TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
79uncu
Birleşim
23 Nisan 2016 Cumartesi
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Çeşitli İşler
1.- Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğanın Genel Kurulu teşrifleri
IV.- ÖZEL GÜNDEM
A) 23 Nisan Görüşmeleri
1.- Türkiye
Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 96ncI yıl dönümünün ve Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün anlam ve
öneminin belirtilmesi görüşmeleri
23 Nisan 2016 Cumartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.02
BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN
KÂTİP ÜYELER : Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara),
Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)
-------0-------
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
79uncu Birleşimini açıyorum.
Şimdi İstiklal Marşımız
okunacaktır.
(İstiklal Marşı)
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Çeşitli İşler
1.- Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğanın Genel Kurulu teşrifleri
BAŞKAN Sayın Cumhurbaşkanımız
dinleyici locasındaki yerlerini alarak yüce Meclisimizi
onurlandırmıştır. Kendilerine Meclisimiz adına
Hoş geldiniz. diyor, saygılarımızı sunuyorum. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
IV.- ÖZEL GÜNDEM
A) 23 Nisan Görüşmeleri
1.- Türkiye
Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 96ncI yıl dönümünün ve Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün anlam ve
öneminin belirtilmesi görüşmeleri
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
gündemimize göre, Genel Kurulun 21 Nisan 2016 tarihli 77nci Birleşiminde
alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
kuruluşunun 96ncı yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramının kutlanması ve günün anlam ve öneminin belirtilmesi
gayesiyle yapacağımız görüşmelere başlıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanım, değerli
milletvekilleri; aziz milletimizin hür ve bağımsız iradesinin en
güçlü ve etkili bir şekilde temsil edildiği Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kuruluşunun 96ncı yılını idrak etme
bahtiyarlığına ulaşmış bulunuyoruz. 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun.
Bu sabah Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve
Anıtkabirde gerçekleştirilen törenlerden sonra Birinci Meclis
binasında düzenlediğimiz programa katıldık. Tebriklerin
kabulünden sonra şimdi de 23 Nisan özel oturumunu gerçekleştirmek
için toplanmış bulunuyoruz.
Sayın milletvekilleri, 23 Nisan iki açıdan
önemlidir; ilki, millî egemenlik kavramına yaptığı güçlü
vurgu, diğeri ise tüm çocuklara armağan edilmiş bir bayram
olmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi millî iradenin tek temsilcisi
ve millî hâkimiyetin tecelligâhı olması itibarıyla ülkemizdeki
bütün kurum, kuruluş ve şahısların iradesinin üstündedir.
Bu Mecliste aynı çatı altında bulunan değerli
milletvekillerinin ortak hedefi, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne
inanarak milletimizin refahı, devletimizin bekası,
vatanımızın bölünmez bütünlüğü ve ay
yıldızlı bayrağımızın göklerimizde ilelebet
dalgalanması için çalışmaktır. Millî hâkimiyet ancak ve
ancak milletimizin iman, inanç ve ruh köküne bağlı
kalınması suretiyle gerçekleşebilir, pekiştirilebilir. 23
Nisandan günümüze gelene kadar, devlet ve milletçe büyük zorluklarla ve
engellerle karşılaşmış olsak da bunları
aşmasını bildik ve önemli mesafeler katettik. Millî ruhla,
müspet ilimle, nefse hâkimiyetle birçok başarıya ulaştık.
Ruha muhalefet delilik, akla muhalefet gerilik, nefse muhalefet ise veliliktir.
Zorluklar ancak inanç ve iman kuvvetiyle aşılır. Zorluklar
başarının değerini artıran süslerdir. Aşılmasına
imkân olmayan hiçbir duvar yoktur. Engelleri aşamayanlar onları
aşamama korkusunda olanlardır. Korku elbette vardır fakat mühim
olan korkudan korkmamak, ona karşı galip gelmektir.
Zirve bir medeniyetin sahibi ve mirasçısı
necip bir milletiz. Nice badireleri atlattık, tarihe nice şanlı
sayfalar eklettik. Üç kıtaya, yedi denize adaletle, insaniyetle
hükmetmiş bir cihan devletinin vârisleriyiz. Dünkü
topraklarımızda bugün 53 devlet var. Bizden dostça ve kardeşçe
rehberlik ve önderlik bekleyen geniş bir kültür coğrafyamız var.
Sayın milletvekilleri, ülkemizin istiklali,
huzur ve selameti, toprak bütünlüğü, halkımızın
güvenliği ve hürriyeti, geçmişte olduğu gibi bugün de açık
veya örtülü birçok saldırının hedefi durumundadır. Bugün,
kökü dışarıda olan dış güçler tarafından kimi
zaman açıkça, kimi zaman da örtülü biçimde desteklenen terör eylemlerine
maruz kaldığımız bir süreci yaşıyoruz. Otuz
yıldan fazladır terör belasıyla uğraşıyoruz.
Bunun yanı sıra, sözde ileri, sözde medeni bazı devletler çözüme
ulaşmamızı engellemek için terör çeteleri lehine her türlü destek
ve çalışmayı yapıyor, maalesef, içimize de nüfuz ediyorlar;
sosyal ve siyasal bünyemizi tahrip edici millî birlik ve beraberliğimizi
bozma gayeli faaliyetleri cesaretlendirecek tutumlar sergiliyorlar. Bugünün
dünyasında bakıldığında insan ister istemez Mehmet
Emin Yurdakulun Anadolu başlıklı şiirindeki
serzenişi hatırlıyor:
Yazık, sana ağlamayan şiire,
Yazık, sana titremeyen vicdana,
Yazık, sana uzanmayan ellere,
Yazık, seni kurtarmayan insana.
Kendi ülkelerindeki terör eylemlerine
karşı hiddet ve şiddetle ayaklanan, dünyayı velveleye
verenler bizdeki teröristlere ve terör hareketlerine karşı
lakayıt ve bigâneler. Oysa, ismi ne olursa olsun, ne denirse densin, terör
terördür, milliyeti, dini, mezhebi ve ırkı yoktur. Bizim, bu
şekilde farklı devletlerin iç huzurunu, düzenini ve asayişini
bozacak şekilde terör örgütlerini destekleme gibi bir politikamız
hiçbir zaman olmamıştır. Tam aksine, komşumuz olsun
olmasın, her devletin huzur ve selametini kendi huzurumuz ve selametimiz
olarak görmüşüzdür. Bunun da ötesinde, dünyanın neresinde olursa
olsun, zulme ve haksızlığa maruz kalanlara, açlık ve
sefalet içinde inleyenlere, uğradıkları katliam ve yağmalar
yüzünden yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda
kalanlara elimizden geldiğince kol kanat germeye çalışmış,
yardımlarına koşmuşuzdur. Bunu yaparken de asla ırk,
din, mezhep ve etnik köken ayrımı yapmadık. Mesela, son dönemde
Suriyeden gelen her etnik kökenden ve inanç grubundan insanlara biz
kapılarımızı açtık. Bu, bizim ecdadımızdan
tevarüs ettiğimiz bir hasletimizdir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin,
dünya genelindeki ihtiyaç sahiplerine kendi ekonomik imkânları
çerçevesinde en çok yardım eden ülkeler arasında yer almakta
oluşu, milletimizin manevi ve millî değerlerinin, devletimizin
tarihten gelen misyonunun üstünlüğünü ve değerini ortaya
koymaktadır.
Dünya, güçlünün güçsüzü ezdiği, güçlü
olmanın haklı olmak anlamına geldiği bir dünya olmaktan
çıkmalı, sömürünün yerini yardımlaşma almalıdır.
