TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
80inci
Birleşim
25
Nisan 2016 Pazartesi
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak
Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her
tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve
tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun
olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmenin, Adana ilinin sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
2.-
Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemirin, gözaltı
işlemlerine ilişkin gündem dışı konuşması
3.-
Yozgat Milletvekili Ertuğrul Soysalın, Dünya Kardeşlik
Haftasına ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemirin, İkinci Lige yükselen
Erzurumspor Futbol Takımını tebrik ettiğine ilişkin
açıklaması
2.-
Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürerin, Niğde ilinde tarım
arazilerinde toplulaştırma ve miras yoluyla intikal nedeniyle
yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması
3.-
Ordu Milletvekili Metin Gündoğdunun, Profesör Doktor Erol Güngörün
vefatının 33üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması
4.-
İstanbul Milletvekili Hasan Turanın, İstanbulda bir
organizasyonda tebliğ sunan Mısır eski İletişim
Bakanının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanla ilgili
ifadelerine ilişkin açıklaması
5.-
Adana Milletvekili Mehmet Şükrü Erdinçin, Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan tarafından Adanada 49 fabrika ile Tufanbeyli Termik
Santralinin açılışının yapılarak
vatandaşların hizmetine sunulduğuna, Süper Lige yükselen
Adanaspor Futbol Takımını ve teniste büyük bir başarı
kazanan Çağla Büyükakçayı tebrik ettiğine ilişkin
açıklaması
6.-
Adana Milletvekili İbrahim Özdişin, Süper Lige yükselen Adanaspor
Futbol Takımını tebrik ettiğine, Adana Demirsporun da
Süper Lige çıkmasını umut ettiğine ve Adanada patates
fiyatlarını protesto etmek isteyen bir grup çiftçinin eylemine sert
bir tepki gösteren polis memuru hakkında bir işlem yapılıp
yapılmadığını öğrenmek istediğine
ilişkin açıklaması
7.-
Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlunun, Mardinin Nusaybin
ilçesinde şehit olan 2 askere Allahtan rahmet dilediğine
ilişkin açıklaması
8.-
İstanbul Milletvekili Sibel Özdemirin, Çanakkale kara
savaşlarının 101inci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
9.-
Hatay Milletvekili Serkan Topalın, Hatayın Yayladağı
ilçesine sığınmacı olarak gelenlerin önemli bir bölümünün
cihatçılar olduğuna, Reyhanlı ilçesinde yoğun olarak kaçak
geçişler yaşandığına ve bu konuda bilgi almak
istediğine ilişkin açıklaması
10.-
Mersin Milletvekili Baki Şimşekin, Süper Lige yükselen Adanaspor
Futbol Takımını tebrik ettiğine ve şehit
yakınlarının devlet kadrolarına atamaları
yapılırken mesleklerinin göz önünde bulundurulması
gerektiğine ilişkin açıklaması
11.-
Adana Milletvekili Tamer Dağlının, Adanada Tufanbeyli Termik
Santrali ile 50 adet fabrikanın açılışını yapan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğana teşekkür
ettiğine, Süper Lige yükselen Adanaspor Futbol Takımını,
teniste büyük bir başarı kazanan Çağla Büyükakçayı ve küme
düşmeyen Kozan Belediyesporu tebrik ettiğine, Adana Demirspora
başarılar dilediğine ilişkin açıklaması
12.-
Gaziantep Milletvekili Mehmet Gökdağın, kuraklık nedeniyle
Barak Ovasındaki ürünlerin kuruma tehlikesiyle karşı
karşıya olduğuna ve bir an önce bu soruna çare bulunması
gerektiğine ilişkin açıklaması
13.-
Erzurum Milletvekili Kamil Aydının, İkinci Lige yükselen
Erzurumspor Futbol Takımını tebrik ettiğine ilişkin
açıklaması
14.-
Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdunun, Kırklarelide
ekinlerin TMO tarafından alımı konusunda mağduriyet
yaşanmamasını dilediğine ilişkin açıklaması
15.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, Halkların Demokratik
Partisi olarak Kilise yönelik çete saldırılarını
kınadıklarına ve bir kez daha Hükûmete Meclisi ve kamuoyunu
bilgilendirme çağrısı yaptıklarına, Ankarada
Amedspora yönelik ırkçı, ayrımcı, faşist bir
saldırı gerçekleştiğine, Adanasporun Süper Lige
çıkmasını kutladıklarına ve Adanada demokratik
protesto hakkını kullanan çiftçilere yönelik yapılan saldırıyı
kabul edilemez bulduklarına ilişkin açıklaması
16.-
Ankara Milletvekili Levent Gökün, Nusaybinde şehit olan 2 askere
Allahtan rahmet dilediğine, Çanakkale kara savaşlarının
101inci yıl dönümüne, Trabzonda hakeme ve Ankarada Amedsporlu
yöneticilere yönelik saldırıların kabul edilemez olduğuna
ve sporda şiddeti kınadığına, Süper Lige yükselen
Adanaspor Futbol Takımını tebrik ettiğine ve Adanada
patates üreticilerine yönelik polis saldırısını ve Kiliste
yaşananlar nedeniyle Hükûmeti kınadığına ilişkin açıklaması
17.-
İzmir Milletvekili Oktay Vuralın, Profesör Doktor Erol Güngörün
vefatının 33üncü yıl dönümüne, Nusaybinde şehit olan 2
askere Allahtan rahmet dilediğine ve Kilise yönelik
saldırıların ivedilikle sonlandırılması konusunda
bütün imkânların kullanılması gerektiğine ilişkin
açıklaması
18.-
Tokat Milletvekili Coşkun Çakırın, Meclisin
açılışının 96ncı ve Çanakkale kara
savaşlarının 101inci yıl dönümlerine, üst lige çıkan
tüm takımları tebrik ettiğine ve Profesör Doktor Erol Güngörün
vefatının 33üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması
19.-
Ankara Milletvekili Levent Gökün, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı İsmail Kahramanın laiklik ilkesi konusundaki
söylemlerini şiddetle kınadığına ve derhâl istifa
etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
20.-
Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancının, AK PARTİ Grubunun
laiklikle hiçbir probleminin olmadığına ilişkin
açıklaması
VI.-
DÜZELTİŞLER
1.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, "Adanasporun Süper
Lige çıkmasını kutladıkları" hakkındaki
açıklamasında sehven yaptığı
yanlışlığı düzelttiğine ilişkin
açıklaması
VII.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydının,
Başkanlık Divanı olarak, üst lige çıkan tüm
takımları tebrik ettiklerine, sporda şiddeti tasvip
etmediklerine, Çanakkale kara savaşlarının 101inci yıl
dönümüne, Kilise yapılan saldırıları
kınadıklarına ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramını tebrik ettiklerine ilişkin konuşması
VIII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve
21 milletvekilinin, ülkemizde yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi
öncesinde alınabilecek tedbirlerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/175)
2.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve
21 milletvekilinin, ülkemizde bulunan Balkan göçmenlerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/176)
3.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve
21 milletvekilinin, raylı sistem ve demir yolu ulaşımındaki
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/177)
B)
Gensoru Önergeleri
1.-
HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili
İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirelin,
başta hidroelektrik santraller olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol,
Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım
gerçekleştirildiği ve bu yıkımda sorumluluğu bulunduğu
iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu
hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/9)
IX.-
ÖNERİLER
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
HDP Grubunun, İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve
arkadaşları tarafından, kamu emekçilerine yönelik baskı ve
tehditler ile ifade özgürlüğü başta olmak üzere kamu emekçilerinin
temel haklarına yönelik ihlallerin tüm boyutlarıyla
araştırılması amacıyla 14/1/2016 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 25 Nisan 2016 Pazartesi
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
2.-
AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile
gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; Mayıs ayı
salı ve çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü sorular ve
diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında yer alan işlerin
görüşülmesine; bastırılarak dağıtılan (11/9) esas
numaralı Gensoru Önergesinin Anayasanın 99uncu maddesi
gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmelerinin 2 Mayıs 2016 Pazartesi günkü birleşimde
yapılmasına ve 307 sıra sayılı Kanun Teklifinin
İçtüzükün 91inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde
görüşülmesine ilişkin önerisi
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında
Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve
İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/697) ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 280)
2.-
Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline
İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/698) ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 281)
3.-
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/707) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 294)
4.-
Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa
Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/708) ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 295)
5.-
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/709) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 296)
6.-
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Dördüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/710) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 297)
XI.-
OYLAMALAR
1.-
(S. Sayısı: 280) Velayet Sorumluluğu ve Çocukların
Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk,
Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının oylaması
2.-
(S. Sayısı: 281) Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka
Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının oylaması
3.-
(S. Sayısı: 294) Suçluların İadesine İlişkin
Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının oylaması
4.-
(S. Sayısı: 295)Ceza İşlerinde
Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesine
İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısının oylaması
XII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Kocaeli Milletvekili Haydar Akarın, Kocaeli ve ilçelerinde yeşil
kart uygulamasından faydalanan vatandaşlara ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylunun cevabı
(7/3511)
2.-
İstanbul Milletvekili Yakup Akkayanın, emeklilerin zamlardan
faydalanamadıkları iddiasına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylunun cevabı
(7/3512)
3.-
İzmir Milletvekili Müslüm Doğanın, SGKda yapılan
atamalara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Süleyman Soylunun cevabı (7/3515)
4.-
İzmir Milletvekili Özcan Purçunun, yaş şartını
taşımadığı için emekli olamayan vatandaşlara
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Süleyman Soylunun cevabı (7/3517)
25 Nisan 2016 Pazartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), İshak
GAZEL (Kütahya)
----- 0 -----
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin
80inci Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN Şimdi elektronik yoklama
cihazıyla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
yoktur.
Birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:14.08
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.22
BAŞKAN: Başkan
Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Özcan
PURÇU (İzmir), İshak GAZEL (Kütahya)
----- 0 -----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 80inci Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN - Açılışta yapılan
yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştır.
Şimdi, yoklama işlemini
tekrarlayacağım.
Yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline
gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Adananın
sorunları hakkında söz isteyen Adana Milletvekili Elif Doğan
Türkmene aittir.
Buyurun Sayın Türkmen. (CHP
sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmenin, Adana ilinin sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
ELİF DOĞAN TÜRKMEN (Adana) Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlar; sözlerime başlamadan önce, dün akşam İstanbul
Cupta 1inci olan ve Adanalı olmasıyla da gurur duyduğumuz
kızımız Çağla Büyükakçayı tebrik ediyorum.
Ayrıca, yine dün Adanasporumuz Gaziantepteki maçla birlikte Süper Lige
çıkmaya hak kazandı ve şampiyon oldu. Buradan tüm Adanaya da
selam ve sevgiler gönderiyorum, Adanasporumuzu kutluyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, dün öğleden sonra
Adanada 7-8 tane çiftçimiz Seyhan ilçemizin Büyükdikili Mahallesinde toplam,
başlaması ve bitmesi on beş dakika süren bir eylem
yaptılar. Bu çiftçilerimiz yıllarca patates ekiyorlar ve daha önce üç
kuruş da kazandıkları ürünlerini ne yazık ki bu yıl,
bırakın kazanmayı, çok ciddi zararına satmak zorunda
kaldılar, üstelik bir kısmı ürününü satamadı. Geçen
yıllarda hiç olmazsa 2 bin lira civarında para eden ürünleri için bu
yıl dönüm başına 2 bin lira harcıyor olmalarına
rağmen 700 liraya bile satabilecek müşteri bulamadılar. Bu
yaşadıkları sıkıntıyla da bir eylem
yaptılar, seslerini duyurmak istediler ve bu eylemlerinde hiç kimseye en
ufak bir zarar vermediler. Dediğim gibi, başlaması ve bitmesi on
beş dakika sürdü ama ne yazık ki Adanalı çiftçiler bu hak
mücadelelerinde polis tarafından dayak yediler, yumruk atıldı ve
uzun namlulu silahlarla da önce havaya ateş edilerek ve sonra
doğrudan kendilerine o silah yöneltilerek de gözaltına
alındılar.
Şu anda, bu konuşmayı yapmadan önce
aradığımda hâlen çiftçilerimizin gözaltında olduğunun
haberini aldım. Üstelik, çiftçilerimiz dünden bu yana karakoldalar. Dün
akşam dokuz itibarıyla dosyalarındaki tüm eksiklikler
bitmişti yani dün akşam adliyeye sevk edilebilirlerdi ama ne
yazık ki sanki gözaltı süresi bir ceza gibi kullanıldı ve
dayak yiyen olmalarına rağmen, yumruk atılan olmalarına
rağmen, üzerlerine uzun namlulu silahlar çevrilmiş olmasına
rağmen gözaltına alınan, karakolda tutulan yine çiftçilerimiz
oldu. Tabii, biz bu anlayışı aslında tanıyoruz.
Yıllar önce Mersin mitinginde şu anda
Cumhurbaşkanımız, o dönemin Başbakanı Sayın Recep
Tayyip Erdoğan zaten geçinemediğini söyleyen çiftçimize Ananı
da al git. demişti. Biz şunu görüyoruz: Demek ki bu
anlayış hâlen devam ediyor. Bu anlayıştır ki polis
tarafından korunması gereken, polis tarafından güvenlik önlemi alınması
gereken çiftçimiz polis tarafından yumrukla dövülüyor, üzerlerine uzun
namlulu silahlar çevriliyor ve emniyet müdürlüğü, gözaltı süresini
sonuna kadar kullanıyor. Bu kadar basit, on beş dakikalık bir
hak arama eylemi sonucunda dünden bu yana çiftçilerimiz gözaltında. Ben bu
sorunu özellikle dile getirmek istedim. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
çiftçilerimizin sorunları sürekli konuşuluyor ama ne yazık ki
Hükûmet çözüm üretme anlamında hiçbir çalışma içerisine girmiyor.
Bunu da ben tüm Türkiye halklarının takdirlerine sunuyorum.
Çok teşekkür ediyorum. Selam ve saygılar.
(CHP ve HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Türkmen.
Gündem dışı ikinci söz, gözaltı
işlemleri hakkında söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Osman
Baydemire aittir.
Buyurun Sayın Baydemir. (HDP
sıralarından alkışlar)
2.-
Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemirin, gözaltı
işlemlerine ilişkin gündem dışı konuşması
OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa)
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi
saygıyla, sevgiyle, hürmetle selamlıyorum.
Esas itibarıyla söz alma isteğimin
temelinde, kökeninde meslektaşlarım olan avukatların
gözaltı işlemleri ve gözaltı işlemlerinin devam eden
safahatta pratikte karşılaşmış olduğu hukuksuzluklar,
pratikte karşılaşmış oldukları mesleklerinin
gereğini icra etmeye yönelik engellere dair Meclisi bilgilendirme
amaçlıdır. Neredeyse on aylık bir zaman dilimidir hepimizin
aslında eleştirdiği, değişmesi gerektiğini
savunduğu Anayasanın bir bütün olarak raftan
kaldırıldığı, Anayasanın uygulamadan
kaldırıldığı bir zaman diliminden geçiyoruz.
Anayasanın 26ncı maddesi düşünce hürriyetini düzenlemekte,
Anayasanın 28inci maddesi basın hürriyetini düzenlemekte ve
Anayasanın 35inci maddesi mülkiyet hakkını düzenlemektedir
ama, aynı zamanda, Anayasa, kişi güvenliği ve hürriyetini de
garanti altına alan metinlerden bir tanesidir.
Maalesef, on aylık zaman dilimi içerisinde,
bırakın demokratik hukuk devleti uygulamasını, bir bütün
olarak artık, bir parti devleti uygulamasıyla karşı
karşıyayız. Sadece Parlamento içerisinde değil, bu
Parlamento içerisinde yaşamış olduğumuz, tanık
olduğumuz Hükûmet Meclisi, parti Meclisi uygulaması, uygulamada,
yerelde, kentlerde, kaymakamlıktan valiliğe kadar bütün kamu
birimleri, erk ve erkmenleri, bir nevi, partinin despotizmi altında
işlem görmektedir. Şu ana kadar, sadece on aylık zaman dilimi
içerisinde, 26 belediye eş başkanı, 20yi aşkın Meclis
üyesi tutuklanarak cezaevine konuldu, 14 eş başkan ve Meclis üyeleri
görevinden uzaklaştırıldı.
Yani, seçimle elde edilemeyeni, bugün, AKP Hükûmeti,
bir nevi, kolluk görevlisi eliyle, diğer bir bakış
açısıyla, adliye, yargı eliyle, halkın vermemiş
olduğu rızayı, cezalandırarak görevden almakta ve cezaevine
koymaktadır. Aynı zamanda, gözaltına alınan, cezaevine
konulan, tutuklanan her bir yurttaş, geride
bıraktıklarını da cezalandırma adına, kendi
bulunduğu ilin dışındaki cezaevlerine sevk edilmekte,
nakledilmektedir. On aylık zaman dilimi içerisinde... Şimdi
diyeceksiniz ki Orada hendek var, barikat var, direniş var, dolayısıyla
bundan dolayı biz bu uygulamayı yapıyoruz. Urfada, sadece on
aylık zaman dilimi içerisinde, tamı tamına 1.500 insan
gözaltına alındı ve gözaltında, 12 Eylül hukukunu, 12 Eylül
dönemini aratan işkencelere maruz kaldılar; aynı zamanda, bu
insanlardan 400 tanesi tutuklandı ve Urfanın
dışındaki cezaevlerine nakledildi, geride bırakılan
aileleri de bu minvalde cezalandırılmak adına. Açık
söylüyorum, işkencelere dair, işkence iddia ve isnatlarına dair
verilen hemen hemen hiçbir suç duyurusu dilekçesi de işleme konulmuyor.
Bunun kadar önemli olan bir husus da şudur ki:
Savunma, yargının olmazsa olmaz sacayaklarından bir tanesidir.
Gözaltı işleminde, evdeki aramadan mahkemedeki savunmaya kadar
avukatların gerek CMK gerekse CMUKa göre sahip oldukları haklarını
-yine kullanmakta güçlük çekiyorlar- kullanmalarına izin verilmiyor.
Saatlerce, bazen günlerce müdafisiyle görüşememe ya da müdafisi,
kolluğa gittiğinde tartaklanan avukat arkadaşlarımızla
bir şekilde karşılaşıyoruz.
Özü itibarıyla bu talep de, bugün burada
gündeme getirmemin sebebi de Urfa Baromuzun talebinin gereğini yerine
getirmek çabasıdır. Eğer ki bütün bu uygulamalar, toplumu
zapturapt altına alma, toplumu sindirme amacıyla
gerçekleştiriliyorsa -ki budur, bunun başka bir anlamı,
başka bir izahı yoktur- vallahi yetmiş yıldır, seksen
yıldır toplum baskıyla, cebirle, şiddetle, hukuk
dışı yöntemlerle sinmedi, bundan sonra da toplum sinmeyecektir.
Eğer toplumu kazanmanın bir yolunu arıyorsanız, o da
yüreklerine hitap etmektir; o da özgürlükle, eşitlikle ve adaletle ancak
gerçekleşebilir.
Ben son söz olarak da bir kez daha, bu Parlamentoda
bulunan herkes dâhil olmak üzere ve bu Parlamentoda bulunan temsiliyetin temsil
etmiş olduğu kitleler dâhil olmak üzere hepimizin bir gün mutlaka
hukuka, adalete ihtiyacı olacaktır. Gelin, bugün bir kez daha bu
Meclis, kurucu Meclis iradesini ortaya koysun ve şimdiden hukuka, adalete,
özgürlüklere birlikte sahip çıkalım.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Baydemir.
Gündem dışı üçüncü söz, Dünya
Kardeşlik Haftası münasebetiyle söz isteyen Yozgat Milletvekili
Ertuğrul Soysala aittir.
Buyurun Sayın Soysal. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
3.-
Yozgat Milletvekili Ertuğrul Soysalın, Dünya Kardeşlik
Haftasına ilişkin gündem dışı konuşması
ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) Teşekkürler
Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Dünya Kardeşlik Haftası münasebetiyle gündem
dışı söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla,
sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.
Kardeşlik, insanlığı ve Müslümanları
birbirine bağlayan en kuvvetli zincirdir. Değerli arkadaşlar,
kardeşlik tabirinin iki önemli manası bulunmaktadır.
Birincisi: İnsanlık kardeşliği, din, ırk ve başka
bir kayıtla bağlı olmaksızın Kuranın
vurguladığı insanlıktan kaynaklanan kardeşliktir. Bu
kardeşlik manası, Müslüman, gayrimüslim bütün insanlar için
geçerlidir. Kuranda bütün insanların Hazreti Âdemin nesli olmak
açısından kardeş olduğunu ifade eden ayet de buna
işaret etmektedir. Ey insanlar, biz sizi bir erkek ile bir dişiden
yarattık. Sonra da birbirinizi tanıyasınız diye milletlere
ve kabilelere ayırdık. Yani, kısaca, Yunus Emrenin dediği
gibi Yaratılanı severiz, Yaradandan ötürü.
İkincisi ise Müslümanlar arasındaki
İslam kardeşliğidir. Gerçekten Müminler kardeştirler.
mealinde ve Hucurat Suresindeki ayet bunu söylemektedir. Anadolu
insanını birbirine bağlayan en önemli bağ, İslam
kardeşliğidir. Mevcut olan birlik ve beraberliğin temelinde de
yine eskiden kalma iman ve İslam bağı bulunmaktadır. Bu
ruhun tesiriyle Osmanlıya bağlanan Müslümanlar ve bu arada
Şarkın imanlı ahalisi, asırlarca İslama
bayraktarlık yapan Türk milletine İslam'ın kahramanı ve
Müslümanların ağabeyi olarak bakmışlardır.
Allahın çoğu peygamberleri Şarka
göndermesi işaret ediyor ki Şarkı uyandıracak ve terakki
ettirecek sadece ve sadece din duygusu ve İslam kardeşliğidir.
Asrısaadet ve Osmanlı dönemi buna örnektir.
Burada büyük mütefekkir Cemil Meriçin sözlerini
hatırlatmak istiyorum: Bu ülkenin ırklarını tek ırk,
tek kalıp, tek insan hâline getiren, İslamiyet olmuş. Biyolojik
bir vahdet değil bu; ne kanla ilgisi var ne kafatasıyla. Vahdetlerin
en büyüğü, en mukaddesi, ister siyah derili, isterse sarı
İnsanlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı
şeyler için yaşamak ve ölmek; Türkü, Arapı, Kürtü, Arnavutu
düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç. Gazaya yani
irşada, bin yıl beraber ağlayıp beraber gülmek.
Kardeşliğin tarifini, Cemil Meriç böyle yapıyor.
Yine, büyük âlim Bediüzzaman, geçmişte
Şeyh Said'e şu hakikatleri haykırmıştır: Türk
milleti, asırlardan beri İslamiyetin
bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler
yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin
torunlarına kılıç çekilmez. Biz, Müslümanız, onlarla
kardeşiz; kardeşi kardeşle
çarpıştırmayınız. Bu, şeran caiz değildir.
Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir, dâhilde
kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz,
Kuran ve iman hakikatleriyle tenvir ve irşat etmektir. En büyük
düşmanımız olan cehaleti izale etmektir. Teşebbüsünüzden
vazgeçiniz; zira, akim kalır, birkaç cani yüzünden binlerce kadın ve
erkek telef edilebilir. Yaptığınız mücadele, kardeşi
kardeşe öldürtmektir ve neticesiz kalacaktır. Çünkü Türk-Kürt birdir,
kardeştir. Türk milleti, bin senedir İslâmiyete bayraktarlık
etmiş, dini uğrunda milyonlarca şehit vermiştir.
Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslam müdafilerinin torunlarına,
Türk milletine kılıç çekilmez ve ben dahi çekmem. demiştir.
Değerli arkadaşlar, terör zehrinin
panzehri, İslam kardeşliğidir. Önemle şunu belirtmek
istiyoruz ki hakiki bir Müslüman, samimi bir mümin, hiçbir zaman anarşiye,
teröre ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle
yasakladığı şey, fitne ve anarşidir. Çünkü
anarşi, hiçbir hak tanımaz, insanlık seciyelerini ve medeniyet
eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir.
Bu kahraman millet ve onun şanlı ordusu,
ebede kadar İslam'ın bayraktarı olmaya devam edecektir. Bu
orduyu yıpratıp Türkiye Cumhuriyetini yıkmak isteyen
Avrupalılar da, Amerika da, şuursuzca İslam düşmanlarının
ekmeğine yağ süren bazı komşu devletler de perişan
olacaklardır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve kahraman ordusu,
muvakkat arızalarla farklı noktalara çekilmiş olsa bile, iman
nuru ve Kuranın ışığıyla yine
İslam'ın elinde elmas bir kılıç olarak kalmaya devam
edecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sözün özü şudur değerli arkadaşlar:
Türkiye Cumhuriyeti devleti, ordusu, milleti ve vatanıyla kıyamete
kadar Allahın inayetiyle ayakta kalacaktır diyor, hepinizi
saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Soysal.
Şimdi, gündeme geçmeden önce, sisteme giren ve
60a göre söz talep eden sayın milletvekillerinin isimlerini sizlerle
paylaşıyorum: Sayın Aydemir, Sayın Gündoğdu,
Sayın Gürer, Sayın Turan, Sayın Erdinç, Sayın
Bektaşoğlu, Sayın Özdiş, Sayın Özdemir, Sayın Topal,
Sayın Şimşek ve son olarak Sayın Dağlı.
Şimdi sırasıyla 60a göre bir
dakikalık süreyle söz veriyorum.
Sayın Aydemir, buyurun.
V.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemirin, İkinci Lige yükselen
Erzurumspor Futbol Takımını tebrik ettiğine ilişkin
açıklaması
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum)
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Malum, futbol, yaygın, baskın ve popüler
bir spor alanı. Temsilcisi olduğum ilimizin bu sahadaki
markasıysa Erzurumspor. 1968 yılında kurulan, Süper Lige kadar
yükselen bir marka; Erzurumun mavi-beyazlı bereketi,
aklığın sembolü kar ile istiklalin motifi semanın renginde
buluşan bir sevda. Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen,
11 Nisan 2011 yılında Üçüncü Lige yükselen ve hüznümüzü teselli
eden, futbola yönelik beklenti ve umutlarımızı
yığdığımız bir takım, yeni bir Erzurum
sinerjisi. Şükür, 2011-2012 sezonundan bu yana ısrar ve heyecanla
beklediğimiz İkinci Lig hedefine ulaştı. Beklentimiz, Süper
Lig adresine yönelmesidir. Başarı, Büyükşehir Belediye
Başkanımız Sayın Mehmet Sekmenin eseridir. Kulüp
Başkanımız Sayın Demirhanın ve yönetim kurulu
üyelerinin yoğun çabaları ve 12nci adam olarak
adlandırılan büyük Erzurumspor taraftarlarının eseridir başarı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) Hepsine
medyunuşükran olduğumuzu ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
Sayın Gürer
2.-
Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürerin, Niğde ilinde tarım
arazilerinde toplulaştırma ve miras yoluyla intikal nedeniyle
yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Niğde ilinde tarım arazilerinde devam eden
toplulaştırmayla ilgili çok sayıda şikâyet almaktayım. Verimli arazim
alındı, kıraç yerden verildi. diyenden Toplulaştırma
nedeniyle benim tarlamı ipotek olarak kabul etmiyorlar. diyene kadar
sorun var. Bu konuda çiftçilerin ikna edilmesi gerekiyor.
Miras yoluyla intikal eden arazilerde de sorun var.
5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu 8inci
maddesi gereği, mirasa konu tarımsal arazilerin mülkiyet devirlerinin
murisin ölümü tarihinden itibaren bir yıl içinde tamamlanması
gerekiyor. Çoğu yerde bir yıl içinde tarım alanında miras
paylaşımı yok, aileden biri tarlayla ilgileniyor. Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu
Genel Müdürlüğü üç ay bir ek süre veriyor, mülkiyet devri
tamamlanmaması durumunda sulh hukuk mahkemesi nezdinde arazinin, istemde
bulunan ehil mirasçıya, ehil mirasçı olmaması durumunda en fazla
veren istekli mirasçıya devrine, aksi takdirde üçüncü kişiye
satılmasına karar veriyor.
BAŞKAN
Sayın Gündoğdu
3.-
Ordu Milletvekili Metin Gündoğdunun, Profesör Doktor Erol Güngörün
vefatının 33üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması
METİN
GÜNDOĞDU (Ordu) Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Türk-İslam
düşünce dünyasının yetiştirdiği nadide
mütefekkirlerden Erol Güngör Hocamızın milliyetçilik kavramına
bakışı ve değerlendirmeleri günümüzde de büyük önem arz
etmektedir. Onun fikirlerini doğru anlamak ve özümsemek, milliyetçilik
kavramını tam manasıyla idrak etmemize katkı
sağlayacaktır.
Milliyetçiliği
ırk üzerinden değil, kültür bütünlüğü üzerinden
değerlendiren dava adamı, kıymetli mütefekkir, sosyal psikolog
ve yazar Profesör Doktor Erol Göngörü vefatının 33üncü senesinde
rahmetle ve duayla anıyorum.
Milletin
Meclisini saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
Sayın Turan
4.-
İstanbul Milletvekili Hasan Turanın, İstanbulda bir
organizasyonda tebliğ sunan Mısır eski İletişim
Bakanının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanla ilgili
ifadelerine ilişkin açıklaması
HASAN TURAN
(İstanbul) Recep Tayyip Erdoğan ve partisinin iktidara geldikten
sonra uyguladığı politikalar, Erdoğanın yüz
milyonlarca Müslüman ve Arapın gönlünde taht kurmasını
sağladı. Uyguladığı siyaset, sözlere değil
eyleme, ikiyüzlülüğe değil şeffaflığa,
çıkarların peşinde koşmaya değil ilkelerin
kazanmasına ve erdemlere dayalıydı. Görünürde bu politikalar,
Türkiye Hükûmetine hatta şahsi olarak Erdoğana bazı maliyetler
ve zorluklar çıkarsa da, bazı ilişkileriyle çelişse de her
zaman insanı ve ilkeleri öne çıkaran güçlü duruşuyla Türkiye,
siyasi ve ekonomik açıdan Erdoğan ve yönetimi sayesinde
güçlenmiş ve bugün İslam dünyasının lideri olmuştur.
Bu münasebetle,
buradan hep birlikte haykırıyoruz ki Teşekkürler Türkiye
Bu sözler,
İstanbulda dört gün boyunca onlarca İslam ülkesinden gelip
Teşekkürler Türkiye adlı bir organizasyonda tebliğ sunan
Mısır eski İletişim Bakanına aittir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN TURAN
(İstanbul) Kendi ülkesi ve liderini Batı başkentlerine
jurnalleyen, müstevlilerle aynı ruh iklimine sahip, onların diliyle
konuşan ve onların gözüyle Türkiyeye bakanlara duyurulur.
BAŞKAN
Sayın Erdinç
5.-
Adana Milletvekili Mehmet Şükrü Erdinçin, Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan tarafından Adanada 49 fabrika ile Tufanbeyli Termik
Santralinin açılışının yapılarak
vatandaşların hizmetine sunulduğuna, Süper Lige yükselen
Adanaspor Futbol Takımını ve teniste büyük bir başarı
kazanan Çağla Büyükakçayı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması
MEHMET
ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Adanamız
dün, tarihî günlerden birini yaşadı; özel sektör tarafından
Adanamıza kazandırılan 49 fabrika ve Tufanbeyli ilçemizde bir
termik santralin açılışını Sayın
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gerçekleştirerek
vatandaşlarımızın hizmetine sunmuştur.
Yine, Adanaspor takımımız, dün
oynadığı maçla Birinci Lige, Süper Lige yükselme konusunda
şampiyonluğu garantilemiş ve Süper Lige
çıkmıştır. Adanaspor camiamızı buradan tebrik
ediyorum.
Yine, Adanalı bir kardeşimiz Çağla
Büyükakçay, teniste de Türkiye adına elde ettiği güzel bir
başarıyla şampiyon olmuştur. Kendisini buradan tebrik
ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Özdiş
6.-
Adana Milletvekili İbrahim Özdişin, Süper Lige yükselen Adanaspor
Futbol Takımını tebrik ettiğine, Adana Demirsporun da
Süper Lige çıkmasını umut ettiğine ve Adanada patates
fiyatlarını protesto etmek isteyen bir grup çiftçinin eylemine sert
bir tepki gösteren polis memuru hakkında bir işlem yapılıp
yapılmadığını öğrenmek istediğine
ilişkin açıklaması
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Adanasporumuz, on iki yıl aradan sonra büyük
bir zafere imza atarak Süper Lige çıktı. Futbolcuları, teknik
heyeti, yönetimi, başkanı ve cefakâr taraftarları içtenlikle
kutluyorum. Süper Ligde başarılar diliyorum.
Yine, şehrimizin güzide takımı olan
Adana Demirsporumuzun da Süper Lige erişmesini candan diliyorum.
Sayın Başkan, dün Adanada patates
fiyatlarını protesto etmek isteyen bir grup çiftçimiz, yola patates
dökerek eylem yapmışlardı. Sadece on-on beş dakika süren bu
eylem bitmiş, grup dağılmaya başlamışken bir
polis memuru, uzun namlulu silahıyla aracından inerek çiftçilere sert
tepki göstermiş, sonrasında da arbede çıkmıştı. Şimdi,
Sayın İçişleri Bakanına soruyorum: Uzun namlulu bir
silahla
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana)
insanları kışkırtmak, arbede içerisine girmek
mantıklı bir hareket midir? Anayasal hakkını kullanmak,
zararsız protesto eylemini düzenlemek ne zamandan beri suçtur? Polis
memuru hakkında inceleme başlatılmış mıdır?
BAŞKAN Sayın Bektaşoğlu
7.-
Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlunun, Mardinin Nusaybin
ilçesinde şehit olan 2 askere Allahtan rahmet dilediğine
ilişkin açıklaması
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yine şehitlerimiz var, yine acımız
büyük. Mardinin Nusaybin ilçesinde devam eden operasyonlar sırasında
bu sabah, PKKlılar tarafından bir binaya yerleştirilen el
yapımı patlayıcının infilak etmesi sonucu 2 askerimiz
maalesef şehit olmuşlardır, 2 askerimiz de
yaralanmıştır. Bu sefer acının adresi, Giresunun
Yağlıdere ilçesi olmuştur. 23 yaşındaki uzman
çavuş Süleyman Kul, hainlerin tuzaklarında şehit olmuştur.
Kul, bir süre önce Eynesilli şehit Bekir Kellecinin cenaze törenine
katılmış ve arkadaşının fotoğrafıyla en
önde yürümüştü, hainlerle savaşırken de en önde idi. Şehit
Süleymanımızı, vatanın bölünmez bütünlüğü için
şehit olan bütün kahramanlar gibi saygı, rahmet ve minnetle
anıyoruz, kendisine Allah'tan rahmet diliyorum, ailesinin,
hemşehrilerimin ve milletimizin başı sağ olsun.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Özdemir
8.-
İstanbul Milletvekili Sibel Özdemirin, Çanakkale kara
savaşlarının 101inci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
SİBEL ÖZDEMİR
(İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efsane Genel
Başkanımız, Başbakanımız Bülent Ecevit, Çanakkale
savaşlarıyla ilgili şiirini şöyle tamamlar: Üstü cennet,
altı mezar Çanakkale toprağının/Kavga bitmiş
mezarlarda kaynaş olmuş yiten canlar./Huzur içinde uyusun
vuruştukları toprakta/Kavgadan, kinden uzakta yan yana dostça
yatanlar. Ancak gelin görün ki bugünkü siyasal iktidar, ülkemizi, milletimizi,
ulusal bayramlarımız, zaferlerimiz ve ortak değerlerimiz
üzerinden bir ayrıştırma, kutuplaştırma siyaseti
izleyerek buradan siyasi kazançlar elde etme gafleti içine düşmüştür.
Bizler, Cumhuriyet Halk Partililer olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve
Çanakkalede yatan şehitlerimizin bizlere emanet ettiği ve bizleri
bir millet olarak bir arada tutan tüm değerlerimize sahip
çıkacağımız ruhuyla Çanakkale kara
savaşlarının 101inci yılını saygıyla
anıyoruz.
BAŞKAN Sayın Topal
9.-
Hatay Milletvekili Serkan Topalın, Hatayın Yayladağı
ilçesine sığınmacı olarak gelenlerin önemli bir bölümünün
cihatçılar olduğuna, Reyhanlı ilçesinde yoğun olarak kaçak
geçişler yaşandığına ve bu konuda bilgi almak
istediğine ilişkin açıklaması
SERKAN TOPAL (Hatay) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Suriye savaşı nedeniyle son
dönemde yaşanan göç dalgasında Hatay ilimizin Yayladağı
ilçesine sığınmacı olarak kente girenlerin önemli bir
bölümünün cihatçılar olduğu; bunlar arasında da Orta Asya, Kuzey
Afrika ve Kafkas kökenlilerin de bulunduğu belirtilmektedir.
Bilindiği gibi, Reyhanlı ilçemizin Bükülmez Köyü ve
Yayladağı Güveççi köyleri kaçak geçişlerin en yoğun
yaşandığı yerlerdendir. Tespit edilen kaçak geçişlerde
yakalanan ve basında sıklıkla Türkmen olarak belirtilen
kişilerin uyrukları gerçekte Türkmen midir? Bu kişiler
hakkında ne gibi işlemler yapılmıştır? Bu yasak
geçişler için önlemler alınıyor mu?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın
Şimşek
10.-
Mersin Milletvekili Baki Şimşekin, Süper Lige yükselen Adanaspor
Futbol Takımını tebrik ettiğine ve şehit
yakınlarının devlet kadrolarına atamaları yapılırken
mesleklerinin göz önünde bulundurulması gerektiğine ilişkin
açıklaması
BAKİ ŞİMŞEK
(Mersin) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben de komşu ilimizin
takımı Adanasporu Birinci Lige çıkışından
dolayı kutluyor, başarılar diliyorum.
Hükûmetimiz, şehit yakınlarıyla
ilgili, şehit ailelerine, yakınlarına devlet kadrolarında
iş vermekle ilgili gerekli atamaları yapmaktadır; bu, doğru
bir karardır. Yalnız bu atamalar yapılır iken şehit
yakınlarının kendi mesleklerine göre devlet kurumlarına
atanması gerekmektedir. En son, Mersinden 2 şehit
yakınımızın ataması yapılmıştır.
Bunlardan biri, orman mühendisi olan, İŞKURa; İŞKURda
çalışması gereken bir memurumuzun da Orman Bölge
Müdürlüğüne tayini çıkartılmıştır. Bunlarla
ilgili gerekli düzenlemelerin yapılması ve atama sırasında
mutlaka her şehit yakınının kendi mesleğiyle ilintili
bir kuruma atanması gerektiğini düşünmekteyim. Bununla ilgili
sayın bakanlarımızın gerekli çalışmayı
yapmasını istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Dağlı
11.-
Adana Milletvekili Tamer Dağlının, Adanada Tufanbeyli Termik
Santrali ile 50 adet fabrikanın açılışını yapan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğana teşekkür
ettiğine, Süper Lige yükselen Adanaspor Futbol Takımını,
teniste büyük bir başarı kazanan Çağla Büyükakçayı ve küme
düşmeyen Kozan Belediyesporu tebrik ettiğine, Adana Demirspora
başarılar dilediğine ilişkin açıklaması
TAMER DAĞLI (Adana) Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Ben de Adanaya ayağı uğurlu gelen ve
üç güzel mutluluğu bizimle beraber paylaşan Sayın Cumhurbaşkanımız
Recep Tayyip Erdoğana öncelikle teşekkür ediyorum.
Kendisi, Tufanbeyli Termik Santralini, 1,1 milyar
dolarlık yatırımı açtı. Öncelikle onun
hayırlı olmasını diliyorum. Ayrıca Adana Organize
Sanayi Bölgesinde de 50 adet fabrikanın açılışını
yaptı.
Ayrıca şampiyon Adanasporumuzun tüm
teknik heyetini, futbolcularını, başkanını ve
taraftarlarını tebrik ediyorum, Allah, mahcup etmesin diyorum.
Yine teniste Adanalı şampiyonumuz
Çağla Büyükakçayı da tebrik ediyorum. Ayrıca Adana
Demirsporumuza da şampiyonluk yolunda başarılar diliyorum.
Yine kendi ilçemin takımı Kozansporu da
çok büyük mücadele sonrasında kümede kalma başarısını
gösterdiği için tebrik ediyor, bundan sonraki süreçte inşallah hep
beraber şampiyonluğa oynarız diyorum.
Teşekkür ediyorum, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın Gökdağ
12.-
Gaziantep Milletvekili Mehmet Gökdağın, kuraklık nedeniyle
Barak Ovasındaki ürünlerin kuruma tehlikesiyle karşı
karşıya olduğuna ve bir an önce bu soruna çare bulunması
gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET GÖKDAĞ (Gaziantep) Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Nizipte Hancağızdan başlayıp
Karkamışın Kıvırcık, Karanfil köylerinde son
bulan Hancağız Barajı, kanal ve yağmur suyuyla beslenir.
Bundan altı yıl önce Fırat Nehrinden yapılan pompalama
bitmiş olmasına rağmen pompalama yapılmıyor. 17 köyü
sulaması gereken baraj 3 köyün arazisini suluyor. Kuraklık nedeniyle
Barak Ovasındaki ürünler kuruma tehlikesiyle karşı
karşıya. Bir an önce bu soruna çare bulunması gerekiyor.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Aydın
13.-
Erzurum Milletvekili Kamil Aydının, İkinci Lige yükselen
Erzurumspor Futbol Takımını tebrik ettiğine ilişkin
açıklaması
KAMİL AYDIN (Erzurum) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Geçmişinde namağlup
şampiyonlukları bulunan ve Birinci Ligin doğudaki tek
temsilcisi olan Erzurumsporumuz, maalesef 2000li yılların
başında içine düştüğü veya düşürüldüğü mali
sıkıntılardan dolayı hızla Amatör Lige kadar
düşmüş ve ilimizi büyük bir üzüntüye boğmuştur. Bu sene
Üçüncü Ligden İkinci Lige çıkması nedeniyle şehrimize
yeniden bir moral kaynağı olmuştur.
Takımımızın şampiyonluğunu içtenlikle kutluyorum
ve bu şampiyonlukta emeği olan yöneticileri, teknik ekibi ve
futbolcuları ama her şeyden önce büyük Erzurumspor sevdasıyla
yaz kış demeden, uzak yakın demeden büyük fedakârlıklar
gösteren ve geçen hafta 30 bin civarında bir seyirciyle bir araya gelen
bütün Erzurumluları, Erzurumsporluları, Erzurum camiasını
kutluyorum, hayırlı olsun.
BAŞKAN Son olarak Sayın Gündoğdu,
buyurun.
14.-
Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdunun, Kırklarelide
ekinlerin TMO tarafından alımı konusunda mağduriyet
yaşanmamasını dilediğine ilişkin açıklaması
VECDİ GÜNDOĞDU (Kırklareli)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, yaz ayı geldi, orak
mevsimi başladı. Kırklarelimiz, tahıl ambarı yönünden
Türkiye'nin yüzde 4ünü karşılayan bir ildir. Geçtiğimiz
dönemlerde maalesef ekinleri alamayan bir TMO vardı. Yine çiftçilerimiz,
bu dönem TMOlara başvurarak ekinlerinin alınmasını istiyor
ama kısmi olarak alındığını da görüyoruz.
Aynı mağduriyetin bir daha ilimizde yaşanmamasını
istiyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Baluken, size de iki dakikayla söz
veriyorum.
Buyurun Sayın Baluken.
