, 6284 sayılı Kanun'un ve uluslararası
sözleşmelerin gerekleri yerine getirilmemektedir.
Avrupa Parlamentosu'nun 1998'de
çıkardığı tavsiye kararına göre her 7 bin 500
kişilik nüfus için sığınma evlerinde 1 kişilik yer
olmalı. İstanbul Sözleşmesi de yeterli sayıda, uygun ve
kolayca ulaşılabilir sığınağın
hazırlanmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer
tedbirleri almakla Türkiye'yi yükümlü kılmıştır. Oysa,
Bakanlığınızın Mor Çatı Kadın
Sığınma Vakfı'nın sığınma merkezlerine
ilişkin sorularına verdiği 27/07/2015 tarihli yanıta göre,
Türkiye'de toplam 132 sığınaktaki toplam kapasite 3.402dir.
Yani yaklaşık her 23 bin kişilik nüfus için
sığınma evlerinde bir kişilik yer var. Türkiye gibi
kadına yönelik şiddetin yoğun biçimde
yaşandığı bir ülkede, ulaşılabilir
sığınak sayısının minimum standardın üzerine
çıkarılması gerekirken Belediye Kanunu'nun eski hâlinde yer alan
50 bin nüfuslu belediyelerin sığınak açmasını öngören
madde, yeni Belediye Kanunuyla 100 bin kişiye çıkarılmıştır.
Üstelik 6284 sayılı Kanun'un yürürlüğe
girmesiyle açılan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri
(ŞÖNİM) Yönetmeliğinde, şiddete uğrayan
kadınların güçlendirilmesi hedefinden bahsedilmesine rağmen söz
konusu merkezlerden hizmet alan kadınlarla yapılan görüşmelere
dayanan raporlara göre kadınlar sığınaklarda önemli
sorunlar yaşamaktadır. Pek çoğu derin travmalar yaşayarak,
evlerini, sosyal çevrelerini arkalarında bırakarak
sığınağa yerleşen kadınlara
sığınak personeli belirli ilkelerle yaklaşmalıdır.
Örneğin 1990 yılında kurulan Mor Çatı Kadın
Sığınağı Vakfında "Hiç kimse hiçbir
kadının şiddeti provoke ettiğini ya da hak ettiğini
düşünmez. Kadına yönelik şiddeti üreten toplumsal
önyargıların, değerler sisteminin sorgulanması
amaçlanır."
Oysa Bakanlığınıza bağlı
sığınaklarda, güvenlik adı altında
kadınların iletişim olanaklarının
kısıtlandığını, sığınağa
giriş-çıkış saatlerinin kısıtlı olması
nedeniyle iş veya ev aramak gibi konularda zorluklar yaşadıklarını,
can güvenliği riski yaratacağı gerekçesiyle
çalışmalarına izin verilmediğini, kadınların
sığınaktan sonra bir hayat kurmak konusunda
çıkışsız hissettiklerini, sığınak
çalışanlarının davranışları konusunda
sıkıntı yaşadıklarını,
çalışanların ihtiyaçlarını keyfî olarak
karşıladığını ve hakarette
bulunduklarını belirten kadınların ifadeleri Mor
Çatının hazırladığı 6284 Sayılı Kanun
Uygulamaları İzleme Raporu'na yansımıştır.
Birçoğu aşağılandıklarından, üstelik kanunda
belirtilmesine karşın psikolojik, maddi ve ayni destek alamadıklarından,
sığınakların yalnızca kendileri için konaklama
işlevi gördüğünden, güçlendirici çalışmalarda
bulunulmadığından bahsetmişlerdir. Ne var ki Mor Çatı
Kadın Sığınağı Vakfı, biz feminist
kadınlarca kurulduğu günden beri fiilî olarak sığınakların
ancak aile değil kadın odaklı çalışarak, aileyi
koruyan değil kadınları güçlendiren ve özgürleştiren bir
eksende destek vererek ve dayanışmayı esas alarak
kadınların hayatlarında olumlu etki bırakabileceklerini
biliyoruz.
ŞÖNİMler ve devlete bağlı
sığınaklardaki koşulların
araştırılması amacıyla Anayasanın 98inci ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104üncü ve 105inci
maddeleri uyarınca Meclis araştırması
açılmasını saygılarımızla teklif ederiz.
2.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili
Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirelin, kadına yönelik
şiddetin aile içindeki yansımalarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/52)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kadına yönelik şiddet; cinsiyete dayanan,
kadını inciten, ona zarar veren fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla
sonuçlanma olasılığı bulunan toplum içerisinde ya da özel
yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi
olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü
davranıştır.
Bu tanımdan görüleceği üzere, Türkiye,
kadına yönelik şiddetin en yoğun olarak aile içinde
yaşandığı ülkelerin başında gelmektedir.
Kadına yönelik şiddetin aile içindeki yansımalarının
araştırılması, ev içi şiddetin engellenmesine yönelik
mevcut düzenlemelerin kapsamlı bir şekilde incelenmesi amacıyla
Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzükün 104 ve 105'inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılması için
gereğini arz ederiz.
Çağlar Demirel
Diyarbakır
HDP Grup Başkan Vekili
Gerekçe:
Şiddet, güç ve baskı uygulayarak
insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan
bireysel veya toplu hareketlerin tümü olarak tanımlanmakla birlikte,
kadına yönelik şiddet; Birleşmiş Milletler Genel Meclisi
tarafından 1993 yılında kabul edilen Kadına Yönelik
Şiddetin Yok Edilmesi Bildirgesi'nde "Cinsiyete dayalı olarak
gerçekleşen, kadınlarda, fiziksel, cinsel, psikolojik, herhangi bir
zarar ve üzüntü sonucunu doğuran veya bu sonucu doğurmaya yönelik özel
veya kamu yaşamında gerçekleşebilen her türlü
davranış, tehdit, baskı veya özgürlüğün keyfi olarak
engellenmesidir." şeklinde tanımlanmaktadır.
Dünyada her 3 kadından 1'i hayatında en az
bir kez aile içi şiddete maruz kalıyor. G20 üyesi Türkiye'de bu oran
diğer gelişmiş devletlere oranla çok daha yüksektir. Türkiye
genelinde kadınların neredeyse yarısı şiddete maruz
kalmaktadır. Uzmanlara göre ülke genelinde eşi veya eski eşi
tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların
oranı yüzde 39; yaşadıkları fiziksel şiddeti kimseye
anlatamayan kadınların oranı ise yüzde 48,5'tir. Herhangi bir
sivil toplum örgütüne ve polis, savcılık dâhil hiçbir kuruluşa
başvurmayanların oranı ise ne yazık ki yüzde 92'dir.
Türkiye'de bu konudaki yasal düzenlemeler ise
yetersiz kalmaktadır. Mart 2012'de yürürlüğe giren 6284
sayılı Yasa her ne kadar tamamlayıcı nitelik
taşısa da bazı eksiklikleri mevcuttur. Örneğin yasada aile
koruması ön plana çıkmakta ve kişilik hakları ikinci plana
atılmaktadır. Yani yasa kadın sorunundan çok aile
birliğiyle, ailenin bekasıyla ilgilenmektedir. Yasa aynı zamanda
sığınma evlerinin ülke genelindeki yetersizliğine
değinmediğinden ve bu probleme bir çare aramayışından
ötürü eksiktir. Yasanın kadına şiddeti önleme ve aileyi koruma
adına ayırdığı bütçenin kısıtlı
olduğu da söylenebilir. Bu da Türkiye'nin kadına yönelik
şiddetin önlenmesine ilişkin ne kadar isteksiz ve duyarsız
olduğunun bir göstergesidir.
Kadına yönelik şiddeti yalnızca
fiziksel şiddete indirgemek yanlış olur. Kadınlar özellikle
aile kurumu içinde psikolojik, cinsel ve ekonomik anlamda da şiddete maruz
kalmaktadır. Devlet organlarının kadına karşı
şiddeti önlemeye yönelik etkin bir çalışması
olmadığı gibi, yargı organlarının şiddet mağduru
kadının mağduriyetini katlayacak şekilde failler lehine
yasal indirimler uygulaması sorunun katlanarak büyümesine hizmet
etmektedir.
Ne yazık ki günümüzde kadına
karşı şiddet konusunda duyarlı birkaç sivil toplum örgütü
dışında, toplumdan ciddi bir ses yükselmemektedir ve bu durum
normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Mevcut
düzenlemeler özellikle aile içinde kadına karşı şiddeti
önleme konusunda yetersiz kalmaktadır ve bu hâliyle kadınların
mağduriyetini artırmaktadır. Bu nedenlerle kadına yönelik
ev içi şiddetin kapsamlı bir şekilde incelenmesi, çözüm
yollarının araştırılması için bir araştırma
komisyonu kurulması elzemdir.
3.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili
Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirelin, kadın cinayetlerini
teşvik eden bir mekanizmaya dönüşmüş ceza indirimlerinin
sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/53)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kadın cinayetlerini teşvik eden bir
mekanizmaya dönüşmüş ceza indirimlerinin sonuçlarının
araştırılması, kadına yönelik şiddetin
sonlanması için yapılması gereken hukuksal ve fiili
düzenlemelerin tespit edilmesi amacıyla Anayasanın 98'inci, İç
Tüzükün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılması için gereğini arz ederiz.
Çağlar
Demirer
Diyarbakır
HDP
Grup Başkan Vekili
Gerekçe:
Türkiye'de kadına yönelik şiddet her
boyutuyla giderek daha da artmaktadır. Eril zihniyetin sistematik bir
politikası olan kadına yönelik şiddet toplumsal bir şiddet
olarak ortaya çıkmaktadır. AKP döneminde 2002-2015 yılları
arasında ulaşılabilen bilgilere göre 7.427 kadın
katledilmiştir. Cinsiyetçiliğin ve militarizmin en ağır
şekilde yaşandığı 2015 yılında kadın
cinayetleri de artan militarist ortama paralel bir şekilde yükselmiştir.
Kadınların sistematik bir şekilde öldürüldüğü adı
konulmamış bu savaşta, kadın cinayetleri 2015
yılında en yüksek seviyeye çıkarak son 10 ayda 346'ya
ulaşmıştır. Aynı dönemde 271 transfobik nefret
cinayeti işlenmiştir.
Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte
başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere sivil insanlar öldürülmektedir.
Yaşanan bu süreçte yaratılan militarist ortam eril zihniyetin
güçlenerek sadece çatışmaların olduğu yerlerde değil
Türkiye'nin her yerinde kadın cinayetlerinin artmasına sebep
olmaktadır. Kadın örgütlerinin verilerine göre, artan militarizmle
birlikte kadın cinayetlerinde ateşli silah kullanımı ve
sayısında artış olmuştur. AKP'nin kadını yok
sayan, kadını ikincil gören, kadını aileye ve eve
hapsetmeye çalışan politikaları, zihniyetin
kalıplarını kabul etmeyerek sokaklara çıkan ve mücadele
eden kadınları hedef almaktadır. Varto'da Kader Kevser Eltürk'ün
bedenine yönelik saldırı, eril zihniyetin kadın
düşmanı politikalarını en açık şekilde
sergilemiştir. Kadınları hedef alan uygulamalar, yasalarla
güvence altına alınarak, erkek katillerin korunmasına ve hatta
kadın cinayetlerinin özendirilmesine neden olmaktadır.
Türkiye'de kadın cinayetlerinde uygulanan Türk
Ceza Kanunu'nun 62nci maddesiyle iyi hâl indirimi düzenlenmiş olup, fail
yararına cezayı hafifletecek "takdiri" nedenlerin
bulunması hâlinde cezada indirime gidilmesi hüküm altına
alınmıştır. İyi hâl indirimi hukuken TCK'da
düzenlenirken Türkiye'de kadınların katledilmesinin
meşrulaştırılması ve cezasızlık
politikasının yürütülmesi için bir araç hâline gelmiştir.
Hâkimin takdirine bırakılan durumlarda, yargıda yer alan eril
bakış açısıyla birlikte, kadınları öldüren
erkeklerin korunması yönünde takdir kullanılması
kaçınılmaz olmaktadır. Yasal güvence olsa dahi uygulanan ceza
indirimleriyle, kadın cinayetlerinin artarak devam etmesine hizmet
etmektedir. Kadın cinayetlerinden basına yansıyanların
neredeyse hepsinde ceza indirimlerinin uygulandığı
bilinmektedir. Kadınların "tayt giymesi", erkeğin
mahkemede "takım elbiseli" olması gibi gerekçelerle verilen
indirimler kadın cinayetlerinin özendirilmesi ve erkeklerin yasalarca
cesaretlendirilmesi demektir.
Dolayısıyla, kadın erkek
eşitliğinin sağlanması için yasa değişiklikleri
yeterli değildir, eril zihniyetin köklü bir şekilde dönüşmesi,
sistematik bir şekilde yürütülen cinsiyetçi politikaların son
bulması ve toplumsal olarak kadın özgürlüğüne dair
dönüşümün yaşanması gerekmektedir. Ancak bu zihniyet
dönüşümüyle birlikte, pratikte kadınların katledilmesini
teşvik eden yasaların değişmesi önemli bir adım
olacaktır. Kadınları katleden erkeklerin ödüllendirilmesine
sebep olan ceza indirimlerinin önüne geçilmesi en aciliyet taşıyan
konu hâline gelmiştir. Bu amaçla kadın cinayetlerini teşvik eden
bir mekanizmaya dönüşmüş ceza indirimlerinin sonuçlarının
araştırılması, kadına yönelik şiddetin
sonlanması için yapılması gereken hukuksal ve fiili
düzenlemelerin tespit edilmesi için bir araştırma komisyonu
kurulmasını önermekteyiz.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç
Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
Buyurun:
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır
Milletvekili Çağlar Demirel ile Diyarbakır Milletvekili İdris
Baluken tarafından, derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin
yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel
uzantılarının deşifre edilmesi, açığa
çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde yargılanması
amacıyla 30/12/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 7 Ocak 2016 Perşembe
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin
aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulunun 07/01/2016 Perşembe günü (Bugün) yaptığı
toplantısında, toplanamadığından grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzükün 19uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
İdris Baluken
Diyarbakır
Grup Başkan Vekili
Öneri:
30 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır
Milletvekili Grup Başkan Vekili Çağlar Demirel ve Diyarbakır
Milletvekili Grup Başkan Vekili İdris Baluken tarafından verilen
(425 sıra numaralı) "Derin devlet yapılanmalarının
Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel
uzantılarının deşifre edilmesi, açığa
çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde
yargılanması" amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine
verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin, Genel Kurulun
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,
07/01/2016 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda okunması
ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Halkların Demokratik Partisi
Grubu önerisi lehinde ilk söz Mardin Milletvekili Mithat Sancara aittir.
Süreniz on dakikadır.
Buyurunuz Sayın Sancar. (HDP
sıralarından alkışlar)
MİTHAT SANCAR (Mardin) Teşekkürler
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri gündemden hiç düşmeyen bir kavram
ve konu derin devlet. Maalesef, bugün de aynı
ağırlığıyla gündemimizde yerini koruyor. Nedir bu
derin devlet? diye sorduğunuzda, önce bir zihniyettir. Hukuk
tanımayan, kendi yarattığı devlet menfaatlerini her
şeyin üstünde tutan, tuttuğunu iddia eden, bunlar tehlikeye
düştüğü zamanlarda her türlü yönteme başvurmayı mübah sayan
bir zihniyettir. Hukuku, kendi çıkarlarına dokunduğu zaman,
kendi tayin ettiği devlet çıkarlarını
korumadığını düşündüğü zaman devre
dışı bırakan bir zihniyettir. İlla, mutlaka içeride
bir yasa dışı örgütlenmeye, devlet içinde bir yasa
dışı örgütlenmeye gitmesine de gerek yoktur. Bizatihi devletin
görünen kurumlarını hukuka bağlı olmayacak şekilde
işletmek de bu derin devlet zihniyetinin bir yansımasıdır.
Derin devlet zihniyetinin pek çok örneğini, örgütsel
yansımalarını da gördü bu ülke. Gladyoları
tartıştı, gladyoları konuştu; Ergenekonu
konuştu, konuşuyor; JİTEMi konuştu, konuşuyor ama
konuşmak bunlarla baş etmeye, bunları tasfiye etmeye yetmiyor.
Bunları tasfiye etmek ne demek? Türkiyeyi çağdaş anlamda bir
demokratik hukuk devleti hâline getirmek demektir. Türkiyeyi kurallara
bağlı, hukuka bağlı, devletin bütün organlarının
hukukla kayıtlı olduğu bir düzene, bir sisteme kavuşturmak
demektir. Kararların burada alındığı bir demokratik
parlamenter sisteme dönüştürmek demektir. Bunu
yapmadığınız zaman, burada karar
aldığınızı sanırsınız ama asıl
kararları başka yerlerde alırlar ve siz kendinizi Hükûmet
sanırken o kararları elinize tutuştururlar, o kararları
icra etmekle görevlendirirler. Siz istediğiniz kadar millî iradeyi temsil
ettiğinizi, millet adına hareket ettiğinizi iddia edin,
eğer bu yapıyı ve zihniyeti tasfiye etmezseniz, o yapı ve
zihniyet sizi kendi aracı hâline hızla getirir.
Çoğu iktidar, derin devlet
yapılanmalarını, gladyoyu, çeşitli örgütleri, Ergenekonu,
JİTEMi kullandığını sanır. Kendi
iktidarını sürdürmek için onları tetikçi gibi
kullandığına inandırır kendini. Ama ilk başta
size bu inancı veren o yapılanmalar kısa süre sonra birden sizi
kendi tetikçileri hâline getirirler; karar mercileri onlardır, irade
onlardadır, siz onların basit tetikçileri hâline getirilirsiniz.
Türkiye tarihinin yakın dönemlerinin derin
devlet konusundaki en çarpıcı olayı Susurluk kazasıdır
şüphesiz. Susurluk kazasında ilk defa bu kadar çıplak bir
şekilde karşımıza çıktı bu derin devlet
yapılanması. Derin devlet dediğimiz zaman sadece kendi içinde,
resmî olmayan ya da yarı resmî birimler, kişiler kullanan bir
örgütlenme kastetmiyoruz. Bir kere bu yola girdiğinizde her türlü
ilişkiye, her türlü kirli kişiyle ilişkiye de girmeye bir süre
sonra mecbur kalırsınız, Susurluk bize bunu göstermişti.
Derin devlet zihniyeti devam ettiği müddetçe kirli ilişkilerden
kaçamazsınız, bir süre sonra o kirin, o batağın tam
ortasında ya da en derininde bulursunuz kendinizi.
Tabii, şaşırtıcı olan, AK
PARTİnin derin devlet konusunda kurulduğundan ya da Hükûmet
olduğundan bu yana izlediği çizgidir, ibret verici bir çizgidir.
1997de 28 Şubat darbesinin ardından derin devlete söylemediğini
bırakmayanlar, derin devletten kurtulmak gerektiğini iddia edenler
adım adım iktidara yerleştikçe, iktidarlarını
sağlamlaştırdıkça derin devletin söylemlerini, dilini ve
yöntemlerini kullanmaya başladılar. Derin devleti tasfiye etmek adına
yola çıkanlar, bugün derin devletin bütün terimlerini ve bütün
yöntemlerini rahatça kullanıyorlar, burada derin devlete ilişkin her
sözümüze birden, devletin sahipleri refleksiyle tepki gösteriyorlar, sadece
Mecliste değil, Hükûmette de öyle yapıyorlar, Cumhurbaşkanı
da aynı şeyi yapıyor. Dönün bakın dün kullanılan
sözlere Ya devlet başa ya kuzgun leşe! Bunu size, sizlere, sizlerin
temsil ettiği sosyolojiye onlarca kez söylediler, yüzlerce kez söylediler;
sizi şeriatçı, sizi devlete karşı bir tehdit olarak
gösterdiler ve size karşı da Ya devlet başa ya kuzgun leşe!
sloganını kullandılar. Bunun ne anlama geldiğini hâlâ
vicdanını koruyanlar çok iyi bilirler. Bunun anlamı şudur:
Biz istediğimizi yaparız, güvenlik kuvvetlerine de istediği
yetkiyi veririz, güvenlik kuvvetleri dışında resmî olmayan
örgütler de kurarız ve iktidarımızı sürdürmek için her
türlü yolu mübah görürüz. Makyavelizmin doruğudur bu, kirliliğin
kaçınılmaz olduğu bir yoldur bu. Bu yolun
çıktığı tek yer var; ünlü bir siyaset bilimci bu yolun
çıktığı noktayı iki kavramla ifade ediyor: Kan ve kir.
Kanlı ve kirli bir durağa, bir istasyona kaçınılmaz olarak bu tren
sizleri götürür eğer bu zihniyete sarılmaya, bu zihniyeti savunmaya
devam ederseniz.
Bugün sokağa çıkma yasağı
uygulanan yerlere bakın. Esedullah timleri diye imza atan kişiler
var orada görev yapan. Kimdir bunlar diye soruyoruz, haftalardır
soruyoruz, neden açıklamıyorsunuz? Kimleri istihdam ediyorsunuz
orada? Devletin ilkokullarında, devletin diğer resmî binalarında
JÖH ve PÖH diye imza atan, Jandarma Özel Harekât ve Polis Özel Harekât
diye imza atan, Kürtlere ırkçı küfürler eden, orada intikam
anlayışıyla, intikam hırsıyla bulunduklarını
gösteren gruplar var; kimdir bunlar? Nasıl oldu da bu noktaya
gelebildiğinizi lütfen sorun kendinize. Nasıl oldu da derin devletin
dilini bu kadar kolay benimsediniz ve derin devletin devamını bugün
başka örgütlerle, esedullahla, Jandarma Özel Harekâtta yuvalanan
birimlerle, Polis Özel Harekâtta yuvalanan birimlerle sürdürüyorsunuz?
Eğer derin devletin trenine binmişseniz,
önce hukuku kaldırırsınız. Bu yolun devamında, 3-5
kilometre ya da 3-5 istasyon sonra aklınızı devre
dışı bırakırsınız. Sonra, diğer durakta
geleceğiniz istasyon, vicdanınızı askıya almaktır.
İnkâr edeceksiniz, bunları söyledik diye
bizlere kızacaksınız ama dönün ve yüzleşin. Bakın,
derin devlet bu ülkeye, derin devlet zihniyeti bu tür ülkedeki insanlara hangi
acıları miras bıraktı, hangi tahribatları yarattı
ve bugün hangi bedelleri ödetiyor bize?
Evet, biz bunların
araştırılması için önerge verdik, geçmişte de önerge
verdik, şimdi yine veriyoruz. Eğer gerçekten bunların
bulunmadığına inanıyorsanız, eğer siz Derin
devleti sahiplenmedik, biz demokratik devletin savunucusuyuz. diyorsanız
bu önergeye evet oyu kullanın.
Gelin, birlikte araştıralım. Daha
önce Meclis bunun güzel örneklerini verdi: Susurluk Komisyonu kurdu; bütün
zorluklara rağmen, pek çok faili meçhul cinayetin belgelerini, bilgilerini
ortaya çıkaran faili meçhul cinayetler komisyonu kurdu. Şimdi bu
kadar büyük tahribatlar yaşanırken, bu kadar ağır insan
hakları ihlalleri yaşanırken, bu kadar ağır
insanlık suçları işlenirken Meclisi devre dışı
bırakmak, bizatihi derin devlet zihniyetini yükseklere çıkarmak
demektir, o bayrağın taşıyıcılığını
bugün sürdürmek demektir. O nedenle, gelin, bu karanlığı böyle
bırakmayalım. Karanlıkta bıraktığımız
sürece, siz derin devleti kullanarak iktidarınızı korumaya
aldığınızı sanırken derin devlet sizi kendi
tetikçisine, kendi oyuncağına çevirecektir. Gelin, bunları
birlikte araştıralım. Meclis harekete geçsin. Hiçbir derin
devlet yapılanmasına, hiçbir kirli zihniyete izin vermeyecek bir yolu
birlikte kuralım. Bu Meclis bunu başarabilir, buna inanıyoruz,
yeter ki vicdanına kulak versin değerli milletvekilleri. Bu yolda
bugün irade göstermezseniz, yarın vicdanlı insanların bu
konudaki iradesini bastıramayacağınıza da inanıyorum
ve bu duygularla sizleri selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Sancar.
Halkların Demokratik
Partisi Grubu önerisi aleyhinde ilk söz, Ankara Milletvekili Murat Alparslana
aittir.
Buyurun Sayın Alparslan.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
MURAT ALPARSLAN (Ankara)
Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; hepinizi
saygıyla sevgiyle selamlıyorum. HDPnin görüşülmekte olan grup
önerisi aleyhine partim adına söz almış bulunmaktayım.
Değerli arkadaşlar,
bu ülke, bu millet, bu devlet şanlı bir tarihe, köklü bir medeniyete,
zengin bir kültüre sahip kadim bir devlet geleneğinden gelmektedir;
maalesef, bugüne kadar çok ağır bedeller, acı tecrübeler
yaşamıştır, bedeller ödemiştir tarihinde. Biz hep, kurulduğu günden
itibaren Hâkimiyet, bilakayduşart milletindir. ilkesi mucibince
Meclisimizi, devletimizi, çalışmayı arzu ettik ve onun gayreti
içerisinde olduk. Ama maalesef, zaman zaman millet iradesi üzerinde egemenlik
kurmaya çalışanların, milletin iradesine ipotek koyanların,
ayağına pranga bağlayanların olduğunu da üzülerek
gördük.
İşte AK PARTİ, adına ister
vesayet denilsin ister çete denilsin ister kirli tezgâh ve tertip denilsin,
millet iradesi ve egemenliği üzerinde oluşturulmaya
çalışılan her türlü, bu tür tahakküm altına almaya
çalışma gayretlerine karşı dik bir duruş ortaya
koymuştur. Daha önceden var olan, milletin devleti için var olduğu
gerçeğini bir tarafa bırakarak Devlet, millet içindir. düsturuyla
siyaset üretmiş, İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın. diyerek her türlü işinde, eyleminde insanı,
bireyi esas almıştır. Meseleleri tartışırken,
değerlendirirken olgusal yaklaşmak, meselelere objektif bakmak böyle
kolaycı ve toptancı bir yaklaşımdan öte, tamamen bilgi
üzerinden değerlendirmeler yapmak daha iyi tahliline ve
anlaşılmasına da sebep olacaktır.
Maalesef, Türk siyaset tarihinin en büyük zaman
kesimlerinden birini derin devlet tutsak almıştır. Derin devlet
belki devletin ta kendisi değildir ancak o devletin veya devletin herhangi
bir kurumunun içerisinde kümelenmiş gayrimeşru, hukuk
dışı, illegal yapılanmaların hukuk
dışındaki, yetkilerini aşmak suretiyle ortaya
çıkardıkları ve oluşturdukları çetelerdir, illegal
yapılanmalardır.
AK PARTİ, işte yakın tarihimizde
belki ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan bu derin devlet
yapılanmasının ana damarlarından vesayet kurumuna ciddi bir
karşı duruş ortaya koymuş ve derin devletle büyük bir
mücadele başlatmıştır. Bu kapsamda yasal düzenlemeler
yapılmış, pek çok alanda anayasal, yasal, uluslararası
mevzuat da taranmak suretiyle uluslararası örgütler ve standartlar da
dikkate alınarak pek çok değişiklik
yapılmıştır.
Yine, AK PARTİ döneminde, darbeleri
araştırma komisyonu kurulmak suretiyle bu derin devlet yapılanmaları
üzerinden millet iradesi üzerine tasallut olan güçlerle bir mücadele süreci
başlatılmıştır.
Bilgi Edinme Yasası çıkarılmak
suretiyle daha şeffaf, daha anlaşılabilir bir devlet
yapılanması öngörülmüştür.
İnsan Hakları Kurumu
oluşturulmuştur.
Ve yine, işkenceye sıfır tolerans bir
şekilde getirilmek suretiyle işkenceyle mücadele yapmak,
işkenceye bir şekilde karışmış kamu
görevlilerinin yargılanmasını sağlamak için zaman aşımı
da kaldırılmak suretiyle büyük bir reform ortaya konulmuştur.
Tabii bunlar yapılırken devletin özgürlükçü anlamda hem kurumsal hem
de bireysel bir rahatlatma ortamı sunma gayretleriyle beraber, güvenlik
tedbirlerinin de bir dengede yürütüldüğünü çok net bir şekilde
görüyoruz.
Maalesef, derin devlet, PKK üzerinden sivil siyaset
alanını daraltma gayreti içerisindedir. AK PARTİyle ilk defa
başlatılan bu mücadelelerle bu tür oluşumlarla da ciddi bir
mücadele yapılmaktadır. İşte bunları konuşurken
hamasetten uzak, slogandan uzak, belki retorik yapmadan meseleleri tahlil etmek
ve bu bağlamda yaklaşmak, belki anlamamıza ve çözümleri
oluşturmamıza da daha ciddi bir katkı sunacaktır.
Değerli arkadaşlar, tabii ki bu millet, bu
ülke, bu devlet geçmişte pek çok kirli tuzakların karanlık
dehlizlerinden geçmiş, pek çok olayla milletin iradesi ipotek altına
alınmaya çalışılmış, milletin bir şekilde
menfaati değil, daha farklı karanlık ve şer odakların
bir şekilde istekleri ve arzuları üzerinden bir devlet nizamı oluşturulmaya
çalışıldığı dönemler olmuştur. Ancak AK
PARTİyle beraber, başta vesayet kurumları olmak üzere, vesayet
kurumlarını da kullanan illegal yapılanmalar ve terör
örgütleriyle büyük bir mücadele yapılarak başarılı
adımlar atılmış ve atılmaya da devam edilmektedir.
Derin devlet yapılanmasının en büyük
ilacı, hiç tereddütsüz, katılımcı, güçlü, çoğulcu bir
demokrasidir. Bizler demokrasimizi ne kadar güçlendirirsek, demokrasimizin
standartlarını ne kadar uluslararası standartlara getirirsek bu
tür karanlık güçlerle ve illegal yapılanmalarla mücadelemiz de o
derece başarılı olacak ve millet, iradesine, egemenliğine
daha hâkim bir şekilde, geleceğini çok daha rahat inşa
edecektir. İşte bunun için de değerli dostlar, her türlü
tavrımızda, her türlü iş ve eylemlerimizde millî olmak, millî
bir duruş sergilemek son derece önemlidir çünkü millet iradesine oynanan
oyunları bozabilmek için de millî ve yerli bir duruş ortaya koymak
suretiyle milletin diliyle konuşabilmeyi, milletin gözüyle meselelere
bakabilmeyi, milletin gönlüne dokunabilmeyi ve milletin hassasiyetlerini öne alabilmeyi
başarabilmek durumundayız.
O sebeple, değerli dostlar, biz, milletin
iradesi üzerine oynanan oyunları bozmak ve o kirli senaryoları
boşa çıkarmak için de her zaman milletin hizmetkârı olmayı,
milletin güçlenebilmesi, demokrasimizin çıtasının ve
standartlarının daha da yukarı taşınabilmesi için
ciddi bir gayret ortaya koyuyoruz. Belki, devlet içerisindeki ve devlet
kurumları içerisindeki bu yapılanmaların uluslararası
birtakım taşeronlarla birlikte iş birliği yaparak özellikle
PKK ve paralel yapıyı da bir maşa olarak kullanmak suretiyle bir
vesayet oluşturmak, bir nümayiş çıkarmak, halkı kin ve
nefret üzerinden kamplara bölmek, kaos çıkarmak, birtakım
sıkıntılar oluşturmak suretiyle bizim bin yılı aşkın
sürede oluşan kardeşlik hukukumuzu bozma çalışmalarına
topyekûn karşı durmak, her türlü siyasi angajmanlarımız,
meselelere yaklaşımlarımızdaki her türlü farklı
tavırlarımız ve tandanslarımız bir tarafa, çok daha
bütüncül, barışçıl ve kardeşlik hukukunu öne çıkaran
bir tavrı yerli ve millî olarak ortaya koymak durumundayız.
İşte bugün, Yasin Börü kardeşimizin
duruşmasının da yapıldığı bir günü hep
beraber yaşıyoruz. Bundan belki yıllar önce, 6-7 Ekim
olaylarıyla başlayan ve ülkemizi yine bir karanlık buhrana
çekmek gayretleriyle ortaya çıkan bu kaos planlarının da
işte bu derin devlet yapılanması ve kendi içerisindeki derin
devlet yapılanmasının da maşası ve oyuncağı
olan PKK ve belki eş güdümlü bir şekilde paralel
yapılanmanın da iş birliğiyle ortaya
çıkardığı bu kaos sonrasında, başta Yasin Börü
olmak üzere Hüseyin Dadak, Hasan Gökgöz, Riyad Güneş kardeşlerimiz de
maalesef, şehit oldular, vefat ettiler. Başta bu isimler olmak üzere,
tüm derin devlet yapılanmalarının ve terörün
mağdurlarına da rahmet diliyorum. Hiç tereddütsüz, yapanın
yanına kâr kalmayacak ve bu olaylara karışan herkes mutlaka,
devletin hukuk ve adalet önüne çıkarması suretiyle
karşılığını bulacak ve cezasını
çekecektir.
Değerli
dostlar, kıymetli arkadaşlar; bizler Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir. lafzının altında
çalışan bir Meclisin mensuplarıyız. İşte, bu
düstur mucibince her birimiz her daim millet için siyaset üretmek, milletin
hizmetkârı olmak, millet iradesi ve egemenliği üzerinde her türlü
tasalluta ve tavassuta karşı durmak, bu anlamda da her daim millî
olmak, yerli olmak, bir ve beraber olmak durumundayız. Bunu
başardığımız takdirde, son derece güçlü ve büyük ülke
olma yolundaki adımlarımızı daha somut atacak ve
inşallah, çok daha iyi günlere hep beraber gideceğiz.
Ben hepinizi
tekrar saygıyla selamlıyor ve HDP grup önerisi aleyhinde
olduğumuzu ifade ederek saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Alparslan.
Halkların
Demokratik Partisi Grubu önerisi lehinde ikinci söz, Kocaeli Milletvekili
Haydar Akara aittir.
Buyurun
Sayın Akar. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakikadır.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Derin devlet
hakkında HDP Grubunun vermiş olduğu araştırma önergesi
üzerine söz almış bulunuyorum.
Tabii, derin
devlet Türkiyenin sadece bir bölgesinde değil, Türkiyenin tüm
bölgelerinde özellikle 1950den sonra uygulanan bir yöntem.
Biraz evvel AKP adına konuşan
konuşmacı da burada bir derin devletten söz ederken -derin devlet
zamanın her aşamasında olmuştur-
karşısındaki, beraber siyaset yaptıkları, birlikte
Türkiyeyi dizayn ettikleri iş birlikçilerini derin devlet olarak tanımlıyor.
Tamam, onlar derin devlet, onları anladık da siz bu iş
birliğini yaparken derin devletin neresindeydiniz, bunu da sormak en
doğal hakkımız diye düşünüyorum.
26ncı Dönem 17 Kasımda açıldı.
17 Kasımdan bugüne kadar, birinci önceliğimiz Türkiye'nin
problemlerini çözmek olmalı diye düşünüyorum. Türkiye'nin
problemlerini evet çözeceğiz ama Türkiye'nin problemlerinin sadece
terörden ibaret olmadığını hep birlikte biliyoruz.
Nedir Türkiye'nin problemleri? İşsizlik
problem, Roman kardeşlerimizin yaşam koşulları bir problem,
Türkiyede 4/Cler, 4/Bler problem, yine, üretimin olmaması problem,
yoksulluk problem. Birçok problemden söz etmek mümkün.
Peki, çözülmüş mü bu problemler? On üç
yıllık, on dört yıllık AKP iktidarları döneminde
çözülmüş mü? Bunların hiçbirinin çözülmediğini, tek tek maddeler
hâlinde konuşursak göreceğiz; ona değinmeyeceğim. Mesele,
en önemli mesele terör. Terörü konuşuyoruz 17 Kasımdan bu yana. HDP
önergeler veriyor, araştırma önergeleri veriyor, işte AKPnin
oylarıyla reddediliyor ama birlikte yola
çıkmıştınız, 24üncü Dönemde birlikte barış
süreci başlattınız, İmralı süreci
başlattınız, Kandil süreci başlattınız ama
şimdi birbirinizi öyle bir dille yeriyorsunuz ki bu barışı
yakalamak bu dille mümkün değil; ne AKPnin diliyle mümkün ne HDPnin
diliyle bu barışı yakalamak mümkün değil arkadaşlar.
Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisinde biz
barışı yakalayamıyorsak, AKP, MHP, CHP, HDP
barışı yakalayamıyorsak bilin ki sokakta da barış
olmayacak demektir arkadaşlar.
Onun için de ne yapmamız gerekiyor? Burada bir
millet olmamız gerekiyor önce. Milletin subjektif tanımına
bakalım, okumak istiyorum; hocamlar gibi ben sosyolog değilim, onun
için de okuyarak daha net olur diye düşünüyorum: Aynı topraklar
üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve
görenek birliği, ortak gelecek ideali olan topluluklardır. diyor
millet.
Şu hâlimize bakın, 17 Kasımdan bu
yana veya öncesine bakın.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Maalesef.
HAYDAR AKAR (Devamla) - Biz bir millet miyiz? Basit,
4 tane kategoriye ayırayım hemen: Sekülerler, muhafazakârlar, Kürt
milliyetçileri, Türk milliyetçileri.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Ne
alakası var! Biz milliyetçi falan değiliz.
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya)
İşine bak sen, işine!
HAYDAR AKAR (Devamla) - Bunlar aynı anda
aynı duyguyu hissetmiyorlar, aynı ortak tarihi yaşamaktan
uzaklaşmışlar. Onun için, Ankarada 102
vatandaşımız öldüğünde Konyada
ıslıklıyorlardı. 10 Kasımı, Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu olarak hep birlikte, ona bir vefa borcu olarak anarken
bir başka grup da 10 Kasımı kurtuluş olarak görüyor bu
ülkede ve ülkenin Cumhurbaşkanı, 10 Kasımı kurtuluş
olarak görenleri baş tacı edip onu piyasaya pazarlıyor. Böyle
bir durumla karşı karşıyayız.
Şimdi, nasıl geldik bu hâle? 2002den bu
yana, AKP iktidarları dönemindeki ötekileştirme, AKP iktidarları
tarafından mezheplere yapılan vurgu, ırklara yapılan vurgu
bizi bu hâle getirdi. Evet, bu kürsü sadece Türklerin ve Kürtlerin kürsüsü
değil arkadaşlar
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Mezurayla
kafatası ölçtünüz! O tarihe git bak, o tarihe.
HAYDAR AKAR (Devamla) Susar mısın
lütfen! Sus lütfen!
Bu kürsü Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan tüm
etnisitelerin kürsüsüdür. Bunlardan biri de benim.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Milletin
kürsüsü.
HAYDAR AKAR (Devamla) Bu ülkede sadece Kürtler ve
Türkler yaşamıyor. Bunu bilerek bu kürsüye geldiğinizde, ortak
problemlerimizi çözmek üzere öneriler getirmekte fayda olduğunu
düşünüyorum.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Bravo!
İnşallah!
HAYDAR AKAR (Devamla) Şimdi, 1984ten bu yana
bunları yaşıyoruz. Aynı AKP grubu, 24üncü Dönemde, bizi
barışa düşman olmakla, barışı sabote etmekle,
barışı istememekle suçluyordu, şimdi yeni grupta tam
farklı şeyler söylüyorlar. Bütün yeni AKP grubu milletvekili arkadaşlara
sesleniyorum: Lütfen, 24üncü Dönemdeki arkadaşlarınızın bu
kürsüden yaptığı konuşmaları, gazetelere vermiş
oldukları beyanları, nasıl o İmralı diye, Kandil
diye taktığınız
Tarihte bir ilk; benim çok hoşuma
gitti, bir arkadaşım söyledi, bir ada adıyla anılması,
bir dağ adıyla anılması olayların, ilk defa burada
oluyor. Nasıl övgüler yağdırdığınızı,
nasıl devlet adamı rolleri biçtiğinizi hepimiz biliyoruz ama
1984ten bu yana, defalarca bu ülkede barış veya ateşkes
yapıldı, defalarca bunlar bozuldu, hiç kimse
Şimdi,
sonuçlarını konuşuyoruz, ölen kardeşlerimizi
konuşuyoruz, ölen annelerimizi konuşuyoruz, ölen
çocuklarımızı konuşuyoruz, ölen askerlerimizi,
polislerimizi, güvenlik güçlerimizi konuşuyoruz. Niye bu noktaya
geldiğimiz konusunda en ufak bir yorum yapmıyoruz bu kürsüden;
konuşmuyoruz, nasıl çözeceğimizi de söylemiyoruz. Sadece
yaptığımız iş, yermek ve sonuç olarak önümüze konan
şeyleri konuşmak, konuşmak. Tarihten ders
almadığımız görülüyor. Bugün gazetelerinize bakıyorum:
O 8 tane havuz medyası, milyon dolar verilen gazeteleriniz aynı
olaydaki ölü sayısını bile farklı gösteriyor aynı
1984te, aynı 1989da olduğu gibi. Ne diyorlar biliyor musunuz?
Kandili yerle bir ettik., Teröristlerin kaçacak deliği kalmadı.,
Şu kadar oldu, bu kadar oldu. 50 bin kişi kaybettik, kaybetmeye
devam ediyoruz. Demek ki 1989 ağzıyla, demek ki 1990lı
yılların ağzıyla bu işlerin çözülmediğini,
çözülmeyeceğini hepimiz beraber fark etmek zorundayız, görmek
zorundayız. Bunu gördüğümüz gün, çözülmeyeceğini gördüğümüz
gün bu işi başaracağız, tekrar birlikte yaşamı
inşa edeceğiz diye düşünüyorum.
Bakın,
1989dan iki örnek vermek istiyorum. O gün köylerde insanlar, sivil insanlar
öldürülüyordu, o gün bu Mecliste araştırma önergeleri veriliyordu.
Örneğin, Yoncalı köyü. Hakkâride Bir Mevsim filminin
çekildiği köy, bu köy. Sivil köylüler öldürülüyordu çünkü o tarihteki
PKKnın uygulamaları neydi? Yurt dışından geliyor,
yurt içinde eylem yapıyor, daha çok kırsalda yapıyordu;
şimdi şehirde yapıyor. Yine, 1989da Derebaşındaki
sivil vatandaşların, sivil köylülerin öldürülüşünü söylemek
istiyorum. Bugünden ne farkı var? O gün köylerde öldürülüyordu sivil
vatandaşlar, bugün şehirlerde öldürülüyor. Devletin görevi, hukuk
devletinin görevi sivil vatandaşların yaşam hakkını
sağlamaktır.
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Aynen öyle.
HAYDAR AKAR
(Devamla) Eğer bir devlet sivil vatandaşlarının,
çocuğunun, evladının, annesinin anayasal olan yaşam
hakkını savunamıyorsa bir bölgede, bilin ki orada
egemenliğini kaybetmiş demektir, egemenliğini terk etmiş
demektir.
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Aynen öyle.
HAYDAR AKAR
(Devamla) AKP hükûmetleri döneminde nasıl kaybetti egemenliğini,
nasıl terk etti egemenliğini devlet? Söyleyeyim: Evet,
barış yapılmalı, hep de söyledik bunu ama
yapacağınız yöntemin yanlış olduğunu söyledik,
yerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu söyledik, bunların
hepsini söyledik ama siz ne yaptınız? Alandan çekildiniz, emniyet
güçlerine, askerinize, valinize Aman ha, dokunmayın. dediniz. Dünyada
örneklerine bakın, bu kürsüden defalarca verildi. Sri Lanka hariç her tarafta,
devletler barış sürecinde, müzakere sürecinde alandan çekilmezler, o
günkü anayasalara, yasalara aykırı bir eylem varsa onun
cezasını verirler, hukuk kanalıyla verirler. Siz alanı terk
ettiniz.
Bakın, siz alanı terk edince ne oldu: Bir,
insan kaynaklarını güçlendirdiler. Sadece Kocaeli Üniversitesinde
2015te 284 öğrenci PKKya katıldı.
Niye katıldı arkadaşlar? On üç
yıldır, on dört yıldır devleti siz yönetmiyor musunuz?
Eğer siz yönetiyorsanız, bu öğrencilerin, üniversitedeki
öğrencilerin, yöredeki gençlerin PKKya niçin
katıldığını ve gerçekleri anlatmak, o gerçekleri
tespit ederek onların çözümlerini de üretmek zorundaydınız.
Neredeydiniz siz bunu yaparken? PKK lojistik desteğini artırırken,
mühimmat stokunu artırırken siz neredeydiniz?
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Seksen
senedir sen neredeydin? Onu konuş, onu!
HAYDAR AKAR (Devamla) - Siz neredeydiniz, siz? Sen
şoförlüğünü yapmaya devam et! Anlamazsın sen bu işlerden!
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) On üç
yıllık merhamet hareketini değil, seksen yıllık CHPyi
konuş.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, kürsüdeki
hâtibe müdahale etmeyelim.