Küresel sorunlara medeni dünya olarak el birliğiyle çözüm aramak varken,
kimi devletlerin, terörü örtülü biçimde başka ülkelere müdahale ve siyasi
operasyonlar için bir araç olarak kullandıklarını görüyoruz. Ne
yazık ki bu tür operasyonlara maruz kalan ülkelerden biri de biziz. Huzur
ve asayişi sağlamak için şehitler veriyorsak bunun temel nedeni,
dış dünyanın terörle mücadelemizde bize destek vermemiş
olmalarıdır. Ancak, terör ve terörist eylemlerle mücadelemizde
gevşeklik göstermeyecek ve boyun eğmeyeceğiz. Ne zaman
bayrağımıza sarılı bir tabut görsem, millî
şairimiz Mehmet Akif Ersoyun mısralarını
hatırlarım: Ey şehit oğlu şehit, isteme benden
makber/ Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber." Devletlerin
büyüklükleri ile dertleri doğru orantılıdır. Devletimiz,
tarihî derinliği olan, zirve bir medeniyetin mirasçısı
durumundaki bir devlettir. Bu sayededir ki güçlüdür, azimlidir,
kararlıdır; mutlaka terör belasının da üstesinden
gelecektir. Günümüzde, terör konusu, dünya devletlerinin samimiyetle ele
alması gereken ortak mesele hâline gelmiştir. Bu gerçek artık anlaşılmalıdır.
Sayın milletvekilleri, dünyanın ortak
çözüm üretmesi gereken bir diğer mühim problemi de mülteci meselesidir.
Yakın bir zamana kadar, bizler gibi, kendi vatanlarında kurulu bir
düzeni olan milyonlarca masum insan, vatanlarını terk etmek zorunda
kaldılar. Aylan bebeğin sahile vuran cansız, minik bedeni hâlâ
gözlerimizin önünde. O fotoğrafı gördüğü hâlde içi
sızlamayanın, vicdanının varlığından
şüphe etmek yanlış olmaz. Benzeri trajediler her gün
yaşanmaktadır. Türkiyemiz, 3 milyonu aşan mülteciye kucak
açmıştır. Bütün devletlerin, bu sorunun çözümüne el
birliğiyle katılması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, konuşmamın
başında da belirttiğim gibi, 23 Nisan, aynı zamanda
çocuklarımızın bir bayramıdır; Kemal Atatürk, 23 Nisan
1927 yılında bayram olarak çocuklara armağan etmiştir.
Çocuklarımız geleceğimizdir. İnancımıza göre,
yavrularımız günahsız olarak doğarlar. Dimağları
ve hissiyatları temiz birer sayfadır. Bu dimağların
insanlığa faydalı ilim ve irfanla gelişmesi, biz
büyüklerin, aynı zamanda sorumluluk makamında olanların en
önemli vazifelerindendir. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, çocuk ve
gençlerimizin sağlıklı gelişimini temin edecek
kararları almak başta gelen görevlerimizdendir. Onlara yapılan
her yatırım, daha güçlü ve müreffeh bir Türkiye için yapılan
yatırımdır.
1982 Anayasasında yer aldığı
şekilde, Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek
yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve
babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme
hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete
karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır. Aile kurumunun
önemini de göz önünde bulundurarak çocuklarımızı her türlü
istismar ve şiddetten korumak Anayasamızın amir bir hükmüdür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi,
çocuklarımızı maddeten ve manen korumak; bedenen, ruhen ve
zihnen sağlıklı nesiller yetiştirmek için her türlü tedbiri
almak kararlılığı içindedir. Çocukların korunması
hususu devlet olarak en çok önem verdiğimiz ve üzerinde hassasiyetle
durduğumuz konulardan biridir, bundan hiç kimsenin şüphesi
olmamalıdır. 23 Nisan gününü Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı
olarak kutlamakla, istikbalimiz demek olan çocuklarımıza, millî hâkimiyet
gibi en temel bir değerimiz kadar önem vermekte olduğumuzu
göstermekteyiz.
Bu vesileyle, İstiklal Savaşımıza
millî mücadele vasfı kazandıran, onu millî irade temeline
dayandıran Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurucularını,
istiklal mücadelemizi yürüten Gazi Meclisin bütün mebuslarını ve aziz
şehitlerimizi minnet ve şükranla yâd ediyorum. Ülkemizin ve
devletimizin hürriyet ve istiklalini korumak için Gazi Meclisin yönetimi
altında hayatını ortaya koymuş ve her türlü
fedakârlığı yapmış olan bütün şehitlerimize ve
gazilerimize Allahtan rahmetler niyaz ediyorum, mekânları cennet olsun.
Sizleri de nice bayramlara sağlık, huzur,
afiyet, birlik ve beraberlik içinde ulaşmanız temennisiyle ve en
samimi muhabbetlerimle, hürmetlerimle selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ, MHP ve
Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, şimdi, alınan
karar gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasi parti
gruplarının grup başkanlarına onar dakika söz
vereceğim.
Söz sırasını okuyorum:
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel
Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Konya Milletvekili
Sayın Ahmet Davutoğlu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve
Meclis Grubu Başkanı İzmir Milletvekili Sayın Kemal
Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
Halkların Demokratik Partisi Eş Genel
Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı İstanbul Milletvekili
Sayın Selahattin Demirtaşın yerine Grup Başkan Vekili
Diyarbakır Milletvekili Sayın Çağlar Demirel. (HDP
sıralarından alkışlar)
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
ve Meclis Grubu Başkanı Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet
Bahçeli. (AK PARTİ MHP ve sıralarından alkışlar)
İlk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel
Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Konya Milletvekili
Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlunun.
Buyurun Sayın Başbakan. (AK PARTİ ve
Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL
BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU (Konya)
Sayın Cumhurbaşkanım, saygıdeğer Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanım, değerli milletvekilleri; bugün çok özel bir
günde bir aradayız. Gazi Meclisimizin kuruluşunun 96ncı
yılı sizlere, milletimize, mazlum milletlere ve bütün
insanlığa hayırlı olsun. Çocuklarımızın
bayramını, dünyadaki yegâne çocuk bayramını da
çocuklarımızın güzel, nurlu yüzlerinde hep tebessüm görmek
duası, niyazı temennisiyle kutluyorum.
Özel günler sadece anmak için değildir, bir
muhasebe imkânı da verir. Onun için, sizleri, öncelikle yüz yıl
öncesine, siyasi düşüncelerimizin, parti kimliklerimizin, geldiğimiz
yörelerin, illerin getirdiği yerel kimliklerin ötesinde tek tek
milletvekilleri olarak, sadece bugünkü 78 milyonu değil, bugüne kadar
ülkemizde yaşamış aziz vatandaşlarımızın
bütün ecdadını temsilen burada bulunma bilinciyle bir tefekküre davet
ediyorum. Bir an için bu kürsüden, sadece temsilinden büyük onur duyduğum
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı olarak değil, bu
milletin bir vekili olarak hitap ederek hepimizi bir muhasebeye davet ediyorum.
Yüz yıl öncesiydi; bu Meclis Ulusta
toplanmıştı, Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürktü.
Meclisin üyelerinin hepsi o zaman vatan toprağı olan, bir kısmı
da sınırlarımızın dışında
kalmış, işgal altında kalmış beldelerden gelen
insanlarla, temsilcilerle doluydu. Her birinde hüzün vardı çünkü bin
yılı aşkın bir süre kader birliği yapmış
insanların toprakları işgal edilmiş, savunulan
değerler zulme uğramış, tahkir edilmiş, vatan
topraklarının her bir yöresinden acı işgal haberleri
geliyordu. Dersimli Diyap Ağa bir taraftaydı, Rumeli çocuğu
millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy bir diğer tarafta. Diyarbakır
Milletvekili Mehmet Zülfü Tiğrel bir başka köşede, yine Dersimli
Mustafa Zeki Saltuk bir başka kenarda. Erzincanlı Nakşi
Şeyhi Şeyh Hacı Ahmet Baysoy yine orada. Her biri farklı
geçmişlere, hikâyelere sahipti ama hepsinin şahsi hikâyelerden öte,
inandıkları bir milletin tarihî hikâyesi vardı. Çünkü onlar biliyorlardı
ki şahsi hikâyeleri aşan tarihî bir hikâye olmadıkça milletler
var olamazlar. Çünkü onlar biliyorlardı ki şahsi
çıkarlarından öte ortak kaygılar, idealler olmazsa bir millet
onur içinde yaşayamaz.