15.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, Halkların Demokratik
Partisi olarak Kilise yönelik çete saldırılarını
kınadıklarına ve bir kez daha Hükûmete Meclisi ve kamuoyunu
bilgilendirme çağrısı yaptıklarına, Ankarada
Amedspora yönelik ırkçı, ayrımcı, faşist bir
saldırı gerçekleştiğine, Adanasporun Süper Lige
çıkmasını kutladıklarına ve Adanada demokratik
protesto hakkını kullanan çiftçilere yönelik yapılan saldırıyı
kabul edilemez bulduklarına ilişkin açıklaması
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, aylardır Kilis ilimize
yönelik çete saldırıları devam ediyor ve maalesef, bütün
ısrarlı taleplerimize rağmen, biz, Kilis
sınırında nelerin yaşandığını medyadan
gelen bilgiler dışında öğrenme şansına sahip
olmuyoruz.
İki haftadır Meclis Genel Kurulunda hemen
hemen her gün Kilise yapılan saldırılarla ilgili Hükûmet
yetkililerinin buraya gelip Meclisi bilgilendirmesi, Türkiye kamuoyunu
bilgilendirmesi çağrısını yapmamıza rağmen bugüne
kadar maalesef, bu yönlü talebimize kabine yetkilileri, bakanlık
yetkilileri her hangi bir şekilde cevap vermiş değiller ve bu
gayriciddi yaklaşım neticesinde de Kilise yönelik
saldırılar aynı şekilde devam ediyor.
Son üç ay içerisinde Kilise yönelik 47 kez çete
saldırıları olmuş; bu 47 saldırıyla 17 insan
yaşamını yitirmiş, bunlardan 6sı Suriyeli göçmen,
geri kalanı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları,
vatandaşlarımız, 61 insan ki aralarında ağır
yaralananlar da var- yaralanmış. Bütün bu saldırılara
rağmen hâlâ bu saldırıları yapan çeteleri isimlendirmekten
bile imtina eden bir Hükûmet ciddiyetsizliğiyle karşı
karşıyayız. Özetle, gelinen aşama şudur: Kilisteki
halkımızın ve oraya can güvenliği nedeniyle
sığınmış olan Suriyeli kardeşlerimizin can ve mal
güvenliği, AKP Hükûmetinin uyguladığı politikalar
neticesinde tamamen ortadan kalkmıştır. Biz, yapılan bu saldırıları
kınıyoruz. Hükûmete, bir kez daha Meclise ve Türkiye kamuoyuna
bilgilendirme çağrısı yapıyoruz.
Diğer taraftan, saldırılardan hemen
sonra Kilis halkına saldıran güvenlik güçlerini
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen toparlayalım.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Kilis
halkının demokratik protestolarına saldıran güvenlik
güçlerinin yaklaşımlarını da kabul edilemez
bulduğumuzu ifade etmek istiyoruz.
Sayın Başkan, dün Ankarada Ankaragücünü
2-1 yenen Amedspora yönelik ırkçı, ayrımcı, faşist
bir saldırı gerçekleşti. Amedsporun yöneticileri
şahsında, aslında bütün Amedspor camiasına ve taraftar
kitlesine yapılan bir saldırıydı. Sporda
ırkçılığın, ayrımcılığın ve
şiddetin hangi düzeye geldiğini göstermesi açısından
önemlidir. Bu saldırıyı
kınadığımızı, sporda şiddetten,
ırkçı, ayrımcı yaklaşımlardan vazgeçilmesi, fair
play ve centilmenlik ruhunun öne çıkması gerektiğini ifade
ediyoruz. Bu anlamda, Adanasporun Süper Lige çıkmasını da
Halkların Demokratik Partisi olarak kınıyoruz. (C)
Son olarak, dün Adanada demokratik protesto
hakkını kullanan çiftçilere yönelik yapılan
saldırıyı kabul edilemez bulduğumuzu; Adanalı
çiftçileri polis zoruyla baskılama yerine sorunlarını anlama temelinde,
sorunlarının çözümüne katkı sunma temelinde AKP Hükûmetini
duyarlılığa çağırıyoruz.
BAŞKAN Teşekkürler.
ERHAN USTA (Samsun) Tutanaklara yanlış
geçti Sayın Baluken.
BAŞKAN - Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Bir saniye Sayın
Başkanım.
Bir düzeltme yapabilirseniz.
Kınadığını ifade ettin, onu düzelt istersen.
TAMER DAĞLI (Adana) Niye
kınıyorsunuz Adanasporun şampiyonluğunu? Diliniz sürçtü
herhâlde?
BAŞKAN Bir saniye.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Sayın Başkan, mikrofonu açar mısınız?
BAŞKAN - Mikrofonunu açalım Sayın
Balukenin, yanlış bir anlaşılma oldu galiba.
Buyurun Sayın Baluken.
VI.-
DÜZELTİŞLER
1.-
Diyarbakır Milletvekili İdris Balukenin, "Adanasporun Süper
Lige çıkmasını kutladıkları" hakkındaki
açıklamasında sehven yaptığı
yanlışlığı düzelttiğine ilişkin
açıklaması (x)
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Adanasporun şampiyonluğunu kutladığımızı
ifade ettim.
ERHAN USTA (Samsun) Kınıyoruz diye
geçti.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Öyle mi?
ERHAN USTA (Samsun) Öyle oldu.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Herhâlde
bir dil sürçmesi olmuştur.
BAŞKAN Olabilir.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Yani
Halkların Demokratik Partisi olarak, Adanasporun Süper Lige
çıkmasından dolayı kendilerini kutluyoruz, bütün Adanadaki
halkımıza hayırlı uğurlu olmasını temenni
ediyoruz.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Gök, size de iki dakika artı bir
dakika veriyorum.
Buyurun.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
16.-
Ankara Milletvekili Levent Gökün, Nusaybinde şehit olan 2 askere
Allahtan rahmet dilediğine, Çanakkale kara savaşlarının
101inci yıl dönümüne, Trabzonda hakeme ve Ankarada Amedsporlu
yöneticilere yönelik saldırıların kabul edilemez olduğuna
ve sporda şiddeti kınadığına, Süper Lige yükselen
Adanaspor Futbol Takımını tebrik ettiğine ve Adanada patates
üreticilerine yönelik polis saldırısını ve Kiliste
yaşananlar nedeniyle Hükûmeti kınadığına ilişkin
açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Yine şehitlerimiz var ne yazık ki. Her
gün, her konuşmamızda sözlerimize şehitlerimizle ilgili haber
vermenin üzüntüsünü yaşayarak başlıyoruz ama Nusaybinde de 2
şehidimizin olduğunu ve böyle bir travmanın Türkiyede çok derin
acılar yarattığını hatırlatarak
şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum ve tüm ulusumuza
başsağlığı diliyorum.
Çanakkale kara savaşlarının 101inci
yılında, 57nci Alay başta olmak üzere, kahramanlık
gösteren tüm askerlerimizi ve gazilerimizi de saygıyla
andığımızı ifade ediyorum.
Sporda şiddeti kabul etmemiz mümkün
değildir. Trabzonda hakeme yönelik saldırının ve Ankarada
Amedsporlu yöneticilere saldırıların asla kabul edilebilir bir
yanı bulunmamaktadır. Sporda şiddeti
kınadığımızı ifade ediyoruz.
Yine, Birinci Lige çıkan Adanaspor
takımını da kutladığımızı ifade ederken
Adananın bu görkemli çıkışına gölge düşüren
patates üreticilerine yönelik polis saldırısını da
kınadığımızı ifade etmek istiyorum.
Ayrıca, Sayın Başkan, Kiliste ne
oluyor? Tam 17 yurttaşımız şu ana kadar Kilisin
dışından IŞİDin attığı roketler ya da
başka silahlı araçlarla hayatını kaybetti. Kiliste
insanlarımızın mal ve can güvenliği kalmadı. Kilis
halkı huzur için bir gösteri yapmaya kalkarken polis bu gösteriyi
bastırmaya kalkıyor. Hâlbuki polisin, emniyet güçlerinin görevi Kilis
halkının can ve mal güvenliğini korumaktır. Burada bir
sayın bakanın açıklama yapmasını bekliyoruz. Hükûmet
Soğukkanlı olalım, olayları önleyeceğiz. diyor ama
17 yurttaşımız hayatını kaybetmiş. Türkiye,
kendisinin içinde bulunmadığı ama karşı taraftan,
IŞİDden gelen bir saldırının ortasında neredeyse
bir savaşın içinde. Bu 17 kişinin hesabını kim
verecek? Kiliste neler oluyor?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Toparlayalım.
Bir dakika daha süre veriyorum.
Buyurun.
LEVENT GÖK (Ankara) Yani bu, kabul edilebilir
tablo değil. Kilisliler, can ve mal güvenliklerinden endişe eder bir
hâlde, yaşam durmuş vaziyette. Sayın Başbakan
Yardımcısı orada, 100 metre ötesine roket düşüyor,
Soğukkanlı olalım. diyor. E, peki, nasıl
soğukkanlı olacak Kilisliler? 17 kişinin hayatını
kaybettiği bir tablo, yani Bakanlar Kurulunun önleyemediği bir tablo,
Türkiye'nin önleyemediği bir tablo daha ne kadar devam edecek, kaç
yurttaşımızın ölmesini bekliyoruz?
Böyle bir tabloda Hükûmeti de şiddetle
kınadığımızı ifade etmek istiyorum. Görülmeyen
IŞİD tehlikesinin ne boyutlara ulaştığı ortaya
çıkmıştır. IŞİDi işitmemişlerdir,
IŞİD kendisini şimdi hatırlatıyor ve gösteriyor. Bunu
Hükûmet olarak önlemek durumundalar.
Saygıyla.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Gök.
Sayın Vural, buyurun.
17.-
İzmir Milletvekili Oktay Vuralın, Profesör Doktor Erol Güngörün
vefatının 33üncü yıl dönümüne, Nusaybinde şehit olan 2
askere Allahtan rahmet dilediğine ve Kilise yönelik
saldırıların ivedilikle sonlandırılması konusunda
bütün imkânların kullanılması gerektiğine ilişkin
açıklaması
OKTAY VURAL (İzmir) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Milliyetçiliği millî kültürün bizzat medeniyet
kaynağı hâline getiren, milletimizin soysuz değişmelere
açık pazar hâline getirilmesini önleyen bir medeniyet davası olarak
gören, sosyal karakterimizin eseri ve onu aksettiren Türk medeniyetinin fikir,
bilim, sanat ve kültür kaynaklarına dayalı olarak aydın olma
keyfiyetini eserleriyle ortaya koymuş Erol Güngör Hocamızı
rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun.
Maalesef, yine, hafta sonu şehitlerimiz
vardı. Doğrusu, artık her an hepimiz Ne zaman şehidimiz
var? diye endişeler içerisindeyiz. Şehitlerimize Allahtan rahmet
diliyorum ama doğrudan doğruya, maalesef, Kilis ilimiz de
IŞİD terör örgütünün saldırılarıyla, füze
saldırılarıyla karşı karşıya; can almaya
devam ediyor. Maalesef, Kilis halkı çok huzursuz.
Kilis bir sınır kentimiz. Sınır
aziz milletimizin namusudur, şerefidir ama maalesef, bu
sınırımızdan atılan füzeler oradaki insanların
ölümüne yol açmaktadır. Dolayısıyla, bu konuda, bu
saldırıların ivedilikle sonlandırılması konusunda
ellerdeki bütün imkânların kullanılması için Sayın
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın kendilerine verilen görevleri
yerine getirmesini talep ediyorlar. Ben de Kilislilerin bu taleplerini
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak dile getiriyorum. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak Kilise bir heyet de gönderdik. Bu çerçevede Kilis
halkının yanındayız ama Kilis huzur arıyor. Gerçekten,
bu huzuru bozan her türlü girişim karşısında da gereken
yapılmalıdır, huzur sağlanmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayalım
Sayın Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) Diğer
taraftan, Adanasporu kutluyorum, Süper Lige çıktılar.
Adanalılara da hayırlı olsun diliyorum.
Söz verdiğiniz için teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Vural.
Sayın Çakır, buyurun.
18.-
Tokat Milletvekili Coşkun Çakırın, Meclisin
açılışının 96ncı ve Çanakkale kara
savaşlarının 101inci yıl dönümlerine, üst lige çıkan
tüm takımları tebrik ettiğine ve Profesör Doktor Erol Güngörün
vefatının 33üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Güzel bir hafta sonunu geride
bıraktık. Meclisimizin açılışının
96ncı yılını kutladık hep beraber. Farklı
partilerden, farklı siyasi görüşlerden arkadaşlar olarak güzel
programlar, görüşmeler, konuşmalar yapıldı;
kıvandık, gurur duyduk. Aynı şekilde,
çocuklarımızın bayramını da idrak ettik.
Öte taraftan, yine hafta sonunda
Çanakkale savaşlarıyla ilgili güzel anma toplantıları
yapıldı ve tekrardan göğsümüzün kabardığı, zaman
zaman hüzünlendiğimiz, gözlerimizin nemlendiği tablolar ortaya
çıktı. Ben -yeni bir haftaya başladık- bu haftanın
başarılı bir denetim ve yasama haftası olmasını
temenni ediyorum.
Öte taraftan, diğer
arkadaşlarımız gibi biz de -spor müsabakaları yavaş
yavaş sonlanıyor- Adanasporu tebrik ediyoruz, Birinci Lige
çıktı. Bunun dışında -benim bildiğim-
Erzurumspor, Kırıkkalespor gibi kendi liglerinde üst lige çıkan,
üst gruba çıkan takımlarımızı da tebrik ediyoruz, her
birine başarılar diliyoruz. Elbette ki bütün müsabakalarda da fair
playin, centilmenliğin hâkim olmasını diliyor ve temenni
ediyoruz.
Türkiye'de sosyal bilimler
dendiğinde akla gelen, iki elin parmakları kadar adam saysak, mutlaka
her defasında başat bir noktada yer alan rahmetli Erol Güngörü
rahmetle anıyorum. Çok sayıda kitaba imza atmıştır ama
özellikle toplum, kültür ve milliyetçilik gibi konularda yazdıkları,
hocasından da esinlenerek yazdıkları hâlâ bugün bile çoğu
konuda aşılmamış, son derece temelli ve kıymetli
metinlerdir ve bize ışık tutmaya devam etmektedir. Bu vesileyle
Erol Güngörü de rahmetle anıyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Çakır.
VII.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydının,
Başkanlık Divanı olarak, üst lige çıkan tüm
takımları tebrik ettiklerine, sporda şiddeti tasvip
etmediklerine, Çanakkale kara savaşlarının 101inci yıl
dönümüne, Kilise yapılan saldırıları
kınadıklarına ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramını tebrik ettiklerine ilişkin konuşması
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, biz de
Meclis Başkanlık Divanı olarak, öncelikle, bir üst lige
çıkan tüm takımlarımızı tebrik ediyoruz; Adanaspor,
Erzurumspor, Kocaelispor, Kırıkkalespor ve şu anda ismini burada
zikredemediğimiz, bir üst lige çıkan tüm takımlarımızı
bir kez daha tebrik ediyoruz, yeni ligde de, yeni yerlerinde de
başarılarının devamını diliyoruz.
Yine, spordaki şiddeti asla tasvip etmek mümkün
değil. Hele ki asıl anlamı barış olan sporda da
şiddeti asla tasvip etmediğimizi, fair playi her alanda olduğu
gibi sporda da öncelememiz gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Yine, bu vesileyle, 101inci yılında,
Çanakkalede görev almış tüm kahramanlarımızı ve bu
arada şehitlerimizi bir kez daha saygıyla, rahmetle ve şükranla
yâd ediyoruz. Çanakkalenin birlik ruhunun ilelebet muhafaza ve devamını
diliyoruz.
Kilise yapılan, tabii ki, bu
saldırıları kınıyoruz, tasvip etmiyoruz. Kilis
halkının, Meclis olarak da her daim yanında
olacağımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Yine, aynı şekilde, hafta sonu, cumartesi
günü, tüm Türkiyede tarihî bir olayın yıl dönümünü
yaşadık. Güzel bir şekilde, kutlamalarla törenler
gerçekleştirildi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun, millî
egemenliğimizin kabulünün ve tüm dünya çocuklarının bayramı
olan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 96ncı
yılını idrak etmenin gururunu hep birlikte yaşadık.
Meclisimiz, millî iradenin ve hukukun
üstünlüğünü, hiçbir vesayet ve zorbalık kabul etmeden, bugün
olduğu gibi yarın da uygulamaya devam edecektir. Yasama görevini icra
ederken demokrasinin işlerliğini sağlayan Türkiye Büyük Millet
Meclisi, bugün de millî egemenlik için çağdaş, demokratik hukuk
ilkelerinin üstün kılınmaya çalışıldığı
ülkemizde, milletinden aldığı destek ve temsil kabiliyetiyle bunu
en güzel şekilde gerçekleştirmenin gayreti içerisindedir.
Yine, Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak
kutladığımız 23 Nisanın milletimize
kazandırdığı değerlere sahip çıkmak, yeni
yetişen nesillere bu bilinci kazandırmak en önemli vazifemizdir.
Hepimizin en değerli varlığı olan
çocuklarımızın barışın, sevginin ve kardeşliğin
ilelebet hüküm süreceği bu topraklarda yaşaması en büyük
dileğimizdir.
Yine, bu duygu ve düşüncelerle, aziz
milletimizin ve tüm çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramını tebrik ediyorum. Bu güzel armağanın,
çocuklarımız için barışın, sevginin ve
kardeşliğin anlam kazandığı bir Türkiyeye vesile
olması dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum ve
teşekkür ediyorum.
Şimdi gündeme geçiyoruz.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı
ayrı okutuyorum:
VIII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve
21 milletvekilinin, ülkemizde yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi
öncesinde alınabilecek tedbirlerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/175)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Gerekçesini ekte sunduğumuz, ülkemizde
yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde alınabilecek
tedbirlerin tespit edilmesi, yapılacak yasal düzenlemelerin ele
alınabilmesi için Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzükün 104 ve
105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) İsmet Büyükataman (Bursa)
2) Mevlüt Karakaya (Adana)
3) Şefkat Çetin (Ankara)
4) Oktay Öztürk (Mersin)
5) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
6) Ahmet Kenan Tanrıkulu
(İzmir)
7) Atila Kaya (İstanbul)
8) Mustafa Kalaycı (Konya)
9) Zühal Topcu (Ankara)
10) Ümit Özdağ (Gaziantep)
11) Edip Semih Yalçın (İstanbul)
12) Ruhi Ersoy (Osmaniye)
13) Muharrem Varlı (Adana)
14) İsmail Faruk Aksu (İstanbul)
15) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
16) Arzu Erdem (İstanbul)
17) Ahmet Selim Yurdakul (Antalya)
18) Baki Şimşek (Mersin)
19) Kadir Koçdemir (Bursa)
20) Mehmet Erdoğan (Muğla)
21) Deniz Depboylu (Aydın)
22) İsmail Ok (Balıkesir)
Gerekçe:
Dünya üzerinde meydana gelen önemli doğal
afetlerden birisi depremdir. Depremler hâlen dünyanın farklı
yerlerinde farklı şekillerde olmak üzere insan hayatını ve
faaliyetlerini etkilemeye devam etmektedir.
Ülkemiz dünyanın etkin depremlerin
görüldüğü kuşaklarından birisi üzerinde yer almaktadır.
Ülkemizde çok sayıda kırık bulunmaktadır. Bu nedenle,
geçmişten günümüze çok sayıda deprem meydana gelmiş, bu
depremler can ve mal kaybına neden olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Ülkemizde meydana gelen depremlerde, sadece 1900'lü
yıllardan bugüne 100 bine yakın kişi hayatını
kaybetmiş, 1 milyona yakın bina yıkılmış veya
ağır hasara uğramıştır.
Bursa ve yakın çevresini etkilemesi beklenen
sismik tehlikeler ise aşağıdaki faylar üzerinde meydana gelecek
depremlerle oluşacaktır:
1) Marmara Denizindeki faylarla
olacak depremler,
2) Geyve-İznik fayında
olacak deprem,
3) Bursa ve civarında
meydana gelecek depremler.
Marmara Denizinde olması beklenen deprem,
Bursa'ya 60 kilometre uzaklıkta yer alacaktır. Marmara
faylarının kırılmasıyla Bursa ve çevresi ciddi biçimde
etkilenecektir. Geyve-İznik fayında ise son beş yüz yıldan
beri kırılma olmamış, dolayısıyla aktif bir fay
olarak Bursa için büyük bir risk olduğu artık bilinen bir gerçektir.
Bursa ve civarında tarihî süreç içinde
olmuş depremlerde hangi fayların kırıldığı
ve depremlerin tekrarlanma sürelerinin ne kadar olduğu bilinmemektedir.
Ancak, oluşturduğu topoğrafyaya bakıldığında
Bursa ve civarında olabilecek depremler genelde kısa uzunlukta olan
faylar boyunca gelişecektir.
Bursa'nın doğusunda Yenişehir
havzasını kuzeybatı ile güneydoğudan sınırlayan,
yaklaşık 26-30 kilometre uzunlukları olan faylar bölge için risk
oluşturmaktadır. Bu faylar boyunca orta büyüklükte depremlerin
oluşabileceği beklenmektedir. 1999 yılında
yaşadığımız her iki büyük ve yıkıcı
depremde gelişen ağır hasarı oluşturan esas neden,
yanlış yer seçimi, plansız, projesiz, çarpık kentleşme
ve denetimden yoksun yapılaşma olmuştur.
Bursa'da mevcut olan yapıların büyük
çoğunluğu kaçak yapıdan oluşmaktadır. Her türlü
denetimden uzak ve depreme dayanaksız olan bu mevcut yapı stoku,
kentimiz ve insanlarımızın geleceğini hayati olarak ipotek
altına almaktadır. Bu mutlaka çözülmesi gereken millî bir meseledir,
çözülmedikçe gelecekteki depremlerin de felakete dönüşmesi
kaçınılmazdır.
Yıkıcı Marmara depreminin üzerinden
on altı yıl geçmesine rağmen yerel ve merkezî yöneticilerce
ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Birinci derecede
deprem bölgesi olan Bursa, büyük bir deprem beklentisi içerisindedir. Bursa'ya
farklı bakılmalı ve Bursa ili için dış kaynaklı
kredilerin temini için ilgili mercilerle hemen temasa geçilmelidir.
Bilinmelidir ki Bursa bir sanayi şehri ve yüksek miktarda yurt içinden ve
yurt dışından göç alan bir kenttir. Muhtemel bir depremde
Bursa'daki can ve mal kayıpları Türkiye'yi en az yirmi beş otuz
yıl geriye götürecektir.
Gelecekte ülkemizin ve kentimizin depremleri en az
can kaybı ve maddi hasarla atlatabilmesi için yapılması
gerekenler kısaca şu şekilde sıralanabilir: Kent
bütünündeki mevcut yapı stoku mutlaka elden geçirilmelidir. Mevcut
binaların güçlendirilmesi için dış kaynaklı kredilerin
temini ve hukuki altyapının hazırlanması gerekmektedir. Kaçak
yapı yapma alışkanlığı mutlaka
durdurulmalıdır. Kentsel dönüşümlerin sağlıklı ve
estetik bir şekilde yapılması temin edilmelidir. Bursa'da bir
daha Doğanbey TOKİ rezaleti yaşanmamalı, mümkünse o ucube
yapılar yıkılarak estetik ve sağlam hâle getirilmelidir.
Vatandaşlarımızın deprem bilinci güçlendirilmelidir.
Depreme karşı dayanıklı bina yapmak için, yer seçimi ve
zemin etütlerinin daha hassas yapılması, proje yapımı ve bu
projelerin teknik şartnamelerine göre uygulanması ve denetlenmesi
gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan sorunların çözümü
için alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılması gerekmektedir.
2.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve
21 milletvekilinin, ülkemizde bulunan Balkan göçmenlerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/176)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Başta Bulgaristan olmak üzere Bosna, Kosova,
Makedonya, Sırbistan-Karadağ, Yunanistan, Romanya, Moldova gibi
ülkelerden göç ederek ülkemize gelip yerleşen, çifte vatandaşlık
veya vatandaş statüsü kazanmış olanlar ile geçici izinle
ülkemizde bulunan Balkan göçmenlerinin her türlü sorunlarının
araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması için
Anayasa'nın 98, İç Tüzükün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince
bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
1) İsmet Büyükataman (Bursa)
2) Mevlüt Karakaya (Adana)
3) Şefkat Çetin (Ankara)
4) Oktay Öztürk (Mersin)
5) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
6) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
7) Atila Kaya (İstanbul)
8) Mustafa Kalaycı (Konya)
9) Zühal Topcu (Ankara)
10) Ümit Özdağ (Gaziantep)
11) Edip Semih Yalçın (İstanbul)
12) Muharrem Varlı (Adana)
13) Arzu Erdem (İstanbul)
14) Ruhi Ersoy (Osmaniye)
15) İsmail Faruk Aksu (İstanbul)
16) Ahmet Selim Yurdakul (Antalya)
17) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
18) Kadir Koçdemir (Bursa)
19) Mehmet Erdoğan (Muğla)
20) İsmail Ok (Balıkesir)
21) Deniz Depboylu (Aydın)
22) Baki Şimşek (Mersin)
Gerekçe:
Anadolu, özellikle 18inci yüzyılın
sonundan itibaren belirli aralıklarla yoğunluk kazanarak süregelen dış
göç hareketleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun
kuruluşuyla başlayan ve devletin genişlemesi ve büyümesine
yönelik politika olarak teşvik edilen göçler sonucu Anadolu
toprakları dışındaki alanlarda önemli sayıda Türk
soydaşlarımız iskân edilmiştir.
Modern bir devlet olarak kurulan Türkiye
Cumhuriyeti, göçmen sorunlarını geçmişinden kalan bir miras
olarak devralmış ve yapılan sistematik çalışmalarla
sorunun çözümüne yönelik politikalar geliştirilmiş ve uygulamalar
yapılmıştır.
Cumhuriyet Döneminde ise büyük göç hareketi, Lozan
Anlaşması hükümlerine göre Türk-Yunan halklarının
değişimi olarak 1922 yılında başlayıp 1949'a
kadar sürmüştür. Bu değişimle 100 bin aileye mensup 400 bin Türk
Anadolu'ya gelmiş ve yerleşmiştir. 1952-1969 yılları
arasında yine, Yunanistan'dan, serbest göçmen olarak 7.600 aileye mensup
24.625 kişi Türkiye'ye göç etmiştir. 1923-1995 yılları
arasında Türkiye'ye göç eden nüfusun yüzde 25'ini Yunanistan göçmenleri
oluşturmakta olup bunların büyük çoğunluğu mübadil olarak
gelen göçmenlerdir.
Cumhuriyetin kurulmasını izleyen
yıllarda, Anadolu'ya ikinci büyük göç dalgası Bulgaristan'dan
gelmiştir. Bulgaristan'dan göçler aralıklarla 1989 yılına
kadar sürmüştür. Cumhuriyet Döneminde ülkeye gelen toplam göçmenlerin
yüzde 48'ini oluşturan 790.717 kişi Bulgaristan'dan gelmiştir.
Bulgaristan'dan, 1989 yılında, Bulgar
vatandaşı olan soydaşlarımızın Bulgar hükûmeti
tarafından Türkiye'ye göçe zorlanmalarıyla yoğun bir göç
dalgası yaşanmıştır. Soydaşlarımız
kitleler hâlinde Türk sınırına
bırakılmışlardır. Türkiye, İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra Avrupa'da görülen bu en yoğun ve zorunlu göç
akımını yaklaşık üç aylık bir süre içinde kabul
etmek durumunda kalmıştır.
Yugoslavya'dan Türkiye'ye, Cumhuriyet Döneminde,
toplam 77.431 aileye mensup olarak 305.158 kişi göç etmiştir. Yine,
Romanya'dan 19.865 aileye mensup 79.287 kişi 1923-1949 yılları
arasında iskânlı göçmen olarak Türkiye'ye gelmişlerdir.
Ülkemize göç ederek yerleşen göçmen
vatandaşlarımızın talepleri doğrultusunda, evlenme yoluyla,
turist vizesiyle ve benzeri yollarla Türkiye Cumhuriyeti'ne gelen ve daha sonra
Türk vatandaşlığına geçmiş olan
soydaşlarımıza yurt dışında geçen
çalışma sürelerini borçlanma imkânı tanınması;
özellikle Balkan ülkelerinde doğup daha sonra o ülkelerin
vatandaşlığını göç yoluyla kaybetmiş olan
kişiler ve onların çocukları için aşamalı olarak vize
kolaylığı, uzun süreli vize verilmesi ve vize muafiyeti
seçeneklerinden yararlandırılması için ilgili devletler nezdinde
girişimler yapılması; ikamet tezkereli
soydaşlarımız için Türklük belgesinin eskiden olduğu gibi
BAL-GÖÇ marifetiyle verilebilmesi ve ikamet izni konusunda yaşanan
sıkıntıların aşılması; acil sağlık
sorunu yaşayan soydaşlarımızın külfetli
sağlık masraflarına muhatap olmasının önlenmesi, bu konuda
Türk ve akraba toplulukları mensuplarına pozitif
ayrımcılık yapılması; merkezi Bursa'da bulunan, yirmi
dört saat yayın yapacak bir TRT Balkan kanalının kurulması;
kısa vadede, Bursa merkezli, Balkanlara ve Balkan Türklerine yönelik
akademik çalışmalara uygun ortam sağlanması ve akabinde
Bursa'da bir Balkan araştırma ve kültür enstitüsü kurulması;
Bursa'nın Balkan şehri kimliğine yakışır bir
Balkan evine kavuşması gerekmektedir.
Bütün bu sorunların tespit edilerek çözüme
kavuşturulması için bir Meclis araştırması
açılması gerekmektedir.
3.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve
21 milletvekilinin, raylı sistem ve demir yolu ulaşımındaki
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/177)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gerekçesini ekte sunduğumuz, ülkemiz için
hayati önem taşıyan demir yolu
taşımacılığının gelişmiş ülkeler
seviyesine çıkartılması amacıyla, raylı sistem ve
demir yolu ulaşımındaki sorunların tespit edilerek çözüm
önerilerinin araştırılması ve bunun için yapılacak
yasal düzenlemeler dâhil olmak üzere alınacak önlemlerin tespiti için
Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzükün 104 ve 105'inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılmasını arz
ederiz.
1) İsmet Büyükataman (Bursa)
2) Mevlüt Karakaya (Adana)
3) Şefkat Çetin (Ankara)
4) Oktay Öztürk (Mersin)
5) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
6) Mustafa Kalaycı (Konya)
7) Atila Kaya (İstanbul)
8) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
9) Zühal Topcu (Ankara)
10) Ümit Özdağ (Gaziantep)
11) Edip Semih Yalçın (İstanbul)
12) İsmail Faruk Aksu (İstanbul)
13) Ruhi Ersoy (Osmaniye)
14) Muharrem Varlı (Adana)
15) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
16) Arzu Erdem (İstanbul)
17) Ahmet Selim Yurdakul (Antalya)
18) Kadir Koçdemir (Bursa)
19) Deniz Depboylu (Aydın)
20) Mehmet Erdoğan (Muğla)
21) İsmail Ok (Balıkesir)
22) Baki Şimşek (Mersin)
Gerekçe:
Demir yolları ülkemizde cumhuriyetin ilk
yıllarından İkinci Dünya Savaşının
başlangıcına kadar Türkiye'nin kalkınma hamlelerinde temel
bir öneme sahip olmuştur. Günlük yaşantımızın
vazgeçilmez bir parçası olarak görülen ulaştırma sistemi,
ekonomik ve sosyal girdileriyle toplumu sürekli etkileyen bir yapıya
sahiptir.
Gelişmiş ülkelerde demir yolu, yolcu
taşımacılığında 1'inci sırada yer
almaktadır. ABD ve Avrupa'da ulaşım daha çok demir
yollarıyla yapılmaktadır. Hatta bu ülkelerde demir yolları,
hava yollarıyla rekabet eder düzeye ulaşmıştır.
Havaalanları şehir dışındadır. Bu alanlara
ulaşana kadar bir hayli zaman geçmektedir. Demir yolu istasyonları
ise şehrin içindedir. Ayrıca, ulaşım maliyeti olarak demir
yolu ulaşımı hava yoluna göre bir hayli düşüktür.
Ülkemizde ise demir yolu ulaşımı
yetersiz kalmakta, daha çok kara yolu ulaşımı
kullanılmaktadır.
Cumhuriyet öncesi dönemde, yabancı
şirketlere verilen imtiyazla, onların denetiminde ve ülke
dışı ekonomilere, siyasi çıkarlara hizmet eder türde
gerçekleştirilen demir yolları, cumhuriyet sonrası dönemde millî
çıkarlar doğrultusunda yapılandırılmıştır.
Kara yolu, 1950 yılına kadar uygulanan
ulaşım politikalarında, demir yolunu besleyecek, bütünleyecek
bir sistem olarak görülmüştür. Ancak, kara yollarının demir
yollarını bütünleyecek, destekleyecek biçimde geliştirilmesi
gereken bir dönemde, Marshall yardımıyla demir yolları âdeta yok
sayılarak kara yolu yapımına başlanmıştır.
Bu yıllarda uygulanan ulaştırma politikaları sonucunda,
ulaştırma alt sistemleri içerisinde, 1960 sonrası planlı
kalkınma dönemlerinde, demir yolları için öngörülen hedeflere
maalesef hiçbir zaman ulaşılamamıştır.
Ülkemizde izlenen yanlış ulaşım
politikaları sonucunda, demir yolu ve deniz yolu ulaşımı
yerine kara yolu ulaşımına ağırlık
verilmiştir. Gelişmiş ülkelerde bu durum tam tersinedir.
Ülkemizde kara yollarının büyük bir bölümü
diri fayların yaratmış olduğu birinci sınıf
tarım ovalarının ortasına yerleştirilmiştir.
1980'li yıllardan günümüze kadar artan bir şekilde millî servetimiz
olan ovalarımızı yok ederek yapılan otoyollar,
dışa bağımlılığımızı daha da
arttırmıştır. Ülkemiz, daha fazla vakit kaybetmeden,
ulaşımda önceliği kara yolları yerine demir yollarına
vermelidir.
Otoyol dönemi olarak anılan 1980 sonrası
projeler de hatalı yaklaşımlar, bilimsel gerçekler göz ardı
edilerek sürdürülmüştür. Ayrıca, demir yolunun ekonomik ömrünün otuz
yıl gibi çok yüksek, buna karşı kara yolunun (otoban) ekonomik
ömrünün on beş yıl gibi çok düşük düzeyde olması,
yatırım tutarı/faydalı ömrün
karşılaştırmasında demir yollarının daha
randımanlı olduğunu göstermektedir. Otobanda tüketilen enerji,
demir yollarına oranla 2 ila 5 misli fazladır.
Demir yollarında elektrik enerjisi
kullanılması imkânı vardır ki, bu enerji, fuel-oil ve
benzin gibi enerji türlerine göre daha ucuz, dışa
bağımlılığı daha az bir enerji türüdür.
Ayrıca, çevre kirliliğine yol açmamaktadır.
Yük
taşımacılığının demir yollarına kaydırılmasıyla
kara yollarının yükü azalacak, kazalar en aza inecektir. LPG, benzin,
tüp gaz gibi patlayıcı ve tehlikeli maddelerin
taşınmasının kara yollarından demir yollarına
aktarılması ulaşım güvenliğini
arttıracaktır. Otobanlarda meydana gelen kazalar da göstermiştir
ki otobanlar çok fazla ulaşım güvenliğine sahip
değildirler.
Türkiye'nin 4'üncü büyük şehri olan ve ülkemiz
ekonomisine büyük katkılar sağlayan Bursa ilimizde hâlâ demir yolu
ulaşımı yoktur. Ülkemizin her vilayetine, özellikle Bursa ilimize
bir an önce demir yolu yapılmalıdır.
Bu
sorunların tespit edilerek çözüme kavuşturulması amacıyla
bir Meclis araştırması açılması gerekmektedir.
BAŞKAN Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Şimdi, bir adet gensoru
önergesi vardır, onu okutuyorum:
B)
Gensoru Önergeleri
1.-
HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili
İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirelin,
başta hidroelektrik santraller olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol,
Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım
gerçekleştirildiği ve bu yıkımda sorumluluğu
bulunduğu iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi
(11/9)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başta hidroelektrik
santraller olmak üzere, Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve
diğer büyük projelerle gerçekleştirilen ekolojik yıkım
sebebiyle Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel
Eroğlu hakkında, Anayasa'nın 98'inci ve 99'uncu, TBMM
İçtüzüğü'nün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru
açılmasını arz ederiz.
Çağlar Demirel İdris
Baluken
Diyarbakır Diyarbakır
HDP
Grup Başkan Vekili HDP
Grup Başkan Vekili
Gerekçe:
AKP döneminde yaratılan
ekolojik tahribat ve halk sağlığına yönelik yaşamsal
tehditler göz ardı edilerek kısa dönemli kârların
gerçekleşmesi amacıyla doğayla ilişkilerde piyasa
mantığını hâkim kılan yasal düzenlemeler
yapıldı ve yapılmaktadır. Hidroelektrik santrallerin (HES)
Türkiye'deki gelişim tarihi açısından
bakıldığında, 4628 sayılı Yasa bir dönüm
noktasına tekabül etmektedir. 2003 tarihi itibariyle 4628 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu çerçevesinde yürürlüğe giren Su
Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği ve takip eden
yasal düzenlemelerle Türkiye'deki bütün akarsuların kullanım
hakları kontrolsüz biçimde özel sektöre devredilmiş, doğa
üzerinde sermaye hâkimiyetinin kurulması ve
yaygınlaştırılması yasal bir zemine
kavuşturulmuştur.
DSİ Genel Müdürlüğü
web sitesinde yayınlanan veriler bütünlüklü olarak incelendiğinde,
2003 yılına kadar özel sektör tarafından inşa edilen HES
sayısının 86 olduğu, 2003 yılı sonrasında
ise 422 adet HES'in işletmeye alındığı görülmektedir.
Özetle, Türkiye'de mevcut bulunan HES'lerin yüzde 82'si Sayın Bakanın
sudan ormana, meteorolojiden tabii hayatın korunmasına kadar pek çok
alandan sorumlu olduğu on üç yıllık dönemde
gerçekleştirilmiştir.
"Yenilenebilir
enerji" tanımlaması ile "zararsız"
yanılsamasını yaratan, havza planlaması temelinde bütüncül
bir su politikasından yoksun, tüm akarsuların her
noktasının parsellenmesiyle kontrolsüz ve denetimsiz bir şekilde
inşa edilmeye çalışılan HESler, doğanın
dengesine çok boyutlu bir müdahaleye denk geldiğinden büyük bir ekolojik yıkımın
esasını teşkil etmektedir. Dere yatağına yapılan
müdahaleyle dere içindeki ve etrafındaki canlı yaşamı büyük
zarar görmekte, yüzlerce endemik tür yok olmakta, taban suyu ve yer altı
suyu seviyeleriyle oynanmakta, inşa aşamasında etraftaki
ağaçlar kesilmekte, orman kalitesi düşüp erozyonun önü
açılmakta, tarım ürünlerinin türü değişmekte, özetle,
binlerce yıllık bir süreçle oluşmuş doğal dengeye
yenilenebilir enerji, HES adı altında yapılan müdahalelerle
doğa katliamları gerçekleştirilmektedir.
24 Ağustos 2015 tarihinde Hopada 8
yurttaşımızın hayatını kaybettiği sel
felaketi, yukarıda açıkladığımız ekosistemde
yaratılan bu tahribatlar ile denetimsiz ve bilimsel verilerden uzak, pervasızca
hazırlanmış projelerle yapılmış dere
ıslahları, taşkın koruma çalışmalarının
sonucu gerçekleşen bir yapay afettir. Doğrudan sorumluluk
alanlarından kaynaklı yaşanan bu ölümler
karşısında hesap vermesi gereken Sayın Bakan takdiriilahi
diyerek durumu tüm sebepleriyle geçiştirmiştir.
Ülkenin hidroelektrik santrallere dair enerji
politikası, Sayın Bakanın 2010 Dünya Su Gününde
yaptığı konuşmada Suyumuz var, boşa akıyor. Biz
su akarken bakamayız. şeklinde ifade ettiği, suların
boşa aktığı temeline
dayandırıldığı ve yine aynı konuşmada Sudan
ucuz tabiri yanlış, bunu lügatten çıkarmak gerekiyor.
şeklinde kendini ifşa eden, sermaye grubunun ihtiyaçları yönünde
gerçekleştirilen, bilimsel verilerden ve doğayla bütüncül olmaktan
uzak ranta dayalı politikalardır. Özellikle çevresel etki
değerlendirme (ÇED) raporları süreçlerinde yaşananlar bu
politikaların doğa ve toplum karşısındaki
hukuksuzluğu ortaya koymaktadır. Gözle görülebilen zararlarına
rağmen yatırımcının kolaylıkla ÇED raporu
alabildiği ve yapımında çevreyi hunharca kullanabildiği
projelere, HES kurulumuna yönelik birçok projeye -ÇED olmaksızın
ve/veya muaf tutularak- onay verilebilmektedir. Mahkemenin yürütmeyi durdurma
kararlarına rağmen inşaatına devam eden projeler de
mevcuttur. ÇED raporları ve süreçlerdeki hukuksuzluklar açısından
en güncel örnek Artvin ili Cerattepe ilçesinde yapılmaya
çalışılan maden faaliyetidir. Binlerce ağacın yok
edilme tehlikesi altında olduğu Cerattepe'de maden faaliyetleri
istemeyen halkın yürüttüğü protesto eylemleri şiddetle bastırılırken
Sayın Bakan "Çok cüzi bir ormanlık sahada çalışılacak."
şeklindeki açıklamasıyla durum karşısında
sermayeden ve ağaç kesiminden yana tutum alacağını
belirtmiştir.
1992 yılında
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip
Erdoğanın "İstanbul'a karşı cinayet"
şeklinde nitelendirdiği üçüncü köprüyü ve üçüncü
havaalanını da kapsayan Kuzey Marmara Otoyolu Projesi kapsamında
3 milyona yakın ağaç kesilecek ve projenin tamamlanmasıyla
birlikte kentin kuzeyinde yoğunlaşan son doğal yaşam
alanları üzerinde geri döndürülemez yıkıcı sonuçlar
yaratacaktır. Yeşil Yol, turizm adı altında her türlü
yapılaşmaya yol açacak ve ormanları yok ederek Karadeniz
doğal ormanına zarar verecek olan bir diğer rant odaklı
büyük projelerdendir.
Su ve ormandan sorumlu bir
bakanın yüzlerce yılda oluşmuş olan ekolojik dengeyi bozan
ağaç kesimleri ve orman kıyımları karşısında
Yerine 3 tane dikeriz. yaklaşımıyla yukarıda
açıkladığımız sorunlara çözüm bulması,
bulunduğu makamın gereğini ve sorumluluğunu yerine
getirmediğini ve getiremeyeceğini ortaya koymaktadır.
BAŞKAN Bilgilerinize
sunulmuştur.
Gensoru önergesinin gündeme
alınmasına ilişkin yapılacak görüşmelerin günü
Danışma Kurulunun önerisiyle kabul edilecektir. Danışma
Kurulu önerisi getirilmemesi durumunda anayasal sürenin sonunda Başkanlıkça
resen gündeme alınacaktır.
Sayın milletvekilleri,
şimdi Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım.