HAYDAR AKAR (Devamla) Şimdi, 1968den beri
648 tane terör örgütü üzerinde inceleme yapılmış. 648 terör
örgütünün yüzde 40ı polisiye yöntemlerle, yüzde 7si askerî yöntemlerle,
yüzde 43ü de siyasi anlaşmalarla çözülmüş, yüzde 10u da
teröristlerin zaferiyle sonuçlanmış. Polisiye ve askerî yöntemle
çözülenlere baktığınızda, bunların 3-5 kişilik
gruplardan, aktivistlerden oluşan, arkasında halk ve siyasi destek olmayan
terör örgütleri olduğunu görüyorsunuz. Demek ki bunun yöntemi silahla
çözüm değil.
Buradan Hükûmete sesleniyorum, buradan HDPye de
sesleniyorum, buradan bütün gruplara sesleniyorum: Bu ülkede Kürtüyle,
Türküyle, Gürcüsüyle, Lazıyla, Çerkeziyle birlikte yaşayacaksak
ve bunları, ırklarımızı asla konuşmayacaksak
çözümü burada üretmek zorundayız. Eğer burada çözüm üretemezsek bilin
ki bu ülkede barış olmaz, bilin ki bu ülkede kardeşlik olmaz.
Bu gerçeklikten yola çıkarak inşallah,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet Halk Partisinin önerdiği
şekilde bu çözümü üretir ve kardeşçe yaşamaya devam ederiz
diyorum.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Halkların Demokratik Partisi
Grubu önerisi
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan
İDRİS BALUKEN (Devamla) Sayın
Başkan, açık bir sataşmada
BAŞKAN Söz sizde ama Sayın Akçay.
Dilerseniz, zaten, şu anda söz sırası sizde.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Bizim de
söz talebimiz var Sayın Başkan. Sataşma var.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Evet, kürsüye
çıkacağım ama on dakikalık süremizin üç, beş
dakikasını herhâlde cevaba ayıracak değilim Sayın
Başkan.
Lütfen, sataşmadan dolayı önce iki
dakikalık süreyi vermenizi istirham ediyorum.
BAŞKAN Vereyim de, ne dedi tam olarak? Ben özür
diliyorum, onu
ERKAN AKÇAY (Manisa) Efendim, yani, HDP'ye dönerek
Kürt milliyetçileri
ERKAN HABERAL (Ankara) Ülkücü olmaya karar
vermiş Haydar Bey!
ERKAN HABERAL (Manisa) Türk milliyetçileri diye
bir ayırıcı ve kamplaştırma söylemi geliştirdi,
bir sataşmada bulundu.
İDRİS BALUKEN (Devamla) Haydar, herkese
sataştın!
BAŞKAN Buyurun Sayın Akçay, iki dakika
süre veriyorum.
Lütfen, başka bir sataşmaya meydan
vermeyelim.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, Kocaeli
Milletvekili Haydar Akarın HDP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi
Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması
ERKAN AKÇAY (Manisa) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Tabii, bizim kimseye sataşma niyetimizin olmadığını
biliyorsunuz Sayın Başkan. Sayın Akar, konuşmasında
âdeta tam bir ötekileştirme ve ayrımcılık yapar gibi,
kamplaştırmaya yönelik ifadelerde bulundu. İfadesini fevkalade
yanlış ve maksadını aşan bir ifade olarak
değerlendiriyorum. Sayın Akar konuşmasında Cumhuriyet Halk
Partisinin altı okundan birinin milliyetçilik olduğunu
sanırım unutarak konuştu, onu da hatırlatmak istedim ki
milliyetçilik ırkçılığın panzehiridir. Biz, Türk milleti
olarak tasada, kıvançta ortak, beraber ağlayan, beraber gülen milletin
evlatlarıyız.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak -adını
aldığımız kavram olduğu üzere- milliyetçiliği
merkezine alan ve millet merkezli siyaset yapan bir siyasi partiyiz. Ve size
büyük Atatürkün Türklük tanımı da hatırlatırım ki
biz Türk milliyetçileri ve Milliyetçi Hareket Partililerin de Türklük
tanımı bu şekildedir. Bizim milliyetçilik
anlayışımızda, Türk milliyetçiliği
anlayışımızda asla ırklara, etnik gruplara vesaire
-veya mezhebi, her ne olursa olsun- ayrımlara yer yoktur,
milliyetçiliği birleştirici bir unsur olarak görürüz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) O da aynı şeyi
söyledi Sayın Akçay, aynı şeyi söyledi.
ERKAN AKÇAY (Devamla) Bu düşüncelerle
hepinize saygılar sunarım.
Konuşmama da biraz sonra gelirim.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Akçay.
Sayın Baluken
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan, aynı gerekçeyle; bizi de Kürt
milliyetçiliğiyle suçladı.
BAŞKAN Buyurun Sayın Baluken, iki dakika
da size süre veriyorum.
Lütfen, meramımızı anlatırken
tekrardan yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin,
Kocaeli Milletvekili Haydar Akarın HDP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Halkların
Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, sataşmaya çok
açık bir konu ama mümkün olduğunca sataşmadan cevap vereyim.
Biz, asla Kürt milliyetçisi olmadık, bundan
sonra da herhangi bir milliyetçiliği asla savunmayacağız. Bizim
açımızdan, bir insanın kendi etnisitesini, kendi ana dilini
belirleme hakkı olmadığı, onun Yaradan tarafından
kendisine lütfedilen bir özellik olduğunu belirttiğimiz çizgide
yürüttüğümüz siyaset her zaman geçerlidir. Bir insan Kürtlüğüyle,
Ermeniliğiyle, Türklüğüyle ne övünebilir ne de ondan utanabilir,
ancak ortada bir halkın dili, kimliği, kültürü, inancı
yasaklanıp asimile edilmeye çalışılırsa, ona
karşı verilen mücadele katliamla cevaplandırılmaya
çalışılırsa, tabii ki ona karşı mücadeleyi en
meşru insani mücadele olarak görürüz ve bakış açımız
da böyledir.
HDP, bugün Türkiye'de tekçi anlayışa
karşı çoğul demokrasiyi savunan, bütün çoğul kimlikleri
savunan tek partidir. O tekçi kimliğin nasıl oluştuğunu siz
çok iyi bilirsiniz, bütün herkesi Türkleştirmeye çalışıp,
Sünni Hanefi -ki onlara da uymayan- bir devlet dinine bütün Türkiye
halklarını mahkûm etmek isteyen bir zihniyetin nereden geldiğini
siz çok iyi bilirsiniz ve biz, buna karşı bütün halkların ve
inançların kendi kimlikleriyle özgürce, anayasal sözleşme altında
güvence altına alınmasını savunuruz.
Bu sıralara baktığınızda,
Kürtü, Türkü, Arapı, Asuri Süryanisi, Ermenisi, Alevisi, Sünnisi,
sosyalisti, siyasal İslam geleneğinden gelen milletvekillerini
görürsünüz; sıralarda oturan anlayış neyse bizim
savunduğumuz anlayış da odur. Biz insanız, resmî dilimiz de
insancadır, hangi halk ezilirse, kimliğimiz o olur, resmî dilimiz o
olur. Bugün Kürt eziliyorsa, evet, Kürtüz, resmî dilimizi de Kürtçe olarak
tanımlarız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) Ermeni eziliyorsa
Ermeniyiz, dilimiz Ermenicedir. Bu sonuna kadar da böyle devam edecek.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Sayın Başkan,
müsaade ederseniz
BAŞKAN Sayın Akar
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Açıklama yapmayım
herhâlde!
BAŞKAN Buyurun ama söz alayım bari, yeni
bir sataşmaya meydan vermeyelim.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Tamam, peki, yeni bir
sataşma yok.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sataşma yok efendim.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Ben size sataşmadım
ki siz sataşmadan söz aldınız.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Ya sataştın,
açıkça sataştın Haydar Bey!
KAMİL AYDIN (Erzurum) Ya işte söyledin,
tekzip etmeye çalış yani Ağzımdan çıktı. de.
BAŞKAN Sayın Akar, lütfen
Buyurun.
Süreniz iki dakikadır.
3.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akarın, Manisa
Milletvekili Erkan Akçay ile Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin
sataşma nedeniyle yaptıkları konuşmaları
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Sayın milletvekilleri,
ben her iki gruba da sataşmadım aslında, bir tespit yaptım.
Gerçekten bugün Türkiye'nin geldiği
Bana göre dört milletçikle kategorize
ettim, aslında daha da çok olduğunu düşünüyorum. Bunu daha da
artırabiliriz.
KAMİL AYDIN (Erzurum) 36, 36!
HAYDAR AKAR (Devamla) Eğer biz bu
milletçikleri birleştirip millet hâline dönüştüremezsek sonumuz
gerçekten kötü, o; bir.
İki: Türk
ERKAN AKÇAY (Manisa) Milliyetçiliğin ne
olduğunu bilmiyorsun Haydar Bey ya!
KAMİL AYDIN (Erzurum) Ya Nutuku oku Nutuku!
Nasıl CHPlisin, Nutuku oku!
ERKAN AKÇAY (Manisa) Ayrıca
tartışalım, kuliste tartışalım ama lütfen yani
KAMİL AYDIN (Erzurum) Hayret bir şey ya!
HAYDAR AKAR (Devamla) Evet, evet.
Şimdi, benim tanımlamış
olduğum milliyetçilik ve Atatürkün tanımlamış olduğu
milliyetçilik
KAMİL AYDIN (Erzurum) Millet
oluşmasaydı devlet olmazdı.
HAYDAR AKAR (Devamla)
Türkiye
milliyetçiliğidir; ırka dayanmayan bir milliyetçiliktir, Türkiye
milliyetçiliğidir.
KAMİL AYDIN (Erzurum) Aynen!
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) Bizde
ırka mı dayanıyor peki?
HAYDAR AKAR (Devamla) Bunun içerisinde biz de
varız. Atatürk milliyetçiliği bu. Biraz evvel okumuş
olduğum millet kavramından yola çıkarak Türkiye
milliyetçiliğinden bahsediyorum.
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) MHPnin
milliyetçiliğinin tespiti sana mı kaldı?
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) O zaman
Türkiye milletine niye karşı çıkıyorsunuz?
HAYDAR AKAR (Devamla) Bunun içerisinde Türkler,
Kürtler, Gürcüler, Ermeniler, Türkiyede yaşayan tüm topluluklar mevcut.
Bunu bir demagoji, bir şey hâline getirmenize gerek yok. Realite bugün bu.
Biz yan yana oturduğumuz arkadaşlarımızla, televizyon
kameraları kapandığında beraber çay içebildiğimiz,
arkada birtakım anlaşmalar yapabildiğimiz
arkadaşlarımızla vatandaşın önünde birbirimizi
üstünlük sağlayacak şekilde ötelersek, itelersek ve hakaret edici
unsurlarla konuşursak bu milletin bir arada yaşama şeyini
bekleyemeyiz.
Yine, HDPyi de ben suçlamadım. HDP içerisinde
hangi halklardan insanların olduğunu, arkadaşların
olduğunu da çok iyi biliyorum. Bu konuda bir tereddüdüm yok. Ama ne zaman
Türkiye partisi olacaksınız, o zaman halkların olması
yetmiyor, ne zaman işte Roman kardeşlerimin problemini,
Karadenizdeki çay taşıyan kardeşimin problemini de
konuşacaksınız, oradaki sıkıntıları
konuşacaksınız, işte o zaman hep beraber
olacağız. Ne zaman beraber hendeklere karşı
çıkacağız, ne zaman sivil insanların ölümüne
karşı çıkacağız, ne zaman askerimizin ve güvenlik
güçlerimizin ölümlerine hep birlikte karşı çıkacağız,
ne zaman bireysel hak ve özgürlükleri beraber savunacağız, o zaman bu
işleri başarmış oluruz diyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Akar.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan, sayın hatip yine bizi Türkiye partisi olmamakla
suçladı. İşte Şunları yerine getirirseniz o zaman Türkiye
partisi olursunuz. dedi. Sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN Onu kamuoyu takdir eder ama siz
buyurun, gene, iki dakika sataşmadan söz verip
Sayın milletvekilleri, lütfen, istirham
ediyorum, yani artık böyle bir kayıkçı kavgasına da
götürmeyelim bu işi.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Teessüf ederiz Sayın
Başkan.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Ya, bunu yapmayın.
BAŞKAN İstirham ediyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Neyse, Sayın Baluken
konuşsun.
BAŞKAN Buyurun Sayın Baluken.
İki dakika süre veriyorum.
4.- Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin,
Kocaeli Milletvekili Haydar Akarın sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Halkların
Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın hatibin, tabii, yaptığı
konuşma tutanaklara geçti. Anayasayla ilgili çalışmalar
başladığında da o konuşmanızı inşallah
uzlaşma komisyonundaki arkadaşlarınıza ileteceğiz.
Sizin belirtmiş olduğunuz Türkiye milleti tanımı maalesef
kurumsal olarak bugüne kadar CHPnin savunmuş olduğu bir tanım
değil.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Atatürk
ulusalcılığı, Türkiye milliyetçiliği ya.
İDRİS BALUKEN (Devamla) En azından,
2013 yılında kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonunda da Kürtü,
Türkü, Lazı, Çerkezi, herkesi kapsayan ve bu Meclisin ilk
tutanaklarında da Türkiye ahalisi olarak, Türkiye milleti olarak
tanımlanan o öneriye Cumhuriyet Halk Partisi karşı
çıktı. O nedenle, umarım ki kurumsal olarak o noktaya
gelmişsinizdir.
Ben milliyetçi olmadığımızı
ifade etmiştim. Hiçbir HDPli vekilden Bir Kürt dünyaya bedeldir. Sahip
olduğunuz kudret damarlarınızda dolaşan asil kanda
mevcuttur. Ne mutlu Kürtüm diyene! gibi cümleler duymazsınız.
Bundan da bütün Türkiyenin kurtulması, bundan sıyrılması
gerektiğini düşünüyoruz.
Biz şu anda yürüttüğümüz siyasetle tek
Türkiye partisiyiz. Bizim dışımızda Türkiye partisi olan
bir siyasi parti şu anda yok. Türkiye partisi olacağız derken
biz orada Kürt katledildiği zaman sırtımızı döneceğiz
falan demedik. Tam tersine, Şırnakın acısını,
Hakkârinin acısını İstanbul duyduğu zaman ancak biz
Türkiyelileşebiliriz dedik ve bugün de söylediğimizin
arkasındayız. Türkleşeceğiz demedik Sayın Vekil,
Türkiyelileşeceğiz dedik. Bugün de yürütmüş olduğumuz
siyaset, bu ülkede bir zulüm tarihinin bitirilmesi, bir demokrasi
anlayışının yerelden başlayarak bütün ulusal
demokrasiye dönüşmesiyle ilgili son derece değerli bir mücadeledir. O
nedenle, bizimle ilgili konuşurken lütfen cümlelerinizi dikkatli seçin
diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır
Milletvekili Çağlar Demirel ile Diyarbakır Milletvekili İdris
Baluken tarafından, derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin
yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel
uzantılarının deşifre edilmesi, açığa
çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde yargılanması
amacıyla 30/12/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
7 Ocak 2016 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN Halkların Demokratik Partisi
Grubu önerisi aleyhinde ikinci ve son söz Manisa Milletvekili Erkan Akçaya
aittir.
Buyurun Sayın Akçay. (MHP
sıralarından alkışlar)
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; muhterem heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evet, bu tartışmalar aslında güzeldir
fakat kürsü konuşma saatlerinin çok
kısıtlılığı nedeniyle inşallah bu
tartışmalara kuliste daha derinlikli olarak devam ederiz.
Aslında önemli konulardır.
Ben konuyu çok fazla uzatmak istemem, yalnız,
bütün arkadaşlarıma Milliyetçi Hareket Partisinin programına,
seçim beyannamelerine ve söylemlerimize boş vakitlerinde bir göz
atmalarını özenle salık veriyorum değerli arkadaşlar.
Şimdi, Türkiye milleti diye bir kavramı
biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak hukuki bakımdan, sosyolojik olarak,
coğrafi bakımdan, siyasi ve diğer hususlar bakımından
doğru bulmayız, bu farklı bir kavramı ifade eder.
Ben grup önerisiyle ilgili olarak konuşmama,
öncelikle, mütevazı yemek sofrasında çocuklarıyla ve
torunlarıyla birlikteyken, sofranın başında, evine
atılan alçakça bir roketle şehit edilen -öyle temenni ediyorum-
hayatını kaybeden 3 çocuk annesi Melek Alpaydın Hanıma
rahmet dileyerek başlamak istiyorum.
Şimdi, dün aldığım bir bilgiye
göre de bu Melek Alpaydın Hanımefendinin hayatını
kaybetmesine sebep olan hadisede, bu vakadan birkaç gün evvel terör örgütü
mensuplarına Memleketin huzurunu bozdunuz, buradan çekin gidin.
dediği için öldürüldüğü iddiası söz konusudur,
arkadaşlarımdan aldığım bilgi de bu yöndedir. Fakat,
şimdi devleti konuşuyoruz değerli arkadaşlar. Tabii, bu
olayı bütün boyutlarıyla, gerçekliğiyle ortaya çıkaracak
olan nedir, kimdir? İlk akla gelen devlettir ve hukuktur. Öncelikle
devlete düşen
Elbette, Melek Hanımın hayatını
kaybetmesine sebep olanları bulup yargının önüne getirmesi
gereken devlet ve kurumlarıdır.
Bir ünlü siyasetçimizin sözünü
hatırlıyorum, Derin devlet nedir? diye sorduklarında Derin
devlet, normal devletin raydan çıkmış hâlidir. şeklinde
ifade ediyor. Yani, devletin hukuk dışına kaçması olarak da
ifade etmek mümkündür. Ancak, değerli arkadaşlar, soruya şöyle
başlayalım isterseniz, bir tartışma konusu da olsun: Acaba
ortada bir devlet mi var ki derini olsun diyebilirim. Eğer ortada bir
sığlık varsa bu sığlıktan bir derinlik zaten
çıkmaz. Elbette, devlet var, Türkiye Cumhuriyeti devleti var,
kurumları var, kuralları var ancak, değerli arkadaşlar,
Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak kurumlarıyla, kurallarıyla
yeterince ve doğru bir şekilde işletilmiyor. On üç
yıldır, devlet bilinci olmayan bir iktidar tarafından
yönetilmektedir Türkiye. Derin devletten
Aslında, bir de paralel devlet
eklendi buna. Derin devlet kavramı, tartışmaları bir
tarafa, bir de paralel devlet tartışmalarını da masaya
yatırmak lazım.
Hafızalarımızı yoklayalım:
Devlet, saadet demektir, huzur demektir, refah demektir, güvenlik demektir,
adalet demektir. Ve bugünümüzü hatırlayalım: Devletsiz ve ordusuz
milletler ayak altında eziliyorlar değerli kardeşlerim. Tarihte
de böyle olmuştur, bugün de böyledir. Devletsiz ve ordusuz milletler ayak
altında ezilmeye mahkûmdurlar. İşte Suriye, Irak, Libya ve
dünyanın pek çok yerinde yaşananlar ve Balkanlarda yaşananlar
devletsizliğin ve ordusuzluğun bir sonucudur. Bunun
işleyişinin hukuk içerisinde etkili ve güçlü bir hâle getirilmesidir
aslolan ve hepimize düşen görev. Devlet ve ordu zaafa uğramışsa
maalesef şu olur değerli arkadaşlar; Zağra Müftüsü Hüseyin
Raci Efendinin mısralarını hatırlayalım, pek çok
arkadaşımız elbette bilecek, diyor ki:
Aziz-i kavm idik adâ zelil kıldı bizi,
Esir-i bend-i bela vü sefil kıldı bizi;
Bi-gayri hakkın atıp habse bir nice eyyam,
Mudik-i yes ü sitemde alil kıldı bizi.
Günümüz Türkçesiyle: Vaktin yücesi aziz bir kavim
idik, düşman bizi zelil eyledi yani hor, hakir tuttu. Belaya
uğrayıp esir etti ve sefil kıldı bizi. Günlerce haksız
yere hapsederek, ümitsizlik içinde sitemde sıkıştırarak
hasta kıldı bizi.
Buradan ilham alarak Arif Nihat Asyanın da bu
devlet kavramına götüren fevkalade mısraları vardır. Bir
yerinde şöyle diyor:
Sormayın, sormayın fakat; şimdi.
Hangi eller, sefil kıldı bizi?
Ser-nigûn oldu tahtımız, Tanrım;
Aziz-i vakt idik, a'dâ -yani düşman- zelil
kıldı bizi! diyerek devam ediyor.
Değerli arkadaşlar, devlet hukuk demektir,
devlet töre demektir. Tarihimiz itibarıyla sürekliliğe
baktığımızda Devleti ebet müddet kavramı içerisinde,
devletin ezelden ebede yürüyüşünü süreklilikle, hukukla, töreyle,
gelenekle, görenekle yürütebiliriz. Devlet saadettir dedik, devlet adalettir,
devlet güvenliktir, devlet huzurdur. Devlet, kurum ve kurallarıyla
işleyen bir mekanizmadır. Devlet benim. diyenler, kendisini devlet
zannedenler önce devleti bozarlar ve istismar ederler, devleti ve milleti zelil
kılarlar.
Tabii, derin
devletten, bu derin devlet denilen faaliyetlerden, hukuksuzluktan
vatandaşın şikâyet etmeye hakkı vardır. Ancak hukuku,
her türlü insanlığı, değeri altüst ederek elinde silah terör
faaliyeti yürütenlerin bu kavramları hiç gündeme getirmeye bile
hakları olduğunu düşünemiyoruz. Maalesef, değerli
arkadaşlar, yönetim anlayışı şu gün itibarıyla
sakattır. Devlet, devlet gibi yönetilmiyor.
Adalet ve
Kalkınma Partisi on üç yıldır tek başına bir iktidar
gibi davranmıyor, davranamıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi, her
ne kadar sandıktan AKP olarak tek başına yetkiyi
almışsa da on üç yıldır bir cemaatler, tarikatlar, bir
kısım çıkar grupları ve unsurlar eliyle bir koalisyon ve
ittifak hâlinde bu Hükûmetini yürüttü ve yolların kesiştiği
yerde kol kola yürüyen, çıkar sağlayan iktidar, yollar
ayrıldığında yaka paça birbirine düşman bir hâle geldi
bu kendi oluşturduğu paralel yapılar nedeniyle.
Önce cemaati,
sonra bu KCK, PKK yapılanmasını da hatırlayalım.
Geçtiğimiz bir yıldır Sayın Cumhurbaşkanı ve
Başbakan da bir paralel yapılanma olarak ifade etti ve aynı
şekilde şikâyet etmeye başladı. Bizi kandırdılar.
Kim kandırmış? Cemaat kandırmış. Osloda
kandırmışlar. Ne istediler de vermedik? dediler, sonra
hainlikle suçladılar. Hainlik derken devlete, millete hainlik
yaptıklarını filan düşünmeyin, kendilerine, kendi
iktidarlarına bir ihaneti düşündüler ve paralel bir devlet
yapılanması hâlen devam etmektedir, bu paralel devlet
yapılanması zihniyetinden hâlâ uzaklaşılmış
değildir.
Bu derin devlet kavramını eğer
açıklığa kavuşturmak istiyorsak, öncelikle bu
geçtiğimiz salı günü Sayın Genel Başkanımız
Devlet Bahçelinin Hükûmete yönelttiği, yeni anayasada PKKya bir ümit
verilmiş midir ve şu anda yaşanan şehir
çatışmalarının maksadı yeni anayasa
pazarlıklarını kızıştırmak için midir ve AKP,
PKK ile görüşmekte midir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ERKAN AKÇAY (Devamla) ...ve Osloda PKKya bir
federasyon sözü verilmiş midir, soruları cevabını bekliyor.
Ayrıca, 2 Haziran 2015 tarihinden bu yana en az
5-10 platformda dile getirdiğimiz 5 soru daha henüz cevabını
bulamamıştır. Yani bu mektuplaşma hadisesi olmuş mudur
Öcalan ile Sayın Erdoğan arasında ve günübirlik giriş
çıkışlar olmuş mudur, Kandile kriptolu telefon gitmiş
midir, gibi hususlar cevabını beklemektedir.
BAŞKAN Sayın Akçay, süreniz doldu.
Teşekkür ediyoruz.
ERKAN AKÇAY (Devamla) Bu sorulara cevap bulursak
bu derin devlet kavramı biraz daha vuzuha kavuşur diye
düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Sayın
Başkan...
BAŞKAN Sayın Çakır
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Sayın Başkan,
Sayın Akçay konuşmasında Ülkeyi devlet birliğinden yoksun
bir iktidar partisi yönetmektedir. demiştir. Bunu sataşma
sayıyoruz ve söz istiyorum.
BAŞKAN Buyurun Sayın Çakır, iki
dakika.
Lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermeden
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
5.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakırın, Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın HDP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Ben sayın grup başkan vekilimizin bunu
kastetmediğini diliyorum, umuyorum. Elbette devlet bilincinden yoksun
değiliz, devlet bilincimiz fevkalade yüksek ve yerindedir. Fakat devletin
fonksiyonu meselesi, kadim zamanlardan beri
tartışılmaktadır. Bir örnek vermem gerekirse bizim hangi
devlet anlayışından bahsettiğimize, 19uncu yüzyıl
düşünürü Sadık Rıfat Paşanın meşhur bir
lafı vardır Milletler devletler için mahluk değildir, devletler
milletler için mevcuttur. şeklinde, tam da özetlediği şey
budur. Yani esas olan, devlet dediğimiz organizmanın, devlet
dediğimiz cihazın millete hizmet ettiği anda, hizmet ettiği
surette bir kıymetiharbiyesinin olduğudur. Yoksa, kuru kuruya, bir
devletin elbette bu anlamda savunulacak tarafı yoktur.
Yine aynı şekilde, hepimizin iyi
bildiği Cumhuriyet Döneminden bir örnek vermek gerekirse, Kemal Tahirin
kavramsallaştırmış olduğu bir kerim devlet
kavramı vardır. Tam da bizim onun içini doldurmak üzere devlete
yüklemiş olduğumuz bir anlam vardır. Yani, ceberut devleti
değil, halkına eziyet eden, halkına hizmet etmeyen devleti
değil; aksine, halkına hizmet eden, halkını her şeyin
üstünde tutan devleti yani kerim devleti kastediyoruz. Bizim devletten
anladığımız budur, devlet bilincimiz de budur. Bunu
söylemek istedim.
Teşekkür ederim.(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Çakır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır
Milletvekili Çağlar Demirel ile Diyarbakır Milletvekili İdris
Baluken tarafından, derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin
yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel
uzantılarının deşifre edilmesi, açığa
çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde yargılanması
amacıyla 30/12/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 7 Ocak 2016 Perşembe
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin
aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
(Devam)
BAŞKAN Halkların Demokratik Partisi
Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Karar
yeter sayısı
BAŞKAN Karar yeter sayısı
arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter
sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.51
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.09
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir), Elif
Doğan TÜRKMEN (Adana)
------0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Halkların
Demokratik Partisi grup önerisinin oylaması sırasında karar
yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi
öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısı arayacağım.
Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul edilmemiştir, karar yeter
sayısı vardır.
Gündemin
Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler kısmına geçiyoruz.
1'inci sırada yer alan 4 sıra
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Federal Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Federal
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/307) (S. Sayısı:
4)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada yer alan 6 sıra
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik
Devletleri Hükümeti Arasında Genişletilmiş Bilgi
Değişimi Yoluyla Uluslararası Vergi Uyumunun
Artırılması Anlaşması ve Eki Mutabakat
Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik
Devletleri Hükümeti Arasında Genişletilmiş Bilgi
Değişimi Yoluyla Uluslararası Vergi Uyumunun
Artırılması Anlaşması ve Eki Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/310) (S. Sayısı: 6)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan 7 sıra
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Gürcistan Hükümeti
Arasında Enerji Alanında İşbirliğine Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu
Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Gürcistan Hükümeti
Arasında Enerji Alanında İşbirliğine Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/312)
(S. Sayısı: 7)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4ncü sırada yer alan 2 sıra
sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest
Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında
Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri
Komisyonu Raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
4.- Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında
Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında
Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri
Komisyonu Raporları (1/303) (S. Sayısı: 2) (x)
BAŞKAN Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon Raporu 2 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde gruplar adına
söz isteyen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Hatay Milletvekili Hilmi
Yarayıcı.
Buyurun Sayın Yarayıcı.
Süreniz yirmi dakikadır. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HİLMİ YARAYICI (Hatay) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2 sıra sayılı
uluslararası anlaşma üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Bu anlaşmayla ilgili, grubumuzda uygun
görüş var, destekleyip evet oyu vereceğimizi şimdiden
söyleyeyim.
Biz ülkemiz ve halkımız yararına olan
her şeyi destekleriz ancak maalesef, halkın yararının
iktidar tarafından gözetildiğini söylemek çok zor. İlan edilen
sokağa çıkma yasakları ve yaşanan çatışma
ortamıyla ülke âdeta yangın yerine dönmüştür. Biz bu
yangını yerinde görmek üzere İstanbul Milletvekilimiz İlhan
Cihanerle birlikte Diyarbakıra gittik. Burada sivil toplum örgütleri,
belediye başkanı, vali, vatandaşlarımız ve tüm kurum
başkanlarıyla görüştük. İnanın, gördüklerimiz ve
dinlediklerimiz karşısında dehşete düşmemek elde
değildi. 2015 yılının 16 Ağustos gününden bu yana
yaygın bir şekilde sokağa çıkma yasakları
uygulanmaktadır. Bu süreçte başta Diyarbakır olmak üzere 17
yerleşim yerinde 55 kez sokağa çıkma yasağı ilan
edilmiş, doğrudan doğruya 1 milyon 300 bin
vatandaşımız bu durumdan etkilenmiş. Dolayısıyla,
nüfusun tamamı ekonomik, sosyal, siyasal açıdan bu durumdan
etkilenmiştir.
Çatışmasızlık
ortamının sona erdiği 24 Temmuzdan 29 Aralık 2015 tarihine
kadar İnsan Hakları Derneği verilerine göre 58i çocuk olmak
üzere toplam 379 sivil vatandaş ve güvenlik görevlisi ne yazık ki
hayatını kaybetmiştir. Bu ölüm ve yaralanmalar gün geçtikçe
hızla artmaktadır.
Çatışmaların
yaşandığı bölgelerden son dört ayda 200 bin -sadece Sur
ilçesinde iki haftada 22 bin- vatandaşımız yerinden yurdundan
göç etmek zorunda kalmıştır.
Bölgede ekonomi durmuş, işsizlik
almış başını gidiyor. Surda aynı dönemde 361
iş yeri kapanmış, 41 iş yeri başka bölgelere
taşınmış ve en az 5 bin çalışan ne yazık ki
işsiz kalmıştır. Bu durumda, kapanan ve
kiralarını ödeyemeyen, sosyal güvenlik primlerini ödeyemeyen
esnaflardan bahsediyoruz.
Kendi vatanlarında
mülteci konumuna düşürülen insanlarımız, kendilerine Suriyeli
mülteciler kadar dahi değer verilmemesine kahroluyorlar. En
acısı da insanlarımız, vatanlarında hastanelere gidebilmek
için bile beyaz bayraklar taşımak zorunda
kalmışlardır.
Dünya savaşlarında dahi cenazeye
saygı gösterilirdi. Çanakkale Savaşında cenazelerin
kaldırılıp gömülmesi için savaşa gün içerisinde ara
verildiği hikâyelerini hepimiz biliyoruz. Görüştüğümüz
vatandaşlarımızın en büyük yakınmalarından birisi
de cenazelerinin çatışma ortamlarından alınamaması,
alınsa dahi ne yazık ki defnedilememesiydi.
Bölgede ekonomi durmuş, işsizlik
almış başını gidiyor. Kadim dostunuz İsraille
yakınlaşmanızın bir ürünü müdür bilemem ama bölge
hızla Gazzeleşmektedir. Surda, Cizrede ve daha birçok yerde kent
merkezlerinin tanklar ve ağır silahlarla bombalanmasını
ekranlardan ne yazık ki her gün izlemekteyiz. Vatandaşlarımız,
tank ve top atışlarıyla kendilerinin toptan hedef
alındığını ve ötekileştirildiklerine
inanıyorlar. Bu sese kulak vermediğiniz sürece bir halkı toptan
kaybetmek üzere olduğunuzu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
Çatışmaların
yaşandığı son dört ayda en az 58 çocuk öldü. Çocuklardan
söz ediyoruz, gözlerine bakmaya doyamadığımız
çocuklarımızdan ve bu çocukların büyük bir çoğunluğu
ya evlerinin önünde, ya bir parkta, ya bir gösteride, ya evlerine isabet eden
bir tank mermisiyle öldürülüyorlar. Tıpkı Berkin Elvan gibi Surda 12
yaşındaki Helin Şen de ekmek almaya giderken bu şekilde
öldürülmüştü.
Sizleri bilmem ama artık çocuklarıma her
sarıldığımda evladının cesedini buzdolabında
saklayan anneler, cesedinin hemen yanında duran babalar, vurulan
çocukların görüntüsü geliyor aklıma ve içimi tarifsiz bir acı
kaplıyor ne yazık ki. Çocuklarıma sarılamıyorum
artık, buna gözünü, kulağını kapatan iktidarı gördükçe
de insanlığımızdan utanır hâle geldik.
Bir eğitimci olarak söylüyorum, çocuklarda
nasıl bir travma bıraktığınızın
farkında mısınız? Unutmayın, bugün hendeklerin
arkasında olan çocuklar 1990lı yıllarda faili meçhul
cinayetlerde kurban giden, köylerinden göç ettirilmek zorunda kalan
insanlarımızın çocuklarıdır. Sürekli, güvenlikçi
politikalarınız ne yazık ki iflas etmiştir. Her seferinde
aynı şeyi yapıp sürekli farklı sonuçlar beklediniz, hiçbir
zaman geçmişle yüzleşmediniz. Analar ağlamasın. derken de
samimi değildiniz, samimi olsaydınız analar
çocuklarının cenazelerini buzdolaplarında saklamak zorunda
kalmazlardı. Aslında hiçbir zaman dünün muktedirlerinden
farkınız yoktu, olsaydı Çorumu, Maraşı,
Sivası, 1990lı yıllarda yakılan Liceyi, Cizreyi, 15 bin
faili meçhul cinayetin dosyasını açardınız. Bugün de samimi
değilsiniz, daha dün Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan diyor
ki, Bütün kurumlarda bulunan memurlara ilişkin de elinin tersiyle
itebilecek ve topyekûn savaş açacak bir yaklaşımla, bir
şiddet diliyle Bunları bertaraf etmeliyiz. Dolayısıyla,
bu dil, size hiçbir şey kazandırmadı ve kazandırmayacak.
İncelemelerimizde, hendeklerin arka
planında sizin bu savaşa bakışınızın
izlerini gördük. Artık kimse yargınıza ve hukukunuza
inanmıyor. Hiçbir canın değeri, Cumhurbaşkanınıza
edildiğini iddia ettiğiniz hakaretler kadar önemli değil ne
yazık ki. 16 yaşındaki bir çocuğu Cumhurbaşkanına
hakaretten tutuklayabiliyorken, bir gece yarısı evinde oturan Dilek
Doğanın sabaha karşı katili olan polisi elini kolunu
sallayarak gezerken tutuklama gereği dahi görmüyorsunuz. Bütün
bunların kırılmalara yol açtığının
farkında değil misiniz? Bölgede yaşanan duygusal kopuşun
farkında değil misiniz? Emin olun, bu şiddet ortamı böyle
sürdükçe yarın barışacak kimseyi bulamayacaksınız.
Evet, hendekle bir sonuç
alınamayacağının farkındayız. Bu açılan
hendeklerin bir an önce kaldırılmasını da istiyoruz ve
mutlaka çatışma dışında bir çözümün mümkün olduğuna
inanıyoruz. Bu çözümün adresinin de Türkiye Büyük Millet Meclisi
olduğunu her fırsatta dile getirdik. Artık, bu güvenlik
odaklı siyasetinizi bir yana bırakıp farklı çözümler
üretmenizin zamanı gelmedi mi? Açılan hendekleri tankla, topla
kapatabilirsiniz ama gönüllerde oluşan hendeği kapatacak bir silah
henüz icat edilmedi. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)
Çıkar boynundan at o ipi çocuk!
Salıncaklar mı yok sana?
Kalk hadi o soğuk betondan,
Yatacak başka yer mi yok sana?
Annemi verdim, babamı verdim, en sevdiklerimi
verdim ölüme de;
Ben bu yaşımda gitmenin böylesini
görmedim.
Kırılan bir boyun gibi orta yerinden
kırıldığını ömrün...
Görmedim Âdemoğlunun dalından
koparılır gibi koparıldığını...
...ve böylelikle umut etme kabiliyetimizi
aldılar elimizden.
Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine
gidiyordur bizden çaldıkları umut!
Dünya adaletsiz çocuk!
Dünya zorba.
Elbet eşitleneceğiz o gün kıyamda.
Bu kekeme, toz ve duman sözlerimi iyi belle, bahara
kalmaz, gelirim yanına.
Teşekkür ederim. (CHP ve HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Yarayıcı.
Gruplar adına ikinci söz, Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili İdris
Balukene aittir.
Buyurun Sayın Baluken. (HDP
sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz yirmi dakikadır.
HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN
(Diyarbakır) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu sözleşme hakkında fikirlerimi
belirtmeden önce, sanatçı kişiliğiyle gerçekten takdir
ettiğim, yüreğindeki insan sevgisini, türkülere
yansıtmış olduğu barış
çığlığını hep yüreğimde hissettiğim
Hilmi Yarayıcının burada yapmış olduğu
konuşmanın her satırının altına imza
attığımı ve kendisini kutladığımı
burada ifade etmek istiyorum.
Burada, bir sanatçı milletvekili, vicdanlara
seslenmek istiyor, yıllardır sanatla yapmak istediğini bugün bu
Meclis kürsüsünden yapmak istiyor. Biz yıllardır burada bu kürsü
üzerinden bu vicdanları ayaklandırmaya, vicdanları yeniden
insani özle buluşturmaya çalışıyoruz ama maalesef
karşımızda etten bir duvar dışında başka
herhangi bir şey görmüyoruz ve böyle olduğu için de maalesef
ülkemizin kronik yaraları, ağır yaraları her geçen gün
kanamaya devam ediyor. Korkarız ki bu kanamaya yönelik bir önlem alınmazsa
biz artık bu hastayı kurtarma adına çok geç kalmış
olacağız. O nedenle, buradaki bütün milletvekillerinin burada dile
getirilen her cümleye kulak kabartması, reddetmeden önce bir kere
düşünme zahmetine katlanması, düşündükten sonra bir
araştırma çabasına girmesinin çözüm açısından son
derece önemli olduğunu ifade etmek istiyoruz.
Bugün Genel Kurul başlarken de ifade ettim ben.
Maalesef, iki gün önce Silopide 3 barış çiçeği daha katledildi.
3 Kürt kadın siyasetçisi saatlerce yapmış olduğumuz
görüşmelere rağmen, yerde yaralı olarak hastaneye
kaldırılmayı beklediklerini bilmemize rağmen, bu konuda
yapmış olduğumuz bütün görüşmelere rağmen çok bilinçli
bir şekilde önce silahla infaz edildiler, sonra da sağlık
hakları gasbedildiği için, hastaneye
kaldırılmadığı için maalesef infaz edildiler. Buradan,
bu kürsüden bir kez daha ben Seve Demiri, Pakize Nayırı, Fatma
Uyarı ve onların şahsında bütün demokrasi, özgürlük ve
barış şehitlerini bir kez daha rahmetle, saygıyla
anıyorum.
9 Ocak Paris katliamında yapılmak istenen
şey, maalesef Silopide de devreye konuldu. Çözümden, barıştan,
özgürlükten, demokrasiden korkanlar, Pariste nasıl cinayet
işledilerse, Pariste nasıl ellerini kana buladılarsa Silopide
de maalesef aynı şeyi yaptılar ve en acı olan şey de
şu anda bunu yapan zihniyete sahip olanlar, sahada, tetik
başlarında aynı işi yapmaya devam etmekteler ve bizler de
çığlıklarımızla maalesef sadece seyirci kalma durumuna
düşüyoruz.
Bu Meclisin bir an önce bundan
sıyrılması gerekiyor. Bu Meclisin 21inci yüzyılın
kaldıramayacağı bir insanlık utancıyla ilgili bir an
önce bir inisiyatif alması gerekiyor. Burada uyduruk uluslararası
sözleşmeleri görüşeceğimiz günlerden geçmiyoruz. Bugün sabah
sekizden bu saat itibarıyla, bu saate kadar Cizreye tam 40 obüs topu
düştü, 40 havan topu düştü ve Cizrede şu anda ikisi
ağır olmak üzere onlarca yaralı, tıpkı Seve gibi,
Fatma gibi, Pakize gibi hastaneye kaldırılmayı bekliyorlar ama
maalesef, yapmış olduğumuz bütün girişimlere rağmen
tıpkı 3 kadın arkadaşımız gibi, yaralanan o
insanlarımız ölüme terk edilmiş durumda. Havan topları
Cizrede sivil yerleşim alanlarını, mahalleleri dövmeye devam
ediyor. Bu Meclis burada hangi uluslararası sözleşmeyi
konuşabilir? Bu yangını söndürmeden, bu yarayı
iyileştirmeden burada yapacağınız hangi görüşmenin
herhangi bir samimiyeti olabilir?
Deminden beri cenazelerle ilgili konuşuyoruz.
Bu ülkede on beş gündür defnedilmeyi bekleyen 50 cenaze var. Hangi
birimizin vicdanına sığar? 19u Şırnak Devlet
Hastanesinde, 26sı Cizre Devlet Hastanesinde, 5i Silopideki
mahallelerde henüz hastane ortamına bile getirilmemiş şekilde,
3ü Surun mahallelerinde çürümeye terk edilmiş şekilde cenaze varken
biz hangi uluslararası sözleşmeyi konuşabiliriz?
70 yaşındaki bir ana, vücudundaki bütün
hastalıkların ağırlığıyla kendi bedenini
açlık grevine yatırmış. Kendi evladının
cenazesini almak için 70 yaşındaki bir anayı açlık grevine
yatmak zorunda bırakmış bu devlet, bu Hükûmet ve bu Meclis,
maalesef bu insanlık trajedisini izlemeye devam ediyor. Öyle 90lı
yıllar kıyaslaması falan artık geçti, yaşanan şey
90lı yıllar falan değil. O dönem OHAL vardı, şimdi
bütün Kürt illerinde var olan bu hâl, OHALi çoktan geçti. Yaşanan bütün
bu uygulamalar maalesef 30lu yıllardaki, 25li yıllardaki Dersim
katliamı döneminde, Şeyh Sait kıyamı dönemindeki katliamlar
boyutuna ulaştı.
Bakın, cenazelerle ilgili sayısız
görüşmeler yaptık. Şunu söylüyoruz: Bir saat, iki saat, bir gün,
üç gün, neyse, şu sokağa çıkma yasaklarını
kaldırın, insanlar cenazesini defnetsin. Burada sayın hatip
ifade etti, Çanakkale Savaşı sırasında, bırakın
Çanakkaleyi, insanlığın var olduğu dönemdeki bütün
savaşlar sırasında cenazelerin defni için müsaade edilir,
ateşler durdurulur, cenazeler defnedildikten sonra taraflar tekrar
savaş meydanına geri dönerler ama maalesef,
yaptığımız bütün görüşmelere rağmen bugüne kadar
bu cenazelerin defni için bir saatlik bir müsaadeye bile izin verilmedi. Neyi
konuşacağız burada? Bize verilen cevap: Adalet
Bakanlığının bu sabah yayımlamış olduğu
bir yönetmelik. Utanç verici
Ailelerin müsaadesi olmadan bundan sonra cenazelere
mülki amirlerin el koyma yetkisini vermiş! Yani on beş gündür
Şırnakta, Cizrede, Silopide defnedilmeyen cenazeleri bundan sonra
valilik ve emniyet yetkilileri ailelerinin haberi olmadan kaçırıp,
götürüp toplu olarak defnedecekler. Bu mudur çözümünüz? Biz, bu çözümü
1990lı yıllarda çok gördük.
Ben kendim de, kendi en yakınımın
cenazesini bu şekilde kefensiz, namazsız arkadaşlarıyla
birlikte toplu şekilde defnedildiği çukurdan çıkarıp bir
mezar yerine kavuşturmuş bir milletvekili olarak söylüyorum. Bu
acının ne anlama geldiğini her birimizin hissetmesi lazım.
Bunu hissetmeden bu ülkede hiçbir sorunu çözmemiz mümkün değil. Çözüm, bu
Adalet Bakanlığının insanlığa utanç vesikası
olarak geçilecek yönetmeliği değil, bir an önce bu ülkede
normalleşmeyi sağlayacak, bu ülkedeki temel sorunları giderecek
olan birtakım çözüm mekanizmalarını bir kez daha devreye
koymaktır.
Bakın anlatıyoruz, inanmıyorsunuz.
Cizrede, Silopide, Şırnakta yaşanan sayısız
dramı burada ifade etmeye çalıştık ama bir türlü o ön
yargıları geçemedik. Size birkaç gün önce katledilen Hediye Erdenin
oğlunun bize iletmiş olduğu bir mesajı ileteyim. Mehmet
Suphi Erden, Hediye Erdenin kendi evinde tank atışlarıyla, top
atışlarıyla yaralandığını öğrendikten
sonra yapmış olduğu girişimleri bizimle paylaştı.