Zorlu savaşların içinden çıkıp
gelmişlerdi hepsi. Dayanacak güçlerinin olmadığı
zannediliyordu dış dünya tarafından. Meclisin adı Gazi
Meclis oldu sonra çünkü her biri gerçek anlamda gaziydi. Kimi savaşa
girmiş çıkmış, şehitlik ümidiyle gittiği
savaştan gazi olarak dönmüş; kimisi gazi olmak için yerini yurdunu
terk etmişti. Hepimizin dedelerine bakınız, hepimizin
dedelerinde bu hikâye vardır. Trablusgarpta 1911de bir seferberlikle
başlayan, Balkan Savaşlarıyla devam eden, Birinci Dünya
Savaşı ve İstiklal Harbiyle devam eden bir çizgi. Rahmetli
anneannemi hatırlarım, dedemi anlatırken: Oğlum, evlendik,
sonra askere gitti. Genç bir kızdım, taze bir gelindim. derdi kendi
ifadesiyle. Döndüğünde epey yaşlı bir hanım
olmuştum. Geçen on dört yıl Trablusgarpa gitmiş, her ikisi de
rahmetli olan dedelerim birlikte gitmişler, birlikte farklı
cephelerde çatışıp döndüklerinde farklı bir Türkiye
bulmuşlardı.
Hepimizin hikâyesi budur. Bu Meclis çatısı
altında bir araya gelen bizlerin hepsinin dedesinin hikâyeleri budur.
Arkadaşlar, ortak bir tarihî hikâyemiz var. Bizi birleştiren, bizi
zorluklara karşı güçlü kılan, geleceğe ümitle bakan ortak
tarihî hikâyemizi hiç unutmayalım. Trablusgarp, Balkan acıları,
İstanbulu savunmak için bütün bir kadim kültürün milletleri Çanakkaleye
aktılar; akamayanlardan, Trablusgarpta, Muhammed İkbal gibi Lahorda
oturup Ya Rab, eğer ahiret günü geldiğinde bana sorarlarsa Dünyadan
en aziz neyi getirdin? Edirne ve Trablusgarp şehidi Türk
kardeşlerimin kanını getirdim Ya Resullullah. diyerek Anadoluda
yüreği çarpan Muhammed İkbal vardı. (AK PARTİ ve Bakanlar
Kurulu sıralarından alkışlar)
Çanakkalede İstanbulu
savunmuşlardı, Kutülamarede Bağdatı
savunmuşlardı. Çok açık bir ifadeyle söylüyorum bunu; Çanakkale
savunması sadece bizim milletimizin İstanbul savunması
değil, bütün kadim değerlerin, insanlık onurunun sömürgecilere,
emperyalistlere karşı şanlı bir direnişiydi.
Kutülamare, hani bugün Kutlayalım mı
kutlamayalım mı? diye tartışmalar
yaptığımız Kutülamare var ya, 1916da aynen
İstanbulun savunulması gibi Bağdatın savunulması
esnasında bütün Orta Doğu halklarının omuz omuza
verdiği son savaştı. Türk, Arap, Kürt, Sünni, Şii, Keldani,
Ermeni herkes Kutülamarede Bağdatı savundu ve uzun yıllar
Kutülamare Çanakkale gibi anıldı. Şimdi, sadece Türk
Silahlı Kuvvetlerimiz büyük bir zafer olarak anıyor. Tekrar,
Kutülamareyi, Çanakkale ruhunu bu anlamda tefekkür etmeliyiz.
İşte, Gazi Meclisimizin birinci
özelliği, gerçekten bütün o kadim beraberliği temin etmesiydi; ikinci
özelliği ise aziz milletvekilleri, Gazi Meclis bütün mazlum milletleri
temsil etti. Gazi Meclis toplandığında Azerbaycandan, Buhara
Müslümanlarından, Hint Müslümanlarından yardımlar akdı
çünkü onlar çok iyi biliyorlardı, bu Gazi Meclis başarıya
ulaşırsa onların da istiklal ve onur ümidi olacaktı, bu
Gazi Meclis başarısızlığa uğrarsa onları da
hüsran bekliyordu.
Şimdi, bu iki tarihî boyuttan hareketle
baktığımızda, geliniz, hep beraber ciddi bir muhasebe
yapalım. Yüz sene önce dedelerimizin oturduğu bu Meclis, bugün yüz
sene sonra yine değişik tehditlerle karşı karşıya
kalan bir ülkenin Meclisidir, hepimizin Meclisidir ve Gazi Meclisin devamı
olarak da, bugün bir istiklal mücadelesi vermek anlamında, beka
Meclisidir. Onun için, siyasi düşüncelerimiz arasındaki farklılıkları
bir kenara koyarak, hep beraber bu ülkenin istiklali, bu milletin onuru için
omuz omuza verelim. Nereden ve hangi şekilde gelirse gelsin tehdit, hep
beraber karşı duralım. Bu ülkenin insanlarına kim
saldırırsa hep beraber onun karşısında omuz omuza
verelim. Terörün her türlüsünü hep beraber lanetleyelim. Gazi Meclisin içinden
Bu toprakların bir parçasının kaderi diğerinden
ayrıdır. diye düşünen biri çıksaydı, eminim önce o
Gazi Meclisin üyeleri isyan ederdi. Dersimli Diyap Ağanın o güzel
ifadeleriyle: Gâvur, Anadoluyu sardı. Hepimizi bir düşünce
aldı. Din ve diyanet, ırz ve namus, Türklük tehlikeye düştü.
İşittik ki, Erzurum taraflarında can kurtaran bir paşa
çıkmış, meclis kuracakmış. Herkes korktu. İhtiyar
hâlimle, vatanı kurtaranların yanına koşmayı, hatta
başımı vermeyi göze aldım. Bana Gitme, ölürsün. dediler.
Zaten herkes mahvoluyor; varam, gidem, onlara ulaşam, hep beraber ölek
dedim. diyor Dersimli Diyap.
Arkadaşlar, bu milletin kaderi birdir; ya hep
beraber var olacağız, ya hep beraber öleceğiz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Kim bu milletin bir
parçasını diğerinden ayırt edip, onların kaderini
diğerlerinden ayırt ederse Gazi Meclise en büyük ihaneti
yapmış olur. Hep beraber sesimizi yükseltelim, kaderimiz ortak
diyelim, tarihî hikâyemiz ortak diyelim, istikbalimiz ortak diyelim, kim bizim
aramıza nifak sokacaksa onların karşısında da omuz
omuza bir aradayız diyelim; benim ilk çağrım budur.
İkinci çağrım, yine, bu tarihî
hikâyeye uygun olarak, bu Meclisin mazlum milletlerin Meclisi olduğunu
unutmadan, mazlum milletlerden kimin başı dara girmişse, kimin
başı sıkışmış, kim özgürlük hatta
hayatını kurtarma çabası içine girmişse, bu Meclis ve bu
ülke ona da aittir diyelim. Suriyeli mülteciler için de geçerlidir bu, Iraktan
gelen Kürt mülteciler için de, Boşnak mülteciler için de. Kafkasyanın,
Balkanların, Orta Asyanın, Orta Doğunun çocuklarını
hep beraber mazlum milletlerin Meclisinde buluşturalım.
Ve nihayet bu Meclisin tefrik edici üçüncü
özelliği, bütün baskılara rağmen özgürlüğü, demokrasiyi
savunmuş olmasıdır. Bu Meclisin içinden, darbe
teşebbüslerinden sonra onurla idam sehpasına yürüyen selefim
Başbakan çıktı, bakanlar çıktı. Hep beraber,
cumhuriyetimizi birlik ve beraberlik için nasıl savunuyorsak, cumhuru
bütün unsurlarla nasıl savunuyorsak, demokrasimizi de aynı kararlılıkla
savunmalı ve her türlü darbe ve vesayet
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL
BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla)
teşebbüslerine karşı demokrasimizi de güçlü
kılmalıyız.