IX.-
ÖNERİLER
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
HDP Grubunun, İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve
arkadaşları tarafından, kamu emekçilerine yönelik baskı ve
tehditler ile ifade özgürlüğü başta olmak üzere kamu emekçilerinin
temel haklarına yönelik ihlallerin tüm boyutlarıyla
araştırılması amacıyla 14/1/2016 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 25 Nisan 2016 Pazartesi
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin
aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu
25/4/2016 Pazartesi günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzükün 19uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Çağlar
Demirel
Diyarbakır
HDP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
14 Ocak 2016 tarihinde
İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ve arkadaşları
tarafından (605 sıra no.lu), "kamu emekçilerine yönelik
baskı ve tehditler ile ifade özgürlüğü başta olmak üzere kamu
emekçilerinin temel haklarına yönelik ihlallerin tüm boyutlarıyla
araştırılması" amacıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak 25/4/2016 Pazartesi günlü birleşiminde sunuşlarda
okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Önerinin lehinde ilk söz
Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyamana aittir.
Buyurun Sayın Adıyaman. (HDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, parti grubumuzun
vermiş olduğu önerge kamu emekçilerine yönelik baskı ve
tehditlerin araştırılmasına ilişkin. Kamu emekçilerinin,
hiç şüphesiz, bu ülkede kamu hizmetini yürütürken kendi bilgi
birikimlerinin, emeklerinin ötesinde satabilecekleri ve günlük
yaşamlarını ikame ettirebilecekleri başkaca bir sermayeleri
yok. Kamu emekçileri emeklerini, bilgilerini ve sundukları hizmetle hem
kendilerinin hem çocuklarının geleceğini bir bakıma teminat
altına almış olmaktadır ama kamu emekçileri de bu
emeklerini kamunun hizmetine sunarken geleceklerinin devlet erki
tarafından güvence altına alınması bir yana, tam bir
baskı, tehdit ve çalışma hakkından yoksun
bırakılmaya yönelik durumla, şiddetle karşı
karşıyalar.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz üzere,
sendikal haklar özgür biçimde örgütlenme, toplu sözleşme yapma ve grev
hakkını içerdiği gibi, yine, uluslararası
sözleşmelerden ve Anayasadan kaynaklanan düşünce ve ifade
özgürlüğü gibi temel hakları da içermektedir. Yine, ILO
sözleşmeleri gereğince yani Uluslararası Çalışma
Örgütünün 8 temel sözleşmeden 2si olarak kabul ettiği 87 ve 98 sayılı
Sözleşmelerle de bu hakların aslında güvence altında
bulunması gerekiyor. Türkiyenin de imzalamış olduğu ve
taraf olduğu bu sözleşmeler, Anayasanın 90ıncı
maddesine göre, usulüne uygun yürürlüğe giren bu sözleşmelere
karşı Anayasa Mahkemesine aykırılık iddiasında
bulunulamayacağı gibi, bu sözleşmelerin hükümleri de aynı
zamanda Anayasa hükmündedir.
Yine,
değerli arkadaşlar, ulusal ve uluslararası mahkemeler, özellikle
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 11inci maddesine dayanarak özellikle İsveçli
Lokomotif Sürücüleri Sendikası ile İsveç Hükûmeti ve yine, Schmidt ve
Dahlström ile İsveç Hükûmeti arasındaki bir davada vermiş
olduğu kararda şu hükmü kurmuştur: Sendika hakkı, bir
sendikanın üyelerinin mesleki çıkarlarını sendikanın
toplu eylemi yoluyla koruma ilkesini içermektedir. Sözleşmeci devletler
ortak hareketlere izin vermeli, seyrini ve gelişimini mümkün
kılabilmelidir. Yani, sendikal hak
Aynı zamanda, egemen ya da taraf
devlet tarafından bu sendikal haktan doğan tüm hakların kullanılmasına
bırakın göz yummayı, devletin bizzat teşvik etmesi, olanak
sağlaması, imkân sağlaması gerektiği sonucuna
varmış Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.
Peki, bugün
içinde bulunduğumuz koşullarda AKP iktidarının
yaptığı ne, ona bir bakalım. Biliyorsunuz, 17 Şubatta
Başbakanlığın yayımladığı bir genelge
söz konusu. Bu genelgede aslında kamu çalışanlarının
tüm hakları, sendikal haklarından düşünce ifade özgürlüğüne
kadar tüm hakları yargının alanından çıkarılıp
bizzat amirlerinin iki dudağı arasında bir söze, bir
soruşturmaya tabi kılınmış durumda.
Değerli
arkadaşlar, AKP iktidarı, topluma kabul ettirmek adı
altında, sürekli bir biçimde, kamu güvenliğini sağlama adı
altında, aslında bu kılıf altında, bugün ülkemizde
halkımıza, emekçilere, yoksullara ve en önemlisi de devletin bizzat
hizmetini, devlet erkinin bizzat görevlerini, hizmetlerini sunan kamu
emekçilerine belki de cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemini
dayatmakta, yaşatmaktadır.
Bakın, 10 Ekim Ankara katliamı, Suruç,
Diyarbakır, yine Tahir Elçinin öldürülmesine ilişkin dosyalar
hakkında en ufak bir ilerleme kaydedilmezken, 17 Şubat tarihli
Başbakanlık genelgesiyle bugün, hızlı bir biçimde idari
soruşturmalar, başta KESK olmak üzere meslek odaları, TMMOB,
Türk Tabipleri Birliği gibi kuruluşlara yönelik hızlı bir
yargı süreci ve daha da vahimi, âdeta kamusal alanda çalışanlara
yönelik soykırım tarzında inanılmaz soruşturmalar
yürütülmektedir. Sadece 17 Şubattan bu yana 5 binden fazla
EĞİTİM-SEN üyesi hakkında soruşturmalar başlatıldı.
29 Aralık iş bırakma gününden bu tarafa, bu sayı on binleri
aşmış durumda.
Değerli arkadaşlar, AKPnin bugün kamu
emekçilerine yönelik uyguladığı bu hukuk dışı
uygulamalar, 12 Eylül askerî darbesi ile 28 Şubat döneminde
yaşananları da aşan hatta onları aratan düzeyde bir
noktada.
AKP iktidarı, tabii, Cizre, Silopi, Sur gibi
ilçelerde yüzlerce insanı tankla, topla, vahşet bodrumlarında -âdeta,
cenazeleri yakılmış ve tanınmaz hâlde- yüzlerce
insanımıza yönelik katliam gerçekleştirirken kamusal alanda da
kendisine muhalif, AKPnin siyasal söylemlerine muhalif, ona aykırı
tek söz, tek cümle dile getiren her kamu emekçisini çeşitli cezalarla
cezalandırmakta, bunları bir şekilde devre dışı
bırakmaktadır.
Mesela, bu cezaların çeşitleri o kadar
ileri noktalara vardı ki sadece görevden atma, sürgün veya kademe ilerlemesinin
durdurulması gibi değil ama aynı zamanda, bunlara o hukuki
kılıfı uyduramayınca da bu sefer uyarı cezaları,
maaştan para kesme, yine idari para cezası verme, açığa
alma gibi inanılmaz, akla gelmez uygulamalarla bu emekçileri
karşı karşıya bırakmıştır. Mesela,
yüzlerce kamu emekçisi, özellikle EĞİTİM-SEN üyesi, yine kendi
amirlerinin yargı denetiminden uzak, sadece idari kararlarla sürgüne tabi
tutuldu.
Size burada yüzlerce örnek verebilirim ama mesela,
ilk akla gelen -belki spesifik- örnekleri vereyim: EĞİTİM-SEN
üyelerinden Nihat Macit Ağrıdan Yozgata; Kemal Kürkçü, Fecri
Aydın, Mehmet Emin Kaya, Asım Güneş Millî Eğitim
Bakanlığı kararıyla, Ağrıdan 950 kilometre uzaktaki
Kayseri, Osmaniye, Gümüşhane illerine... Mesela, kademe ilerleme cezaları
verilmiş: Muş Bulanık Belediye eş
başkanlarının tutuklanmasını protesto ettiği
için, buna katıldığı için bir çalışana bir
yıl kademe ilerleme cezası verilmiş. Mesela, temel hak ve
özgürlükler kapsamında grev hakkını kullandığı
için Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesinde Sürekli Eğitim
Merkezi Müdürlüğü bünyesinde görevli bir kamu emekçisi yine görevinden
alınmış.
Açığa almalar var, memurluktan
çıkarılanlar var ve bütün bu uygulamalar, az önce ifade ettiğim
gibi, 17 Şubatta yürürlüğe konulan ve aslında AKPnin -siyasal
iktidar değil, AKP eşittir devlet, yani kendisini devletle
özdeşleştiren- AKP siyasal iktidarına yönelik her
eleştiriyi kamu güvenliği, millî güvenlik gibi, aslında devletle
kendisini özdeşleştiren, Türkiye Cumhuriyeti devletini AKP devleti
olarak ilan eden, toplumdaki her refleksi böyle algılayan AKP
iktidarının çıkardığı 2016/4 no.lu yani 17
Şubatta yürürlüğe giren Millî Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve
Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları
Hakkında Genelgeyledir. Bu genelge aslında Anayasaya
aykırı bir genelge, bunun ne ulusal ne uluslararası düzeyde
hiçbir dayanağı yok. Dilerim, bizim önergemizi yüce Meclis,
sayın Meclis
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET EMİN ADIYMAN (Devamla) -
ve Genel Kurul
olumlu yönde oylar ve bu mağduriyet giderilir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
Önerinin aleyhinde ilk söz Bursa Milletvekili
Zekeriya Birkana aittir.
Buyurun Sayın Birkan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ZEKERİYA BİRKAN (Bursa) Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. HDPnin grup önerisine karşı söz almış
bulunmaktayım.
Öncelikle, Başbakanlığın
yayımlamış olduğu 17/2/2016 tarihli genelgenin,
yukarıda, memur ve kamu çalışanlarının görevlerinin anlatıldığı
kısımlarının dışında sonuç
kısmını okumak istiyorum: Bu itibarla; terör örgütleri veya
legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki
kuran veya eylem birliği içerisinde olan, bu örgüt ve yapıların
emir ve talimatıyla hareket eden, bu örgüt ve yapılara yardım
eden, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgüt veya yapıları
desteklemeye yönelik kullanan veya kullandıran, bu örgüt veya
yapılarla mücadeleyi engelleyen, bu örgüt veya yapıların
propagandasını yapan, kamu çalışanları hakkında
devam ediyor ve bunlarla ilgili idari ve adli işlemler
yapılacağını belirtiyor.
Çok değerli milletvekilleri, hepinizin
bildiği gibi, bir devletin en önemli hakkı egemenlik
hakkıdır ve hükümranlık hakkıdır; bunun en önemli
tezahürü de devletin ülkesinde kamu düzenini sağlıyor
olmasıdır. Bir devlet, kendi ülkesinde egemenliğinin doğal
hakkı olarak kamu düzenini sağlamalıdır, kamu düzenini
sağlarken de hukuka uygun ve kaynağını hukuktan alan
meşru güçleri vasıtasıyla bunu yapar. Yani, bir ülkede ancak ve
ancak meşru silahlı güçler devletin güçleridir, meşru
yapılanma ancak kaynağını hukuktan alan devlet
yapılanması ve devlet organlarıdır. Bunun
dışındaki tüm güçler yasa dışıdır,
gayrimeşrudur. Silahlı veya silahsız, kamu düzenine yönelik
hareket edenler daima yasa dışıdır, teröristtir ve suç
işlemişlerse de bunlar katildir.
Hukukun üstünlüğü çok önemli bir
kavramdır ve devlet hareket ederken gücünü hukuktan alır. Az önce de
belirttiğim gibi, devletin meşru silahlı güçleri
dışında hareket edenler ve bunlara destek verenler hukuka
aykırı hareket edenlerdir.
Hukuki terimler kullanarak, evrensel
kavramların, temel değerlerin içini boşaltarak, arkalarına
sığınarak, çalışma hakkından, temel hak ve
hürriyetlerden bahsederek terörü övmek, teröristi övmek ve teröristi kutsamak
yani bir canlı bomba olarak masum insanları öldüren, sivil
insanları öldüren, kamu düzenini bozan teröristi kutsamak, ona taziyede
bulunmak suç olduğu kadar aynı zamanda da
ahlaksızlıktır.
Değerli milletvekilleri, devlet kamu düzenini
sağlamak zorundadır. Bu anlamda hiç kimse dokunulmaz değildir.
Ne kamu görevlileri ne sendikacılar ne akademisyenler, herkes, suç
işleyen herkes devlet önünde, hukuka uygun bir şekilde bunun
hesabını vermek zorundadır. Kamu düzenini değil de kamu
yararını değil de yasa dışı örgütlerin,
teröristlerin, terör örgütlerinin eylem ve talimatlarıyla hareket edenler
bunların hesaplarını, yine az önce söylediğim gibi, hukuk
önünde vereceklerdir.
Çok değerli milletvekili
arkadaşlarım, az önce de söyledim: Devletin temeli hukuktur. Grev
yapmanın, iş bırakmanın yasal usulleri bellidir. Yani, bir
kamu görevlisi, bir öğretmen, bir sendikacı, devlette
çalışan herhangi bir kişi eğer grev yapacaksa, işi
bırakacaksa bunu nasıl yapacağı yasalarımızda
mevcuttur. Kimse kimseyi aldatmasın. Hiç kimse, terör örgütünün ya da
terör örgütlerinin legal görünümlü illegal yapıları ve
çalışmaları altında, onların istekleri
doğrultusunda devletimizin aleyhine eylem ve işlemlerde bulunamazlar.
Bulundukları zaman da devlet, hukuk içinde, az önce söylediğim gibi,
bunun hesabını soracaktır.
Çıkarılan genelge ve yapılan
soruşturmalar hukuka uygun soruşturmalardır. Çıkarılan
genelge bir Başbakanlık genelgesidir. Bu genelgenin yasal denetim
yolları mevcuttur. Yine, yapılan soruşturmalar yasa
dışı soruşturmalar değildir, hukuka uygun olarak
yapılan soruşturmalardır. Hiç kimse yasa dışı
şekilde infaz edilmemektedir. Terörle mücadele edilmektedir, suç
işleyenle mücadele edilmektedir. Kamu düzenine, yasalara aykırı
hareket edenler, yine yasalar doğrultusunda, hukuksal merciler
tarafından yargılanmaktadır ve bundan sonra da bu türden suç
işleyenler daima bunun hesabını kamu önünde, hukuk önünde
vereceklerdir.
Az önce de konuşmamın başında
belirttiğim gibi, bugün ülkemizde bir terörle mücadele yürütülmektedir. Teröre
destek veren, teröristleri öven, onları kollayan, onların talimat ve
hedefleri doğrultusunda hareket eden, hukuka aykırı davrananlar,
yine hukuk önünde hesaplarını vereceklerdir. Çıkarılan
genelgeler, yapılan soruşturmalar hukuk içindedir. Sonuç olarak, kamu
düzenine karşı suç işleyenler, eylemde bulunanlar, yasa
dışı faaliyet gösterenler yargılanacaktır.
Bu açıklamalar
ışığında, Halkların Demokratik Partisi grup
önerisine karşı olduğumuzu belirtiyor, hepinizi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Önerinin
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) -
Sayın Başkan
BAŞKAN - Buyurun Sayın Adıyaman.
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) -
Efendim, sayın hatip aslında önergemizin ve benim
konuşmamın tamamen dışında, hem önergemizin
içeriğini hem konuşmamın içeriğini, sanki kamu emekçilerine
yönelik değil, işte, bir silahlı örgütü ya da terör örgütünü
savunuyormuşuz, ona yardım eden kamu emekçilerini savunuyormuşuz
gibi, konuşmamı çarpıtarak yansıttı. Söz istiyorum.
BAŞKAN - Şimdi, Sayın Adıyaman,
ben hatibi dikkatle dinledim. Sizinle farklı konuştu, o konuda
katılıyorum. Her hatip her konuyla ilgili farklı düşüncelerini
ifade eder. Ama, bunu açıklarken sizin ne şahsınızla ne
grubunuzla ilgili herhangi bir söyleme girmeden, bu öneriyle ilgili
kanaatlerini ortaya koydu. Ben bunu çok net dinledim, eğer öyle bir
sataşma görseydim, gerçekten söz verirdim Sayın Adıyaman.
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) -
İyi ama
Yani, Sayın Başkan, hem önergenin
BAŞKAN - Ama
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) -
Bakın
BAŞKAN - Yani Benim gibi, aynı
şekilde konuşsun. deme şansımız yok ki! Her hatip
için diyorum.
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) -
Aynı şekilde değil ama tamamen konuşmamızın
BAŞKAN - Şimdi, siz lehinde
konuştunuz, o aleyhinde konuştu. Dolayısıyla o,
kanaatlerini o şekilde bildirecek.
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Yani,
sataşma var. Ben 69a göre iki dakikalık söz istiyorum efendim.
BAŞKAN - Yani, siyasi eleştirinin
dışında geçen, sataşmaya dönük herhangi bir şey
göremedim. Ben sonraki konuşmacılara söz vereyim. Dilerseniz
tutanakları da isteyebilirim ama öyle bir sataşma yok.
Evet, önerinin lehinde ikinci söz, İstanbul
Milletvekili Yakup Akkayaya aittir.
Buyurun Sayın Akkaya. (CHP
sıralarından alkışlar)
YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kamu emekçilerine yönelik ihlallerin
araştırılmasına ilişkin Halkların Demokratik
Partisi Grubu araştırma önergesine ilişkin Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle, hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, her gün şehit
haberleriyle yıkılıyoruz. Nusaybinden de yeni, taze 2
şehit haberi geldi. Şehitlerimize bir kez daha Allahtan rahmet
diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Mecliste hangi konuyu
konuşursak konuşalım, hangi yasayı çıkarmaya
çalışırsak çıkaralım bu Meclis ülkemizde akan
kanı durduramıyorsa, barışı tesis edemiyorsa ve her
gün Meclisin açılışını biz şehitlerimize
ayırıyorsak, taziyelerini iletiyorsak yapılanların
nasıl anlamı olur, bu Meclisteki çalışmaların
nasıl anlamı olur? Ülkemizin esas sorunu
insanlarımızın hayatıysa, bunu hep birlikte kabul ediyorsak
şehit haberlerinin olmadığı, ölümlerin
olmadığı bir ülke yaratmak olmalı bu Meclisin öncelikli
görevi, bu Meclis bunu başarabilmeli. Farklılıklarımız
zenginliğimizdir diyoruz her zaman ve bunu görmeliyiz. Hepimizin ortak
sorununu ortak akılla çözme iradesini bu Meclis gösterebilmeli. Gazi
Meclisimizin tarihine baktığımızda, bunu
başarabiliriz.
Değerli milletvekilleri, AKPli hatip
konuşmasında Devletin temeli hukuktur. diyor, doğru. Devlet
hukuka uymuyorsa tuzun koktuğu yerdir diyoruz. Tuz kokuyorsa ne
yapacağız? Bu ülkede Cumhurbaşkanı Ben Anayasayı
tanımıyorum. diyorsa Cumhurbaşkanını kim hukuka davet
edecektir?
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
Cumhurbaşkanımız Anayasayı tanımıyorum. demedi
ki.
YAKUP AKKAYA (Devamla) - O hâlde, burada hukuktan,
adaletten bahsediyorsak ilk önce Adalet ve Kalkınma Partisinin, Hükûmetin
uygulamalarının hukuka uygun olması lazım. İşte,
özelleştirme kararlarına bakın, mahkeme kararlarına
bakın, Adalet ve Kalkınma Partisinin bu kararlara
uymadığını görüyoruz. İşte, Sayın
Cumhurbaşkanına bakın Ben Anayasayı
tanımıyorum. diyor.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Öyle bir şey demedi
ya!
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Anayasayı
tanımıyorum. demedi.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Nerede dedi bunu?
YAKUP AKKAYA (Devamla) - Ve bu konuda burada Hükûmet
olarak nasıl şey yapacağız? Yeminine sadık olmayan bir
Cumhurbaşkanı burada eğer bunu söylüyorsa
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Söylemedi onu,
söylemedi. Anayasayı tanımıyorum. demedi.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Söylemedi ki ya!
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Ne söylediğini bilmiyorsun
daha. Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum. dedi.
YAKUP AKKAYA (Devamla) -
ve Hükûmet adına, AKP
adına burada gelip de hukuktan, devletin temeli hukuktan en son
bahsedecek, en son şeyi söyleyecek olan iktidar partisidir.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Ama
çarpıtıyorsun, öyle bir şey demedi
Cumhurbaşkanımız, söylemediği sözü söylüyorsun.
YAKUP AKKAYA (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; ülkemizde örgütlü olmak
bedel ödemekle birlikte anılıyor. Ülkemizde sendikalı olmak zor
bir uğraş. İşçi sendikalarının örgütlenmesi
başlı başına bir sorunken memur sendikalarının
örgütlenmesi iktidara yakın politikalarla ancak mümkün olabiliyor.
Ülkemizde sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının
demokrasiye yönelik, özgürlüklere yönelik mücadeleleri, söylemleri,
etkinlikleri bu çerçevede değerlendiriliyor. Ülkemizde her hak arama
mücadelesi darbe girişimi olarak değerlendiriliyor, terör faaliyeti
olarak değerlendiriliyor. Bu anlayış doğru bir anlayış
değildir, bu anlayış demokrasiyi içine sindiremeyenlerin
anlayışıdır.
Bakın, demokratik ülkelerde bir sendika,
konfederasyon, sivil toplum kuruluşları hükûmetin yanlış
politikalarını eleştirebilir, onlar hatta hükûmeti istifaya bile
davet edebilirler. Bizde sendikaların, sivil toplum örgütlerinin
demokratik kuruluşların, legal kuruluşların
yaptıkları etkinliklerde hükûmete karşı istifa söylemleri
bile olabilir, bir bakanı istifaya bile davet edebilirler ama hemen onlar
darbecidir ya da paralelcidir diye suçlanıyor. Bu, demokrasiyi içine
sindiremeyen bir anlayışın sonucudur.
Bakın, böyle söylenenlerin başına
neler geliyor? İşte, memur sendikalarının başına
geldiği gibi. Uzun yıllardır yaşıyoruz burada.
Soruşturmalara maruz kalıyor, işinden uzaklaştırmalara
maruz kalıyor, kademe yükseltilmeleri yapılmıyor, sürgünlere
muhatap oluyor, aile birlikleri bozuluyor. Bakın, son yedi ay içerisinde,
sadece Kamu Emekçileri Sendikası üyelerine 6 binin üzerinde
soruşturma açıldı, KESK üyelerine. EĞİTİM-SEN
üyelerine ilişkin açılan soruşturma, görevden alma ve uzaklaştırmanın
sayısı 5 binin üzerinde. Değerli milletvekilleri, gelin,
çalışanlara baskı yapmak yerine onların haklarını
hep birlikte verelim, hep birlikte korumaya çalışalım.
Bugüne kadar baktığımız zaman,
memur sendikalarının, sendikaların mevcut kara tablosu var
önümüzde. Emekçilerin nasıl kandırılmaya
çalışıldığını açık bir şekilde
ortaya koymaktadır bu on dört yıllık süreç de. Maaşlara
yapılan zamlar enflasyon rakamlarıyla birlikte
buharlaşmaktadır. Kamu emekçilerinin uzun yıllar
yaşadığı yoksullaşma süreci 2010 yılında
artarak devam etmektedir.
Kamu çalışanlarının özlük
hakları da giderek kötüleşmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde
bizdeki kadar farklı statülerde kamu çalışanı yok; memur,
sözleşmeli personel, 4/Cliler, vekil öğretmenler, ücretli personel,
geçici personel, özel kadrolular, son olarak da özel sektörden transfer edilen
yöneticiler var. Şimdi, bir de taşeron işçilerle ilgili özel
statü ortaya koyuyorsunuz. Bu yapılanların çoğu
vatandaşı müşteri gibi gören bir anlayışın
sonucudur. Yani Oradan ne kadar çok kâr edebiliriz? O hâlde biz de
düzenlemeleri o şekilde yapalım. diyorsunuz. Böyle bir
anlayış olmaz.
Değerli milletvekilleri, kamu
çalışanlarının en önemli sorunlarından birisi de
gerçek bir toplu sözleşme hakkının olmamasıdır. Grev
hakkı olmayan bu toplu sözleşmeye toplu sözleşme denmez.
Bakınız, önemli bir örnek olarak 4688 sayılı Kamu
Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununun görüşmeleri
de ibret vericidir. Hepiniz, sizi doğrudan ilgilendiren bu kanunun
görüşmelerinin tutanaklarını Türkiye Büyük Millet Meclisi
sayfalarından okuyabilirsiniz. Ortaya çıkan yasa ucube bir toplu
sözleşme yasasıdır; grev hakkı yok, gerçek bir toplu
sözleşme hakkı yok, toplu sözleşme görüşmeleri eski yasadan
bile geriye götürülmüş bir durumda.
MEMUR-SEN Genel Başkanı, tabii ki
değişiyor ama
Öyle bir düzenleme getirildi ki Türkiyede 3 milyona
yakın memur var, 3 konfederasyon var ve toplu iş sözleşmelerinde
demokratik bir oluşum yok, sadece toplu iş sözleşme
görüşmelerinde MEMUR-SENin iki dudağı arasına
kalmış bir düzenleme var. Geçtiğimiz toplu iş
sözleşmesinde bu anlayıştan dolayı memurların
enflasyon farkını alamadıkları ve enflasyon altında
ezildikleri de bir gerçektir.
Değerli milletvekilleri, bu
sorunlarımız, problemlerimiz var, evet, biliyoruz. Bu
çalışanlar bu ülkenin çalışanları. Eğer bu ülkede
taş üstüne taş konmuşsa burada emekçilerin alın teri
vardır, göz nuru vardır, emeği vardır. Gelin, onların
sorunlarını artırmak yerine onların sorunlarını
çözme yolunda adımlar atalım; gelin, sendikaların demokratik
etkinliklerine kuşkuyla yaklaşmayalım, saygı duyalım,
taleplerini dinleyelim. O hâlde, varsa bu eksiklikler biz Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak
Halkların Demokratik Partisinin vermiş
olduğu bu grup önerisini destekliyoruz ve memurların bu konuda maruz
kaldıkları durumların araştırılması
önergesine Cumhuriyet Halk Partisi olarak evet diyeceğimizi buradan bir
kez daha ifade ediyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Akkaya.
COŞKUN
ÇAKIR (Tokat) - Sayın Başkan, sadece kayıtlara geçsin diye
söylemek istiyorum. CHPli değerli hatip konuşmasında
Cumhurbaşkanı Anayasayı tanımıyorum. dedi. diye
bunu birkaç defa dedi. Sayın Cumhurbaşkanının böyle bir
cümlesi yok, bildiğiniz gibi, sadece Anayasa Mahkemesinin kararıyla
ilgili kanaatini beyan etmiştir. Kayıtlara geçsin istedim.
Teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Şimdi,
önerinin aleyhinde ikinci ve son söz Antalya Milletvekili Mustafa Köseye
aittir.
Buyurun
Sayın Köse. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA KÖSE
(Antalya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
HDP Grubunun
önerisinin aleyhine söz aldığımı ifade etmek istiyorum.
Biliyorsunuz,
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletidir ve Anayasa, hukuk ve kanunlar
çerçevesinde yönetilmektedir. Son dönemlerde özellikle, ülkemizde meydana gelen
menfur terör hadiseleri çerçevesinde bu terör hadiseleriyle kapsamlı bir
şekilde Hükûmetimiz mücadele etmektedir. Bu mücadelenin bir
tarafını, kamuda kamu çalışanlarıyla ilgili, kamu
çalışanlarının yaptığı örgüt
propagandalarıyla ilgili mücadele teşkil etmektedir.
Başbakanlığımız
bir genelge yayımlamıştır, 2016/4 sayılı Genelge.
Bu genelgede millî güvenliği tehdit eden örgüt ve yapılarla
irtibatlı kamu çalışanları hakkında birtakım
tedbirler öngörülmüştür, öngörülmektedir. Terör örgütleri veya legal
görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran
veya eylem birliği içerisinde olan, bu örgüt ve yapıların emir
ve talimatıyla hareket eden, bu örgüt ve yapılara yardım eden,
kamu imkân ve kaynaklarını bu örgüt veya yapıları
desteklemeye yönelik kullanan veya kullandıran kamu görevlileri
hakkında işlem yapılacağına ilişkin bir genelge
ortaya çıkmış ve bu genelgeyle ilgili de ilgili birimler gerekli
çalışmaları yapmışlar ve yapmaktadırlar. Bundan
hiç kimsenin rahatsız olmasına gerek yoktur değerli
arkadaşlar. AK PARTİ iktidara geldiği günden bu yana, kamuda
çalışanlar daha önceki dönemlerde görevlerini nasıl ifa
ediyorlarsa aynı şekilde ifa etmektedirler. Burada bir önerge
veriliyorsa; somut olarak bu önergeyle, kimler hakkında hangi işlem
yapılmış, kaç kişi soruşturma geçirmiş ve
dolayısıyla da kaç kişi kamu görevinden menedilmiş veya
kamu göreviyle ilgili yaptıkları faaliyetlerle alakalı
-soruşturmalarla ilgili- ceza almıştır? Bunu da ifade etmek
gerekmektedir.
Burada, Hükûmetimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, millî güvenliğini ve kamu
düzenini tehdit eden ve devlet otoritesini zaafa uğratmayı amaçlayan
kamu görevlileriyle mücadele anlamında bir genelge çıkararak bu
çalışmaları yürütmektedir. Bu anlamda, yapılan iş
tamamen hukukidir, kanunidir, yasaldır.
Bu bakımdan HDP önerisinin aleyhinde
olduğumuzu ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Öneriyi oylarınıza
sunuyorum
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Karar
yeter sayısı istiyoruz Başkan.
BAŞKAN Karar yeter sayısı
arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter
sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.01
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.19
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif
Doğan TÜRKMEN (Adana)
----- 0 -----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Halkların
Demokratik Partisi grup önerisinin oylanması sırasında karar
yeter sırası bulunamamıştı. Öneriyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım.
Öneriyi
kabul edenler... Kabul etmeyenler
Öneri kabul edilmemiştir, karar yeter
sayısı vardır.
Şimdi,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım:
2.-
AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile
gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; Mayıs ayı
salı ve çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü sorular ve
diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında yer alan işlerin
görüşülmesine; bastırılarak dağıtılan (11/9) esas
numaralı Gensoru Önergesinin Anayasanın 99uncu maddesi
gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmelerinin 2 Mayıs 2016 Pazartesi günkü birleşimde
yapılmasına ve 307 sıra sayılı Kanun Teklifinin
İçtüzükün 91inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde
görüşülmesine ilişkin önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 25/4/2016 Pazartesi günü
(bugün) toplanamadığından İç Tüzükün 19uncu maddesi
gereğince grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ederim.
Coşkun
Çakır
Tokat
AK
PARTİ Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında
bulunan 294, 295, 296, 297, 298, 277 ve 307 sıra sayılı Kanun
Teklif ve Tasarılarının bu kısmın, sırasıyla
3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9uncu sıralarına alınması ve
diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesi;
Genel Kurulun;
Haftalık çalışma günlerinin
dışında 30 Nisan 2016 Cumartesi ile 2 ve 6 Mayıs 2016
Pazartesi ve Cuma günleri saat 14.00te toplanarak bu günkü
birleşimlerinde gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin
görüşülmesi;
25 Nisan 2016 Pazartesi günkü birleşiminde 307
sıra sayılı Kanun Teklifine kadar olan işlerin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
26 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde 87
sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan işlerin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
27 Nisan 2016 Çarşamba günkü birleşiminde
10 sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan
işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
28 Nisan 2016 Perşembe günkü birleşiminde
26 sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan
işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
29 Nisan 2016 Cuma günkü birleşiminde 30
sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan işlerin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
30 Nisan 2016 Cumartesi günkü birleşiminde 32
sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan işlerin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
3, 10, 17, 24 ve 31 Mayıs 2016 Salı günkü
birleşimlerinde sözlü sorular ve diğer denetim konularının
görüşülmeyerek gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer
alan işlerin görüşülmesi,
4, 11, 18 ve 25 Mayıs 2016 Çarşamba günkü
birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi,
Bastırılarak dağıtılan
(11/9) esas numaralı Gensoru Önergesinin 2 Mayıs 2016 Pazartesi
günkü gündemin "Özel Gündemde Yer alacak İşler"
kısmının 1inci sırasına alınması ve
Anayasanın 99uncu maddesi gereğince gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin 2 Mayıs 2016
Pazartesi günkü birleşimde yapılması ve bu birleşiminde 34
sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan işlerin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
3 Mayıs 2016 Salı günkü birleşiminde
36 sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan
işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
4 Mayıs 2016 Çarşamba günkü
birleşiminde 38 sıra sayılı Kanun Tasarısına
kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
5 Mayıs 2016 Perşembe günkü
birleşiminde 40 sıra sayılı Kanun Tasarısına
kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
6 Mayıs 2016 Cuma günkü birleşiminde 42
sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan işlerin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
Yukarıda belirtilen birleşimlerde gece 24.00'te
günlük programın tamamlanamaması hâlinde günlük programın
tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi;
307 sıra sayılı Kanun Teklifinin
İç Tüzükün 91inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve
bölümlerinin ekteki cetvellerdeki şekliyle olması;
Önerilmiştir.
307 sıra sayılı Siyasi Etik Kanunu Teklifi (2/1000) |
||
Bölümler |
Bölüm maddeleri |
Bölümdeki madde sayısı |
1. Bölüm |
1 ila 8inci maddeler arası |
8 |
2. Bölüm |
9 ila 17nci maddeler arası (Geçici madde 1 dâhil) |
10 |
Toplam madde sayısı |
18 |
BAŞKAN Önerinin üzerinde lehte ilk söz Samsun
Milletvekili Hasan Basri Kurta aittir.
Buyurun Sayın Hasan Basri Kurt. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASAN BASRİ KURT (Samsun) Sayın
Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; grubumuz tarafından
verilen ve bu hafta gündemimizi oluşturacak olan uluslararası
sözleşmeler ve 2 adet temel kanunun gündemin ön sıralarına
alınması teklifiyle ilgili grubumuz adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
16 Aralık 2013 tarihinde Avrupa Birliğiyle
imzalanan Geri Kabul Anlaşması 2018 yılı sonunda
Türkiye'nin Avrupa Birliğine vizesiz seyahatini öngörüyordu. 22 AB üyesi
ve 4 AB üyesi olmayan toplam 26 ülkeye Türkiyenin vizesiz seyahat
hakkını içeren bu anlaşmayı biz Avrupa Birliğiyle
yapılan görüşmeler neticesinde bu sene içerisinde -yani 2018de
değil de- 2016 yılının ve hatta 1 Temmuz itibarıyla
gerçekleşmesi için taahhütlerimiz var. Biliyorsunuz, yaklaşık
bir aydır bununla ilgili temel kriterleri, uyum
çalışmalarını Meclis olarak gerçekleştirmeye
çalışıyoruz, artık son noktaya geldik. Önümüzde bulunan bu
uluslararası sözleşmeler ve 2 temel kanunla birlikte umuyoruz ki
vatandaşlarımız 1 Temmuz itibarıyla Schengen bölgesi
ülkelere vizesiz seyahat gerçekleştirebilecekler.
Bunun ne gibi bir avantajı var? Bunu çok
tartışmaya bile gerek yok. Diğer muhalefet partilerinin de
Schengen bölgesine vizesiz seyahatin kolaylaştırılması,
hızlandırılmasıyla ilgili herhangi bir itirazı
olmadığını biliyoruz. Ancak ben size birkaç rakam vermek
istiyorum, çok manidar. Bu, halkımızın işini nasıl
kolaylaştıracak? Bunu ifade etmek adına, sadece 2014
yılında Schengen bölgesi ülkelere Türkiyeden 813 bin vize
başvurusu gerçekleşmiş. Şu an için yaklaşık 60
avroluk bir rakam -İstanbul ve Ankarada ağırlıklı
olmak üzere konsolosluklara, büyükelçiliklere bu başvurular
yapılıyor- sadece 60 avro başvuru ücreti ödüyordu
vatandaşımız. İşte bunun seyahati, önceden
toplanılan evrakları, bekleme süreleri, büyükelçilik, konsolosluk
kapısı önünde bekleme sürelerinin tamamını inşallah
kaldırmış olacağız. 1 Temmuz itibarıyla
vatandaşımız sanki kendi ülkemizin içerisinde bir bölgeye girer
gibi pasaportunu alarak herhangi bir Schengen bölgesi ülkesine rahatlıkla
seyahat edebilecek.
Başka bir rakam daha vermek istiyorum sizlere.
Bu 813 bin başvurunun 770 bini de kabul almış Schengen
bölgesinde. Yani bu kadar sıkıntıyı çekiyoruz, bu
harçları ödüyoruz, vatandaşlarımız, işte, Samsundan
kalkıp, Erzurumdan kalkıp Ankaraya, İstanbula vize
kuyruğuna gidiyorlar, bir sürü evrağını tomar tomar
toplayıp ve yüzde 95,5i de zaten bu vizeyi alıyor. Yani,
yaklaşık 770 bin kişiye verilmiş. Verilmeyen kişi
sayısı çok kısıtlı. Aslında biz,
alabildiğimiz işi kolaylıkla yani vizesiz bir şekilde almanın
da yolunu açmış olacağız. Bu, Schengen bölgesine 26 ülkeye
2018e kadar hesapladığımızda çok ciddi bir rakam tutuyordu
ve vatandaşımızın gerçekten ihtiyacı olan bir konu.
Bu çerçevede, dediğim gibi, 2 temel kanunu biz
öne çekiyoruz gündemimizde ve bu hafta bitirmeyi hedefliyoruz. Bugün de -yine
teklifimizin içerisinde var- daha önce onaylamış olduğumuz,
tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerin ek protokolleri
gündeme gelecek. Bunlara da bu vesileyle, bütün Meclisin, muhalefet partileri
de başta olmak üzere, destek vermesini ve bu güzel müjdeyi, bu güzel
haberi memleketimize hep birlikte, bu Türkiye Büyük Millet Meclisimizin belki
bugünlerde çok da ihtiyacı olan birliğiyle beraber vermek istiyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Kurt.
Önerinin aleyhinde ilk söz Diyarbakır
Milletvekili İdris Balukene aittir.
Buyurun Sayın Baluken.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
AKP Grubunun vermiş olduğu öneri üzerine
söz aldım.
Tabii, bu önerinin içeriğine
baktığımız zaman, Meclisin çalışma saatlerini
düzenleyen, Mecliste işlevsiz bir mesaiyi öngören, yetmediği zaman da
işte, Meclisin normal, İç Tüzükte belirtilen çalışma
günlerinin dışında da çalışmasını merkeze
koyan bir önerge olduğunu düşünüyoruz. Şimdi bir ayı
aşkın bir süredir pazartesi ve cuma günleri de çalışacak
şekilde bir planlama yapılmıştı, belli ki bu yetmedi,
şimdi cumartesi gününü de içerecek şekilde, hafta sonlarını
da içerecek şekilde, AKP Meclisi istediği şekilde
çalıştıracağının mesajını veriyor.
Tabii, bizler çalışmaktan çekinen, çalışmaktan ürken
insanlar değiliz ancak şöyle bir durum var: Yani bu Meclisin
mesaisine baktığınız zaman halkın gündeminden kopuk,
halkın sorunlarına çözüm üretmeyen, bizler burada
konuştuğumuz süre içerisinde de devasa sorunları halkın
önüne getirmeye devam eden bir program olduğu için eleştirilerimizi
yöneltiyoruz.
Bir kere bu Meclisin itibarı, Parlamentonun
çözüm gücü olmasıyla ilgili süreçler AKP döneminde, bizzat AKP Grubunun
eliyle tamamen askıya alınmıştır, bunu ifade etmemiz
lazım. Yani, ülkenin içinde ağır bir savaş süreci
yaşanıyor, sınır kentlerine hemen hemen her gün
saldırılar düzenleniyor, metropol şehirlerinde insanların
can ve mal güvenliğiyle ilgili kaygılar var, Meclis de bütün bu bir
tablo içerisinde yirmi dört saat çalışıyor,
çalışıyor ama çözüm üretmiyor; çözüm üretmedikten sonra
cumartesi günlerini, pazar günlerini dâhil edip etmemenizin bir anlamı
yok. Buraya tamamen, işte, Hükûmetin önünüze, grubun önüne koymuş
olduğu yasal düzenlemelerle geliyorsunuz, Meclisin gerçek olarak üzerinde
tartışması gereken gündemlerden hiçbirini getirmiyorsunuz.
Dolayısıyla da halkın gözünde, halkın nezdinde eskiden
Parlamento çalışıyorsa sorunlarıma çözüm bulunur.
algısı varken şimdi Parlamento çalışıyor ama
iktidar grubuna çalışıyor, AKP Hükûmetine
çalışıyor, sarayın talimatları doğrultusunda
çalışıyor. şeklinde bir algıyı
yerleştirmiş oldunuz. Bu, dediğim gibi, Parlamentoyu tamamen
işlevsizleştiren bir anlayıştır. Parlamento artık
halkın gündeminden tamamen kopmuştur.
Bakın iki haftadır burada ana muhalefet
partisi, Halkların Demokratik Partisi, ısrarla, Kiliste yapılan
saldırılarla ilgili Meclisin bilgilendirilmesi gerektiğini ifade
ediyor, kamuoyunun bilgilenmesi gerektiğini söylüyor. Tam iki
haftadır bu talebimize henüz iktidar partisi grubu ya da onların
ulaşacağı bir kabine yetkilisi, zahmet edip, tenezzül edip,
buraya gelip bir bilgilendirme yapmış değil. Ve gece
yarılarına kadar çalışırken de IŞİDe,
tıpkı masal cümlelerinde geçen gibi, hani gökten üç elma düştü
şeklinde o masal cümleleri sıralanıyor ya, Kilise bir
şekilde roket mermileri düştü. şeklinde haberler servis ediyor.
Acı olanı, insanlar yaşamını yitiriyor, ağır
yaralananlar oluyor. Demin, Genel Kurul açılırken de ilk
başlangıçta söyledim, sadece ocak ayından bugüne kadar Kiliste
17 yurttaş yaşamını yitirmiş, 61 yurttaş
ağır yaralanmış ve bununla ilgili bu Parlamentoya henüz
gelip Hükûmet tarafından bir bilgilendirme yapılmamış.
Kilis halkı, bu saldırılardan sonra demokratik tepkisini ortaya
koymak üzere sokağa çıktığında her zaman bizim
alışkın olduğumuz gazlı, coplu, tazyikli sulu
müdahalelere maruz kalıyorlar.
Şimdi, siz bu Parlamentonun gündeminin Kilis
halkının yaşamış olduğu sorunlara
değdiğini söyleyebilir misiniz, oradaki sorunları çözmek üzere
toplandığını, tartışma yürüttüğünü
söyleyebilir misiniz? Mümkün değil.
Şimdi, buraya işte birtakım sıra
sayılarıyla Avrupa Birliğinin vize muafiyeti için vermiş
olduğu ev ödevleriyle ilgili uluslararası sözleşmeler
getirilmiş. Tabii ki bu uluslararası sözleşmeler burada
görüşülürken bizler muhalefet partileri olarak İç Tüzükten
kaynaklı olan bütün hakkımızı kullanacağız. Yani
madem Parlamento açık, madem bu uluslararası sözleşmeler
görüşülecek, hem uluslararası sözleşmelerle ilgili hem de
halkın gerçek gündemleriyle ilgili burada görüşlerimizi,
fikirlerimizi ifade edeceğiz. Ama ben bakıyorum, bazen AKP Grubundan
milletvekilleri, hani Bir an önce bitsin de evimize gidelim.
anlayışıyla, muhalefetin konuşmasından bile
rahatsızlık duyuyorlar.