Diyor ki: Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği
ilk günden itibaren, evimizin bulunduğu alan, zırhlı araçlar
tarafından taranırken tanklardan yapılan top atışlarına
maruz kaldı. Evimizde mermi izleri hâlen durmaktadır. Annem ve kardeşim,
sürekli beni arayarak hayatlarının tehlikede olduğunu
belirtiyorlardı. Yaşanan bu durum üzerine her gün 155i ve Cizre
İlçe Emniyet Müdürlüğünü ve karakolu arayarak evimize yönelik
atışların durdurulmasını, ailemin hayatının
tehlikede olduğunu aktardım. İlçe Emniyet Müdürlüğünü
günlerce en az bir günde 5 kez aramak zorunda kaldım. Polis 155
dışında ilçe emniyeti ve polis karakoluna ait 0486 616 19 19
ve 0486 616 30 05 numaraları sürekli arayarak ailemi bulundukları
yerden tahliye etmek istediğimi, onların ölmek üzere olduğunu
ifade ettim.
Bakın, bize inanmıyorsanız, bu
telefon numaralarını söylüyorum değerli milletvekilleri,
isterseniz not almak için bir kez daha telefon numaralarını
okuyayım, inceletin. Annesi ölmek üzere olan Mehmet Suphi Erden bu
telefonlarla ne görüşmüş? Niye önlem alınmamış? Niye o
insanlar yaralı olarak oradan çıkarılmamış?
İncelemek sizin sorumluluğunuzda değil mi, bu Hükûmetin
sorumluluğunda değil mi? Ölüme terk edilmişse, bir evladın
kendi annesinin ölümüne seyirci kalmasıyla ilgili böyle bir süreç
gelişmişse orada hangi vicdandan, hangi insanlıktan
bahsedeceğiz? Bize karşı laf yetiştirmekte
sıkıntı yok. Saatlerce burada birbirimize laf yetiştiririz,
kavga ederiz, bağırır çağırırız ama sorunu
çözmüyor. Sorun, bu katledilen insanlığı bir kez daha gün yüzüne
çıkarmaktan, maalesef, geçiyor. Bugüne kadar, maalesef, bununla ilgili tek
bir çözüm geliştirilmedi. Çözüm geliştirilmediği gibi
çözümsüzlüğü derinleştirilecek olan yöntemlerle tehdit ediliyoruz.
Biz bunları dile getirdiğimiz için, güya
dokunulmazlıklarımızın kaldırılması
gerekiyormuş.
Cumhurbaşkanı dün talimat üstüne talimat
yağdırıyor; yargıya talimat veriyor, Meclise talimat
veriyor, kimseden de ses çıkmıyor. Bu ülkede yargı
bağımsız mı, Meclis bağımsız mı, bu
Meclisin bir iradesi var mı? Tek bir cümle duymuyoruz. Temizleyin.
diyor; Meclisi temizleyin, belediyeleri temizleyin, kamu kurumlarını
temizleyin, okulları temizleyin, hastaneleri temizleyin, ev ev
temizleyin
Neyi temizliyorsun? Bugüne kadar temizleyenler hangi sonucu
aldılar? Dersimde Temizleyelim. diyenler, sonraki yıllarda
yazdıkları anı kitaplarında özür dileyerek
Hayatımın o kesitini yazamayacağım. Tüm okurlarımdan
bu anlamda özür diliyorum. demediler mi? Sorun eğer temizlemekle
oluyorsa, sorun dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla
oluyorsa bakın size öneriyoruz, sadece dokunulmazlıkları
kaldırmayın, bu Meclisin bahçesine 59 darağacını
dikebilirsiniz. Bizim boynumuz da, canımız da bu uğurda
canını vermiş Şeyh Saitten, Seyit Rızadan daha değerli
değil; 3 aylık Miray bebekten, 70 yaşında cenazesi bekleyen
Taybet anadan daha değerli değil. Bütün samimiyetimle söylüyorum:
Çözülecekse sorun, dokunulmazlıklarla kalmayın, Meclis bahçesine 59
darağacı kurup bu 59 insanın tamamını
darağacına götürebilirsiniz. Bunlar bugüne kadar denenmiş ve bu
sorunu daha çetrefilli hâle getirmiş çözümsüzlük önerilerinden başka
bir şey değildir.
Biz dokunulmazlıklarla ilgili bugüne kadar
görüşlerimizi ifade ettik. 550 milletvekilinin tamamının
dokunulmazlıklarının kaldırılmasından
yanayız. Kürsü dokunulmazlığı dışında
hiçbirimiz dokunulmazlık zırhının arkasına saklanarak
siyaset yapmayız. Teklif ediyoruz: Getirin, 550 milletvekilinin
tamamının, hatta Cumhurbaşkanının da
dokunulmazlığını kaldıralım. Bu Meclis bunu
sağlasın. Her birimiz yargılanalım. Bakın, bütün
mahkemeler sizin denetiminizde, yargı sizin elinizde, olabildiğince
siyasallaşmış ama ona rağmen biz bundan korkmuyoruz,
Getirin. diyoruz. Bizim zaten fiiliyatta bir
dokunulmazlığımız yok. Buradan dile getirirken zorunuza
gidiyor. Ama ben, miting alanında, 50 metre ötesinde bomba
patlamış bir milletvekiliyim; Silvanda üzerine gerçek mermilerle
kurşun saçılmış bir milletvekiliyim; yanımda bulunan
55 yaşındaki bir insanı kaybetmiş bir milletvekiliyim.
Tesadüfen yaşıyoruz. Bunun dokunulmazlığı falan söz
konusu değil. Her gün, görüyorsunuz, suikastlar, sayısız suikast
ihbarları imzalıyoruz. Suikastlardan ölümcül müdahalelere, sokak
ortası işkencelerden itibarsızlaştıran linç
kampanyalarına kadar her şeyi üzerimizde deniyorsunuz zaten.
Dolayısıyla, buna maruz kalmış milletvekillerini ya da
parti grubunu, getirip, böyle dokunulmazlıklar üzerinden tehdit ederek bir
çözüme ulaşamazsınız. Rasyonel akla ihtiyacımız var.
Hep beraber bu rasyonel aklı bir an önce devreye koymalıyız, devreye
koymaya ihtiyacımız var.
Bakın, bu dokunulmazlıklar meselesine konu
olan şey: Demokratik özerklik. Geçen gün de kürsüden ifade ettim: Biz
demokratik özerkliği yeni söylüyor falan değiliz; parti
programımızda var, parti tüzüğümüzde var, Anayasa Uzlaşma
Komisyonuna sunmuşuz, seçim meydanlarında yapmış
olduğumuz konuşmalarda var, kürsüden yapmış olduğumuz
konuşmalarda var. Bu, bir ülkeyi bölme projesi falan değil; tam
tersine, bunu ülkede çoğul demokrasiyi geliştirecek, yerinden yönetim
anlayışıyla ulusal demokrasiyi geliştirecek bir proje
olarak görüyoruz, bir idari sistem değişikliği olarak görüyoruz.
Aynı şeyi Cumhurbaşkanı söyleyince, hatta kendisi
değiştirdiğini söyleyince bir şey yok; Ben rejimi
değiştirdim. diyor, Yönetim şeklini değiştirdim. diyor,
arkadan Bana anayasa gönderin, anayasa yetiştirin. diyor; ona yönelik
bir şey yok ama HDPnin getirmiş olduğu çözüm teklifine yönelik
bu şekilde bir linç kampanyası var.
2004 yılında AKP Grubunun getirmiş
olduğu yerel yönetimlerle ilgili yasal düzenlemeyi buradan ifade
etmiştim. Umarım birileriniz merak edip, açıp
bakmıştır. Eğer açıp bakmışsanız, o
dönem getirmiş olduğunuz o düzenlemenin bizim söylediğimiz
yerinden yönetim, demokratik özerklik projesiyle ne kadar örtüştüğünü
de görmüş olursunuz. Eğer dokunulmazlık
kaldırılacaksa, eğer bununla ilgili bir yasal süreç
işletilecekse o dönem bütün milletvekillerinizle -Başbakan kimdi
bilmiyorum ama- Başbakan dâhil olmak üzere, hepsiyle ilgili o yasal
sürecin işletilmesi gerekiyor.
Bakın, 2014te getirdiğiniz o reform
tasarısında Sağlık, Sanayi, Bayındırlık,
Kültür ve Turizm, Tarım, Orman, Gençlik ve Spor
Bakanlıklarının taşra örgütleri ve yetkilerinin yerel
yönetimlere devredilmesini, bırakın önermeyi ya da
tartışmayı, buraya getirip
yasalaştırmışsınız. Cumhurbaşkanı
tarafından Anayasaya aykırı olduğu için geri
gönderilmiş. Şimdi gelip bizim sunmuş olduğumuz çözüm
projemizi hangi irade üzerinden, hangi gerekçe üzerinden bu şekilde mahkûm
etmeye çalışıyorsunuz? Tam tersini yapmanız lazım, tam
tersini yapmanız lazım. O dönem eğer bu ülkedeki
demokratikleşme yolunun oradan geçtiğini düşünüyorsanız, bu
dönem de her bir gruptan gelecek en aykırı fikri alarak rasyonel bir
akılla bir çözüm projesine kavuşturmanız gerekiyor; biz
sorunlarımızı ancak böyle çözebiliriz.
Diyalog
kanallarının kapalı olduğu yerlerde insanlar çözüm için
gözünü Meclise dikmezler. Maalesef 7 Hazirandan sonra bu Parlamentonun
iradesine bir darbe yapıldığı için şu anda sokakta kan
gölü, sokakta âdeta bir cenaze tarlasıyla karşı
karşıyayız. 7 Hazirandan sonra bu Parlamento açık
olsaydı, kapısına kilit vurulmasaydı, ortaya çıkan
halk iradesine saygı duyulsaydı, o anlamda çoğul bir
anlayışı öngören yeni bir siyasi perspektif ortaya konulsaydı
bugün buradaki yaklaşımların birçoğu, sorun alanlarının
birçoğu olmazdı. Ama diyalog kanalları kapandığı
için şu anda, maalesef, insanlar artık bizim de, sizin de, herhangi
bir milletvekilinin de söylediği söze güvenmiyorlar, itibar etmiyorlar. Bu
Meclisin çözüm adresi olduğuna Türkiyede artık maalesef kimse
inanmamaya başladı. Bu durumdan bir an önce çıkmamız
lazım.
Bakın, biz
diyalog kanallarını açmayla ilgili çabalarken siz ne
yaptınız? Bugüne kadar bütün sekter yaklaşımlara
rağmen barış iradesini ortaya koyan ve çözüm sürecini Dolmabahçe
mutabakatına kadar getiren Sayın Öcalanın tecrit
koşullarını ağırlaştırdınız. Sekiz
aydır tecrit altında olan, insanlık dışı, hukuk
dışı, ahlak dışı bir şekilde ailesiyle,
avukatlarıyla, siyasi heyetlerle, akil insanlarla, gazetecilerle
görüştürülmeyen bir liderin âdeta İmralıdaki o işkence
sistemi içerisinde yok olmasının önünü açtınız. Şimdi,
İmralıda üzerinde mutabakata vardığımız ve
devlet heyetinin ve Hükûmetin de kabul ettiği sekretaryayı
dağıtıyorsunuz. Yani tecrit içerisinde Sayın Öcalana çözüm
direnişi nedeniyle âdeta yeni bir beton çukur tehdidi yöneltiyorsunuz.
Buradan ancak çözümsüzlük çıkar, buradan ancak kaos ve savaşın
derinleşmesi çıkar. Çözüm, İmralıda tekrar beton
çukurları gündemleştirmekte değil, İmralıdaki çözüm
masasını tekrar ayağa kaldırmaktadır.
İmralıdaki
o süreç devam ederken bu ülkedeki birçok sorunun nasıl çözüldüğünü,
oluk oluk akan kanın nasıl durduğunu benim anlatmama gerek yok,
her biriniz canlı tanıksınız. Dolayısıyla, Dolmabahçe
mutabakatında bütün dünyanın gözü önüne bakarak nasıl ki
kamuoyuna birtakım taahhütlerde bulunup sonra vazgeçtiyseniz, şimdi
de müzakere mekanizmalarını reddederek barışla ilgili
değil, savaşla ilgili bir çaba içerisinde olduğunuzu göstermeye
devam ediyorsunuz. Bu yol yol değildir, bu yol çözümsüzlük üretir, bu
ülkeyi çözümsüzlüğe doğru götürür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) Bir an önce bu
yoldan hepinizi çıkmaya davet ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Baluken.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Bostancı
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
konuşmacı, Yargı sizin elinizde. Meclisin bahçesine 59
darağacı kurun isterseniz. gibi hak etmediğimiz, Meclisin hak
etmediği sataşmalarda bulunmuştur.
BAŞKAN Buyurun Sayın Bostancı. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
İki dakika süre veriyorum.
Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim lütfen.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancının,
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin 2 sıra sayılı
Kanun Tasarısının tümü üzerinde HDP Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; aslında uluslararası
sözleşmede böyle bir bağlamın dile gelmesi kanaatimce uygun
değil ama kürsü özgürdür, herkes her fikrini söyleyebilir. HDPnin
fikirlerini de biliyoruz esasen.
Temel mesele şu: Bir ülkede terörist bir meydan
okuma var ise devlet buna karşı ricacı olmaz. Demin bir
arkadaş da söyledi: Hendeklerin kapatılmasını biz de
istiyoruz. Biz de istiyoruz, kapatılsın ama kapatmıyorlar.
Devlet, meşru şiddet kullanma tekeline sahip bir organizasyon olarak
halkın can ve mal emniyetine ilişkin yükümlülüğünü, o ahlaki
ödevini yerine getirmek zorundadır. Terörizmin meydan okumasına
karşı devlet sessiz kalamaz, ricacı olamaz, temenni edemez,
gereken tedbiri alır. Terörizmin olduğu yerde de tabii ki her
şey birbirine girer. Devletin asli görevi, en az maliyetle, mümkünse,
yapılabiliyorsa hiç kimse canını kaybetmesin, teröristler dâhil,
onların da hayatlarına itina göstererek bu işi bitirmektir. Ama
bu mümkün olmadığı için ne yazık ki dramatik sonuçlar ortaya
çıkabiliyor. Öncelikle bunu belirteyim.
İkincisi: Bu ülkede, Mecliste
dokunulmazlıkların nasıl kalkacağı meselesi hukuken
biliniyor. Gerekli şartlar oluşursa dokunulmazlıklar gündeme
gelir, Meclis değerlendirir. Ama bunun ötesinde 59 darağacı kurun.
şeklindeki bir meydan okuma, esasen mevcut olanın ötesinde biraz
tansiyonu yükseltme girişimi gibi bir bağlama oturur Sayın
Baluken, öyle değerlendirilir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Üçüncüsü: Yerinden yönetim meselesi sık
sık gündeme geliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Elbette teknik
bir konu olarak bunlar konuşulabilir ama yerinden yönetim deyip de
belediyelerin birtakım araçlarını hendek açmak için
kullanıyorsanız o yerinden yönetim olmaz artık, o başka bir
şey olur. Biz yerinden yönetim adı altında bu ülkede
başka işlerin yapılmasına rıza göstermeyiz. Ama,
teknik olarak zamanı geldiğinde, bu ülkede herkes emniyet içinde bu
işlerin hakikaten halkın çıkarına, yerinden kararlı olabileceğine
kanaat getirirse onlar olur. Ama, insanların kafasının
arkasında yerinden yönetim deyip başka bir fikirler olmayacak.
Saygılarımla. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Bostancı.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Baluken
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Bostancı konuşması sırasında tansiyonu
yükseltmek için ajitasyon yaptığımı ifade etti.
Dolayısıyla, şahsıma sataştı.
BAŞKAN Buyurun, iki dakika, lütfen.
Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
7.- Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin,
Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancının sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Teşekkür ediyorum.
Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
Aslında konuşmamın bütününü
Sayın Bostancı dikkatle dinledi ama tansiyonu yükseltmekten çok
tansiyonu düşürmeye yönelik bir konuşma olduğunu
sanırım çözemedi. Ben, burada dokunulmazlıklarla ilgili
tansiyonu yükseltecek bir şey söylemedim, tam tersine
dokunulmazlıklarla ilgili olması gereken çerçeveyi de ortaya koydum.
HDP vekillerinin zaten dokunulmazlıklarının
olmadığını ve her birimizin zaten her gün ölüm tehdidi
altında olduğunu ifade ettim. 550 milletvekilinin tamamının
dokunulmazlıklarının kaldırılması durumunda
burada hangi siyasi tavrı göstereceğimizi de açık bir
şekilde ortaya koydum.
Bu hendekler meselesini öyle polemik konusu yaparak
şeyden falan kaçmayın. Yeryüzünde hiçbir devlet Ben insanları
öldürmeye gidiyorum, ben katliam yapmaya gidiyorum. söylemiyle elini kolunu
sallayarak operasyonel süreçler başlatmaz, hepsinin bir gerekçesi
vardır.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Yapmayın
Baluken, neyin ne olduğunu siz de biliyorsunuz, siz de biliyorsunuz;
yapmayın.
İDRİS BALUKEN (Devamla) Ya bir
isyanı gerekçe gösterir ya terörizm der ya kalkışma der, bütün
bunların tamamını sizin bilmeniz lazım.
Bu ülkede son süreçte yaşanan
Diyarbakırdaki katliam, Suruç katliamı, yine, Diyadinden
başlayan provokasyonel süreçlerin hiçbiri hendekler varken olmadı,
Roboski katliamı hendekler varken olmadı. Ben Dersim katliamı
dönemini örnek gösterdim. O dönemin gerekçelerine, o dönemdeki
katliamların gerekçelerine bir bakmanızı özellikle rica
ediyorum. Bugün siz bu kürsüden ne ifade ettiyseniz, o dönemin muktedirleri de
aynı gerekçelerle, maalesef, o katliamları ülke tarihimize bir utanç
sayfası olarak geçirdiler. Dolayısıyla, burada tansiyonu
artırma değil, tam tersine
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla)
o tansiyonu
düşürerek rasyonel akılla bir çözümün derdinde olduğumuzu bir
kez daha ifade ediyorum.
Saygıyla selamlıyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında
Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında
Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri
Komisyonu Raporları (1/303) (S. Sayısı: 2) (Devam)
BAŞKAN Gruplar adına üçüncü söz,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Kamil
Aydına aittir.
Buyurun Sayın Aydın. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile
Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve
Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının
tümü üzerine MHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama
başlamadan önce yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Siyasetin en üst düzeyde ve en rafine şekilde
yapılması gerektiğine inandığım bu yüce Mecliste,
özellikle gerçek konuya, gerçek gündeme geçmeden önce, üslupla ilgili, bugüne
kadar, yeni bir milletvekili olarak edindiğim izlenimler
ışığında bir iki noktaya değinmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlar; dün, özellikle Sayın Başkana, uyarı
davranışından dolayı -Anayasadan ve İç Tüzükten
aldığı güçle, yetkiyle bir uyarıda bulundu- bu uyarıda
bulunduğu için kendilerine dün konuşacak olsaydım dün
teşekkür edecektim ama bugün teşekkür ediyorum.
Efendim, uyarınızın içeriği
şuydu: Sayın milletvekilleri, bu yüce Mecliste konuşurken
birbirinizi kırıcı, incitici, zedeleyici birtakım
söylemlerden uzak durunuz. Haklısınız, doğru; birbirimizi
kırıcı, incitici, üzücü söylemlerden uzak durmalıyız.
Bu nedir? 20nci yüzyılın sonlarına doğru tiyatroda bir
teknik gelişti agitprop diye, ajitasyon propaganda. Maalesef, bu yüce
Mecliste, zaman zaman, Türkiyenin her ilinden seçilip gelmiş ve
Türkiyenin her bölgesinin sıkıntılarını dile getirmek
gibi bir sorumluluk üstlenmişken burada tamamen bir ajitasyon propagandaya
tabi tutarak birtakım söylemleri geliştirmek, bazen incitici oluyor.
Ben burada sizin uyarınıza bir şey
daha ilave etmek istiyorum, haddimi aşıyorsam özür diliyorum.
Efendim, burada incinen sadece milletvekilleri değil; bu üsluptan, bu
tarzdan, tamamen hamaset yüklü bu söylemlerden inanın birtakım
değerlerimiz de inciniyor; başta genç cumhuriyetimiz bundan çok
inciniyor, bütün değerlerimiz bundan çok inciniyor.
Şimdi, söylenenleri biraz
somutlaştırmak istiyorum: Efendim, bugüne kadar, sürekli, artık,
inanın herkesin zihinaltına yerleştirdiği birtakım
kavramlar yanlış kullanılarak, birtakım yanlış
okumalar yapılarak gerçekten, biz Meclisin olması gereken
işlevinden biraz uzaklaşıyoruz. Efendim, büyük bir ekseriyetle
özellikle etnisiteye vurgu yapıyoruz. Bakın, mütemadiyen biz bunu ifade
ettik, okuduk, okutmaya çalıştık, kendimiz kaynaklardan bilgi
edinmeye çalıştık. Efendim, sürekli bölgesel isimler
Aslında her bölgemizde her etnik grupta insan yaşamış
olmasına rağmen
Çoğunluk, azınlık olabilir; nüfus
olarak, efendim, Çerkez etnik grubu daha fazla olabilir, Laz daha az olabilir,
Türkmen daha az olabilir, Gürcü daha az olabilir, Kürt daha az olabilir; bir
başka bölgede de tam tersi ama buralara hiçbir zaman kürdistan,
lazizstan, çerkezistan, abazistan deme hakkımız yoktur.
Arkadaşlar, gerçekten, bu cehaletten bir an önce kurtulalım.
Bakın, dünyadaki uluslaşma sürecinden bir bahsetmek gerekirse, örnek
vereceğim, hem kendi sürecimizden hem de dünya kamuoyunda birçok
şeyini örnek gösterdiğimiz Amerika Birleşik
Devletlerinden ve İngiltereden.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti
devleti gerçekten, bakın, çok sıkıntılı süreçlerden
geçerek bir bağımsızlık savaşı vermiş ve
Türkiyede yaşayan bütün etnik gruplar bir araya gelerek bir devlet
kurmuşlar, bir Meclis kurmuşlar ve bunun adına da Türkiye
Cumhuriyeti devleti demişler ve burada yaşayan bütün tebaanın
da Türk milleti olduğunu söylemişler.
Efendim, bu nasıl oldu?
Şimdi, Amerika, İngiltere nasıl millet oldu? Amerika
Birleşik Devletlerine, 1776ya kadar İngilterenin sömürgesi olan
bir coğrafyaya Avrupadaki farklı uluslardan temsilciler gitti ve
orayı kolonileştirdi, 13 tane koloni yaptı. Daha sonra, 1776dan
sonra, bu koloniler bir araya gelerek
bağımsızlıklarını ilan ettiler ve anlaşarak
bir devlet kurdular. Dolayısıyla, eyalet sistemi mi dersiniz,
kolonilerin bir araya gelerek ortak bir federatif yapı
oluşturması mı dersiniz, bunun oluşumu budur. Bunun içinde
her türlü unsur vardır çünkü kuruluş felsefesi budur, onun için de
başkanlık sistemini kendilerine idari bir yöntem olarak kabul etmişlerdir.
İngiltere, efendim,
Romalılardan başlayarak Norman istilası da görmüş, Roma
istilası da görmüş, Cermen istilalarını da görmüştür
ama hiçbiri etkili olamamış. Cermen kabilelerinden
Anglosakson
dememizin nedeni de o. Bakın, Angluslar, Saksonlar, Juteslar -geçen gün bir iki tanesini
saydım, 20nin üzerinde sayabilirim- bunlar bir araya gelip içinde merkez
güç olan Anglosaksonlar etrafında birleşerek bugünkü
İngiltereyi kurmuşlardır yani England demişlerdir,
aslında Cermendir. Yani, England Land of Anglus demek, tamam mı?
Buradaki İngiltere böyle oluşmuştur, yoksa tek bir soya, tek bir
etnik gruba bağlı değildir.
Efendim, İrlandayı örnek veriyorlar.
İşte, bu İngilizler daha sonra işgalci, yayılmacı
politikalarının bir sonucu olarak Britanya Adasını da
İrlanda Adasını da işgal etmişlerdir. Ayrı bir
ada; burada, efendim, köken de ayrı, ulus da ayrı, kültür de
ayrı, inanç da ayrı. Burayı istila edip büyük krallık
hayalleri kurmuşlardır ve zamanla Güney İrlanda
bağımsızlığını almıştır.
Hatta İrlandalılar Hristiyanlık Katolisizmden Protestanizme
geçişi niye reddetmiştir biliyor musunuz? Bugün herkes orada bir
mezhep savaşı zannediyor, hayır efendim. İrlandayı
tarihler şöyle tarif eder: İrlanda İngilterenin ilk kolonisidir
yanı başında olduğu için ve onların getirdiği
mezhebi kabul etmemişlerdir, Katolik kalmışlardır. Güney
zamanla bağımsızlığını
almıştır, kuzey hâlâ daha o krallığın
hegemonyası altındadır.
Bugün bizim birlik, beraberlik, kardeşlik
hukukumuzla oluşturduğumuz cumhuriyette
yaşadığımız birtakım
sıkıntıları çok rahat bir şekilde konuşarak, bir
araya gelerek cumhuriyetin kuruluş felsefesine halel getirmeden
çözeceğimiz şeyleri, tutuyoruz, efendim, İrlanda modeline
eşit getiriyoruz. Ne alakası var? Sizin, bizim kardeşlerimizi
sorun hâline getirdiğiniz, adına Kürt sorunu dediğiniz
Bu,
inanın küçültücü bir ifadedir. Kürt, sorun olmaz bu ülkede; Laz, sorun
olmaz; Çerkez, sorun olmaz; sorun olursa eğer terör sorunu olur,
işgalci zihniyet sorunu olur. Dolayısıyla, buradan nereye
geleceğiz?
Efendim, kullanılan kavramlardan yine devam
ediyorum: Soykırım, etnik temizlik, efendim,
kutuplaşma, oluk oluk kan aktı, bu doksan yıllık
zulüm
Ya, kürsüye kim geliyorsa inanın utanıyorum, üzülüyorum da
aynı zamanda, yeise kapılıyorum. Kim geliyorsa doksan
yıllık zulüm, oluk oluk kan aktı
Ya, bizim cumhuriyetimiz
evet, çok genç bir cumhuriyet ama niye böyle haksızlık ediyoruz; niye
böyle yanlış, bilgisiz, belgesiz, mesnetsiz, tarihî olayları
çarpıtarak birtakım söylemler geliştiriyorsunuz? Bakın, bu
tekniğin adı belli: İşte, Yüzüklerin Efendisi filminden
hatırlarsınız -bir kitaptır özü- fantastik bir kurgudur,
böyle fantastik kurgulardan vazgeçin. Birbirimize yaranmak, birbirimize mesaj
vermek, insanlara şirin görünmek, bir yerlere şirin görünmek için
böyle fantastik kurgular yapmayın.
Oluk oluk kan
aktığını görmek istiyorsanız bakın, Amerika
1776da bağımsızlık ilan ediyor, 1860larda öyle korkunç
bir bakın, bizden daha uzun soluklu bir demokrasiden bahsediyorum, lütfen
mukayeseleri sağlıklı yapın- iç savaş
yaşıyor ki işte oluk oluk kan orada akıyor. Kuzey-güney
savaşından dolayı yüz binlerce zenci katlediliyor. Bugün
geldiği nokta itibarıyla, Amerikada Memphis eyaletinde bir
İnsan Hakları Müzesi var, tavsiye ederim, vaktiniz olur, yolunuz düşerse
lütfen gidip gezin, görün. Martin Luther Kingin katledildiği bir otelin
müzeye dönüştürülmüş hâlidir. O müzede, o soykırım
müzesinde ne vardır biliyor musunuz? Ben gördüm, belgeli gördüm. Efendim,
1944 Amerika Birleşik Devletlerinde üniversiteye giden ilk zenci; ilk
zenci gittiğinde büyük olaylar çıkıyor ve büyük kargaşa,
onlarca insan katlediliyor. Efendim, Amerika Birleşik Devletlerinde ilk
zencinin beyaz bir kızla ya da zenci bir kızın beyaz bir erkekle
görüldüğü yer. Tarih tarih
İlk halk otobüsüne biniş tarihi, ilk kafeteryada
oturma tarihi.
Şimdi bakın, soykırım
arıyorsanız, ikircikli bir yapı arıyorsanız, oluk oluk
kan arıyorsanız ne olur kendi tarihinizde aramayın. Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde, hatta Türk devlet geleneğinde soykırım
yoktur, oluk oluk kan yoktur; hatalar vardır, eksikler vardır,
yanlış uygulamalar vardır. Bir örnek vereyim. Hepimizi incitir
tabii ki. Nedir bu yanlışlıklar? Uygulayanlardan kaynaklanan
birtakım yanlışlıklar vardır ama Peyami Safa üstat
diyor ki: Efendim, yolcu hatalıysa yolun günahı ne? Şimdi,
benim bürokrat olarak ya da siyasi bir figür olarak yaptığım bir
hatadan dolayı -yolcu misali- yolu niye suçluyoruz? O zaman, bugün
Batının biliyorsunuz son günlerde üzerimize gelirken
kullandığı en önemli argüman İslami terör. Hadi buyurun,
hepinize soruyorum, maşeri vicdanlarınıza hitap ediyorum: Kabul
ediyor musunuz? İslami terör diye bir şey olabilir mi? İslam,
terör olabilir mi? İslam ile terörü bağdaştırabilir miyiz?
Hayır. Ben rahatsızım, sizi bilmiyorum, beni incitici bir
kavram. Benim bu değerlerime hakareti ben kabul etmiyorum. İşte
bakın, o zaman ama İslam adına terör yapan var mı? Var,
değil mi? Ama İslamın hükmü değil, İslam onu
emretmiyor. O kendine öyle bir görev addedip İslam adını
kalkan olarak kullanıp terör estiriyor.
Efendim, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de
şahıslardan kaynaklanan birtakım yanlış uygulamalar,
hatalar olabilir ama Allah aşkına, bir de dolu taraftan bakın,
yani şu anda yüce Meclisteyiz, şu bayrağın gölgesinde konuşuyoruz,
yani Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. diyen, efendim,
bir kurucu irade var. Bu kürsüden, bakın, siyaset adına, özgürlük
adına, demokrasi adına her şeyi söyleyebiliyoruz. Niye bu
haksızlığı yapıyoruz bu cumhuriyete ve bu milletin
değerlerine? Ne olur bu kürsüye çıkınca
Eskiden birbirimizin
Laz, Gürcü, Çerkez olduğunu Nereden geliyorsun hemşehrim? diye
tanışmak amaçlı sorardık. Şimdi, ayrışmak
amaçlı konuşuyoruz. Bu kürsüye gelen önce onu söylüyor. O zaman, ben,
bu âcizane kardeşinizden bahsedeyim. Yani 1972 Gümülcine doğumlu bir
kardeşimiz 83te Ankara serüvenine başlıyor. 1963 Erzurum
doğumlu bu kardeşiniz de Erzurumdan başlıyor Ankara
serüvenine. Çok zor şartlar. Biri Bursada, gayet iyi şartlarda, iyi
imkânlarda büyüyor. Biri Erzurumda eksi 30 derecelerde, altı ay
kış altında, tek sobanın yandığı evde, bir
odada 3 kardeşiyle birlikte okumaya çalışıyor. Daha sonra
devletinin, o cumhuriyetinin, o milletinin
Bakın, devlet-millet ayrımına da
yanlış referanslarla gitmeyin lütfen. Devlet nedir biliyor musunuz?
Devlet, milletin organize olmuş hâlidir. Ayrıştırmayın.
Millet olmazsa devlet olmaz. Devlet olmazsa milletin de bir hükmü olmaz.
İşte, bugün, Suriyede örneğini gördüğümüz gibi.
Biz de kendi kıt imkânlarımızla,
isyan etmeden, bağırmadan çağırmadan, şükrederek,
çalışarak çabalayarak, haddimizi aşmadan gayret ettik.
İşte 83te Bursadan Ankara yoluna çıkan arkadaşım ile
63te çıkan Kamil Aydın, Ankarada Türkiye Büyük Millet Meclisinde
buluştular. Bakın, Gümülcine doğumlu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
en üst kademede, Türkiye'nin seçilmiş 550 milletvekilinden biri.
Soruyorum size: Bu bir kazanım değil
midir? Allah aşkına bu bir ayrışma mıdır? Bu bir
ikircikli politikanın sonucu mudur? Bu bir oluk oluk kan akmanın
ifadesi midir? Bu, bölgeleri etnik kutuplaştırmalara götürmenin
ifadesi midir? Asla.
Onun için, değerli milletvekilleri, gerçekten
üst kimliğimizi, şemsiye kavramımızı tamamen etnik bir
gruba, ırki bir kökene vurgu yapmadan kucaklayıcı olan bu
kavramı, artık çok fazla indirip kaldırıyorsunuz,
irdelemeyin lütfen, irdelemeyin. Mozartı kaldırıp bir marş
daha yazdırmayın. Bu millet var. Dün de vardı, bugün de var,
yarın da var olacak. Türk Marşı demiş adına Mozart.
Shakespeare eserinde Türkler demiş. Yani Batı kabul etmiş. Ta,
12nci yüzyılda Venedik kaynaklarında olan bir milleti, olan bir
coğrafyayı, lütfen, bugün pazarlık konusu yapmayalım
siyasetimize mahkûm ederek. Buna hep birlikte sahip çıkalım,
eksiklerimizi bu eksende tamamlamaya çalışalım. Onun için,
söylemlerimizi oluştururken
Âcizane bir şey daha ifade edeyim: Ben yirmi
yıl eleştiri dersi anlattım. Bugün eleştiride çok önemli
kurallar vardır. Bakın, her bakmak görmek değildir, her okumak
anlamak değildir, her dinlemek de duymak değildir. Biz, bakıp
görmeliyiz, görene kadar bakmalıyız, duyana kadar dinlemeliyiz,
görene kadar seyretmeliyiz. Görüp, duyup, anlayıp
anladığını, gördüğünü, duyduğunu ifade etmektir
eleştiri. Bunu yaparken de objektif olmalıdır. Bu, uzmanlık
da gerektirir. Şimdi, biz de siyasi söylemlerimizi oluştururken
duyarak, görerek, anlayarak bir şeyleri, sebep-sonuç ilişkisi kurarak
geliştireceğiz. Yoksa, hamaset dolu nutuklardan öteye gitmez. Burada
kurumsal yapımız da incinir.
Dolayısıyla, başta Genel
Başkanımız olmak üzere, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak
kendimize böyle bir üslup takındık çünkü politika bir yönüyle de
-etimolojik kavramsal analizini yapmak gerekirse- çok yüzlülüğü ifade
eder, Politics. Politika çok yüzlülüktür, Allah korusun. Biz, burada politika
yapmayalım, biz burada siyaset üretelim, çözüm üretelim. Hep birlikte,
ülkenin millî menfaatlerini pergelin bir ayağı gibi sabit
tutalım, diğer ayağını da evrensel değerlerle
donanmış bir şekilde ülkemizin 21inci yüzyıla uygun bir
siyasetini oluşturalım.
Bu nedenle, evet, uluslararası ilişkilerde
elbette ki ebedî dostluklar, müttefiklikler olmaz. Ne vardır? Ülkelerin
menfaatleri söz konusudur, millî çıkarları söz konusudur. Şimdi,
bakıyoruz, bugüne kadar geldiğimiz nokta itibarıyla, efendim,
bir Arap rüzgârı, bir Büyük Ortadoğu Projesi fırtınasına
kapıldık, gittik. Bir anda, bölgeye şekil vermeye
çalışırken bölge bize şekil vermeye başladı.
Yavaş yavaş, baktık ki yangın evde başlamış.
Şimdi, böyle bir dış politika olur mu?
Bakın, değerli milletvekilleri, biz
Şamda cuma namazı kılma hayalleri kurarken Diyarbakırda
Ulu Camide bin üç yüz yetmiş altı yıl sonra ilk defa cuma
namazı kılamadık. Dün İsrail bayraklarını Bayezid
Camisi önünde yakarken,
(x)leri
söylerken bugün İsraile ihtiyacımız var. noktasına
geldik. Efendim, Mursili, Rabialı Mısır serenatları
yaptık ama Sisiyle Suudi Arabistan Kralı
aracılığıyla görüşmelere girdik. Azerbaycan bizim
dost, kardeş ülkemiz. Hatta hamaseten söyledi yetkililerimiz Biz tek
millet, iki devletiz. Peki, niye Bursadaki maçta o ay yıldızlı
bayrakları çöpe attık? Niye incittik, niye? ASALA örgütünde aktif
görev almış Sarkisyan efendiye yaranmak için. Böyle bir dış
politika olmaz.
Bakın, dedik ki ülke çıkarları
gündemde olacak, pergelin bir ayağını sabit tutmazsanız
çizeceğiniz daire sağlıklı olmaz. Dış siyaset de
budur, daireyi sağlam çizmek için pergelin bir ayağı sabit
olacak. O da nedir? Millî çıkar ve menfaatlerdir, bunları
pazarlık konusu yapamayız. Değerleri sürekli değişken
hâle getirmeyeceğiz. Değerlerimiz bellidir, bu değerlerin aşındırılmasına
ben karşıyım.
Bir iki tane de içeriden örnek vereyim isterseniz.
Bakın, mehter bizim büyük bir değerimizdi. Üzüldüğüm için
söylüyorum, bugün stadyumlarda amigoların, seyircilerin sanki bir
enstrümanı hâline getirilmiş.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
KAMİL AYDIN (Devamla) Hâlbuki o mehterden
Mozart etkilenmiş, Türk Marşını yapmıştı.
Statlarda bizim onu hafife indirgemememiz gerekir.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Aydın.
KAMİL AYDIN (Devamla) Bakın, sema
gösterileri bizim manevi, uhrevi bir değerimizken bugün düğün
salonlarında kakara kikirili sohbetlere meze olmaktadır.
Başörtülü kardeşlerimize piyango çekilişleri
yaptırıyoruz. Bu değerlerin aşınmaması
lazım. Önce içeride sağlıklı, millî, ayakları üzerinde
duran bir siyaset ve bunun da uluslararası yansıması olan dünya
siyasetine ulaşmamız lazım diyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
Birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.08
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.30
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Elif
Doğan TÜRKMEN (Adana)
------0-----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 25inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
2 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Tasarının tümü üzerinde şahsı
adına ilk konuşmacı Antalya Milletvekili Mustafa Akaydın.
Buyurun Sayın Akaydın, süreniz on
dakikadır. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) Sayın Başkan,
çok değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizin yeni
yılını kutluyorum ve 2016 yılının Meclisimize,
ülkemize barış, demokrasi, adalet ve insan hakları getirmesini,
nasip etmesini diliyorum.
Değerli arkadaşlar, pek tabii ki
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına biz de Dışişleri Komisyonumuzun
kararlarına uyuyoruz, bunu da ayrıca belirtmek istiyorum.
Sayın Balukeni sırasında göremiyorum
ama bir önceki oturumda konuşulan, tartışılan bazı
konularda kişisel fikrimi beyan etmek istiyorum. Biz Atatürkün
kurduğu bir partinin temsilcileriyiz, Atatürkün deyişlerinin
tamamının arkasındayız ama şunu bilmenizi isterim ki
değerli HDPli arkadaşlarım, Damarlarınızdaki asil
kanda mevcuttur istediğiniz kudret. lafının hiçbir şekilde
ırkçılıkla alakası yoktur. Çünkü ulu önder Atatürkün
milliyetçilik söylemleri Türkiye Cumhuriyetindeki bütün etnik kökleri
kapsayan, aynı havuzda toplayan, hepsini aynı asil kanın mensubu
gören bir zihniyettir, bunu özellikle belirtmek istiyorum.
Ve şunu söyleyeyim: Görüşlerinizin
birçoğuna katılmamakla beraber eğer bu Meclise
dokunulmazlığınızla ilgili bir madde gelirse en
şiddetli karşı çıkanlardan birinin de ben
olacağımı bilmenizi isterim değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar, ben, özellikle bugün
sabah ajanslarda gördüğüm çok mutlu bir haberi de sizlerle paylaşmak
istiyorum. Özellikle AKPli milletvekili arkadaşlarımı
kutluyorum çünkü gördüğüm kadarıyla, ilgili kurullar 3 belediye
başkanı adayını yolsuzluk, nüfuz ticareti yapmak gibi
suçlardan dolayı disiplin kuruluna vermiş. Bunun iyi bir
başlangıç olmasını diliyorum, bundan sonra da sadece
muhalefet belediye başkanları için değil, AKPli belediye
başkanları için de bunların sürdürülmesini diliyorum. Ama bir
şey daha rica edeceğim sizden; kurunun yanında yaşı da
yakmışsınız çünkü Yaşar Yakışın
söylemleri bence dış politikayla ilgili en güzel AKPli
söylemleriydi, buna da açıkça üzüldüğümü beyan etmek istiyorum.
Dilerim daha büyük götüren belediye başkanlarınız için de bu
uygulamaları devam ettirirsiniz. Çünkü bunu ben söylemiyorum, Sayın
Bülent Arınç söylüyor -geçen seneki söylemlerinden söylüyorum- kimi
kastettiğimizi de biliyorsunuz, onların da aynı şekilde
değerlendirilmesini diliyorum değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar, 21inci yüzyıl,
bilgi toplumu denen bir toplum tipini öne çıkarmakta olup doğal
olarak bilgiyi ve onun olmazsa olmazı eğitimi dayatmaktadır,
bilgiye dayalı ekonomik gelişmeyi öngörmektedir. Her ne kadar
ülkemizde son yıllarda terör, işsizlik, adaletsizlik, insan
hakları ve ekonomi sorunları ilk sıraya yükselse de biliyoruz ki
eğitimsizlik bütün bu sorunların temelinde yatmaktadır ve ancak
eğitim sorunu olmayan toplumların beşeri sermayesi güçlüdür. Biz
de beşeri sermayemizi güçlendirebilmiş olsaydık biraz önce
bahsettiğim sorunlar Türkiye için de minimuma inerdi diye
düşünüyorum.
Ben bu konuşmamda sizlere özellikle
yükseköğretimden bahsetmek istiyorum; dünyada 200, Türkiyede 5,5 milyon
öğrencisi olan yükseköğretimden, son yirmi yılda dünyada en
hızlı büyüyen sektörden ve bunun Türkiyedeki sorunlarından.
Türkiyede yükseköğretimin ciddi yapısal sorunları vardır.
Bunun başında eğitimin siyasallaşması ve dünyada
1990lı yıllarda birçok ülkede başarılmış olan
yükseköğretim reformlarının Türkiyede henüz ele bile
alınamamış olması gelmektedir. 2002 yılı sonunda
AKP iktidarı tarafından sunulan acil eylem planını
isterseniz şöyle bir hatırlayalım. Birçok acil reformun
tamamlanma zamanı gösterilerek TBMM gündemine alınacağı
iddia edilmiş, bu arada Yükseköğretim Kurulunun yeniden yapılandırılacağı,
üniversite özerkliğinin sağlanacağı vadedilmişti. Bu
eylem planı maddelerinin çoğunluğu
gerçekleştirilmediği gibi Yükseköğretim Kuruluna da hiç
dokunulamadı. Çünkü yükseköğretim sorunlarını sadece
türbana indirgeyen ve bunun üzerinden siyasi mağduriyet, siyasi sömürü
yapan bir siyasi iktidarımız vardı. Yükseköğretim Kurulu
Başkanını da değiştirip istediği rektörleri de
atayınca bütün diğer sorunları da görmezden geldi.
2008de göreve atanan rektörlere ağır
hakaretler eden -altını çizerek söylüyorum- ve dönemin taze YÖK
Başkanı olan Yusuf Ziya Özcanı sizlere hatırlatmak
istiyorum, hani şu ha bire mikrofon kazalarına takılan Yusuf
Ziya Özcanı. Başarısızlığı tescillenip dört
yıl sonra Varşovaya büyükelçi atanarak gözden uzaklaştırıldı
Sayın Başkan. Şimdi Fransızlara sosyal medyadan
veledizina diyerek diploması tarihine bir utanç vesilesi olarak geçiyor.
Bunu, yüzüm kızaracağı için onun özgün kelimeleriyle ifade
etmedim, Arapçasını kullandım değerli
arkadaşlarım. Zaten zoraki büyükelçi, Polonyaya atandığı
gün ülkeye ilişkin düşüncelerini soran bir gazeteciye
İnternetten baktım, Chopinin memleketiymiş. diyerek hem
kendini hem de ülkemizi rezil etmiştir. Arkadaşlar, Polonyanın
büyükelçisiyle Ankarada karşılaşırsanız, bizler kadar
aksansız Türkçe konuşmasına bile
şaşırmazsınız. Çünkü Polonyalılar Türkiyeye
yollayacakları diplomatları aramızdaki beş yüz
yıllık dostluğu onurlandıracak şekilde
yetiştirirler. Bu yüzden olay çok acı bir skandaldı ama AKP
Hükûmetinin sayısız dış politika skandalları
arasında biraz sönük kaldı doğrusu.