Bunu yaptığımız zaman, bu
Meclisi birliğimizin kalesi, karargâhı
kıldığımız zaman, bu Meclisi mazlum milletlerin adalet
ve vicdan teşebbüslerinin nihai tecelligâhı
kıldığımız zaman ve bu Meclisi özgürlüklerin, insan
haklarının ve demokrasinin kalesi kıldığımız
zaman, emin olunuz, siyasi görüş ve ayrılıklarımız ne
olursa olsun, hep beraber, çok güzel bir geleceğe yürüyeceğiz. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Yapmamız gereken şey basittir: Doksan
altı yıl önce bir araya gelenleri hiç unutmamak ve onları bir
araya getiren ruhu yaşatmak; daha sonra, Meclisin kapanmasına kadar
giden acıları hiç unutmamak, onların bir daha
yaşanmaması için demokrasiyi savunmak, birliği savunmak.
Muhalefete özellikle çağrım da: Güzel
işler olduğunda bizi takdir ediniz ki eleştirilerinize biz de
her zaman değer verelim, biz de öz eleştiri yapalım, biz de
sizin yapıcı eleştirilerinizi her zaman dikkate alalım ki
hep beraber, bu Gazi Meclisten yükselen yeni Türkiyeyi kuralım.
Eminim, biz bu tarihî hikâyemizi unutmazsak tarih
hep bizim yanımızda olacak, hep bizim için akacak ve tarihin nesnesi
değil, öznesi olacağız. Doksan altı sene önce bu Meclisi
kuranlar, tarihin öznesi oldular.
Biz, Şanlıurfaya İstiklal
Madalyasını Sayın Meclis Başkanımızla götürürken
taşıdığımız onuru
Ki İstanbulun işgal
edilmesinden hemen sonradır ve Meclisin kurulmasından hemen öncedir, -Şanlıurfayı,
Gaziantepi, Kahramanmaraşı, bütün şehirlerimizi burada
kutluyorum ve o İstiklal Madalyası için destek veren bütün
milletvekillerimize ve partilerimize teşekkürü bir borç biliyorum- işte,
o zaman, 16 Martta İstanbul işgal edildiğinde, Gazi Mustafa
Kemal Atatürk Geldikleri gibi gidecekler! demişti. Şimdi, biz de
aynı şeyi söylüyoruz: Kimse bu topraklara göz dikemeyecek, bölmek
isteyenlere böldürtmeyeceğiz, tökezletmek isteyenlere tökezlettirmeyeceğiz,
al bayrağı kıyamete kadar özgürlüğümüzün sembolü olarak,
Gazi Meclisimizi de kıyamete kadar millî iradenin nihai karargâhı
olarak muhafaza edeceğiz. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından alkışlar)
Dualarla açılmıştı bu Meclis,
yine dualarla kapatmak için söylüyorum: Allah birliğimizi,
beraberliğimizi daim etsin. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından Âmin sesleri) Bir daha Gazi Meclis kurmak zorunda bizi
bırakmasın. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından
Âmin sesleri) Bu Meclisimizi gazi ve demokratik bir Meclis olarak millî iradenin
her zaman sözcüsü olmak misyonunu yerine getirenlerden eylesin. (AK PARTİ
ve Bakanlar Kurulu sıralarından Âmin sesleri)
Tekrar bütün milletimizin Millî Egemenlik
Bayramını, çocuklarımızın Çocuk Bayramını
kutluyor, güzel bir geleceğe el ele yürüme temennisiyle hepinizi
saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından ayakta alkışlar, MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Genel Başkan.
Efendim, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı İzmir Milletvekili
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu konuşacaklar.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL
BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İzmir) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
saygıdeğer yurttaşlarım ve sevgili çocuklar; Cumhuriyet
Halk Partisi adına 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını
kutluyor ve bu büyük günün ülkemiz için aydınlık ve huzurlu günlerin
müjdecisi olmasını diliyorum.
Doksan altı yıl önce Ankarada ulusun
kayıtsız şartsız egemenliğini ilan ederek Büyük Millet
Meclisini açan, Kurtuluş Savaşının ve cumhuriyetimizin
büyük önderi Mustafa Kemal Atatürkü ve yol arkadaşlarını, yüce
Meclisimizin aramızdan ayrılan üyelerini ve tüm şehitlerimizi
rahmetle, şükranla ve saygıyla anıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, dünyanın en eski on parlamentosundan biridir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Kurtuluş Savaşımızı zafere
ulaştırması nedeniyle Gazi Meclis unvanını
taşıyan ve bu özelliğiyle de dünyanın gazi unvanına
sahip olan tek parlamentosudur. Ve cumhuriyetimiz, bütün dünyaya bir bayram
hediye edecek kadar ufku geniş, ulusal egemenliği baş tacı
edecek kadar halkına güvenen ve saygı duyulan devrimci
kadroların ve ruhun eseridir. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti,
Misakımillî sınırları içinde çağdaş anlamda
sosyal, ekonomik gelişmeyi sağlamak, uluslararası anlamda da
Yurtta sulh, cihanda sulh. ilkeleri çerçevesinde kurulmuştur. Bundan
amaç, maceradan uzak duran, herkesin mutluluğu için
çalışmayı amaç edinmiş, laik, demokratik, sosyal bir hukuk
devleti oluşturmaktır.
Sayın milletvekilleri, bu bayrama Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramı diyoruz. Bu bağlamda, cumhuriyeti kuran
devrimci kadroların ulusal egemenlik kavramıyla neyi ifade
ettiklerini iyi anlamak gerekiyor. Günümüzde bu kavramı çarpıtarak
bir dikta rejimi kurmaya kalkışanların, öncelikle, Mustafa Kemal
Atatürkün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesirde yaptığı
konuşmayı iyi öğrenmeleri gerekiyor. Şöyle der Gazi Mustafa
Kemal: Millî emeller, millî irade, yalnız bir şahsın
düşünmesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının,
emellerinin bileşkesinden ibarettir. (CHP sıralarından
alkışlar) Bir halkın var olma mücadelesini
bağımsızlıkla taçlandırmış bu yüce Meclisin
fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür üyeleri bugün de zorlu bir
mücadele içine girmişlerdir. Bu zorlu mücadelenin halkın
egemenliğini yansıtan gerçek bir demokrasi ve özgürlüklerle
taçlandırılacağından eminim.
Değerli milletvekilleri, ulusal egemenlik
çoğulcu bir rejim, temsilde adalet ve hukukun üstünlüğü meselesidir.
Çoğunluğun güçlü, güçlünün de haklı olduğu; yasaların,
yurttaşların baskı, korku, yasaklar, kin, yoksulluk ve
istikrarsızlık tehditleriyle yönlendirildikleri bir sistem
çoğulcu bir sistem değildir. Sandıktan çıktım, ne
istersem yaparım. anlayışı ulusal egemenlik
kavramıyla bağdaşmaz çünkü ulusal egemenlik sandıktan
çıkan oy sayısına bağlı bir kavram değildir.
Egemenlik en son ferdine kadar bütün ulusundur, kayıtsız
şartsız milletindir. Hiçbir güç, kaynağını nereden
aldığını iddia ederse etsin, milletin üzerinde vesayet
kuramaz, kurmaya çalıştığı vesayetin kaynağı
olarak da bizzat milletin kendisini gösteremez. Böyle bir yönetim tarzı
demokrasi ve cumhuriyet ilkeleriyle de bağdaşmıyor. Demokrasi
özgür yurttaşların, özgür medyanın, bağımsız
yargının olduğu ve iktidarların egemenliğin
kaynağı olan halka her gün hesap verdikleri bir rejimin
adıdır. Kayıtsız şartsız millete ait olan
egemenlik, milletin iradesini gasbetmek ve toplumun belirli
unsurlarını dışlamak için bir silah gibi kullanılamaz.