Yani, bakın, böyle bir Meclis
işleyişi yok zaten. Sizin hani milletvekilleriniz hep söylüyor ya,
Yasama, yürütme, yargı da bizde. Evet, gerçekten artık yasama
faaliyetleri de tamamen yürütmenin talimatlarıyla oluyor. Normalde
Meclisin gündemi, çalışma saatleri, çalışma günleri
Danışma Kurulunda ortaklaşılarak belirlenir ama bugüne
kadar siz, 24üncü Yasama Dönemi de dâhil olmak üzere, bir gün bile
Danışma Kurulunda bu programı muhalefetle ortak yapmış
değilsiniz. Hükûmet size oradan program sunuyor, siz de o programı
getirip muhalefetin önüne dayatıyorsunuz; ondan sonra, muhalefet burada konuştuğunda
ya da halkın gerçek sorunlarından bahsettiğinde de rahatsız
oluyorsunuz. E, bunu kabul etmek mümkün değil.
Şu anda AKP Hükûmetinin içeride ve
dışarıda yürüttüğü politikalar ülkeyi felakete götürüyor
yani hızla bir uçuruma doğru freni boşalmış bir kamyon
gibi, maalesef, bu ülkeyi büyük bir faciaya sürüklüyorsunuz. İçeride harp,
işte yurtta harp, cihanda harp politikasının bizi getirmiş
olduğu bir facia durumuyla karşı karşıyayız. Ya
buna karşı doğru dürüst bir tartışma yürütüp
doğru dürüst çözümler üreteceğiz ya da burada işte teknik
birtakım tartışmalar, Hükûmetin verdiği yasa maddelerini
geçirerek bu sorunların çığ gibi, devasa, daha fazla büyüyerek
önümüze gelmesine, halklarımızın önüne gelmesine seyirci
kalacağız.
Şimdi, bakın, içerideki bu yaşanan
süreçle ilgili İşte, terörle mücadele ediyoruz, kamu düzenini
sağlıyoruz... Ya, ortada bir kamu düzeni, kamu yararı diye bir
şey kalmadı. Yani bu saat itibarıyla Şırnak,
Yüksekova, Nusaybin, Sur, Silopi, buralara bir gidin; talan edilmiş, viran
edilmiş, neredeyse yok edilmiş kent merkezleri var elde,
sınır kentlerinde hakeza.
Biz, oysaki buraya gelmeden, bu Mecliste
demokratikleşmeyle ilgili, özgürlükleri genişletmeyle ilgili,
toplumsal barışla ilgili çok önemli çalışmalar ortaya
koyarak bu süreçlerin yaşanmasını önleyebilirdik. İç
güvenlik yasasını buraya getirdiğinizde defalarca
uyarılarda bulunduk. Kamu düzeni böyle sağlanmaz. Kamu düzenini
eğer böyle sağlayacağınızı söylüyorsanız tam
tersi bir sonuçla karşı karşıya kalacaksınız.
uyarılarını yaptık ama bugün gelinen tabloda işte bir
facia durumuyla karşı karşıyayız. Hâlâ, bakın,
çözüm süreciyle ilgili bir yerlerden bir çıkış
yapılması gerektiğini söylüyoruz. Hükûmet içerisinde, kabine
içerisinde, devlet içerisinde bu yönlü arayışları olanlar oluyor
ama maalesef işte, Cumhurbaşkanı devreye giriyor, oradan bir
talimat veriyor Biz sonuna kadar savaşmaya devam edeceğiz. diyor,
bütün o tartışmaların önü kesiliyor. Bu şekilde nasıl
çözüm üretilecek? Daha dün Dolmabahçe mutabakatıyla ilgili Ne mutabakatı?
diyor. Yani 28 Şubat, 29 Şubattaki açıklamasına
baktığınızda o mutabakatı ne kadar önemli
bulduğunu, o mutabakatın aslında kamuoyuna açıklanan
içeriğini nasıl beklediğini ve uygulamada da barış
getirmesi temennilerini iletmişti. Şimdi o dönem bir gün sonra
mutabakatı olumlayan, Sabırsızlıkla bekliyorduk. diyen
Cumhurbaşkanı bugün kalkmış Bu Dolmabahçe mutabakatı
nereden çıktı ya? diyor. Ben şimdi o sürecin içinde olan birisi
olarak yani her türlü detayını da burada paylaşabilirim ama ne
etik anlayışımıza ne de siyasi ahlaka bunu
yakıştırmamız mümkün değil.
Dış politikayla ilgili hakeza. Suriye ve
Rojava politikasında köklü değişikliklere ihtiyaç var. Avrupa
Birliğinin önünüze getirdiği ev ödevlerini yapmak yerine, insan
hakları, demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve hürriyetler konusunda
gereğini yerine getirmiş olsaydınız, içeride ve
dışarıda barışı önceleyen bir politika
belirlemiş olsaydınız, bugün Avrupa Birliği benzeri bir
bölgeyi biz kendi bölgemizde oluştururduk. Sınırsız,
mayınların, tel örgülerin olmadığı, serbest ticaretin
olduğu; İranla, Irakla, Suriyeyle, Rojavayla, Kürtlerle bir bölge
sağlamış olsanız Avrupa Birliği bizim
kapımızda randevu sırası beklemek zorunda
kalırdı.
O nedenle, yani bu gündemin, dayatmış
olduğunuz bu gündemlerin çözüm getirmediğini üzülerek ifade etmek
istiyorum. Buna karşı da halkın gerçek gündemini bu kürsüden
dile getirmeye, mümkün olduğunca da sizi duyarlılığa
çağırmaya devam edeceğiz diyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Önerinin lehinde ikinci söz Ankara Milletvekili
Levent Göke aittir.
Buyurun Sayın Gök. (CHP sıralarından
alkışlar)
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; AKP grup önerisinin üzerinde söz aldım.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Lehinde Sayın Gök, buyurun.
LEVENT GÖK (Devamla) Biz, ülkemizin menfaatleri
doğrultusunda, her zaman lehinde çalışmaya gayret
edeceğimizi her fırsatta ifade ediyoruz. Elbette, Parlamentonun
çalışma düzeni tanzim ediliyor. Biz Avrupa Birliğiyle ilgili
olarak Hükûmetin giriştiği müzakere sürecinde, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, bugüne kadar, Avrupa Birliği müktesebatı
çerçevesinde, elimizden geldiğince kolaylaştırıcı bir
rol üstlenerek, ülkemizin menfaatleri doğrultusunda gördüğümüz her
türlü yasanın geçmesine bu Mecliste katkı sağladık. Bunu
kimse inkâr edemez. Nitekim uluslararası anlaşmalarda da hep beraber,
birazdan göreceksiniz. Yapılan tüm çalışmalarda ülkemiz öne
çıksın. Cumhuriyet Halk Partisi, AKP, MHP, HDP; olabilir, her
partinin görüşü olabilir ama ülke menfaati olunca, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, Ülke söz konusuysa gerisi teferruattır.
anlayışıyla hareket ediyoruz ve bu konuda uyarıcı,
tamamlayıcı önerilerimizi her zaman sizlerle paylaşmaya gayret
ediyoruz. Tabii, bu konuda yaparken iktidar partisinden de samimi bir
yaklaşım bekliyoruz değerli arkadaşlarım.
Geçtiğimiz hafta İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununu
getirdiniz. Dört yıl önce getirilen İnsan Hakları ve
Eşitlik Kanununa benzer bir tasarıyı lağvederek, dört
yıl önce Bu yanlıştır, bunu, bu kanunu
değiştireceksiniz. dediğimizde o zaman herkes feryat figan Siz
bunu istemiyor musunuz? dediğinde, şimdi herkes Cumhuriyet Halk
Partisinin önerisine geldi, bir başka kanun getirdiniz; İnsan Hakları
ve Eşitlik Kurumu Kanunu. Yine yanlış yaptınız, bir
yanlışı yanlışla düzeltiyorsunuz. Biz bunun
yanlış olduğunu söylüyoruz. Çünkü siz bunu yaparken
zannediyorsunuz ki Avrupa Birliği bu getirdiğiniz kanunu kabul
edecek. Hayır değerli arkadaşlarım, kabul etmeyecek,
yaptığınızın yanlış olduğunu size daha
sonra ifade edecekler ama iş işten geçmiş olacak. Niçin
muhalefeti dinlemiyorsunuz? Niçin dinlemiyorsunuz? Getirin
Pek çok konuda, biz
anlaştığımız, uzlaştığımız
konularda son derece rahat bir şekilde, Parlamentoyu da yormadan, uygun
atmosfer içerisinde, uygarca bir tartışma yaparak kanunları
geçiriyoruz. Bunda hiçbir sıkıntı yok ama sıkıntı
iktidar partisinde.
Şimdi, iktidar partisi önümüzdeki haftaya -yani
bu haftaya- dönük olarak bir çalışma düzeni getiriyor. Birincisi
kolluk gözetim komisyonu kurulmasına dair bir kanun, diğeri siyasi
etik kanunu. Bunlar da Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde
yapılması gerekli uygulamalar ama sizin getirdiğiniz gibi
değil. Şimdi, bu konuda sözlerimizi dinleyecek misiniz?
Uyarılarımıza kulak asacak mısınız? Ben diyorum
ki: Acaba iktidar partisi, Cumhuriyet Halk Partisinin yapıcı, uygun
çözüm önerilerini niçin kabul etmiyor? Aklıma, herhâlde Avrupa
Birliğiyle müzakere eder görüntüsü vermek istiyorsunuz ama Avrupa
Birliğiyle aslında müzakere etmek istemiyorsunuz gibi bir
düşünce geliyor değerli arkadaşlarım. Ben böyle
düşünüyorum çünkü görüyoruz biz bu tabloyu. Uluslararası
kuruluşlar bizlere geliyor, Bu konuda ne diyorsunuz? Yarın Venedik
Komisyonu gelecek ziyaretimize. Ne anlatacağız onlara? E,
bunların raporları gidip, işte, Avrupa Birliğinde,
Birleşmiş Milletlerde önemli oluyor ve bu çerçevede Türkiye itibar
kaybına uğruyor.
Temel kanun getiriyorsunuz. Kırk defa burada
konuştuk, yüz defa konuştuk, torba yasalardan, temel kanunlardan
vazgeçin diye. Değerli arkadaşlarım, 13 maddelik bir kanun,
kolluk gözetimi hakkındaki kanun nasıl temel kanun olabilir? 18
maddelik siyasi etik kanunu nasıl temel kanun olabilir? Eğer, bunlara
siz temel kanun diyecekseniz ceza hukukuna ne diyeceksiniz, medeni usul
hukukuna ne diyeceksiniz, ticaret hukukuna ne diyeceksiniz? Temel kanun, esas
onlardır. Ülkenin bütününü ilgilendiren hukuk sistemidir. Yani böyle
yaparak, siz kavramların içini boşaltarak Meclisi çalıştırmaya
çalışıyorsunuz, bunlar son derece yanlıştır.
Temel kanun olarak, torba kanun olarak buraya, bu
kanunları getirmeyin değerli arkadaşlarım. Hakkıyla
tartışalım. Bakın, cumartesi pazarları da
koyuyorsunuz, hiç kaçmıyoruz bunlardan; gelin, çalışalım
ama yaptığınız yöntemler yanlış. Bunları
defalarca anlattık, anlatıyoruz ama değerli
arkadaşlarım, bu kafa karışıklığı
AKPde, iktidar partisinde ve Cumhurbaşkanında o denli yoğun ki
Şimdi, Cumhurbaşkanı kalktı Ya, neymiş Dolmabahçe
mutabakatı? dedi. Değil mi arkadaşlar, aynen bunu söyledi?
Dolmabahçe mutabakatı diye bir mutabakat
Geçtiğimiz yıl bir
kısım milletvekilleri, sizin de AKPnin grup başkan vekili,
bakanları tarafından Dolmabahçe Sarayı önünde oturuldu, el
sıkışıldı, açıklamalar yapıldı; o gün
her şey iyiydi. Şimdi, Dolmabahçe mutabakatı
yapıldığı zaman havuz medyasının
başlıklarını sizlerle paylaşıyorum. Star
gazetesi: Barış baharı., manşet; ertesi gün, Dolmabahçe
mutabakatının yapıldığının ertesi günü.
Ondan sonra, Yeni Şafak: Silahlara veda çağrısı. Bunlar
ertesi gün gazetelerin manşetleri. Sabah gazetesi: Şimdi
barış zamanı. Değerli arkadaşlarım, bunlar hep
manşetlerden veriliyor. Bütün yurttaşlarımız bunu duydu,
gördü. Adlarını veriyorum ki bütün gazetelerin, herkes neyin, ne
zaman, nasıl kotarıldığını görsün diye.
Güneş gazetesi: Güzel şeyler oluyor. Mutabakat
yapıldığı zaman, değerli arkadaşlarım,
manşetler bunlar. Yine, Akşam gazetesi: Barışa dev
adım. Milat gazetesi: Tarih yeniden yazılıyor.
Değerli arkadaşlarım, biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak ülkemizin devasa sorunu olan Kürt sorununun çözümünde
elimizden gelen her türlü katkıyı vermeye hazır olduğumuzu
ifade ettik. Ama, bu süreçler iktidar partisinin,
Cumhurbaşkanının siyasi konjonktürüne göre değiştirilebilecek
konular değildir, maliyetleri çok ağırdır. Bu maliyetleri
sadece iktidar partisi ödemez, Cumhurbaşkanı ödemez, hepimiz öderiz,
ödüyoruz da. Bu konuda bir kararlı tutum sergileyeceksiniz, milleti yolda
bırakmayacaksınız. Biz de bu konuda sürecin başarıya
ulaşması yönünde İktidar partisi, eğer sen bu sorunu
çözeceksen biz de sizi kutlarız. dediğimiz günleri
hatırlıyoruz değerli arkadaşlarım. Bu süreçler bir
anda, günlük fikirlere göre, günlük egolara göre, siyasi konjonktürden
nemalanmak için bir gün öyle bir gün böyle davranılacak konular değildir;
çok ihtiyatlı olmak, çok soğukkanlı olmak gerekir. Bu konuda
ülkeyi daha fazla kutuplaştırmayan bir dil kullanmak gerekir. Bu dili
kullanırken ülkenin menfaatlerini öne çıkartmak gerekir. Acaba bir
referandumda, bir baskın seçimde ben ne kadar oy alırım?
telaşı içine düşüldüğü zaman, biliniz ki en büyük
yanlış o zaman yapılmıştır. Bunlardan
kaçınmamız gerekir değerli arkadaşlarım.
Ne oldu şimdi? Dolmabahçe mutabakatı
yapıldığı zaman manşet atan gazeteler, neredesiniz? Ne
diyorsunuz? Daha önemlisi, ben o gazetelerden öte, o toplantıya
katılan şimdiki İçişleri Bakanı Efkan Alaya
soruyorum, hakkımdır bunu sormak; şimdiki Bakan, Başbakan
Yardımcısı Sayın Yalçın Akdoğana soruyorum; o
zaman AKP Grup Başkan Vekili, şimdi Kültür Bakanı olan
Sayın Mahir Ünala soruyorum: Cumhurbaşkanının, Ya, o
mutabakat ne mutabakatı? dediği zaman, o toplantıda siz
vardınız, siz şimdi Cumhurbaşkanının bu
söylemlerine karşı ne diyorsunuz? Burada el sıkışırken
mi samimisiniz, Cumhurbaşkanı çark ettikten sonra mı samimisiniz?
Hangisi, hangisi? (CHP sıralarından alkışlar) Tarih
yeniden yazılıyor. dediği zaman gazeteler, o zaman kendinizi
bir sorumluluk duygusu içerisinde görüp bunun arkasında durduğunuz
zaman o noktada mısınız; yoksa, şimdi
Cumhurbaşkanı bu sözleri söyledikten sonra sizin söyleyecek bir çift
lafınız yok mu? Ne diyorsunuz bu konuda? Cumhurbaşkanı
mı doğru söylemiyor, siz mi doğru yapmadınız; hangisi
doğru, hangisi doğru? Bu karede oturan Efkan Ala, Yalçın
Akdoğan, Sayın Mahir Ünal, siz mi doğruydunuz, o zaman
Cumhurbaşkanı mı yanlıştı; şimdi mi
Cumhurbaşkanı doğru, siz mi yanlışsınız?
Çıkın konuşun, çıkın konuşun, bunun
konuşulmaya ihtiyacı var; bunu halının altına
süpürerek işin içinden çıkılmaz değerli
arkadaşlarım. Böyle ikircikli bir yaklaşım içerisinde
İktidar
partisinin ülkenin en önemli konusundaki yaklaşımı böyle, Avrupa
Birliğiyle ilgili en ciddi konularda yaklaşımı böyle, ondan
sonra Muhalefet
Muhalefet daha ne yapsın? Bakın,
çıkmış, bu kürsüde yanlışlarınızı güzel
güzel anlatıyorum değerli arkadaşlarım. Ülkeyi böyle
yönetemezsiniz. Biz samimi olarak sizlere el uzatmaya hazırız ama siz
buna hazır değilsiniz.
Hepinizi
sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkürler.
Önerinin
aleyhinde ikinci ve son söz Mersin Milletvekili Baki Şimşeke aittir.
Buyurun
Sayın Şimşek. (MHP sıralarından alkışlar)
BAKİ
ŞİMŞEK (Mersin) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AKP grup önerisi hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin
görüşlerini ifade etmek üzere huzurunuzdayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, dün
Nusaybinde ve Kiliste hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza Allahtan rahmet diliyorum, şehitlerimizin
önünde saygıyla eğiliyorum.
Değerli
milletvekilleri, özellikle Kilise aylardır defaatle bombalar düşüyor
ve 18e yakın vatandaşımız hayatını kaybetti ama
Kilise atılan her bombadan sonra televizyonlardan şu haberi
duyuyoruz: Misliyle karşılık verildi, Türk topçusu şu
kadar atış yaptı. Türkiye Cumhuriyeti devleti, maalesef,
sınırlarında gerekli tedbirleri alamamakta, söz sahibi
olması gereken bölgede gerekli tavrı takınamamaktadır.
Suriyede, Türk topçusu sadece sınırın ötesine misliyle
karşılık vermekle kalmamalıdır; bu bölgede Türkiye
üzerinde hesapları olanlara karşı, her türlü platformda terör
destekçilerine, terör destekçisi ülkelere gerekli tavrını
koymalıdır, aksi takdirde
Kilisin nüfusu kadar Suriyeli şu
anda Kiliste yaşıyor, yalnız, artık, Kiliste yaşayan
kendi vatandaşlarımız Kilisi terk etmeye başladılar.
Mersin şu ana kadar 300 bin göç aldı, 300 bin Suriyeli
yaşıyor. 100 bin civarı, doğu ve güneydoğudaki
olaylardan sonra yeni bir göç dalgası yaşandı; Sur, Nusaybin,
Silopi boşaltıldı, buradaki insanların birçoğu
Mersine yerleşti. Mersin, zaten işsizlik olarak, ekonomik olarak en
zor durumda olan illerden bir tanesi; yüzde 20nin üzerinde işsizlik var
ama maalesef yeni göç dalgalarıyla karşı karşıya
kalıyor. Türkiye mutlaka gerekli tedbirleri almalı. Kandil başta
olmak üzere teröre yardım eden hem iş adamları
araştırmalı, mali kaynaklar araştırılmalı
hem de terör destekçisi ülkelere karşı gerekli tedbirler
alınmalıdır; aksi takdirde, belli bir grup yeni anayasa
hayaliyle yatıp başkanlık hayaliyle uyanırken Türkiyede
şehitler gelmeye devam edecektir. Tarih tekerrürden ibarettir.
Osmanlı
Devletinin Bursanın başkent olduğu dönemde Bursadan bir
hayırsever bir çeşme yaptırıyor ve çeşmenin üzerine
şunu yazdırıyor: Her kula helal, Müslümana haram. Tabii,
Bursada dedikodu başlıyor, fitne çıkıyor, kadıya
şikâyet ediyorlar: Olur mu böyle bir şey? Sebil, hayrat olan bir
çeşme nasıl olur yüzde 99u Müslüman olan bir beldede her kula helal
olur, Müslümana haram olur? diyorlar. Kadı, şahsı
çağırıyor ifadesini alıyor. Şahıs diyor ki
Efendim, bunu ben sadece padişaha anlatırım,
başkasına anlatmam. Olay padişaha intikal ettiriliyor,
padişah bu zatı huzuruna çağırıyor. Padişaha
Efendim, vereceğiniz cezaya razıyım. Yalnız, sizden üç
tane talebim var, bu taleplerimi yerine getirmenizi istiyorum. diyor.
Padişah anlat diyor; o da Birincisi, kilisenin açık olduğu
bir gün kilisenin papazını ayin sırasında gözaltına
alacaksınız ve bunu bir hafta cezaevinde tutacaksınız.
diyor. Padişah, bu zatın söylediğini yapıyor, kilisenin
papazını gözaltına aldırıyor. Bir hafta içerisinde
bütün yabancı erkân ayağa kalkıyor, dış devletlerden
haberler geliyor: Bizim papazımız iyidir, bizim papazımız
yanlış yapmaz. Niye bizim papazımızı serbest
bırakmıyorsunuz? Bir hafta sonra zat, padişaha diyor ki
Efendim, bunun süresi doldu, serbest bırakın. Daha sonra gidiyorlar
sinagogdan hahamı gözaltına alıyorlar yine o zatın
tarifiyle. Bir hafta içerisinde bu defa Yahudiler ayağa kalkıyor,
bütün girişimlerini yapıyorlar. Zat, padişaha diyor: Efendim,
süresi doldu, bunu da serbest bırakın. Daha sonra, üçüncü ve son
isteğini söylüyor: Ulu Caminin çok sevilen bilgili, değerli bir
imamını cuma günü hutbe sırasında gözaltına
alın. diyor. Cuma günü hutbe sırasında Ulu Caminin
imamını gözaltına alıyorlar. Bir hafta geçiyor aradan, ses
soluk yok, hiç kimse itiraz etmiyor. Bursanın en cahil imamını
da o camiye imam tayin ediyorlar. Vatandaşlar camide şunu
konuşuyorlar: Ya, zaten demek bir yaptığı vardı ki
padişah bunu cezaevine attı. Daha sonra bu zat, padişaha diyor
ki: Efendim, ben bu çeşmeye onun için Her kula helal, Müslümana haram.
yazdım. Türk dünyası ve İslam dünyası maalesef bugün kendi
hakkını, hukukunu savunamıyor. Savunamadığı için
de birileri bizleri yönetme mücadelesine devam ediyorlar.
Konuşmamın son kısmında, seçim
bölgem olan Mersinin sorunlarıyla ilgili konuşmak istiyorum.
Maalesef, şubat ayından bu tarafa, bir tarım kenti olan Mersine
İran karpuzu gelmektedir. Binlerce ton İran karpuzu gelmekte,
turfanda sezonunda 3-5 kuruş para kazanacak olan Çukurova çiftçisi
mağdur olmaktadır. Karpuz fiyatları, kabak fiyatları, biber
fiyatları dibe vurmuştur. Zaten ihracat
sıkıntılı, Türkiye bugün hiçbir komşusuna mal
satamayan bir duruma gelmiş ama maalesef Tarım
Bakanlığımız bu konuda bir kısıtlama
getirmediği için, hâlâ, bir tarım ülkesi olan Türkiye'ye yurt
dışından bol miktarda karpuz gelmekte, diğer ürünler
gelmekte ve Çukurova çiftçisi mağdur olmaktadır.
Yine, seçim bölgem olan Mersinde Devlet Su
İşleri, Pamukluk Projesiyle alakalı olarak acele
kamulaştırma kararı almış ve birçok arazi kanal
istimlaki için kamulaştırılmıştır. Burada
çiftçilerimiz, üzerinde ekili ürünlerini zaten kamulaştırmadan
dolayı kaybetmişlerdir. Yalnız, bu kamulaştırma
bedellerini de bir türlü alamamaktadırlar ve ciddi mağduriyetler vardır.
Yine, Tarsus-Çamlıyayla yolunda ve Silifke-Mut
yolunda kamulaştırmalarla ilgili ciddi sıkıntılar
vardır. Türkiye, dünya son yüz yılın en kurak
yıllarını yaşamaktadır. DSİ Genel
Müdürlüğümüz ve bölge müdürlüklerimiz bununla ilgili ivedi tedbirler
almalıdır. Özellikle bir tarım bölgesi olan Çukurovada
yazın sulamayla ilgili sıkıntıların olmaması için
şimdiden tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bu konuda da
Tarım Bakanımızdan ve Çevre ve Orman Bakanımızdan
gerekli destekleri bekliyoruz.
Çiftçilerimize
verilen destek projeleriyle alakalı da mutlaka küçük çiftçiler ve
hayvancılıkla uğraşan, kırsalda yaşayan
insanlarımız desteklenmelidir, mağduriyetleri giderilmelidir.
Maalesef, destek projelerinden hep büyük şirketler, holdingler ve bölgenin
zengin aileleri faydalanabilmektedir. Kırsalda yaşayan
insanlarımız bunlardan faydalanamamaktadır, bu projeleri
çizdirmeye bile yetecek paraları yoktur. Hükûmetimizin bu konuda da
gerekli destekleri vermesini bekliyorum.
AKPnin getirmiş olduğu,
Meclisin çalışma düzeniyle ilgili olan
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak biz Meclisin gerekirse yirmi dört saat bu ülkenin menfaatine
çalışmasını destekleriz; yalnız, torba tasarıyla
ilgili, komisyonlarda görüşülmeden, tali komisyonlarda görüşülmeden
direkt Meclise getirilen bu çalışma düzenine de görüş olarak
karşıyız. Yoksa, memleketin hayrına yirmi dört saatlik bir
çalışma olsa Milliyetçi Hareket Partisi 40 milletvekiliyle bu
milletin hayrına çalışmaya vardır diyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın
Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Yoklama
talebimiz var efendim.
BAŞKAN 20 kişi yok
yalnız yoklamada.
LEVENT GÖK (Ankara) Var efendim
arkada.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Bir
sayın efendim, sayıncaya kadar
BAŞKAN Ayakta
.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Siz bir
sayın, ihsasırey olmaz Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayıyorum.
Sayın Gök, Sayın Tanal,
Sayın Yıldız, Sayın Aydın, Sayın Yüksel,
Sayın Balbay, Sayın Özdemir, Sayın İrgil, Sayın Topal,
Sayın Gökdağ, Sayın Özcan, Sayın Yılmaz, Sayın
Havutça, Sayın Tuncer, Sayın Temizel, Sayın Göker, Sayın
Bakır, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Öztrak, Sayın
Akaydın.
Oylamadan önce yoklama talebi olmuştur.
Şimdi öncelikle yoklama işlemini gerçekleştireceğim
ve yoklama için üç dakikalık süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.03
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.23
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir),Elif
DOĞAN TÜRKMEN (Adana)
----- 0 -----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80inci
Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN
Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisinin oylamasından önce istem
üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi
yoklama işlemini tekrarlayacağım.
Yoklama
için üç dakikalık süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
vardır.
IX.-
ÖNERİLER (Devam)
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.-
AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile
gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; Mayıs ayı
salı ve çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü sorular ve
diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesine;
bastırılarak dağıtılan (11/9) esas numaralı
Gensoru Önergesinin Anayasanın 99uncu maddesi gereğince gündeme
alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin 2
Mayıs 2016 Pazartesi günkü birleşimde yapılmasına ve 307
sıra sayılı Kanun Teklifinin İçtüzükün 91inci maddesine
göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin
önerisi (Devam)
BAŞKAN Adalet ve Kalkınma Partisi grup
önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul edilmiştir.
Böylece, alınan karar gereğince, gündemin
Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler kısmına geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Velayet
Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler
Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve
İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında
Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve
İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/697) ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 280) (x)
BAŞKAN - Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu 280 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde ilk söz
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Şanlıurfa
Milletvekili Osman Baydemire aittir.
Buyurun Sayın Baydemir. (HDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR
(Şanlıurfa) Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Grubum
adına tasarı hakkında söz almış bulunuyorum.
Her şeyden önce, grubum ve mensubu
bulunduğum parti, Türkiye'nin Avrupa Birliğine dâhiliyetini, ilkeler
ve prensipler çerçevesinde, ilk günden bugüne kadar destekleyen ve bunun
hızlı bir şekilde yaşama geçmesini arzulayan bir siyasal
partidir.
Sayın Başkan, bugün, özü itibarıyla,
konuşmuş olduğumuz konu ve yasa tasarısıyla, hem
Türkiye'nin Avrupa Birliğine dâhiliyeti ama aynı zamanda,
müktesebatın uyarlanması ve bununla birlikte çocuk
haklarının mevzuatla, yasayla güvence altına
alınmasını tartışıyoruz, irdeliyoruz.
Sayın Başkan, bu kadar önemli bir konuyu,
bu kadar önemli bir mevzuyu tartışırken şu anda Hükûmet
sıralarındaki uğultu, çocuk haklarına dair ne kadar bir
illiyet bağlarının ve dolayısıyla bu ülkenin
geleceğine dair ne kadar içselleştirilmiş bir
duyarlılığın içerisinde olduklarının da bir
başka açıdan göstergesidir; bunu da Meclisi idare eden Sayın
Başkanın takdirlerine sunuyorum. Umuyor ve diliyorum ki bir
uyarı da bu vesileyle gelmiş olacaktır.
Sayın Başkan, her şeyden önce, bir
mevzuat uyarlanmasına elbette ki ihtiyaç vardır. Ev ödevlerinin
yerine getirilmesi konusunda elbette ki ivedilikle bir çalışmaya
ihtiyaç vardır ama bütün mesele kanun çıkarma meselesi değildir.
Çıkacak olan kanunun içselleştirilmesi, buna inanılması ve
bundan daha önemli olan bir husus da uygulama ile mevzuatın, uygulama ile
müktesebatın, uygulama ile Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan
temel değerlerin de eş güdüm içerisinde olması
zorunluluğudur. Maalesef, bir kez daha, dostlar alışverişte
görsün, dostlar pazarda görsün; yapıyormuş gibi yapıp,
içeriği itibarıyla, uygulama itibarıyla hem içselleştirmeme
hem de mevzuata aykırı bir tutum ve davranış içerisinde
bulunma tablosu, bulunma siyasetinin devam ettiğini de ifade etmek
istiyorum.
Türkiye, bu bağlamda, çocuklar
açısından, şiddetin her türlüsünün yaşamın her
alanında yoğunca gözlemlendiği, yoğunca
yaşandığı, Avrupanın neredeyse sınırlı
sayıdaki ülkelerinden bir tanesidir. Hatta, çocuk haklarına yönelik
saldırıların en yoğun yaşanmış olduğu
ülkenin de ta kendisidir. Kuşkusuz ki şiddet ve şiddet
türlerinin telafisi de en zor olandır ve hele hele yaşam
hakkının ihlal edildiği bir atmosfer içerisinde, diğer hak
alanlarına girmek ve diğer hak alanlarının
savunuculuğunu yapmak da bir boyutuyla imkânsız hâle gelmektedir.
Türkiyenin de üyesi bulunduğu
Birleşmiş Milletler Örgütü, çocukların erişkinlerden
farklı fiziksel, fizyolojik davranış ve psikolojik özellikleri
olduğu, sürekli büyüme ve gelişme gösterdiği bilincinin hem
yerleşmesi hem de çocukların bu anlamda korunmasının birer
toplumsal davranış biçimi olması gayretinden hareketle, 1959 yılında
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Çocuk Hakları Bildirgesini
kabul etti. Bu bildirgenin kabulünden neredeyse otuz yıl sonra, aynı
şekilde, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme hazırlandı ve
bu da Genel Kurulda, tabiri caizse, imzaya açıldı. Bugüne kadar,
bütün uluslararası sözleşmelerde en çok taraftar bulan, 193 ülke
tarafından kabul edilen ve hâlen birinciliği elinde tutan neredeyse
yegâne sözleşmedir.
Bu sözleşme 1990 yılında Türkiye
tarafından imzalandı ve 1995 yılında da bazı
çekinceler konuldu. Bu çekincelere, her şeyden önce,
baktığımızda, ayrım gözetmeme maddesi olan 2nci
madde, çocuğun yüksek yararı 3üncü madde, yaşama ve
gelişme hakkı 6ncı madde, katılım hakkı 12nci
madde olmak üzere, özü itibarıyla sözleşmenin ana ruhu, ana
perspektifi çekinceyle sorumluluk dışına itildi. Hepimiz
biliyoruz ki günlük yaşamda da siyaset yaşamında da ikili
sohbetlerde de bir konuya başlarken Ben bu hususa katılıyorum
ama, fakat, lakin
diye eğer söze girerseniz, bu sizin
katılmış olduğunuz, desteklemiş olduğunuz bütün
hususları berhava etmektedir. Bu itibarla da bu sözleşmenin ana
ruhuna uyarlı bir hükûmet politikasından söz etmek istiyorsak,
uygulamadan, icraattan söz etmek istiyorsak, her şeyden önce bu
çekincelerin behemehâl kaldırılması lazım şartsız
şurtsuz. Çocukların geleceğine, çocukların bugününe ve
şüphesiz ki toplumun geleceğine dair konulan tahditler, şartlar
şurtlar öncelikle ortadan kaldırılmalıdır. Aynı
şekilde, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyinin çocuklarla ilgili
hazırlamış olduğu sözleşme ve protokollere
baktığımızda, yine benzer çekinceleri, benzer
şartları şurtları ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Belki, bugüne kadar, yasama faaliyetleri içerisinde
memnuniyet verici tek bir gelişme olarak kaydedebileceğimiz bir husus
vardır ki o da Türk Ceza Kanunu ve Türk Medeni Kanununda 5395
sayılı Çocuk Koruma Kanununun çıkmış
olmasıdır. Ancak bir kez daha söylüyorum, kanunların
çıkmış olması yetmiyor, olması gereken bunun
içselleştirilmesi ve bunun uygulayıcı tarafından da müktesebat
perspektifi çerçevesinde hayata geçirilmesi çabasının ortaya
konulmasıdır.
Peki, yasalar, mevzuatlar, uluslararası
sözleşmeler bunu ifade ederken uygulamada ne oluyor? Sayın Bakan da
buradayken bunu da bir fırsata dönüştürerek ifade etmek istiyorum. 1
Ocak-31 Aralık 2015 tarihleri arasında İnsan Hakları
Derneğinin faaliyet raporuna, gözlem raporuna bakarak şunları
ifade etmek mümkün: Direkt devlet eliyle veya devlet erkleri eliyle
gerçekleşen ihlal alanları ama aynı zamanda devlet olmaktan
kaynaklı sorumluluğunun gereğini yerine getirmeme ya da yeteri
miktarda önleme mekanizmalarını devreye koymamadan kaynaklı
onlarca alanda çocukların maruz kaldığı hak ihlallerine
tanıklık ediyoruz. Yaşam hakkı ihlali kategorisine
baktığımızda, 733 çocuk 2015 yılında
hayatını yitirmiş; silahlı çatışma ortamında
yaşanan yaşam hakkı ihlaline baktığımızda,
73 çocuk hayatını yitirmiş; mülteci,
sığınmacı çocukların yaşam hakkı ihlaline
baktığımızda, 152 çocuk hayatını yitirmiş.
İş kazalarında hayatını kaybeden çocuk
sayısı 14. Yine, okul içerisinde hayatını kaybeden çocuk
sayısı 5, okul servislerinin kazası sonucu hayatını
kaybeden çocuk sayısı 13. Cezaevlerinde direkt devletin gözetimi,
denetimi, güvencesi altında olan çocuklardan 2 kişi
hayatını yitirmiş. Yine, deniz, göl ve benzeri yerlerde boğularak
hayatını kaybeden 112 çocuk bulunmakta.
Yıl boyunca yaşanan çocuk yaralanması
sayısı 1.946dır. Yine, toplumsal olaylarda müdahale sonucu,
aşırı şiddet kullanımı sonucu 78 çocuk
yaralanmıştır. Aynı şekilde kamu ortamında
bulunan yani devletin yine güvencesi altında bulunan ortamlarda
-zehirlenme veya dışsal etkilerle- 1.869 çocuk zehirlenmiştir.
Yine -yakınma, şikâyet sayısı itibarıyla söylüyorum-
479 çocuk gözaltına alınmıştır. Bunların
içerisinden 92 çocuk politik, siyasi nedenlerden dolayı
tutuklanmıştır. Yine, Millî Eğitim
Bakanlığının denetimi ve gözetimi altında bulunan
eğitim ortamları içerisinde -yakınma sayısı
itibarıyla söylüyorum- 872 çocuk soruşturmaya tabi tutulmuş,
âdeta fişlenmiştir. Böylesi bir tabloya baktığımızda,
böylesi bir reel atmosfer içerisinde Ben böylesi bir yasayı Meclis Genel
Kuruluna getirdim; Meclis Genel Kurulunda oylattım, kabul ettirdim.
Dolayısıyla, ben Türkiyenin Avrupa Birliğine dâhiliyeti
sürecindeki ev ödevimin gereğini yerine getirdim. derseniz vallahi
kimseyi kandıramazsınız, kusura bakmayın, hiç kimseyi
inandıramazsınız.
Bugün Meclisin uluslararası sözleşmeler
konusunda bu kadar yoğun çalışmasının nedenlerinden
bir tanesi de vize muafiyetine dair 72 ev ödevinin gereğinin yerine
getirilmesi meselesidir. Ben bir kez daha söylüyorum: Bütün bu ev ödevlerinin
yerine getirilme şekli şemali bile başlı başına
Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerle
çatışmakta, bağdaşmamaktadır. Her şeyden önce
yasama organının kendisi bir denetleme mekanizmasıdır,
istişare mekanizmasıdır ve ortak paydalarda buluşma
mekanizmasıdır. Bu yasanın kendisi dahi, örneğin
istişare üzerine kurulu bir mekanizma değildir.
İktidarın çoğunluğu Ben
bilirim, ben yaparım, ben ederim, kimse benden daha iyisini bilmez.
edasıyla bu kurula gelmektedir ve bu kurulda da bu perspektifle
onaylanıp geçmektedir. Böylesi bir durum çok açık ve net söylüyorum-
bu, katılımcı demokrasi değil, bu olsa olsa Meclisi
zapturapt altına alma girişimidir ve bu girişimin somut
ürünlerini, somut tabiri caizse- projelerini bugünlerde hep beraber
yaşıyoruz, hep beraber idrak ediyoruz. O hâlde yapılması
gereken husus şudur: Tam da Parlamentoyu, Avrupa Birliğini temel
değer yapan, denetleme mekanizması hâline dönüştürmektir. O da
komisyondan Genel Kurula kadar istişari bir mekanizmayı hayata
geçirmek ve bu istişari mekanizmayla yasal mevzuatları
çıkarmaktır. Yasal mevzuatın çıkması yetmiyor,
uygulayıcıları bu perspektifle eğitip donatmaktır.
Peki bu olması gerekene ne kadar yakınız?
Sadece ve sadece sokağa çıkma
yasakları dönemi içerisinde 102 çocuk direkt devlet şiddetiyle, sizin
adına yasal kurşun dediğiniz, yasal şiddet
dediğiniz şiddet yöntemiyle katledilmiştir; Cizrede, Silopide,
Surda ve diğer yerleşim birimlerinde. Yetmiyor, yetmiyor bu. Bütün
bu çocuklar evlerini yitirdiler, barınaklarını yitirdiler.
Yetmiyor, onun bütün akranları yani sayısı milyonları bulan
çocuklar büyük bir travmayla büyüdüler, büyük bir travmaya tanıklık
ettiler. İşte, o çocuklara biz gelecek inşa etmeye
çalışıyoruz sözüm ona. O çocuklar büyüdüklerinde, o çocuklar
ellerine sopa alma yaşına geldiklerinde, emin olun, bu topluma,
şu veya bu şekilde, yaşamış oldukları bu
travmanın hesabını kendi yöntemleriyle soracaklardır.
İşte bundan dolayıdır ki, çocuk haklarını korumamızın
yegâne bir yolu, yöntemi vardır; o da bugünün çocuklarına, bugünün
bütün insanlarına şiddetsiz sosyal ve siyasal bir zemini armağan
edebilmektir, sunabilmektir. Tam da Parlamentonun yapması gereken husus
budur.
Hiç şüphemiz olmasın ki, kendimiz
açısından bile hadiseye baktığımızda, burada
-anne olan, baba olan- hemen hemen her vekilimiz anne veya babadır,
evladımızdan daha değerli bir şey olamaz. Bir annenin,
babanın hayatında evladından daha değerli bir şey
olamaz. İşte, tek başına iktidar olma uğruna ve AB
müktesebatını, AB müzakerelerini iç siyaset malzemesi olarak kullanma
uğruna, vize muafiyeti uğruna gerçekler çarpıtılıyor,
ters yüz ediliyor.
Vallahi, siz Avrupa Birliğini
kandıramazsınız. Şu anda Kayseri pazarlığı
olarak tanınmış olduğunuz pazarlık yöntemiyle Avrupa
Birliğini kandırabileceğimize inanıyorsak vallahi yanılıyoruz.
Kaldı ki, bu anlaşma ya da bu müzakerenin kendisi, ruhu, içeriği
de karşılıklı etik dışı bir süreçtir. Avrupa
Birliğinin yaklaşımı da tıpkı Hükûmet gibi, en az
Hükûmet gibi etik dışıdır. Zira, mülteci sorunu üzerine
kurgulu bir ev ödevi verme süreci vardır. Avrupa Birliği çok iyi
biliyor ki, bu 72 kriterin tamamı hayat bulmayacak ve Avrupa Birliği
çok iyi biliyor ki, uygulama ile mevzuat arasında bir uçurum var.
İşte, bundan dolayı, gelin, bu realiteye gözümüzü
kapatmayalım. Gelin, işin esasına bir kez daha geri dönelim ve
her şeyden önce çatışmasızlık zeminine bir kez daha bu
ülkenin, bu toplumun insanlarını geri döndürelim. İşte o
çatışmasızlık zemini içerisinde, Parlamentonun iradesini
esas alan, bir kez daha Parlamento kurucu Meclis niteliğiyle, kurucu
Meclis perspektifiyle Adan Zye toplumun tüm dinamiklerinin ihtiyaçlarına
yanıt bulabilecek bir anayasa ve o anayasanın ruhuna uygun olan
yasalarla sürecin -tabiri caizse- dâhiliyeti ve müdahalesi içerisinde
bulunalım. Bu itibarla da yapılması gereken çok önemli hususlar
var.
Bunlardan bir tanesi, başta çatışma
bölgelerinde hayatını kaybeden çocuklarla ilgili olmak üzere,
yaşam hakkı ihlaline uğrayan her vaka için etkin
soruşturmalar yürütülerek sorumlular ivedilikle yargı önüne
çıkarılmalıdır. Bırakın çatışma
bölgelerindeki kamu görevlilerinin işlemiş oldukları savaş
suçlarından dolayı yargı muafiyetinin getirilmesini, tam tersine
bu suçların her bir tanesinin cezasız kalmaması konusunda
Parlamento irade ortaya koymak durumundadır. Eğer bunu yapabilirse,
bunu başarabilirse, o zaman çocuklarımıza ve
çocuklarımızın geleceğine dair sorumluluğumuzu
kısmen yerine getirmiş oluruz. Yine, çocuklara karşı
işlenen suç ne olursa olsun ve fail kim olursa olsun, indirimden istifade
edebileceği bütün yasal mevzuatı ortadan kaldıralım, bütün
yasal mevzuatı bu manada değiştirelim. Toplumsal alanda,
özellikle devlet kurumlarında veya kamu personeli eliyle uygulanan ihmal
ve istismarın yol açmış olduğu, başta yaşam
hakkı olmak üzere, tüm ihlaller bağlamında cezasızlığın
ortadan kaldırılması konusunda yine bir mevzuat
çalışması içerisine girelim. Genel ve yerel yönetimlerin
bütçelerinden çocuklar için harcanacak miktarlar her bütçe döneminde
belirlenerek, çocuklar için kullanılabilecek, çocuklara özgü olacak bir
bütçeyi yine yasal mevzuat hâliyle zorunlu hâle getirelim. Yine, ulusal ve
uluslararası mevzuatta, çocuklar için düzenlenen tüm hakların da
içerisinde yer aldığı çocuk hakları yasası
çıkarılarak
Ki bu, temel bir yasa olmalıdır, ana bir yasa
olmalıdır, böylelikle de dağınıklığın
da önüne geçmiş oluruz.
Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi
bünyesinde müstakil çocuk hakları ihtisas komisyonu kurularak, çocuklarla
ilgili yasal uygulamaların, süreçlerin bunun eliyle gözetlenen, korunan bir sürecin
içerisinde yer alalım çağrısında bulunuyorum. İnsan
hakları örgütleri, sivil toplum örgütleri ve meslek örgütlerinin de
içerisinde yer alacağı bağımsız çocuk hakları
izleme kurulu da bu manada önemli bir ihtiyaçtır, hemen giderilmesi
gerekir.
Yine,
çocuklarla ilgili eğitim, sağlık, yoksulluk, işçilik, ihmal
ve istismar, gözaltı, cezaevi ve benzeri her türlü verinin
tutulacağı çocuk hakları veri tabanının da
oluşturulmasına acilen ihtiyaç vardır.
Yine, çocuk
cezaevleri kapatılarak, kanunla, ihtilafa düşülen konularda çocuklarla
ilgili insan hakları örgütleri ve alanla ilgili STK ve meslek
odalarıyla iş birliği içerisinde alternatif bir iyileştirme
programının hayata geçirilmesi konusunda, gelin, Parlamento olarak,
Parlamentoyu oluşturan gruplar olarak el ele bir çalışma yürütelim.
Ve
şüphesiz ki farklı dil, kültür ve inanca sahip olan
yurttaşların ve çocuklarının kendi dil, kültür ve
inancını öğretebileceği, öğrenebileceği yasal bir
düzenlemeye de ivedilikle ihtiyaç vardır.
İşte,
bütün bunlardan hareketle, bir kez daha grup olarak
çağrımızı yineliyoruz. Bugün yaşamış
olduğumuz ülke -çok açık ve net söylüyorum- emanettir,
çocuklarımıza karşı sorumluluğumuzdan kaynaklı
emanettir. Bu emaneti daha iyi bir noktada gelecek çocuklara, gelecek nesillere
emanet etmek istiyorsak her şeyden önce samimiyetle, dürüstlükle hadiseye
yaklaşım göstermek durumundayız. Yapıyormuş gibi
yapıp, yapmamak; özgürlükleri, hakları koruyormuş gibi
yapıp ihlal etmek, ihmal etmek sadece bugünümüze karşı
değil, geleceğe karşı da, gelecek nesillere karşı
da çok ama çok büyük bir vebaldir.
Bugün, bu
Parlamentoda, başından bugüne değin, savaşa, şiddete
karşı çıkanların, savaşa ve şiddete
karşı çıkmayanlardan vebalinin daha az olacağını
da ben bir kez daha ifade etmek istiyorum. Yani, iktidarın yani sizlerin
şüphesiz ki bu konudaki vebali, günahı bizimkilerden çok daha
büyüktür. Bu manada, Allah yâr ve yardımcınız olsun. Bu dünya
kadar gelecek dünyada da işinizin bu minvalde zor olacağını
düşünüyorum Sayın Grup Başkan Vekili.
En derin
saygılarımı sunuyorum Genel Kurul ile herkese. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi,
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi
okutuyorum:
VELAYET SORUMLULUĞU VE ÇOCUKLARIN
KORUNMASI HAKKINDA TEDBİRLER YÖNÜNDEN YETKİ, UYGULANACAK HUKUK,
TANIMA, TENFİZ VE İŞBİRLİĞİNE DAİR
SÖZLEŞMEYE KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE
1- (1) Velayet
Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler
Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve
İşbirliğine Dair Sözleşmeye çekince ve beyanlarla
katılmamız uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
1inci madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Diyarbakır Milletvekili
Çağlar Demirele aittir.
Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Demirel, buyurun. (HDP
sıralarından alkışlar)
On
dakikalık süreniz var.
HDP GRUBU ADINA
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Teşekkürler Sayın
Başkan.
Değerli milletvekilleri;
evet, 280 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında
konuşmalarımızı ifade ederken tabii ki bu, AB
sözleşmesi kapsamında ele aldığımız, özelde
Avrupa Birliği Vize Serbestisi Antlaşmasının gereklerinin
yasal düzenlemesi olarak ele aldığımız fakat bu tasarı
mahiyetinde -bu tasarıyı bugün Genel Kurulda görüşürken-
aslında bu tasarıyla, sadece göstermek istediğimiz ya da AB uyum
yasasına girmemiz açısından değerlendirdiğimiz bir
süreçtir.
Oysa biz, bu
yasalaştıktan sonra da bunun gereklerini ne kadar yerine
getireceğiz ya da şu anda bile bunun gereklerini ne kadar yerine
getiriyoruz, biraz bunlara bakmak gerekiyor.
Bu yasanın
hedefleri, çocukların korunmasına ilişkindir. Oysa, şu anda
Türkiyede çocukların durumunun ne hâlde olduğunu çok net olarak biliyoruz.
Çocukların durumunu 23 Nisan Bayramı vesilesiyle de ifade
etmiştik, yine bugün de ifade edersek, Türkiyede çocukların,
bırakın mülkiyet hakkını, yaşam hakkının
bile olmadığını çok net olarak söyleyebiliriz.
Yine, özellikle
2015 ve 2016 yılları arasında Türkiye için, çok fazla ölümün
yaşandığı, çocuğun yok sayıldığı
ve çocukların insan hakları ihlalleri açısından geriye
düşülen zamanların olduğunu da söylemek mümkündür.
Çocukların her zamankinden daha fazla acı çektiği ve
hayatını kaybettiği süreçleri yaşıyoruz.
Burada çocuklara dair uluslararası
sözleşmelerden bahsedersek, kanımca önce Birleşmiş
Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye değinmemiz gerekiyor.
Söz konusu sözleşme, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle ciddiyetle
uyulması gereken yükümlülüklerin yerine getirilmesi olarak ifade edilse de
sözleşmeye göre taraf devletlerin, silahlı çatışma hâlinde
uluslararası hukukun insan kurallarına uymak ve uyulmasını
sağlamak, silahlı çatışmalardan etkilenen çocukları
korumak ve bakımını sağlamak amacıyla mümkün olan her
türlü önlemi almakla yükümlü olduğunu bir kez daha ifade edelim.
Fakat ne yazık ki bugün, daha bugün Gündem
Çocuk Derneği tarafından yayınlanan Türkiye raporunda şöyle
ifadeler yer alıyor: Türkiyede çocuğun yaşam hakkı, 2015
verilerine göre yani 2015 yılının Türkiyede özellikle
savaş politikalarının çocukların yaşamını
doğrudan etkilediği bir yıl olduğunu ve sadece 2015
yılında en az 873 çocuğun önlenebilir sebeplerden
yaşamını kaybettiğini görüyoruz. Yine, 2016da da bu
çocukların ölüm durumları bildiğimiz gibidir. Dokuz aydır
süren ablukalardan ötürü yaşamını yitirenler içerisinde 102si
çocuktur. Yani bu dokuz aylık bir süreçte Şırnakta, Cizrede,
Silopide, Surda, İdilde, Nusaybinde yaşamını yitiren
çocukların 102sinin yaşam hakkının bile elinden
alındığı bir süreci yaşıyoruz. Çocuklar
ablukalarda yaşadıkları, yaşam haklarının ihlali,
yaşamlarını kaybetmesi ve aynı zamanda birçok çocuğun
orada yaralanmasına neden olmuştur. Yine, cezaevlerinde, sokaklarda
çalışmak zorunda kalan çocuklar; yine, beslenemeyen çocukların
beslenmemelerinden kaynaklı yaşamlarını yitirmeleri; yine,
istismara uğramaları; yine, ifade özgürlükleri kapsamında
özgürlüklerini kullanamadıkları için özelde de yaşamlarını
cezaevinde geçirmek zorunda kalan çocuklar; yine, savaştan kaçarken
sahillerde yaşamlarını yitiren çocuklar; sınırı
geçmek istemeleri hâlinde, yine, vurulan ve sınırı geçemeyen
çocuklar
Ne yazık ki bunları artırabiliriz. 2015 yılı,
son beş yılın içerisinde çocuk ölümlerinin en çok olduğu
bir yıl olarak kayda geçmiş olacak.
Bu süreçte ülkenin
geçmişine büyük bir ayıp olarak kazınan çocuk
katliamlarından yine listeden birkaç ismi ifade etmek istiyorum: Ceylan
Önkolu unutmadık, yine Uğur Kaymazları, yine Berkin
Elvanları, yine Silopide top atışları sonucu katledilen 2
yaşındaki Esra Şalk bebeği, yine Cizrede 3 aylık
Miray bebeği ve ölü bedeni buzdolabında bekletilen 10
yaşındaki Cemile Çağırgayı. Bunlar sadece
birkaçıdır. Yine, Surda ekmek almaya giderken polis kurşunuyla
yere yığılan 12 yaşındaki Helin Hasret Şeni
unutmadık. Yine, cenazesi hâlâ Surda bekletilen aileleri, hâlâ Surdaki
cenazesi bile alınamayan Rozerin Çukuru asla unutmadık. Yine, ismini
sayacağımız yüzlerce çocuğumuzu hâlâ unutmadık. Birkaç
tanesini daha buradan anmak istiyorum: Çekvar Çubuk, Beytullah Aydın,
Baran Çağlı, Emin Yanaş, Selman Ağar, Elif
Şimşek, Tahsin Uray, Berat Güzel, Tevriz Dora, Bişeng Garan,
Büşra ve Yusuf Akalın ve bunlar gibi yüzlerce çocuk bu süreç içerisinde
katledildi ve yaşamını yitirdi. Bunlar, bahsettiğimiz
abluka alanı içerisinde yaşamını yitiren çocuklardı.
Çatışmalı
süreç boyunca çocukların yaşam haklarının ihlali
dışında, korunma, eğitim, sağlık, güvenli bir
ortamda yaşama gibi birçok hakkı bile ihlal edildi.
Yaşamları abluka altına alınan çocuklar çok büyük
yıkımlara tanık oldular. Bu çocuklar ebeveynlerini ve
yakınlarını kaybettiler, annelerini ve babalarını
kendi gözleri önlerinde kaybettiler, aileleriyle birlikte göç etmek zorunda
kaldılar, yaralandılar, gözaltına alındılar,
sokağa çıkma yasağının bulunduğu yerlerde
okulların kapatılmasıyla eğitim haklarından mahrum
bırakıldılar. Yine, sağlık hizmetlerine
erişimleri engellendi ve tüm bu yaşadıklarının ağır
psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileriyle mücadele etmek zorunda
kaldılar. Savaş ve şiddete doğrudan maruz kalan veya
şiddete tanıklık eden çocuklar üzerinde geleceğe dönük
izler bırakmakta, çocukların kişiliklerinin tam ve uyumlu olarak
gelişebilmesi önlenmektedir. Çocuklar savaş süreçlerinde üzüntü,
kaygı, umutsuzluk, güvensizlik gibi duyguları yoğun biçimde
yaşamakta, bunların etkilerini ileriki yaşamlarında
hissedebilecekleri travmalarla karşılaşacaklardır. Bu
sebeple, bahsi geçen uluslararası sözleşmelerden önce çocukların
çatışma süreçlerinden zarar görmelerinin önüne geçmek üzere devletin
öncelikle silahlı çatışmaların durması için demokratik
adımları atması ve barışçıl çözüm
yollarının geliştirilmesi gerekmektedir. Bizim bugün
bunları konuşmamız gerekirken, ne yazık ki, bunları
önlemekle birlikte, ancak Avrupa Birliği uyum yasaları içerisinde
sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacağız ama bunları
tekrarlarsak, Avrupa Birliği sözleşmelerine uyumu
gerçekleştiremezsek, ne yazık ki, bu vizelerin, bu uluslararası
sözleşmelerin yasallaşmasının da bir anlamı
kalmayacaktır.
Yine, Ensar Vakfının üstünü kapatarak,
sadece bir bireye yükleyerek, o bireyin cezalandırılmasıyla
çocuk istismarlarının önleneceğini zannediyorsak bunda da
yanılmış olacağız. Biz, çocukları istismar eden
birey/bireyleri değil sadece, kurumsal ve o zihniyeti ortadan
kaldıracak bir yaklaşımı ele almak zorundayız.
Bunları gerçekleştirmediğimiz sürece ne kadar yasa
çıkartırsak, kanun çıkartırsak da yine de bunlar sadece
kâğıt üzerinde kalacaktır.
Yine, aynı
şekilde, bizler çocukların hak ve hukuklarını savunmak
yerine Avrupa Birliğine uyum sürecini nasıl geliştirebiliriz,
Avrupa Birliği sürecinde nasıl onların gözlerini boyayacak
yasalar, tasarılar gerçekleştirebiliriz diye ifade ediyoruz. Oysa,
bunları gerçekleştirebilmenin tek yolu pratik uygulamaların,
yaşadığımız sorunların birebir çözümünden
geçecektir. Biz çok net olarak şunu söyleyelim: Sadece cezaevlerinde 12-17
yaş arası çocukların olduğu toplam 2.373 kişi yer
almaktadır. Cezaevlerine kapattığımız bu
çocukları nasıl koruma altına alacağız, nasıl
özgürlüklerinden, nasıl barıştan, nasıl adaletten söz
edeceğiz? O yüzden, bunları ele alırken bütün çocukların
yaşadıkları sorunları gidermenin yollarını
arayacağız ve çocukların yaşam hakkı ihlalini ortadan
kaldırmayı önümüze hedef olarak bırakacağız diyorum.
Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Aydın Milletvekili Deniz Depboyluya aittir.
Buyurun
Sayın Depboylu. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
DENİZ DEPBOYLU (Aydın) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Saygıdeğer
milletvekilleri; 280 sıra sayılı Velayet Sorumluluğu ve
Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki,
Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair
Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısıyla
ilgili olarak konuşmak üzere, Milliyetçi Hareket Partisi Grubum adına
söz almış bulunmaktayım. Her birinizi saygıyla
selamlıyorum.
Konuşmama
başlamadan önce, bugün Mardinde şehit düşen askerlerimize
Allahtan rahmet, yakınlarına ve yüce Türk milletine sabır
diliyorum. Yine, tüm şehitlerimize ve Kiliste yaşamını
kaybeden vatandaşlarımıza da Allahtan rahmet diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, boşanma, eşler kadar çocuklar için de zor bir
süreçtir, yıpratıcı bir süreçtir. Şimdi, üzerinde
konuştuğumuz kanun da bu boşanma sonrasında çocuğun
haklarını korumaya yönelik, çocukların üstün menfaatini korumaya
yönelik bir kanun tasarısı olmaktadır.
Boşanma neden çocukları
yıpratır? Çocuğun güven ihtiyacı vardır. Bu güven
ihtiyacı sadece fiziksel ihtiyaçları için değil, korunma
ihtiyacı için de değil, bu, psikolojik anlamda da çocuğun en
önemli ihtiyaçlarından biri olduğu için önemlidir. Çocuğun güven
içerisinde, güven duygusuyla yaşamasını sağlayan anne ve
babası, ailesidir. Eğer bu aile bir arada olmayı başaramaz,
bütünlüğünü koruyamaz ve eşler boşanmaya karar verirse tabii ki
eşler arasındaki karı kocalık ilişkisi biter ancak anne-babalık
görevi devam eder.
Maalesef, ülkemizde gördüğümüz birçok
boşanma olayında şahıslar arasında, eşler
arasında anlaşmanın sağlanamadığı ve
birçoğunda çekişmeli boşanmalara giden süreçlere şahit
oluyoruz. Bunu etkileyen birçok sorun var; nafaka sorunu var, velayet sorunu
var, yine en kötüsü icra yoluyla görüşmeye varacak kadar anne-babanın
çocukları üzerinden kurduğu birbirlerine yönelik öfkelerini tatmin
etme yolu var. Bütün bu konuları uluslararası sözleşmede ele
alırken kendi iç hukukumuzda da dikkate alarak çözmemiz gerekmektedir.
Nafaka sorununda sadece kadınlar değil
erkekler de mağdur durumdadır. Üç gün evli kaldıktan sonra bir
ömür boyu nafaka ödemeye mahkûm olan erkekler de söz konusudur. Adalet
Bakanımızdan özellikle bu konu üzerinde ve velayet, özellikle de icra
yoluyla çocuk görme konusundaki sorun üzerinde
çalışılmasını rica ediyorum. İcra yoluyla çocuk
görme, sadece anne-baba açısından değil, çocuk üzerinde de çok
yıkıcı etkileri olan bir sorundur.
Gurbetteki vatandaşlarımızın
yurt dışında aile birliğini korumak konusunda
yaşadığı birçok sorun var. Bir kere, birbirini
tanımadan yapılan evlilikler söz konusu. Özellikle yeni kurulan
aileler için Türkiyeden gelin ya da damat getirmek, birbirini tanımadan
evlenen eşler arasında sorun yarattığı gibi ailelerin
kurduğu baskı bu sorunları daha da büyük hâle getirmektedir.
Yabancı uyruklu şahıslarla
yapılan evlenmelerde ise daha farklı sorunlar
karşımıza çıkmakta, ki takdir edersiniz, yabancı
uyruklu vatandaşlarla sadece yurt dışında değil yurt
içinde de evlilikler artmış durumdadır.
İlk ve ikinci kuşaktan sonra ikinci ve
üçüncü kuşak diyebiliriz- nispeten yaşadıkları ülkeye uyum
daha fazla, ancak daha iyi eğitim almışlar ama boşanma
konusunda yardım süreçlerinden mahrum yaşamaktadırlar. Burada
boşanma konusunda belki daha cesaretli görünüyorlar ama yine boşanma
sonucunda oluşan anne-baba arasındaki tartışmalar, yine nişan
döneminde bile ayrılırken yaşadıkları sorunlar
aynı ülkemizdeki gibi orada da devam etmekte.
Boşanma bazen gerekliliktir. Öyle evlilikler
vardır ki, evliliğin sürmesi değil, boşanmak bazen çitlerin
hayrına olabilir. Boşanma konusunda Türk vatandaşlarımız
yaşadıkları ülkelerde boşansalar bile Türkiye'de yasal
işlemin kabul edilmediğini, Türkiye'de tekrar avukat tutup dava açmak
zorunda kaldıklarını, bu nedenle de mağdur
olduklarını belirtmektedirler. Yine bu sorunun da çözülmesini de
beklemektedirler.
Bunun dışında, yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımızın
madem uluslararası bir anlaşmayı imzalıyoruz,
uluslararası sorunları da ele almamız gerekiyor-
yaşadığı sorunlara da biraz dikkat etmek gerekiyor
özellikle aile bütünlüğüyle ilgili. Hayatın yoğun
koşuşturması içinde genç, yaşlı, kadın-erkek
herkesin çalışması gerektiğinden maalesef yurt
dışında yaşayan ailelerimizin birbirine ayıracak
zamanı kalmamış. Aileler kendilerinin çalışma temposu
dolayısıyla uzak kaldıkları değerlerine
çocuklarının sahip olmasını isterken bu sefer
çocukların üzerine daha farklı yükler binmiş. Hafta içi
bulundukları ülkenin eğitim standartlarında eğitimlerini
alırken yine kültürlerini, dinlerini, dillerini öğrenmek için bu
sefer hafta sonu da eğitime tabi tutulmak durumundalar.
Yaşadıkları ülkeye ilk gelen
ailelerde anne ve babalar çalıştıkları için
çocuklarıyla yeterince ilgilenememiş ve maalesef bu çocukların
boşta kalması, yanlış alışkanlıklar edinmesi
daha farklı sorunlar yaşanmasına sebep olmuştur. İlk
giden nesil yabancı ülkede eğitim görmüş, Türkçe
dışında farklı dilde düşünen torunları
arasında da anlaşma sorunu yaşamaktalar. Biliyorsunuz bizim
kültürümüzde dede-torun, anneanne-babaanne-torun ilişkisi çok önemlidir ve
kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasını
sağlar ama üçüncü nesilde yaşayan çocuklarımız, Türk
vatandaşlarının çocukları dil
farklılığı nedeniyle, yabancı bir dille de
düşünme alışkanlığı kazanmaları sebebiyle bu
kuşaklar arasındaki çatışma fazlalaşmış,
birbirlerini anlayamayacak hâle de gelmişlerdir.
Yaşadıkları yabancı toplumda var olan aile içi ilişki
yapısı ailelere de olumsuz yansıyor, bazen Türk aileleri
onları daha özgür bulup kendisini baskı altında
hissedebiliyorlar. Yine, anne ve babaların ayrı, boşanmış
yaşamaları, ebeveynlerin birbirlerini, çocuklarını
kötülemeleri burada da görülmekte. Yabancılara karşı ön
yargılı yaklaşımlar gençlerde öz güven eksikliğine, bu
eksiklik de toplumda pasif olmalarına yol açmaktadır. Bunun sonucunda
dili, dini, kültürü, geleneği farklı toplumda olmaları
neticesinde iki kültürün kıskacı arasında kalmakta ve toplumla
bütünleşmekte zorluk yaşamaktadırlar. Gençlerin ergenlik
döneminde okullardan başlayarak bazı kötü
alışkanlıklar edinmesi, alkol, uyuşturucu, gençlerin
ergenlik dönemleriyle ilgili bu sorunlara bedensel, ruhsal değişimle
beraber yaşanan uyum problemleri de eklenince
çocuklarımızı, gençlerimizi daha zora sokmaktadır.
Yine, biz yakın zamanda, Aile Bütünlüğünü
Koruma Komisyonu olarak Danimarka ve İsveçte Türk göçmenlerimizle
birlikteydik. Oradan edindiğimiz bir bilgi var, dediler ki kendileri:
Kız çocuklarının yüzde 36sı, erkek çocuklarının
yüzde 10-12si üniversiteye gidiyor. Bu durumda, kızlar eğitimlerini
tamamlıyor ama erkekler erken dönemde iş hayatına atıldıkları
için bu sefer kız çocukları kendilerine eş bulmakta
zorlanıyor. Bu da yabancı uyruklu erkeklerle evlenmek durumuna
getiriyor ki, bizim Türk vatandaşlarımızı biraz
kaygılandırıyor.
Yine, yaptığımız
görüşmelerde Türk vatandaşlarımız Türk televizyon
kanallarını ve özellikle de evlilik programlarını şikâyet
ettiler bize. Yani bu evlilik programları sadece bizim ülkemizin
sınırları içerisinde değil, yurt dışında
yaşayan tüm vatandaşlarımızı da olumsuz etkilemekte ve
kendileri bunu dile getirmekte, şikâyet etmektedirler.
Bazı ülkelerde katı göç yasaları var.
Bu, vatandaşlarımızı zora sokmakta,
vatandaşlarımızın yasaları, kanunları iyi
bilmemesi sebebiyle de sıkıntılarını
artırmaktadır. Ve özellikle dile getirmek istiyorum, maalesef,
koruyucu aile sorunu var. Biz Danimarkada Öztürk ailesiyle görüştük. Size
biraz bu konuda bilgi vermek istiyorum.
Öztürk ailesi yeni evlenmiş bir çift.
Evlendikten sonra eşi hamile kalıyor ve bebek doğduğu gün
anne babanın elinden alınıyor. Çok ciddi bir sorunla
karşı karşıyayız. Burada bir ebe hemşire göz
teması kuramıyor diye şikâyet ediyor anneyi ve anneye bir zekâ
testi uygulanıyor. Zekâ testi Türkçeye çevrilmemiş, uygulayan Türk
değil, Türk kültürüne uyum çalışması
yapılmamış. Anne yarıda bıraktığı hâlde
çocuk alınıyor, bir başka koruyucu aileye veriliyor.
Onların yasalarına göre, koruma altına alınan çocuğun
önce aile yakınlarına, sonra aynı etnik grupta bir aileye, sonra
başka bir etnik gruba verilmesi gerekirken maalesef bu yasalar dikkate
alınmıyor ve Türk aileden alınan çocuk direkt Danimarkalı,
İsveçli, Norveçli bir aileye verilebiliyor, farklı kültürden.
Burada karşımıza çıkan ayrı
bir sorun, Türk ailelerin koruyucu aile olmaktan çekindikleri dile getiriliyor.
Şu kadarını ifade edeyim ki velayet sorunu çok önemli.
Çocuklarımızın koruyucu ailelere verilmesi de çok önemli ama
oradaki ailelerin ciddi anlamda yardıma ihtiyacı var. Boşanma
sürecinde, aile birliğini koruma sürecinde, anne baba eğitimi
konusunda ve her türlü hak ve kanunu öğrenebilmeleri için,
haklarını öğrenebilmeleri için ciddi yardıma
ihtiyaçları var, bizden destek bekliyorlar.
Bu konuda gerekli tedbirlerin alınması
gerektiğini hatırlatıyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Depboylu.
Şimdi, gruplar adına 1inci madde üzerinde
son söz İstanbul Milletvekili Mahmut Tanala aittir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın
Tanalı kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Tanal. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MAHMUT TANAL (İstanbul)
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla,
hürmetle selamlıyorum.
280 sıra sayılı Velayet
Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler
Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve
İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz
almış bulunmaktayım.
Tabii, sözleşmeye
baktığımız zaman, keşke konuyla ilgili bakan burada olmuş
olsaydı, belki -prensip olarak- hukuk literatürü üzerinde, bazı
olaylar üzerinde daha net konuşabilir idik. Çünkü, bizim, burada,
sözleşmenin 2nci maddesi Bu Sözleşme, çocuklara,
doğdukları andan 18 yaşına gelene kadar uygulanır.
diyor Sayın Bakan. Yani, uluslararası sözleşmelere göre 18
yaşına kadar olan herkes çocuktur. diyor.
Şimdi,
Anayasamızın 90ıncı maddesinin beşinci
fıkrası da İç hukukla uluslararası sözleşme eğer
çatışma hâline girerse uygulanacak olan hukuk, imzalamış
olduğumuz sözleşmelerdir. der. Buradan hareket ederek biz bu
sözleşmeyi destekliyoruz, onaylıyoruz. Ancak, bizim Medeni Kanun
hükümleri uyarınca Sayın Bakan, 16 yaşını
doldurmuş olan çocuk, anne ve babanın muvafakatiyle evlenebiliyor.
Peki, 16 yaşını doldurmuş olan çocukların anne ve baba
muvafakatiyle evlenmesi hâlinde, imzalayacağımız, yürürlüğe
girecek olan bu sözleşme uyarınca sorun ortaya çıkmayacak
mı? Sorun çıkacak. Peki, bununla paralel olarak, Medeni Kanundaki
hükümleri de düzenlemiş olsanız daha iyi olmaz mı? Olur.
Sadece bu mu?
Aynı şekilde, 18 yaşını doldurmamış olan
çocukların yasal rüşt dediğimiz, yasal ergin dediğimiz,
mahkeme kararıyla kişinin reşit olmasını sağlayan
hükümlerimiz var Medeni Kanunda. Aynı şekilde, o hükümleri
uyguladığımız zaman yine uluslararası bu
sözleşmelerle çelişmeyecek mi? Çelişecek.
Biraz önce Milliyetçi Hareket Partisinin sözcüsü
sayın hatip burada konuşmalarında dile getirirken dedi ki: Yurt
dışındaydık. Değerli arkadaşlar, Danimarkada,
İsveçte 18 yaşındaki çocuk, anne-baba muvafakat etse de
evlenemez, mahkeme kararıyla da evlenemez. Asıl olan, çocuğun
18 yaşını doldurması ve doğal yaşına
gelmesi, çocuğun gelişimi açısından, hem aile kurumu
açısından hem toplum açısından yararlıdır ve bu
zorunluluktur. diyor ve 18 yaş altındaki bu tür evlilikleri ve bu
tür reşit olmayı kabul etmiyor. Peki, olmayınca alelacele
Efendim, biz vizeyi alacağız, bu 72 ev ödevini alalım. Bunlar
gayet rahat, bu işi çok iyi biliyorlar, çok iyi biliyorlar ki Avrupa
Birliği ülkeleri bu kandırmaya, bu dolanmaya gelmez.
Ana muhalefet partisi olarak -biraz önce sayın
grup başkan vekilimiz de anlattı- geçmişte
yaptığımız uyarılar iki sene sonra, üç sene sonra tek
tek karşınıza çıkıyor. Aynı şekilde,
yaptığımız ve yapmaya devam edeceğimiz bu
uyarılar gerçekten karşınıza çıkacak.
Şimdi, burada velayet deniliyor. Peki,
arkadaşlar, yurt dışında boşanan
vatandaşlarımız velayetle ilgili, çocuklarının
korunmasıyla ilgili büyük sıkıntılar yaşıyor.
Nedir? Tanıma ve tenfizle ilgili tebligatlar yapılamıyor. Peki,
tebligatın çözümü yok mu Sayın Bakan? Tebligatın çözümü var,
şu: Deyin ki: Yurt dışında boşanan çiftler, iddet
müddeti geçmişse -yani, bizim mevcut olan Medeni Kanundaki iddet müddeti
üç yüz gündür- tebligata gerek kalmaksızın mahkeme kararıyla,
tanıma, tenfizi yerine getirin. Niçin? Şimdi boşanma
kararlarında tanıma, tenfiz yerine getirilmiyor değerli
arkadaşlar veya geç yerine getiriliyor. Şimdi, bir tanesi yurt
dışında evleniyor; evlendikten sonra çocuk dünyaya geliyor. Bu
çocuğun babası kim? Oradaki devlet diyor ki: Bu çocuğun
babası, benim hükümlerime göre, son evlilik yapan kişidir. Türk
kanunlarına göre de Efendim, bu karar hâlen benim nezdimde
tanınmadığı için bu çocuğun babası ilk
kocadır. Arkadaşlar, böyle absürt bir şey olmaz. Bunu
düzeltecek olan yer de siyaset kurumu olan Parlamentodur. Burada
vatandaşlarımız bu konuda çok mağdur. Gerçekten büyük
sıkıntılar yaşanıyor çocukların
tanınmasında, tenfizinde.
Geliyoruz nafaka kısmına. Nafaka
kısmını da, arkadaşlar, yurt dışında
devletler şöyle çözümlemiş -ve bu sözleşmenin zaten
gereklerinden bir tanesi de o- sosyal devletin gereği olarak anne-babaya
eğer mahkeme kararıyla nafaka takdir edilmişse, onu ödeyemiyorsa,
yine eğitim yaşamını, sosyal, kültürel
yaşamını, kreşten tutun, spor okullarından tutun, yaz
tatilinden tutun, yabancı dil eğitimden tutun, ana dil
eğitiminden tutun çocuğun ne ihtiyacı varsa gelişimi için
gayet rahat devlet bunu karşılıyor zaten. Bizim ilk önce kendi
iç hukukumuzdaki bu ev ödevlerimizi de yapmamız lazım değerli
arkadaşlar. Bu ev ödevlerini yapmadan bunu yapmak
Evet,
destekleyeceğiz ama bunları da size hatırlatmakta yarar var.
Tabii, çocuk hakları derken, değerli
arkadaşlar, Şanlıurfada çocuk hastanesinde her yatakta 2 çocuk
yatıyor. İlk önce, Şanlıurfadaki bu çocuk hastanelerini ve
gerçekten, her yatakta 2 çocuğun yatma olayını düzeltmek
lazım. Çocuk hakları diyoruz. Ve burada, Şanlıurfada
kadın doğum hastanesinde aynı durum söz konusu.
Değerli arkadaşlar, ben
Şanlıurfadan 1982de hukuk fakültesini kazandıktan sonra
ayrıldım. O dönemdeki kadın doğum hastanesi aynı
kadın doğum hastanesi. Yıl 1982, yıl 2016. Çocuk hastanesi
derseniz yine aynı sıkıntılar.
Bakın, değerli arkadaşlar,
Şanlıurfa, milattan önce 8000li yıllarda tarımın yapıldığı, ilk
yerleşimin yapıldığı yer. Şanlıurfada
şu anda günde sekiz saat ile on iki saat arası elektrik kesiliyor.
Şanlıurfada günde sekiz saat ile on iki saat arası
Sadece
Şanlıurfa değil, Mardin de aynı durumda, Diyarbakır da
aynı durumda. Hem sanayi zarar ediyor hem tarımla uğraşan
vatandaşımız zarar ediyor. Şimdi, güneydoğuda
yaşayan vatandaşlarımız diyorlar ki: Ya, arkadaş,
keşke biz de Suriyeli olsaydık, Suriyeden gelseydik. Çünkü burada
Suriyeliler dükkân açtığı zaman vergi levhası yok,
çalışınca sigortası yok, denetim yok. Bu bir haksız
rekabet doğuruyor ve orada göç başlıyor değerli
arkadaşlar. Bir yandan diyorsunuz ki: Efendim, biz terörle mücadele
ediyoruz. Arkadaşlar, oranın elektriğinin günde sekiz saat ile
on iki saat arası kesilmesiyle bu insanları âdeta bir başka göçe
zorluyorsunuz. Burada yapabileceğimiz olay
Vatandaş orada diyor ki:
Efendim, Suriyede DEAŞ var, Urfada DEDAŞ var. Böyle bir şey
olabilir mi? Şimdi, Urfada elektrik niçin özelleştirildi, sebebi
neydi? Elektriğin özelleştirilmesinin sebeplerinden bir tanesi
Gerçi Meclis
Başkan Vekilimiz, o da Adıyamanlı, orada da kesiliyor
elektrikler Sayın Başkan. Yani, sizin durumunuz nedir, bilemiyorum;
hiç kimse durumunuzu dile getirmiyor, onu da söylemiş olayım ben.
1) Kaliteli
elektriğin verilmesi lazımdı.
2) Verimli
elektriğin verilmesi lazımdı.
3) Altyapı
tesislerinin yapılması lazımdı ve bunların hem
güçlendirilmesi hem de yenilenmesi gerekiyordu.
4)
Vatandaşa ucuz ve kaliteli elektriğin verilmesi gerekiyordu.
Bu
gerekçelerden dolayı özelleştirildi.
Peki, sulama
birliklerinin borcu varsa
Arkadaşlar, sulama birliğine hacze
gitmiyorsunuz, komple vatandaşın elektriğini kesiyorsunuz. Hani
suçta ve cezada kanunilik ilkesi vardı, hani herkes kendi eyleminden
sorumluydu? Bir köyde 3 kişi elektrik borcunu ödememişse veya 10 kişi ödemeyip de 5
kişi ödemişse hepsinin elektriğini kesmek hangi hukuka
sığar, hangi adalete sığar, hangi düzene sığar?
Şimdi,
Şanlıurfada gerçekten en fazla oy verilen siyasi parti Adalet ve
Kalkınma Partisi ama hizmetin en az gittiği yer de
Şanlıurfa değerli arkadaşlar. Yani Urfalılara
yazık günah değil mi? Size bu kadar oy veriyorlar, size bu kadar
destek veriyorlar. Bu yazın sıcağında sekiz saat ile on iki
saat elektriksiz bırakmak savaş ortamında bile
yapılmıyor arkadaşlar.
Onun için, ben
buradan hepinizi -siyasi iktidarı- Şanlıurfalılar
karşısında takındığınız bu tavır
ve tutum karşısında gerçekten adaletli davranmaya davet ediyorum.
Siyasi iktidar olarak 11 Nisanda Bakanlar Kurulunu Urfada
topladınız, elektrik sözü verdiniz, Kesilmeyecek. dediniz ama hâlen
elektrikler kesik.
Ben tekrar
teşekkür ediyorum, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Tanal.
Yalnız
Adıyamanda teknik arıza dışında kesinti olmuyor
Sayın Tanal.
Diliyoruz ve
umuyoruz, tabii ki tüm şehirlerimizde aynı şekilde, aynı
duyarlılıkla devam eder ve tüm şehirlerimize de,
Şanlıurfaya da hizmet olduğu gibi devam eder.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Sayın Başkanım, siz bana sataşmada
bulundunuz. Adıyamanın hâlen pis lağım suları
Fırata akıyor. Yani, hâlen Belediye o kanalizasyon işlemini
bitirmemiş durumda. Yani, ben hangisinden bahsedeyim?
BAŞKAN
Yok yok, arıtma bitti Sayın Tanal.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Elektrikler kesik. Kâhtanın Huni köyünden bana haberler
geldi, gayet rahat onu da söyleyeyim ben size.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Böylece, 1inci
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
1inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum
İDRİS
BALUKEN (Diyarbakır) Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN
Karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.18
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.32
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif
Doğan TÜRKMEN (Adana)
----- 0 -----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80inci
Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
280 sıra sayılı Kanun
Tasarısının 1inci maddesinin oylaması sırasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi maddeyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
1inci maddeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
Şimdi, 280 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerine kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN 2nci madde üzerinde söz isteyen,
Halkların Demokratik Partisi Grubu Adına Iğdır Milletvekili
Mehmet Emin Adıyaman. (HDP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Adıyaman.
HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN
(Iğdır) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 280
sıra sayılı Velayet Sorumluluğu ve Çocukların
Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk,
Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım.
Değerli milletvekilleri, tabii,
uluslararası nitelikte olan bu sözleşmelerin kabulü, bunların
onaylanması, şeklen Avrupa Birliği uyum yasaları
çerçevesinde ve Avrupa müfredatına uygun olan bu sözleşmenin imzalanması
veya kabul edilmesi çocuk hakları bakımından önemli bir
gelişme ama tabii sadece bu sözleşmenin imzalanması veya bu
sözleşmeye taraf olmak yetmiyor çünkü öncelikle, uluslararası bir
nitelikte olan bu sözleşmenin ötesinde, ülkemizin içinde bulunduğu
koşullar ve ülke mevzuatımız açısından çocukların
içinde bulunduğu durum aslında içler acısı.
Bakın, Türkiye, bunun gibi, Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesini de imzalamış ama bu
sözleşmeyi imzalarken -tıpkı benzer uluslararası
sözleşmelerdeki gibi- temel insan hakları veya siyasal haklara
ilişkin sözleşmeleri imzalarken hep çekincelerle bu sözleşmeler
imzalanır. Çekincelerin temelinde yatan şey, aslında Türkiyede
maalesef Kürt sorununun henüz çözülememiş olmasından kaynaklı.
Çünkü, imzalanan her sözleşmede karşısına Kürtlerle ilgili
veya Kürtlerin temel haklarına ilişkin sorunlar
çıkacağından buna yönelik tüm maddelere çekinceler konulur.
Çocuk Hakları Sözleşmesinde de birçok çekince olmakla beraber
özellikle ifade özgürlüğü, kendi kültürünü yaşatma ve kendi ana
dilinde eğitim haklarına ilişkin 17, 29 ve 30uncu maddelere
çekince konulmuş gözüküyor.
Tabii, bunun yanında, bugün uygulamada maalesef
çocukların hakları
Çocukların yaşama hakkı,
eğitim, sağlık hakkı gibi haklardan Türkiyede çocuklar
ciddi anlamda mağdur durumda bulunmaktadır. Mesela, sokağa
çıkma yasakları başladığından beri, bu
sokağa çıkma yasaklarının salt uygulandığı
ve abluka altındaki il ve ilçelerde bugüne kadar katledilen çocuk
sayısı 103 civarında.
ALİM TUNÇ (Uşak) Terörist onlar,
terörist.
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) Devletin temel
yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle ortaya çıkan yaşam
hakkı ihlallerinin yanı sıra toplumsal olaylarda birçok çocuk
ağır suçlamalarla tutuklanmakta, karakollarda, sokaklarda, cezaevlerinde
kolluk güçleri tarafından şiddete maruz
bırakılmaktadır. Çocukların yaşam, barınma,
sağlık ve eğitim hakları hususunda devlet üzerine
düşen sorumluluğu yerine getirmemiş ve çocuklar
unutulmuştur. Bu da göstermektedir ki uluslararası sözleşmelere
taraf olmak, çocuklara haklar tanımak sadece kâğıt üzerinde
kalmaktadır. Her yeni yasal düzenlemeyle çocukların maruz
kaldığı sorunlar dile getirilip bunlara birtakım çözüm
önerileri getirilmekte ise de sorunların azalması yerine her geçen
gün çocukların yaşadığı sorunlar artmaktadır.
Kamu görevlilerinin faili olduğu birçok çocuk
ölümü cezasız kalmakta, failleri âdeta sistematik bir şekilde
ödüllendirilip serbest bırakılmaktadır. Bunun en acı
örneği, geçmişte, Uğur Kaymaz, Medeni Yıldırım
davasında ve Roboskide katledilen 17 çocuğun davasında
görülmüştür. Kamu görevlilerinin çocuklara yönelik işlediği
suçların cezasız kalması kamuoyunda Faili kamu görevlisiyse
fail cezasız kalacaktır veya ceza yoktur. kanaati
oluşturmaktadır.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bütün bunlara
ilişkin pek çok veri var. Mesela, son olarak Gündem Çocuk Derneğinin
yayımladığı bir raporda genel olarak Türkiyede çocuklara
yönelik, devletin negatif sorumluluğundan kaynaklanan, negatif görevlerini
yerine getirmemesinden kaynaklanan istatistikler var. Örneğin, bu rapora
göre 2005 yılı içinde yargısız infaz sayısı 61,
silahlı çatışmada 1, çatışma atıkları,
askerî mühimmat ve mayın gibi nedenlerle ölen çocuk sayısı 5.
Yine, kamu görevlilerinin ihmali sebebiyle
yaşam hakkı ihlalleri var. Mesela, eğitim hizmeti alırken
15 çocuk, sağlık hizmeti alırken 11 çocuk, barınma hizmeti
alırken 8 çocuk, kapatılma veya alıkonulma yerlerinde 1 çocuk,
sokakta 1 çocuk; toplamda 103 çocuk; 2015 yılı içinde devletin
negatif görevlerini yerine getirmemesinden kaynaklı çocuk
kayıpları söz konusu.
Aynı şekilde devletin bir de pozitif
görevlerini yerine getirmemesinden kaynaklı raporda yer alan bilgiler var;
mesela, intihar ve bombalı saldırılar sonucu 6 kayıp,
nefret cinayetlerinde 1 kayıp.
Yine, ev içi şiddette 18 çocuk kaybı,
akran şiddetinden 8 çocuk, çocuk cinayeti olarak 16 çocuk, çocuk
evliliklerinden kaynaklı 4 çocuk, uyuşturucu kullanımından
4 çocuk, intihar kaynaklı 35 çocuk, bireysel silahlanma kaynaklı 30.
Yine, ihmal sonucunda yaşanan hak ihlalleri
var. Mesela, trafik kazalarında 186 çocuk, bisiklet kazalarında 17
çocuk, ev içi fiziksel güvenlik ve ev kazalarından kaynaklı 62 çocuk,
yangınlar nedeniyle 24 çocuk, zehirlenmelerden 20, elektrik ve yüksek
gerilim çarpmalarından 7 çocuk, kentsel ve kırsal açık alandaki
olaylardan 142 çocuk, iş yeri ölümlerinden 55 çocuk, iş yeri
kazalarından 10 çocuk, afetlerden 4 çocuk, mülteci çocuk geçişi
yapılırken bu daha çok Suriyeden geçenler- 59 çocuk, mülteci çocuk
işçi ölümleri 11, mülteci çocuk barınma merkezlerinde 6 ve diğer
nedenlerle 26, bir de ayrıca Türkiyede yabancı ölen çocuk
sayısı 6 ve toplamda 875 kayıp söz konusu.