Üniversiteler konusuna dönersek, on dört yıl
içinde üniversite sayımız 50den yaklaşık 200e
çıktı ama üniversitelerde kalite son derece düşük. Elli yıl
önce Türkiyeden her konuda çok geride olan Güney Kore ise eğitim ve bilim
alanında yaptığı atılımlarla Türkiyeyi her yönden
çok geride bıraktı. İrlandayı, Güneydoğu Asya
ülkelerini de bu cümlenin içine sokmak mümkün. Bizde ise 2008den sonra
üniversitede kaliteli insan gücü açığı hızla büyüdü.
Dünyada bilimsel atıf sayılarında yılda 160 bin olan
rakamımız 55 bine kadar düştü. Şimdi diyeceksiniz ki
Yayın sayısında dünya 20ncisiyiz. Doğru ama bilimsel
yayınlarımızın büyük çoğunluğu C grubu dergilerde
görünüyor, üstelik bunlara para ödeyerek yayın sayısını
yükselten sözde bilim insanları türedi.
Kalitesi bu süreç içinde düşmeyen, bu yüzden en
övünülecek okullarımızdan olan ODTÜ -dikkatinizi çekiyorum- geçen
hafta, İngilteredeki bir kuruluş olan Times Higher Educationın
sıralamasında, ilk defa Türkiye'de ilk 100e 85incilikle giren bir
üniversitemiz oldu ama AKP iktidarı onu da yok etmek için var gücüyle
çalışıyor. Üstelik, sadece bir bilim grubunun kampüsündeki
kıymetli arazileri yağmalayıp, beton yığını
çirkin, zevksiz villalar inşa etmek için yıkmak istiyorlar.
Sayın Genel Başkanımızın sözünü bir kez daha
hatırlatıyorum: Siz ODTÜyü yıkamayacaksınız. Fakat,
siz iktidardan düştüğünüzde, dillere destan kaçak
sarayınızı ODTÜdeki öğrencilerimize konferans
salonları ve laboratuvarlar olarak tahsis edeceğiz değerli
milletvekilleri. (CHP sıralarından alkışlar)
NECİP KALKAN (İzmir) Vah vah vah!
MUSTAFA AKAYDIN (Devamla) Sayın
milletvekilleri, yükseköğretim ivedilikle -siz gülmenize devam edin de
dinleyin yeter- ve her türlü siyasi baskının ötesinde yeniden ele
alınmalıdır. 2007 yılında üretilen YÖK Strateji
Raporu, TÜSİADın geçmiş raporu ve Avrupa Üniversiteler
Birliğinin 40 tane Türk üniversitesini bizatihi inceleyerek
kurguladığı değerlendirme raporları ısrarla
okunmalıdır. Ülke genelinde bir yükseköğretim şûrası
toplanmalıdır. Bunun alakadarları olarak şûraya rektörler,
Millî Eğitim Bakanlığı, işçi konfederasyonları,
TÜSİAD, TOBB, TÜBİTAK, ayrıca yükseköğretim
öğrencileri ve velileri katılmalıdır. Yükseköğretime
ayrılan kaynak gayrisafi millî hasılanın yüzde 2sine, AR-GEye
ayrılan kaynak hızla yüzde 3e çıkarılmalıdır.
ODTÜ, Bilkent, İTÜ, Boğaziçi, Sabancı, Koç, Hacettepe gibi
dünyada ilk 500e giren üniversitelere özel AR-GE destek bütçeleri
verilmelidir. Üniversiteye giriş sistemi değiştirilmeli,
eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır.
Doktora öğrenciliği özendirilmelidir, bu konuda dünyanın en geri
ülkelerinden biriyiz arkadaşlar. Batılı ülke istatistiklerinin
dörtte 1i kadar nüfusa oranla doktoralı, yükseköğretimli insan
sayımız. Üniversite özerkliği bakımından da
dünyanın en geri kalmışları arasındayız. 8 tane
bunun internasyonel kriteri var; Japonyayla beraber Türkiye sonuncu. Bu konuda
düzenlemeler yapılmalı, üniversite bütçelendirilmesi torba bütçe
olmalı, akademik atamalar tamamen liyakate dayalı olarak
yapılmalıdır.
Bu arada, gene
geçen haftaki haberlerden bir alıntı: Bingöl Üniversitesi Rektörünün
5 akrabasını üst düzey kadrolara atamakla AKPnin nepotizm yani
kayırmacılık politikasının tipik bir örneğini
verdiğini hatırlatmak isterim. Bu küçük olay bile Hükûmetinizin bilim
ve yükseköğrenimden ne anladığının bir göstergesidir.
Değerli milletvekilleri, dünya treni,
uygarlık treni hızla ilerliyor ama biz eğitimde yerimizde
sayıyoruz. Treni kaçırmayalım, bu, yüce Meclisimizin iradesine
düşüyor. Orta gelişmişlikten kurtulmak ve kişi
başına millî geliri 30-40 bin dolarlara yükselmiş bir ülke
olmamız için olması gereken tek kural eğitim
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Akaydın.
MUSTAFA AKAYDIN (Devamla) Çok teşekkür
ediyorum sabırla dinlediğiniz için. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Tasarının tümü üzerindeki
konuşmalar tamamlanmıştır.
Sisteme giren üç arkadaşımız var,
soru-cevap işlemi yapacağız sırasıyla.
Sayın Tanal
Sayın Bektaşoğluna söz verelim
şimdi.
Sayın Bektaşoğlu, buyurun.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun)
Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Sorum Sayın Sağlık Bakanına
olacaktı, onun için Sayın Bakanımızın
Bakanımıza iletmesi ricasıyla
Giresunumuzun Teyyaredüzü
mevkisinde, Karayollarından alınan arazi üzerine 2011 yılında
inşasına başlanan 150 yataklı Giresun Kadın Doğum
ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinin sözleşme gereği yirmi
iki ayda tamamlanması öngörülmesine rağmen hâlâ inşaatı
tamamlanamamıştır. TOKİnin sorumluluğunda yürütülen
hastane inşaatında, geçen bu dört yıllık sürede bugüne
kadar 2 müteahhitlik firması çeşitli nedenlerle işi terk
yapmış, hâlen 3üncü müteahhit çalışmalarını
sürdürmektedir. Hastanenin ne zaman tamamlanacağı belli
değildir. Şu anda Giresunda kadın ve çocuk
sağlığı ve doğum hizmetleri elli yıllık bir
hastane tarafından hizmetini sürdürmektedir. Bu sorunu dile getirirken
TOKİnin rant olmayan, sadece kamu hizmeti içeren inşaatlara
bakış açısını, iş bitirimindeki imkân, kabiliyet
ve yetersizliğini, Hükûmetin kadın ve çocuk
sağlığına gösterdiği duyarsızlığı
takdirlerinize sunuyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkürler.
Sayın
Topal
SERKAN TOPAL
(Hatay) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yaşanılan
savaş nedeniyle Hatayın yaşadığı ekonomik ve
sosyal sıkıntılar yetmiyormuş gibi, ticaretin bitirilmesi,
turizmin bitirilmesi yetmiyormuş gibi, artık hemen hemen her gün
elektrik kesintileri de yaşanmaya başladı. Hatay her gün
karanlık içerisinde kalmaya mahkûm ediliyor. Defalarca uyardık,
defalarca söyledik, ilgili kişilere sorunu ilettik.
Yurttaşlarımız her gün telefonlar açtı, dert yandı Bu
sorunu çözün. dedi. İnsanlar Hatayda karanlıkta, her gün
elektrikleri kesiliyor.
Ey Hükûmet, ey
ilgili Sayın Bakan; bu sorunu çözmeyi düşünmüyor musunuz? Hatay bu
ülkenin şehri değil mi? Hataylılar bu ülkenin evlatları
değil mi?
İnsanlar
size isyan ediyor. İsyan ettiklerinde de, söz söylediklerinde de
üzerlerine TOMAlar mı göndereceksiniz? Bu durumun sorumluları
kimler?
Ben buradan bir
kez daha Hükûmete sesleniyorum, Sayın Bakana sesleniyorum: Bir an önce
Hatayın elektrik problemini çözün, Hataya üvey evlat muamelesi
yapmayın. Sayın Bakanı derhâl göreve davet ediyorum. Eğer
bu sorunu bir an önce çözemeyeceklerse de o görevi bıraksınlar, bu
görevi layıkıyla yapacak insanlara bıraksınlar.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Sayın Şimşek
BAKİ ŞİMŞEK
(Mersin) Sayın Bakanım, öncelikle hayırlı uğurlu
olsun diyorum, başarılar diliyorum.
350
kilometrelik sahil şeridine sahip olan Mersinde Kazanlı-Tarsus Sahil
Bandı Projesinin eksikliklerinin giderilerek bir an önce gündeme
alınmasını, ayrıca Gülek-Karboğazındaki kayak
turizmiyle ilgili olan bölgenin Bakanlığınızca
yapılmasını, yapılmıyorsa da Büyükşehir
Belediyesine devredilmesini ve Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmasını,
ayrıca Mersinin mutlaka turizmde öncelikli teşvik kapsamına alınmasını
ve bu kadar güzel denizi olan, sahili olan bir kentin mutlaka Antalyayla
yarışabilecek bir düzeye getirilmesini bekliyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Sayın Tanal
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, şu anda benim elimde görüşülmekte olan sıra sayı
numarası 2 var. Siz de dikkatlice incelediğiniz zaman -geçmişte
grup başkan vekiliydiniz- bu şekilde, mühürlü, altta
atıflı, dipnotlu hiçbir zaman önümüze bizim uluslararası
sözleşmeler de gelmedi, kanun teklifi de gelmedi. Bu 26ncı Dönemde
bu şekilde, mühürlü, dipnot atıflı olarak bu yeni bir uygulama
mıdır ve bugüne kadar
Tabii, İç Tüzükte bir
değişiklik olmadı, Anayasada bir değişiklik
olmadı, bu nasıl bir uygulama, ben bunu öğrenmek isterim; bir.
İkincisi: Yine sözleşmede
kamulaştırma ve tazminatla ilgili hüküm var. Burada
Kamulaştırma bedeli gecikmeksizin, gecikme olmaksızın
derhâl ödenecektir. ibaresi var.
Şimdi, biz kendi vatandaşımıza
Kamulaştırma Kanununda gecikmeksizin derhâl ödenme maddesini getirmediğimiz
hâlde, uluslararası sözleşmelere bunu getirip diğer firmalara
bir avantaj, bir imtiyaz tanımıyor muyuz? Bu yani sanki yabancı
firmaları, vatandaşımızdan hukuksal
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MAHMUT TANAL (İstanbul) -
anlamda daha
korunaklı bir duruma getirip, eşitlik ilkesi ihlal edilmiyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Sarıbal
ORHAN SARIBAL (Bursa) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Öncelikle, bu Parlamentonun gerçekten
bağımsız ve bu Parlamentoda bir Hükûmet olduğunu biliyoruz.
Sayın Başbakanın, Sayın Cumhurbaşkanına itiraz
etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sayın Cumhurbaşkanı
yasama ve yargı anlamında yaptığı baskıyı ve
yaptığı dayatmayı lütfen bıraksın, kendi görevine
dönsün; birincisi budur.
İkincisi de Bursada maalesef AKPli Büyükşehir Belediye
Başkanı yaptığı büyük yanlış
yatırımlar sonucu halkı zam zulmüne boğmuştur. Stadyum
ve benzeri yapılarla kentteki halkın cebine ortak olmuş, maaşına
ortak olmuş durumdadır. Bu yüzden, zamları bir an önce geri
alması -ulaşım üzerinden yaptığı zamları
hızlıca geri alması- gerekmektedir. Buradan Bursa
milletvekillerini ve Büyükşehir Belediyesini göreve
çağırıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Soruları cevaplandırmak üzere Hükûmet
adına Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mahir Ünal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Süre daha var
Sayın Başkan, bir soru daha vardı.
BAŞKAN Sistemdekiler bitti; Sayın
Bakandan sonra süre kalırsa tekrar söz vereceğim.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL
(Kahramanmaraş) Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Öncelikle, Giresunla ilgili sayın vekilimizin
sorduğu 150 yataklı kadın doğum hastanesi konusu Sayın
Sağlık Bakanımızla, Hataydaki elektrik kesintisiyle ilgili
hususu Sayın Enerji Bakanımızla paylaşacağım ve
bunlara yazılı olarak cevap vereceğiz. Aynı şekilde,
Mersinle ilgili ve kayak turizmiyle ilgili soru soran sayın vekilimin de
sorusunu yazılı olarak cevaplandıracağız.
Sayın Tanalın mühürlü olmasıyla
ilgili sorduğu soruya ilişkin olarak; uluslararası
sözleşmeler Dışişleri Bakanlığı, ilgili bakanlıklar
ve Başbakanlığın resmî mührüyle gelmektedir. Basımevi
tarafından aslına uygun olarak basıldığı için
mühür sıra sayısında yer almaktadır. 24üncü Yasama
Döneminde basılan sıra sayılarında mühür vardır,
önceki dönemlerde yoktur.
Yine, Bursa Büyükşehir ve ulaşımla
ilgili sayın vekilin sorduğu soruya da yazılı olarak cevap
vereceğiz.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Kamulaştırmayla ilgili Sayın Bakanım
Burada
kamulaştırma maddesi
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL
(Kahramanmaraş) Kamulaştırma ve tazminat ilgili bölüme de
yine
Şimdi, kamulaştırma hükümleri, bugüne kadar,
yatırımların karşılıklı teşvik ve
korunması anlaşmalarında da bulunan ve Türk
yatırımcılarına da karşı ülkede, Korede
aynı imkânı sunan metinlerdir. Bu, mütekabiliyet ilkesine tabi
olduğu için burada yer verilmiştir Sayın Tanal.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Bakan.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum.
Buyurun:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ İLE KORE CUMHURİYETİ ARASINDA SERBEST
TİCARET ALANI TESİS EDEN ÇERÇEVE ANLAŞMA KAPSAMINDA YATIRIM
ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
TASARISI
MADDE 1- (1) 26
Şubat 2015 tarihinde Seulde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Kore
Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve
Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Madde üzerinde gruplar adına ilk
söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Ömer Fethi
Gürere aittir.
Buyurun Sayın Gürer. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2 sıra
sayılı, (1/303) esas numaralı uluslararası anlaşmayla
ilgili söz aldım. Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti arasındaki
serbest ticaret anlaşmasına CHP Grubu olarak olumlu oy
vereceğimizi belirtiyor, yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle, ilimiz Niğdenin bu
anlaşmadan nasibini almasını diliyorum. Çünkü, Niğde iline
son yıllarda gelmeyen yabancı ülke yatırımı
kalmadı. Hayali olarak söylenen bu yatırımların ilkini,
2007 yılında, Almanların Anadoludaki en büyük gübre
fabrikası kurulacağını valimiz açıklamış,
gazetelere manşet olmuştu. O gün bugündür Niğdeye gübre
fabrikasıyla ilgili temel atılmadı. 2011 yılında bu
kez Çinliler geliyor. diye ulusal basında da manşet olan haberlere
rastladık. Niğde iline bir yıl içinde 5, beş yıl
içinde 200 fabrika yapılacaktı. Aradan geçen beş yıl
süresince hâlâ Çinliler temel atma durumuna gelemediler ama geçtiğimiz
günlerde baktım, yine Niğde Belediye Başkanımızı
ziyarete gelmişler, herhâlde bir dönem için de daha bu şekilde
vaatlerde bulunacaklar. (CHP sıralarından alkışlar)
Japonlar kasaba kuracaktı; Niğde bekliyor, hâlâ bir Japon
kasabası kurulmadı. Ama Niğdeye İtalyanlar geldi, en iyi
yaptığımız iş elmacılıktı, elma
tarlaları kurdular, şimdi elma üretiyorlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Niğde, on bin yıldır kesintisiz
yaşamın olduğu, Afrikadan Avrupaya giden ilk insanın
Anadoluda ayak izinin bulunduğu bir kent. Hititlerden günümüze
farklı uygarlıkların izini taşıyan Niğde 2 kez de
farklı dönemlerde başkent olmuş. Tarihte, Güzel Atlar Ülkesi,
pehlivanlar yurdu; Cumhuriyet Döneminde aydınlar kenti olarak biliniyor
ama ne yazık ki Niğde göç veren, sorunları çözüm bulmayan il
durumunda. Nevşehire yılda 3,5 milyon turist gelirken Niğdeye
yılda 100 bin turist gelmiyor. Oysa, Niğdenin her köyünde tarihin izleri
var. Yazılı soru önergeleriyle, Turizm Bakanımıza bu
konuda, Niğdenin tarihî ve turizm değerlerinin öne çıkması
konusunda sorular da yönelttim.
Niğdenin tarımda da önemli bir yeri var.
Patateste ve elmada, Niğde, ülkemizin ilk sırasında yer
alıyor. Ne yazık ki patates çok üretildiği zaman hep sorun. Bu
yıl da 800 bin ton ürün var. Şu an, ürün depoda çürümek üzere.
Geçmişte yurt dışına satışı
yapılıyordu, bu dönemde komşu ülke kalmayınca patatesi yurt
dışına satamadık. Öyle olunca depoda çürümeyle karşı
karşıya kalmış durumda. Bu ürünün değer bulması
için bölgede öncelikle aracısız satış
olanağının yaratılması, ardından da bölgeye
entegre üretim tesislerinin yapılması gerekiyor.
Keza elma üreticilerimiz de elmada 400 bin tonluk bu
yılki rekolte sonucunda ürünlerinin bir kısmını elma suyu
fabrikalarına verdiler ama onların da bazıları ödeme
yapmadığı için perişan duruma düştüler. Diğer
elma da depoda, satılamıyor. Oysa, büyük şehirlerimizde elma ve
patates fiyatları üst düzeyde. Bununla ilgili aracısız ürün
satışı gerçekleşse hem üretici ürettiğini maliyetinin
üstünde bir fiyatla satabilecek hem de tüketicimiz daha ucuz fiyatla bu
ürünleri almış olacak.
Bu yıl, yurt dışından gelen
fasulye nedeniyle fasulye üreticimiz de mağdur. Fasulye de şu anda
satın alınmadığı için depolarda bekliyor.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; Niğde ilinin garip bir olayı daha var. Niğde
ili, Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Projesi kapsamına
alınmadı. 46 il alındı. Konya ve Bursanın
alındığı yerde, Niğde, Konya ve Bursadan daha zengin
gösterilerek bu kapsama alınmadı. Bunu da hem Niğdelilerin hem
de ülkemizin istatistikleriyle ilgili ilginç bir veri olarak bilgilerinize
sunuyorum. Niğdede yıllarca doğru bilgilendirme yapılmadığı
için, tarım alanları kıraç olduğundan ekim yapamayan
çiftçilerimiz vardı. Sonra yabancılar geldi, bu alanları
yabancılar aldı, şimdi, oralara bahçe yaptılar. Hemşehrim
diyor ki: Kendi toprağımda beni amele yaptılar. Şu anda o
bahçeler de elma bahçeleri oldu ama ne yazık ki benim hemşehrimin elinden
toprak çok ucuza gitti. Toprak çok ucuza gittikten sonra da kendisi orada amele
olarak çalışmak durumunda bırakıldı.
Niğdenin kıraç topraklarının
sulanamaması en büyük sorun. Ama Niğdeden çıkan Ecemiş
suyu, Seyhan üzerinden Akdenize akıyor. Yıllardır bu suyun
Niğdeye, ovaya verilmesi isteniyor. Ne yazık ki bu konuda da
yapılan projeler yaşama geçmedi. O anlamda da Niğdenin sulama
suyuyla ilgili sorunu devam ediyor. Bunun yanında, elektrikle su
çıkarılıyor. Tarlalara elektrikle çıkarılan su verildiği
için her yıl elektrik parası ödemede çiftçiler büyük
sıkıntı yaşadığından hem üretim maliyeti
artıyor hem de üretici daha fazla masrafla ürün üretmek durumunda
kalıyor.
Niğdede havaalanının temeli 1996
yılında atıldı. O günden bu yana Niğde havaalanı
bekliyor. Bu dönem yapılacağı söyleniyor. İnşallah
gerçekleşir. Bunu umut ediyor ve diliyorum.
Tıp fakültesi de yirmi yıldır
söyleniyor. Rektörle görüştüğümde de tıp fakültesinin
gerçekleşeceğini ifade etti. Niğdede kalp krizi geçiren ya da
beyin kanaması geçirenin doğruca gönderildiği yer Kayseri.
Kayseride de yatak olmadığı için, hastanın
yatacağı yer olmadığından hastalarımız
mağdur durumda, bir kısmı yollarda ölüyor.
Niğde-Bor arasında Akkaya Barajı var.
Büyük bir çevre sorunu yaşanıyor. Yanında üniversite bulunuyor.
Üniversitenin bulunduğu bu yerin içindeki kirlilikten dolayı
kokusundan geçilemediği gibi, çevrenin ötesinde, insan
sağlığı açısından da büyük tehlike arz ediyor.
Gelen bakanlarımızın hepsi bunun temizleneceğini söylediler
ama hâlâ bu sorun çözümlenmedi.
Her seçim öncesi Niğdede bir de petrol
çıkıyor. Sürekli Niğdede petrol, hayırlı olsun.
diyorlar. Seçim bitiyor, petrol gidiyor. (CHP sıralarından
alkışlar) Petrolün olduğu yerlerde de şu anda
çalışma durdurulmuş, böyle bir şeyin olmadığı
belirtiliyor.
Niğdede dericilik önemli bir meslek kolu.
Niğdenin Dericilik Yüksekokuluna iki yıldır öğrenci
alınamıyor, öğrenci bulunamıyor. Bunun yanında, yurt
dışı satımı yapan dericilerimiz kapasitelerini yüzde
30a düşürdüler çünkü, yurt dışında komşuluk
ilişkimiz kalan ya da ürün satacağımız neredeyse ülke
kalmadı. Komşularla sıfır sorun politikasından
sıfır komşu politikasına erince bizim dericilerimiz de
mağdur durumda.
Köy okullarımız kapalı,
sağlık ocaklarımız kapalı, trilyonluk
yatırımlar çürümeye terk edildi. Göç nedeniyle hemşehrilerimiz
başka şehirlere göç ediyor, köyler boşalıyor. Bir ülkede
eğer köyler boşalıyorsa, üretim o köyde bitiyorsa ülkenin
geleceği mutlaka karanlığa doğru gidiyordur. Bu
bağlamda, mutlaka köylerimizde yeniden üretimin artırılması
gerekiyor.
Niğdenin Bor ilçesinde yalnızca 20ye
yakın el sanatı vardı. Keçiboynuzundan yapılan
bıçaklarımız ünlüydü. Çinden gelen bıçaklarla ne
yazık ki bugün, o bir iki tane kalan ustamızın dışında,
meslek ölüyor. Keçecilik bitti; dericilik zor durumda; diğer el
sanatlarımız da yok olmak üzere. Bunların hepsine sahip
çıkılmasını diliyorum.
Her ürüne gelen zamların yanında emekliye,
BAĞ-KURluya verilen 100 liralık ödenti de, ne yazık ki, daha
birinci ayında ellerine maaşları geçmeden tükenmiş durumda.
Bu konuda da hemşehrilerimiz bizleri arıyor, diyorlar ki:
Bunları dile getirin. Onların, bir yerde, vesilesi olalım.
Emekli, BAĞ-KUR, işçi ve memur aylıklarının bu
zamlardan sonra yeniden değerlendirilmesini öneriyorum.
İşsizlik bölgemizin en önemli
sorunlarından biri. Bunun yanında, son günlerde bazı sanayi
kuruluşları işçileri çıkarmaya başladılar. Önemli
bir kuruluşumuz 116 işçimizi işten attı, burada da sıkıntılarımız
var.
Yine, toplulaştırma adıyla
köylerimizde tarlalarda birleştirmeler uygulanıyor. Bunda da
haksızlık yapıldığı yönünde köylerden çok
yoğun şikâyet alıyoruz.
Kısaca, yurt dışıyla
yaptığımız anlaşmaların Niğdemize de
faydası olmasını istiyoruz çünkü Niğde, İç Anadoluda,
çevresindeki illere göre en sahipsiz il konumundadır. Aksaray,
Nevşehir Niğdeden ayrıldığı hâlde bugün
Niğdeyi geçmiş durumdadır. Adananın, Konyanın,
Kayserinin arasında Niğde, tarihe bakıldığı
zaman, cumhuriyet öncesinde Kayseriyle denkken bugün en geri il
durumundadır.
İlimizin sorunlarının mutlaka
değerlendirilmesini istiyoruz. Yatırımcıların
bölgemize gelmesinden öte, yapılanların da Niğde adına
düşünülmesini ve sahiplenilmesini diliyoruz.
Kültür Bakanımıza Niğdenin turizm
değerleriyle ilgili çok sayıda soru yönelttim. Umarım ve
dilerim, önümüzdeki süreçte Niğde turizmden gerekli payı alır.
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Gürer.
Gruplar adına ikinci söz, Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Batman Milletvekili Mehmet Ali Aslana
aittir.
Buyurun Sayın Aslan. (HDP
sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz on dakikadır.
HDP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ASLAN (Batman)
Sayın Başkan, Sayın Divan ve Sayın Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Hemen, unutmadan söyleyelim, madem Kültür
Bakanı burada, Mardin Kalesinin turizme açılmasıyla ilgili her
seçim öncesi vaatler veriliyor. Tabii, ne zaman açılacak diye artık
soramayacağım çünkü şu anda orada insanlar evlerini terk
etmiş durumda, turizm bitmiş durumda. Bırakın yerli
turizmi, yabancı turizmi, oradaki Arap halkı, Kürt halkı,
Süryani halkı, Ezidi halkı göç etmektedir. Bir dönemler yurt dışından
gelip köylere yerleşen Süryaniler, Ezidiler şu anda tekrar Avrupaya
kaçmış durumdadır. Dolayısıyla, şu anda
artık kaleyle uğraşacak vaktimiz kalmamıştır.
Evet, dün yarıda kalmıştı
sözlerimiz ama ben
Büyük dahi, büyük adam Bediüzzaman Saidi Nursi veya Saidi
Kürdi -her iki soyadını da kullanmıştır eski Said ve
yeni Said döneminde- 1923te Meclis açılışında
demiştir ki:
(x) Ey
mebuslar, ey gönderilmişler; hepiniz büyük bir güne gönderiliyorsunuz. Ve
akabinde şunu söylemiştir: Bu dünyayıdeniye şan ve
şerefiyle öyle bir meta değil ki sizi işba etsin, sizi tatmin
etsin ve sizin için maksudubizzat olsun. Ve yine sonrasında demiştir
ki: Bu halkın fıtratına muvafık bir cereyan veriniz, yoksa
sayiniz hebayen gider. Fıtrata uygun nedir? Allahın yarattığı
şekliyledir. Diliyle, kültürüyle, diniyle, mezhebiyle, tarihiyle,
DNAlarıyla kendini yönetime Allahın yarattığı
şekilde katmadır; fıtrata uygun cereyan budur.
Ve biz evet, 2016ya girdik. Biz dileriz ki, ben
dilerim ki 2016ya biz yine Bakara Suresi 208inci Ayetin emri ve
telkinlerinin gereğini yerine getirmekle girelim ve yaşayalım,
yaşatalım.
(Hatip tarafından Bakara Suresinin 208inci
Ayetinin okunması)
MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) - Ey iman edenler!
Topluca hepiniz barışa ve selamete giriniz, şeytanın
adımlarına uymayınız, o sizin aranızı açan
apaçık bir düşmandır.
Şimdi, burada hepimizin kendisine pay
çıkarması gereken mesajlar vardır. Bütün kutsal kitaplar bütün
insanlığa hitap eder. Dolayısıyla da bu hitap bütün
insanlığadır ama bizler ayrıca muhatabız çünkü çok
önemli, çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Lütfen empati yapalım. Herkes
elini vicdanına koyup şunu yapsın: Örneğin batıda bir
mahallemize biri gidip Kürtsen övün, değilsen itaat et. Ne mutlu Kürtüm
diyene. diye yazarsa biz çocuğumuzu, mahallemizi ona emanet eder miyiz?
Herkes bu sorunun cevabını lütfen samimi bir şekilde versin. Ben
vermem, ben o Kürte güvenmem.
NURETTİN YAŞAR (Malatya) Ben de vermem,
güvenmem.
MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) Siz de
vermezsiniz. Teşekkürler.
Peki Türksen övün, değilsen itaat et. diyen
ve altında kurumsal kimliğini yazan, yani hangi, Jandarma Özel
Harekât, Polis Özel Harekât ve TEM (Terörle Mücalede)
Sayın Başkan,
siz de görün. Ve bunu yazanlar da gazetelere poz verdiği hâlde, kurumsal
kimliği verdiği hâlde, bizler nasıl olur da oradaki Kürt
kardeşlerimizi, Arap kardeşlerimizi, Süryani kardeşlerimizi,
Ezidi kardeşlerimizi kalkarız da etnisitesini kutsayan ve bütün
mihengi etnisite olan bir zihniyete teslim edebiliriz? Bunun vicdanına,
bunun adalet, bunun merhamet duygularına güvenebilir miyiz?
Yine, Türkün gücünü göreceksiniz. diye Silvanda
Selahattin Eyyubi Camisinin, tarihî caminin üzerine yazılmış ve
bunlar poz vererek yazmış. Tarihî eserlerin üzerine yazı yazmak
üç yıl, tahrip etmek üç yıldan başlıyor. Ama her ne
hikmetse bunlar görülmüyor. Yine, Kan koksun buram buram. diyen bir zihniyet
var.
Ve bakın, siz, ilmel yakin biliyorsunuz ki
televizyonlardan, basından izliyorsunuz, sizinki ilmel yakindir ama biz
aynel yakin ve hakkel yakin görüyoruz. Biz orada yaşıyoruz.
İnanmayın. Bakın, gerçekten basın sizin önünüze ne
koyuyorsa siz o dille konuşuyorsunuz. Bakın, krallar bile
tebdilikıyafet yapıp ülkenin farklı bölgelerinde
gezmişlerdir, halkın sorunlarını dinlemişlerdir. Bir
zahmet, eğer bize inanmıyorsanız, siz de tebdilikıyafet
yapın, raporlarınızı, fotoğraflarınızı
çekin ve bize gelin deyin ki: Siz doğru söylememişsiniz.
İşte, bakın, niye bizzat biz bu fotoğraflarda yer
alıyoruz? Orada olduğumuzu ispat etmek için, yoksa kendimizi
göstermek için değil.
Yine, Esedullah deniyor, Esedullah timi deniyor.
Yani, bir din savaşına çeviriyorlar. Kendini orada Müslüman gören,
İslam adına sevap işlediğini düşünen ve
karşı halkı inançsız hatta kâfir gören bir zihniyetin
vicdanına o halkı nasıl teslim edersiniz?
HALİS DALGILIÇ (İstanbul) Orada
okuduğun ayetler bizi bağlıyor, başkasını da
bağlıyor mu?
MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) Hepimizi
bağlıyor, hepimizi bağlıyor.
HALİS DALGILIÇ (İstanbul) Bizi
bağlar, biz Müslümanız; onun dışında,
bağlıyor mu senin muhataplarını?
MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) Evet, bakın,
Sayın Cumhurbaşkanı Başbakan iken güzel bir laf
etmişti, demişti ki Soma katliamında, faciasında: Bu
ülkenin Başbakanı olarak açıkça ifade edeyim, Diclenin
kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim
altındadır. Şu anda koyunlar değil, insanlar
katledilmektedir ve bunu reddetmenin, Ben yapmadım., Sen yaptın.,
O yaptı. demenin hiçbir kimseye bir faydası yoktur.
Bakın, bin dört yüz yıllık İslam
tarihinde hiçbir zaman cenazeler yirmi gün, otuz gün bekletilmemiştir. Hazreti
Muhammed (AS) buyurmuştur ki: Üç şeyde acele ediniz. Biri de
Cenazenizi erken defnediniz. emridir. Biz niye bu emri yerine getirmiyoruz?
Yani, bunu yerine getirmekten aciz miyiz, devlet aciz midir? Kalkıyorlar,
ölünün, cenazenin definle ilgili işlemlerini mülki idare amirine
devrediyorlar. Yani, diriyken koruyamıyor ama ölüyken Al, istediğin
şekilde istediğin muameleyi yap. diyebiliyorsunuz. Bu günahtır,
yazıktır.
Evet, burada dün o talimatı gösterdim ama
herhâlde fazla anlaşılmadı. Kara Kuvvetleri
Komutanlığı 30 Temmuzda Cizre ve Şırnaka bunu
göndermiş. Yani, en az bir hafta, on gün
tartışılmış bu. Savcının
karşısına çıkmaktan korkmayın. demiş, Vurun.
demiş. Vallahi, savcının karşısına
çıkmayabilirsiniz ama mahkemeyikübrada Allahın
karşısına çıkacaksınız.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Hepimiz,
hepimiz.
MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) Bu ölen
insanların hesabından bütün bu Meclis sorumludur. Biz burada
çözmeliyiz. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı Refahta iken,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken Şark
Raporunu yazmıştır. Orada güvenlik güçlerinin halka
yaptığı zulümlerden söz etmiştir. Ve hâlâ o dönemde görev
yapan insanlar şu anda oraya gönderilmiş durumdadır. Buradan
Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın Başbakana sesleniyorum:
(x) Vallahi billahi bu yol
yanlıştır, kardeş katlidir; orada insanlar ölmektedir,
öldürülmektedir. Gelin bu ölümleri durduralım, gelin helalleşelim,
başka çıkar yolu yok.
Teşekkürler, sağ olun. (HDP
sıralarından alkışlar)
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) Cenazeleri bu kadar
düşüneceğinize öldürmemenin yollarını arayın,
şehit etmemenin yollarını arayın Bu kadar meşgul
ediyorsunuz.
MEHMET ALİ ASLAN (Batman) Hep beraber
arayalım, buyurun durduralım ve oturalım.
BAŞKAN Sayın Aslan, süreniz
dolmuştur.
Gruplar adına üçüncü söz Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Erkan Haberala aittir.
Buyurun Sayın Haberal. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
MHP GRUBU ADINA ERKAN HABERAL (Ankara) Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; üzülerek ifade etmek isterim ki
Müsellim Ünal, Feyyaz Yumuşak, Okan Acar, Yalçın Nane, Tansu
Aydın, İsmail Yavuz, Muhammet Fatih Sivri, Mehmet Koçak, Arslan
Kulaksız, Ziya Sarpkaya, Mehmet Uyar, İbrahim Tanrıverdi, Hamza
Yıldırım, Ömer Kağan Kandemir, İsa İpek, Serdar
Kazan, Ali Gökçe, Barış Akkabak, Mansur Cengiz, Medet Mat, Mehmet
Acar, Abdulkadir Pektaş, Abdulahat Araz, Muhammet Oruç, Salih Hüseyin
Parça, Muhammed Onur Demir, Abdullah Ümit Sercan, Resul Kayaoğlu, Şahin
Polat Aydın, Savaş Akyol, Mustafa Yahya Mertcan, Doğan Acar,
Beyazıt Çeken, Barış Aybek, Fatih Gökşen, Veli Ateş,
Yasin Gencer, Dursun Taştiken, İbrahim Taş, Muhammet Gürlek,
Haşim Dirik, Musa Saydam, Ahmet Çamur, Yusuf Aktürk, Muhammed Tufan, Latif
Adıgüzel, Metin Aydemir, Hübeyip Turan, Hakan Aktürk, Ferdi Gerekli,
Barış Akın, Mehmet Halil Barkın, Recep Beycur, Ömer
Erüstün, Bahadır Aydın, Emre Kaan Arlı, Ali Alkan, Mehmet Kara,
Kenan Ceylan, Ahmet Bıcakçı, Ökkeş Korkmaz, Mustafa Kemal Özata,
Ali Rıza Güneş, Fatih Kılbey, Tanju Akkaya, Yılmaz Dikmen,
Ahmet Gılıç, İlker Narin, Olgun Kurbanoğlu, Burhan Gatfar,
Yusuf Beylem, Batıkan Avcı, İbrahim Halil Aksoy, Akif
Hatunoğlu, Mehmet Hüseyin Balta, Ahmet Akalın, Murat Savaş Kale,
Mustafa Turanlı, Muzaffer Can Ersoy, İlker Çelikcan, Tolga Aktuğ,
Özgür Yatakdere, Adnan Ergen, Uğur Yıldız, Resul Coşkun,
Fatih Duru, Cihan Aksarı, Tayfun Hançer, Tuğrul Köseoğlu,
Muharrem Öksüz, Cem Salih Gözen, Okan Taşan, Harun Saltalı, Deniz
Göçkün, Mustafa Özdemir, Kadri Özkara, Mehmet Parlak, Yusuf Yelkenci, Fehmi
Şahin, Ali Koç, Haluk Varlı, Burak Zor, Yalçın Talık,
Yaşar Doğançay, Hasan Eser, İbrahim Derindere, Adem Cankurtaran,
Bekir Serhat Kaya, Aydın Nazillioğlu, Gökhan Çakır, Namık
Kemal Önder, Soner Yıldırım, Şahin Altmış, Mehmet
Tuhal, Serkan Çölkesen, Oktay İzgi, Çağdaş Arslan, Sezgin
Uludağ, Yavuz Sonat Güzel, İhsan Ejder, Ünal Darboğaz, Turgay
Topsakaloğlu, Samet Çakır, Mehmet Şimşek, Onur Sönmez,
Vedat Kılıçarslan, Fatih Dik, Mustafa Sağlam, Rahmi Yılan,
Ömer Kılıçoğlu, Fatih Tomuşoğlu, Kemal Mermer,
Uğur Uğurlu, Nurullah Yeşildağ, Gökhan Çakıcı,
Sadık Özkan, Caner Çelik, Sadık Aparangil, Necmi Çakır,
Beytullah Tercan, Uğur Akyer, Erdem Ertan, Hilmi Bardakçı, Hasan
Aslan, Sabri Altınbaş, Altuğ Tek, Arif Demir, İbrahim
Bağcı, Selim Vural, Enis Kırımlı, Serdal Toprak,
Mehmet Gözüdok, Umut Tunçay, Sabri Oğlak, Ahmet Çiftaslan, Cengiz Erdur,
Sezer Aydemir, Mustafa Yavaş, Ergün Karaca, Mustafa Katırlı,
Mehmet Burak Demirci, Halil Karakuş, Mesut Demirkan, Haydar Çetin, Ahmet
Kabukçu, Mustafa Nohut, Nuri Yazanel, Serkan Has, Yaşar Yeniören,
Erdoğan Kaya, Birkan Gündüz, Samet Pişkin, Gökhan Ünaldı, Atilla
Güneş, Serdar Denizer, Sıddık Uluocak, Ufuk Fesli, Kadir
Kayveni, Faruk Gezen, Necati Yenikapı, Kenan Yıldız 2015
yılındaki şehitlerimizdir ve maalesef bir haftalık 2016
yılında Abdülkadir Öner, Erol Aktürk, Kenan Ardıç, Orhan
Dilekçi, Musa Yüce, Mehmet Aygün ve Ramazan Emet dün itibarıyla güvenlik
güçlerimiz, askerlerimiz, jandarma özel harekatımız, polis özel harekatımızdan
şehit olan değerli kardeşlerimizdir. Her birinin ismini saymaya
çalıştığım aziz şehitlerimizin
ruhlarının şad, yerlerinin cennet olduğuna yürekten
inanıyor, huzurlarında saygıyla eğiliyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi bu olanları
yıllar önce görerek yetkilileri uyarmış, Gerekli önlemleri
almazsanız ülke kaosa sürüklenir. demişti, dinlemediniz.
İmralı canisi ve PKK terör örgütüyle başlatılan müzakere
sürecine Yapmayın, bu ihanet sürecidir. dedik, haklı
çıktık. Terörle müzakere değil, mücadele edin. dedik,
haklı çıktık. Habur rezaletine müsaade etmeyin, teröristleri
davulla zurnayla karşılamayın. dedik, haklı
çıktık. Osloda teröristlerle pazarlık
yapacağınıza operasyon yapın, terörün belini
kırın. dedik, haklı çıktık. Dolmabahçe bölünme
manifestosudur, Türk millî kimliğini masaya yatırmayın. dedik,
maalesef yaptınız, haklı çıktık. Devletin gücünü
gösterin, terör örgütünün palazlanıp mevzisel güç kazanmasına
fırsat vermeyin. dedik, haklı çıktık. Gerçekleri Türk
milletinden saklamayın, terör bir gün hepimizi vurur. dedik, Ankarada
patladı bombalar, haklı çıktık. Bu andan itibaren yapacak
ve uygulayacak tek bir şey vardır, Milliyetçi Hareket Partisinin
hakkını vermek, haklı olduğu yerde hakkını tesis
etmek gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisinin önerilerini bundan sonra
devletin ve Hükûmet yetkililerinin uygulaması şarttır. Terörün
sonlandırılması için devlet bütün gücüyle asayişi
sağlamak zorunda, bölgede güvenliği, dirliği, birliği tesis
etmek zorundadır. Bunun için lütfen bir defa Milliyetçi Hareket Partisinin
önerilerini uygulayın.
Sayın milletvekilleri, Gazi Mustafa Kemal
Atatürk, aziz şehitlerimiz, yüz binlerce şehidimiz, onların
kurduğu bu Gazi Meclisin çatısı altında hepinizi
saygıyla selamlıyor, en azından bir defa Milliyetçi Hareket
Partisinin fikirlerini şu anda olduğu gibi yapmanızı
bekliyorum.
Saygılar sunarım. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür Sayın Haberal.
Şahıslar adına Denizli Milletvekili
Melike Basmacı. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Basmacı.
Süreniz beş dakikadır.
MELİKE BASMACI (Denizli) Sayın
Başkan, sevgili vekiller; hepinizi selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti
Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma madde
1le ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum. Tabii
ki de ülkemizin lehine her kararda Cumhuriyet Halk Partimin de imzası
olacaktır ama söz almışken birkaç konuya değinmek
istiyorum.
Bugün ülkemizde iki savaş var; birinci
savaş askerimizin, polisimizin, sivillerimizin öldüğü,
canımızı acıtan, bir anne olarak nefes almamı her gün
zorlaştıran kanlı bir savaş, diğeri ise
çaktırmadan bizi bitiren ekonomik savaş.
İki gün önce ülkede enflasyon rakamları
belirlendi; yüzde 8,8. Ben inşaat mühendisiyim. Herhâlde bilmediğim
bir hesaplama var dedim ve araştırma yapmaya başladım:
Zeytinyağına yüzde 108, soğana -hani o kuru soğana- yüzde
58, mercimek, nohut, kuru bakliyata yüzde 28, yumurtaya yüzde 23
Enflasyon
yüzde 8,8. Su yüzde 25, elektrik yüzde 12. Ben Denizlinin vekiliyim, bilen
bilir, bizim Pamukkale diye bir ören yerimiz var. Enflasyon yüzde 8,8; ören
yerine giriş kapısı zammı yüzde 40.
Sonra TÜİK kriterlerine bir bakayım dedim,
nelere göre belirlenir bu enflasyon rakamları? Bir baktım, oje, mum,
don lastiğiyle belirleniyormuş enflasyon rakamları, biz
bilmiyormuşuz. (CHP sıralarından alkışlar) Vicdan
diyorum, vicdan!
Tam on üç yıl boyunca asgari ücretliyi bir tek
gün hatırlamayacaksınız, ne zaman ki Cumhuriyet Halk Partisi
Biz 1.500 lira maaş vereceğiz. dedi, alışkanlık
gereği projeyi araklayarak -çok özür dilerim, örnek alarak demek
istiyordum (CHP sıralarından alkışlar)- aynı projeyi
koyup ama bunu cebine bile girmeden zamlarla geri alacaksınız.
Bu kadar da değil, seçim beyannamesinde tüm
emeklilere -lütfen miydi, seyyanen miydi hatırlamıyorum- 100 lira
zam. diyeceksiniz, SSKlıya, BAĞ-KURluya vereceksiniz, memur
emeklilerini ayrı koyacaksınız.
Sadece bu kadar da değil. Kişi
başına millî gelir 9.800 dolarken G20 zirvesinden bir gün önce Hokus
pokus diyeceksiniz ve kişi başına düşen gelir 19.800 dolar
olacak. Cebinize 10 bin dolar fazladan girmediyse hepimiz
kan-dı-rıl-dık.
Daha bitmedi. Hükûmet Esattı, Esetti,
Esitti derken Suriye, İran, Irak pazarını kaybetti; Çözüm
süreci derken Diyarbakır, Cizre, Silopi pazarını kaybetti;
Uçak düştü., Angajmandı. derken Rusya pazarını
kaybetti. Sadece işçi, memur değil, iş adamları da bugün
çok zor durumda. Türkiyeyi 2023 yılında 500 milyar dolarlık
ihracat hedefine ulaştıracağız. diyenlerin sözleri balon
oldu, uçtu ve gitti. Ben on üç yıldır ülkemde olan bu düzene
karşıyım. Bu adaletsizliğe, Halk çalışsın,
ağalar götürsün; ağalar yesin, halk baksın.a çok
karşıyım. Ve sizlere, bu laf, hak eden, lümpence
davranışlar gösteren, Ben dedim oldu. diyen herkese: Yüce Mevlâna
ne demiş; İyi bak yerdeki yaprağa, bir zamanlar o da yukarıdan
bakardı toprağa. demiş.