Değerli milletvekilleri, üstünlerin hukukunun
egemen olduğu yerde milletin egemenliği yoktur. Halkımız
ulusal egemenliği yasama, yürütme ve yargı organları
aracılığıyla kullanır. Yürütme organına Bu
yetkiyi tek başına kullan. denmez ve denmemiştir.
Değerli milletvekilleri, tarafsız ve
bağımsız yargının olmadığı, yasama
organının etkisizleştirildiği bir düzeni sürdürmek ulusal
egemenliğin kaynağı olan milletimizi hiçe saymaktır.
Toplumu ve sözde hasımlarını sindirmek için özel mahkemeler
oluşturanlar; gazetecilerin, akademisyenlerin, aydınların
tutuklanmasını isteyenler, tahliyelerine tepki gösterenler; kararlarını
beğenmedikleri zaman Anayasa Mahkemesine bile meydan okuyanlar, hukuku
dinamitleyerek yolsuzluk soruşturmalarından kaçanlar ya da
dokunulmazlık ve sorumsuzluk zırhının arkasına
saklananlar sadece Anayasayı değil, ulusal egemenliği de
çiğnemektedirler.
Değerli milletvekilleri, 23 Nisan, aynı
zamanda, dünya çocuklarına armağan edilmiş ilk ve tek
bayramdır. Özgürlüğe, eşitliğe ve bilime bağlı
olan toplumlar, Mustafa Kemalin işaret ettiği gibi, fikri hür,
irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirebilirler.
Çocuklarımızın ufkunu kin ve nefretle değil, sevgi ve
dürüstlükle çizdiğimiz takdirde ülkemiz kalkınır ve ilerler.
Biz, çocuklarımızı bilime dayalı, sevgiyle dolu, nefretten
uzak, yüzünü geleceğe dönmüş, korkulardan uzak bir eğitim
sistemiyle yetiştirmek istiyoruz. Biz, çocuklarımızı
küreselleşen dünyayla uyumlu, haberleşme ve iletişim
olanaklarını etkin bir şekilde kullanan ve
yaşadıkları dünyayı sorgulayan bireyler olarak
yetiştirmek istiyoruz çünkü biliyoruz ki özgür ve eşit bir gelecek
özgürce yetişen nesillerle mümkündür. Ancak Mustafa Kemal Atatürkün
kimsesizlerin kimsesi olarak tanımladığı cumhuriyetimizin
en önemli özelliklerinden biri olarak sosyal devlet
yaklaşımının hızla terk edilmesinin en büyük
acısını da, sancısını da maalesef,
çocuklarımız çekiyor.
Yardıma muhtaç çocuk sayısı 100 bini
geçti. Türkiyede 2015 yılı itibarıyla, Türkiye İstatistik
Kurumunun verilerine göre 31.337 çocuk gelinimiz var. Sadece 2014
yılında herhangi bir nedenle güvenlik birimlerine gelmiş veya
getirilmiş çocuk sayısı 290.414. Çocuklar suça sürükleniyor, son
beş yılda hükümlü çocuk sayısı tam 5 kat arttı.
Uluslararası uyuşturucu raporlarına göre uyuşturucu
kullanma yaşı, üzülerek ifade edeyim, 10a indi. Adalet
Bakanlığı verilerine göre, Türkiyede çocuğa
karşı işlenen suçlar hızla artıyor. Türkiye çocuklar
arasında fırsat eşitliği sıralamasında maalesef
son sıralarda yer alıyor. Bugün Türkiyede yaklaşık 1
milyon çocuk işçi var, bunların yarısı hem
çalışıyor hem okuyor. Çalışan çocukların yüzde
34ü aşırı çalıştırılıyor; üçte 1ine
iş yerlerinde yemek verilmiyor. Sadece 2015 yılında 63
çocuğumuz iş kazaları dolayısıyla hayatını
kaybetti. Anayasamızın 41inci maddesine göre, her çocuk, korunma ve
bakımdan yararlanma hakkına sahiptir ve devlet, her türlü istismara
ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri almakla
görevlidir. Buna göre, devlet dışındaki başka bir kurum ve
kuruluşa, derneklere ve vakıflara böyle bir hakkın devredilmesi
doğru değildir.
Değerli milletvekilleri, sözlerime son verirken
bu yıl grubumla birlikte ülkemizin dört bir yanından gelen
çocuklarımıza ev sahipliği yapmış olmanın
mutluluğunu yaşıyorum. Mustafa Kemal Atatürk ve
arkadaşları bu güzel ülkenin çocuklarına adanmış bir
devlet kurdular. Bizim de bu bayrağın
taşıyıcıları olarak çocuklarımızla birlikte
23 Nisanı Gazi Meclisimizin çatısı altında
kutlayacağımızı, övünçle
kutlayacağımızı belirtmek istiyorum.
Bu duygularla, bir kez daha, bütün
çocuklarımızın ve milletimizin Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramını kutluyor, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk başta
olmak üzere 23 Nisan 1920de Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açılışına yetişen 115 mebusu ve sonrasında
çalışmalara katılan diğer mebuslarımızı
rahmetle, saygıyla anıyor, yüce Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar, MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Genel Başkan.
Efendim, şimdi, Halkların Demokratik
Partisi Eş Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı
İstanbul Milletvekili Sayın Selahattin Demirtaşın yerine
Grup Başkan Vekili ve Diyarbakır Milletvekili Sayın Çağlar
Demirel konuşacaklar.
Buyurun Hanımefendi. (HDP
sıralarından alkışlar)
HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ GRUP
BAŞKAN VEKİLİ ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır)
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, değerli
konuklar ve sevgili çocuklar; hepinizi şahsım ve Halkların
Demokratik Partisi adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Türkiye halklarının ve bütün çocuklarımızın Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum.
23 Nisan 1920de çoğulcu bir
anlayışla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96ncı
yılını bugün geride bırakmaktayız. Her şeyden
evvel, bugün çocuklara armağan edilen böyle bir günü sevinçle ve umutla
karşılayamamanın burukluğu içerisindeyiz. Bu Meclis, doksan
altı yıl önce, bu topraklarda yaşayan halklara eşit
yurttaşlık temelinde ortak bir yaşamı kurma umudunun
mecrası olarak kurulmuştu. Farklılıkları zenginlik
olarak gören ve temsilde adalet prensibini esas alan kurucu Meclisin ruhu,
çoğulcu ve ademimerkeziyetçi bir yönetim anlayışını
esas alan 1921 Anayasasına yansıtılmıştı fakat
kısa bir zaman sonra 1924 yılında hazırlanan yeni
Anayasayla çoğulcu ve eşitlikçi anlayışın yerini
otoriter, tekçi ve merkeziyetçi bir yaklaşım aldı.
Değerli milletvekilleri, Meclisin açılışının
96ncı yıl dönümünde dönüp siyasi tarihimize bakarsak demokratik
cumhuriyete ulaşma şansları ve demokrasiye yönelik darbe
süreçlerini görürüz. Türkiyede çoğulculuğu, yerelden yönetimi,
karşılıklı saygı ve eşit haklara sahip
olmayı öngören 1920 ruhu ve 1921de cumhuriyeti demokratikleştiren
Anayasa, bugün tabi olduğumuz 1980 darbe anayasasına göre çok daha
ileri bir konumdaydı fakat gücünü şiddetten alan ve
politikasını baskıdan yana tercih edenler 1924 yılında
demokrasiye darbe yapmış; bu darbe Kürtler, Aleviler,
İslamcılar, gayrimüslimler, sosyalistler başta olmak üzere tüm
toplumsal kesimleri zulme maruz bıraktı.