Bu istatistiklerde izah ettiğimiz veriler
devletin negatif veya pozitif sorumluluğunu yerine getirmemesinden
kaynaklı ölümler yani adli vakalardan veya sair kazalardan kaynaklanan
çocuk ölümlerini ayrı tutuyoruz.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar,
sadece yasaların Mecliste onaylanması veya salt vize serbestisi
kaygısıyla
Mesela 1995 yılında imzalanan bu önümüze gelen
sözleşme, 2002den bu tarafa iktidarda olan AKP Hükûmeti tarafından
nedense bu Meclise getirilmiyor. Toplam on dört yıldır iktidarda. On
dört yıl boyunca bu yasa aslında imzalanmış,
uluslararası devletlerce uygulamaya geçirilmiş ama yirmi
yılı aşkın bir süredir Meclis huzuruna getirilmiyor ama son
işte hazirana iki ay kala apar topar salt vize serbestisi
kaygısıyla, buna yetiştirelim kaygısıyla
tartışılmadan -gerekli samimiyet ve inançla getirilmiyor-
şeklî bir görev, Avrupa Birliğine karşı diplomatik bir
avantaj elde etme kaygısıyla getirilen bu yasa dileriz, umarız
salt bu saikle getirilmiş olmasın, pratikte, uygulamada da, buna
uygun iş mevzuatımızda da var olan yasalar hayata geçirilsin,
tatbik edilsin ve çocukların uluslararası boyuttaki koruması
ülke içinde de gerçekleşmiş olsun diyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Karar
yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN Oylamaya geçmeden önce karar yeter
sayısı talebi vardır.
2nci maddeyi kabul edenler
Etmeyenler
Karar yeter
sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
Şimdi 3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN Madde üzerinde gruplar adına,
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adıyaman Milletvekili
Behçet Yıldırım konuşacaktır. (HDP
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Yıldırım.
HDP GRUBU ADINA BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman)
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
280 sıra sayılı Kanun
Tasarısının 3üncü maddesi üzerinde partim ve grubum adına
görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım.
Konuşmama başlamadan önce dün
Ankaragücü-Amedspor maçında yapılan ırkçı ve faşist
saldırıyı şiddetle kınadığımı
belirtmek istiyorum. Kim bu şiddet ortamını yaratmışsa
bunları da şiddetle kınıyorum.
Velayet sorumluluğu ve çocukların
korunması hakkındaki bu yasa tasarısı özellikle çocuk
haklarıyla ilgilidir. Sözleşme içeriğinden önce, söz konusu
çocuklar olunca ülkemizin karnesini bir değerlendirmek gerekir.
Sözlerime Yaşar Kemalin şu cümlesiyle
başlamak istiyorum: Zamanın bütün yaraların ilacı
olduğu büyük bir yalan. Zaman öldürülmüş bir çocuğun
yaralarını iyileştiremez.
Çocuk haklarına ilişkin olarak
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, iç
hukukun ayrılmaz ve tartışılmaz bir parçasıdır ve
temel haklar ve özgürlüklerle ilgili mesele söz konusu olduğunda iç hukuka
üstünlük taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuk
Haklarına Dair Sözleşme, devletlere, silahlı çatışma
ortamlarında çocukları bütün zararlardan koruma ve
haklarını güvence altına alma yükümlülüğünü
getirmiştir. Devletler, silahlı çatışma ortamlarında
sivilleri ve özellikle çocukları korumak ve her türlü işlemde
çocuğun yararına öncelik vermekle yükümlüdür. Sadece savaşlarda
değil, her türlü silahlı çatışma ortamında,
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin
38inci maddesi başta olmak üzere, tamamı askıya
alınmaktadır.
Uluslararası sözleşmeleri sadece imzalayan
bir ülke konumundayız. Bunu, kendi ülkesinin vatandaşları ve
çocuklarını koruma gibi bir önceliğimiz yoktur. Öyle bir hâle
geldik ki, Avrupa Birliği ve uluslararası camianın
baskısı olmasa demokratik değerleri benimseyen tek bir yasa
çıkarmayacağız. Bütün özgürlükçü yasalarımızı
Avrupa Birliği mevzuatına uyum ve raporlarda belirtilen
eleştirileri kâğıt üzerinde karşılamak üzere
düzenliyoruz ve insanlığın ortak değeri olacak hak ve
özgürlükler konusunda imzaladığımız her türlü uluslararası
belge sadece kâğıt üzerinde kalmakta ve ne yazık ki uygulamaya yansımamaktadır.
Bunun başlıca sebebi, hak ve özgürlükleri içselleştirecek,
demokratik değerleri savunan bir siyasi iradenin
olmayışıdır. Hiçbir hak yoktur ki mevzuata
işlenebilsin. Ancak, kafalara, ruhlara işlenebilmesi için ayrı
bir empati, ayrı bir hoşgörü, ayrı bir olgunluk
gerektirmektedir.
Bakın, demokratik değerleri
içselleştiren bir siyasi irade döneminde çocukları koruyan
düzenlemelere imza atıyoruz ya, çocukları koruyoruz ya, eğer
çocukları korumuş olsaydık 2013 yılında polis tarafından
gaz fişeğiyle yaşam hakkı ihlaline uğrayan 15
yaşındaki Berkin Elvan ölmezdi.
Avrupaya ulaşabilmek için Akdenizi geçerken
yaşanan kazalarda ölenlerin yüzde 30u mülteci çocuklar ve bu
çocukların ölümünü engellemek için Avrupadan para isteyen bir ülkeyiz.
Egede karaya vuran, Aylan Kurdinin cesedi değil, Hükûmetin
vicdanıdır. İstenseydi, sıkı bir denetimle o kadar
çocuk Ege sahillerinde ölmezdi, denizlerde boğulmazdı.
Yine, savaşın en büyük
mağdurları çocuklardır. Sokağa çıkma yasağı
uygulamaları sonrasında yaklaşık 500 bin çocuğun en
temel yaşam ve sağlık hakkının ihlal edildiği
bildirilmektedir. Yüzlerce çocuğun yaşamını yitirdiği
belirtiliyor. Annesinin kucağında çocuklar öldürüldü; çocuklar, sokak
ortasında yatan annesinin cenazesini günlerce seyretmek zorunda
kaldı. Çocuk cenazeleri derin dondurucularda bekletildi. Cizredeki
ablukada halk çocuklarımız için bizden su ve mama getirmemizi
istemişlerdi. Vekil olarak bu işi üstlendiğimi güvenlik
birimlerine söyledim. Yanımda mama ve su vardı, Hayır,
götüremezsin. dediler. Hekimim, götüreyim, ambulansla gideyim. dedim,
maalesef abluka altındaki oradaki çocuklara bir su ve mama bile
ulaştıramadım. Ölümden ve yaralanmalardan kurtulabilen
çocukların evleri, sokakları, okulları yani güvenlik
alanları havan topları, füzeler, mermiler ve bombalarla
yıkılmaktadır. Çocukların bir kısmı, bu
yıkımı geride bırakarak göçmekte, yoksulluk ve yoksunluk
içerisinde yaşamaya çalışmaktadır.
Çocukları korumanın en kestirme yolu
barışçıl bir ortamı sağlamaktan geçmektedir. Çocuklar
için yükümlülüğümüz silahların susturulmasını
gerektirmektedir. Çocukları koruyoruz ya, örnek kabilinden çok acı
iki olayı hatırlatayım sizlere. Pozantı Cezaevi taciz,
tecavüz iddiaları ne oldu? Pozantıda tecavüz olayında,
örneğin, sanıklar beraat etti ve genelde kamu görevlileri bu tür
suçlarda cezasız kalmaktadır. Bu olaylarda genelde devlet
kurumları, eğitim kurumları, bazen olayı kapatma ve
görmezden gelmeye yönelebilmektedir. Bilindiği üzere, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanı Sema Ramazanoğlu konuyla ilgili Buna bir kere
rastlanmış olması hizmetleriyle öne çıkmış bir
kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfını
tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz. açıklamasıyla âdeta
çocukları değil, vakfı koruyarak hiç çekinmeden çocuklara yönelik
cinsel istismarı ve tecavüzleri meşrulaştırmaya gidebilecek
beyanlarda bulunmuştur.
Ayrıca, Bakana şunu söylemek isterim: Bu
bir kez olmadı, bu iktidar döneminde çocuk ve taciz olayları onlarca
oldu. Pozantı Cezaevini unuttunuz mu? Bugünkü tavrın sonucu ne oldu
biliyor musunuz? 2012de Pozantı Cezaevine konulan çocuklara taciz ve
tecavüz ettiği ortaya çıkan zanlılar hakkında açılan
dava takipsizlikle sonuçlandı. Ülkede çocuklara yönelik istismarın
önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması noktasında ihmali
bulunan ve çocuk istismarıyla anılan vakıflar hakkında
yaptığı açıklamalarla sorumluluğu bulunan
vakıfların cezasız kalacağı konusunda kamuoyunda ciddi
bir endişe ve güvensizlik yaratan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Sema Ramazanoğlu hakkında verdiğimiz gensoru iktidarın
oylarıyla reddedilmiştir. Demokratik ülkelerde istifa sebebi olan bu
uygulamalar istifa etmek yerine, suçta ihmali olanları savunabilecek,
onları koruyabilecek bir duruma gelmiştir. Çocukların
yoksulluğundan ve yoksunluğundan çocuklara karşı
işlenen suçlarda bir numaralı sorumlu devlet ve devleti idare eden
hükûmetlerdir. Devletin, Hükûmetin çocukların yararını koruma
yükümlülüğü mevcuttur. Ortada çok vahim iddialar var ve çocukların
tacize, tecavüze uğradığı iddiaları var ve Bakanın
önceliği Ensar Vakfını aklamaya yönelik beyanlarda bulunmak
olmamalı.
İşte, çocuklara verdiğiniz önemin
tablosu Pozantı Cezaevi ve Ensar Vakfı iddiaları hakkındaki
tutumunuzla gün yüzüne çıkmıştır. Bu nedenle, ne yazık
ki biz çocuklarımızı koruyan, çocuklarımızın
yararını gözeten bir ülke değil; çocuk ölümlerine, çocuk
tacizlerine seyirci kalan ve yer yer çocuk ölümlerine, çocuk tacizlerine
farkında olarak veya olmayarak zemin hazırlayan bir ülkeyiz. Bütün bu
onur kırıcı uygulamaların bir numaralı sorumlusu icra
makamında olan Hükûmettir. Kendi adıma bu Meclisin bir üyesi olarak
çocuklarımızı ölümlerden ve tacizlerden
koruyamadığımız için de bütün çocuklarımızdan
özür diliyorum. Umarım Hükûmet de kendi sorumluluğunun farkında
olup bu çocuk ölümleri ve tacizleri nedeniyle özür diler ve sorumluluğunu
hatırlayarak bir an önce yaşanan bu vahşetin hesabını
verir.
Sözlerime Nazım Hikmetin Bulutlar Adam
Öldürmesin şiirinden bir dörtlükle son vermek istiyorum: Koşuyor
altı yaşında bir oğlan/ Uçurtması geçiyor
ağaçlardan/ Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman/ Çocuklara
kıymayın efendiler." diyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Teşekkürler.
3üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
Böylece, tasarının maddeleri üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre
içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini,
bu yardıma rağmen sisteme giremeyen üyelerin oy
pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Velayet Sorumluluğu ve
Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki,
Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair
Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı açık oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 206
Kabul : 206 (x)
Kâtip Üye Kâtip Üye
Elif Doğan Türkmen Özcan Purçu
Adana İzmir
Böylece tasarı kanunlaşmıştır,
hayırlı uğurlu olsun.
Şimdi, 2nci sırada yer alan, Çocuk
Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline
İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
2.-
Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası
Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/698) ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 281) (xx)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 281 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde gruplar adına
ilk söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş
Milletvekili Burcu Çelik Özkana aittir.
Buyurun Sayın Çelik Özkan. (HDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
HDP GRUBU ADINA BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çocuk Nafakası ve
Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin
Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu üzerine grubum
adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunmaktayım.
Ancak, öncesinde ben Başkan, sizden sessizliği
sağlamanızı rica edeceğim.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, sayın
hatip kürsüde konuşmalarına başladı. Sessiz olalım
lütfen.
BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) Şimdi,
nafaka sürecine nasıl gelindiğine dair herkesin az çok bir fikri
vardır. Öncesinde, elbette ki ortada bir evliliğin olması
gerekir ve akabinde de bu evliliğin boşanma süreciyle karşı
karşıya kalması gerekir ki nafakadan bahsedebilelim.
Şimdi, günümüzde evliliklerin teşvikini
sağlamaya çalışan iktidarın politikaları ne yazık
ki evliliklerin uzun sürmesine sebebiyet verememektedir, engel olmaktadır.
Şöyle; iktidarın aileye yönelik yaptığı tüm
düzenlemelerin hemen hepsi aileyi antidemokratik bir yapı hâline getirme
çabasıdır. Nafakanın tahsil mevzusunun ortaya çıkması
için az önce bahsettiğimiz gibi, elbette ki bir evlilik sözleşmesinin
olması gerekir. İktidar partisinin politikalarının
evlilikler ve boşanmalar üstündeki tahakkümü gün gibi ortadadır.
Erken yaşta evlilikler ülkemizin en büyük
sorunlarından biridir. Özellikle kadınların toplumdaki
eşitsiz konumunu pekiştirmekte, kadınların yaşamsal
imkânlarının ve hayat tercihlerinin azalmasına sebep
olmaktadır. İktidarın 3 çocuk politikasındaki amacı,
kadınları doğurmaya teşvik ederek çalışabilir
nüfusu yüksek tutup iş gücü piyasasının genişlemesini
desteklemek ve böylece ücretleri düşürmektir. Evdeki kadın hem çocuklara
bakacak hem düşük de olsa ek gelir getiren faaliyetlerle hane halkının
ölmeden ayakta kalmasına yardım edecek.
Elbette aile içi cinsiyete dayalı iş
bölümü kadının üzerinden şekillenmektedir. Kadınlar daha
fazla çocuk yaptıkça bu çocukların bakımını
karşılama yükü ailede ve tabii ki kadının üzerindedir.
Kadınlar çocuk doğurdukça giderek iş gücü piyasasından
çekilecek ve evlere kapanacaktır. Peki, çalışmaya devam eden
kadınlar ne olacaktır? Zira, bütün kadınların ilk önce
birer anne olduklarının söylendiği, dahası
hissettirildiği bir toplumsal düzende çalışan kadının
anne olma yükünden kurtulmuş kadın olduğunu kim iddia edebilir?
İktidar, kadınlara Çocuk yapın. diyerek kadın bedeninin
üzerinde daha fazla tahakküm geliştirmek istemektedir.
Herkesi evlendirmeye niyetli bir
iktidarımız var, öyle ki üniversite öğrencilerine evliliğe
teşvik için maddi destek sunulması bu politikalardan sadece bir
tanesidir. Hepinizin bildiği üzere, 2013 yılında üniversite
öğrencilerine evlilik kredisi verildi 10 bin TL. Bunun yanı
sıra, evli olan üniversite öğrencilerine yurt imkânı
sağlandı. Henüz gençlik yıllarında olan ve hayata dair
hiçbir deneyimi olmayan öğrencileri evliliğe özendirme ve bunun
üzerinden borçlandırma mantığını anlamak mümkün
değildir.
Genç kadınların iş
alanlarının daraltılıp evliliğin tek seçenek olarak
dayatılması da yine önemli bir sorundur. Hükûmet bu dönem,
kadınları ilgilendiren çok önemli yasa tasarılarını
torba yasa yöntemiyle Meclis gündemine getirmektedir. Analık izni,
kadınları yarı zamanlı çalıştırma, özel
istihdam büroları ile kiralık işçilik uygulamasına dair
düzenlemeler kadınların sosyal ve ekonomik yaşamdan temelden
uzaklaştırılmasını öngörmektedir. Kadınların
istihdama katılım oranının yükseltilip destekler biçiminde
görünen ilgili tasarılarla esasında kadınların istihdama
katılımını koşullara bağlayarak daha da esnek
hâle getirmektedir. Tasarılarla kadınların istihdama
katılımı değil, istihdamda yer alan kadınların
çocuk doğurması teşvik edilmektedir. Kadınların
iş alanlarından uzaklaştırılması için her türlü
yasa ve mevzuatı önümüze koymaktasınız.
Bunun yanı sıra, kadına
ev kadını olmaktan başka anlam yüklemeyen Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığımız var. Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı ve başında olan Sayın Bakan Sema
Ramazanoğlunun bugüne kadarki açıklamaları ve tutumu, ne
yazık ki, kadınlara ev kadını olmaktan başka anlam
yüklememektedir. Bu sebepledir ki Halkların Demokratik Partisi olarak
kadın bakanlığının kurulması yönünde
ısrarlı önerimiz devam etmektedir. Çünkü önerdiğimiz bu
bakanlığın ülkedeki kadın ve çocukların sorunları
üzerinde özel ve gerçekçi çalışma yürütmesi amaçlanmaktadır.
Yakın zamanda bir kamu spotu
yayınlandı. Bu kamu spotunda, öyle düşünün ki, yapmamız
gereken, çocuklara yaşama sevincini, hayata tutunma umudunu ve gelecek
kaygısını gidermekken bu kamu spotunda -ben şahsen çocuk
ve gelin kelimesini bir arada kullanmayı hiç sevmeyen ve doğru
bulmayan biri olarak ancak anlamanız noktasında- ne yazık ki
çocuk gelin dediğimiz görüntüleri, yayınları bu kamu
spotlarında izledik. Bunlar da yine Hükûmetin politikalarıyla
doğru orantılı yayınlardır.
Ancak bunların hiçbir tanesi
evliliklerin kısa sürmesine ne yazık ki engel olamadı.
Şöyle ki: Bir de bizim nafaka sürecine gelene kadar bir boşanma
sürecini geçirmemiz gerekiyor. Boşanmalarla ilgili başvuruların
yüzde 70e yakınının kadınlar tarafından
yapıldığı ve öncelikle sebeplerinin kültürel, sosyolojik,
ekonomik ve toplumsal olarak aslında cinsiyete dayalı sebepler
olduğu açıktır. Bu anlamda Hükûmet, şayet boşanmaları
önlemek istiyorsa cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik
çalışmalar da yapması gerekmektedir. Türkiyede boşanma
Hükûmet açısından öncelikli bir sorun olabilir ama bizim
açımızdan öncelikli bir sorun olarak ortaya çıkmamaktadır.
Hükûmet bir iyileştirme yapmak istiyorsa, kadın ve çocuklara yönelik
psikolojik destek verme, hukuksal hizmetlere ulaşmayı
kolaylaştırma, kadınların SGKdan yararlanmaları için
çeşitli çalışmalar ve düzenlemeler yapması gerekmektedir.
Bunlar nafaka tahsilini de etkileyen faktörlerdir. İktidarın
politikaları, teşvik ve çabaları, olağanüstü desteğine
rağmen ülkede evlilikler uzun sürmemektedir.
Şunu söylemek lazım:
Politikalarınız açık ve net bir şekilde mutsuz ve umutsuz
bir toplum yaratmaktadır. Bireyleri evliliğe teşvik eden
politikalara rağmen boşanma oranı son on yılda yüzde 38
artmıştır. TÜİK raporuna göre 2015 yılına
yansıyan sonuç ise bir yılda, sadece bir yılda
boşanmanın yüzde 5 artmış olduğudur. Özetle,
iktidarın, bu politikaları kendi süzgecinden geçirmesi ve kadın
endeksli bir politika yürütmesi elzemdir.
Gelelim tasarının konusuna: Nafaka. Hukuk
fakültelerinde ne kadın hakları ne çocuk hakları diye bir ders
vardır. Bunlar kendine özgü haklar ve çağımızda pozitif
ayrımcılık gerektiren haklardır. Yani insan
haklarının ötesinde bu kişilere özel haklar verilmesi
gerekmektedir ki toplum gerçekten ileriye gidebilsin. Hukukçular ya da
boşanma sürecine tanık olanlar nafaka sürecinin nasıl
işlediğini bilir. Nafaka genelde çocuk ve kadın lehine
hükmedilmektedir. Bazı istisnai durumlarda erkekler de nafaka
hükümlerinden yararlanabilmektedir. Boşanmaların daha çok ekonomik
sebeplerle gerçekleştiği ülkemizde yüklenen nafaka
yükümlülüğünün yerine gelmemesi doğal bir sonuçtur. Tahsil edilemeyen
nafakalar doğrudan icra yoluyla tahsil edilmeye çalışılmaktadır.
Ancak bugün icra dairelerine gittiğimizde, icra dairelerinde bulunan
dosyalara biraz baktığımızda, bir komisyon kurup oraya bir
inceleme yaptığımızda göreceksiniz ki icra
dosyalarının büyük çoğunluğu yine tahsil edilemeyen nafaka
dosyalarıdır.
Bu noktada, nafaka yükümlüsü -burada da
kalmıyor- şayet nafaka alacaklısı talep ederse, önerisi
olursa, hepinizin bildiği üzere, nafaka yükümlülüklerini yerine
getirmemekten kaynaklı olarak tutuklanabilmektedir de. Şu anki
yasalar ve sistem ve uygulama hem kadını hem çocukları hem de
nafaka yükümlüsünü olumsuz noktada etkilemekte ve mağdur etmektedir.
Kanun tasarısı elbette uygulanabilir
olması hâlinde anlamlıdır. Bir, siz Daha çok çocuk yapın.
dediğiniz bir topluma önce bu çocukların geleceklerini nasıl
inşa edeceğinize dair politikalarınızı
açıklayın. Böyle bir politika var mı? Yok.
İkincisi, emin olun ki nafaka borcunu
ödeyemeyen ve belki de tam tersi, nafaka borcunun ödenmesini
Yani nafaka
alacaklısı olarak şu anda ülkemizde sayısız insan
şu soruyu size açık, net bir şekilde sorar: Siz daha henüz iç
hukukta yani ülkenizdeki nafaka tahsilini sağlayamıyorken
uluslararası düzlemde, uluslararası alanda nafaka tahsilini salt bir
sözleşmeye taraf olmakla çözebilecek misiniz diye bir soruyla
karşılaşmanız bizce çok doğal.
Sadece sözleşmelere taraf olmak kronik hâle
gelen bu tahsil meselesini ne yazık ki çözemez. Nafakası ödenmeyen
çocuğun mağduriyeti ise ayrı bir vaka. Bu çocuk -babaysa bu
nafaka yükümlüsü ya da anneyse, fark etmiyor- kendisiyle ebeveyni yani annesi
babasıyla olan ilişkisini sadece bu bağa bağlıyor yani
hukuki olarak sadece bu bağla kendisini bu kişiye karşı
bağlı görüyor. Aslına bakarsanız, mesele, çocuğun
eğitim, sağlık, gıda ihtiyaçlarının karşılanması.
Düşünün ki bir evlilik ekonomik sebeplerle bitti ve bir baba ya da anne
asgari ücretle geçiniyor ve buna rağmen de mahkeme ayda 200 lira, kim
yükümlüyse ona bu nafakayı ödeme kararını veriyor. Bu noktada,
zaten evlilik ekonomik sebeplerle bitmişken, bu yükümlülüğe sahip
olan kişinin bu nafakayı ödemesini nasıl bekleyebilirsiniz ki?
Bütün bu tasarılar, bütün bu hızlı
bir şekilde yasalaştırılmaya çalışılan
mevzuların hepsi elbette -burada günlerdir söylüyoruz- AB uyum süreciyle
alakalı ve elbet tabii vize muafiyetiyle ilgili. Belli bir sistemin alt
zeminini oluşturmak adına hızlı hızlı kanunlaştırılmaya
çalışılan tasarılar bunlar. Sağlıklı bir alt
komisyon çalışmasından uzak, üzerinde yeterince
tartışma yürütülmemiş olması tasarının en büyük
eksikliği.
Alt komisyon çalışmaları, hepiniz
biliyorsunuz, parmak usulüyle yapılıyor yani alt komisyonlarda da
yine buradakinden farksız. Buradaki herkes bir komisyona üye. Alt
komisyonlarda çalışmalar, bizlerin farklı önerileri, eğer
iktidar partisinin üyeleri fazlaysa ne yazık ki görüşülmeden
askıya alınıyor, tartışılmıyor bile. Bu
noktada, muhalefet partilerinin iyileştirici bir önerisi olsa dahi, ne
yazık ki hiçbir önerinin görüşülmediği alt komisyon
çalışmalarına hepimiz tanığız. Milletvekillerinin
alt komisyonlara üyeliği ve oradaki çalışmalarına,
dediğimiz gibi, hepiniz tanıksınız. Bu noktada, iktidar
partisi hızlı bir şekilde bu yasaları, bu
tasarıları kanunlaştırmaya çalışıyor
olabilir. Ancak gelecek günler için, belki evlatlarımız ve
çocuklarımız için sağlıklı bir yasa
çalışması yapmamız gerekmekte.
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmeler epeyce fazla. Özellikle çocuk haklarına dair
uluslararası nitelikte olup da taraf olmadığı -ülkenin,
Türkiye'nin- aslında hiçbir sözleşme yok, imza
atmadığı herhangi bir anlaşma bulunmamakta. Bunlardan
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, CEDAW yani uzunca
tanımı Kadına Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Çocuk
Hakları Sözleşmesi kapsamında, Türkiyenin uyması gereken
düzenlemeler bu sözleşmeler kapsamında hüküm altına
alınmıştır.
Burada, özellikle CEDAWın 6ncı raporuna
istinaden birkaç kelam etmek istiyorum. Bu raporda, Türkiye'deki erken ve zorla
evliliklerin sürdürülmesinden duyulan endişe açık bir şekilde
belirtilmiştir. Bu noktada, aslında, bakarsanız, iç hukukta da
geçmişe nazaran değişiklikler yapılmadı değil;
burada asıl sorun, alınan tedbirlerin uygulanmasında
karşımıza çıkmaktadır. Bu tedbirler yeterli
değildir. Sadece sözleşmelere taraf olmak ne yazık ki bu ülkede
sözleşmelerin uygulandığını göstermemektedir. Elbette
ki çocuk nafakalarının ve aile nafaka türlerinin tahsili, boşanma
sebebiyle yoksulluğa düşen taraf açısından önemlidir. Ancak
şunu herkes kabul etmelidir: Çocukların tüm haklarını en
başta koruması gereken devlettir, en üst merci bu noktada devlettir.
Bunun yanında, bu Parlamento çatısı altında bulunan ve
inisiyatif sahibi olan, bu konuda, herkes, hepimiz, birey olarak bizler,
sizler, hepimiz ayrı ayrı, çocukların tüm haklarını
koruma noktasında sorumluluk sahibiyiz.
Elbette, çocuk haklarını
konuştuğumuz bir gündemde, çocukların yaşam
haklarını da konuşmak gerekir. 2015 yılında, az önce,
yine, vekil arkadaşımız belirtti, 875 çocuk -şurası
çok önemli- önlenebilir sebeplerden dolayı yaşamını
kaybetmiştir. Bunun yanı sıra, ülkedeki çatışmalı
süreçte, ablukaların devam ettiği bölgelerde hayatını
kaybedenlerin çoğu da çocuktur. Az önce iktidar sıralarından bir
vekil arkadaş Onların hepsi terörist. dedi.
ALİM TUNÇ (Uşak) Sorumlusu sizsiniz,
sorumlusu!
BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) Burada günlerce
çocukların ismini zikrettik. Hepsinin yaşını, nasıl
hayatlarını kaybettiklerini, nasıl katledildiklerini
anlattık. Tekrar tekrar buraya asla girmeyeceğiz.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Katledilen çocuklara terörist diyen
(AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
müdahale etmeyelim.
BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) Sadece üç
aylık Miray bebeğin ismini burada tekrar anmak gerektiğini
düşünüyorum. Bu noktada, ablukalar
(AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Arkadaşlar, çok önemli bir şey
söyleyeceğim, bakın, herkes vicdanıyla dinlesin.
Ablukalar altında hayatını kaybeden
çocuklar da, bugün enkaz üstünde, yine, bu ablukalar devam ederken evleri
başlarına yıkılan ve enkaza dönen evlerin üstünde bekleyen
çocuklar da, 23 Nisanda sarayda, savaşta etkilenen çocuğun
gözyaşları da tek bir şeyi gösteriyor: Bu ülkede artık
barışın konuşulması gerekiyor. Bu çocukların
hepsi ama hepsi sadece barış diyor.
Bu noktada, bu Parlamentoda yasalaşan
tasarıların yaşam bulması, ülkenin savaş ve
faşizm sürecinden onurlu ve kalıcı bir barışa giden
yolu tercih etmesinden geçmektedir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu ülkede
toplumsal barışa giden yol, bugün yok sayılan Dolmabahçe
mutabakatından geçmektedir. Dolmabahçe mutabakatı, eğer
bilirsek, tüm kesimlerin sahiplenmesi gereken önemli bir haritadır. Daha
fazla kutuplaşmanın ve iç savaşın derinleşmesine izin
vermeden Parlamentonun sorumluluğunu yerine getirmesi önemlidir, elzemdir,
çocuklarımız ve geleceğimiz için zaruridir.
Bu noktada, sevgili arkadaşlar, son olarak
şunu söylemek istiyorum ben: Barışa giden bir yol yoktur
arkadaşlar, barışın kendisidir yol olan. Umut ediyorum, bu
duygularla hepiniz bu sorumluluğu alır ve gerekli
çalışmayı yaparsınız.
Tekrardan hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Ardahan Milletvekili Sayın Öztürk Yılmaz
konuşacaktır.
Buyurun Sayın Yılmaz. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Çocuk Nafakası ve Diğer
Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin
Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu konusunda
grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle Geri Kabul Anlaşması Avrupa
Birliğinin vize serbestisi sağlamak için müzakere yapan aday ülkelere
önerdiği bir şablon. Bu, özellikle son on yıl içerisinde Avrupa
Birliğinin kriterlerini iyice
sağlamlaştırdığı bir süreç. 72 tane kriter
öngörülüyor; bu, kabul eden ülkenin ev ödevi gibi takdim ediliyor. 72 kriter
yerine getirildikten sonra da süreç otomatikman tamamlanmıyor.
Müsaadenizle teknik bazı bilgiler vermek istiyorum.
Şimdi, Sayın Başbakan 22 Nisanda
açıklama yaptığında 72 kriterin çok büyük bir bölümünün
tamamlandığını ve tek haneye düşürüldüğünü
açıkladı. Ancak aynı gün TBMM AB Uyum Komisyonu
Başkanı 55 kriterin yerine getirildiğini yani hâlâ 17 kriterin
kaldığını belirtti ve yine aynı gün özellikle Avrupa
Komisyonu yetkililerinden yapılan açıklamada ise Türkiyenin sadece
19 kriteri tam olarak yerine getirdiği, 72 kriterden sadece 19 kriteri
yerine getirdiği açıklandı. Dolayısıyla, bu bir
görecelilik, nasıl değerlendirildiğine bağlı süreç.
Yani bizim ev ödevini yerine getirmemiz gerekiyor, değerlendirmeyi ise
Avrupa Birliği Komisyonu yapacak. Komisyon -önümüzde çok az bir süre
kaldı- mayıs ayında ilk değerlendirme raporunu sunacak.
Değerlendirme raporundan olumlu bir yeşil ışık
çıkması hâlinde bu otomatik olarak Türkiyeye vize serbestliği
tanınması anlamına gelmiyor. Bu raporun, bu defa, Lizbon
Anlaşması gereği geliştirilen codecision dedikleri ortak
karar alma mekanizması çerçevesinde Avrupa Birliği Parlamentosuna
gitmesi gerekiyor. Avrupa Birliği Parlamentosunda, Türkiye ile
yapılan Mülteci Anlaşması olarak takdim edilen bu
anlaşmanın çok fazla eleştirildiğini, eleştirenlerin
buna uygun bakanlardan daha fazla olduğunu sayı olarak- biliyoruz.
Dolayısıyla, buradan nasıl bir sonuç
çıkacağını göreceğiz. Velev ki buradan olumlu bir
sonuç çıksa bile bu yine bu codecision yani ortak karar alma
mekanizması çerçevesinde otomatik yürürlüğe girmiyor süreç. Bu defa
Avrupa Konseyinin de qualified majority yani nitelikli çoğunlukla karar
vermesi gerekiyor.
Süreç, hayli uzun. Dolayısıyla, haziran
ayı içerisinde bu değerlendirmelerin yapılması, bu
kararların alınması ve olumlu bir kararın çıkması
kolay olmayacak gibi görünüyor. Esasen, 18 Martta Türkiye-AB
açıklamasında da bu belli. Doğrudan, Bu 72 kriter konusundaki
yasalar kabul edildiğinde... demiyor. Bunun hızlandırılmasından
yani vize serbestliğine giden sürecin hızlandırılmasından
bahsediliyor. Vize sürecinin, otomatik olarak vize serbestisinin
sağlanacağı söylenmiyor. Çok nüanslar var bu anlaşmada.
Dolayısıyla, biz ne kadar koşturursak koşturalım 4
Mayıstan itibaren Avrupa Komisyonunun vereceği rapor ve daha sonra
Parlamentonun alacağı karar ve Avrupa Konseyinin akabinde
vereceği karar belirleyici olacak. Eğer bütün bu süreç olumlu
tamamlanırsa, olumlu sonuçlanırsa Türkiyede vize serbestliği
sağlanmış olacak.
Ancak, bu olayın teknik boyutu komisyon,
komisyona kadar olan boyutu belki göreceli olarak teknik boyutu. Komisyondan
sonra Parlamentoda ve Konseydeki görüşmeler siyasi bir süreçtir.
Türkiyeye vize verilmesi konusu, Türkiyeye vize serbestisi
tanınması konusu tamamen Avrupa Birliğindeki siyasi bir karar
mekanizmasıdır, otomatik işlemeyecektir. Biz bir müzakere eden
ülke olarak 2005 yılından beri müzakere edip Avrupa Birliğine
bizden çok daha önce katılmış başka ülkelere sağlanan
vize serbestliği ve Geri Kabul Anlaşması senkronizasyonunu
incelediğimiz zaman, hakikaten Türkiye'nin sürecinin çok yavaştan
alındığı, ağırdan alındığı,
otomatik işlemediği ve bu sürecin esasen belki de bir süre sonra
akamete uğrayacağı sonucu çıkıyor; umarız böyle
olmaz.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, vize
serbestliğinin sağlanmasından memnuniyet duyarız, Türk
vatandaşlarının kuyruklarda rezil olmasına son verecek bu
düzenlemeyi elbette destekleriz, destekleyeceğimizi daha o zaman Mecliste
de açıklamıştık ancak sürecin, daha o gün belirtildiği
gibi kolay olmayacağını da bilmemiz gerekiyor.
Avrupa Birliği
tarafından baktığımız zaman, Türkiye'ye dönük bir
çifte standart var. Süreç hep sulandırılıyor;
Kıbrısla sulandırılıyor, sözde Ermeni
soykırımıyla sulandırılıyor, başka konularla
sulandırılıyor. Türkiye'nin müzakere süreci, olması
gerektiği noktada tutulmuyor çünkü bir irade eksikliği var, bir irade
gösterilmiyor. Avrupa Birliğinin bu yaklaşımı maalesef
bizim de eleştirdiğimiz bir yaklaşım ancak bu sadece Avrupa
Birliğinin yaklaşımıyla kalmıyor, Türkiye'de de
Hükûmet maalesef bu eleştirilere konu olmayacak düzenlemeleri yapma
konusunda yeterince irade göstermiyor. Hukukun üstünlüğü, yargı
bağımsızlığı, özellikle ifade hürriyeti, toplanma
hürriyeti ve diğer alanlarda, temel hak ve özgürlükleri garanti
altına alacak alanlarda, Avrupa Birliğinin eleştirmeye meyilli
yapısını önleyecek düzenlemeler konusunda gerekli iradeyi
maalesef göstermiyor. Hâl böyle olunca, iki tarafta da bu iradesizlik bir sonuç
alınmasını engelliyor.
Bir başka konu arz etmek
istiyorum: Şimdi, bize Avrupa Birliği süreciyle ilgili olarak haziran
ayının sonuna doğru, en geç haziran ayının sonuna
kadar vize serbestliğinin tanınacağı belirtiliyor;
verilmediği zaman ne olacağı da sayın Hükûmet tarafından
açıklanıyor: Biz de Geri Kabul Anlaşmasını
uygulamayız. deniliyor. Peki -teknik bir bilgidir- 18 Martta imzalanan
yani o üzerinde mutabık kalınan anlaşmada sadece geri kabul ve vize yok, bir
başka konu daha var. Ne var? Müzakerelerin
hızlandırılması ve yeni fasılların
açılması var. Peki, böyle bir adım atıldığı
zaman biz tekrar ofsayta düşmüş olmuyor muyuz? Yanlış bir
stratejiyle tekrar kenara itilmiş olmuyor muyuz? Biz bunu askıya
aldığımız zaman yani bu anlaşmayı yaparken
bunları düşünmek lazım. Böyle bir adım olmuyor; biz de bunu
askıya aldığımız zaman, o zaman orada olan 33üncü
faslı da onlar bloke edecekler, başka fasılların
açılmasını da onlar engelleyecekler. Dolayısıyla, bu
senkronizasyon yapılırken yeterince hesaplama yapılmadı
maalesef, biz bunu üzülerek gördük. Ve bu mültecilerle ilgili anlaşma
hiçbir şekilde Türkiyenin müzakere sürecine
bulaştırılmamalıydı çünkü bizim müzakere sürecimiz
zaten sıkıntılarla dolu, zaten zor ilerliyor, zaten bir sürü ön
yargı var Avrupada Türkiyenin üyeliğine karşı, aleyhte
çalışan çok taraf var. Hâl böyleyken, bir de -mültecileri- sanki
bunlarla ilgili yeterince adım atmasak müzakereler engellenecekmiş
gibi bir noktaya getirdik kendi kendimizi, manevra alanımızı
daralttık, şimdi koşuşturuyoruz Bunu yetiştirecek
miyiz? diye. Burada kaldı on gün. Hepsini yetiştirsek bile Avrupa
Komisyonu bakacak, Bu, tam uygulanmamış. dediği anda nokta
konuluyor. Biz yanlış bir yerden girdik ve yanlış sonuca
gidiyoruz. Bizim müzakere sürecine kesinlikle bundan sonra hiçbir şeyi
bulaştırmamamız lazım; zaten Kıbrıs
bulaştırılmış, zaten sözde Ermeni
soykırımı bulaştırılmış, zaten Ege
adaları bulaştırılmış, iyi komşulukla
başka ülkeler bulaştırılmış, bir bu
kalmıştı, bu da bulaştırıldı.
Dolayısıyla, bizim artık hakikaten, kendi
ayağımıza kurşun sıkmaktan vazgeçmemiz lazım. Biz
vize serbestisi sağlamak istiyorsak, bunu mülteciler konusunda ayrı
bir paket yapmalıydık; onların istediği gibi, onların
işine yarayan bütün konuları da tek bir pakete
koymamalıydık; şimdi işin içinden çıkamayacağız.
Bir başka konu -söz almışken
belirtmek isterim- Türkiyenin şu anda ulusal güvenliğine yönelik bir
saldırı oluyor. Terör örgütü Suriyeden Kilisimize
saldırılar düzenliyor, insanlarımız ölüyor. İnsanlar
artık korkudan dışarı çıkamaz hâle geldiler. Okullar
tatil olmamasına rağmen -dünkü bilgi- çocuklar gidemiyor. Halkta bir
panik var Acaba bizim kafamıza da Katyuşa roketleri mi
düşecek? diye. Bizim ciddi manada bir tedbir almamız gerekiyor. Bu,
Türkiyenin bir şehrine yönelik saldırı değildir,
Türkiyeye dönük bir saldırıdır. Bunun adını koymak
lazım ve buna uygun tedbir almak lazım. Türkiyeye niye
saldırı oluyor? Türkiyeye bir terör örgütü saldırı
yapıyorsa bu terör örgütünü de afişe etmeli ve ona ilişkin en
sert tedbiri almalıyız. (CHP sıralarından
alkışlar)
Türkiye böyle bir ortamda, maalesef, terör örgütünün
hedefi hâline getirilip, Türkiyenin sınır güvenliği,
insanların can ve mal güvenliği hiçbir zaman tehlikeye atılamaz.
Biz buna izin vermemeliyiz ve bu konuda alınacak tedbirler konusunda da
biz gerekli desteği veririz. Mesele Türkiyenin güvenliği, huzuru,
vatandaşlarımızın huzuru olduğu sürece her konuda biz
destek veririz. Bu konuyla ilgili de Hükûmetin, Kiliste ne oluyor, niye bu
roketler atılıyor, kim atıyor bunları, amaç ne,
bunları açıklamasını bekliyoruz. Bu konuyla ilgili Meclise
bilgi verilmesinden memnuniyet duyacağımızı, Hükûmet
açısından da bunun esasen bir zorunluluk arz ettiğini belirtmek
isterim.
Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Karar
yeter sayısı Sayın Başkan.
BAŞKAN Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) Karar
yeter sayısı istedim ama
BAŞKAN Bir sonrakinde dikkate
alırız.
1inci maddeyi okutuyorum:
ÇOCUK NAFAKASI VE DİĞER
AİLE NAFAKA TÜRLERİNİN ULUSLARARASI TAHSİLİNE
İLİŞKİN SÖZLEŞMEYE KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1-
(1) Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası
Tahsiline İlişkin Sözleşmeye çekince ve beyanlarla
katılmamız uygun bulunmuştur.
BAŞKAN 1inci madde üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet
Parsak.
Buyurun Sayın Parsak. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
MHP GRUBU ADINA MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar)
Aziz Türk milleti, saygıdeğer milletvekilleri; 281 sıra
sayılı Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin
Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısıyla ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, aile, toplumun huzurunu ve güvenini tesis eden en değerli
kurumdur. Ailenin, muhabbet ve merhametten beslenen sağlam temeller
üzerinde yükselmesi, dengeli ve sağlıklı bir ilişki
ağına sahip olması, sadece bireyin değil, bir neslin
güvencesi anlamına gelmektedir.
Değişimin
bunaltan bir hızla yaşandığı günümüzde, toplumun
yapı taşı olan ailenin ciddi sorunlarla başa çıkmak
zorunda kaldığı önemli bir gerçektir. Sadece ebeveynler
değil, çocuklar, gençler, hatta dede ve nineler, hayatın
akışı içerisinde aile sorunlarıyla baş başa
kalarak yıpranmaktadır. Yüce Allah, Nisa suresi 35inci
ayetikerimesinde şöyle buyuruyor: Eğer eşlerin
arasının açılıp birbirinden ayrılacaklarından
endişe ederseniz, bu takdirde, erkeğin ailesinden bir hakem,
kadının ailesinden de bir hakem tayin edin. İki taraf da
işi düzeltmek dilerse Allah, aralarını bulur ve onları
uyuşmaya muvaffak eder. Şüphesiz, Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdar olandır.
Nitekim, eski
Türklerde de aile müessesesi toplumsal yaşamda önemli bir yer tutmuş,
Türk sosyal hayatı, aile ve akrabalık bağları üzerine
kurulmuştur. Türk aile yapısı, binlerce yıl, varlıkta
ve yoklukta birlik ve dayanışma içinde
yaşamıştır. Türk kadını da en az erkekler kadar
kıymetli görülmüş, gerek aile içerisinde gerek devlet yönetiminde
önemli görevler üstlenmiştir. Tıpkı erkeği gibi ata binen,
silah kullanan, avcılık yapan Türk kadını, kuvvet,
tahammül, gayret, azim ve cesaret bakımından erkeğin evdeşi
ve gerçekten eşi olmuştur.