Teşekkür ediyorum. (CHP ve MHP
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
1inci madde üzerindeki konuşmalar
tamamlanmıştır.
Soru-cevap işlemine geçeceğiz.
Sisteme giren Sayın Karadeniz, buyurun.
BARIŞ KARADENİZ (Sinop) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Sinop, Kastamonu ve Çankırı için
1/100.000lik Çevre Düzeni Planının gerçek amacı,
sürdürülebilen ve yaşanabilir bir çevre yaratılması, sosyal,
kültürel ve mekânsal açıdan sağlıklı gelişme ve
büyümesi midir acaba? Yoksa, enerji üretim alanları ve enerji iletim
tesisleri adı altında, başta düşünülen Sinop
İnceburun nükleer santrali olmak üzere, Erfelek, Ayancık, Gerze ve
Yenikente yapılmak istenen termik santrallere çevre düzeni planında
değişiklik yapmaya gerek duymadan ilgili kurum ve kuruluşlardan
alınan uygun görüşüyle her türlü enerji üretim santrallerine imkân
tanımak ve güzel Sinopumuzu enerji çöplüğü ve rant kapısı
yapmak mıdır? Sinop termik santral de istemiyor, nükleer santral de
istemiyor.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Sayın Bektaşoğlu
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun)
Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum hassasiyetinize.
Sayın Bakanımıza: Tüm Karadenizde
olduğu gibi, Giresunda da geçtiğimiz hafta sonu giderek
şiddetini artıran kar yağışı bitmesine
rağmen yaşanan olumsuzluk sürmektedir. Beş gün boyunca hâlâ
ulaşılamayan köylerimiz vardır. Yüzlerce köyün ana
güzergâhları, bağlantı yolu kapalı durumdadır. Bu
köylerimizin çoğunda maalesef henüz şu an itibarıyla elektrik
yoktur, telefon görüşmeleri yapılamamaktadır. Eğitim,
sağlık ve cenaze hizmetleri yerine getirilememektedir. İlimiz
tam bir doğal afet anı yaşamaktadır. Bu yüzyıla
yakışmayan bu olumsuz tabloyu ilgili bakanlara aktarıyorum.
Mahsur ve mağdur durumda kalan bütün hemşehrilerime geçmiş olsun
dileklerimi iletiyor, karla mücadele çalışmasını iyi
şekilde yürüten Karayollarına, özel idare ve belediye ekiplerine
kolaylıklar ve başarılar diliyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Yıldırım
BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) Teşekkürler
Başkanım.
Sayın Bakan, Adıyaman, biliyorsunuz, bir
turizm kenti ama şu anda Adıyamanda turizm durmuş durumda.
Bunun iki nedeni var: Birisi, Adıyamanın IŞİDle
anılıyor olması, ikincisi de devam etmekte olan
çatışmalı ortam. Bu ikisinin sorumlusunu AKP hükûmetleri olarak
görüyorum. Adıyamanda şu anda Kâhtada sıfır turistten
bahsediliyor. Bu Adıyaman turizmini canlandırmaya yönelik bir
projeniz var mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler.
Soruları cevaplandırmak üzere Hükûmet
adına Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mahir Ünal.
Buyurun Sayın Ünal.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL
(Kahramanmaraş) Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Barış Karadenizin ve
diğer vekilimizin sorduğu soruyla ilgili yazılı olarak
cevap vereceğiz. Hem Enerji Bakanımıza hem de
Ulaştırma Bakanımıza sayın vekillerin sorularını
iletip yazılı olarak cevap vermelerini talep edeceğiz.
Sayın
Yıldırımın sorduğu, özellikle Sayın Başkan
sizi de ilgilendiren Adıyaman için turizm alanında önümüzdeki süreçte
nasıl bir planlama ve gelişme düşündüğümüze dair sorusuna
da aynı şekilde yazılı olarak cevap vereceğim ama
şunu bilmenizi isterim: Özellikle sadece Adıyamanı değil
Adıyamanı da içine alan şu anda bir bölge destinasyonu
planlaması içerisindeyiz çünkü tek bir il üzerinden değil turist
geldiğinde bölge illerinde hem duygu hem heyecan olarak hem de görsel,
kültürel anlamda da turistin taleplerini karşılayacak bir destinasyon
yönetimi çalışmamız olacak. Bu konuda da ben size etraflıca
yazılı olarak bir cevap vereceğim.
Çok
teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Bakan.
Ben tabii ki
Adıyamanlı olması hasebiyle Sayın Yıldırıma
da teşekkür ediyorum, Sayın Ünala da teşekkür ediyorum. Geçen
gün ziyaret de ettik. Özel birtakım çalışmalar var;
inşallah hep birlikte Adıyamanla ilgili turizm konusunda gereken tüm
projeleri beraberce yürüteceğiz diyorum.
Tekrardan
teşekkür ediyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Sayın
Başkan, Adıyaman deyince, benim tarihî kökenim biraz Adıyaman
tarafı. Ama Adıyamanın bu
BAŞKAN
Sayın Tanal, hep beraber
MAHMUT TANAL (İstanbul)
çevre kirliliği
açısından şehrin pis lağım suları Atatürk
Barajına akıyor. Lütfen bir an önce arıtma tesisini
kuralım Sayın Başkan.
BAŞKAN
Arıtma tesisi bitmek üzere, çalışılıyor. Yüzde 97lere
ulaştı fiziki gerçekleşme, bitecek inşallah. Nemrut
başta olmak üzere turizm alanında pek çok ciddi projemiz var.
Sayın Bakanımız da sağ olsun geçen gün kabul etti ve takip
ediyor.
Çok
teşekkür ediyorum.
Sayın
Demir
NURETTİN
DEMİR (Muğla) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben üniversite
hastanelerinin borçlarıyla ilgili bir soru sormak istiyorum Hükûmete.
1,4 milyar lira
borçları olduğu dile getirilmektedir üniversite hastanelerinin ve bu
borçların da üç dört yıldır ödenmediği, yani Hükûmetin
devleti bu şekilde, zaaf yaratacak şekilde borçlu
bırakmasına nasıl çözüm getirmeyi düşünüyorlar?
İkincisi de, üniversite hastaneleri devletin
kendilerini desteklemediğini düşünüyor. Sekiz senedir SUT
fiyatlarının artırılmamasına karşılık
giderleri artmakta. En ağır vakalara bakan ve Türkiyenin nitelikli
kadrolarını yetiştiren üniversitelerin borçları konusunda
Sağlık Bakanlığı nasıl bir çözüm
düşünmektedir ya da Hükûmetin böyle bir planlaması var
mıdır? Gerçekten bir üniversiteye gittiğiniz zaman, rektör ya da
başhekimle görüştüğünüz zaman Dört yıldır
borçları ödeyemedik. diyorlar ve bunun için de zaten birçok
cihazların ya da ilaçların ihalelerine
katılmadıklarını görüyoruz. Bunların
sorunlarını nasıl çözeceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Adıyaman
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Sağlık Bakanına
iletilmek üzere bir sorum olacak.
Iğdır Devlet Hastanesi, Iğdır
merkez ve ilçeleriyle birlikte, Doğubeyazıt ilçesi ile Nahçıvan
Özerk Cumhuriyetinden de hasta kabul etmektedir. Ancak Iğdır Devlet
Hastanesinin bünyesinde bir kan merkezi bulunmamaktadır. En yakın kan
merkezi Erzurum 290 kilometre ve yine, Van 225 kilometre, dolayısıyla
Iğdır bölgesi ile Nahçıvan ve İrandan,
Doğubeyazıttan intikal eden hastalar çoğu zaman kan
bulunamamaktan dolayı, hele özellikle kış koşullarında
ulaşımda yaşanan sıkıntılar nedeniyle
hayatlarını kaybetmektedir.
Ayrıca, bir de, benzer şekilde,
Iğdır Devlet Hastanesinde yeteri doktor olmakla beraber anjiyo
ünitesi bulunmamakta. Keza kalp hastaları da anjiyo gibi bir ihtiyaç
doğduğunda en yakın olan Erzurum ve Vana sevk edilmek
durumunda. Bu kadar önemli bir hastalıkta belirtilen illere
ulaşmaları mümkün olmamakta ve hayatlarını
kaybetmektedirler. Bu konuda bir çalışmanız olacak mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Adıyaman.
Sayın Bakan, buyurun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL
(Kahramanmaraş) Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Hem Sayın Demirin üniversite hastanelerinin
borçlarına ilişkin soruna dair sorusunu hem de Sayın
Adıyamanın Iğdır Devlet Hastanesinin bünyesinde kan
merkezi ve anjiyo ünitesinin bulunmamasına ilişkin soruyu ilgili
bakanlarımıza ileteceğim ve yazılı olarak cevap
verilmesinin de takipçisi olacağım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
1inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN Madde üzerinde gruplar adına ilk
söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Şenal
Sarıhana aittir.
Buyurun Sayın Sarıhan. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun, süreniz on dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ŞENAL SARIHAN (Ankara) -
Değerli Başkan, değerli kâtip üyesi arkadaşlarım,
değerli emekçi arkadaşlar ve sevgili vekil arkadaşlarım.
Şimdi, bugün 2 sıra sayılı
Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret
Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma
üzerinde konuşuyoruz. Esas
maddeyle ilgili görüşler tamamlandı. Şu an ben yürürlük maddesi
üzerinde konuşacağım. Fakat bu madde üzerinde konuşurken
biraz önce buraya gelirken omzuma aldığım şu beyaz
tülbentten söz etmek istiyorum. Aslında düşüncelerimi
işaretlerle ya da rumuzlarla ifade etmekten hoşlanan biri
değilim. Ama bugün öğle saatlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisine
geldiğim zaman -İnsan Hakları Komisyonumuzdaki, insan
hakları üzerindeki o yoğun tartışma sürecinden sonra binaya
girdiğim zaman- bir grup akademisyen arkadaşımın beyaz
gömleklerle bizi karşıladıklarına tanık oldum. Onlar
şu sebeple buradaydılar, öncelikle onların taleplerini
bilgilerinize sunmak istiyorum. Niçin beyaz gömleklerle gelmişler ve
gömleklerinin üzerinde ne vardı? Niye böyle bir örtüyü, bir tülbenti de
omuzlarına almışlar? Şöyle diyorlar: Biz
aşağıda imzası olan kadınlar, özgür, demokratik,
eşit ve adil barışın hüküm sürdüğü bir ülkede
yaşamak istiyoruz. Bu nedenle Meclisi, Meclisin 550 üyesini, Meclisteki
tüm siyasi partileri ve Hükûmeti göreve çağırmak için bugün
buradayız. Meclis Göreve! Ölümleri durdurun. Silahları susturun,
barışı konuşun. Çözüm masası yeniden kurulsun,
müzakereler derhâl başlasın. Cizre, Silopi, Sur, Silvan, Dargeçit,
Nusaybin
Kuşatma kalksın, sokağa çıkma yasakları son
bulsun. Hastaneler karargâh olmasın, okullar karargâh olmasın. Beyaz
tülbentlerimizi öldürmekten değil, yaşamdan yana taşa
çalıyoruz. Tekrarlıyoruz: Meclis göreve!
Aslında
günlerdir buradan, bu kürsüden konuşan her arkadaşımız,
özellikle Cumhuriyet Halk Partisi ve HDPden konuşan
arkadaşlarımız benzer çağrıları burada sunuyorlar
ve bizi göreve davet ediyorlar.
Şimdi,
izninizle tam da Kore üzerine konuşurken geçmişten birkaç şeyi
anımsatmak istiyorum. Benim yaşım dahi yetmedi, 1950 ve 1953
tarihleri arasında Japonyanın İkinci Dünya
Savaşından sonra tamamen teslim olması üzerine, biliyorsunuz, o
savaş, o ikinci emperyalist savaş Koreyi ikiye ayırdı,
Kuzey Kore ve Güney Kore olmak üzere; 38inci meridyenden başlayarak tam
olarak ikiye ayırdı. Kore bir tarafta bir başka süper gücün,
diğer tarafta bir başka süper gücün yani ABDnin ve Çinin
koruması altında ikiye ayrılmış vaziyette. Aynı
halk, aynı toprakları bölüşmüş olan, aynı kaderi
paylaşmış olan, aynı denizden avlanmış olan halk
ne yaptı? İki ayrı ülke oldu; biri Güney Kore, biri Kuzey Kore
oldu. Ben Güney Koreye gitmedim, gitmeyi de tercih etmiyorum ama Kuzey Koreye
3 defa gittim. Biraz önce şunu omzuma alırken oradaki bir kadın
arkadaşımızın benim omzuma koyduğu kendi özel
işlemelerini ifade eden bir örtüyü anımsadım, bunu örttü ve bana
dedi ki: Siz bizim ülkemize saldırdınız. Sizin askerleriniz
geldiler, ne yazık ki burada Korenin iki halkı arasındaki
kavganın tarafı oldular ama biz sizi seviyoruz çünkü halklar
kardeştir. Halklar kardeştir ama büyük devletler, emperyalistler,
çıkarcılar kardeş değildir.
Bu sözü bir yerden daha hatırlıyor musunuz
sevgili arkadaşlar? Kurtuluş Savaşımızdan
hatırlıyor musunuz bu sözü? Kurtuluş
Savaşımızda, Fatihte, bir kürsünün üzerindeki değerli
kadın arkadaşımızın sözlerini anımsıyor
musunuz? Ne diyordu: Arkadaşlar, halklar kardeştir, halklar bir
arada yaşarlar. Düşman olan saldırganlardır, onlara
karşı hep birlikte mücadele edeceğiz. diyordu. Bu söz, önemli
bir sözdü.
Bugün, şimdi, biz Güney Koreyle bir
anlaşma yapıyoruz, bir ticaret anlaşması yapıyoruz.
Neoliberal politikalarımıza uygun bir anlaşma yapıyoruz.
Emeğe değil, sermayeye olanak tanıyoruz. Sermaye kendi gücünü
artırsın diye, ona bir olanak tanıyoruz. Ama dönüp bu tarafa
bakalım: Bütün doğudaki, güneydoğudaki
komşularımızla ticaretimizi bitirmişiz, ilişkilerimizi
bitirmişiz.
Biraz önce Basmacı arkadaşım son derece
güzel cümlelerle ifade etti ama biz ta kilometrelerce ötede bir yerde belki bir
dostluk bağı kurmaya çalışıyoruz ama halkların
kaderi üzerinden değil, insanlık adına değil, ticaret
adına, oradan da belki belli yararlar gelebilir.
Size üçüncü bir örtü hikâyesini daha
anlatacağım. Biraz önce arkadaşlar karşıdan
gülümsediler Tabii güneye gitmezsiniz, kuzeye gidersiniz. diye. Evet, kuzeye
giderim. Nerede ezilen varsa, nerede baskı altında kalan varsa,
nerede yoksul varsa oraya gitmek benim görevimdir çünkü ben kendisini insan
hakları mücadelesine adamış bir
arkadaşınızım, benim beynim bana böyle emrediyor.
Bir yere daha gittim, Suriyeye gittim. Suriyede
tam da savaşların henüz başlamakta olduğu zamandı.
Kadın örgütleriyle, Cumhuriyet Halk Partisinden milletvekili
arkadaşlarımızla gittik. Diğer partilerden
arkadaşlarımız yoktu ama pek çok sayıda demokratik kitle
örgütünden arkadaşımız vardı. Şam ve Halep bizim
İstanbul ve Ankara gibiydi. Her şey güllük gülistanlık
görünüyordu ama için için kaynamakta olan bir kazan vardı. Biz orada
insanların Hristiyan, Müslüman, ne kadar birbirini sevdiklerini,
birbirlerine ve topraklarına bağlı olduklarını gördük.
Onlardan da bana armağan edilmiş böyle bir atkı vardı. Onu,
geçen sene Meclisin önünde kadın derneğimiz adına
konuşurken çıkardım ve dedim ki: Biliyorum ki, şimdi, bu
örtüyü bana armağan eden arkadaşım ya öldürülmüştür, ya
göçmen olmuştur, mülteci olmuştur, belki de canını
kurtarmak isterken bizim denizlerimizde yaşamını
yitirmiştir.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, şöyle bir
bakalım, burada bugünlerde hep şiirler üzerinden konuşuyoruz.
Nazımın Japon Balıkçısını anımsar
mısınız? Japon Balıkçısı şiirinin birkaç
dizesini anımsatacağım size. Diyor ki: Pasifikte sapsarı
bir akşamdı/ Balık tuttuk yiyen ölür/ Elimize değen ölür/
Bu gemi bir kara tabut/ Lumbarından giren ölür/Badem gözlüm beni unut/ Bu
gemi bir kara tabut/ Boynuma sarılma gülüm/ Benden sana geçer ölüm/ Badem
gözlüm beni unut.
Şimdi nice badem gözlüler bizim Ege
sahillerinde, arkadaşlar, birbirlerinin boyunlarına
sarılırlarsa birbirlerinin sonu oluyorlar; eşlerinin,
çocuklarının sonu oluyorlar. Her tarafımızdan acı
fışkırıyor. Bugün 33 insan yaşamını yitirdi;
bizim denizlerimizde, o güzelim denizlerimizde yaşamını yitirdi.
Şimdi dönüp bakalım, başka bir yere bakalım. Deniz
kenarındadır, biliyorsunuz, Kore, her yerden denize açılır,
güneyi de, kuzeyi de. Bizim de böyle denize açılan ilçelerimiz, illerimiz
var. Bunlardan biri Akkuş. Akkuşu bileniniz var mı,
Akkuşu göreniniz var mı? Böyle dağ kartalı gibidir,
yukarıda durur, ormana bakar. Akkuşa bir cenaze gitti, bir
şehit cenazesi gitti.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Efendim, Akkuş
içeride, karada.
ŞENAL SARIHAN (Devamla)
Yukarıdan bakar, yukarıdan bakar.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Yok, deniz görmez efendim.
ŞENAL SARIHAN (Devamla) Şehidin 60 ve 62
yaşlarındaki anne ve babasına
Ordu Belediye Başkanı
ancak altı saat yürüyerek bu ölüm haberini götürebildi.
Başka yerde başka insanlar da öldüler.
Biraz önce adı anıldı burada. Bu evlerin, ölüm haberlerini götürdüğümüz
evlerin fotoğrafları da yansıdı. Sadece annelerin
acılarını değil, onların nasıl bir yoksulluk
içinde olduklarını, evlerinin ne kadar perişan olduğunu da
gördük. O Aydınalpin evinde tek bir pencere var, o pencereyi de oraya
gelen kurşun açmış. Düşünebiliyor musunuz, tek penceresi
olan bir ev. Bunlar analar, ölen analar. Arkadaşlar tarif ettiler, bir
tepsinin yerde durduğu, bir bardağın yere düştüğü bir
yer sofrası başında bir ana öldü. Bir başka ana,
çocuğunu vatan için, ülke için inancıyla, o inançla teslim ederek
yaşamını yitirdi. Bir başkası öldü, 3 kişi öldü,
3 kadın öldü, 3 siyasetçi arkadaşımız öldü -HDPli
arkadaşlar ifade ettiler- ana mıdırlar değil midirler
bilmiyorum ama insan ölümleri var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ŞENAL SARIHAN (Devamla) Değerli
arkadaşlar, ticaretten önce insanın yaşama hakkını
savunmak gibi bir sorumluluğumuz var. Bütün
anlaşmalarımızın bu temel üzerinde geliştirilmesi
gerekiyor.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Sarıhan.
ŞENAL SARIHAN (Devamla) Bir dakika verebilir
misiniz.
BAŞKAN Mikrofonsuz biraz daha devam
edebilirsiniz. Toparlayalım.
ŞENAL SARIHAN (Devamla) Teşekkürler.
(CHP ve HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gruplar adına ikinci söz, Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Hüda Kayaya
aittir.
Buyurun Sayın Kaya. (HDP sıralarından
alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
HDP GRUBU ADINA HÜDA KAYA (İstanbul)
Öncelikle, biraz önce hatip arkadaşımızın dediği gibi,
bugün öğle saatlerinde Meclisimize bir grup kadın
arkadaşımız sadece barış olsun diye, Meclis göreve.
Ölümleri durdurun, silahları susturun ve barışı
konuşun. diye geldiler, onları da saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın vekiller; sizleri
bir kez daha selam yani barış ile selamlıyorum.
Bugün Yasin
Börünün mahkemesi vardı. Sadece Sevgili Yasinin değil, onun da
içinde olduğu bu iktidar döneminde katledilen yüzlerce çocuk için adalet
talebimizi yeniliyoruz. Bugün Yasinin duruşması gerçekleşti
fakat, biz, her bir çocuğumuzun, kaybettiğimiz her bir
canımızın adaleti için takipte olacağımızı
bir kez daha ifade ediyorum.
Değerli
vekiller, bildiğiniz gibi Hükûmetin, İsrail devletinin Türkiye
devletinin dostu olduğunu açıkladığı saatlerde
İsrail Suriyede Hizbullah komutanlarına hava
saldırısı yapmıştı. Geçtiğimiz günlerdeyse
Türkiyenin İsraile ihtiyacı olduğu açıklamasını
yapan Sayın Cumhurbaşkanının Suudi Arabistan ziyaretinin
ardından Suudi rejimi, bir din âlimini, bir halk önderi olan Ayetullah
En-Nemri konuşmaları sebebiyle idam etti. Dış siyasette
büyük Türkiyeyi Suudla, istikrarıysa İsraille bulmaya
çalışan iktidar, iç siyasette de istikrarı bizlere ve bütün
halkımıza 12 Eylülleri, 28 Şubatları yaşatan darbeci,
Ergenekoncu ve derin yapılarla ittifakta buldu maalesef. İç siyasette
Türkiye halklarının başına musallat olmuşlarla
ittifaka yeni Türkiye diyen AKP Hükûmeti, Orta Doğu
halklarının başına musallat olan Suudi rejimi ve
İsraille ittifaka da stratejik derinlik olarak bakıyor.
Darbecilerle hesaplaşacağız. denilerek gelinen iktidarlar
sürecinin sonunda bugün hapishanelere baktığımızda tek bir
darbecinin, tek bir Ergenekoncunun, tek bir 28 Şubat darbecisinin, 12
Eylül darbecilerinin içeride olmadığını görüyoruz. Bilakis,
hapishaneler neyle dolu? İnsanca yaşamak isteyen, özgürlük ve
adaletten başka talepleri olmayan fakir ve fikir erbabıyla
dolduruldu.
Sayın vekiller, vakit yetersizliği
sebebiyle bir önceki konuşmamda yarım kalan bir cümlemi
paylaşmak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı ve
Başbakanın konuşmalarında ısrarla tekrarladıkları
bir söylem var ki başlı başına sorunumuzun ne olduğuna
bir işaret aslında. Kürt şehirlerindeki harekâtları yürüten
kuvvetlerin şanlı Türk ordusu, kahraman Türk polisi olması,
operasyonların Türk milleti adına Türkün gücü ve Türke itaat ettirilmesi
adına yapılması sorunun hendekler ve barikatlar
olmadığını, daha vahimi, on üç yıllık bu
iktidarın da çözmediği ve gittikçe de derinleştirdiği bir
sistem ve bir zihniyet sorunu olduğunu görmekteyiz.
Ben, inancım gereği kendime
yapılmasını istemediğim tek bir şeyi bir
başkasına dayatmayı zulüm olarak kabul etmişim. Ben, bir
Türk olarak şu anda hangi haklara sahipsem işte Kürt halkı da
bundan bir zerre fazlasını istemiyor. Bu, tam anlamıyla, bir hak
davasıdır. Hak da Allahın isimlerinden biridir.
Hatırlarsınız, burada çok
değerli geçmişte mücadelemiz olan arkadaşlarımız var,
bir zamanlar İstanbulun duvarlarına Kürtçe ve Türkçe sloganlar
yazdığı için, tüm mazlum halklara adalet ve özgürlük
istediği için Fatih Camisinde faşistler tarafından şehit edilen
Metin Yükselin, hayatımda şiar edindiğim bir sözünü sizlerle
paylaşmak istiyorum: Hakkı müdafaa etmek en büyük ibadettir.
Hakkı müdafaa yolu zaten Allahın yoludur. Hakkı savunmak, Allah
yoludur. Hak yiyen, hakları gasbeden ve tanımayan da zulüm yolundadır.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Metin,
Kürtçü değildi, Metin ümmeti Müslümandı. Metin bizim
kucağımıza düştü.
HÜDA KAYA (Devamla) - Dolayısıyla kimse
halkların haklı hak mücadelesini, Allahı, Kuranı,
vicdanı alet ederek saldırma hadsizliğinde bulunmasın.
Sayın vekiller, tam burada size bir şey
sormak istiyorum: Açıklandığından bu yana büyük
hakaretlere, çarpıtmalara, saldırılara kadar büyük tepkiler
gösterilen DTK deklarasyonunu önünüze alıp tamamını madde madde
acaba hiç okudunuz mu? Deklarasyonda ifade edildiği gibi, bu halkın
taleplerinden ve mücadelesini verdiği konulardan tek bir madde, tek bir
konu İslama da, Kurana da, vicdana da, insanlığa da
aykırı değildir.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) Size vahiy mi geldi?
HÜDA KAYA (Devamla) - Bu, tamamen bir
barış elidir. Bir arada yaşama iradesi olarak görülmesi gereken
bu deklarasyon üzerinden saldıranlara ve itiraz edenlere çağrıda
bulunuyorum: Bu taleplerin insani ve İslami olmadığını
iddia edenler ortaya tek bir delil getirsinler, tek bir kaynak göstersinler,
kabul edeceğim. Bilakis, bunun tamamı, bu taleplerin tamamı
Kuranın, inancımızın, vicdanımızın onurlu
bir yaşam için olmazsa olmazlarındandır.
Meşru talepleri tanımak ve gasbedilen
hakları teslim etmek yerine şehirleri bombalamaya başlayanların,
bu en temel insani taleplerden rahatsız olanların derdi, davası
din, iman olamaz, olsa olsa devlet, iktidar ve saltanat olur. Bu
çağrı, bu her insanın anasının ak sütü gibi helal olan
bu talepler asla rehberi Kuran olanları, vicdanı olanları rahatsız
edemez; bu çağrı, Allaha kul olanları rahatsız edemez
ancak kula kul olanları rahatsız eder.
Biz, insanlara karşı değil,
insanları kirleten zihniyetlere ve sistemlere karşıyız
arkadaşlar. En kirli zulümlere batmış insanlar bile
temizlenebilirler. Biz, insana ve insanlığa karşı temizlik
operasyonlarından yana değiliz; insanları ve
insanlığı kirleten kötü ve karanlık zihniyetlere
karşı mücadeleden yanayız. Bizim için sözün bittiği yer
yoktur, her zaman sözümüzü söyledik ve söylemeye devam edeceğiz; zira,
biz, gücün sözüne değil, sözün gücüne inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri, devam eden insan,
doğa, tarih kıyımının sona ermesi zor değil.
Silahların susturulmasına dair sizlerin de, bizlerin de
yaptığı çağrılar, konuşmalar, yazılarımız
anlamlı olmakla birlikte, akan kanın durması, şiddetin
bertaraf edilmesi için atacağımız malum pratik birkaç
adımla amacımıza ulaşabiliriz. Diyalog ve müzakerenin
Türkiye'ye kaybettireceği hiçbir şey yoktur, yapılması
gereken de budur ve siyasi çözümdür. Çözümün ne olduğunu bildiğimiz
hâlde şu geçici dünya menfaatleri için çözümsüzlükte ısrar etmeyelim.
Sözün özü, masaya oturmayan, barışa ve
diyaloğa yanaşmayan, müzakereyi ve mutabakatı kabul etmeyen kim
ise, tarih ve vicdanlar karşısında zalim de, katil de, bu
yaşananların ve yaşanacakların sebebi de, sorumlusu da o
olacaktır. Halklarımız nezdinde savaşın kazananı,
barışın kaybedeni olmayacaktır.
Sayın Başkan, sayın vekiller;
konuşmama son verirken mazlum halkların ve Müslümanların önde
gelen direniş öğretmenlerinden Malcolm Xin öğretilerinden
derlenme ufak bir şiirle
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HÜDA KAYA (Devamla)
konuşmama son
vereceğim ama son verildi.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Kaya.
Sayın Çakır, buyurun.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Sayın Başkan,
Sayın Kayanın konuşmasında Bu iktidar döneminde
katledilen Yasin Börü şeklindeki ifadesi çok açık bir
sataşmadır. Söz istiyorum.
BAŞKAN Buyurun Sayın Çakır.
İki dakikayı geçmesin lütfen.
Yeni bir
sataşmaya meydan vermeyelim.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) Sayın
Başkan, katillerinden de bahsederseniz iyi olur!
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
8.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakırın,
İstanbul Milletvekili Hüda Kayanın 2 sıra sayılı
Kanun Tasarısının 2nci maddesi üzerinde HDP Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Sayın Başkan,
çok teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, herkesin bir
biyografisi vardır, muhtemelen benim de burada biyografime Sayın
Kayaya karşı konuşuyor olmak geçecek, onunkine de geçecek.
Kendim için bunu bir talihsizlik olarak addediyorum. Keşke böyle
olmasaydı. Eğer bunun nedeni, saiki siyasetse böyle bir siyaset
olmayıversin doğrusu.
Değerli arkadaşlar, evet, Yasin Börü 6-7
Ekim olaylarında, bir kışkırtmayla, bir çağrıyla
başlayan olaylarda hayatını kaybetmiştir. Gencecik bir
insandır, gencecik bir çocuktur ve Allahına kavuşmuştur.
Fakat on dakika boyunca Yasin Börüyü de merkezine alan bir konuşmada
neden öldüğüne, nasıl öldüğüne, niye öldüğüne hiç
değinmeden aksine aksine mefhumumuhalifinden bunu bile istismar etmek
hakikaten izanla bağdaşacak bir şey değildir.
Hepinizin bildiği gibi, yine hatırlatacak
olursam, sadece ve sadece bir Kurban Bayramında fakir fukaraya kurban eti
dağıtmak üzere bir sosyal yardım, bir içtimai faaliyet
-adına ne derseniz deyin- yapmak üzere arkadaşlarıyla beraber
yola çıkmış, kurban eti dağıtan gencecik bir
çocuğa yapılan muameleyi burada anlatmak istemiyorum çünkü en sonunda
annesi onu sadece üzerindeki bir beninden tanıyabilmiş ve yavrusu,
çocuğu olduğunu kavrayabilmişti. Böyle bir olayı bugün
mahkemesinin, muhakemesinin yapıldığı bir günde elbette ki
ibretle anmalıyız, bundan ders çıkarmalıyız, böyle yapmalıyız.
Ama bunu yapmayıp da bunu zikrederken bunu da iktidarla
ilişkilendirmek, arkasından da istismar etmek, nasıl söyleyeyim
bilemiyorum yani ifade edecek kelime bulamıyorum, herhâlde hem Hüda
Hanımın hem de benim biyografime geçecek ve bu Meclis tarihi
yazılırken de anlatılacak. Doğrusu buna esef duyduğumu
ifade etmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan, sayın hatip konuşması
sırasında partimizi kastederek yapılan bir
kışkırtma çağrısı neticesinde çıkan olaylar
diye Yasin Börünün katledilmesini de orayla ilişkilendirdi,
sataşmada bulundu. Sayın Hüda Kaya konuşacak.
BAŞKAN Buyurun Sayın Kaya.
İki dakika
Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
9.- İstanbul Milletvekili Hüda Kayanın, Tokat
Milletvekili Coşkun Çakırın sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Halkların
Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması
HÜDA KAYA (İstanbul) Biraz önceki hatip
arkadaşımızın Yasin Börüye olan hassasiyetini takdir
ediyorum. Keşke bu hassasiyet dondurucuda günlerce bekleyen Cemile için de
olabilseydi, keşke Berkin Elvan için de olabilseydi, Nihat Kazanhan için
de olabilseydi, üç aylık Miray bebek için de keşke olabilseydi, bu kürsüde
haykırabilseydiniz. Ben bu iktidar döneminde katledilen Yasin Börü
demedim. Yasin Börünün de içinde olduğu yüzlerce çocuktan bahsettim
değerli arkadaşlar.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Motamot böyle dediniz,
bakabilirsiniz tutanaklara.
HÜDA KAYA (Devamla) Ve bu ekranlarda, burada,
şu anda, 80 milyon insana canlı verilen şu ekranlarda bunu
konuşurken sadece Yasin Börü edebiyatı üzerinden bir demagoji
yaparak, gerçekleri çarpıtarak bir yere
varamayacağımızı çok iyi biliyoruz.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Sayın Vekilim, siz
Yasin Börüyü açtınız, biz Yasin Börü hususunu açmayız.
HÜDA KAYA (Devamla) Müsaade edin lütfen. Ben sizin
sözünüzü kesmedim, lütfen.
Arkadaşlar, yalanlarla gerçekler
kapatılamaz. Kobani olaylarının hemen arkasından gelen
günlerde biz HDP olarak kaç defa bu ölümlerin sebepleri
araştırılsın diye önerge verdik. Bu Meclis bunu reddetmenin
utancını yaşıyor.
MEHMET METİNER (İstanbul) Deminden beri
yalan söylüyorsunuz.
HÜDA KAYA (Devamla) Tahir Elçiyi kimlerin
katlettiği araştırılsın dedik, bunun
utancını yaşıyor bu Meclis. İnfazlar
araştırılsın dedik, bu Meclis bunu reddetti, sizler
reddettiniz arkadaşlar. Biz gerçeklerden kaçmadık. Yasin Börüye bu
vahşeti yapanları da, diğer masum evlatlarımıza, kadınlarımıza
bu vahşeti uygulayanları da -beddua etmeyi hiç sevmem- Allah
onları bildiği gibi yapsın.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) Eş
başkanın darılacak ama eş başkanın
darılacak.
HÜDA KAYA (Devamla) - Ben buna katılıyorum
ama siz iktidar partisi çoğunluk vekilleri olarak madem Yasin Börüyü
düşünüyordunuz, gerçeklerin açıklanmasını,
araştırılmasını siz neden reddettiniz?
Sözlerim bu kadar. Selamlar. (HDP
sıralarından alkışlar)
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya)
Sırtını bir yerlere dayayanlar ne yapacak, onu da söylesenize.
HÜDA KAYA (İstanbul) Vallahi biz
Beştepeye dayamadık.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında
Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında
Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri
Komisyonu Raporları (1/303) (S. Sayısı: 2) (Devam)
BAŞKAN 2nci madde üzerinde,
şahıslar adına Ankara Milletvekili Murat Emir.
Buyurun Sayın Emir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz beş dakikadır.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) Onu söyleyin
onu, onu anlatın.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sırtını IŞİDe dayayanlar cevaplasınlar.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) Biz millete
dayıyoruz sırtımızı.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Biz
PYDyi her zaman savunuyoruz, hiçbir zaman da ondan utanç duymayız, rahat
olun.
HÜDA KAYA (Devamla) Konuyu
saptırmayalım.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya)
Sırtınızı dayadığınız yere söyleyin. Onlardan
izin aldınız mı konuşmak için?
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Rahat
olun, rahat olun, PYD insanlık onurunu kurtarıyor. Sizin
desteklediğiniz IŞİDe karşı insanlığın
onurunu koruyor. Utanacağımız bir şey değil, bunu yüz
defa söyledik.
MURAT EMİR (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; izin verirseniz Kore Cumhuriyetiyle
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, hatip
kürsüye çıktı, lütfen hatibe saygı duyalım.
MURAT EMİR (Devamla) Sürem geçmiyor
değil mi Sayın Başkan?
BAŞKAN Buyurun Sayın Emir.
MURAT EMİR (Devamla) İzin verirseniz,
Kore Cumhuriyeti ile ülkemiz arasında yapılan anlaşma
dolayısıyla söz almışken Korenin başkenti Seulün son
yirmi yıldaki gelişmişliğini göz önüne alırsak,
Ankaranın sorunlarından bahsetmek istiyorum sizlere.
Ankaranın büyük bir ulaşım sorunu
var, metro sorunu var. 2000li yılların başlarında temeli
atılan, temeli şaşaalı törenlerle atılan metrolar 2015
yılına gelindiği zaman Sayın Melih Gökçek Artık bir
belediyenin metro yapma şansı kalmamıştır. dedikten
sonra Ulaştırma Bakanlığına yine
şaşaalı törenlerle devredildi. Sayın Melih Gökçek defalarca
parkları, tesisleri, köprüleri açmaya alışkın ama kendi
yapamadığı metroyu Ulaştırma
Bakanlığına devrederken de tören yapmayı ihmal etmedi.
Dün Sayın Başbakanla beraber, yine
şaşaalı bir törenle, önümüzdeki üç yılda Ankarada neler
yapacaklarını anlattılar. Bizim için eğlenceli bir
toplantı oldu o. Bakınız, okuyorum: Ulusun artık
beklemeye tahammülü kalmamıştır ve açık söyleyeyim, hiç de
başkent Ankaranın hak ettiği bir durumda değildir. Bu
sözler kimin? Sayın Başbakanın. O sırada yirmi iki
yıllık Belediye Başkanı da bu sözleri
alkışladı; biz de yüzümüzde tebessümle ama kalbimizde
acıyla bu anları seyrettik.
Tabii, Keçiören metrosu ise hâlâ açılmadı.
On yıldan uzun bir süredir yapılacağı söyleniyor ama
Keçiörenli hemşehrilerimin trafik çilesi bitirilemedi.
Sayın Melih Gökçek Keçiörende Belediye
Başkanı olduğu zaman ben Keçiörende büyümeye çalışan
bir çocuktum ve hâlâ Melih Gökçek Belediye Başkanı ve Ankarada -üzülerek
söylüyorum- parsel parsel arsa satışı dışında,
rant üretimi dışında modern şehirciliğe,
çağdaş şehirciliğe ait hiçbir örneği, maalesef,
göremiyoruz.
Dün de açıkladılar, Ankaraya boğaz
getireceklermiş. Getirsinler, memnun oluruz. Bizim vergilerimizle oraya
boğaz yapabilirsiniz, gerekliyse yapın, biz de yararlanırız
ama o boğazın etrafında arsaları kime peşkeş
çekeceğinizi
Buradan uyarıyorum, takipçisi
olacağımızı, iki elimizin yakanızda
olacağını da bilmenizi istiyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
Metro açmakla bitmiyor. Metro saatleri akşam
10.30da bitiyor arkadaşlar. Herkesi evinde hapsetmeye çalışan
bir anlayışla karşı karşıyayız ve bir
metronun 22.30da kapanmasını asla kabul etmiyoruz.
AnkaraKart 5 liraya satılıyor
Ankaralı hemşehrilerime. Düşünebiliyor musunuz, bir kamu
hizmeti, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda, bir kanun
maddesinde açıkça bir amir hüküm varken 5 liraya satılıyor.
Buradan, hemşehrilerime bunu yargıya taşıdığımı
ve Melih Gökçek 2008 yılında haksız yere aldığı o
sayaç paralarını nasıl vatandaşlarımıza iade
ettiyse bu 5er liraları da iade ettireceğimizi bildirmek istiyorum.
Tabii, 5 lira buradaki arkadaşlar için veya zenginleştirilmiş
insanlar için düşük rakamlar gibi görünebilir ama geniş halk
yığınları için anlamlı bir paradır.
7 Haziran seçimlerine giderken Sayın Bülent
Arınç ifade etti, Şu anda konuşmuyorum partime zarar vermemek
için ama seçimlerden sonra, Ankarayı nasıl parsel parsel
sattığını anlatacağım. dedi ama, tabii, her
zamanki gibi çark etti. Bize inanmıyorsanız Sayın Bülent
Arınça inanabilirsiniz.
MEHMET METİNER (İstanbul) Ona da
inanmıyoruz.
MURAT EMİR (Devamla) Keçiörendeki
Osmanlı Pazarı yaklaşık yirmi gün önce yandı. Orayla
ilgili henüz araştırmalar devam ediyor ama şunun bilinmesini
istiyorum: Orada çok değerli bir arazi var. O arazi üzerinde
yapılacak vasıf değişiklikleri, imar
artışları ve oradan elde edilecek rantlardan, biz aslında
bu yangının da nasıl oluştuğunu, nasıl ortaya
çıktığını, kundaklanma olup
olmadığını da anlamış olacağız. Bu
konunun da takipçisi olduğumuzu bilmenizi isterim.
Yine aynı şekilde, cumhuriyetin ilk
yıllarıyla gündeme gelen, kurulmuş olan Meteoroloji
yerleşkesi şu anda imara açılıyor. Orası tarihî sit
alanı niteliğindedir ve imara açılması uygun değildir.
Ankarada modern şehirciliği görmüyoruz ama rant üretimini bol
miktarda görüyoruz arkadaşlar.
Tabii, Melih Gökçekin projelerini kendisi
anlatması uygundu ama Sayın Başbakanın aslında
yanında olmaması gerekirdi çünkü Sayın Başbakan Sayın
Gökçeke göre yeni bir politikacıdır. Aslında, Melih Gökçekin
her seçimden önce bir sürü vaatlerde bulunduğunu biliyor olması
gerekirdi. Kendisi unutmuş olabilir ama Melih Gökçekin gerçekten 2004
yılında da buna benzer uçuk kaçık projeleri vardı. Mesela,
Ankaraya uluslararası fuar alanı yapacaktı; nerede? Gerede
Havzasına baraj yapacaktı; nerede, on iki yıl geçti? Ulusal
tarihî kent projesi yapacaktı, daha dün tekrar Yapacağız. diye
açıkladılar; nerede? Tabii, bakın, lüzumsuz projeleri de
vardı, fantezileri de var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MURAT EMİR (Devamla) - 30 dönüm üzerine
pelüş hayvanlardan oluşacak bir orman yapacaktı, Allahtan
yapamadı.
MEHMET METİNER (İstanbul) O doğru,
Melihin fantezileri çok.
BAŞKAN Süreniz bitti, teşekkür ediyoruz.
MURAT EMİR (Devamla) Tabii, Ankaranın
sorunları beş dakikaya sığmaz.
Genel Kurula saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Madde üzerinde konuşmalar
tamamlanmıştır.
Şimdi on dakika süreyle soru-cevap işlemi
yapacağız.
Sayın Kayışoğlu
NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
2012 yılına kadar meslek liselerine ek
puan uygulaması yapılıyordu, 2012 yılında 4+4+4
yasasıyla bu ek puan uygulamasına son verildi. Yükseköğretime
geçiş sınavında bu yıl ilk kez uygulanacak olan ve haberi
olmayan bu öğrencilerimiz yaklaşık 900 bin
civarındadır ve oldukça mağdurlar. Eğitim sistemindeki bu
yapboz anlayışınız ne zaman değişecek ve çocuklarımızın
mağduriyetleri ne zaman giderilecek, bunu sormak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler.
Sayın Gürer
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) Öncelikle,
Koreyle ilgili konuşulan konu nedeniyle Koredeki en üst rütbede
şehit olan Niğdeli Şehit Nuri Pamiri saygıyla
anıyorum. Ben de onun adının olduğu bir okulda okumuştum.
Sayın Bakan, Niğdenin Kemerhisar Tyana
antik kentinde 2002 yılında başlayan bilimsel bir kazı
çalışması vardı İtalyanlar tarafından sürdürülen.
Aradan geçen süre içinde anlaşma bittiği için şu anda kazı
durdu. Buradaki kazı alanının Efese eş değer bir kent
olacağı, antik özellikleriyle ilgili de bölgenin en önemli
yerleşim yeri olduğu, ayrıca Tyana Krallığı
döneminde başkentlik yaptığı bilinen bir alan. Buradaki
kazı çalışmaları tekrar başlayacak mı, devam
edecek mi? Bölgede bu konuda farklı projeler geliştiriliyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Tanal
MAHMUT TANAL (İstanbul) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, İstanbul ili Sultanbeyli
ilçesi Hasanpaşa Mahallesinde elektrik var, muhtarlık var, yol var,
cadde var, kaldırımlar var. Burası ormanlık alan
olmadığı hâlde ormanlık alan denilip vatandaşa
doğal gaz verilmiyor. Ormanlık alan deyip
Yol
yapıldığı için, kaldırım
yapıldığı için katkı payı ücreti de
vatandaştan alınmış durumda, evlerine telefon da
bağlanmış durumda. Ormanlık alandır. diye imarı
verilmiyor, vatandaşın tapuları verilmiyor, vatandaşa
doğal gaz bağlanmıyor. Sultanbeyli ilçemiz Hasanpaşa
Mahallesinde oturan vatandaşlarımızın bu mağduriyeti
ne zaman giderilecek? Hatta vatandaşların seçmen
kâğıtları da bu adreslere gidiyor ve burada muhtarlık da
veriyor; adreste sokak ismi var, cadde ismi var, mahalle ismi var ve
burası ormanlık alan deniyor. Bu garabeti ne zaman çözeceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Sarıhan
ŞENAL SARIHAN (Ankara) Bilindiği gibi
metrolarda anonslar var, duraklara göre anonslar yapılıyor. Bu
anonsların önemli bir bölümü de İngilizce olarak yapılıyor
ve Türkçe yer isimleri fevkalade kötü bir şekilde telaffuz ediliyor. Bu
konuda özellikle yolcuların yoğun şikâyetleri var. Bu
şikâyetlerin giderilmesi konusunda, hem de Türkiyede Türkçe
konuşulmasının teşviki konusunda -en azından herkesin
anladığı bir dil olarak- İngilizceden vazgeçme yolunda bir
çalışma yapılabilecek mi? Bunun, Sayın Kültür Bakanının
alanına da girdiği inancındayım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Ağbaba
VELİ AĞBABA (Malatya) Sayın Bakan,
öncelikle hayırlı olsun diyorum, başarılar diliyorum.