1924 yılında başlayan darbe süreci,
özerkliğe dayalı bir arada yaşama iradesini hiçe sayarak tekçi
bir gündemi ülkeye dayatmıştı. Bu dayatmaya karşı
çoğul kimliklere dayalı demokratik toplumsal talepler
yükselmiştir. 1920 kurucu Meclisinin ruhuna karşı darbe
anlayışının ürünü olan 1924 anlayışıyla,
toplumsal talepler karşısında demokratik müzakere yerine
şiddet ve baskı araçları devreye konulmuştur. Bu kapsamda,
halk olmaktan kaynaklı haklı taleplerde bulunan Kürtlere
karşı Şeyh Sait, Ağrı Zilan, Dersim, Roboski
katliamları gerçekleştirilmiştir. Aynı şekilde,
Alevilere karşı Çorum, Maraş, Sivas, Gazi katliamları
gerçekleştirilmiştir. Gayrimüslimler varlık vergisi
aracılığıyla zulme uğratılmıştır.
Yine, ülkemizde, 1924 anlayışı tarafından eş
zamanlı canlı tutulan darbe süreçleri demokrasiyi sürekli olarak
kesintiye uğratmıştır. Bu ülkenin Başbakanı
darbeciler tarafından idam edilmiş, çok sayıda
yurttaşımız kılık ve kıyafet bahane gösterilerek
öldürülmüştür. Yine, Deniz Gezmiş ve arkadaşları darbeciler
tarafından ülkemizdeki halklara özgürlük ve eşitlik talep ettikleri
için idam edilmiştir.
Bugün ise hâlâ, bu darbe
anlayışının ürünü olan 1982 cunta anayasasıyla
yönetilmekteyiz. Anayasaların toplumsal sözleşme
sayıldığı bu çağda, Türkiye halkları
arasındaki toplumsal sözleşmenin darbeciler tarafından
yapılmış olması siyaset kurumu açısından kabul
edilemezdir. Darbe ürünü olan anayasa, Türkiyede siyaset kurumu ve
Parlamentonun halklarımızla bağlantısını koparmıştır.
Egemenliğin kaynağını halktan alan Parlamento, darbe
anayasası kapsamında halka kapatılmıştır. Halktan
koparılan Parlamentonun iradesi vesayetçi kurumlara teslim edilmiştir.
Açıktır ki 1982 Anayasası yürürlükte olduğu sürece siyaset
kurumunun halkla arasındaki bağları kopmuş vaziyette
kalacak ve Hükûmete hangi siyasi irade gelirse gelsin bu vaziyette bir
değişim olmayacaktır. Bu tıkanıklığı
aşarak halka dayanan, demokratik ve özgürlükçü bir siyasal çevreye sahip
olmak için güçlü bir siyasi proje ve iradenin olması gerekmektedir.
Bizler, çözüm süreci boyunca parti olarak darbeci
anlayışın yerleştirildiği
tıkanıklığı aşmak ve çoğul kimliklere
dayanan demokratik bir siyasetin yerleşmesini sağlamak için çaba
içerisinde olduk. Nitekim, bu çabalarımız Dolmabahçe
mutabakatıyla, deyim yerindeyse, ete kemiğe büründü. Demokratik
anayasa, kimliklerin çoğunluğu, her kimliğin bir arada,
özgürlükçü yaşamı gibi evrensel değerleri esas alan Dolmabahçe
mutabakatı, 1925te tohumları atılan ve 1982 darbe
anayasasıyla günümüze kadar gelen vesayetçiliği tarihe gömecek bir
şans yaratmıştır.
Türkiyede kimlikler arasında kalıcı
barışı tesis etmek ve darbecilere değil, halka dayanan
siyaseti sağlayacak olan Dolmabahçe mutabakatı, her türlü tekçi,
inkârcı ve asimilasyonu merkezine alan anlayışı mahkûm etme
potansiyeline sahip bir demokratik anlayışın dışa
vurumudur. Fakat, bu demokratik anlayışı ve kalıcı
barışa yönelik umuda çağrıya karşı darbeci
anlayıştan miras kalan bir yok sayma, tekçilik, inkârcılık
çizgisi siyasi irade tarafından esas alınmıştır.
Dolmabahçe mutabakatının inkârıyla birlikte, ülkemiz, büyük bir
savaş atmosferinin içine sokulmuştur. Bu atmosfer içerisinde siyasi
irade tarafından dayatılan öneri bir rejim
değişikliğidir. Türk işi başkanlık sistemi
adı altında getirilen bu rejim, Meclis iradesini devre
dışı bırakmak, tekçiliği tesis etmek, güçler
ayrılığını tuzla buz etmek üzerinden kendisini var
etmek istemektedir.
Bizler, bu teklife karşı demokratik,
özgürlükçü, eşitlikçi bir teklif sunmaktayız. Partimiz, çoğul
kimliklerin özgünlüğünü esas alan, tüm kimliklerin haklarını
teslim eden, yetkiyi yerele yayarak olası otoriterleşmenin önüne
geçen, halkın kendisini kendi için yönetmesini benimseyen, güçler
ayrılığını tahkim eden güçlü bir demokratik
parlamenter sistemi önermekteydi. Halklarımızın kimlikler
mozaiğinin tam da ihtiyacı olan ve demokratik, özgürlükçü,
eşitlikçi anlayışı esas alan yeni anayasa teklifimizin,
Türkiyenin tarihten gelen veya güncel sorunlarına en uygun çözümü
sunduğunu belirtmek durumundayız.
Tekçiliği merkezine alan başkanlık
teklifinin sahipleri, yerinden yönetimi esas alan özgürlükçü teklifin sahibi
olan bizlere karşı dokunulmazlık konusunu gündeme getirmektedir.
Dokunulmazlık konusu kesinlikle bir hukukun konusu değil, bilakis
Türkiye halklarına sunulan demokratik anayasa teklifimizin antidemokratik
ve hukuka aykırı yollarla yok edilmek istenmesidir. Dokunulmazlık
konusuyla elde edilmek istenen, Türkiyenin yerinden yönetimi esas alan
demokratik ve özgürlükçü anlayışıyla kendini yönetmesinin önüne
geçecek, yönetim erkini tek bir kişide toplayan, güçler
ayrılığını devre dışı bırakan,
halkı politik bir özne olmadan yönetimden dışlayan niteliklere
sahip bir otoriter rejimi inşa etmektir. Bu kapsamda,
dokunulmazlıklar konusu özelinde başlayan tartışma hem
bugünümüzü hem de geleceğimizi ilgilendirmektedir. Nitekim, önerilen
teklifin toplumsal yaşamımızı etkileme biçimlerini
bugünlerde Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Yüksekova, Şırnak, Silvan,
İdildeki çocukların yaşamlarında görmek mümkündür.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını
kutladığımız bugünde dokuz aydır süren ablukalardan
ötürü yaşamını yitiren 600den fazla kişiyle birlikte,
bugüne kadar 102si çocuk, 99u kadın olmak üzere toplamda 868 kişi
yaşamını yitirmiştir.
Surda, Silopide, Yüksekovada, Nusaybinde,
Şırnakta bugün çocuklar dışarı çıkıp
bayramı kutlamak bir yana evinin bahçesine çıkıp oyun bile
oynayamamaktadır. Evlerin içinde ya da önünde çocuklar katledilmektedir.
Silopide top atışı sonucu katledilen 2 yaşındaki Esra
Şalk bebek, Cizrede 3 aylık Miray bebek bunlardan sadece ikisidir.
Ölü bedeni buzdolabında bekletilen 10 yaşındaki Cemile
Çağırga, Surda ekmek almaya giden 12 yaşında Helin Hasret
Şen, cenazesi Surda olan ve ailesi tarafından alınmasına
izin verilmeyen Rozerin Çukur, bu ülkede mevcut Hükûmetin abluka
politikasının çocuklara dayattığı yıkımdır.