Türk aile
yapısının ve Türk kadınının önemi, her
savaşta bir kez daha anlaşılmış, Türk milleti, son
olarak Kurtuluş Savaşında, kadın, erkek, yaşlı,
çocuk demeden cepheye koşmuş ve toplumsal
dayanışmasıyla kahramanlık ruhunu bütün dünyaya bir kez
daha göstermiştir.
Görüldüğü
üzere, gerek yüce dinimiz İslamda gerek Türk örf ve âdetlerinde aile
kurumu önemli bir yere sahiptir. Dinimiz İslam ile Türk örf ve âdetlerinde
bu derece önemli yere sahip olan aile birliğinin hukukumuzda ve
yaşantımızda da aynı derecede ehemmiyeti kuşkusuzdur.
Sayın milletvekilleri, üzerinde
görüşmelerini gerçekleştirdiğimiz Çocuk Nafakası ve
Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin
Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının kaynağı olan uluslararası
sözleşme, 5-23 Kasım 2007 tarihleri arasında düzenlenen 21.
Lahey Uluslararası Özel Hukuk Konferansı sırasında imzaya
açılmıştır. Son zamanlarda Genel Kurulda
görüştüğümüz tüm kanunlarda olduğu gibi bu kanun
tasarısının kaynağı da ne yazık ki vize
serbestisi diyaloğu, Sayın Başbakanın deyimiyle Kayseri
pazarlığıdır. 2007 yılında imzaya açılan
uluslararası sözleşmeye ilişkin kanun tasarısının
ancak 2016 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
gelebilmesinin iktidar için hızlı bir çalışma olduğu
kuşkusuzdur.
Değerli milletvekilleri, elbette çocuklara
ilişkin, aile yapısına ilişkin veya aile
yapısının dağılması sonrası bireylerin
hayatının devamını sağlayan nafaka müessesesine
ilişkin her türlü olumlu kanun tasarılarını ve
uluslararası sözleşmeleri görüşelim. Ancak şu hususun
altını önemle çizmek isterim ki bu konularda Türk milleti bizden,
Genel Kurula alelacele getirilen kanun tasarılarının
gereğince tartışılmadan kabul edilmesini değil, aile
yapısının devamını sağlayacak uygulamalar
yapmayı, boşanmış ailelerin çocuklarını
korumayı ve bu hususta gereken kanuni düzenlemeleri
gerçekleştirmemizi beklemektedir.
Türkiye İstatistik Kurumunun resmî verilerine
göre 2015 yılında toplam 131.830 boşanma gerçekleşmiş
ve bu boşanmayla sonuçlanan evliliklerden 13.073 tanesi sadece bir
yıl, 4.814 tanesi ise bir yıldan daha az sürmüştür. Diğer
yandan, bu evliliklerin 103 tanesi zina, 38 tanesi cana kastetme ve kötü
muamele, 35 tanesi cürüm ve haysiyetsizlik, 210 tanesi terk etme, 57 tanesi
akıl hastalığı, tam 128.152 tanesi ise şiddetli
geçimsizlik nedeniyle sona ermiştir. Bu noktada şiddetli geçimsizlik
nedeniyle meydana gelen boşanmaların sayısındaki bu
olağanüstü yükseklik dikkatimizden kaçmamalı, bu
boşanmaların arkasına gizlenmiş kötü ekonomik
koşullar, aldatma ve kötü muameleye bağlı nedenler görmezden
gelinmemelidir. Bu hâliyle geçimsizlik, hayatımızın her
alanında karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik
geçimsizlik, aile içi geçimsizlik, bireyler arası geçimsizlik gibi
sorunlar ne yazık ki çağımızın çözüm bekleyen en büyük
meselelerinden birisi hâline gelmiştir.
Ayrıca, seçim bölgem olan Afyonkarahisarda da
2015 yılında 981 çift boşanmıştır.
Afyonkarahisar, boşanma sayısı en yüksek olan iller
arasında ne yazık ki Türkiye genelinde 25inci il durumundadır.
Görüleceği üzere Türkiyenin bir yıllık boşanma tablosu
içler acısı bir hâldedir.
Sayın milletvekilleri,
bir toplumda aile bütünlüğünün yapısı, o toplumu oluşturan
değerler bütünüyle doğru orantılıdır. Yani toplum
içerisinde yolunda gitmeyen bir şeyler varsa muhakkak bu eksiklik aile
yapısına da yansıyacaktır. Domino taşlarının
sırasıyla yıkılmasına benzeyen bu sistem, ne
yazık ki ülkemizde aile yapılarımızda da ortaya
çıkmakta, toplumsal yaşamımızda büyük sorunlara neden
olmaktadır.
Biraz önce verdiğim
rakamlar haricinde şimdi sizlere yıllar içerisinde boşanma
sayılarındaki artışa ilişkin çarpıcı
rakamları da sunmak istiyorum.
Ülkemiz genelinde 2001
yılında 91.994 olan boşanma sayısı, 2002
yılında -küsuratları atlayarak ifade edeyim- 95 bin, 2008
yılında 99 bin, 2009 yılında 114 bin, 2011
yılında 120 bin, 2015 yılında 132 bine yükselmiştir.
Görüleceği üzere ülkemizdeki boşanma sayılarında 2002
yılından itibaren ciddi derecede artışlar görülmektedir. Bu
artışların nedeniyse elbette açık ve nettir. Tam da burada
biraz önce ifade ettiğim domino etkisi ortaya çıkmaktadır. Çünkü
ülkemizdeki ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere,
işsizlik, eğitim sisteminde izlenen yanlış politikalar,
toplumsal tedirginlikler, adalete güvensizlik ve terör gibi unsurlar aile yapımızı
doğrudan etkilemektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
tabii ki bu boşanmalar sonucunda en çok mağduriyet, muhakkak Türk
milletinin geleceği olan çocuklarımız bakımından
gerçekleşmektedir. Çocuklarımız nafaka almak değil,
ailesiyle birlikte bir ömür mutlu ve mesut bir şekilde yaşamak
istemektedir. Çocuk nafakası ve diğer aile nafaka türleri, elbette ki
dağılmış bir ailenin her bir bireyi için önemlidir ancak
hastaya kefen biçmek yerine hastayı hayatta tutmak birinci vazifemiz
olmalıdır. Ayrıca, ülkemizde meydana gelen boşanma
sayılarındaki ciddi artışlar ve nafaka mağduriyetleri,
çocuk işçi sayılarının, evsiz çocuk
sayılarının, evden kaçan ve suça sürüklenen çocuk
sayılarının artmasına da neden olmaktadır. Bu
hususlara ilave olarak çocuklarımızın madde
bağımlısı olması da yıkılan yuvaların
doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Son olarak, öncelikle Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının, deyim yerindeyse, vakıf
avukatlığı yerine sadece kendi işini yapmasını
tavsiye eder, izah ettiğimiz tüm bu sorunların çözümü için Hükûmetin
acilen bir girişimde bulunması gerektiğinin önemini vurgulamak
isterim. AKP Hükûmeti, ülkemizdeki ekonomik, sosyal, eğitimsel ve
işsizlik sorunlarını çözmediği müddetçe
boşanmaların sayısı artmaya devam edecek ve bundan
dolayı da mağduriyet yaşayan çocukların sayıları
da artacaktır.
Yine, önemli olan diğer bir husus ise
Hükûmetin, şehit çocuklarını siyasi gayelerle futbol
statlarında kullanması yerine özel bir koruma ve destekleme paketi
hazırlaması hususundadır.
Gazi Meclisi saygılarımla selamlarken
konuşmama Gazi Mustafa Kemal Atatürkün şu sözleriyle son vermek
istiyorum: Çocuklar, geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir.
Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek
hepimizin insanlık görevidir.
Bu düşüncelerle, bir kere daha hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Parsak.
Sayın milletvekilleri, birleşime kırk
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.39
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 20.23
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif
Doğan TÜRKMEN (Adana)
----- 0 -----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80inci
Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
281
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Tasarının
1inci maddesi üzerinde söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutandadır.
Buyurun
Sayın Bayraktutan. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU
ADINA UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Çocuk
Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline
İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının 1inci maddesi üzerine
söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle
şunu belirtmek istiyorum: Tabii, akdin ne zaman
imzalandığına bakıldığı zaman -biraz önceki
değerli konuşmacılar da ifade ettiler- 2007 yılında
Laheyde uluslararası sözleşme imzaya açılıyor, özel hukuk
sözleşmesi ve o tarihten bu tarafa doğru aradan on yıl geçmesine
rağmen ne yazık ki herhangi bir acele yapılmıyor. Ve on
yıl geçtikten sonra bu sözleşmenin bugünlerde alelacele gelmesinin
nedenini biliyoruz, bir kere, bunu öncelikle ifade edelim; Avrupa Birliğiyle
vize serbestisi kapsamındaki 72 fasıldan bir tanesi de bu. Bizim
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda herhangi bir muhalefetimiz yok, bir an
evvel bunun gündeme gelmesini ve yasalaşmasını bizler de
istiyoruz ama önce şunu ifade edeyim: Buraya gelmeden iki gün evvel yine
Anayasa Komisyonuna -alt komisyon da kuruldu- bu 72 fasıldan bir tanesi
olan Siyasi Etik Yasa Teklifi geldi, her ne kadar Komisyonda
değişmiş olsa da. Bu siyasi etikle alakalı şey de uzun
yıllardır Parlamento gündemindeydi; birçok milletvekili buna
ilişkin yasa teklifi vermiş olmasına rağmen, ne yazık
ki, ABnin bu dayatması karşısında alelacele getirildi.
Orada da dedik ki: Yani bunu bir an evvel kabul etmekle beraber, Avrupa
Birliği normlarına uygun, en azından o nesnelliği, o ölçütü
ortaya koyabilecek bir yasa teklifi olsun. Ama ne yazık ki onu orada
sağlayamadık, bu konuda da tereddütlerimiz var. Biraz önce Öztürk Bey
çok güzel ifade etti; bu fasıllar kabul edilse bile yarın bir gün ne
olabileceği, Avrupa Komisyonunun, Avrupa Parlamentosunun buna ilişkin
vize serbestisini kabul edip etmeyeceği konusunda tereddütlerimiz var.
İnşallah eder, yani Türk vatandaşlarının bu konuda,
gümrük kapılarında, sınır kapılarında
karşılaştıkları mağduriyetler, bir an evvel
bunlar önlenir diye düşünüyorum.
Tabii, bu eğer geçerse, bu hâliyle bu kabul
edilirse boşanmadan doğan bütün sorunlar, özellikle tahkim ve tenfiz,
milletlerarası özel hukuk mevzuatıyla
Medeni Kanun, biliyorsunuz, 5
fasıldan oluşuyor: Şahsın hukuku, aile hukuku, borçlar
hukuku, eşya hukuku ve miras hukuku. Bu 5 faslı milletlerarası
özel hukuk mevzuatının hükümleriyle beraber Avrupa Parlamentosu
normlarına entegre edeceğiz ve bundan kaynaklanan sorunlar ortadan
kalkacak. Öncelikle bunları ifade edeyim.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
buna ilişkin zaten, biraz önce de ifade ettiğim gibi, herhangi bir
muhalefet şerhimiz yok. Ben şimdi söz almışken başka
şeylerden de bahsetmek istiyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri,
Parlamentonun en önemli görevlerinden bir tanesi, milletvekillerinin en önemli
görevlerinden bir tanesi denetim görevi. Biz ya yazılı soru önergesi
veriyoruz ya sözlü soru önergesiyle Parlamentoya başvuruyoruz. Meclis
araştırması veya gensoru, Meclis soruşturması
bunlardan bir tanesi. Sayın Başkana vermiş olduğumuz,
milletvekilleri olarak bizlerin vermiş olduğu bütün soru önergeleri
standart yazılarla geri geliyor değerli milletvekilleri. Yani, daha
önceki dönemde de, 24üncü Dönemde de birçok konuda yazılı soru
önergesi verdik, Sayın Cemil Çiçek bunları işleme aldı
-burada örnekleri de var- noktasına virgülüne dokunmadan değerli
arkadaşlarım, hiç noktasına virgülüne dokunmadan. 26ncı
Dönemde de geldim, cevaplanmayan yazılı soru önergelerini Meclis
Başkanlığına verdim. Meclis Başkanlığı
2 tane maddeyi gerekçe gösteriyor. Bunlardan bir tanesi İç Tüzükün
96ncı, diğeri 97nci maddesi. Çok ayrıntılarına
girmek istemiyorum, orada da gayet açık bir şekilde belirtiyor
İstişare amaçlı, özel konularla ilgili herhangi bir soru
soramazsınız. diye.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu
soruları sorduğumuz zaman, eğer geçmiş dönemde Sayın
Meclis Başkanı yani Cemil Çiçek
2 tane önerge var hiç noktasına
virgülüne dokunmadığım. Bunlardan bir tanesini hemen ifade
edeyim. Birisini Sayın Ahmet Davutoğluna, Sayın Başbakana
sormuşum, bir tanesini de İçişleri Bakanı Sayın Efkan
Alaya sormuşum 2016 yılında. Birinin numarası 819,
diğerinin 842. İade edilmiş, diyor ki: Bunlar gerekli
şartları taşımıyor. Yani, Parlamentonun gündemine
bunu getirmek istiyorum.
Aynı soruları noktasına virgülüne hiç
dokunmadan 2014 yılında Cemil Çiçek Meclis Başkanıyken
sormuşuz, Sayın Meclis Başkanı buna vize vermiş ve
bunlar Parlamento gündemine gelmiş ama ilgili bakanlar tarafından
cevaplanmamış. Ama şimdi, aynı zamanda, Sayın
İsmail Kahraman bunları iade etmiş.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, hem
Meclis Başkanlığı burada bir sansür kurulu gibi
çalışıyor, filtre yöntemini uyguluyor -yani bunu kabul etmek
mümkün değil- hem de soru sormuş olduğumuz ilgili bakanlar ne
yazık ki sormuş olduğumuz sorulara gerçekten ciddi anlamda cevap
vermiyorlar. Şimdi, bir tane soruyu, geçmiş dönemde sormuş
olduğum bir soruyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın
Başbakana bir soru soruyorum, diyorum ki: Hükûmetçe stadyumların
adlarının yenilenmesi konusunda, bazı isimlerle alakalı
tereddütlerimiz var. Eski adı Antalya Atatürk Stadı olan stadı
Antalya Arena yaptınız. Eski adı Afyon Atatürk Stadı olan
stadı Afyon Arena yaptınız. Hatay Atatürk Stadını
Antakya Arena yaptınız. Bursa Atatürk Stadını Timsah Arena
yaptınız. Eskişehir Atatürk Stadını Es-Es Arena
yaptınız. Sakarya Atatürk Stadını Sakarya Arena
yaptınız. Bakın, tesadüflere bakın. Rize Atatürk
Stadını Rize Şehir Stadı yaptınız. Samsun
Atatürk Stadının adını Samsun Arena yaptınız.
Kocaeli İsmetpaşa Stadının adını Kocaeli Arena
yaptınız. Doğru mudur Sayın Akar?
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Yıktılar,
yıktılar.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) Şimdi,
bakın, soruyorum ki bunları niye yaptınız? Cumhuriyetin
kurucusu, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Önderi Mustafa
Kemal Atatürkün adlarını niye değiştirdiniz diye soru
soruyorum Sayın Başbakana. Sayın Başbakanın bana
vermiş olduğu cevabı okuyorum. Bakın, altında
Sayın Akif Çağatay Kılıçın imzası var Spor
Bakanı olarak. Bakın, bana vermiş olduğu cevap şu
Ben
soruyorum ki niye Atatürkün adını değiştirdiniz diye,
Sayın Bakan bana aynen şöyle cevap veriyor, diyor ki: Gerek Hükûmet
ve gerekse Bakanlık olarak, cumhuriyetimizin banisi, bütün milletimizin
ortak değeri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürkün siyasi polemik konusu
hâline getirilmesini ve bunun üzerinden siyasi rant devşirme yoluna gidilmesini,
tevessül edilmesini esefle karşılamaktayız. Ben soruyorum ki bu
statlardan Atatürkün adını niye değiştirdiniz, Gençlik ve
Spor Bakanı bana cevap veriyor: Bunu siyasi polemik konusu hâline niye
getiriyorsunuz? diyor. Arkadaşlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Biz Gazi
Meclisteyiz, burası Atatürkün Parlamentosu. Ben de diyorum ki stadın
adını niye değiştirdin? Devam ediyor, 1994-2002 tarihleri
arasında tek bir stat bile inşa edememiş Türkiye. diyor, devam
ediyor Biz bunu değiştirmekte haklıyız. diye. Önce
şaşırdım, niye böyle bir cevap verdi diye. Bakın, ben
size Artvinde yaşanmış bir olayı anlatayım.
Şimdi, Gençlik ve Spor Bakanı herhâlde il müdürünü örnek aldı
diye düşünüyorum. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden önce Artvine siyasi
liderler geldi değerli arkadaşla, Sayın Başbakan da geldi,
Genel Başkanımız da geldi. Genel Başkanımızı
getiren helikopter Artvine inecekti, 30 Mart seçimlerinden önce, her şey
tamam, bir problem yok, ineceği yer de futbol sahasıydı. Bir gün
evvel, bir baktık ki sayın il müdürü bizi aradı Hayır,
Sayın Genel Başkanın helikopteri buraya inemez. dedi.
Nasıl inemez? dedik. Dedi ki: Çimlere zarar veriyor bunun helikopteri.
Allah Allah, bu nereden çıktı? dedik. İl müdürüne dedim ki:
Sayın müdür, bu gerçekçi değil. Buraya gelen devlet büyükleri veya
siyasi parti genel başkanları hep buraya iniyorlar. Olsun. dedi.
O zaman sen bana yazılı bir cevap ver. dedim. Hoşuna gitmedi
il müdürünün. Aynen dilekçemiz şu, il başkanına
yazdırdım, dilekçeyi yazan da benim: 5 Mart 2014 Çarşamba günü
gerçekleştireceğimiz miting için Genel Başkanımız
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu şehrimize helikopterle
gelecektir. Helikopterin İskebe Şehir Stadına inebilmesi için gerekli
iznin verilmesi hususunda gereğini arz ederim. diye il başkanı dilekçe
verdi. İl başkanının verdiği dilekçeye il müdürünün
verdiği cevabı hiç kelimesine dokunmadan okuyorum değerli
arkadaşlar: Artvin Şehir Stadı sentetik çim yüzeyli olup
helikopterlerin inişi sırasında halının üzerine serili
granit ve kuvars kumunun fırlaması nedeniyle saha zeminine zarar
verildiğinden, sentetik çim yüzeyli statlara helikopter inişine izin
verilmemektedir. Gereğini bilgilerinize rica ederim. Olabilir, gayet de
normal, biz de bunu saygıyla karşıladık. Tamam, bizim Genel
Başkanımız helikopterle Kafkasör diye tabir ettiğimiz bir
yaylaya indi, yukarıya, zor koşullarda indirdik. Bizimkinin
helikopteri, Sayın Genel Başkanın helikopteri küçük,
pırpır diye tabir edilen bir helikopter, öyle söyleyeyim. Aradan
bir on gün geçti, baktık ki aynı stada, bakın değerli
milletvekilleri, 3 tane Skorsky indi, Sayın Başbakanın
helikopterleri.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Sıkıysa
indirmesin!
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Skorskyler her tarafa
iner.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) Hani, bizimki
kuvars şeyine zarar veriyordu ya... Şimdi, il müdürü bu. Ben önce, il
müdürünü -sizleri incitmek istemiyorum- şikâyet edeyim dedim, Böyle
böyledir. diye, Bizimkinin helikopteri küçük, 3 tane kocaman helikopterlerle
indi Sayın Başbakan, bunlar zarar vermiyor da bizim helikopter niye
zarar veriyor? diye.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Küçükler inemiyormuş!
UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) Önce şikâyet
edecektim, sonra şikâyet etmekten vazgeçtim. Niye biliyor musunuz? O
birinci helikopterde Gazi Mustafa Kemal Atatürkün koltuğunda oturan
CHPnin Genel Başkanı var; çimlere zarar veriyor, ağır
geldi demek ki ondan dolayıdır diye il müdürünü şikâyet etmedim.
Şimdi, gelinen noktada, il müdürü böyle yaparsa
sayın bakan da böyle cevap verir değerli arkadaşlarım. O
nedenle sizlerden istirhamım şu, Başkanlık Divanına da
söylüyorum, Sayın Başkan Vekili burada, Meclis
Başkanımıza söyleyin: Meclis Başkanımız matbu
şekilde göndermiş olduğumuz bütün dilekçeleri matbu şekilde
geri göndermesin.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Seçimi ondan mı
kaybettiniz Uğur Bey? Helikopter inmeyince seçimi mi kaybettiniz?
Belediyeyi kaybettiniz ama.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) - Milletvekilinin
yasal denetim yollarından bir tanesi yazılı sorudur;
yazılı soruya cevap vereceksiniz, sözlü soruya cevap vereceksiniz.
Eğer bunlara cevap vermiyorsa bırakın, ilgili bakan cevap
versin, Sayın Meclis Başkanının böyle bir görevi yok, böyle
bir filtreleme görevi yok, bu şekilde engelleme görevi yok. Yani,
burası bir sansür kurulu değil, sorularımıza gereken cevap
verilir. Biz hangi soruyu soracağımızı gayet iyi biliyoruz,
Parlamentoda uzun zamandır görev yapıyoruz.
Bu konuda bir daha bir
yanlışlığın olmamasını temenni ediyorum,
Meclis Başkanının bu tavır içerisinde olmamasını
temenni ediyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Bayraktutan.
Şimdi, söz sırası Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Mehmet Emin
Adıyamana aittir.
Buyurun Sayın Adıyaman. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN
(Iğdır) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
281 sıra sayılı Çocuk Nafakası
ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline
İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında grubumuz
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Şimdi, tabii, değerli arkadaşlar,
aslında çocuk nafakası ve aile nafakası hakikaten uygulamada
ciddi bir sorun. Özellikle, Avrupada 5-6 milyona yakın bir nüfusumuzun,
yurttaşımızın olduğu, bunun bir
kısmının çifte vatandaş olduğu
varsayıldığında, bu nafakaların özellikle Türkiyede
tahsili veya yine, Türkiyede nafakaya hak kazanmış olup
muhatabı Avrupada bulunan nafaka borçlusunun borçlarını ödemesi
konusunda uygulamada ciddi sıkıntılar yaşanıyor.
Dolayısıyla, bu anlaşmanın uygun bulunması belki bu
sorunu bir nebze çözümlemiş olacaktır ama esasen, iç hukukumuz
açısından da ciddi bir problem yani çocuk nafakası ve diğer
aile nafakalarının tahsili başlı başına bir
sorun. Yani, mahkemece hak kazanmak ayrı bir sorun ama onu icra yoluyla
tahsil etmek tamamen, başlı başına bir sorun.
Dolayısıyla, umarım, bu sözleşme kapsamında iç
mevzuatımız da demokratik bir tarzda düzenlenir ve yine, bu çocuk
nafakalarının tahsilini kolaylaştıracak düzenlemelere
gidilir.
Şimdi, tabii, özellikle boşanma
davalarından kaynaklı bu tür nafaka meselelerinde en başta
mağdur olan çocuklardır. OECDnin raporlarına göre mesela,
çocukların maddi durum, sağlık ve çevreyle ilgili eğitim
konularında Türkiye OECD ülkeleri arasında oldukça alt sıralarda
yer almaktadır.
Yine, Türkiye'nin yalnızca riskli
davranış konusunda sorumluluğu mesela, Meksikadan sonra
gelmekte. AB ilerleme raporları ve sivil toplum kuruluşları,
özellikle çocuklara yönelik çalışma yürüten sivil toplum
kuruluşlarının elde ettiği veriler ve iç
mevzuatımız açısından, dilerim bu sözleşme
vesilesiyle, özellikle -çünkü bizim her önerimiz, her kanun teklifimiz
peşinen reddedildiğine göre- burada sunacağımız
öneriler iktidar grubu tarafından dikkate alınır ve
değerlendirilir.
Mesela, bu kurumların ve Avrupa Birliğinin
ilerleme raporunda, yine benzeri sivil toplum kuruluşlarının
elde etmiş olduğu verilerde ortaöğretim okullaşma
oranında cinsiyetler arasında ciddi bir fark artışı
olduğu Türkiyede tespit edilmiş. Yine, okul kitaplarında
cinsiyetle ilgili ön yargılar tam olarak henüz kaldırılmış
değil. Yine, çocuklar arasında fakirlik oranı
orantısız şekilde yüksek; 6 yaşın altında olanlar
için bu oran yüzde 24, kırsal kesimde ise bu rakam oldukça yüksek, yüzde
49 gibi bir rakama ulaşıyor. Çocuklara yönelik aile içi şiddetle
mücadele edecek etkili bir iç mekanizma maalesef, iç hukukumuzda yok. Tam
zamanlı çocuk yuvalarındaki şartların
iyileştirilmesine yönelik bir düzenleme keza yok. Çocuk
işçiliğiyle mücadele konusunda yine henüz ölçülebilir bir gelişme
kaydetmiş değiliz. Çocuk işçiliğini ortadan kaldıracak
entegre bir sistemimiz yok. Terörle Mücadele Kanununda
ağırlaştırıcı koşulların çocuklara
uygulanamayacağı ve çocukların sadece çocuk mahkemelerinde veya
çocuk ağır ceza mahkemelerinde yargılanacağına
ilişkin düzenleme öngörülmüş olmasına rağmen maalesef,
çocuklar hâlâ yetişkinlere ilişkin ağır ceza mahkemelerinde
yargılanıyor. Çocuk ıslahevi sayısı yetersiz. Yine
Çocuk Koruma Kanununda 81 ilde çocuk mahkemelerinin kurulmasına ilişkin
düzenleme olmasına rağmen, bu mahkemelerin henüz daha
kurulmadığı, yine çocuk mahkemelerinde davaların uzun
sürmesi, yaşları 12-18 arasında değişen 2.500 çocuk
hapishanede ki bu rakam daha da artmış durumda- ancak çocuklar için
hapis cezasının en son başvurulan ceza yöntemi olması ve en
kısa süreyi kapsaması gerekiyorken maalesef, buna da uygulamada
dikkat edilmiyor.
Değerli arkadaşlar, şu anda, belki
yine dramatik sorunlardan bir tanesi, mesela ebeveyni, özellikle anneleri
hükümlü olan pek çok çocuk anneleriyle birlikte cezaevi koşullarında
büyümekte ve dolayısıyla âdeta anneyle beraber hükmü infaz
etmektedir. Dolayısıyla, buna ilişkin de bir düzenlememiz
olmadığı gibi tersine bir durum da söz konusu. Mesela ebeveyn,
anne veya baba içeride ama çocuk dışarıda belki dedesi veya
büyükannesi tarafından yetiştiriliyor; dolayısıyla
cezaevinde bulunan ebeveynleriyle sağlıklı bir ilişki
kurabilmesini, psikolojik ve sosyal açıdan sağlıklı
gelişebilmesini düzenleyen bir düzenlememiz de yok.
Keza, bütün bunların yanında,
çocukların cinsel istismarı, tecavüz, işkence gibi ahlak
dışı eylemlerin yaşattığı üzüntü bir yana,
bu tür olayların yaşandığı mekânlar ve bu
mekânların özellikle devletin kontrolünde olan mesela cezaevleri, çocuk
yurtları, vakıflar, okullar olması gibi ve yine bu fiilleri
gerçekleştirenlerin büyük çoğunlukla devlet erkini kullanan
kişiler olması olayı daha vahim bir hâle getiriyor.
Bütün bunların yanında, tabii, yine önemli
bir sorun belki çocuk yaşta evlilikler sorunu. Mesela, bununla ilgili
bizzat Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Sema Ramazanoğlunun
bir soru önergesi üzerine vermiş olduğu bilgiler var. Örneğin,
2010da çocuk yaşta evlenenlerin sayısı 45.738, 2011
yılında bu sayı 42.700, 2012de 40.428, 2013te 37.481, 2014te
bu rakam 34.629, 2015te 31.337 gibi bir rakama ulaşmış durumda.
Dolayısıyla biz bu sözleşmeleri, Avrupa müfredatına veya
mevzuatına uygun bu sözleşmeleri onaylıyoruz ya da bu
sözleşmeler çerçevesinde katılım gösteriyoruz ama bunun
paralelinde biz, kendi iç hukukumuzu da uygun hâle getirmediğimiz sürece
bu sözleşmelerin pratikte pek de bir sonuç vermeyeceği, kadük
kalacağı, belki yabancı uyruklular açısından bir fayda
sağlayabilecek veya bizim yurt dışındaki
yurttaşlarımızın nafaka alacakları konusunda bir fayda
sağlayacaktır ama kendi iç hukukumuz açısından hem çocuk
hem aile hem diğer aile fertlerinin nafakaları konusunda bir
katkı sunmayacaktır.
Bu vesileyle, olumlu sonuç elde edileceğini
umarak hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Maddeyi oylarınıza
sunuyorum
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Karar
yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN Karar yeter sayısı
arayacağım.
1inci maddeyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
1inci madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
Şimdi, 2nci maddeyi okutuyorum:
Madde 2.-
Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
2nci madde üzerinde gruplar adına,
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili
Çağlar Demirel konuşacaktır.
Buyurun Sayın Demirel. (HDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
HDP GRUBU ADINA ÇAĞLAR DEMİREL
(Diyarbakır) Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, evet, bu maddeyle,
aslında, yürürlüğe girmesini
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Bir saniye Sayın Demirel, kusura
bakmayın.
Buyurun.
ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) Evet, Türkiyede
çocuk ve kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığa
ilişkin aslında karnemiz çok kabarık ve zayıf. Bunu
gidermenin tek yolu, bu maddeleri ve bu Avrupa Birliği uyum
yasalarını hazırlamakla değil, aslında bir bütün
sorunları genel anlamda çözmekle sorun çözülmüş olur.
Tabii ki bu Avrupa Birliği sözleşmesinde,
uyum yasalarında vizeye ilişkin çalışmaların önemli ve
anlamlı olduğunu biliyoruz. Ama, gelin görün ki burada yapılan
bütün konuşmalar, söylemler, pratikler, ne yazık ki daha sonraki
süreçlerde, kendi bulunduğumuz alanlarda inkâr ediliyor. Bunun en güzel
örneğini biz, 23 Nisan günü burada yapmış olduğumuz
açıklamada gördük. Sizin de bildiğiniz gibi, 23 Nisan vesilesiyle
Genel Kurulda yaptığımız konuşmaya binaen
Cumhurbaşkanı şu ifadeleri kullandı: Dolmabahçe
mutabakatı diye bir mutabakatın olmadığını,
Nereden çıktı böyle bir şey? Böyle bir mutabakat falan söz
konusu değil. dedi, Bu iktidarın böyle bir mutabakatı söz
konusu değildir, olmamıştır. diye ifade etti. Biz buradan
sormak istiyoruz: Evet, Dolmabahçe mutabakatına atıfta bulunarak
aslında bugünü ifade ederken tam da olmadı dediği,
Cumhurbaşkanının olmadı dediği ve
olmamıştır da dediği mutabakat tablosu burada. Biz bu
fotoğrafı mı ele alacağız yoksa dün
Cumhurbaşkanının söylediği sözü mü dikkate
alacağız? O mutabakatın, Dolmabahçe mutabakatının
imzalandığı gün, deklare edildiği günkü tablo. Biz, HDP
Grubu olarak, bu mutabakatın arkasındayız ve bunu da
sahiplendiğimizi ifade etmek istiyoruz ama bu tabloyu hâlâ
Cumhurbaşkanı yok sayıyor ve görmezden geliyor. Oysaki, bunu tüm
Türkiye halkları, tüm dünya halkları görmüş oldu. Hangisi
doğru, bu Genel Kurul karar versin, Türkiye halkları karar versin. Bu
fotoğraf mı doğru yoksa dün Cumhurbaşkanın yapmış
olduğu açıklama mı doğru?
Yine, bildiğiniz gibi
Biz çok iyi biliyoruz
yani bu oturma düzenine kadar Cumhurbaşkanın bilgisi dâhilinde
gerçekleştiğini, aslında hepimiz biliyoruz. Bunu bir kez daha
göstermek istedik. Ama, yine aynı gün, yine Cumhurbaşkanı 28
Şubat 2015te Suudi Arabistan ziyareti öncesi yapılan açıklamada
aynen şunu diyor, hatta bir gazetecinin sorusu üzerine şu cevabı
veriyor: Bu hasretle beklediğimiz bir çağrıdır. diyor.
Bunu da tekrar hatırlatmak istiyoruz.
Bu çağrıyı yaparken aynen, ertesi gün
bütün gazete manşetlerinde tarihî bir çağrı olduğu da
tekrar görüldü. Bu manşetleri biliyorsunuz, uygulamanın ne kadar
önemli olduğunu Cumhurbaşkanı orada da ifade ediyor. Yine
barış baharı diye ifade etti başka basın mensupları.
Şiddetin dilinin sona ereceğini söyledi Sayın Davutoğlu.
Yine aynı şekilde Şimdi barış zamanı. diye
başka bir manşeti gösterelim ve bu manşette de
Çağrılar güzel, sıra uygulamada. dedi,
Cumhurbaşkanı. Yine aynı şekilde, biz 23 Nisanda, burada
ifade ettiğimiz darbe süreçleri ile çözüm ve Dolmabahçe mutabakatı
arasındaki farkı gösterirken de ifade etmiştik. Aynen o gün,
Sayın Davutoğlu Darbe gitti, çözüm geldi. diye ifadelerde bulundu
ve bunların hepsini bizler basında ve kamuoyunda çok net olarak
izledik. Yine aynı şekilde, Cumhurbaşkanı şunu da
ifade etmişti, birçok şeyi ifade etti ama sürem yetmeyeceği için
sadece bir kaçını burada ifade edeceğim: Temennim odur ki bu
yapılan açıklamaların arkasında durulur ve bununla ilgili
adımlar da atılır. Kimin arkasında
durmadığı, Cumhurbaşkanın dünkü
konuşmasından sonra biraz daha açığa çıktı ve net
olarak görüldü. O yüzden, demokrasi mücadelesi tarihinin en önemli ve en
anlamlı günüydü Dolmabahçe mutabakatının gerçekleştiği
o gün ve toplumun özelde de barış süreciyle büyük bir umutla
beklediği bir gündü; bunu görmek gerekiyor. Yine, toplumun her kesimince
heyecanla karşılandı o gün, ölümlerin değil, konuşarak
her sorunun çözülebileceğine dair eşit, özgür ve aidiyet
bağını güçlendiren bir birlikte yaşamın ve toplumsal
barışın formülasyonuydu; herkes bunu çok net olarak gördü.
Yine
Sayın Başbakan da Cumhurbaşkanı gibi düşünüyor mu?
diye sormak istiyoruz. Başbakandan bir açıklama gelmedi. Yoksa, ete
kemiğe kavuşturan, çözüme ivme kazandıran Dolmabahçe metninin
oluşmasında Hükûmet olarak çaba ve ortaklaşmanın sahibi
olduğunuzu söyleyebiliyor musunuz? Yine, bu sahiplenme
yapılmış olsa büyük bir ihtimalle, yaşamını
yitiren insanlarımızın tamamı şu anda
yaşıyor olacaktı. Evet, Dolmabahçe mutabakatı gerçekleşmiş
olsaydı, bugün aslında bu savaşı değil,
barışı ve çözümü konuşmuş olacaktık şu ana
kadar, bundan önceki oturumlarda ifade ettiğimiz yaşamını
yitirenlerin aslında bugün yaşamını yitirmemiş
olmasına ilişkin konuşmalarımızı ve bu bütünlüğü
sağlamış olacaktık.
Ben,
kısaca, Dolmabahçe mutabakatı metni derken tekrar hatırlatmak istiyorum,
metinde neler vardı, nelere imza atıldı ve bu deklarasyonda
neler dile getirildi. Silahlı mücadelenin yerine demokratik siyasetin yer
alması ve tarihî bir niyet beyanı olarak Dolmabahçe mutabakatı
ele alındı ve hem gerçek bir demokrasinin hem de büyük
barışımızın temel omurgasını teşkil
edecek olan olgusal başlıklardı.
Başlıklar
şunlar:
1) Demokratik
siyasetin tanımı ve içeriği.
2) Demokratik
çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanınması.
3) Özgür
vatandaşlık, yasal ve demokratik güvenceleri.
4) Demokratik
siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına
dönük başlıklar.
5) Çözüm
sürecinin sosyoekonomik boyutlarının ele alınması.
6) Çözüm
sürecinde demokrasi-güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri
koruyacak şekilde ele alınması.
7) Kadın,
kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvence altına
alınması.
8) Kimlik kavramı tanımı ve
tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın
geliştirilmesi.
9) Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin
demokratik ölçütlerde tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem
içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması.
10) Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri
içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasanın
gerçekleştirilmiş olmasıydı.
Tabii, tüm bu hususların, beklenen tarihî
gelişmelerin hayata geçirilebilmesi için tahkim edilmiş bir
çatışmasızlığın elzem olduğundan şüphe
yoktur. Biz de HDPli heyet ve HDP Grubu adına, bu demokratik çerçeveye ve
barıştan yana olan kesimlere gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm
aşamasında güç katacağını düşündük ve bu
Dolmabahçe mutabakatının hâlâ hayata geçirilmesi gerektiğini
tekrarlıyor ve yineliyoruz. Çünkü, bu kadar ölümlere, bu kadar
insanın yaşamını yitirmesine, bu kadar çöküntünün ve Avrupa
uyum yasalarıyla ilgili geldiğimiz bu süreçte Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin Türkiyeyi en çok mahkûm ettiği konuların,
düşünce ve örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere bu
sorunların giderilmesine dair çözüm gücü olabilecekti Dolmabahçe mutabakatı.
Biz, bu Dolmabahçe mutabakatının hayata geçirilmesi için,
barışın dilinin oluşturulması için hâlâ gündemde
olduğunu ve hâlâ Dolmabahçe mutabakatının sürecine geri
dönülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu mutabakatla birlikte aynı
zamanda, Sayın Davutoğlunun da manşetlerde belirttiği
gibi, biz de önceki günkü konuşmamızda ifade ettik ve hâlâ
söylüyoruz, aslında yaşanan darbe süreçlerinin de önüne geçilen bir
mutabakattı. Tüm halkların, tüm inançların, tüm kimliklerin
ortak vatan ve demokratik siyasetle hayata geçebileceği bir süreçti. O
yüzden, Dolmabahçe mutabakatıyla birlikte, bugün demokratik siyasetin
hayata geçmesi için bu Parlamentonun bir kez daha bu konuyu ele alması ve
gerçekleştirmesi gerekiyor diyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
2nci maddeyi oylarınıza sunuyorum
İDRİS
BALUKEN (Diyarbakır) Karar yeter sayısı
BAŞKAN
Karar yeter sayısı arayacağım.
Maddeyi kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir, karar yeter
sayısı vardır.
3üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
Madde üzerinde gruplar adına, Halkların Demokratik Partisi Grubu
adına Bitlis Milletvekili Mahmut Celadet Gaydalı
konuşacaktır.
Buyurun
Sayın Gaydalı. (HDP sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA
MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi ve grubum adına 281
sıra sayılı Kanun Tasarısının 3üncü maddesi
üzerine söz almış bulunmaktayım. Sizleri ve kamuoyunu
saygıyla selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, son günlerde, iktidar vize serbestliği konusunda birçok
kanun tasarısını Parlamentoya getiriyor ve çoğunluğun
oylarıyla kabul edip kanunlaştırıyor. Tabii,
uluslararası alanda atılmaya çalışılan bu adımlar
aynı zamanda iktidarın da birçok önemli değere nasıl yaklaştığını
ve ne gibi bir yol izlediğini gözler önüne sermesi açısından
önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle, bahsi geçen bu değer çocuk
olunca, çocuğun hem uluslararası statüsü hem de son zamanlarda
Türkiyede yaşanan toplumun temel değer ve yargılarını
olumsuz yönde etkileyen gerek Ensar Vakfında gerekse Türkiyenin birçok
yerinde meydana gelen çocuk istismarlarının bireylerin bu konuya olan
hassasiyetini daha fazla artırmış olmasını da umut
ediyorum.
Son zamanlarda savaşın yoğun olarak
yaşandığı, yıkımın tüm şiddetini ve
barbarlığını gösterdiği coğrafyalarda belki de
bizleri, hatta tüm insanlığı yaşamından utandıran
bir konu vardı ki o da Aylan bebekti. Avrupa, Orta Doğunun bu ölüm
cenderesi karşısında sessizliğe bürünmüş ve
habersizmiş gibi bir tutum sergilerken Aylan bebeğin karaya
vurmuş görüntüsü dünyanın dört bir yanını yasa boğan
bir andı. Bu da bizlere bugün bahsedeceğimiz ve tek evrensel değer
olarak kalabilen çocuğun önemini bir kez daha göstermektedir çünkü her
yıkım, ister bir ailenin dağılması olsun ister bir
evin yerle bir olması, bu durum en çok çocuk üzerinde kalıcı
hasarlar verir; genellikle de psikolojik olan bu yıkımlar uzun süre
üzerlerinden atamayacakları bir ruh hâline dönüşebilir. Çocuktan yani
uluslararası bir değerden bahsederken çocukların zihinsel ve
fiziksel gelişimlerinin yanında ruhsal, ahlaki ve toplumsal
gelişmelerini de sağlayacak bir tutumun geliştirilmesi ve bu
yönde ilerlenmesi gerekmektedir. Lahey Sözleşmesi ya da Avrupa
Birliği vize serbestliği açısından değil, gerçekten
doğru ve sağlıklı bir toplum yaratabilmek adına bu
adımlar atılmalıdır. Hükûmet, bu konuyla ilgili
sunduğu kanun tasarısının gerekçe kısmında yine
Avrupa Birliğiyle başlatılan vize serbestliği konusuna
değinmiş, genel olarak bu doğrultuda hayata geçirilmesini
planlamıştır.
Değerli
milletvekilleri, evrensel bir konuyu değerlendirdiğimiz zaman,
yalın olarak kendi beklentilerimiz değil, hayata geçirilecek olan bu
çalışmanın yetişecek olan gelecek kuşaklar üzerindeki
pozitif ve negatif ölçüleri açısından ele alınması
gerekmektedir. Bugün üzerinde konuştuğumuz bu tasarı, genel
hatlarıyla çocuğun üstün yararını temel alan bir
anlaşmaya taraf olma tasarısıdır ve çocuk yararına
olan her çalışma tüm boyutlarıyla değerli bir durumdur. Bir
çocuğun gelişimi için en önemli gereksinimlerinden biri de ekonomik
boyutudur. Dolayısıyla, hem eğitimi ve öğretimi hem de
gelişimi açısından ortaya çıkacak faturanın
karşılanması için bu tasarı önemlidir. Tabii, aynı
ölçüde aile nafakalarıyla oluşabilecek mağduriyetlerin
giderilmesi ve hangi devlet olursa olsun bu yardımların
sağlanması için hükûmetler kolaylaştırıcı roller
oynamalıdır. Çocuk gibi, aile de evrensel bir değerdir ve bu
değer sonucunda ortaya çıkan mağduriyet nerede olursa olsun
giderilmelidir. Bu yüzden, üzerinde durmamız gereken asıl konu bu
tasarı değil, genel olarak Hükûmetin izlediği politikalardaki
çocuğun yeridir.