Tabii, siz Maraş milletvekilisiniz,
Malatyayı da yakından biliyorsunuz, sık sık da geliyorsunuz
Malatyaya.
Malatya tabii, kayısısıyla ünlü ama
sadece kayısısıyla ünlü değil, hem tıp alanında
hem de turizm, kültür anlamında aslında Doğu Anadoludaki önemli
kentlerden birisi.
Bizim Arslantepe Höyüğümüz var, Türkiye için
de önemli bir kazı merkezi. Bu konuda
Bakanlığınızın destekleme gibi bir düşüncesi var
mı? Özellikle, destekleme dışında da aslında
Arslantepe Höyüğünün, Arslantepenin hem Türkiyeye hem Avrupaya, dünyaya
tanıtılması gerekiyor. Burası turizm açısından
Türkiyeye önemli gelir sağlayacak bir bölge. Bu konuda sizin
Bakanlığınızın ilgisini ve desteğini
beklediğimizi, bu konuda size inandığımızı
belirtmek istiyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Haberal
ERKAN HABERAL (Ankara) Sayın Bakan, askerde
yaralanmış, bu yaralanmaların etkisiyle sağlık
sorunları ilerlemiş bir şekilde hayat mücadelesi veren ve gazi
sayılmayan kardeşlerimiz, terör mağduru -malul
sayılmayan- veya terör yaralısı gibi ifadelerle adlandırılmaktadır.
Devleti ekonomik olarak yıpratmayacak kadar sayıları az olan bu
kardeşlerimizin uğradığı hak kaybı ve
mağduriyetlerinin giderilmesi için ve gururlarının onore
edilmesi için gazilik unvanı ve malullük maaşı verilmesi
düşünülmekte midir? Bu kardeşlerimiz kendilerini Biz ne deveyiz ne
kuşuz, ortada kaldık. şeklinde ifade etmektedirler.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler.
Soruları cevaplandırmak üzere Hükûmet
adına Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mahir Ünala söz veriyorum.
Buyurun Sayın Ünal.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL
(Kahramanmaraş) Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ayrıca, tebriklerini ileten sayın
milletvekillerine de teşekkür ediyorum.
Ben sorularla ilgili, ilgili bakanlıklara
iletilmek üzere notlarımı aldım. Dolayısıyla,
değerli milletvekillerinin soru olarak ilettikleri hususları ilgili
bakanlıklara ileteceğim. Kendi Bakanlığımla ilgili,
hem yer isimleriyle ilgili hususu hem de Arslantepe Höyüğüyle ilgili
hususu da ilgili milletvekillerimize yazılı cevapla
bildireceğim.
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Süremiz var. Sırayla söz vereceğim.
Sayın Ahrazoğlu, buyurun.
MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU (Hatay)
Sayın Bakan, 2011 yılında, 2012-2015 yıllarını
kapsayan Hatay Turizm Master Planı, Hatay Valiliği ve Doğu
Akdeniz Kalkınma Ajansı tarafından yapılmıştır.
Master Planı genellikle Antakya merkezinde olup, Hatayın
Erzin-Samandağ sahil şeridini kapsamakta mıdır?
Ayrıca, Güzelyayladaki kamuya ait -eski
adıyla Soğukoluk olarak bilinen- eski turizm tesisleri bugün ne
hâldedir, bunlarla ilgili turizme yönelik herhangi bir düşünce veyahut da
projeniz var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler.
Sayın Demir...
NURETTİN DEMİR (Muğla)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakandan ben de yeni bir bakan olarak -inşallah
diğer bakanların yaptığı gibi yapmaz- alınan
yargı kararlarına uyma konusunda özen göstermesini özellikle
bekliyorum.
Millî Eğitim Bakanlığı, 1.709
şube müdürünün atamasını yargı kararına rağmen
yenilemiyor. Biliyorsunuz bu kararlar alındı ama Millî Eğitim
Bakanlığı bu konuda herhangi bir adım atmıyor,
duymamazlıktan geliyor.
Aynı şekilde, Sağlık
Bakanlığı şube müdürü atamaları sözlü
sınavlarıyla ilgili de iddialar var. Örnek vermek istiyorum:
Sınavda, Atatürk ile ilgili sorulacak birçok soru varken Atatürkün
köpeğinin isminin sorulması dalga geçmek değil midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkürler.
Sayın Bakan...
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL
(Kahramanmaraş) Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Hem Hatay Turizm Master Planı hem de yine Hatayda
bulanan eski turizm tesisleriyle ilgili kapsamlı bir cevabı
sayın vekilimize yazılı olarak ileteceğiz.
Sayın Demirin Millî Eğitim
Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığıyla ilgili
mahkeme kararlarının uygulanmasına ilişkin hususları
da ilgili bakanlıklara iletip yazılı bir cevap hâlinde
iletilmesinin de takipçisi olacağım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Adıyaman...
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Başbakana iletilmek üzere bir
sorum olacak.
Iğdır ilimiz 3 devletle
sınırı olan bir il. Her seçim döneminde AKP Hükûmeti vaat olarak
Iğdırda, her ne kadar Nahçıvan Özerk Cumhuriyetiyle
kapımız açıksa da İranla olan Boralan Sınır
Kapımızın da açılacağına ilişkin vaatlerde
bulunmaktadır. Özcesi, Iğdırla İran arasında bulunan
Boralan Sınır Kapısının açılması
düşünülüyor mudur? Bu konuda bir program var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler.
Sayın Bakan
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL
(Kahramanmaraş) Gümrük ve Ticaret Bakanımıza konuyu
ileteceğim, özellikle Boralan Sınır Kapısının
açılmasıyla ilgili çalışmaların olup
olmadığıyla ilgili ve aynı şekilde yazılı
olarak cevap verilmesinin de takipçisi olacağım.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde görüşmeler
tamamlanmıştır.
2nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
Birleşime yarım saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.16
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.59
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Elif
Doğan TÜRKMEN (Adana)
------0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25inci
Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
2
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
devam edeceğiz.
Komisyon?
Burada.
Hükûmet?
Burada.
Tasarının
3üncü maddesi üzerinde ilk konuşmacıya geçmeden önce maddeyi
okutuyorum.
Buyurun:+
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
3üncü madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Halkların Demokratik
Partisi Grubu adına Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertana aittir.
Sayın
Ertan? Şu an yok.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Mehmet Gökdağ.
Buyurun
Sayın Gökdağ, sizin süreniz on dakikadır. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET GÖKDAĞ (Gaziantep) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2 sıra
sayılı (1/303) no.lu Kanun Tasarısının 3üncü
maddesiyle ilgili CHP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu
uluslararası anlaşma, Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti
arasında serbest ticaret anlaşmasıdır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin ekonomik,
siyasi, sosyal çıkarları için değişik ülkelerle iş
birliği yapmalıyız. Bu anlayıştan hareketle Cumhuriyet
Halk Partisi olarak bu yönlü hazırlanan tasarılara her zaman destek
verdik, vermeye devam edeceğiz. Görüşülmekte olan bu tasarıya da
grup olarak evet oyu vereceğiz.
Değerli milletvekilleri, elbette, ülkemizin
menfaatleri için bütün ülkelerle iyi ilişkiler içinde
bulunmalıyız; karşılıklı, sağlıklı
diyaloglar kurmalıyız. Ama, öncelikle komşu ülkelerle ilişkilerimiz
iyi olmalı, sağlıklı olmalı. Peki öyle mi? Maalesef,
baktığımızda komşu ülkelerle ilişkilerimizin iyi
olması bir yana düşmanlık duygularının giderek hâkim
olduğu bir noktaya geldik; dostumuz olan bir tane komşumuz
kalmamış. AKP Hükûmetinin izlediği yanlış
dış politika bizi bu noktaya getirdi. Çok söyledik Gittiğiniz
yol, yanlış yoldur, dönün., dinletemedik.
Sayın milletvekilleri, biz komşuluk
ilişkilerine çok önem veren bir milletiz. Komşumuz açken tok
yatmayı kabullenmeyen bir milletiz. Ev alma komşu al. diyecek kadar
önemlidir bizim için komşuluk ilişkisi. Ama, en uzun sınıra
sahip olduğumuz ve dünya döndükçe komşumuz kalacak Suriye ile
ilişkilerimizi bu anlayışa uygun yürütemedik. Komşumuzdaki
yangına su dökmek yerine benzin döktük ve komşudaki yangını
büyüttük. AKPnin yanlış Suriye politikasıyla komşuda
büyüyen yangın ülkemize sıçradı, belliydi bunun böyle
olacağı; uyardık, dinletemedik. Peki, ne oldu şimdi, ne
kazandık? Düşmandan başka bir şey kazanmadık, terörden
başka bir şey kazanmadık ama çok şey kaybettik.
Değerli arkadaşlar, böyle giderse daha da çok şey
kaybedeceğiz. Ekonomik olarak kayıplarımız oldu, sosyal
kayıplarımız oldu, siyasi kayıplarımız oldu, can
kayıplarımız oldu, Orta Doğunun bataklığına
saplandık. Ülke olarak ciddi bir göçmen sorunuyla karşı
karşıya kaldık. Vekili olduğum Gaziantep, göçmen sorununu
en sıkıntılı yaşayan illerin başında
yaşıyor.
Değerli milletvekilleri, elbette, zorda kalan,
topraklarını terk etme noktasına gelen insanların elinden
tutmak, kapımızı onlara açmak, dertlerine çare olmak insani bir
görev olduğu gibi devlet olarak da yapılması gereken bir
davranıştır. Ancak, bunu bir devlet ciddiyeti içinde
yapmamız gerekirdi. Sınırları kevgire dönmüş, girenin
çıkanın belli olmadığı bir durum, devlet ciddiyetiyle
bağdaşmayan bir durumdur. Sorarım size Hangi ülkeye böyle elini
kolunu sallaya sallaya girilebilir, hangi ülke bunu kabul edebilir? Hiçbir
ülke. Bu konuda da zamanında uyarılarımızı
yaptık. Sınırlarımızı kontrol altına
alın. dedik. Gelenleri sağlık taramalarından geçirerek
kayıt altına alın. dedik. Gelen
sığınmacılar nerede kalırlar, ne yerler ne içerler, ne
iş yaparlar bilinsin. dedik. Ama her zaman olduğu gibi yine
dinletemedik. Kontrolsüz bir geçiş yaşandı. Ben o dönem il
başkanıydım Gaziantepte, gerçekten
sınırlarımız kevgire dönmüştü arkadaşlar.
Gerçekten hiçbir kontrol olmadan elini kolunu sallayan, kim olduğu belli
olmayan, ne olduğu belli olmayan insanlar Gaziantepe ve oradan da
Türkiyeye yayıldılar.
Şimdi, Gaziantepte son zamanlarda yapılan
çalışmalarla kayıt altına alınan 350 bin Suriyeli
sığınmacı var. Bunun dışında, yetkililerce,
100 bin de kayıtsız Suriyeli olduğu söyleniyor. Gerçi bu
kayıtsız Suriyeliyi nasıl tespit etmişler, bu da
anlaşılır bir şey değil. Eğer tespit varsa o zaman
kaydını yapın bari. Yani toplam 500 bin civarında Suriyeli
Gaziantepte yaşıyor. Nizip ilçemizin nüfusu kadar Suriyeli
sığınmacı var, İslahiye ilçemizin neredeyse nüfusu
kadar Suriyeli sığınmacı var. Bunun yaklaşık
yüzde 10 kadarı kamplarda yaşıyor, geri kalanı ise
şehre dağılmış bir şekilde yaşıyorlar.
Bu durum şehri ekonomik ve sosyal anlamda olumsuz etkilediği gibi
güvenlik anlamında da ciddi sıkıntılar yaratmaktadır. Şehirde
ev kiraları yüzde 200 civarında artış gösterdi, yeni
evlenecekler kiralık ev bulmakta zorlanıyor, bulanlar da ekonomik
olarak karşılamakta güçlük çekiyor.
Suriyeli sığınmacılar her
iş alanında iş yerleri açıyorlar, vergi yok, sigorta yok,
BAĞ-KUR yok ve Gaziantepli esnafla aynı işi yapıyorlar. Bu
durum haksız bir rekabet yaratıyor ve Gaziantep esnafını
zor durumda bırakıyor. Örneğin ayakkabı sektörü ciddi
sıkıntıyla karşı karşıya. Suriyeli
ayakkabıcı esnafı Gaziantepli ayakkabıcı esnafıyla
aynı iş kolunda ama Suriyelinin 3 liraya ürettiğini, Gaziantepli
esnaf 5 liraya üretiyor ve satış da ona göre yüksek miktara
çıkıyor ve haksız bir rekabet oluyor. Berberler sorunun giderek
arttığını söylüyorlar. Diğer sektörler de bundan
farklı değil arkadaşlar.
Sağlık alanında da ciddi
sıkıntılar var. Türkiyenin, Gaziantepin gündeminden
çıkmış olan hastalıklar, örneğin Şark
çıbanı, kızamık, çocuk felci gibi sorunlar şu anda ciddi
olarak, sıkıntı olarak karşımızda duruyor.
Hastaneler hasta sayısına yetişemiyor. Bütün bu olumsuz durum
şehir halkını huzursuz etmekte ve çözüm beklemektedir.
Gaziantepte böyle de, Gaziantep esnafında böyle de
sığınmacılar iyi durumda mı? Hayır, gelen
sığınmacılar da insani koşullardan uzak
yaşıyorlar. Çoğu sığınmacı mesken
özelliği taşımayan sağlıksız yerlerde
barınıyor. Ağır koşullarda ucuz
çalıştırılıyor. Bu koşullardan kurtulmak için
ölümü de göze alıp Suriyeli sığınmacılar Avrupaya
gitme yolları arıyorlar.
Değerli arkadaşlar, Gaziantep bu sorunla
çok ciddi olarak baş başa, çok ciddi olarak sıkıntılar
yaşamakta. Hükûmetten ve yerel yöneticilerden artan sorunların
toplumsal olaylara neden olmadan acil çözüm beklediğini ifade ediyorlar.
Yetkililerin açıkladığı ve bizim de bildiğimiz gibi
Suriyede savaş bitse de Suriyeli sığınmacıların
Gaziantepten ve Türkiyeden gitme niyetleri yok. O hâlde oturup bu konuyla
ilgili araştırma yapmalıyız, önümüze bir yol haritası
çıkarmalıyız. Ben Gaziantep milletvekili olarak bu konuda bir
araştırma komisyonu kurulmasını içeren önergemi Meclis
Başkanlığına sundum.
Bu önerge çerçevesinde komisyonun bir an önce
kurularak çözüm bulunması dileğiyle Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gruplar adına ikinci söz, Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertana
aittir. (HDP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Ertan, sizin de süreniz on
dakikadır.
HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün bu Genel Kurulda uluslararası anlaşma
hakkında kanun tasarısı görüşülüyor ancak ben de ortada
hâlâ defnedilemeyen, kendi toprağıyla buluşturulamayan
cenazelerle ilgili hem de bu sabah daha yayımlanan bir yönetmelikle ilgili
konuşmak istiyorum.
Malumunuz olduğu üzere, bu sabah Resmî
Gazetede Adlî Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikte bir hukuk
skandalına daha imza atıldı. Yönetmeliğin 10uncu
maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendine yer alan
belediyeye
teslim edilir. ibaresi
belediyeye veya mülkî idare amirliğine teslim
edilir. şeklinde değiştirilmiştir.
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) Teslim almıyor
belediye, ne yapsın?
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Devamla) Görevinde
işlevsiz hâle getirildiği için.
Aynı bentte, cevap verilmeyen ibaresinden
sonra gelmek üzere veya cevap verilmesine rağmen ailesi,
yakınları veya yetkili temsilciliklerce 3 gün içinde teslim
alınmayan ibaresi eklenmiştir. Savaşlarda bile cenazelere
saygı gösterilir. Çatışmalara ara verilir ve ölen
insanların bedenleri usulünce gömüldükten sonra savaş yeniden
başlatılabilir. Ne var ki, uluslararası denetimden
sıyrılmak için Kürt halkıyla savaşta olduğunu bile
kabul etmeyen Türkiyede aralık ayından beri Cizre, Silopi ve Surda
devam eden sokağa çıkma yasaklarında katledilen insanların
cenazeleri ailelerinden ve yakınlarından kaçırılmakta ve
uzun süre ya morgda bekletiliyor ya da yaşadıkları topraklardan
uzağa gömülüyor. Kendi toprağıyla buluşturulamıyor.
Dün itibarıyla, Silopide cenazesinin defnedilmesine izin verilmeyen 5
kişi, Surda 3 kişi bulunmaktadır ve morglarda toplam sayı,
bekleyen sayı 50 cenaze şeklindedir. Bölgeden cenazelerin bozulmaya
başladığı haberleri geliyor. Surda yaşayan iki aile
cenazeleri teslim edilmediği için cumartesi günü açlık grevine başladılar.
Bölgede yakınlarını kaybeden ailelerin tek derdi devletin
güvenlik görevlilerinin katledildiği yakınlarını insan
onuruna yaraşır bir şekilde kendi topraklarında gömebilmek
ve onlarla vedalaşabilmektir. Ancak bu hükûmet bu insani isteği bile
yurttaşlarına fazla görmektedir.
Sayın milletvekilleri, bu yönetmeliğin
aylardır yasaklı ilçelerde mülki idare amirleri ve kolluk
kuvvetlerinin cenazeleri aileye teslim etmeyip kaçırmalarına yasal
kılıf uydurmak için düzenlediği çok açıktır. Adalet
Bakanlığı yönetmelikle cenazelerin teslim edileceği makam
olan belediyenin yanına mülki idare amirlerini de ekleyerek ablukalar ve
operasyonlar nedeniyle etkisiz hâle getirilmeye çalışılan
belediyelerimizin yetkileri elinden alınmakta ve vali ile
kaymakamların yasaklı ilçelerde cenazeleri gizlice gömmelerine
kendilerince hukuken elverişli bir ortam yaratmış
olmaktadırlar. Günlerdir bu çatının altında bu
uygulamanın kanunlara, insanlığa uymadığını
ifade ediyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, Adalet
Bakanlığı son derece hukuksuz olan bu cenaze kaçırma
olaylarını hukuki bir niteliğe büründürmek istiyor. Hukuka
sığmayan bu uygulamanın insanlığa ve ahlaka, insan
onuruna uymadığını bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Ne var ki hazırlanan bu yönetmelikle, ne ahlaki ne dinî ne de insani
değerler gözetmeyen yönetmelikle yasaların, Anayasanın ve
uluslararası sözleşmelerin üstüne çıkamazsınız. Kabul
etseniz de etmeseniz de hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta
kişilerin yakınlarını gömebilme hakkı
tanınmıştır. Herkesin, ailesinin geleneklerine ve örf,
âdetlerine uygun olarak onurlu bir şekilde gömülme ve toplum ve devlet
tarafından nasıl görülürse görülsün, bütün medeniyetlerde kutsal bir
değeri ve hatıra sembolü olan bir mezara sahip olmak hakkı vardır.
Aynı şekilde, ölenlerin ardında kalan kişilerin de
akrabalarını ve yakınlarını defnetme, ahlaki
görevlerini yerine getirme fırsatına sahip olma ve insan
niteliğini gösterme, son yolculuğuna uğurlama, kederlenme, matem
tutma ve ölüyü anma hakkı vardır. Bu haklar kanunla yazılı
olarak düzenlemeyi bile gerektirmeyecek kadar doğal ve
tartışmasız haklardır.
Değerli milletvekilleri, bu hak
tartışmasız olsa da Türkiyedeki defin hukukuna yön veren
düzenlemeleri tekrar size hatırlatmak istiyorum:
En başta, Anayasanın
Başlangıç bölümünde insan onurundan, 17nci maddesinde işkence
ve eziyet yasağından ve 20nci maddesinde özel hayatın
korunmasından bahsediliyor. Ölümden sonra insanların gömülmesi ya da
ölen yakınları gömebilmek insan onurunun vazgeçilmez bir
koşuludur.
Uluslararası hukuka baktığımızda
ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin özel hayata ve aile hayatına saygı
hakkını koruyan 8inci maddesi altında incelenmektedir. Mahkeme bu
konuda çok sayıda ihlal kararı vermiştir. Bu kararlarda hem ölen
kişilerin hatırasına yapılan saygısızlık hem
de ailelerin dinî ve toplumsal inançlarına uygun bir şekilde
yakınlarıyla vedalaşmalarını engellemek ciddi bir
şekilde eleştirilmiştir. Benzer şekilde,
yakınlarının cenazelerini defnedemeyen kişilerin
başvuruları da bu süreçte çekilen manevi ızdırap dayanak
gösterilerek işkence yasağını düzenleyen 3üncü madde
kapsamında da ihlal olarak değerlendirilmektedir. Bu yönetmelik,
ayrıca, cenazelerin usulünce gömülmesini engellemekle birlikte,
sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği bölgelerde
sivil insanların öldürülmesine yol açan hukuksuzları ortaya
çıkarabilecek olan otopsi işlemlerinin de sağlıklı bir
şekilde yürütülmesini önlemeyi amaçlamaktadır. Adalet Bakanlığı
apar topar gömülen cenazelerin otopsileri hakka ve hukuka uygun bir
şekilde yapılmadığı müddetçe
yurttaşlarımızın, çocuklarımızın,
arkadaşlarımızın devlet eliyle öldürüldüğünü ispat
edemeyeceğimizi düşünüyor olabilir. Ancak, buradan peşinen
söyleyeyim ki ablukalarda ölen 154 yurttaşımızı katleden
sizin yasaklarınız ve sizin silahlarınızdır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu hiçbir sivil yurttaşın
ölmediğine dair açıklamalarda bulunuyor. Sayın Başbakana
soruyorum: Kendinden ve yetkisi altındaki güvenlik güçlerinden bu kadar
eminse, iddialarını doğrulayabilecek otopsileri engelleme
olasılığı bulunan bu yönetmeliğin çıkmasına
nasıl müsaade etmiştir?
Sayın milletvekilleri, hepimizin çok iyi
bildiği üzere, Anayasanın 90ıncı maddesi iç hukuktaki
herhangi bir düzenlemeyle çakışma olması hâlinde Türkiyenin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin üstünlüğünü güvence
altına almaktadır. Buradan hareketle ifade etmek istiyoruz ki
hazırladığınız bu yönetmelik de tıpkı
bölgede yaşanan savaşı destekleyen kanunlar gibi
uluslararası insan hakları hukukuna aykırıdır ve bizim
nezdimizde yok hükmündedir. Bu yönetmeliğe dayanarak cenazeleri ailelerden
kaçırıp onlardan habersiz, kimsesizler gibi defnetmenin
hesabını verecek ve cezasını çekeceksiniz. Hiçbir zulüm,
hiçbir savaş sonsuza dek sürmeyecek, illa ki yüz yüze bakacağız.
O gün geldiğinde Kürt halkının yüzüne nasıl
bakacaksınız? Unutmayın, böylesi düzenlemelerle kendinizi
cezadan kurtarmış olduğunuzu düşünebilirsiniz ancak
halkların nazarında ve vicdanında mahkûmsunuz.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
Şahıslar adına Bilecik Milletvekili
Yaşar Tüzün.
Buyurun Sayın Tüzün. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz beş
dakikadır.
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti ile Kore
Cumhuriyeti arasındaki uluslararası anlaşmanın 3üncü
maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
Meclisi de saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye ile Kore
sanayileşme açısından birbirine çok benziyor. Türkiye, Birinci
Dünya Savaşının ardından, Kurtuluş Savaşı
sonrası bir harabeden kalkınmış bir ülke yaratmaya
çalışıyor, aynı şekilde Kore de yeni bir savaş
sonrası kalkınmış bir ülke yaratmaya
çalışıyor. Bu benzerlik aynı ama diğer bir benzerlik
var, arada elli yıllık bir süre var. Bu iki ülkenin arasındaki
elli yıllık sürede ise maalesef 1960lı yıllarda
sanayileşmede birlikte yola çıktığımız Koreyle
Dünyanın en popüler ülkesi hâline gelmesine rağmen Kore, bugün
Avrupa'daki, Avustralyadaki, Asyadaki, Güney Amerikadaki gibi bütün ülkeleri
kendine çekerken, gayrisafi millî hasıla ve kişi başına
düşen dolarda bizden çok daha gerideyken bugün en önde, dünyanın ilk
30 ülkesi arasına girmeyi başarmıştır.
Değerli arkadaşlarım, buradaki
söylemek isteğim konu şu: İki ülkenin sanayileşmesi
açısından birlikte çıktıkları süreyle elli
yıllık bir süreyle Türkiye ile Kore arasındaki farkın bugün
geldiğimiz noktada yani 1960lı yıllarda Güney Korede kişi
başına düşen
Sayın Bakanım, dinliyor musunuz?
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Dinlemiyor.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Yok, dinlemiyor. Dinliyor da
bir başkasını dinliyor.
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) Size hitaben söylüyorum
Sayın Başbakan Yardımcım.
BAŞKAN Buyurun Sayın Tüzel, siz Genel
Kurula hitap edin.
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) Genel Kurula ediyorum
ama Sayın Bakanım da cevap hakkını kullanacağı
için onun da dinlemesini istiyorum.
BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin)
Özür diliyorum.
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) Yasama olarak yürütme
kurumuna böyle yetkiyi verdiğiniz müddetçe sonumuz hep böyle olacak
arkadaşlar, farklı olmayacak, merak etmeyin yani bunu da bir
uyarı olarak söyleyeyim arkadaşlar.
1960lı yıllarda Güney Korede kişi
başına düşen millî gelir 275 dolarken Türkiye'de 481
dolardı. Aynı dönemde başladı ama bugün geldiğimiz
noktada maalesef Güney Korede kişi başına düşen millî
gelir 30 bin doların üzerindeyken Türkiye hâlâ 10 bin-12 bin dolarlarda.
Aramızdaki fark bu.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) Niye acaba?
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) Size sormak lazım,
on üç yıldır siz yönetiyorsunuz Türkiye'yi, biz yönetmiyoruz yani.
Değerli arkadaşlarım, iki ülke de
aslında devlet destekli bir kalkınma modeli uyguluyor. Kore
kalkınma planlarındaki hedefin üzerine çıkarken Türkiye ancak
bunun yüzde 20sini tutturabiliyor. Aramızdaki fark bu. Bunun sonucunda
ise şimdi Kore dünya çapında rekabet edebilecek birçok markası
varken maalesef Türkiye'nin bu rekabet markaları söz konusu değildir.
İsim vermiyorum, reklam olsun istemiyorum ama bugün Samsung gibi bir
markanın hepimizin evine küçük araçlar dâhil olmak üzere girdiğini
biliyoruz. Bu nerenin ürünü? Korenin ürünü. Kore bizden elli yıl sonra bu
hamleleri başlatmış, Türkiye'de özellikle cari açıkla bu
hedeflerin kapanabileceğini bu sözleşmede inanıyorsak
kuşkusuz biz de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak destek
vereceğimizi, oy vereceğimizi ifade etmiştik ama maalesef Türkiye
teknoloji konusunda Korenin çok gerisinde kalmıştır.
Değerli arkadaşlarım, evet,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz destek vereceğimizi vurguladık.
Benim bölgem olan Bilecikle ilgili de bir konuyu gündeme getirmek istiyorum.
Az önce burada Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız vardı,
şimdi yok ama Başbakan Yardımcımız var ve Hükûmet
temsilcisi olarak burada oturuyor ve Başbakan
Yardımcımızı tebrik ediyorum Sayın Bakan. Birlikte
daha önceki dönemler çalıştık, Bakandınız, şimdi
Başbakan Yardımcısı oldunuz. 10 Ocak tarihi Bilecik için,
Bozüyük için çok önemli bir tarih Sayın Bakanım. 10 Ocak İnönü
zaferlerinin başladığı bir gün. Biz üç dönemdir
Metristepenin millî park olması noktasında kanun teklifi veriyoruz.
Burada iktidar muhalefet ayrımı yapmıyorum, iktidar partisinden
arkadaşımız da benzeri bir kanun teklifi verir ve Metristepenin
millî park olmasını istiyoruz. Bu sadece Bilecikin talebi
değil, bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin talebi
olmalıdır. Çünkü Türk milletinin makus tarihinin yenildiği bir
kentte millî
parkın yapılması bütün Bilecik halkının talebidir. Bu
talebimizi biz kanun teklifi olarak sunduk, Hükûmet tarafından
değerlendirilip en kısa zamanda yüce Mecliste görüşülmesini
talep ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
3üncü madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Sayın
Tüzüne kısmen de olsa konuyla ilgili de konuştuğu için
özellikle teşekkür ediyorum.
Sayın
Tanal ve Sayın Atıcı sisteme girmişler, soru-cevap
işlemi yapacağız on dakika süreyle.
Sayın
Tanal, buyurun.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Bakan, bu görüşülmekte olan sözleşme tabii yatırıma
ilişkin bir sözleşme ancak, takdir edersiniz, mahkeme
kararlarının uygulanmadığı ve mahkeme
kararlarının hiçe sayıldığı bir ülkedeyiz biz.
Eğer bir ülkede mahkeme kararları uygulanmıyorsa o ülkede hukuk
güvenliği yok anlamındadır. Bir ülkede muhalif olanlar terör
örgütü suçlamasıyla, Hükûmete darbe yaptı. suçlamasıyla,
devlet sırrını ifşa suçlamasıyla cezaevlerine
atılıp susturuluyorsa yabancıların gelip bu ülkede
yatırım yapacağına inanıyor musunuz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Sayın Atıcı
AYTUĞ
ATICI (Mersin) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, sizin Mecliste bulunmadığınız dönemlerde birkaç kez
sizin gıyabınızda Mersine yapılacak olan
yatırımları sordum ve Mersinin vergi ödemede, vergi
tahsilatında 6ncı sırada olduğunu ve yatırım
alma konusundaysa 24üncü sırada olduğunu ifade ettim. Siz de bir
Mersin milletvekilisiniz ve seçim öncesinde billboardlara çok ciddi
şekilde harcamalar yaparak Mersine seçildiğiniz takdirde
yapacağınız yatırımları bizlere
sıraladınız. Fakat, daha sonraki aşamalarda bu
yatırımlarda çeşitli sorunlar olduğu ifade edildi. Acaba bu
sorunlar nereden kaynaklanıyor? Bu sorunlar sizden mi kaynaklanıyor,
Maliye Bakanlığından mı kaynaklanıyor,
Başbakandan mı kaynaklanıyor? Bir türlü bizim
havaalanımız, Mersin-Antalya yol projemiz ve turizm
alanımız bitmiyor.
BAŞKAN Sayın Şimşek
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin)
Sayın Bakanım, yeni görevinizde başarılar diliyorum.
Şahsınızın Başbakan Yardımcısı
olmasının inşallah Mersinin makus talihini bu dönem
değiştireceğine inanıyorum çünkü Mersin, bu noktada,
gerçekten geçmiş dönemlerde çok acı tecrübeler yaşadı. Her
dönem bir bakan gönderildi ama maalesef billboardlara asılan hiçbir
proje gerçekleştirilmedi. Bu dönem, inşallah Adana-Mersin yolu,
Mersin-Antalya yolu ve Sahil Bandı Projesinin bir an önce faaliyete
geçirilmesini bekliyoruz. Bu noktalarda da sizden destek bekliyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Demir
NURETTİN DEMİR (Muğla) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, sizin Ulaştırma
Bakanlığınız sırasında da bu konuyu
konuşmuştuk. Göcek Tüneliyle ilgili, Başbakan Sayın Ahmet
Davutoğlu, seçimler öncesi Müjdeler olsun, Göcek Tünelinden ücretsiz
geçilecek. diye pankartlar astılar ve Dalamanın her yerinde
bunları vatandaş gördü, bunları görerek de oy verdi ancak gelin
görün ki tünel geçiş fiyatına zam geldi, vatandaş
kandırıldı. Geçiş ücreti 3,5 liradan 4,5 liraya
çıkarıldı, yüzde 35 gibi bir zam geldi. Sayın
Davutoğlu bu haberi seçim öncesinde billboardlarda, pankartlarda
duyurduğunda Muğla halkına yalan mı söyledi?
BAŞKAN Sayın Tüm
Sayın Yıldırım
.
BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) Teşekkürler
Başkanım.
Sayın Bakanım, Adıyaman en fazla
işsizlik çeken illerin başında geliyor, ırgat kenti
adıyla anılır. En çok işsizliğin
arttığını, Devlet İstatistik Enstitüsünün kayıtlarında
da göreceksiniz.
23 Aralık-28 Aralık arası
Adıyamanın 6 ilçesinde 107 geçici köy korucusu alımı için
ilan çıkarıldı. Adıyamanda binlerce işsiz varken
iş imkânı olarak sadece koruculuk üzerine mi çalışma
yürütüyorsunuz?
İkincisi, taşeron işçilerin kadro
sorunu ne olacak? Çalıştığım hastaneden defalarca
telefonlar, mesajlar aldım. Bu taşeron işçilerin kadroları
ne olacak? Durumlarında iyileştirici bir çalışma var
mı? Cevaplarınızı diliyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Sarıhan
ŞENAL SARIHAN (Ankara) Şunu sormak
istiyorum: Seyranbağlarında bir korsan taşıma sürüyor. Bu
konuda bilgisi sorulan AŞTİ Otobüs İşletmeleri ve
Acenteleri Derneği Başkanı şöyle bir açıklama
yapıyor: Altı yıl önce büyükşehir belediye meclisinden
çıkan bir karar var, bu karara göre kentin altı noktasına cep
terminali yapılacaktı, bu hâlâ yapılmadı. Bu konuda,
Seyranbağlarındaki bu korsan taşımacılık da
ulaşım sorunundan kaynaklanıyor ve yaşamsal bir tehdit de
oluşturuyor. Acaba bu konularda herhangi bir düzenleme yapılabilecek
mi? Çayyolunda da aynı problem devam etmekte. AŞTİye kadar
gitme zorunluluğu var mı yurttaşların ya da
AŞTİye gitmeden ceplerin açılmasıyla taşıma
konusunda daha az ücretle ve daha büyük bir can güvenliğiyle düzenleme
yapılabilir mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler.
Soruları cevaplandırmak üzere, Hükûmet
adına Başbakan Yardımcısı Sayın Lütfi Elvana söz
veriyorum.
Buyurun Sayın Elvan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin)
Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Yabancı sermaye yatırımlarına
yönelik bir soru yöneltildi. Şunu ifade edeyim: AK PARTİ iktidara
gelmeden önce aşağı yukarı yıllık ortalama 1
milyar dolar civarında yabancı sermaye girişi söz konusu iken AK
PARTİ hükûmetleri döneminde yıllık ortalama 12 milyar
doların üzerinde bir yabancı sermaye yatırım girişi
gerçekleşmiştir. 2015 yılında ise yaklaşık 12,5
milyar dolarlık bir yabancı sermaye girişi söz konusudur.
Mersine yönelik bazı sorular oldu. Birincisi,
Mersinde şu anda söz vermiş olduğumuz projelerin tamamında
-herhangi bir aksaklığa meydan vermeden, devam eden projeler
başta olmak üzere- tüm çalışmalar yürüyor, herhangi bir
aksaklığımız söz konusu değil, ancak sayın
vekilimizin Çukurova Havalimanına yönelik spesifik olarak sormuş
olduğu bu soruda, tek bir başvuru olması nedeniyle, bunun
Ulaştırma Bakanlığımız tarafından tekrar
gözden geçirilmesine yönelik bir süreç başlatılmıştır;
herhâlde bir hafta, on gün içerisinde bunun net cevabını size
vereceğim ama herhangi bir gecikme söz konusu olmayacak, bunun da sözünü
buradan vermek istiyorum.
Diğer taraftan, Adana-Mersin yoluna yönelik
soruyu cevaplandırırsam, bildiğiniz gibi, Adana-Mersin
hattında Mersin iskele ve Hal Kavşağından itibaren
Kazanlıya kadar olan bölümün yol yapım çalışmalarına
başlandı; ihalesi yapıldı, ihale işlemleri sonuçlandırıldı,
dolayısıyla 8 şerit hâlinde bu yol Adana-Mersin, Mersin-Adana
yol yapım çalışmasına başlandı.
Diğer taraftan, Mersin-Antalya yoluna yönelik
ise yoğun bir şekilde çalışmalar devam ediyor. Şu
sezonda bile tünel çalışmalarımız yirmi dört saat
bazlı olarak devam ediyor, üç vardiya çalışılıyor,
herhangi bir aksama söz konusu değil.
Diğer yatırımlara gelince, elbette
muhalefet olarak sizin temel göreviniz bunları sormak, biz de bunları
teker teker, neleri gerçekleştirdik, neleri gerçekleştireceğiz,
sizlere aktaracağız.
Diğer taraftan, taşeron işçilerimize
yönelik bir soru yöneltildi. Bununla ilgili, biliyorsunuz 2014
yılında bir yasal düzenleme yapılmış idi. Asli
hizmetler ile yardımcı hizmetler tasnifinin, ayrımının
yapılıp, buna göre de asli hizmetlerde çalışacak
olanların kadroya alınması söz konusu olacak idi. Bununla ilgili
çalışma Maliye Bakanlığımız tarafından
yürütülüyor, çalışma tamamlanır tamamlanmaz da sonucu sizlerle
paylaşacağız.
Diğer bir husus, Ankara
Seyranbağlarına yönelik bir soru yöneltildi. Seyranbağları
hususunda tabii, spesifik bir bilgi sahibi değilim ama gerekli bilgileri
Ankara Büyükşehir Belediyesinden de alıp yazılı olarak bunu
cevaplandırabileceğimizi ifade etmek istiyorum.
Bir diğer soru, Mersine yapılacak
yatırımlarla ilgili yine. Mersinin özellikle yatırım
sıralamasında 24üncü sırada olduğu ifade edildi. Hâlbuki
vergi ödemelerinde çok daha ön sıralarda olduğu söylendi. Tabii, bu
24üncü sıra, tam olarak gerçeği yansıtmıyor çünkü bu
sıralama yapılırken özellikle birden fazla ili ilgilendiren
projeler, muhtelif projeler dediğimiz projeleri kapsamıyor ve bu,
yıldan yıla da değişebiliyor. Bunu da özellikle belirtmek
istedim.
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Bakan.
3üncü madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
3üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
3üncü madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi tasarının tümünü oylamadan
önce, İç Tüzükün 86ncı maddesi gereğince, oyunun rengini belli
etmek üzere, lehte, Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca
Kayışoğlu, aleyhte ise Kırıkkale Milletvekili Ramazan
Can söz istemişlerdir.
Lehte olmak üzere Bursa Milletvekili Sayın
Nurhayat Altaca Kayışoğlu.
Buyurun Sayın Kayışoğlu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakikadır.
NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
2 sıra sayılı Kore Cumhuriyetiyle
serbest ticaret anlaşmasıyla ilgili olarak oyumun rengini belli etmek
üzere buradayım ve diğer arkadaşlarımızın da
belirttiği gibi, biz, bu tasarıyı uygun görüyoruz.
Ben aslında sizlere hukuk devletinin nasıl
katledildiğinden bahsedeceğim. Bunu yaparken de maalesef hukuku
katlederek yapacağım. Nedeni de Meclis İçtüzüğümüz,
yeterince demokratik mekanizmaları çalıştıran bir tüzük
olmadığı için, muhalefete yeterince söz hakkını
tanımayan, sorunları dile getirmemize cevaz vermeyen bir İç
Tüzük olduğu için bunun üzerinden söz alıp mecburen ülkemizle ilgili
sorunlardan bahsetmek zorunda kalıyoruz.
Hukuk devleti adım adım nasıl
katledildi, şimdi size bir hikâye anlatacağım. Ülkemizde
eksikleriyle de olsa bir hukuk devleti mevcuttu ve geçmiş iktidarlar
döneminde hukuk devleti daha ileriye taşınsın diye birçok
düzenlemeler yapıldı. Avrupa Birliğine uyum yasaları çıkarıldı,
Anayasada, özellikle 2001 yılında yani bir koalisyon hükûmeti
döneminde temel hak ve hürriyetlere dair değişiklikler
yapıldı. Bu değişiklikler çok kapsamlı bir tasarı
olarak gelmişti ve inanın ki Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinden çok çok daha ileri seviyede temel hak ve hürriyetleri
düzenleyen, koruma altına alan değişikliklerdi.
Sonra ne mi oldu, 2001deki bu düzenlemelerden
sonra? 2002 yılında AKP iktidara geldi ve on dört yılda hukuk
devletinin bütün ilkeleri adım adım adım yok edildi. Önce
kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edildi; yargı
bağımsızlığı, masumiyet karinesi, kanun önünde
eşitlik ilkesi yok edildi. Bir dönem geldi, dalga dalga operasyonlar,
şafak operasyonlarıyla masum insanlar sırf muhalif
oldukları için göz altına alındılar, tutuklandılar,
yargılandılar. Bir dönem geldi, gerçek suçlular, kişiye özel
yasalarla Anayasanın 10uncu maddesi ihlal edilerek koruma altına
alındı, naylon faturalara aflar çıkarıldı ve
sıkıyönetim, DGM, özel yetkili derken adı değişse de
sulh ceza mahkemeleri tarafınızdan getirildi, doğal yargıç
ilkesi ihlal edildi ve iktidarda siz vardınız.
Neyse, hukuk devleti katledildi ama çok şükür
kanun devletiyiz diyorduk. Çünkü, bütün bunları kanunlarla
yapıyordunuz ve yargı kararları, çıkarılan kanunlarla
etkisiz hâle getirildi. Örneğin Bursada Cargill davasını buna
örnek verebilirim. Hukukun evrensel ilkelerine uygun olmayan yasalar
çıkarıldı; iç güvenlik yasası gibi, büyükşehir
yasası gibi. Bugünleri arayacağımızı da
düşünemezdik ki öyle bir zaman geldi, kanun devletini de yok ettiniz,
yönetmelik devletine geçtiniz. Ne zaman mı? 7 Hazirandan sonra.
Yasamadaki yeterli çoğunluğu kaybeden
zihniyet, zorla yürütmeyi elinde tuttu ve ülkemizi, yürütmenin yetkileriyle,
yönetmelik devletine geçirdi. Sadece kanunlarla kısıtlanması
mümkün olan temel hak ve özgürlükler, sayenizde -örneğin toplantı ve
gösteri yürüyüşü yapanın önüne engeller konulmak suretiyle-
yönetmelikle düzenlendi ve birçok hak yönetmeliklerle kısıtlanmaya
başlandı. Terörle mücadele adı altında kişilerin
haklarına saldırı muhbirlikle teşvik edildi. İşin
ilginç yanı, bunu kullanarak muhalifleri gözaltına aldınız
ama, gerçekten, hendekleri ihbar edenlerle ilgili o dönemde hiçbir işlem
yapmadınız.
Sonra, geldik ferman devletine. Evet, yürütmeyi
paylaşmak zorunda kaldınız, sonra tek kişinin
kararlarıyla bu ülkeyi yönetmeye başladınız. Ve son olarak
bugün -bir örnek vereceğim- Bursada görülen bir davayla ilgili bir
yandaş medya bir haber yapıyor, diyor ki: Paralel hâkimler santrali
iptal etti. DOSABda kurulmak istenen termik santralle ilgili
açılmış olan davada, pazartesi günü keşfi olan bu davada
hâkimleri baskı altına almak için yandaş medya bu manşeti
atıyor. Ve istiyorsunuz ki sizin istediğiniz kararları vermeyen
hâkimler paralel diye damgalansın, baskı altına
alınsın, bütün mahkemeler sizin istediğiniz kararları
versin, bütün gazeteciler sizin istediğiniz şeyleri yazsın.
İnanın ki bu hukuk devletinin
katledildiği süreci tarih yazıyor ve -Bursayla ilgili de söylüyorum-
o mahkemeleri etki altına alsanız da Bursa halkı adına size
buradan söylüyorum: Biz o termik santrali oraya
yap-tır-ma-ya-ca-ğız! (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Böylece tüm konuşmalar sona
ermiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre vereceğim.
Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme
giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen üç
dakikalık süre içinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile
imzasını da taşıyan oy pusulasını yine oylama
için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Türkiye Cumhuriyeti ile Kore
Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve
Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy
sayısı :237
Kabul :232
Ret :4
Çekimser :1(x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Elif Doğan Türkmen İshak
Gazel
Adana Kütahya
Böylece
tasarı kanunlaşmıştır, hayırlı uğurlu
olsun.
5'inci sırada yer alan 5 sıra sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Askeri Alanlarda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği
Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Askeri Alanlarda Eğitim, Teknik ve Bilimsel
İş Birliği Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu
Raporları (1/308) (S. Sayısı: 5)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6ncı sırada yer alan 8 sıra
sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Macaristan Arasında Dostluk ve
İşbirliği Antlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
6.- Türkiye Cumhuriyeti ile Macaristan Arasında Dostluk
ve İşbirliği Antlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/313) (S. Sayısı: 8)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
7'nci sırada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti
Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/315) (S. Sayısı:
9) (x)
BAŞKAN - Komisyon? Burada.