Hükûmet politikaları neticesinde ülkemizin her
bir yöresinde çocukları koruyan evrensel bildirgeler, Avrupa
Birliğinin çocukları koruyan sözleşmeleri, Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi tamamen askıya
alınmış bulunmaktadır.
Türkiye, sahillerin mülteci bebeklerin vurduğu
bir ülke hâline gelmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ GRUP
BAŞKAN VEKİLİ ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) Küçücük
yaşlarda atölyelerde, tarlalarda çalıştırılan,
sokaklarda mendil satan, evlerinden yüzlerce kilometre uzakta bir savaştan
kaçarak bu ülkede yoksulluğa ve yoksunluğa maruz kalan; ihmali,
istismarı, taciz ve tecavüz ve şiddeti en ağır biçimlerde
yaşayan, cezaevlerine kapatılan ve cezaevlerinde şiddet ve
işkence gören o yitik çocukların ülkesi hâline gelmiş
durumdayız.
Bu olumsuz tablodan dönülmesi için gerekli
adımları atmak, siyaset kurumunun hem hukuki hem ahlaki hem de
politik sorumluluğundadır.
Başta iktidar partisi olmak üzere tüm siyasi
partilerin bu sorumlulukları bir kez daha hatırlaması gerekir.
Bu vesileyle, hem çocuklar açısından hem
de Türkiyedeki demokratik siyaset açısından oldukça karanlık
bir tabloda bulunan ülkemizi, başta çocuklarımız olmak üzere tüm
kimlikler ve toplumsal kesimler için aydınlığa
ulaştıracağımıza dair mücadele sözümüzü yineliyor,
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Söz sırası Milliyetçi
Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı
Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçelidedir.
Buyurun Beyefendi. (MHP sıralarından
ayakta alkışlar, AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ
(Osmaniye) Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; aziz milletimizi ve yüksek heyetinizi
sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96ncı
kuruluş yıl dönümünü hayır ve hürmetle yâd etmek maksadıyla
toplandık, bir araya geldik.
23 Nisan 1920de tarihin akışı
değişmiş, Türk milleti muazzam bir doğruluşla
iradesine sahip çıkmıştır, istiklal özlemleri Ankarada
vücut bulmuştur, milliyetçi ruh ve şuur bu kutlu çatı
altında kökleşmiştir. Bundan tam doksan altı yıl önce
bir cuma günü Ulustaki eski taş binada, isli gaz lambalarının
altında, tahta sıraların üstünde, dua ve niyazlarla
kurtuluş destanının meşalesi
yakılmıştır. İlk Meclisin açılması
milletimiz için yeni bir dönemin, taptaze bir başlangıcın
miladıdır. Aynı zamanda, bu başlangıç, geride kalan
yıllar için de sayısız bitişleri uhdesinde
barındıran millî ve tarihî bir kararlılığın
tezahürüdür. Hiç kuşkusuz ilk Meclisin muhterem temsilcileri Ankaraya
gelene kadar insanüstü bir mücadele ve sabır gösterdiler. En başta
yoklukları aştılar, en başta zorlukları yendiler,
engelleri geçtiler; işgal ve esarete meydan okudular, teslimiyeti hiç
akıllarına ve hatırlarına getirmediler; iş birlikçilerinin
sözlerine, hainlerin saldırılarına aldırış
etmediler. İlk Meclisin temsilcileri, sinesinden çıkıp
geldikleri büyük millet varlığına her zaman güvendiler, her daim
inandılar. Biliyorlardı ki Millî Mücadele ancak millete
dayanırsa başarılı olabilirdi; yedi düvele karşı
gösterilen güçlü mukavemet ancak milletle bütünleşilirse,
ilhamını milletten alırsa meşru ve ebedî kalabilirdi. Bu
yüzden, İlk Meclis Türk milletinin umut nişanesi, var olma
beyannamesidir. Büyük Millet Meclisinin açılışı, Türk
vatanını muhafaza ve müdafaa azminin gerçek sahibi Türk milleti için
geri çekilmenin son hattıdır, imparatorluk yıllarının
ardından başlayan çare arayışının son
durağıdır; yıllarca süren çekişmelerin,
acılı yıkım ve kayıpların son
bulmasıdır. 23 Nisan 1920, Türklüğün hâkimiyet
havzalarını birer birer kaybederek Anadoluya
sıkıştığı, acı ve ızdırapla dolu
bir tablo içinde milletimizin en son ve en etkili hamlesinin nirengi
noktasıdır.
Üç kıtada anılarımız kalarak son
yurda döndük; üç kıtada şehitlerimizi bırakarak, adalet ve
asaletimizi her yere serpiştirerek, ayak izlerimizi her tarafa
kazıyarak geriye çekildik. Sayısız göçlerin bedelini ödeyerek 23
Nisan 1920de küllerimizden yeniden doğduk. Bu toprakları vatan
yaptık, namus bildik. Gemileri yaktık; gidecek, yerleşecek,
sığınacak başka bir vatan olmadığını
kanımızla, canımızla teyit ve tescil ettik. (MHP
sıralarından alkışlar) Tekrar hatırlatırım
ki bin yıldır üzerinde yaşadığımız bu
coğrafya Türk vatanıdır, bu vatanın gerçek sahibi Türk
milletidir, bu ülkenin ismi Türkiyedir, devleti Türkiye Cumhuriyetidir. (MHP
sıralarından alkışlar) Türk milleti bin yıllık
kardeşlik bağlarının daha önceki asırlardaki
hatıra ve mirasa eklemlenerek billurlaştığı kutlu
varlığın adıdır.
Doksan altı yıl önce toplanan Büyük Millet
Meclisi elbette farklı toplumsal kesimlerin temsiline
dayanmıştı. İlk Meclisin muhterem milletvekilleri her
meslek, her çevre, her kökenden süzülüp gelmişler, bunu da hiç mesele yapmamışlardı
çünkü hepsi vatanseverdi, hepsi Türk milletinin kurtuluşunu
hedeflemişti. İlk Mecliste ilkel dürtüler, ilkesizliğin
tortuları yoktu. İlk Mecliste vesayete, himaye altına girmeye
merak ve ilgi yoktu. İlk Mecliste bağımlı ve tutsak
yaşamaya tahammül hiç yoktu. Burdur Milletvekili Mehmet Akif Bey ile
Tunceli Milletvekili Diyap Ağayı buluşturan, Antalya
Milletvekili Hamdullah Suphi Bey ile Muş Milletvekili İlyas Sami
Beyi kaynaştıran, Ankara Milletvekili Mustafa Kemal ile
Diyarbakır Milletvekili Feyzi Pirinçcioğlunu kavuşturan,
elbette ilk Meclisin muazzam birlik ve dayanışma hissiyatı.
İlk Meclisin her milletvekili millî ve ortak
değerler etrafında kümelenmişti. Onlar, kimlikleri
kaşıyıp milleti parçalara ayırmayı planlamadılar.
Onlar, farklılıkları kışkırtıp millî
bağları zayıflatmayı düşünmediler. Onlar,
bağımsızlık yolundan sapmayı, kardeşlik
potasından çıkmayı gündemlerine asla almadılar. Çünkü
milletimizin onay ve seçimiyle 23 Nisan 1920de Ankaraya gelen
milletvekilleri, millî kimliğin, millî ülkülerin, millî bir geleceğin
etrafında halka halka toplanmaktan başka bir seçeneğin
tarafı olmadı. Millî Mücadele zaferle sonuçlanmışsa
arkasındaki sır budur. Polatlıya kadar gelen düşman
postalları Türk vatanından sökülüp atılmışsa, geri
planındaki kuvvet, tek tek fertlerden başlamak üzere topluca atan
millî yüreklerdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Meclisimiz, İstanbul işgale uğrayıp
Meclis-i Mebusanın çalışması imkânsız hâle
geldiği zaman, bozkırın ortasında ümit çeşmesiyle çağlamıştır.
İlk Meclisin açılmasıyla tarihin en ağır felaketi
önlenmiştir. Zulüm, istila, tahakküm ve esirlik bozgununa etkili bir
şekilde karşı konulmuştur. Mondrosçu ve Sevrci
anlayışa karşı, Ulustan kopan fırtına, vakti
geldiğinde Akdenize kadar yol almış, dağları
yırtıp kendine sığmayarak taşmıştır.
İlk Meclis, egemenliğin yegâne sahibi Türk milletinden gücünü ve
kudretini almıştır. Emperyalist ve sömürgeci
ahlaksızlığa karşı verdiği
bağımsızlık savaşı bu nedenle meşrudur,
kutludur, emsalsizdir.
Büyük Millet Meclisi, Millî Mücadelenin ana
karargâhıydı. Büyük Millet Meclisi, millî iradenin tecelli
ettiği demokratik karar merkeziydi. O tarihlerde, millî direnci
kırmak, umutsuzluğu kabullendirmek için, tıpkı bugünlerde
olduğu gibi çok şey yazılmış, söylenmişti.
Hükûmetten Sevrin şartlarını kabul etmesi isteniyordu.
İşgalcilerin iyiliğimizi istedikleri yayılıyordu.
Millî Mücadeleyi yapanların soyguncu ve yağmacı olduğu
iddia ediliyordu. Ankaranın Türkiyeyi felakete sürüklediği ifade
ediliyordu. Avrupayla başa çıkmayı asırlardan beri
Asyanın hangi kavmi başardı ki biz başaralım?
diyenlerin sesi duyuluyordu. Ankaradaki adamlar ufak bir aşireti bile
yönetemezler. diyenlere rastlanıyordu. Millî Mücadelenin macera
olduğu, daha fazla devam edemeyeceği söyleniyordu.
Mukadderatımızı Ankaraya bırakmamalıyız.
diyenler bile çıkıyordu. Millî Mücadele kahramanlarına goygoycu,
haydut, hayalperest iftiraları atanlar olduğu gibi, memleketi tam bir
çöküntüye götürdükleri uyduruluyordu. Mesela, Edirne ve İzmir kurtulursa
insanlığımızdan istifa ederiz. sözü veren namertlere
sık tesadüf ediliyordu.
Sonunda, Millî Mücadeleye hazım ve tahammül
zorluğu çeken mandacılar, köksüzler, yabancı beslemeleri 9 Eylül
1922 günü Türkün Bayramı manşetini atmaktan başka çare
bulamamışlardı.
Millî Mücadele, Mondrosla başlayıp Lozan
sonrasına kadar genişleyen, uzun, yorucu ve kavurucu bir sürecin
özetidir; iç ve dış birçok yönü vardır, savaşlar bu sürecin
yalnızca sıcak yanını oluşturmaktadır.
Türkiyeyi mahvedene kadar savaşacağız, Türkiye artık
yoktur. diyen sömürgeciler Millî Mücadeleyle durdurulmuş, bunun
şeref payesi de öncelikle büyük Türk Meclisinin olmuştur. Ordular
kuran, ordular yöneten, Türk milletinin egemenlik haklarını
cansiparane temsil eden Meclisimiz, bu yüzden gazidir ve bu unvana
fedakârlıklarla layık bulunmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ
(Devamla) Millet yaşadıkça çarenin tükenmeyeceğini,
umutların sönmeyeceğini, imkânsızlıkların bahane
olamayacağını ilk Meclisin saygın temsilcileri
yaşayarak göstermişlerdir. Ayrışmanın yolları
asla aranmamış, bir arada yaşamanın kudretine
bağlanmış bin yıllık kardeşlikte karar kılınmıştır.
Bugünlerde aziz milletimizi temsil makamında bulunan bizlere örnek olacak,
yolumuzu aydınlatacak tutum ve davranışların
kaynağı, ilk Meclisimizin ruh kökünde, asil üyelerinde ziyadesiyle
mevcuttur.
Bu duygu ve düşüncelerle, devletimizin kurucusu
Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, ilk Meclisin tüm
milletvekillerine, kurucu kahramanlara ve aziz şehitlerimize Cenab-ı
Allahtan rahmet diliyor, eşsiz hatıralarını ihtiramla
anıyorum.
Ayrıca, çocuk bayramı olarak kutlanan bu günde,
evlatlarımızın bayramlarını ayrı ayrı
kutluyor, hepsine saygılarımı sunuyorum.
Konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha
saygılarımla selamlıyor, yüce Meclisimizin 96ncı yıl
dönümünün kutlu olmasını temenni ediyorum. (MHP
sıralarından ayakta alkışlar, AK PARTİ ve Bakanlar
Kurulu sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın
Genel Başkanım.
Sayın milletvekilleri Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kuruluşunun 96ncı yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün anlam ve ehemmiyetinin
belirtilmesi gayesiyle yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.
Bir iki hususu arz etmek isterim. Birleşimin
başındaki konuşmamda belirttiğim üzere 23 Nisan
kutlamalarına sabah 09.00da Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Atatürk Anıtına
çelenk koyarak başladık. 09.15te Anıtkabiri ziyaret ettik,
Anıtkabir özel defterini imzaladım. Saat 10.00da Birinci Meclisteki
törenlere katıldık, 11.30da Türkiye Büyük Millet Meclisi Tören
Salonunda kutlamaları kabul ettim. 14.00te başlayan özel
birleşimi de şimdi tamamlamak üzereyiz.
Önceki yıllardan farklı olarak bu yıl,
yaşanan terör hadiseleri ve şehitlerimizin aziz
hatıralarına hürmeten, kamuoyunun da hassasiyeti dikkate
alınarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu akşam resepsiyon
yapılmamasına karar verilmiştir. 1 Ekim 2011 tarihinde 24üncü
Dönem Birinci Yasama Yılı açılış resepsiyonu, 1 Ekim
2012 tarihinde 24üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı açılış
resepsiyonu, 1 Ekim 2015 tarihinde 25inci Dönem İkinci Yasama
Yılı açılış resepsiyonu da şehitlerimizin aziz
hatıralarına hürmeten yapılmamıştır.
Yine, aynı gerekçeyle, Genelkurmay
Başkanlığımız da hassasiyet göstermiş ve
kutlamaya hazırlandığı 30 Ağustos Zafer Bayramı
etkinliklerinde bazı düzenlemelere gitmiş, 2011 yılındaki
30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonunu iptal etmiştir.
Ayrıca Karamandaki elim maden kazası
sebebiyle Cumhurbaşkanlığımız, 29 Ekim 2014 tarihinde
yapılması planlanan resepsiyonun iptali kararını
almıştır.
23 Nisan törenleri önceki yıllardaki gibi
coşkuyla kutlanmış, aziz şehitlerimizin
hatıralarına hürmeten sadece resepsiyonu iptal edimiştir. Bunu
siz değerli milletvekillerinin ve kamuoyunun bilgisine sunuyorum.
Bu arada bir hususu belirtmek isterim: Türkiyede
herhangi bir iç savaş yoktur; Türkiyede, huzur ve güvenliğe ve
birlikteliğimize karşı olan teröristlere karşı güvenlik
güçlerinin gerekeni, kanunlar çerçevesinde ifa eylemesi vardır. Bilinmelidir
ki milletimizin refahı, devletimizin bekası,
vatanımızın bölünmez bütünlüğü ve ay
yıldızlı bayrağımızın göklerimizde ilelebet
dalgalanması bizim ana hedefimizdir ve bu hedef dışında
olanlar bilmelidir ki bu gibi hedeflere ulaşmaları mümkün
değildir ve asla ulaşamayacaklardır. (AK PARTİ ve Bakanlar
Kurulu sıralarından alkışlar)
Alınan karar gereğince, kanun tasarı
ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için, 25 Nisan 2016 Pazartesi günü saat
14.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Teşekkür ederim.
Kapanma Saati: 15.08