Hükûmet?
Burada.
Komisyon Raporu 9 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde söz isteyen
gruplar adına ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kocaeli
Milletvekili Saffet Sancaklıya aittir.
Buyurun Sayın Sancaklı. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
MHP GRUBU ADINA
SAFFET SANCAKLI (Kocaeli) Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama
başlamadan önce, Osman arkadaşıma teşekkür ediyorum. Dedim
ki arkadaşlar oy kullandıktan sonra gitmesin bir zahmet, ilk defa
konuşacağım. Teşekkür ederim Osman Bey.
OSMAN
AŞKIN BAK (Rize) Hayırlı olsun. Sağ ol kaptan.
SAFFET SANCAKLI
(Devamla) Sağ olun.
Bugün sizlerle
Balkan coğrafyasıyla ilgili yaşanmış ve çok acı
tecrübelerle şahit olunmuş bir iki olayı paylaşmak
istiyorum. Bu anlatacağım olaylar, belki bizlere günümüzde ülkemizde
yaşanan ve yaşatılmak istenen kaos ortamıyla ilgili bir
fikir verebilir ve daha hassas düşünmemizi sağlayabilir.
Benim
atalarım, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Konya Karaman
bölgesinden şu andaki Sancak bölgesine göç ettirilmiş,
Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı hem yaşamak
için hem de Türkün ve Müslümanın adaletini oralarda göstermek için oraya
gönderilmiştir. Oradaki soyadımız Smailagiçtir yani Türkçesi
İsmailoğulları. Tabii, İsmailoğulları, hepinizin
bildiği gibi, Osmanlı, Balkanlardan çekilmeye başladıktan
sonra, Anadolu coğrafyasına çekildikten sonra, bizler, Türkler orada
kaldıktan sonra büyük eziyet çektik ve büyük baskı altında
kaldık. Özellikle, benim doğmuş olduğum Sancak bölgesinde
-eski ismi Yugoslavya olan- bize Türklüğümüzü ve
Müslümanlığımızı yaşatmamak için ellerinden
geleni yaptılar. Tabii, o dönemlerde yapılan baskılar sonucunda
Türkiye Cumhuriyeti, soydaşlarına sahip çıkarak, kendi
soydaşlarının ana vatana gelmesi noktasında anlaşma
yaparak Yugoslavyayı ikna etmiştir. Tabii, bu anlaşma yapılırken
Yugoslavyanın 2 tane şartı var. Birincisi, kişilerin
herhangi bir mahkemelik durumunun olmaması. İkincisi, tüm mal
varlıklarını satmak zorunda olmaları, yani, Evet, ana
vatana gidebilirsiniz ama üzerinizde hiçbir mal varlığı
olmayacak.
Tabii, yüz binlerce Türk var orada ana vatana gelmek
isteyen. Herkes, malını mülkünü satışa çıkarıyor
ama alan olmadığı için de satamıyorlar. Rahmetli babama ben
Bu işi nasıl çözdünüz? diye sorduğumda, dedi ki:
Evladım, kalan komşularımız vardı, bütün mal varlığımızı
komşuların üzerine yaptık, hatta tapu masraflarını da
cebimizden ödedik ve cebimizde 1 lira olmadan ana vatana geldik. Ben çocuktum,
2,5 yaşındaydım ana vatana geldiğimizde. Biraz büyüdükten
sonra rahmetli babama sordum, dedim ki: Baba, İsmailoğulları,
Balkanların en büyük ailelerinin başında gelen bir ailedir. Biz
o kadar malı mülkü, o kadar toprağı, o kadar araziyi nasıl
bırakıp geldik, niye geldik? Dedi ki: Evladım, mal mülk her
zaman alınır, her zaman kazanılır ama bize
Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı
yaşatmadıkları için biz, her şeyimizi bıraktık,
özgür bir vatana, toprağımıza, al
bayrağımızın altına ve ezan sesinin altına
geldik. Onun için, hiç merak etme çok yakın bir zamanda gün gelir mal,
mülk gene kazanılır.
Bunları niye anlattım size? Birazdan
Yugoslavyanın nasıl dağıldığını
anlatacağım da
Ben orada doğdum, hâlâ şu anda o bölgede,
kanımı taşıyan, soy ismimi taşıyan, Smailagiç
soy ismiyle yaşayan 10 binin üzerinde akrabalarım var. Bu
olayları yaşadık, bir yerden okuyup da anlatmıyorum.
Yugoslavya nasıl dağıldı?
1970li yılların ortalarında Yugoslavyada çok güçlü bir lider
var, hatırlayanlarımız var tabii, Tito. Ülkede diğer
komünist ülkelere göre refah seviyesi yüksek, iyi yaşayan bir ülke. 75li,
76lı, 77li yıllarda halkın arasında bir konuşma
başlıyor. Bu konuşma ne? O dönemde Yugoslavyada 7 tane etnik
grup var: Boşnaklar var, Hırvatlar var, Sırplar var, Slovenler
var, Makedonlar var. Bunlar ne konuşmaya başlıyor biliyor
musunuz sayın milletvekili arkadaşlarım: Bizler, evet, iyi
yaşıyoruz ama bizim daha iyi yaşamak için bazı isteklerimiz
olacak. Nedir bunlar? Biz ana dilimizde de kendi eğitimimizi yapalım,
bayrağın yanına başka bir bayrak da koyalım, ne olacak
ki, zaten huzur içinde yaşayan bir ülkeyiz. Hatta daha da mutlu oluruz
bunları yaparsanız. Tabii, bu konuşuluyor, konuşuluyor,
zaman geçince Titonun danışmanları, yardımcıları
kendisine gidip halktan böyle bir istek olduğunu söylüyor. Kendisi de
diyor ki: Peki, ne yapalım? O zaman, bir referandum yapalım. Ve
referandum yapılıyor, yüzde 90ın üzerinde evet oyu
çıkıyor ve bütün etnik gruplar kendi ana dillerinde istedikleri gibi
eğitim, bayrağın yanına başka bir bayrak daha koyarak
hayatlarını mutlu bir şekilde devam ettiriyorlar. İlk
birkaç sene bir problem yok ama Tito öldükten birkaç sene sonra, 90ın
başında, Yugoslavya, 18 milyon nüfusu olan Yugoslavya, 7 parçaya
bölünüp ülke 7 tane küçücük ülkeler hâline geliyor. Ve şu anda hepimiz
yaşıyoruz bu 7 tane ülke ne hâlde, ne durumda.
Tabii, bu kirli senaryolar, hem dış
güçlerin hem bilmem kimlerin bu senaryoları Türkiye Cumhuriyetinde de
uygulanmak isteniyor arkadaşlar. Bizim, burada milletvekilleri olarak,
halkımızı temsil eden milletvekilleri olarak çok uyanık
olmamız gerekiyor. Tabii, bir ülkeyi bu hâle getirmek istiyorsan, önce
millî, manevi değerlerinin yıpratılması ve bu konuda ciddi
bir çalışma yapılması gerekiyor. Kimse üzerine
alınmasın, kimseyi suçlamak için söylemiyorum, buraya herhangi bir
polemik için de çıkmadım, hiç tarzım da değil ama bazı
gerçekleri, bu son yıllarda yaşanan bazı gerçekleri de burada
konuşmak istiyorum arkadaşlar.
Son yıllarda millî, manevi değerlerimiz
ciddi manada yıpranmış vaziyette. Bundan on yıl önce
konuşmaya bile korktuğumuz, düşünmeye bile çekindiğimiz
olaylar, maalesef normal hâle gelmeye başlamıştır
arkadaşlar. Birkaç tane örnek vermek istiyorum. Son yıllarda,
özellikle, çok hassas olduğumuz Türk kelimesi, Anayasadan
çıkarılmak istenmektedir. Türk Bayrağı, tahrik unsuru
olarak görülmeye başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti tabelaları
birçok yerden kaldırılmıştır. İstiklal
Marşı okunurken ayağa kalkmayarak saygısızlık
gösterilmiştir. Andımız, okullarda yasaklanmıştır
ve kaldırılmıştır. Bayrak şiiri, aynı
şekilde, okullardaki kitaplardan çıkarılmıştır.
Bu ülkenin kurucusu Ulu Önder Atatürkün büstleri yıkılmaya
başlanmıştır. Camilerimiz maalesef ve maalesef propaganda
malzemesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Türk
Silahlı Kuvvetlerimizin, çeşitli, uydurulmuş davalarla prestiji
ve önemi ciddi manada sarsılmıştır.
Bundan birkaç sene önce Balkanlarda bir ülkeye
gittiğimde, oranın Millî İstihbarat Teşkilatı
ayarındaki adamını tanıyorum ben, arkadaşım;
sohbet ettiğimizde -ülkenin ismini vermeyeyim, şey olmasın diye-
bana dedi ki: Saffet kardeş, ben Amerikada on beş gün Beyaz Sarayda
ağırlanan tek resmî adamım bu ülkenin tarihinde. Tebrik
ederim, ne yaptınız orada? dedim, On beş gün, ülkemizin
sorunlarını, geleceğini konuştuk ve dünyayı
konuştuk. dedi. Sonra ne yaptınız? dedim, Sonra ülkeme gelir
gelmez 2.500 kişiyi tutukladım. Peki, niye tutukladın? dedim,
Hükûmeti devirmek, ülkenin düzenini bozmak istedikleri için
tutukladım." dedi. Peki, kimlerdi bunlar? Meslek grupları
nedir? dedim, dedi ki: Asker var, polis var, gazeteci var, iş adamı
var. ve birkaç tane daha meslek saydı. Bu anlattığım
hikâye, birkaç yıl öncesini hatırlatıyor mu sevgili
arkadaşlar size? Yani birileri bir yerde bir oyun oynamaya
başladı mı, onu da tutturdukları zaman bunu ülke ülke devam
ettiriyorlar. İşte, bizim burada uyanık olmamız gerekiyor.
Tabii, bütün bunları anlattım, daha önce
ana vatandan Balkanlara göç edip vatan kaybeden bir kardeşiniz, daha sonra
da tekrar Balkanlardan ana vatana dönerken bir vatan daha kaybetmiş yani
iki defa vatan kaybetmiş bir milletvekili arkadaşınız
olarak konuşuyorum ve buradan sesleniyorum bir Türk evladı olarak:
Benim artık kaybedecek başka bir vatanım
kalmamıştır, benim gidecek başka bir vatanım da
kalmamıştır. Son yıllarda Suriyeden gelen birçok
insanı biz istihdam ettik, bakıyoruz, ediyoruz çünkü biz Türk milletiyiz,
biz zor durumda olan insanlara bakarız, evimizi açarız, cebimizdeki
son paramızı da veririz ama bizler eğer Türkiyede, Allah
korusun, bu duruma, bir sıkıntıya gelecek bir durum olursa ben
biraz evvel dedim ya benim gidecek yerim yok, kaybedecek vatanım yok,
sizlerin de yok arkadaşlar. Hiç birimizin ne kaybedecek bir vatanı
var ne de gidecek yerimiz. Bizi kimse kabul etmez.
Ulu Önder Atatürkün kurtuluş savaşı
vererek bize emanet etmiş olduğu bu Türkiye Cumhuriyeti bizim sahip
çıkmamız gereken en önemli noktadır. Bunu herkes çok iyi bilsin
ki Türkiye Cumhuriyeti bölünmez bir bütündür. Bunu herkes bilsin ki Türkiye
Cumhuriyetinin 1 santimetrekaresini kimseye vermeyiz. Bunu herkes çok iyi
bilsin ki şehitlerimizin kanından ilham alan Türk
Bayrağını gönderden indirtmeyiz, yanına da başka
bayrak koydurtmayız. Bunu herkes çok iyi bilsin ki semalarda yükselen ezan
sesini kimsenin susturmasına müsaade etmeyiz.
Saygıdeğer milletvekilleri,
yüzyıllardır bu coğrafyada Hristiyan dininin haçı mı,
yoksa İslam dininin sembolü hilal mi? savaşı
yaşanmaktadır. Bunun kavgası yüzyıllardır vardır.
Tabii, bizler İslam dininin sembolü olan hilalin etrafında
toplanmış bulunuyoruz ve bu mücadeleden galip çıkmak için
elimizden geleni yapıyoruz.
Tabii, Balkanlarla ilgili son bir iki örnek daha
vererek konuşmamı bitireceğim. Dakikam
BAŞKAN Var, süreniz var.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) Beş dakika hediye
edeceğim, alacağım olsun.
Balkanlar denince, özellikle Bosna denince akla
Aliya İzzetbegoviç gelir, Srebrenitsa katliamı gelir,
soykırım gelir ve eli kanlı diktatör Miloseviç gelir. Miloseviç,
Sırpların lideri, Boşnak tepelerini bombalarken tepeden
aşağı bakarak söylediği Türklerden
intikamımızı aldık. sözünü de hiçbir zaman unutmadık
ve unutmayacağız. Bu, bizim hep aklımıza gelir.
Balkanlara tabii ki çok seyahatleriniz
olmuştur. Bugün, Bosnada ve Sancak bölgesinde kahve içtiğimiz
fincanların neden kulpsuz olduğunu biliyor muyuz arkadaşlar?
Nedenini söyleyeyim, bilenlerimiz mutlaka vardır. Sırpların
Çetnik selamı dedikleri, başparmak, işaret parmağı ve
orta parmakla yaptıkları işaret Çetnik işaretidir.
KAMİL AYDIN (Erzurum) Gösterir misin.
ERKAN HABERAL (Ankara) Göster, göster.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) Göstermeyeyim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Gösterme, görsetme.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Saffet Bey,
istavroz dedikleri şey o, Çetnik işareti değil. Bakın,
şu şekilde kulpu tutmaması için. İstavroz çekerler,
ondandır.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) Teşekkür ederim,
müsaade ederseniz devamını getireceğim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Ya, bir laf atma artık,
dinle yahu, Allah rızası için bir dinle.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) Müsaade ederseniz
BAŞKAN Buyurun Sayın Sancaklı.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) Teşekkür ederim,
bilmediğimiz konuları öğrenmekten de mutlu oluyoruz.
Bunu aynı zamanda istavroz
çıkardıkları zaman yapıyorlar. Şimdi, tabii, bunu
yaparken bizim Müslüman Türk kardeşlerimiz de
Kahveyi hepimiz içerken üç
parmakla kulpundan tutup içiyoruz. Bosna Savaşı sırasında
yüzük parmağını ve küçük parmağını kestiler Müslümanların,
Türklerin orada, sadece o Çetnik selamını bize uygulatmak için. O
yüzdendir ki Bosnadaki ve Sancaktaki bizim Müslüman kardeşlerimiz, Türk
kardeşlerimiz kulpunu kırmıştır ve şöyle içerek
hilal yapmıştır arkadaşlar. (MHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Fincanın
altında da bayrak vardır, yıldız vardır.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Teşekkür ederim.
Tabii, bunları niye anlatıyorum? Bir
ajitasyon diye anlatmıyorum ama Balkanlarda bizim temsilcilerimiz, bizim
oradaki kardeşlerimiz zor durumdadır. Sahip çıkmamız
gerektiği noktasında anlatıyorum.
Tabii, oradaki Müslümanlara şöyle söyleniyor:
İsterse Boşnak olsun isterse Makedon olsun veya Karadağlı
veya Sırbistanlı, fark etmez, onları Türk olarak kabul
ediyorlar. İslam diniyle şereflendirilmiş olanlara, Balkan
coğrafyasında dinini değiştirmiş Müslümanlara,
Türkleşmiş, Türk olmuş denmektedir ve denilmeye de devam
edecektir. Durum böyleyken Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti olarak
Balkanlarda yaşayan kardeşlerimizi, Biz Türküz,
evladıfatihanız, Osmanlının son sancağı biziz.
diyen bu kardeşlerimizi bir an olsun yalnız
bırakmamalıyız. Buradan sesleniyorum, Milliyetçi Hareket Partisi
olarak kırk yedi yıldır dünyadaki bütün Türklerle ilgimiz,
alakamız ve gözümüz nasılsa, Balkanlardaki Türk
soydaşlarımızın da yanında olduğumuzun,
onları hiçbir zaman yalnız
bırakmayacağımızın sözünü buradan yüce Türk milleti
önünde veriyorum.
Son olarak, Bosna Savaşı
sırasında, Hırvatların Mostar şehrinin hâkim tepesi
olan Hum Tepesine devasa bir haç heykeli dikildi arkadaşlar. Bu heykel,
1992 yılında yapılan bu katliamın, Avrupanın
ortasında yapılan bu zulmün bir simgesi olmuştur. Bu heykel
dikildikten sonra, Hırvat komutan, cennetmekân Aliya İzzetbegoviçe
heykeli göstererek Bak, biz bu haçı sizin topraklarınıza
nasıl diktik. Şimdi, sizin hilalden daha yukarıda bir
haçımız var, bunu kaldırmaya gücünüz yetecek mi? diye sorar.
Aliya İzzetbegoviç de şöyle der: Hele bir gece olsun, cevabımı
akşam vereyim. Akşam karanlığı çöktüğünde
komutanı çağırarak Gel komutanım, cevabını
vereyim. der Hırvat komutana ve işaret parmağını,
şehadet parmağını göğe kaldırarak tüyleri diken
diken eden şu sözleri söyler: Sayın komutan, şimdi sen de bir
semaya bakıver. Şu hilali ve yıldızı görüyor musun,
senin onları yok etmeye gücün yeter mi? Ne kadar yükseklere haç dikseniz
de onu geçemezsiniz ve asla onu oradan indiremezsiniz. Onlar semada olduğu
müddetçe biz de inşallah varlığımızı devam
ettireceğiz. der, efsane bir cevap verir. (MHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu cümleden olarak da ben de Türkiye
Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır diyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, sözlerimi
bitiriyorum.
Bizler halk tarafından seçilmiş
milletvekilleri olarak partilerimizin adına burada bulunuyoruz, temsil
ediyoruz. Elbette ki partilerimizi kollayacağız, elbette ki
savunacağız. Oy oranlarımızı artırmak için
elimizden geleni yapacağız ve bunun için de büyük çaba
göstereceğiz ama unutmamamız gereken en önemli konu şudur: Önce
vatan, önce vatan, önce vatan. Bu cennet vatan özgür olmaz ise ne partilerin
bir anlamı kalır ne de bizim milletvekilliğimizin; herkesin
dilinde olan bu ceylan derisi koltuklar da bir işe yaramaz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Sancaklı.
SAFFET SANCAKLI (Kocaeli) Geçmedim değil mi
süremi?
BAŞKAN Yok yok, üç dakika bir
alacağınız var.
Teşekkür ediyoruz.
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
ikinci söz Mardin Milletvekili Mithat Sancara aittir.
Buyurun Sayın Sancar. (HDP
sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz yirmi dakikadır.
HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ile Romanya
Arasında Savunma İşbirliği Anlaşması
hakkında söz aldık ama ben de diğer arkadaşlarımın
yaptığı gibi, ülke gündemiyle ilgili görüşlerimi sizlerle
paylaşacağım. Bunun İç Tüzükle ilgili sebeplerini biraz
önce CHP adına konuşan arkadaşımız anlattı, bu
konuda halkımızın da anlayışını rica
ediyorum.
Savunma deyince aklımıza tabii pek çok
şey geliyor ama ben son günlerde çok konuştuğumuz bir konuyu
biraz hafıza tazeleme suretiyle bir daha gündemimize almayı
önereceğim. 1990ların ilk dönemlerinden söz ediliyor sürekli, oraya
dönüş var mı yok mu tartışması yürütülüyor. Ben size
bazı verileri sunayım, orayla benzerlikler var mı yok mu
onları birlikte değerlendirelim ya da kamuoyunun takdirine
bırakalım.
1990lardan söz edildiğinde tabii ilk akla
gelen Çiller dönemi. 1993te başlayan bir hükûmet dönemi var. Özellikle o
dönemle ilgili bilgileri aktarmak istiyorum ki paralellik var mı yok mu,
benzerlik nerededir, daha iyi görebilelim. Şunu da eklemek isterim
elbette: Durup dururken sürekli benzetmeler ve kıyaslamalar yapmayı
doğru bir yöntem olarak görmediğimi belirteyim yani her konuda illa
bir yeri bir yere benzetmek gerekmiyor ama kıyas ve benzetmeler, bu
örnekler bazen mecburen kullanılır daha iyi anlaşılmak
için. Ayrıca, tabii, ortada bu kadar fazla laf varken bu iki dönem
arasındaki kıyaslamalar çerçevesinde, buna ilişkin bir derli
toplu değerlendirme de bu nedenle mecburi hâle geliyor.
Hatırlarsınız ya da hatırlar
mısınız bilmiyorum, Çiller Hükûmeti göreve
başladığında, 10 Ekim 1993te Viyanada bir konuşma
yapmıştı Başbakan Tansu Çiller ve Bask modelinden söz
etmişti, Kürt sorununun çözümü için Bask modelini konuşabiliriz,
Bask modelini tartışabiliriz. gibi bir ifadesi vardı. Bu sözü
kullandıktan sonra yine malum çevreler -bunları biraz sonra
açacağım- devreye girdiler ve hemen ayar verdiler. Kısa bir süre
sonra Tansu Çillerin çizgisi de, dili de değişti, radikal bir
şekilde değişti; devletçi bir çizgiye çekildi, dilini de buna
göre ayarladı.
Bundan önce yaptığımız
konuşmada derin devleti tartışmıştık. Bu derin
devletin çeşitli organları var, çeşitli mekanizmaları var,
aslında görünen devletin büyük bir kısmını onlar idare
ediyor idi ve onların yönlendirmesiyle -ya da onların ayar
vermesiyle- yeni bir politika izlemeye başladı Çiller ve Hükûmeti. Ne
oldu? Ardından yaşananları da kısaca hatırlayalım.
Sivasta ve Başbağlarda katliamlar oldu. Bu katliamlar kamuoyunun
gözü önünde cereyan etti. Özellikle Sivas katliamı neredeyse canlı
yayınlandı ve hükûmet hiçbir şey yapmadı bunu önlemek
adına. Bir süre sonra Şırnakın Kuşkonar ve Koçağılı
köylerinde savaş uçakları bombalar yağdırdı. 38 köylü
öldürüldü. O dönemki gazete haberlerine bakarsanız Çillerin ilk
değerlendirmesinin ne olduğunu görürsünüz. Çiller Türk Hava
Kuvvetlerine ait uçaklar değildi onlar. dedi. O zaman bu sözler üzerine
bir tartışma başlamıştı Örgütün savaş
uçakları mı var acaba? diye. Kısa bir süre sonra dönemin
İçişleri Bakanı Nahit Menteşe açıklama yaptı:
Hayır, o uçaklar Türk Hava Kuvvetlerine ait idi ama o bölgede teröristler
bulunuyordu, onları etkisiz hâle getirmek için bombalama
yapıldı. dedi. Ama orada bulunan, terörist dediği
kişilerle ilgili herhangi bir delil sunmadı, sadece 38 köylünün
bombalarla parçalanmış cenazeleri vardı ortada.
Dönemin
Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş de geri kalmadı, o da
bir açıklama yaptı, O uçaklarda kayışların
gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla düştü. dedi.
Evet, sonuçta, başlarda Başbakan bu bombalamayı reddediyor,
inkâr ediyor; İçişleri Bakanı kabul ediyor, başka bir
gerekçe söylüyor; Genelkurmay Başkanı ise bambaşka bir
gerekçeyle olayın doğru olduğunu söylüyor, kabul ediyor. Yirmi
yıl sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye, bu olayla
ilgili, yaşam hakkını ağır bir şekilde ihlal
ettiği gerekçesiyle mahkûm ediliyor ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine sunulan belgelerde katliamın Türk Hava Kuvvetlerine ait
uçaklar tarafından gerçekleştirildiği açıkça pek çok
belgeyle ortaya konuluyor.
Neyi
hatırlatıyor bize bunlar? Bunlar, terörle mücadele adı
altında kullanılan yöntemlerin hükûmetleri hangi noktaya doğru
çektiğinin ilk önemli göstergesi biraz önce aktardığım
bilgiler. Artık güvenlik bürokrasisine ve güvenlikçi zihniyete teslim
olmuş bir hükûmet, katliamlar onun sorumluluğu altında
gerçekleşiyor. Bunları inkâr etmek üzere çeşitli gerekçeler
ileri sürüyorlar ama tarih önünde yalancı durumuna düşüyorlar; sadece
katil değil, aynı zamanda yalancı konumunda yer alıyorlar
tarih önünde.
Olaylar devam ediyor; Bahtiyar Aydının
katledilmesi olayı var, ardından gelen Lice katliamı. Bütün
bunlarda da o zamanın görevlileri, bakanları kendi
sorumluluklarını örtmek için binbir yalan uyduruyorlar. Bunları
teröristler yaptı. dediler, Bahtiyar Aydının suikasta kurban
gittiğini, teröristler tarafından öldürüldüğünü söylediler, Lice
katliamını inkâr ettiler, sonra ama bütün gerçekler ortaya çıktı.
Evet, Bahtiyar Aydın da devlet içindeki bir yapılanma tarafından
öldürüldü, Lice katliamını da o zamanki Özel Harekât birlikleri
gerçekleştirdi. Sonra Özgür Gündem gazetesi bombalandı, basın
susturulmak istendi. Her yer kontrol altına alınmak isteniyordu çünkü
gerçekler ortaya çıktığında kaçacak yer bulamayacaklarını
biliyorlardı.
Pek çok olay oldu, pek çok cinayet işlendi;
faili meçhuller bunun en karanlık, en kara, en acılı
sayfasıdır. Dönemin önemli isimlerinden biri Özel Harekât mensubu
Ayhan Çarkını hepiniz biliyorsunuz, yaptığı
itirafları da okumuşsunuzdur. Ben sadece bir bölüm
okuyacağım, bugün Hükûmetin takındığı tutumun
hangi zihniyeti hatırlattığını yine takdirlerinize
bırakacağım.
Ben 1986da güneydoğuya ilk gönderilen 320
kişilik Özel Harekât grubu içindeydim. diyor Ayhan Çarkın. 1990a
kadar bölgede kaldım. Hepimiz kana bulanmıştık. Öyle
korkunç şeyler yapıldı ki o halka... Gittiğimizde
baktık, adamın biri gelmiş, çoluğun çocuğun içinde
adamın birini çırılçıplak soymuşlar, milleti köy
ortasında toplamış, dayak atıyorlar. Bir Kürtü PKKlı
diye çırılçıplak soyan bir zihniyet nedir? Bunun adı
terörle mücadele değildi, bunun adı ihanetti. Ben bu halka, Kürtlere
uçak kullanıldığını gördüm. Top kullanıyorsun,
tank kullanıyorsun, mayınlar kullanıyorsun halkına
karşı. Bu ateş hepimizi yakacak. Tırnaklarını
söktük, dilini yasakladık, biz bunların hepsini yaptık. Bir özür
dilememiz lazım Kürtlerden. diye devam ediyor. Pek çok olayı
bizimkiler yaptı ve PKKnin üzerine attılar. Mesela, Başbağlar
katliamı kesinlikle Ergenekon zihniyetinin ürünüdür. diyor. Daha sonra,
katıldığı yargısız infazlarla ilgili
ayrıntılı bilgiler sunuyor.
Şimdi, bugün de haftalardır süren
sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili önergeler veriyoruz, burada
konuşmalar yapıyoruz, bilgiler sunuyoruz. Bize verilen standart
cevap: Oradaki bütün ölümlerin sebebi teröristlerdir. Sivil ölüm yoktur,
öldürülenlerin hepsi de teröristtir. deniyor. Listeler oluşturduk,
hepsini yaşlarıyla, meslekleriyle, vurulduğu yerlerle, ilgili
bakanlıklara sunduk, Meclis gündemine getirdik ama yine ısrarla tek
bir açıklama yapıyorlar: Orada vurulanların hepsi terörist ve
biz burada terörle mücadele ediyoruz. Bunu lütfen hatırlayın, bu
söylediğimizi lütfen hatırlayın.
HASAN TURAN (İstanbul) Terörle mücadele yok
mu?
MİTHAT SANCAR (Devamla) Terörle mücadele
yapacağım diye İsrail
HASAN TURAN (İstanbul) Yok mu?
MİTHAT SANCAR (Devamla) Bir dinler
misin, dinler misin güzel kardeşim, söyleyeyim. Terörle mücadelenin
yöntemi var.
HASAN TURAN (İstanbul) O bölgede hiç terörist
yok mu?
MİTHAT SANCAR (Devamla)
Söyleyeyim, söyleyeyim.
ŞAHİN TİN
(Denizli) Askerleri kim vuruyor, onu söylesene.
SAİT YÜCE (Isparta) - Kim
vuruyor polisi, askeri?
MİTHAT SANCAR (Devamla) Sevgili
kardeşim, bekleyin söyleyeyim size.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, müdahale
etmeyin lütfen.
MİTHAT SANCAR (Devamla)
Terörle mücadele adı altında yapılan her şeyi meşru
görürseniz
HASAN TURAN (İstanbul) Terörle hiç mücadele
yok mu?
MİTHAT SANCAR (Devamla) Bir dakika, dinleyin.
HASAN BASRİ KURT (Samsun) 1990ları
bırakın, 2016dayız.
MİTHAT SANCAR (Devamla)
öldürülen her
sivile öyle ya da böyle teröristle ilişkili derseniz İsraili asla
kınayamazsınız. Neden? İsrail Gazzeyi niye abluka
altına alıyor? Bu benzetmeyi de yapmayı tercih etmezdim ama
mecbur kalınca, daha iyi anlatmak için söylemek zorundayız. Niye
ablukaya alıyor? Resmî gerekçesi şu
HASAN BASRİ KURT (Samsun)
Kötü misal emsal olmaz.
MİTHAT SANCAR (Devamla)
Dinleyin, lütfen dinleyin.
Resmî gerekçesi şu: Orada
teröristler var. Gelen gıdalar teröristlere gidiyor. Gıda adı
altında teröristlere silah gönderiliyor. diyor. Biz de diyoruz ki: Sen
terörle mücadele bahanesi altında bir halkı kolektif olarak
cezalandırıyorsun. Buna hakkın yok diyoruz. Başından beri
aynı çizgiyi, burada aynı görüşleri ve tutumu savunuyoruz biz.
Aynı şeyi Amerikanın terörle mücadele adı altında
açtığı Guantanamo Hapishanesi için de söyledik. Eğer onlar
yanlışsa burada terörle mücadele adı altında
yapılanlar da aynı şekilde yanlıştır, suçtur.
Hamasın
HASAN BASRİ KURT (Samsun)
İsrail askerlerini Kanasla birisi vursun bakalım ne oluyor!
MİTHAT SANCAR (Devamla)
Hamasın
Hamasın
HASAN BASRİ KURT (Samsun)
İsrail askerlerini Kanasla vursunlar bakalım ne oluyor!
MİTHAT SANCAR (Devamla)
Şöyle söyleyelim: Hamasın
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyelim.
MİTHAT SANCAR (Devamla)
Dinlerseniz anlatacağım.
Peki şöyle söyleyeyim: Ben
size hafıza tazeleme konusunda yardımcı olmaya
çalışıyorum. Biliyorum, ayna güzel bir şey değildir;
eğer yüzünüze
OSMAN AŞKIN BAK (Rize)
Sen de bak aynaya ya!
MİTHAT SANCAR (Devamla)
kendi yüzünüze bakmaya cesaret edemiyorsanız aynaya bakmayı
istemezsiniz.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize)
Sen de bak aynaya. Teröristi savunuyorsun! Sen de bak aynaya!
ŞAHİN TİN
(Denizli) Askeri kim öldürdü, onu söyle.
HASAN BASRİ KURT (Samsun)
Bombaları kim yerleştirdi?
MİTHAT SANCAR (Devamla)
Ben size bir noktada bir ayna tutmaya çalışacağım, ister
bakın ister bakmayın. Ben diğer yanına da geleceğim,
çözüm konusundaki görüşlerimi de söyleyeceğim ama sabrınız
olursa. Eğer sabırla dinlerseniz, birbirimizi dinlemeyi becerirsek o
zaman belki bir yere varırız. Derdim burada öyle basit bir polemik
değil gerçekten. Sadece bu ülkede bu konulara akademik olarak da siyasi
olarak da emek sarf etmiş ve kalıcı adil bir barış
konusunda her zaman elinden geleni yapmış, şimdi de bunun için
uğraşan bir kardeşiniz, bir arkadaşınız olarak
konuşuyorum. Bunlar hoşunuza gitmeyebilir ama dinleyin. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
HASAN BASRİ KURT (Samsun)
Yapılanları takdir mi edeceğiz?
MİTHAT SANCAR (Devamla)
Dinleyin lütfen, dinleyin.
Sizin herhangi bir olayla
suçlanmanız hâlinde, buna karşılık Onlar da bunu
yaptı. demeniz sizi aklamıyor. O nedenle Bakın, biz bunu yaptık.
itirafı anlamına geliyor. Onlar bunu yaptılar ama
dediğiniz anda Evet, biz de bunları yapmışız. dedi
HASAN
BASRİ KURT (Samsun) Onlar dediğiniz teröristler.
ŞAHİN
TİN (Denizli) Devletine başkaldırmış, ne yapacak
devlet?
MİTHAT
SANCAR (Devamla) Şimdi, eğer sabır gösterirseniz
HASAN
BASRİ KURT (Samsun) Sabır gösteriyoruz.
MİTHAT
SANCAR (Devamla) - Göstermiyorsunuz maalesef ama gittiğiniz yolun ne kadar
kötü olduğunu sizin de çok iyi bildiğinizi biliyorum. Bu yolun
çıktığı yerin ne olduğunu burada oturan vicdanlı
arkadaşlarımın da Hükûmet sıralarında oturanların
da, bildiğini biliyorum. Bakın, Bakanınızla da bu
konuları uzun uzun konuştuk -kendisi de bilir- yanında oturan
arkadaşımla da. Birlikte bu sorunların nasıl
çözüleceği konusunda yurt dışı gezileri yaptık ve birlikte
çok şey öğrendik, bırakın bunları paylaşalım
sizinle. Kabul edersiniz etmezsiniz ama bırakın bunları sizlere
aktaralım, sizler de dinleyin.
Şimdi, dün
Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama yapıyor, Bütün kamu
kurumları temizlenecek. diyor. Aklıma Batı Çalışma
Grubu geliyor, aklıma Batı Harekât Konsepti geliyor. Bunları
yaşamış insanlarsınız siz, nasıl bu kadar çabuk
unutabiliyorsunuz? Devlet koltuğuna oturmak insanı birdenbire
nasıl daha önce karşı çıktığını iddia
ettiği bir zihniyetin diline, yöntemine, içine çekebiliyor. Şunu
söylüyoruz: Tansu Çiller bütün bu suçları işledi, o hükûmet bütün bu
suçları işledi, bu suçların hesabını
veremeyeceğini gördüğü anda günah keçisi aradı, günah keçisi
yaratıp kamuoyunu bununla oyalamak istedi. O günah keçisi de o zamanlar
burada oturan bizim milletvekillerimizdi, DEPin milletvekilleriydi. O
milletvekilleri yaka paça alındı buradan, götürüldü. Daha sonra
serbest bırakıldıklarında, büyük bir
haksızlığa uğradıklarını o dönemin
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül de teslim etti; kendileriyle
görüştü, o dönemi lanetledi, mahkûm etti. O dönemde yapılanların
bu ülkede yarayı derinleştirdiğini pek çok insan gördü, toplumun
büyük bir kısmı gördü. Sizin içinizden de çok insan o dönemde bunu
basında da, Mecliste de dile getirdi, söyledi.
Şimdi,
bütün bunları yaşamış ve bütün bunların içinde
bulunmuş insanlar olarak nasıl içiniz elveriyor bugün? Bu kadar rahat
aynaya nasıl bakacaksınız?
MEHMET METİNER (İstanbul) Siz ne zaman
bakacaksınız aynaya Mithat Hoca?
MİTHAT SANCAR (Devamla) -
Sıkıştığınızda dokunulmazlıkları
gündeme getirmekle olmaz, buradan gidemezsiniz arkadaşlar. Eğer 28
Şubat bir darbe idiyse, bir cinayet rejimi idiyse, o Sincanda yürüyen
tank halkı ezmek için yürüdüyse sizler aynı yöntemleri kabul
edemezsiniz, etmemelisiniz. Vicdan bunu emrediyor.
MEHMET METİNER (İstanbul) O yöntemleri
siz uyguluyorsunuz.
MİTHAT SANCAR (Devamla) Vicdan bunu
emrediyor, vicdan bunu emrediyor.
MEHMET METİNER (İstanbul) Sizden
farklı düşünenleri siz susturuyorsunuz. Burada da demokrasiden
bahsediyorsunuz.
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Eğer
bunları tartışmasız, sorunsuz kabul ediyorsanız sizi
tarihe ve Allaha havale ederim.
MEHMET METİNER (İstanbul) Aynaya bakacak
yüzünüz var mı ya!
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Sevgili -sürekli laf
atan arkadaşımız kim bilmiyorum ama- Mehmet Metiner bu konuda en
son konuşacak insan!
MEHMET METİNER (İstanbul) Mithat Hocam,
aynaya bakacak yüzünüz var mı ya! Her tarafınızdan kan
akıyor ya!
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Şunu söyleyeyim
arkadaşlar: Bunun çözümü bellidir.
MEHMET METİNER (İstanbul) Yavuz
hırsız misalisiniz ya!
MİTHAT SANCAR (Devamla) Eğer bu çözümü
istiyorsanız yöntemi denedik. Evet, çeşitli eksiklikler nedeniyle
yürümeyen bir süreç
MEHMET METİNER (İstanbul) Çözüm
yöntemini siz de denediniz. Niye ısrar ediyorsunuz çözümsüzlükte?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
müdahale etmeyelim.
MEHMET METİNER (İstanbul) Niye
silahı bırakmıyorsunuz? Niye silahla bir halkı tehdit etmeye
çalışıyorsunuz?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
Sayın
Metiner, hatibe müdahale etmeyelim.
MİTHAT SANCAR (Devamla) Sadece bir söz
Metiner
BAŞKAN - Buyurun Sayın Sancar, siz Genel
Kurula hitap edin.
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Büyük bir suçluluk
itirafı içinde bağırıyorsun.
MEHMET METİNER (İstanbul) Niye
silahı bırakmıyorsunuz? Bırakın. Çözümsüzlükte niye
ısrar ediyorsunuz?
MİTHAT SANCAR (Devamla) Söylediğin her
söz suçluluğunu ele veriyor.
BAŞKAN Sayın Sancar, Genel Kurula hitap
edin.
MEHMET METİNER (İstanbul) Kürt
halkına niye zulmediyorsunuz?
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Kendi içinde
taşıdığın büyük suçluluğu burada
bağırarak dışarı vuruyorsun.
MEHMET METİNER (İstanbul) Bölgeyi niye
cehenneme çeviriyorsunuz?
MİTHAT SANCAR (Devamla) Tek yön
MEHMET METİNER (İstanbul)
Bırakın o silahları.
BAŞKAN Sayın Metiner, lütfen
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Onun da nasıl
bırakılacağını konuşuyorduk bu masada.
MEHMET METİNER (İstanbul) Hadi oradan
ya!
MİTHAT SANCAR (Devamla) Onun nasıl
bırakılacağı biliniyordu.
MEHMET METİNER (İstanbul)
Karşınızda çocuk var sanki.
MİTHAT SANCAR (Devamla) Şimdi,
Sayın Metineri, tabii susturamazsınız, biliyorum.
MEHMET METİNER (İstanbul) Tabii ki siz
susturamazsınız.
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Çünkü içinde çok
büyük suçlar biriktiği için bunları burada bize aktararak rahatlamaya
çalışıyor.
MEHMET METİNER (İstanbul) Yüreğin
yetiyorsa her yerde konuşuruz.
MİTHAT SANCAR (Devamla) Konuşun her
yerde ama bırakın biz de konuşalım.
MEHMET METİNER (İstanbul) Her yerde
konuşuruz.
MİTHAT SANCAR (Devamla) Bırakın biz
de konuşalım; bırakın, bırakın.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Ya bir
dinleyin, dinleyin ya.
BAŞKAN Sayın Sancar, Genel Kurula hitap
edin.
Sayın Metiner, lütfen
MİTHAT SANCAR (Devamla) Ama izin verirse
hitap edeceğim Sayın Başkan. Bu kadar yüksek sesle
bağırıldığında
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan, iki dakikadır konuşamıyor sayın
hatip.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sayın Başkan, süre vereceksiniz herhâlde.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Mithat
Hocam, muhatap almadan konuşun.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Ama bitti, süre bitti ya.
BAŞKAN -
Buyurun Sayın Sancar, siz Genel Kurula hitap edin.
MİTHAT SANCAR (Devamla) Bakın,
Sayın Başkan, ben bundan önce hiçbir konuşmamda hiç kimseye
sataşmadım ve hiç kimseye cevap vermedim, böyle bir tarzım da
yok. Bunu burada arkadaşlarımın da teslim edeceğini
sanıyorum. Bu kadar sürekli bir tacizde konuşma imkânı ben bile
bulamıyorum.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Evet yani
MEHMET METİNER (İstanbul) Tacizi siz
yapıyorsunuz, siz.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
müdahale etmeyelim. Hatibe müdahale etmeyelim, lütfen.
MİTHAT SANCAR (Devamla) O zaman, takdiri de
size bırakıyorum.
MEHMET METİNER (İstanbul) Sürekli
hakaret, sürekli taciz ya.
MİTHAT SANCAR (Devamla) Yani şimdi süre
de bitti. Ama burada bir adil yönetim gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Adil yönetim herkese, hiç kimseye
uzatma yapmadığım için, hiç kimseye
[HDP sıralarından
alkışlar (!)]
MİTHAT SANCAR (Devamla) Ama şöyle:
Oynanmamış dakikaları ne yapacağız?
BAŞKAN - Sayın Sancar, hiç kimseye
yapmadım, yoksa emin olun adil bir şekilde yönetmeye
çalışıyoruz.
Teşekkür ediyoruz.
MİTHAT SANCAR (Devamla) Teşekkür
ediyorum. Ben başka bir konuşmamda bunun devamını sizlerle
paylaşacağım.
Hepinize sevgilerimi, saygılarımı
sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Metinere yirmi dört saat konuşun kâr etmez.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Parlamenter sistemin önündeki
en büyük engel Mehmet Metinerdir, ben bunu her zaman söylerim.
BAŞKAN Tümü üzerinde, gruplar adına
üçüncü söz
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Çakır.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Sayın Başkan,
değerli hocamızın bu kışkırtıcı dili ve
konuşması içerisindeki İsrail-Filistin benzetmesi, Guantanamo,
Batı Çalışma Grubu benzetmesi açık bir tahrik ve
sataşmadır. 69a göre söz istiyorum.
BAŞKAN Sayın Çakır, lütfen, ikinci
bir sataşmaya meydan vermeden, iki dakikalık süre içerisinde
sataşmadan dolayı meramımızı ifade edelim.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
10.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakırın,
Mardin Milletvekili Mithat Sancarın, 9 sıra sayılı Kanun
Tasarısının tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Teşekkür ederim
Değerli Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Mithat Sancar, bu ülkenin yetiştirdiği önemli
entelektüellerden birisidir, kıymetli bir hocamızdır, çözüm
sürecinde de katkı sağlamıştır. Hususen ben
yazılarından istifade etmiş birisiyim. Ancak,
konuşmanın başında kurmuş olduğu dili,
konuşmanın ortasında yapmış olduğu
kıyaslamalarla âdeta berhava etmiştir. Ortada var olan mücadeleyi,
yahut çabayı İsrail-Filistin ilişkisine benzetmesi,
İsrailin Filistinlilere yapmış olduğu muameleyle burada
olup biteni benzer tutması, eş tutması bir talihsizliktir. Hele
hele ABDnin Guantanamo hapishanelerindeki olayı örnek vermesini ise
anlamakta güçlük çekiyorum. Ve nihayet işi getirip de Batı
Çalışma Grubuna bağlaması ise kabul edilebilir değil.
Değerli Hocam, Sevgili Hocam, hatalardan
bahsedin, eksiklerden bahsedin, yapılacaklardan bahsedin, bu adaletli ve
hakkaniyetli bir şey olur, ancak olup biteni bire bir zulümle -nasıl
ifade edeyim- bire bir bir halkın yok edilmesiyle beraber tutmayı,
eşit tutmayı eminim siz de kabul edemiyorsunuz, sadece kürsüden
konuştuğunuz için böyle söylüyorsunuz. Ben hâlâ o inancımı,
o kanaatimi muhafaza etmek istiyorum.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Çakır.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Sancar, buyurun.
MİTHAT SANCAR (Mardin) Evet, izin verirseniz
bir açıklama ihtiyacı var, kışkırtıcı dil de
bir sataşmadır sonuç itibarıyla.
BAŞKAN Sayın Sancar, buyurun.
Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim lütfen.
MEHMET METİNER (İstanbul) Sayın
Başkan, o zaman bize de sataşıldı, biz de söz hakkı
istiyoruz.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan,
Hükûmet niye sessiz kalıyor? Yani Türkiye Cumhuriyetini İsraille
mukayese eden görüşlere elbette bir görüşünüz olacak. Hükûmet sessiz.
Hükûmet ya yok, olsa da sessiz, olan Coşkun Beye oluyor.
MEHMET METİNER (İstanbul) Sayın
Başkan, Sayın Sancar bana da sataştı, ben de söz hakkı
istiyorum.
11.- Mardin Milletvekili Mithat Sancarın, Tokat
Milletvekili Coşkun Çakırın sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MİTHAT SANCAR (Mardin) Değerli
arkadaşlar, çok teşekkür ederim iltifatlarınız için.
Eğer konuşmanın
akışına bu kadar müdahale edilmeseydi görecektiniz ki
amacım asla gerilim yaratmak değil. Ama şunu takdir edin lütfen:
Ben size bir çerçeve içinde bir değerlendirme sunmaya çalışıyordum,
sürekli müdahale edildi.
Şunu söylemeye çalışıyorum: Ben
Türkiye'yi İsrail gibi gördüğümü söylemedim, bunlar yanlış
anlaşılmalara yol açan kıyaslamalardır, bunu da dedim.
Yalnız, eğer her şeyi terörle
mücadele adı altında meşrulaştırmaya kalkarsanız,
bunu yapan çok devlet var, bu mantığı dikkatinize sunmaya
çalıştım. Asla kışkırtma gibi bir niyetim yok, bu
sözün çok ağır olduğunu, şahsen asla kabul etmeyeceğim
bir söz olduğunu size söyleyeyim. Geri almanızı isteyecek
değilim ama keşke kullanmasaydınız.
Çünkü cidden anlatmaya
çalıştığım şu: 1990larda tutulan yol bizi çok
kötü bir yere götürdü, şimdi neredeyse tarih tekerrür ediyor. Bu yol bizi
sadece çıkmaza götürür, duvara çarpmaya götürür. Hiçbirimizin duvara
çarpma lüksümüz de yok, hakkımız da yok, bu duvara karşı
gidişe sessiz kalmaya da hakkımız yok.
Benim sunduğum değerlendirme sizin
hoşunuza gitmeyebilir, önerdiğim yolu doğru bulmayabilirsiniz
ama sonuçta, konuşarak birbirimizi ikna etmekten başka çaremiz yok,
çözüm için de bunun dışında bir yolumuz yok. Bunu anlatmaya
çalışıyorum. Yoksa burada ne öyle herhangi bir yere bir hamasi
hitap gibi bir derdim var ne de Meclis kürsüsünde şov yapmaya
ihtiyacım var. Sadece derdimi anlatmaya çalıştım, hepsi
buydu. Keşke bu şekilde bir değerlendirme
yapmasaydınız Sayın Başkan. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
MEHMET METİNER (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Metiner.
MEHMET METİNER (İstanbul) İsmimi
zikrederek sataşmada bulundu.
BAŞKAN Sayın Metiner,
karşılıklı bir sataşma oldu herhâlde ya. Bu işi,
polemiği bitirelim isterseniz. Lütfen, istirham ediyorum.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Grup
adına söz verildi zaten!
BAŞKAN Tümü üzerindeki görüşmeleri
tamamlıyoruz
MEHMET METİNER (İstanbul) Yani ne cürüm
işlemişiz bir bakalım ya! Ne cürüm işlemişiz yani?
BAŞKAN Sayın Metiner
MEHMET METİNER (İstanbul) Cürüm
işleyenlerin bize cürüm atfetmeleri büyük bir haksızlıktır.
İsmimi zikretti, cevap hakkımı
kullanmak istiyorum.
BAŞKAN Peki Sayın Metiner, ısrar
ediyorsanız, buyurun.
İki dakika sataşmadan dolayı söz
veriyorum.
Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim lütfen.
12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Metinerin, Mardin
Milletvekili Mithat Sancarın, 9 sıra sayılı Kanun
Tasarısının tümü üzerinde HDP Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET METİNER (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; önderleri olarak kabul ettikleri
şahıs İnkâr biterse isyan biter. diyordu. Biz inkârı
bitirdik, asimilasyonu bitirdik. Biz Kürt halkı üzerindeki
baskıyı ortadan kaldırdık. Bugün Kürt halkına
JİTEMden bin kat daha fazla zulmeden bir terör örgütünün siyaseten
sözcülüğünü yapmak Kürt halkına ihanettir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Siz, deminden beri, burada Türkiye Cumhuriyeti
devletinin, AK PARTİ Hükûmetinin Kürt halkına karşı bir
savaş içinde olduğunu söylüyorsunuz. Bu büyük bir yalandır. Yüz
binlerce Kürt sizin zulmünüzden kaçıyor. Rojavada da on binlerce Kürt
yerleştiğiniz yerden kaçtı. Siz Kürtlerin hakkını
savunuyorsanız, Kürt milliyetçiliği yapacaksanız kendinizden
farklı Kürtlere kendinize tanıdığınız
hakları tanıyacaksınız. Bölgede PKK zulmü vardır,
silahlı bir kalkışma vardır, mahalleler işgal
altındadır, hendek terörizmine siyasi kılıf giydirilemez.
Bizim bir cürmümüz yok. Silahları
bırakın. Bu ülke çatısı içinde, bu Meclis çatısı
içinde her şey özgürce konuşulabiliyor. Ama hem silahla bölgeyi
elinize geçirmeye çalışacaksınız, sizden farklı
düşünen Kürtleri imha edilmesi gereken bir düşman gibi göreceksiniz,
bir de kalkıp burada demokrasiden bahsedeceksiniz, AK PARTİnin
cürmünden bahsedeceksiniz. O mahalleleri siz yakıp yıkıyorsunuz,
Kürtleri bu kar, kış kıyamette siz göçe zorluyorsunuz. Asıl
hesabı siz vereceksiniz. Kürt halkına ihanet içindesiniz. Bunun
hesabını da er geç Kürt halkının yiğit evlatları
sizden soracaktır.
Şimdi, sırtınızı
yasladığınız o terör örgütünün elindeki silahlara
güveniyorsunuz. Demin bir milletvekiliniz şunu söyledi: Sözün gücüne
güveniyoruz. Sözün gücüne güveniyorsanız hodri meydan, silahları
bırakın gelin, dağları boşaltın gelin.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET METİNER (Devamla) Sözün gücüne,
siyasetin gücüne güveniyorsanız, hodri meydan! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Metiner.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Gelin, pazarlık
yapalım, pazarlığa devam. diyor yani!
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Baluken
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Açık bir sataşma yaptı. Grup adına cevap vermemiz
lazım.
BAŞKAN Buyurun.
İki dakika süre veriyorum.
13.- Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin,
İstanbul Milletvekili Mehmet Metinerin sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Halkların
Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, Metineri
aslında burada muhatap alarak herhangi bir şey ifade etmek
istemiyorum. Ancak
MEHMET METİNER (İstanbul) Çok
şükür! Muhatabınız olmadığım için mutluyum.
İDRİS BALUKEN (Devamla) Evet, çok
şükür. Kimin ihanet içerisinde olduğunu o halk çok iyi biliyor.
MEHMET METİNER (İstanbul) İhaneti
siz yapıyorsunuz, Kürt halkına ihaneti siz yapıyorsunuz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) Bizim elimizde
hiçbir zaman silah olmadı. Biz bir siyasi parti olarak bu ülkede
silahların susabileceğini ve kalıcı barışa
gidilebileceğini çok net olarak ortaya koyduk.
MEHMET METİNER (İstanbul) Asla!
İDRİS BALUKEN (Devamla) Senin burada
anlattığın inkâr, imha ve asimilasyon eğer bittiyse hâlâ bu
ülkede Ana dilde eğitim böler. diyen bir anlayışı nereye
koyuyorsun?
MEHMET METİNER (İstanbul) Asla! Ana
dilde eğitim serbesttir!
İDRİS BALUKEN (Devamla) Ana dilde
eğitimi hâlâ kamusal alanda yasaklayan bir zihniyeti nereye koyuyorsun?
MEHMET METİNER (İstanbul) Ana dilde
eğitim serbesttir. Yalan söylüyorsunuz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) Hâlâ Kürt
halkının kendi yönetim süreçlerine, karar süreçlerine katılma
hakkını nereye koyuyorsun?
MEHMET METİNER (İstanbul) Kürt dilinin
üstünde hiçbir baskı yoktur. Asla!
İDRİS BALUKEN (Devamla) Bizim burada ne
söylediğimiz bellidir, ortadadır. Gazzedeki durum ile Cizredeki
durumun hiçbir farkı yoktur. Gazzede de aynı abluka vardır,
Cizrede de aynı ablukayla
MEHMET METİNER (İstanbul) Asla!
Cizredeki katliamın sorumlusu sizsiniz! O katliamın sorumlusu
sizsiniz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) Bugün, Cizre
merkezinde sivil yerleşim alanlarına 40ın üzerinde havan topu
düştü. Eğer gerçekten senin Cizredeki durumla ilgili kaygın
varsa
MEHMET METİNER (İstanbul) O terörün
sorumlusu sizsiniz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
gel, yarın
birlikte Cizreye gidelim de
MEHMET METİNER (İstanbul) Katliamın
sorumlusu sizsiniz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
oradaki durumu
görüp ondan sonra buraya gelip konuşun.
MEHMET METİNER (İstanbul) Katliamın
sorumlusu sizsiniz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Burada, böyle,
hamaset duygularıyla
MEHMET METİNER (İstanbul) Hamaseti de
siz yapıyorsunuz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
burada, gelip
yaranma siyasetiyle bu işi çözümsüzlüğe doğru götürme
dışında hiçbir işe yaramazsınız.
MEHMET METİNER (İstanbul) Yoksul Kürt
evlatlarını ölüme yatırıyorsunuz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bizim
söylediğimiz nettir. Bu ülkenin kanayan bir yarası vardır. Bu
yarada geçmiş dönemde yapılan hatalarla bir çözüm aramak, maalesef
ki
MEHMET METİNER (İstanbul) Siz hâlâ
90lı yıllarda yaşıyorsunuz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
çözümsüzlüğü daha fazla derinleştirip çözümü daha fazla ötelemekten,
ertelemekten başka bir şeye yaramaz. Ancak, burada ağır
olan şey şudur: Halkımız her gün bedel ödüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET METİNER (İstanbul) - O bedeli o
halka siz ödettiriyorsunuz, siz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bu bedeli
engellemek, bu bedeli ortadan kaldırmak hepimizin elindeyken
MEHMET METİNER (İstanbul) O katliamın
sorumlusu PKKdır ve siz onun siyasetini yapıyorsunuz!
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
burada
polemiklerle, ucuz polemiklerle zaman harcamayın diyorum.
ŞAHİN TİN (Denizli) - Hendeklerden
kaçanlar nereye gidiyor? Kandile mi gidiyor, Türkiyeye mi geliyor? Onu
söyleyin.
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 21.36
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 21.49
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Elif Doğan
TÜRKMEN (Adana)
------0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25inci
Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
9
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
devam edeceğiz.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti
Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/315) (S. Sayısı:
9) (Devam)
BAŞKAN
Komisyon? Burada.
Hükûmet?
Burada.
Tasarının
tümü üzerinde son konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Hüseyin Çamak.
Buyurun
Sayın Çamak. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇAMAK (Mersin)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9 sıra
sayılı Kanun Tasarısı üzerine şahsım adına
söz almış bulunmaktayım. Bu anlaşmayı grup olarak
destekliyor, evet oyu kullanacağımızı bildiriyorum. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle çok önemli gördüğüm ve siz
değerli milletvekillerini de haberdar etmek istediğim konuyu
huzurlarınızda dile getireceğim. Mersin Milletvekili olan
Sayın Bakanımızın da burada olması ve söyleyeceklerimi
dinlemesi benim için bir şans oldu.
Sayın milletvekilleri, dünyada bir tehlike
gerçeği olan nükleer santralleri güzel bir yapıymış gibi
allayıp pullayıp bilimsel bilgilere dayanmadan, Mersin Akkuyuda
nükleer santral yapmak isteyen NGS Rus şirketi tarafından nükleer
yalanlar okullarımızda anlatılmak istenmektedir. Buna
karşılık, Mersin Türk Mühendis ve Mimarlar Odası, Elektrik
Mühendisleri Odası, Baro Başkanlığı, Tabip Odası
Başkanlığı, Jeoloji Mühendisleri Odası,
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendika Başkanlığı
İl Millî Eğitim Müdürlüğüyle irtibata geçerek temiz enerji ve
alternatif enerjiler konulu sunum vermek istemişlerdir. Talepleri,
okullarda öğretmenler tarafından zaten bilgilendirildikleri
gerekçesiyle reddedilmiştir. Acı olan, NGS Rus şirketinin sunum
talebi kabul edilirken meslek odalarımızın bilgilendirme
isteklerinin reddedilmesidir.
Akkuyu NGS şirketi tarafından 23 Ekim 2015
tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Mersin İl Millî Eğitim Müdürlüğüne
hitaben yazılan yazıda, Mersin ili ve diğer bölgelerdeki ilkokul,
ortaokul ve lise eğitimi alan öğrencilere, nükleer santrallerle
ilgili, kendi uzmanlarınca bilgilendirme yapmak istediklerini
belirtmişlerdir. Bunun üzerine, Mersin İl Millî Eğitim
Müdürlüğünce tüm ilçe kaymakamlıklarına, konuyu tüm okullara
duyurmaları için vali adına imzalı bir yazı
gönderilmiştir. İlçe müdürlüklerimiz de bütün okullara bu
yazıyı ulaştırmıştır. Öncelikle, Akkuyu NGS
firması tarafından gönderildiği iddia edilen yazı,
firmanın hiçbir yetkilisi veya çalışanı tarafından
imzalanmamıştır.
Değerli
milletvekilleri, yazı burada; başlık var, Mersin İl Millî
Eğitim Müdürlüğüne hitaben yazılmış ama altta ne isim
var ne de bir imza var. Öncelikle, imzasız bu yazıyı emir
telakki eden İl Millî Eğitim Müdürlüğü, üstelik yazı ekinde
olmayan ve hangi içeriğe sahip olduğunu bilmediği ve pedagojik
olarak değerlendiremediği bu sunumların okullarda
çocuklarımıza gösterilmesini istemiştir. Mersin ve
dışındaki bölgelerde, ilkokul, ortaokul ve lise
öğrencilerine Akkuyu NGS firması tarafından nükleer konusunda
objektif olmayan, taraflı, gerçeklere dayanmayan bir bilgilendirme
sürecinin hayata geçirilmesinin planlandığı ortaya
çıkmıştır. Ayrıca, şöyle bir gerçek daha bu
yazıyla ortaya çıkmıştır:
Anladığımız kadarıyla, Mersin ili
dışındaki diğer bölgelerin de nükleer santralin enerji
üretimi dışında ürettiği radyoaktif etkilerden
etkileneceği gerçeği şirket tarafından da kabul edilerek
oralarda da hazırlayıcı eğitim yapılması
istenmektedir. Kaldı ki Akkuyuda kurulması planlanan nükleer
santralin ÇED raporunun eksikliklerle ve yanlışlarla dolu
olduğunu, bu rapora karşı meslek odalarının, çevre
örgütlerinin, pek çok kişi ve kurumun da dava açtığını
ve bu dava süreçlerinin devam ettiğini biliyoruz. Bu davalar sonuçlanmadan
bu projenin başlayamayacağı ortadayken toplumu maniple etmek
için bu yöntemlerin kullanıldığı aşikârdır. Ama,
bu manipülasyonun devlet organları, hele hele Millî Eğitim üzerinden
çocuklarımıza karşı yapılıyor olması da çok
vahim bir tutumdur.
Sayın
milletvekilleri, nükleerle ilgili dünyanın çok acı tecrübeleri
mevcuttur. Bunlara örnek vermek gerekirse İkinci Dünya
Savaşında Japonyanın Hiroşima ve Nagasaki
şehirlerine atılan atom bombaları, Sovyetler Birliğinde
yaşanan Çernobil Nükleer Santralindeki patlama, deprem sonrası Japonyanın Fukuşima Nükleer
Santralindeki sızıntılar, bu verilen örneklerin etkileri dünya
ölçeğinde olmuştur ve hâlen devam etmektedir.
Radyoaktivite üzerine yaptığı
çalışmalarla iki farklı alanda Nobel Ödülü kazanan ve 1934
yılında ölen Marie Curienin evinde yaptığı deneyler
sonucunda, eşyalarının ve kullandığı not
defterinin hâlâ radyasyon yaydığını düşünürsek
ülkemizde yapımı planlanan Akkuyu ve Sinop Nükleer Santrallerinin
etkilerini hayal bile edemeyiz. Bu konunun bir an önce değerlendirilerek
yanlıştan dönülmesi ve okurlarımızda bilimsel bilgiler ve
gerçeklerin tarafsızca anlatılmasının sağlanması
gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, santralin
yapılacağı Mersinin Büyükeceli bölgesi, turizme çok
elverişli ve bakir bir alan, âdeta turizm için yaratılmış
bir bölgedir. Yani burada bir turizm katliamı yaşanacaktır.
Sayın milletvekilleri, şu anda, dünyada
yalnız Çinde nükleer santral yapımı devam etmektedir.
Bildiğiniz gibi, Almanya 2020de mevcut santralleri kapatacak ve
güneş enerjisine yönelmek için zaten şu anda çalışmalara
başlamıştır. Almanyanın güneşi ülkemizin onda
1i kadar ya vardır ya yoktur. Fransa, 2050 yılında mevcut
santrallerini kapatma kararı almıştır. Nükleer santrallerin
öncülüğünü yapan Japonya, nükleer enerjiden geri adım atmaya
başlamıştır.
Değerli milletvekilleri, Güvenilir. deniyor.
Doğanın alt edemeyeceği bir teknoloji yoktur, nükleer santraller
güvenilir değildir. Hâl böyleyken ülkemizin bu konuda ısrarcı
olması kabul edilemez.
Sayın milletvekilleri, şu anda, ülkemizde
yüzde 20 kayıp ve kaçak vardır. Bu yüzde 20yi iyileştirmelerle
yüzde 5lere indirebilirsek zaten iki nükleer santrale eş değer
enerji elde etmiş olacağız. Güneş enerjimiz var.
Bakınız, Almanya, güneşi bizimkinin onda 1i olmasına
rağmen güneşe yöneldi; güneş enerjisi santralleri kurup ta
Sudandan ülkesine enerji taşımaya çalışmaktadır.
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı)
Daha yeni geçtik ama, on sene sürer.
HÜSEYİN ÇAMAK (Devamla) Bizimki kaç
yılda faaliyete geçecek? On yılda geçecek. 2025ten önce hayata
geçemeyecektir.
Sayın milletvekilleri, gelin, yol yakınken
Rusyayla olan nükleer enerji anlaşmasını iptal edelim,
çocuklarımıza ve torunlarımıza temiz bir ülke, temiz bir
Türkiye bırakalım. Arkadaşlar diyor ki: Enerji açığımız
var. Enerjisiz yaşayabiliriz. Çernobil olayını biliyorsunuz,
şu anda, Karadeniz Bölgesinde -Karadenizli milletvekili
arkadaşlarımız bilir- kaç yıl oldu, buna rağmen kanser
vakaları, özellikle de tiroit kanserleri günden güne artmakta ve devam
etmektedir çünkü radyasyonun yaptığı etki çağlar boyunca
devam etmektedir. Bunu bilmeyen yoktur, bilinmesi gereken bir gerçektir.
Sayın milletvekilleri, Millî Eğitime bizim
odalar, jeoloji mühendisleri yazı yazmış, mimar odası
yazmış, Mersin Tabip Odası yazmış, Mersin Barosu
yazmış. Bakınız, bunlar hep belge. Mademki bu Rus
firması bilgilendirme yapıyor, nükleer santrallerin iyiliklerini,
güzelliklerini, güzel taraflarını anlatıyor, biz de
anlatalım çocuklara tarafsız bir şekilde, çocuklar kendileri
karar versin ama yok. Millî Eğitim bizimkilere Hayır, müsaade edemeyiz
çünkü öğretmenleri zaten bunu anlatıyor
Oysa bizim bildiğimiz
kadarıyla, okul müfredatından da bu bilgiler tamamen
çıkarılmıştır efendim.
Durum böyle arkadaşlar. Yolun
başındayken bu nükleer santrallerin bütün dünyada olduğu gibi
ülkemizde de kurulmasına engel olalım.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Çamak.
Şahıslar adına Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba.
Buyurun Sayın Ağbaba. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
VELİ AĞBABA (Malatya) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; hem bizim hem de Avrupanın, hatta dünyanın
karşılaştığı en büyük krizlerden biriyle
karşı karşıyayız. Bu sorun, hepinizin bildiği
gibi, mülteci meselesi. Bu mülteci meselesinin en büyük kısmını
da Suriyeden gelen göçmenler oluşturuyor. Maalesef, en çok da bizim
izlediğimiz politikalar sonucunda Suriye nüfusunun tamamına
yakını yer değiştirdi. 23 milyonluk Suriyede 6 milyona yakın
insan maalesef başka ülkelere göç etti, bir o kadarı da hâlâ kaçmaya
çalışıyor ve nüfusun yaklaşık üçte 1i yani 6 milyonu
ise Suriye içerisinde yer değiştirdi. Türkiyede yaklaşık 2
milyon 200 bin Suriyeli mülteci bulunmakta. Değerli arkadaşlar, bunların
yüzde 55i 18 yaş altı çocuk ve gençlerden oluşmakta,
yaklaşık 1 milyon 123 bin genç ve çocuk Suriyeli göçmen bulunmakta.
Bunların 663 bini okul çağında ve maalesef 400 bine yakın
çocuk okula gidemiyor, okul hizmetlerinden faydalanamıyor, eğitim
hakkı ellerinden alınıyor.
Tabii, sadece çocukların değil, gelen
bütün Suriyeli göçmenlerin yaşamış olduğu birçok problem
var. Dil problemi var, ötekileştirilme var, beslenme var, yaşam
hakkı problemi var, iş problemi var. Yani, Suriyeli mültecilerin
Türkiyedeki durumları, maalesef, ülkelerinden çok farklı değil.
Değerli milletvekilleri, Türkiyedeki Suriyeli
sığınmacıların yaşadığı 25 kampta
260 bin mülteci yaşamakta. Bu kamplarda kalanların oranı toplam
mültecilerin sadece yüzde 13ü yani gelen mültecilerin yüzde 87si kamp
dışında yaşıyor. En çok da Urfa, İstanbul, Adana,
Hatay gibi illerimizde Suriyeli nüfus yaşamaktadır.
Değerli arkadaşlar, bu sorun bütün
Türkiyeyi o kadar yakından ilgilendirmektedir ki 7 veya 8 il hariç
Türkiyedeki bütün illerimizde Suriyeli mülteci var. Tabii, Suriyelilerin
buraya gelmesindeki en büyük sebeplerden birinin bizim izlemiş
olduğumuz Suriye politikası olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, bu politika sonucunda
cumhuriyet tarihinde yaşamış olduğumuz en büyük mülteci
akınını yaşadık. Bakınız, cumhuriyet
tarihinde aldığımız toplam göç 2 milyon ve bu gelenlerin
tamamına yakını Türkçe biliyor, tamamına yakını
nitelikli göçmen ama son dört yılda aldığımız göçmen
sayısı 2,5 milyona yakın. Yani yaklaşık doksan
beş yılda aldığımız göçmen sayısı 2
milyon, son dört yılda aldığımız göçmen
sayısı 2,5 milyon. Tabii, Hükûmet, Suriye politikası izlerken,
orada Esadı devirme hevesleri güderken göçün bu kadar
olacağını ve bu kadar uzun süre kalacağını
bilemiyordu. Biliyorsunuz, hemen Emevi Camisinde cuma namazı kılma
hesaplarını yapıyordu ama maalesef, Suriyeliler Türkiyede cuma
namazı kılmaya başladı.
Değerli arkadaşlar, bütün
araştırmalar gösteriyor ki iki yıl ve daha fazla kalan
mülteciler, göçmenler başka ülkelerden kendi ülkelerine gitmiyorlar, orada
kalıcı oluyorlar ve değerli milletvekilleri, AKP sayesinde
Suriyelilerin döneceği bir toprak da bir ülke de artık yok.
Değerli arkadaşlar, Batı ne diyor?
Açın doğuyu, kapatın batıyı. diyor. İşin
aslı, Avrupa Birliğinin bize söylediği şey bu: Açın
doğuyu, kapatın batıyı.
Değerli arkadaşlar, mültecilere sahip
çıkmak, onlara insani yaşam koşulları hazırlamak bizim
görevimiz, bunu yapmamız gerekiyor ancak bu mülteci meselesi sadece
Türkiye'nin sorunu değil. Bu sorun aynı zamanda Avrupanın da
sorunudur. Nasıl ki Avrupayla ortak geçmişimiz var. diyorsak,
nasıl ki Avrupa Birliği Ortak geleceğimiz var. diyorsa
Avrupaya ortak sorumluluğumuz olduğunu da hatırlatmamız
gerekiyor. Avrupa bu sorundan kaçamaz, kaçmamalıdır.
Değerli arkadaşlar, bu sorunu bütün
yakıcılığıyla bütün dünya hissederken ve Aylan
bebeğin o cansız bedeniyle bütün dünya duyarken Türkiye
yanlış bir iş yaptı. 29 Kasımda Sayın
Başbakanın Avrupa Birliği görüşmesinde, Avrupa
Birliğinin Türkiyeye 3 milyar euro vereceğine ilişkin bir
müzakere yapıldı. Değerli arkadaşlar, bunun anlamı çok
kötü. Türkiye, bu 3 milyar euroyla Avrupa Birliğinin, maalesef, mülteci
kampı olmuştur ve maalesef, değerli arkadaşlar, 3 milyar
euro karşılığında Türkiye bekçi olmuştur, bekçi,
Avrupa Birliğinin bekçisi konumuna düşürülmüştür. Bu, kabul
edilemez; bu sorumluluk sadece bizim sorumluluğumuz değil, bu bütün
dünyanın sorumluluğudur. 3 milyar euroyla, parayla bu hesap edilemez
değerli arkadaşlar ve bizim kaldırabileceğimiz bir mesele
de değildir bu mesele.
Değerli arkadaşlar, tabii, bu mesele
konuşulurken en çok da Suriyenin bu hâle gelmesinden sorumlu
insanları da konuşmak gerekir, sorumlu politikaları söylemek
gerekir. Bir taraftan doğuda savaşı körükleyeceksiniz, bir
diğer taraftan sahillerde insanların ölüme gönderilmesinde göz
yumacaksınız; bu, kabul edilemez. Maalesef doğuda
sınır güvenliğimiz yok, batıda hiç yok.
Değerli arkadaşlar, insan
kaçakçılarının cirit attığı bir ülke konumuna
geldik. Artık Türkiye, tam olarak bütün Asyanın, Afrikanın
insan kaçakçılığının merkezi olmuş durumda. Bu
gerçekle hep beraber yüzleşmeliyiz değerli milletvekilleri. Mesele
sadece tabii, Suriyeden gelen göçmen meselesi değil, artık bu mesele
Suriyelilerle sınırlı bir mesele de değil. İnsan
kaçakçılığının merkezi olan Türkiyede artık
Pakistanlı, Afganistanlı, Iraklı, Afrika ülkelerinden gelen
milyonlarca mülteci bulunmakta.
Değerli arkadaşlar, bu mülteci meselesinin
birkaç tane can yakıcı yanı var. Bunların en önemlisi ve
başlangıcı, insanların topraklarından koparılmak
zorunda bırakılmasıdır. İnsanlar günlerce süren
çabalarla bazen yalın ayak yürüyerek, bazen kamyon kasalarında
gizlenerek, saklanarak ülkelerinden kaçarak Türkiyeye sığınmaya
çalışıyor.
Öncelikle bir şeyi söylemek gerekiyor
değerli arkadaşlar; bizim komisyonun tespitini de, bizim
düşüncemizi de buradan söylemek gerekiyor. Allah kimseyi mülteci
yapmasın, Allah kimseyi topraklarından koparmasın. Dünyanın
en zor şeyi herhâlde insanların topraklarından
koparılmasıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bu sorun sadece
AKPnin sorunu da değildir ve AKPye bırakılmayacak kadar da
ciddi bir sorundur. Bu nedenle, bu meseleye bütün siyasi partiler dikkatlerini
çevirmek zorundadır, bu meseleye bütün siyasi partilerin ortak
yaklaşması gerekmektedir. Biz parti olarak, değerli
arkadaşlar, Genel Başkanımızın talimatıyla bir
komisyon oluşturduk. Komisyonumuz Çeşmede, Edirnede, Urfada,
Yozgatta, Muğlada saha çalışması yaptı. Bu saha
çalışmalarında bu konunun ne kadar önem
taşıdığını yerinde gördük değerli
arkadaşlar.
Ülkelerinden kaçarak Türkiyeye insanlar geliyor ve
buradan Avrupaya kaçmaya çalışıyorlar. Bu kaçma
çalışmaları sırasında evlerini, yurtlarını
terk eden insanlar bütün birikimlerini ve canlarını insan
kaçakçılarına emanet ediyorlar. Birçoğu
dolandırılıyor, birçoğu umuda yolculukta hedeflerine
yaklaşamadan ölüyor, boğuluyor. Günlerden beri dünyanın gözü
önünde insanların, çocukların, bebeklerin bedenleri cansız bir şekilde
sahile vuruyor.
Değerli arkadaşlar, tabii ki -biraz önce
söyledim- bu sorun sadece Türkiyenin meselesi değildir, bu sorun
Avrupanın, hatta dünyanın meselesidir ancak bu çocuklar ölüyorsa, bu
çocuklar bizim sahillerimizde göz göre göre boğuluyorsa buna müdahale
etmek de bizim görevimizdir; AKPnin de görevidir, Hükûmetin de görevidir,
Meclisin de görevidir.
Değerli arkadaşlar, bakın, her gün
sadece üzülmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sizin
çocuklarınız var, bizim çocuklarımız var. 5
yaşında, 7 yaşında çocuklar kendi yaptıkları o
şişme botlarda, şişme yeleklerde can veriyor. Suriyeliler
yapmış oldukları o yelekleri maalesef kaçak olarak
yapıyorlar, kendileri içlerine moloz doldurtuyorlar.
Değerli arkadaşlar, bu meselenin mutlaka
Meclisin gündemine gelmesi gerekiyor ve artık üzülerek, Yazık oldu.
diyerek, sadece Avrupayı suçlayarak da bu sorun çözülmüyor. Bu sorun
artık Türkiyenin bir meselesidir. Bu soruna, bu mülteci meselesine hep
beraber, ortak yaklaşarak bu ölümlerin durdurulması gerekiyor,
bebeklerin ölmemesi gerekiyor; insanların Çeşmede, Dikilide,
Ayvalıkta, Bodrumda başıboş bırakılıp
orada ölüme terk edilmemesi gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, bakın, maalesef,
Türkiyenin izlemiş olduğu sadece bu politikalar neticesinde bölgede
bu bir mesele hâline geldi. IŞİDin işgal ettiği
Telaferden, Tuzhurmatudan kaçan Türkmenlerin birçoğu Kerkükte
açlık sınırıyla karşı karşıya. Yine,
belki biliyorsunuz belki bilmiyorsunuz, Ankaranın göbeğinde
açlıkla, yoklukla, soğukla karşı karşıya kalan,
IŞİDden kaçan Türkmenler var, insanlar var.
Bu konuda herkesin duyarlı olması
gerekiyor ve bu meseleye Meclisin de bir an önce el atması gerekiyor.
Önümüzdeki günlerde partimiz de bu meseleyle ilgili bir genel görüşme
talep edecek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
VELİ AĞBABA (Devamla) Ve derhâl bir göç
bakanlığı kurulması gerekiyor. Sayın Mahmut Tanal
bugün o teklifi verdi, bu teklifin de değerlendirilmesini dikkatinize
sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Ağbaba.
Tümü üzerindeki konuşmalar
tamamlanmıştır.
Soru-cevap için sisteme giren
arkadaşlarımız var.
Soru-cevap işlemi yapacağız.
Sayın Tor
FAHRETTİN OĞUZ TOR (Kahramanmaraş)
Sayın Bakan -bildiğiniz gibi- Yükseköğretim Kanunu ve
Yükseköğretim Personel Kanunu hükümlerine gör, öğretim üyeleri
sınıfı profesör, doçent ve yardımcı doçentlerden
oluşmaktadır. Üniversitelerin profesör ve birinci derece doçent
kadrolarında bulunanlara yaklaşık yirmi yıldan beri makam
tazminatı ödendiği hâlde, aynı sınıfta görev yapan
birinci derece yardımcı doçentlere makam tazminatı
ödenmemektedir. Profesör ve doçentlere göre ders yükü daha ağır,
diğer özlük hakları yönünden de daha geride olan öğretim
üyeliğinin de ilk basamağı yardımcı doçentlere,
aynı sınıf içindeki adaletsiz bu uygulamaya son vermek için
makam tazminatı ödemek yönünde bir çalışmanız var
mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Tanal
MAHMUT TANAL (İstanbul) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, şimdi bu sözleşme
Romanya ile Türkiye arasında bir savunma sanayisi sözleşmesi. Romanyada
savunma bakanlığı mı yok? Millî Savunma
Bakanlığı bizde var. Bu anlaşmanın uygulanması
için yetkili makamlar -sözleşmenin 6ncı maddesinde- Türkiye
tarafı için Millî Savunma Bakanlığı, Romanya tarafı
için Ekonomi Ticaret ve Turizm Bakanlığıdır. diyor yani
dengi olan bir bakanlık mı yok, yoksa bilinçli mi yapıldı?
Birinci sorum bu.
İkincisi: Yine aynı şekilde
sözleşmenin 3üncü maddesinde Tanımlar kısmında diyor ki
bu gönderilecek olan malzemeler için
gönderilme metoduna
bakılmaksızın
Yani, devlette böyle gelişigüzel
gönderme
metoduna bakılmaksızın
diye bir ifade kullanılabilir mi
sözleşmede yani bu ne anlama geliyor?
Yine, Tanımlar kısmında misafir
personel geçiyor. Askerî personel; anladım, savunma sanayi personelini
anladım, burada sivil personel deniliyor; buradaki sivil personelin
kastı ne?
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın Ahrazoğlu
MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU (Hatay)
Sayın Bakan, ülkemizde trafik kazalarında binlerce kişi
hayatını kaybetmekte, on binlerce kişi yaralanmaktadır,
maddi ve manevi zararlar oluşmaktadır. Trafik kazaları
ölümlerinin azaltılmasıyla ilgili 2009 yılında Moskova
Deklarasyonu yayınlanmış, bu deklarasyona da İçişleri
Bakanı imza atmıştır. Toplantıda alınan kararlarla
2010-2020 on yıllık bir eylem planı hazırlanmış
ve uygulamaya konulmuştur. Ancak Trafik Kanunuyla ilgili bugüne kadar
herhangi bir yeni düzenleme yapılmamıştır. Bununla ilgili
yeni bir düzenleme çıkarılacak mıdır, ne zaman
çıkarılacaktır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Aydın
KAMİL AYDIN (Erzurum) Sayın Bakan,
coğrafi ve iklim şartlarının zor olduğu bir
coğrafyanın milletvekiliyim, Erzurum Milletvekiliyim. Bugün orada
özel bir hastaneden bir telefon aldım. Bir akademisyen kardeşimiz
diyalize giriyor; bir böbreği yok, öbür böbreği de
çalışmıyor. Maalesef, çalışanlarıyla birlikte 380
civarında bir istihdamı olan hastanemizde SGK sevkleri iptal
edilmiş. Burada gerçekten çalışanların büyük bir
heyecanı var ve bizden ilgi bekliyorlar. Özellikle bölge idare mahkemesi
de böyle bir uygulamanın durdurulması kararı almış.
Herkes sizden bu konuda bir adım atılmasını bekliyor.
Bilgilerinize sunuyorum lütfen.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Sarıhan
ŞENAL SARIHAN (Ankara) Sayın
Bakanın doğrudan ilgileri içine girmiyor sanıyorum ama daha
sonra yanıtlanabilir. Bu, Ankaray-Söğütözü ve Çayyolu
bağlantısı, metro bağlantısı bir türlü
sağlanamadı. Bu da yine, ulaşım alanında özellikle o
bölgelerde oturan kişiler yönünden büyük bir sıkıntıya
sebep oluyor. Acaba bu konudaki proje ne zaman tamamlanacak, bunun
yanıtlanmasını rica ediyorum.
Ayrıca, Eryaman 4üncü Etap yönünden de durum
aynı. Metronun açılmış olması onlar için bir
kolaylık olmaktan çıktı ve ulaşım bir eziyete
dönüştü. Ankaralı yurttaşları ilgilendiren bu iki konunun
ne zaman çözüleceği konusunu soruyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler.
Hükûmet adına Başbakan
Yardımcısı Sayın Lütfi Elvan soruları
cevaplandıracaktır.
Buyurun Sayın Elvan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin)
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yükseköğretim Kurulu, yardımcı
doçentlerin özlük haklarıyla ilgili bir soru yöneltildi. Özlük
haklarına yönelik olarak Maliye Bakanlığımız tüm kamu
kurum ve kuruluşlarımızı bir bütün olarak ele almakta ve bu
çerçevede değerlendirmektedir. Dolayısıyla, spesifik olarak
şu anda yardımcı doçentlere yönelik herhangi bir
çalışmamız söz konusu değil.
Diğer taraftan, bir başka soru, Sayın
Tanalın sormuş olduğu soru idi. Ekonomi, Ticaret ve Turizm
Bakanının karşı taraftan imzaladığını
ve Türkiye tarafından ise Millî Savunma Bakanımız
tarafından imzalandığını ifade etti. Şu anda bana
ulaşmış olan bir bilgi yok. Belki Romanya tarafında yetki
bu bakana verilmiş olabilir ama bunu bilahare Sayın Tanala
gerekçesini de Bakanlığımızdan öğrenip aktarabiliriz
diye düşünüyorum.
Sivil personel konusunda da, bu gayet normal. Askerî
personelle birlikte sivil personelin de bu amaca yönelik değişik
eğitim programlarına katılabilmesi, programlara
katılabilmesi mümkün. Dolayısıyla, bu bir çerçeve sözleşme,
bu kapsamda sivil personelin de dâhil edilmesi ilk kez uygulanan bir yöntem de
değil.
Trafik Kanununa yönelik şu anda Hükûmetimizin
herhangi bir çalışması yok ama spesifik olarak daha detaylı
bilgi alabilirsem ilgili milletvekilimize daha kapsamlı bir bilgi verme
imkânına kavuşabiliriz diye düşünüyorum.
Çayyolu metro
bağlantısıyla ilgili olarak sorunuzu tam anlayamadım ama
araç sıkıntısını mı kastettiniz?
ŞENAL
SARIHAN (Ankara) Mikrofonu açabilir misiniz?
BAŞKAN
Buyurun.
ŞENAL
SARIHAN (Ankara) Çayyolu metrosu ile Söğütözü-AŞTİ metrosu
bağlanacak idi ama bu bağlantı hâlâ yapılamadı.
Çayyolu ile Söğütözü-AŞTİ arasında bir bağlantı
kurulacağı iki yıl önce projelendirilmiş durumda idi. Bu
proje, Çayyolu metrosunun açılmış olmasına
karşın, hâlâ gerçekleştirilmedi ki çok önemli bir AŞTİ
bağlantısına gereksinim var; aksi hâlde insanlar, örneğin
Ankaradan İstanbula gidip geldiği fiyatın daha üzerinde, 2
katında para ödeyerek Çayyoluna gitmek zorunda kalıyorlar veya
Eryamana veya diğer semtlere gitmek zorunda kalıyorlar.
Anlatabildim mi
acaba efendim?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) Evet, çok teşekkür ediyorum.
Tabii, aradaki
bu bağlantının sağlanmasına yönelik bir proje
çalışması daha önce benim Bakanlığım döneminde
yapılmış idi. Bununla ilgili en son durumu Ulaştırma
Bakanımızdan alıp size aktaralım. Henüz ihalenin hangi
aşamada olduğunu bilmiyorum ama proje çalışması
tamamlanmış idi. O konuda da Sayın Bakanımızdan bilgi
alıp size aktaralım.
Çok
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Bakan.
Sayın
Budak
ÇETİN
OSMAN BUDAK (Antalya) Sayın Bakan, yeni dönemde yeni göreviniz
hayırlı uğurlu olsun.
7 Hazirandan
önce Antalyada adaydınız, Antalyada seçim döneminde birlikte
çalıştık.
Özellikle
Antalyayı size kısaca şöyle anlatayım: Türkiyede
ulaşılabilirlikte 17nci il ve duble yollar açısından da
Mersin-Antalya yolu, Muğla-Antalya yolu, Isparta-Antalya yolu gibi üç tane
yol maalesef son derece kötü; siz gayet iyi biliyorsunuz. Kuzey ve doğu
çevre yolları, batı çevre yolu, aynı zamanda 3üncü
havaalanı o zamanki taahhütlerinizdendi. Şimdi, bunlarla ilgili çok
fazla Antalyada konuşulmuyor. Bu durumda acaba bunlarla ilgili bir ihale
çalışması
Ha, bir de hızlı tren -tabii ki yani çok
önemli Antalya için- konusu vardı ve çok konuşulmuştu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ÇETİN OSMAN BUDAK (Antalya) Bunlarla ilgili
bir çalışma var mı, tamamlanmış bir proje var mı?
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Kamil
Aydının sorusu cevapsız kaldı Sayın Bakanım.
BAŞKAN Sayın Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin)
Evet, çok teşekkür ediyorum.
Antalyaya yönelik pek çok
yatırımımız devam ediyor. Özellikle bu bahsetmiş
olduğunuz Antalya-Mersin güzergâhındaki çalışmalar
yoğun bir şekilde sürdürülüyor. Biraz önce görüşmüş
olduğumuz uluslararası sözleşmede de bu konu gündeme
gelmişti ki bu, AK PARTİ öncesi hükûmetler döneminde hayal dahi
edilemeyen projelerin başında geliyor, sizler de biliyorsunuz. Sadece
bu güzergâhta 27 tünelimiz var ve bu tüneller yoğun bir şekilde
yapılmaya devam ediyor.
Diğer taraftan, Antalyanın Ispartayla
olan bağlantısında, özellikle Antalya
çıkışında çalışmalarımız devam ediyor;
bunu sizler de görüyorsunuz. Diğer kara yolu
çalışmalarımız da, özellikle bölünmüş yol yapılma
sözü verdiğimiz alanlara yönelik proje çalışmalarımız
da devam ediyor ama projesi tamamlanmış olan tüm
yollarımızın ihalesine şu ana kadar çıkıldı,
herhangi bir problem de söz konusu değil.
Yine, Alanya-Mahmutlar-Konya
bağlantısında da özellikle Kuşyuvası denilen
mevkiden Taşkente kadar olan kesimin ihalesi yapıldı. Şu
anda, orada da tünel çalışmaları devam ediyor.
Diğer taraftan, yine, Antalyayı
Beyşehire bağlayan yeni bir hat, ana arter oluşturuyoruz
biliyorsunuz, ana devlet yolu; burada da çalışmalar devam ediyor.
Tünel çalışmaları da son aşamaya gelmiş durumda.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Bakan.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan,
Sayın Bakan, Kamil Aydının sorusuna cevap vermediniz.
KAMİL AYDIN (Erzurum) Hayal bile
edemediğimiz, Sağlık Bakanının
açılışını yaptığı bir hastaneyi
BAŞKAN Diyalizle ilgili
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Özel sektör fakiri olan
bir memlekette hayal edemiyoruz ya- hayal edemediğimiz bir şekilde
kapatıldı. Mahkeme Devam etsin. diye karar aldı. Orada diyaliz
hastaları şu anda mağdur durumda. Bu konuda bir cevap
bekliyorum.
BAŞKAN Sayın Bakan, ona da bir cevap
verebilirseniz.
Buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin)
Bunun gerekçesini şu anda bilemiyorum. Dolayısıyla,
Sağlık Bakanımıza da bu hususu aktaracağım.
BAŞKAN Teşekkürler.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti
Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı
MADDE 1- (1) 7 Mayıs
2015 tarihinde İstanbulda imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN 1inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN 2nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN 3üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre
içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini,
bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın
bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da
taşıyan oy pusulalarını, yine, oylama için öngörülen üç
dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı :
227
Kabul : 227(x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Elif Doğan Türkmen İshak
Gazel
Adana Kütahya
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Şimdi 8inci sırada yer alan, 10 sıra
sayılı Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/316)
(S. Sayısı: 10)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
9uncu sırada yer alan, 13 sıra
sayılı Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
9.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Sierra Leone Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/299) (S. Sayısı: 13)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
10uncu sırada yer alan, 14 sıra
sayılı Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
10.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Güney Sudan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/300) (S. Sayısı: 14)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Komisyonun bundan sonra da bulunamayacağı
anlaşıldığından, alınan karar gereğince,
sözlü soru önergelerini görüşmek için 12 Ocak 2016 Salı günü saat
15.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum; tüm milletvekillerine
hayırlı hafta sonları, hayırlı akşamlar
diliyorum.
Kapanma Saati:
22.31
(x) 2 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimler ifade edildi.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(x) 9 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Açık
oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.