Değerli milletvekilleri, ne yazık ki
bugün, Türkiye'de çocuktan bahsederken ya da konu çocuk olunca çocukları
ya tacizler ya da devletin ambargoların sürdüğü illerde uyguladığı
savaş politikası sonucu yitip giden canlarla hatırlar hâle
geldik. Ensar Vakfıyla gündeme düşen çocuk istismarı konusu,
vicdanlı insanlar ile vicdansızların bu konu üzerindeki
yaklaşımlarını gözler önüne serdi. Çocuk konusunda o kadar
vurdumduymaz bir görüntü var ki neredeyse Bir kereden bir şey olmaz.
denilecek duruma gelinmiş vahim boyutlarda. Ben, Ensar Vakfını
savunan zihniyete ve ilgili Bakanlığına şunu söylemek
isterim: Ya o çocuk sizin çocuğunuz olsaydı, bu kadar vurdumduymaz
bir tutum sergiler miydiniz?
Zergele köyü, Suruç ve Ankara katliamları,
toplumsal gösteriler ve iktidarın savaş konseptini tüm
yıkıcılığıyla devreye soktuğu illerde
yaşamını yitiren 868 kişinin 102si çocuktu. Yaşama
daha adım atmamış ufacık bedenlere kurşun ve top mermilerini
reva görenler, tarihte eşine az rastlanır bir yıkımı
sergilemeye de devam etmektedir.
2015 yılı çocuk yaşam hakkı
ihlal verilerine göre, devlet eliyle ortaya çıkan yaşam hakkı
ihlalleri sonucu, yargısız infazlarda 61, silahlı
çatışmada 1, askerî mühimmat veya mayın sonucu 5, eğitim
hizmeti alırken 15, sağlık hizmeti alırken 11, barınma
hizmeti alırken 8, kapatılma ve alıkoyma alanlarında 1,
sokakta 1 çocuk olmak üzere 103 çocuğun yaşam hakkı ihlal
edildi. Aynı raporda, devletin önlem almadığı için ortaya
çıkan çocuk yaşam hakkı ihlalleri; bombalı
saldırılarda 6, nefret cinayetlerinde 1, ev içi şiddette 18,
akran şiddeti 8, çocuk cinayetleri 16, uyuşturucu kullanımı
4, çocuk işçi ölümü 55 gibi birçok nedenle 772 çocuğun yaşam
hakkının ihlal edildiği açıklandı ve raporda mülteci
çocuklar için de bir kısım yer almaktadır. Türkiyeden
geçiş yaparken 59, mülteci çocuk işçi ölümleri 11 ve mülteci çocuk
barınma merkezinde 6 olmak üzere 76 çocuğun devletin yeterli önlem
almamasından kaynaklı yaşam hakkı ihlal edilmiştir.
Raporda son olarak, en yoğun çocuk ihlallerinin
yaşandığı illerin ilk iki sırasında
Diyarbakır ve Şırnak olduğu söylendi ve bu rapor sadece
2015 yılına aittir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu verilerle sizlere sataşmak ya da sizleri zayıf
göstermek adına bir çaba ya da kaygı içinde değilim. Bu veriler
benim hazırladığım veriler de değil,
iktidarınızın uyguladığı çocuk politikaları
karşısındaki karnedir. Her iyi çalışmanızı
burada sayısal veriler üzerinden değerlendirip ambargo ve savaşın
meydana getirdiği illerde yaşamını yitiren çocuk
katliamlarını sadece terörle mücadele adı altında
değerlendiremezsiniz. Egede neredeyse her gün yitirilen çocukları
mülteci sorunu diye adlandırmanız yaptığınız
yıkımın ve yetersizliklerin üstünü elbette örtmeyecektir. Zaten
bu tasarı da -açıkça belirttiğiniz gibi- çocukların
zihinsel, bedensel, ruhsal ve ahlaki gelişmeleri konusunda herhangi bir
kaygı içinde değil, tamamen vize serbestliği hususunda hazırlanmış
ve asli değer olan çocuğu çok da önemsemeyen bir tutum içindedir.
Değerli milletvekilleri, iktidar
partisinden beklentimiz, çocukları hak ve özgürlük konusunda bir
yetişkin bireymişçesine görmesi ama savaş ve yıkım
gibi politikalarda da masum bir hayat olarak görmesi gerekmektedir. Sağlıklı
bir hayat sağlıklı bir ortak vatan ve yaşanabilir bir dünya
oluşturabilmek adına bu konu büyük önem teşkil etmektedir.
İster sığınmacı ister mülteci ister vatandaş veya
dünyanın öbür ucunda olsun, evrensel bir değer olan çocuğu
bütüncül politikalar çerçevesinde ele almalı ve çocuk hakları
geliştirilerek tek ve sağlam bir yöntem izlenmelidir.
Ensar Vakfı davasında toplum
baskısıyla derhâl mahkeme ve tek celsede karar
alınmasının yanında, bugün doğu ve güneydoğu
illerimizde sekiz dokuz aydır gözaltına alınıp mahkemeye
çıkarılmayan gençlerimizin durumu ülkedeki hukuk
anlayışını ve kişilerin kanun önünde eşitlik
ilkesinin ihlalini göstermektedir.
Son bir vurgu da vize üzerine yapmak istiyorum. Vize
serbestisi kesinlikle serbest dolaşım olarak
algılanmamalıdır. Bu, otuz kırk yıl önce uygulanan
turistik vize gerekmez, sadece gümrük kapılarında yetkililerin
vereceği vizeyle -bir hafta mı olur, on beş gün mü olur veya
altı ay mı olur- onların takdiriyle verilecek vizelerdir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
Böylece, tasarının üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Çocuk
Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline
İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının yapılan açık
oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy
sayısı : 213
Kabul : 212
Boş : 1 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Özcan Purçu Elif
Doğan Türkmen
İzmir Adana
Böylece, tasarı
kanunlaşmıştır. Hayırlı uğurlu olsun.
Şimdi, 3üncü sıraya alınan,
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
3.-
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/707) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 294) (xx)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 294 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde söz isteyen
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Erol
Dora.
Buyurun Sayın Dora. (HDP sıralarından
alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 294 sıra sayılı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa
Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı üzerinde Halkların Demokratik Partisi
adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, 1957 tarihli
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine taraf
durumdadır. Sözleşmeye taraf olan devletler ile Türkiye
arasındaki suçlu iadesi işlemleri hâlihazırda bu sözleşme
hükümlerine göre yerine getirilmektedir. Bununla birlikte, Türkiye,
sözleşmenin 1975 tarihli ek protokolüne ise bugüne kadar taraf
olmamıştı. Söz konusu, Suçluların İadesine
İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokol geçtiğimiz mart
ayında Türkiye tarafından da imzalanmıştır.
Değerli milletvekilleri, üzerinde
görüştüğümüz bu ek protokol, bireylerin ve insanlığın
korunmasının güçlendirilmesi amacıyla hazırlanmış
olup soykırım ve insanlığa karşı işlenen
suçların siyasi suç kapsamında görülemeyeceğini kayda
geçirmektedir. Tabii, Hükûmet, bu protokolü demokratik bir gereklilikten
değil, Avrupa Birliğiyle başlatılan vize serbestisi
diyaloğu çerçevesinde, yüzeysel ve sembolik bir yaklaşımla ve
alelacele Meclis gündemine taşımıştır.
Tasarının gerekçe bölümünde,
Uluslararası hukuk uyarınca, bir uluslararası anlaşmaya
ilişkin çekince ve beyanların, anlaşmanın imzalanması
ya da onay veya katılım belgesinin tevdii sırasında
yapılması mümkündür. Bu bağlamda, söz konusu Ek Protokole
ilişkin çekince ve beyanlarımız onay aşamasında
bildirilecektir. denilmiştir.
Değerli milletvekilleri, bu noktada,
Türkiyenin uluslararası sözleşmeleri onaylarken yaygın bir
biçimde uyguladığı, uygulayageldiği sözleşmelere
çekince koyma tutumuna ilişkin birkaç konuya değinmeyi lüzumlu
buluyorum. Tabii, Türkiyenin uluslararası sözleşmelere koyduğu
çekinceler âdeta bir çekince rejimi hâlini almıştır.
Bildiğimiz gibi, çekinceler rejimine ilişkin, uluslararası
alanda ortaya konan ve günümüzde örf ve âdet hukuku niteliği
kazanmış hukuk metni, 1969 tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku
Sözleşmesidir. Çekincelere ilişkin düzenleme ise Viyana
Sözleşmesinin 19 ve 23üncü maddelerinde yer almaktadır. Bu
maddelerde, sırasıyla, çekincelerin ileri sürülmesi, çekincelerin
kabulü ve çekincelere itiraz, çekincelerin ve çekincelere yapılan
itirazların hukuki etkisi, çekincelerin ve çekincelere yapılan
itirazların geri alınması ve çekincelerle ilgili usul
başlıkları altında konuyla ilgili düzenlemeler öngörülmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye, insan hakları hukuku ve insancıl hukuk alanında, gerek
evrensel gerekse bölgesel kapsamlı sözleşme ve protokollerin
birçoğuna taraf durumdadır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin
ikiz sözleşmeler, ırk ayrımcılığı
karşıtı ve azınlık haklarını koruyucu
sözleşmeler, kadın hakları sözleşmeleri, kölelik ve kölelik
benzeri uygulamalara ilişkin sözleşmeler, işkence, onur
kırıcı muamele ve kaybolmalara ilişkin sözleşmeler,
çocuk hakları sözleşmeleri, örgütlenme özgürlüğüne ilişkin
sözleşmeler, çalışma ve zorla çalıştırılmaya
ilişkin sözleşmeler, eğitim hakkıyla ilgili
sözleşmeler, mültecilere ve ilticaya ilişkin sözleşmeler,
silahlı çatışma hukukuna ilişkin sözleşmeler bunlardan
bazılarıdır.
Değerli milletvekilleri, uluslararası
sözleşmelerin konu ve amacına aykırı biçimlerde konulan
çekince ve beyanlar, 1969 Viyana Konvansiyonu ve Uluslararası Hukuk
Komisyonu ilkeleri beraber değerlendirildiğinde hükümsüz
addedilmektedir.
Bu hatırlatmadan sonra, çeşitli
sözleşme organlarının, Türkiyenin çekinceleri ve beyanları
bakımından yaptığı değerlendirmelerden örnekler
vererek konuşmamı sürdürmek istiyorum. Örneğin, Irksal
Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması
Komitesi, 2009 yılında yayınladığı Sonuç
Gözlemleri metninde, Türkiyenin çekince ve beyanlarının tüm
sözleşmenin uygulanmasına halel getirebileceği
uyarısını yapmış, çekincenin yanı sıra
sözleşme uygulamasına getirilen coğrafi
kısıtlamanın da kaldırılması gerektiğini belirtmiş
ve bir yıl içinde, Türkiyeden, bu konuda kendisini bilgilendirmesini
talep etmiştir. Ancak Türkiye bu konuda makul bir düzenleme
gerçekleştirmemiştir.
Yine, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin
denetim organı olan İnsan Hakları Komitesi, 2011
yılında yayınladığı Sonuç Gözlemleri metninde,
Türkiyenin Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine koyduğu
çekincelerin, Kürtler ve Romanlar gibi çeşitli azınlık
grupların ayrımcılığa maruz kalmasına ve
haklarının kısıtlanmasına yol
açtığını, bu nedenle kendi kültürlerini
gerçekleştirmelerinin ve dillerini kullanmalarının olumsuz
etkilendiğini belirtmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; komite, ayrıca, her taraf devletin etnik, dinsel veya
dilsel tüm azınlık gruplarının
ayrımcılığa karşı etkin biçimde
korunmasını ve haklarından yararlanmasını sağlama
yükümlülüğü altında olduğunu belirtmiş, bunun yerine
getirilebilmesi için Türkiyenin 27nci maddeye koyduğu çekinceyi
kaldırması yönünde görüş bildirmiştir. Komitenin Türkiyeyi
uyardığı ve çekinceyi kaldırmasını telkin
ettiği 27nci madde ne diyor bakalım: Madde 27- Etnik, dinsel ya da
dil azınlıklarının bulunduğu devletlerde, bu
azınlıklara mensup olan kişiler, kendi gruplarının
diğer üyeleri ile birlikte, kendi kültürlerinden yararlanma, kendi
dinlerine inanma ve bu dine göre ibadet etme ya da kendi dillerini kullanma
hakkından yoksun bırakılmayacaklardır.
Değerli milletvekilleri, gördüğümüz gibi,
Türkiye hükûmetleri, Türkiye coğrafyasında yaşayan farklı
kültür, farklı dil ve inançlara mensup yurttaşlarının bu
temel haklarını sözleşmeye çekince koymak suretiyle açıkça
engellemektedir. İnsan Hakları Komitesinin 2.929uncu
toplantısının özet kayıt metninde de Türkiyenin Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesine koyduğu beyan ve çekincelerin
sözleşmenin konu ve amacına uygun olmadığı açıkça
belirtilmektedir. Toplantı metninde, Türkiye delegasyonunun çekincenin
kaldırılabileceğine ilişkin beyanlarından duyulan
memnuniyet dile getirilmiştir ancak 2009dan bugüne beyanların aksine
Türkiyede bu çekinceyi kaldırmak yönünde hiçbir düzenlemeye
gidilmediğini hepimiz görüyoruz.
Değerli milletvekilleri, Türkiyenin
uluslararası sözleşmelere koyduğu çekincelere bir diğer
örnek Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesidir. Ekonomik, Sosyal
ve Kültürel Haklar Komitesi, 2011 yılında
yayınladığı Türkiyeye ilişkin Sonuç Gözlemlerinde,
Türkiyeden sözleşmenin 13üncü maddesine koyduğu çekinceyi
kaldırmasını, söz konusu maddeyi komitenin içtihadı
ışığında yorumlamasını ve
uygulamasını önermiştir. Türkiyenin çekince koyduğu maddeyi
okuyalım: Madde 13- Bu sözleşmeye taraf devletler ebeveynlerin kendi
çocukları için kamu makamları tarafından kurulmuş
okulların dışında devlet tarafından konulmuş ya
da onaylanmış asgari eğitim standartlarına uygun diğer
okulları tercih etme ve çocuklarına kendi inançlarına uygun,
dinî ve ahlaki eğitim sağlama özgürlüğüne saygı göstermeyi
taahhüt ederler.
Değerli milletvekilleri, gördüğümüz gibi,
Türkiye, ebeveynlerin kendi çocuklarına, kendi inançlarına uygun dinî
ve ahlaki eğitim sağlama haklarını açıkça
engellemektedir. Bu çekinceyi yorumlarsak eğer, devlet sadece kendi
yaptığı din ve ahlak tanımı üzerinden çocukların
eğitimini tekelleştirmekte ve farklı inançlara mensup ailelerin,
çocuklarına kendi inançlarını eğitim yoluyla
aktarmalarını engellemektedir.
Tabii, bunun Türkiyede nüfus bakımından
en büyük niceliğe sahip mağdurları Alevi
yurttaşlarımızdır. Alevi
yurttaşlarımızın ibadethanelerinin yasal bir statüsü dahi
henüz mevcut değildir. Alevi yurttaşlarımızın kutsal
günlerinde ve bayramlarında gerek okul ve gerekse iş hayatında
tatil yapmaları mümkün değildir. Devlet, Aleviliği kendi din
anlayışına göre, Alevilere danışmadan
tanımlamakta ve Alevileri bu kalıba sokmaya
çalışmaktadır. Elbette devletin bu tutumu Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Sözleşmesine aykırıdır.
Dolayısıyla, bu sözleşmeye konulan çekince
kaldırıldığında, ülkemizde yaşayan ve farklı
inançlara mensup yurttaşlarımız daha özgür zeminde kendilerini
ifade edebileceklerdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine, Çocuk Hakları Komitesi, Türkiyeye ilişkin
Sonuç Gözlemlerinde, Türkiyenin, Çocuk Hakları Sözleşmesinin 17, 29
ve 30uncu maddelerine koyduğu çekinceleri geri çekmesini önermektedir.
Komitenin görüşüne göre ancak bu yolla, farklı gruplara mensup
çocukların, özellikle Kürt çocuklarının belli eğitsel
olanaklardan faydalanabilmesi sağlanabilecektir. Ayrıca, Çocuk
Hakları Komitesinin 1.705inci toplantısının özet
kayıt metninde, çekincelerin kaldırılmasının
azınlık gruplara mensup çocukların, özellikle Roman ve Kürt
çocukların ayrımcılığa uğramasının
engellenmesi bakımından önemi vurgulanmıştır.
Değerli milletvekilleri, bakınız,
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin
Türkiyenin çekince koyduğu 30uncu maddesi ne diyor: Madde 30- Etnik,
dinsel ya da dilsel azınlıkların ya da yerli halk kökenli
kişilerin var olduğu devletlerde böyle bir azınlığa
mensup ya da yerli halktan olan bir çocuğun kendi grubunun diğer
üyeleriyle birlikte topluluk içinde kendi kültüründen yararlanması, kendi
dininde ibadet etmesi ve dinin gereklerini yerine getirmesi ya da kendi dilini
kullanması hakkından yoksun bırakılamaz.
Şimdi sormak gerekiyor: Türkiye bu maddeye
neden çekince koymuştur? Çekince koyarak ve çekinceyi kaldırmayarak
neyi hedeflemektedir? Hükûmetin çıkıp bunu açıklaması
gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin çekince
karnesinde eksi puan aldığı bir diğer uluslararası
sözleşme Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması
ve Geliştirilmesi Sözleşmesidir. Bu sözleşme UNESCO Genel
Konferansında Ekim 2005te kabul edilmiş ve Mart 2007de
yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından imzalanmış
olmasına karşın henüz onaylanmamıştır. Türkiye bu
sözleşmeyi de 7nci maddesine çekince koyarak imzalamıştır.
Sözleşmenin 7nci maddesi şöyle diyor:
Kültürel İfadelerin Geliştirilmesi
Önlemleri
1. Taraflar
kendi ülkelerindeki bireyleri ve grupları,
(a)
Kadınların ve ayrıca azınlıklara ve yerli halklara
mensup kişiler dâhil, çeşitli sosyal grupların özel
şartlarına ve ihtiyaçlarına gereken önemi vererek kendi kültürel
ifadelerini yaratma, üretme, yayma, dağıtma ve bunlara erişme;
(b) Gerek kendi
ülkeleri içinden gerekse dünyanın başka ülkelerinden gelen
çeşitli kültürel ifadelere erişme hususlarında teşvik eden
bir iklim oluşturma gayreti göstereceklerdir.
Evet, ne
yazık ki, Türkiye bu maddeye de çekince koymuştur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gördüğümüz gibi,
uluslararası sözleşmelerde farklı dillere, inançlara, kültürlere
tanınan asgari hakların neredeyse tamamına çekince koymak
Türkiye'nin geleneksel bir politikası olagelmiştir. Türkiyenin insan
haklarına aykırı olan bu hattan bir an önce çıkması
gerekmektedir.
Aslında
hepimizin gördüğü gibi, ülkemizde yurttaşlarımızın
yaşadığı ve kangren hâlini almış birçok mesele,
uluslararası sözleşmelerde zaten yerini bulmuş olan bazı
ilkelere onay vermememizden geçmektedir.
Gelişmiş
demokrasilerin onayladığı çağdaş ilkelere Türkiye
neden onay vermemektedir? Bunun makul bir izahı yoktur. Türkiye bu
demokrasi ayıbından ne zaman kurtulacaktır? Türkiye kendi
yurttaşlarının ana dilinde eğitimini daha ne kadar
engelleyebilecektir? Türkiye farklı inançlara mensup
yurttaşlarının sorunlarını daha ne kadar
erteleyebilecektir? Çağımıza yakışmakta
mıdır bu? Türkiye kendi yurttaşlarının
yaşadığı farklı kültürlerin gelişimini
engellemekten ne zaman vazgeçecektir? Bu soruları cevaplamanız
gerekmektedir. Bu bağlamda, temel insan hakları belgelerine konulan
çekincelerin bir an önce kaldırılması gerekir. Bu, demokrasinin
gereğidir; bu, evrensel hukukun gereğidir; bu, eşit
yurttaşlığın gereğidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, bu bağlamda, üzerinde görüştüğümüz
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısında da Türkiyenin sözleşmeye koyduğu çekinceleri
görmekteyiz. Tasarı metninde Türkiye Cumhuriyeti, ek protokolün
6ncı maddesinin birinci paragrafına göre, ek protokolün Iinci
faslını kabul etmemektedir. denilmiştir. Türkiyenin çekince
koyduğu maddeye baktığımızda, bu madde,
Birleşmiş Milletlerin 1948de kabul ettiği Soykırım
Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin
Sözleşmede belirtilen insanlığa karşı suçların
siyasi suç kapsamında kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. Yine,
aynı maddenin diğer bendi, 1949da kabul edilen Cenevre
Sözleşmesinin silahlı kuvvetlerin savaş alanında
sivillerin korunmasını düzenleyen maddelerinin kapsamına giren
ihlallerin siyasi suç kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. Türkiye ise
koyduğu çekinceyle bu suçların siyasi olmadığını
kabul etmediğini beyan etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tasarının gerekçe bölümüne
baktığımızda aynen şu ifade bulunmaktadır: Ek
Protokol, bireylerin ve insanlığın korunmasının
güçlendirilmesi amacıyla hazırlanmış olup,
soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçların
siyasi suç kapsamında görülmediğini kayda
geçirmektedir. Evet, Hükûmet gerekçeye aynen böyle yazmıştır.
Ancak, gerekçede övgüyle anlatılan bu duruma metnin sonunda çekince
konulması da AKP Hükûmeti açısından trajikomik bir durumdur.
Hükûmet, bu maddelere çekince konulmasının gerekçesini Meclise ve
kamuoyuna açıklamak durumundadır.
Değerli
milletvekilleri, evet, protokolün 6ncı maddesi, taraf devletlerin kabul
etmek durumunda olmadıkları hususları belirtmiştir ve
Türkiye de buna istinaden protokolün Iinci bölümünü kabul etmediğini
belirtmiştir. Ancak, burada ciddi teknik bir sorun bulunmaktadır.
Türkiyenin kabul etmediği madde, onay metninde Çekince
başlığı altında sunulmuştur. Oysa, dikkat çekmek
isterim ki protokolün 6ncı maddesinin (3)üncü bendinde Bu protokolün
hükümlerine herhangi bir çekince konulamaz. denmektedir. Kanımızca,
burada düzeltilmesi gereken teknik bir hata bulunmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası alanda
yüzyıllar boyu süren trajedilerden elde edilen deneyimler sonucu üzülerek
ortaya çıkan temel değerleri görmezden gelemeyiz. İnsan
hakları görmezden gelindiği sürece, haksızlıklar, sorunlar
devam edecektir. Bu da daha fazla acı demektir, daha fazla kan demektir.
Temel insan haklarını yok saymakla yok edemeyiz. Eşit
yurttaşlık çağın bir gereğidir,
insanlığın bir gereğidir ve biz de
insanlığın gereğini yerine getirmekle yükümlüyüz diyerek
sözlerimi bitiriyor; yine, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
ÇAĞLAR
DEMİREL (Diyarbakır) Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısı arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:21.27
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.39
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif
Doğan TÜRKMEN (Adana)
----- 0 -----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80inci
Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.
294
sıra sayılı Kanun Tasarısının maddelerine
geçilmesinin oylanmasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi, tasarının maddelerine
geçilmesini tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısı arayacağım.
Maddelere
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
294
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
Efendim, bir
BAŞKAN - Buyurun Sayın Gök.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
19.-
Ankara Milletvekili Levent Gökün, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı İsmail Kahramanın laiklik ilkesi konusundaki
söylemlerini şiddetle kınadığına ve derhâl istifa
etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım,
ülkemizin giderek kutuplaştığı ve toplumda gerilimin
tırmandığı
BAŞKAN Dilerseniz yerinizden bir dakika
süreyle söz vereyim.
LEVENT GÖK (Ankara) Yok, böyle izah etmek
istiyorum efendim.
toplumda giderek kutuplaşmanın
arttığı ve Türkiyenin çözümlerinin giderek
zorlaştığı bir ortamda
MEHMET METİNER (İstanbul) Biz
duyamıyoruz ama! Sayın Başkan, bizi bu sözlerden mahrum
bırakmayın!
LEVENT GÖK (Ankara)
Türkiyenin kurucu iradesine
bugün Sayın Meclis Başkanı tarafından ağır bir
saldırıda bulunulmuştur. Meclis Başkanı İsmail
Kahraman bugün katılmış olduğu bir konferansta aynen
şu sözcükleri söylemiştir: İsmail Kahraman Laiklik bir kere
yeni anayasada da olmamalıdır
Dindar anayasa meselesinden
anayasamızın kaçınmaması lazım. Dinî olarak bahsetmesi
lazım. diyerek laiklik ilkesinin çıkartılmasını
savunmuştur.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) Ne var bunda?
Olabilir, düşüncesi.
LEVENT GÖK (Ankara) Bu haberi yeni edindik, bu
haberi yeni edindik.
AKP Grubundan Ne varmış bunda? diyen
sözler kulağıma geliyor.
MEHMET METİNER (İstanbul) Fikir
özgürlüğü, fikir özgürlüğü!
LEVENT GÖK (Ankara) Değerli
Başkanım, Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk kurucu
irade olarak laikliği Türkiye Cumhuriyetinin birinci unsuru olarak
belirlemiştir. Meclisin kuruluşunun 96ncı yılını
kutladığımız daha birkaç gün önce, Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir. diyen ve bu Meclisi bizlere
armağan eden
Varlık sebebini bu Meclisten alan Meclis Başkanının
laiklik ilkesi konusundaki bu söylemlerini şiddetle kınıyorum,
şiddetle kınıyorum. Meclis Başkanı, bu sözüyle sadece
bir kişisel sözü söylemekten uzak, kurucu iradeyi yok sayan bir
anlayışla, bir Meclisin Meclis Başkanının neredeyse
çok ağır söylemleriyle, bir darbe gibi nitelendirilebilecek
söylemleriyle Meclisimizi, Anayasamızı ayaklar altına
almıştır.
MEHMET METİNER (İstanbul) O kurucu irade
1921 ve 1924 Anayasasında!
LEVENT GÖK (Ankara) Böyle bir tabloyu Cumhuriyet
Halk Partisi olarak kabul edemeyiz. Bu Meclis Başkanının
söylediği bu sözleri şiddetle kınıyoruz ama bunu
kınamak yetmez. Evet, bu sözlere biz de katılıyoruz. diyen AKP
Grubunu ne yapacağız?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Kim
Katılıyoruz. dedi ya? Kim söyledi onu?
MEHMET METİNER (İstanbul) Fikir
özgürlüğü!
LEVENT GÖK (Ankara) Ne yapacağız
bunları? Ne yapacağız? (CHP sıralarından
alkışlar)
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) Şahsi
düşüncesini açıklayamaz mı ya? Şahsi görüşünü
açıklar. Niye ambargo koyuyorsun?
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, bu
sorun ciddidir. Meclis Başkanı şahsi olarak söylese dahi
kurumsal kimliği itibarıyla artık hepimizi temsil eden bir
başkan olarak bu sözlerin altında kalacaktır ve
kalmalıdır. Böyle bir Meclis Başkanı Türkiye Meclis
Başkanlığını yapamaz, yapamaz!
KEMALETTİN YILMAZTEKİN
(Şanlıurfa) Sen yaparsın, sen! Sen yaparsın!
LEVENT GÖK (Ankara) Böyle bir tabloyu Meclisimiz
hak etmiyor, Türkiye hak etmiyor. Şurada iyi niyetle bir çalışma
yaparken, sizler orada, bizler burada bir çalışma yaparken Meclis
Başkanının söylemleriyle Türkiyeyi sabote etmesinin hiçbir
gerekçesi yoktur. Böyle bir tabloyu kabul edemeyiz.
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Meclis Başkanı
derhâl istifa etmelidir! (CHP sıralarından alkışlar, AK
PARTİ sıralarından gürültüler) Böyle bir Meclis
Başkanını Türkiye taşıyamaz, böyle bir Meclis
Başkanını taşıyamaz.
Sayın Başkan, şimdi
karşılaştığımız sorun, burada
görüştüğümüz anayasal çerçevede yaptığımız
görüşmelerin dışında, ama hepimizi bağlayan bir
konumdur.
MEHMET METİNER (İstanbul) Bu,
dayatmacı bir üslup Sayın Başkan. Herkesin her şeyi söyleme
özgürlüğü olmalı.
LEVENT GÖK (Ankara) Böyle bir tablo konusunda
Meclis Başkanının özgürlüğü söz konusu olamaz. (CHP
sıralarından alkışlar) O, Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir. diyen bir Meclisin Başkanıdır.
O, iki gün önce Atatürkün manevi huzurunda saygı duruşunda bulunmak
için oraya giden bir Başkandır.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Böyle bir üslup,
usul mü var ya?
LEVENT GÖK (Ankara) Bunları ne çabuk
çiğnedi; ne hakla, ne cüretle, ne cüretle? (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın Gök, sizi dinledim.
Tutanaklara geçmiştir.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, bu,
Tutanaklara geçmiştir. ile açıklanacak bir ifade değildir. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Ne
yapacaksın ya?
BAŞKAN Sayın Gök
Buyurun.
LEVENT GÖK (Ankara) Böyle bir tabloyu Meclisimiz
kabul edemez. Böyle bir tablo karşısında Meclis
Başkanına karşı ortak bir bildiri açıklamamızda
yarar vardır, ortak bir bildiri. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Sayın Gök, şu anda, tabii,
burada bu milletvekillerinin değerli oylarıyla bu makama seçilen
Sayın Meclis Başkanıyla ilgili lütfen biraz daha nazik bir dil
kullanmanızı özellikle istirham ediyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, ben
daha ne söyledim ki? İstifaya davet ediyorum.
BAŞKAN Dışarıda söylemiş
olduğu ifadenin ne olduğunu biz bilemiyoruz.
LEVENT GÖK (Ankara) İstifaya davet ediyorum.
BAŞKAN Sayın Meclis
Başkanımız da kendisi zaten bu noktada gerekli
açıklamayı yapmıştır, yapar da.
LEVENT GÖK (Ankara) Şu anda bütün ajanslar
veriyor bu haberi, biz de yeni gördük. Ben bunu Meclisimizle
paylaşıyorum.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Biz daha
görmedik.
BAŞKAN Sayın Gök, evet
LEVENT GÖK (Ankara) Sizler bilmiyorum aynı
düşüncede misiniz?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Nereden biliyorsun öyle
dediğini? Gazete haberleriyle hareket ediyorsun.
BAŞKAN Buyurun Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım,
bu kabul edilebilir bir yan değildir.
ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) Ya,
anlaşıldı; tamam, tamam.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Kendisi açıklama
yapacaktır zaten.
LEVENT GÖK (Ankara) Öyle AKP Grubunun hafiften
alacağı hiçbir yan değildir.
AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) Burası
da şov yapma yeri değildir.
BAŞKAN Sayın Gök, sizi dinledim,
şimdi Sayın Bostancı söz istiyor.
Buyurun Sayın Bostancı.
20.-
Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancının, AK PARTİ Grubunun
laiklikle hiçbir probleminin olmadığına ilişkin
açıklaması
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkanım, Sayın Meclis Başkanı ne demiş, hangi
bağlamda söylemiş bilmiyoruz.
LEVENT GÖK (Ankara) Burada.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Levent Gök bu konuyu dile getirdi. Sayın Başkan herhâlde buna
ilişkin, kendi sözlerine ilişkin bir değerlendirme
yapacaktır.
LEVENT GÖK (Ankara) Siz ne diyorsunuz?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) AK PARTİ
Grubunun laiklikle hiçbir problemi yoktur; bu, bir.
MYKya katılıyorum, AK PARTİ
aynı zamanda bir anayasa taslağı hazırlıyor, anayasa
taslağı hazırlanırken hiç böyle bir gündemimiz yok.
Dolayısıyla, AK PARTİ Grubunun gündeminde laiklikle ilgili
Sayın Gökün ifade ettiği çerçevede herhangi bir tartışma
söz konusu değildir, durum bundan ibarettir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Grubu suçlamayın.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, ben,
Sayın Bostancının sözlerini memnuniyetle karşıladığımı
ifade ediyorum.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Tamam, ne
yapacağız daha?
LEVENT GÖK (Ankara) Ancak, ben konuşurken
atılan o sözleri duymadığımı kimse farz etmesin, çocuk
değiliz burada. Kendisine teşekkür ederim böyle bir hassasiyet
gösterdiği için ama Meclis Başkanının bu
açıklamalarını lütfen herkes okusun ve tutumunu ona göre
belirlesin. Benim söylediğim budur. (CHP sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Ne
yapacağız ya?
LEVENT GÖK (Ankara) Ne yapacaksak
yapacağız hep beraber.
BAŞKAN Evet Sayın Gök.
MEHMET METİNER (İstanbul) O adam fikrini
söylemiş, ne var ya bu kadar abartıyorsun?
LEVENT GÖK (Ankara) Bak hâlâ Ne var? diyorsun
Metiner. O, Meclis Başkanı; basit mi o kadar?
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) Yemin etmiş,
yemin etmiş o ilkeye bağlı kalacağına.
MEHMET METİNER (İstanbul) Biz demokratik
laiklikten yanayız. Hem adam fikrini söylemiş ya; bu kadar horgörüye
gerek yok ya.
LEVENT GÖK (Ankara) Artık şahsına
kalmış mı? O, Meclis Başkanı.
MEHMET METİNER (İstanbul) Gerek yok, ne var
bunda ya? Fikir söylemesin mi yani? Bir de ifade özgürlüğünden
bahsediyorsunuz.
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.-
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/707) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 294)
(Devam)
BAŞKAN - Şimdi, tasarının 1inci
maddesini okutuyorum:
SUÇLULARIN
İADESİNE EK AVRUPA SÖZLEŞMESİNE EK PROTOKOLÜN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) Türkiye Cumhuriyeti adına 22 Mart
2016 tarihinde Starzburgda imzalanan Suçluların İadesine
İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün çekince ve beyanla
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Madde üzerinde gruplar adına ilk
söz Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Diyarbakır
Milletvekili İdris Balukene aittir.
Buyurun Sayın Baluken. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN
(Diyarbakır) Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 294 sıra
sayılı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa
Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı üzerine söz aldım.
Öncelikle şunu ifade edeyim: Tabii, buradan
geçen her yasal düzenlemenin uygulamasının ne şekilde
olduğuna da Avrupa Birliği ya da Avrupayla ilgili kurumlar önem
verirler. Pek çok konuda; düşünce, ifade özgürlüğü, basın
özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü konusunda AKP Hükûmetinin
uygulamalarının AB kriterleriyle ne kadar uyuştuğunu ya da
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle ilgili burada yapılan
düzenlemelerin ne kadar hayata geçtiğini bu kürsüden defalarca belirttik,
ifade ettik.
Şimdi, bugün yapılan düzenleme de
suçluların iadesine ilişkin bir kabulü, bir onayı öngörüyor.
Ancak yakın dönemde AKP Hükûmetinin suçluların iadesiyle ilgili
karnesi, sicili o kadar bozuk ki bu konuda hangi yasal düzenlemeyi getirirseniz
getirin Avrupa Birliğini inandırmanız ya da bugüne kadar
işlemiş olduğunuz suçlardan sıyrılmanız mümkün
değil. Bütün bunların tamamı da yine Suriye ve Orta Doğu
politikasıyla yakından ilişkilidir. IŞİD başta
olmak üzere oradaki çete yapılarla girilen birtakım kirli
ilişkiler neticesinde, bugün dünyanın neresinde olursa olsun herhangi
bir yerde bir bomba patladığında bu bombayı
patlatanların Türkiyeden geçtiğine dair, bu toprakları, bu
sınırları kullandığına dair hemen sıcağı
sıcağına bir tartışma başlıyor çünkü
dediğim gibi, bu konuda geliştirmiş olduğunuz
ilişkiler zaten sizi böyle bir tartışmanın ortasına
atıyor.
Bakın, yakın dönemde, 2015
yılının Temmuz ayında Ankarada
EĞİTİM-SENde bir polis operasyonu yapıldı,
EĞİTİM-SEN misafirhanesinde AFAD kimlik kartıyla Türkiyeye
gelen 6 Rojavalı yurttaş gözaltına alındı ve sonra
birtakım hukuksal süreçler, mahkeme süreçleri işletildi. Dikkat edin,
bu kişilerin cebinde AFAD kimlik kartı vardı yani AKP Hükûmeti
ya da AFAD kurumu Rojavadaki yetkililere Eğer bu yaralılar
Türkiyeye gelirlerse biz onları tedavi edip, sağlık
sorunlarını giderip ondan sonra kendi topraklarına geri
göndereceğiz. sözünü vermişlerdi, o taahhütte
bulunmuşlardı. Ancak, yapılan operasyondan sonra gözaltına
alınan 6 Rojavalı yurttaş çıkarıldıkları
mahkeme sürecinden beraat ettiler yani herhangi bir suçlarının
olmadığı, gözaltına alınma işleminin haksız,
hukuksuz olduğu ve dolayısıyla da tutuklanmaları için bir
gerekçe olmadığı belirtildi. Şimdi, beklenir ki tedavi için
bu topraklara kabul ettiğiniz ve taahhüt verdiğiniz bu 6
Rojavalı yurttaşı kendi topraklarına, kendi
sınırlarına geri göndermeniz. Ancak, AKP Hükûmeti bu
insanları kendi sınırlarına göndermek, kendi
yakınlarının yanına göndermek yerine o dönem Ahrar el-Şam
ve El Nusranın denetiminde bulunan Cilvegözü Sınır
Kapısından bu örgütlere teslim etti. Yani, 6 Rojavalı
yurttaş sedyeler üzerindeyken gözaltına alındı;
gözaltında yaralıyken ağır hakaretlerden, ağır
işkencelerden geçirildi; beraat ettikten sonra da âdeta ölüme gönderilecek
şekilde Suriyede, Rojavada savaştıkları çete
yapılarına teslim edildi.
Biz o dönem hem Hükûmet nezdinde hem devlet nezdinde
girişimlerde bulunduk. Önce inkâr ettiler, Böyle bir şey olamaz.
dediler. Çünkü, bu, Birleşmiş Milletlerin evrensel
sözleşmelerine göre, Türkiyenin de 1949 yılında altına imza
attığı Cenevre Sözleşmesine göre savaş suçudur ve bir
ülkeyi Laheye götürecek, orada yargılanmaya götürecek olan,
insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Ancak, bunu
inkâr eden yetkililer, daha sonra konuyu araştırdıklarında
bu olayın gerçekten o şekilde vuku bulduğunu ve bu 6
Rojavalı yurttaşın bu çetelerin elinde olduğunu, bu
çetelerden almak için de kendilerinin devreye gireceği sözünü bize
verdiler. Ancak, aradan aylar geçmesine rağmen, bu verilen sözler ve
taahhütlere rağmen bu Rojavalı yurttaşlar o çetelerden
alınmadı ve AKP eliyle, Türkiye açık bir şekilde savaş
suçu konusu olabilecek bir suçun altına imza atmış oldu.
Şimdi, tabii, bu konuda sayısız
örnekler verebiliriz. Ancak suçluların iadesinden çok, suçluları bir
takas pazarlığı konusu hâline getirmek geleneğini AKPnin
daha fazla alışık olduğu bir gelenek olarak buradan ifade
etmek gerekiyor. Musul Başkonsolosluğuna yapılan baskından
sonra -hatırlarsanız- o dönem 49 yurttaşımız rehin
alınmıştı ve o dönem IŞİDle yapılan
birtakım gizli pazarlıklardan sonra, yüz bir günlük bir rehine olma
durumu ortadan kaldırılmış ve bu
yurttaşlarımız kendi ailelerine, kendi ülkelerine,
topraklarına geri dönmüşlerdi. Tabii, geri dönmeleri son derece
memnuniyet verici ancak IŞİD gibi bir çete örgütüyle o dönem hangi
kirli pazarlıkların yapıldığını bütün dünya
kamuoyu ve Türkiye kamuoyu tartışmasına rağmen, bugüne
kadar kamuoyunu tatmin edecek hiçbir açıklama yapılmadı. O dönem
hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan da
IŞİDle birtakım müzakerelerin
yapıldığını, velev ki takas olmuşsa bile bunun
bir başarı sayılması gerektiğini ifade etmişti.
Hükûmete yakın olan bazı yandaş kalemler de bu 49 yurttaş
karşılığında 50ye yakın IŞİD
mensubunun -ki bunların içerisinde örgütün üst düzey yöneticilerinin de
olduğunu ifade etmişlerdi- IŞİDe teslim edildiğini,
IŞİDle bir takas alışverişinin
yapıldığını ifade etmişlerdi.
Şimdi, siz böylesi bir karneye sahipken yani bu
tarz çete örgütleriyle olmaması gereken her türlü karanlık
birtakım ilişkilere girmişken burada suçluların iadesine
ilişkin herhangi bir düzenleme yaptığınızda da
herhangi bir inandırıcılığınız olmaz. Avrupa
Birliğinin de bu süreçleri bilmediğini farz ediyor
olamazsınız. Yani bütün bu süreçler, dosyalar hâlinde,
uluslararası kamuoyu tarafından da yakından takip ediliyor.
Belki bugün içeride, bölgede, Orta Doğudaki sıcak gelişmelerden
dolayı bu dosyalar gündemleştirilmiyor, önünüze getirilmiyor ancak
yakın dönemde yapılan pazarlıklar konusunda
hazırlanmış olan dosyaların tamamının önünüze
getirileceğini bilmeniz gerekiyor.
Bakın, bu,
suçluların iadesiyle ilgili kanayan bir yaraya özellikle buradan parmak
basmak istiyorum: Bu geri gönderme merkezlerindeki insanlık
dışı uygulamalar. En son, Erzurum Aşkaledeki geri gönderme
merkezinde Dilo Dervişin, Dilo Derviş adında bir Rojavalı
yurttaşın katledilmesiyle, altını çizerek söylüyorum
katledilmesiyle birlikte bu geri gönderme merkezlerindeki insani dram burada da
gündemleştirilmişti. Dilo Derviş, Aşkaledeki geri gönderme
merkezinde, 3 metrekarelik bir hücrede, 1,80 boyundaki bir ranzada, ölüm sebebi
Kendi hazırlamış olduğu bir iple intihar etti.
şeklinde kamuoyuna yansıtıldı. Ancak o dönem
milletvekillerimizi, insan hakları savunucularını, ailesini o
geri gönderme merkezine gönderdiğimizde, maalesef, o alanda herhangi bir
inceleme yapmalarına müsaade edilmedi ve Dilo Dervişin otopsi raporu
da bütün kamuoyundan saklandı. 1,80 boyundaki bir kişinin 1,80
boyundaki bir ranzadan kendini asmak suretiyle intihar ettiğini kamuoyuna
ifade edecek kadar çılgınlaşmış ve aslında da
insanlıktan uzaklaşmış olan bir yaklaşımdan
bahsediyoruz. Dolayısıyla, bu tarz süreçler geri gönderme
merkezlerinin hemen hemen tamamında yaşanıyor. Yani, insanlar
geri gönderilmesi gereken yerlere, kendi topraklarına, kendi ailelerine
geri gönderilmek yerine, ya bu geri gönderme merkezlerinde infazlara tabi
tutuluyorlar ya da oralarda hayatlarını kurtarabilmişlerse de
onları sınır dışında kendi
savaştıkları çetelere teslim etme süreçleri AKP eliyle
geliştiriliyor.
Dolayısıyla,
bu konularla ilgili, uluslararası hukuk mercilerinde her geçen gün biriken
dosyalarınız ortadayken burada suçluların iadesiyle ilgili bir
düzenlemenin altına onay vermeniz hiçbir şekilde
inandırıcı bulunmaz. AB kriterleri açısından da bu
tarz palyatif çözümlerle herhangi bir şekilde yol alınmaz diyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gruplar adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Haluk Pekşene aittir.
Buyurun Sayın Pekşen. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK PEKŞEN (Trabzon)
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiyenin,
özellikle AKP iktidarıyla, gündemini önceden öngörmek, kestirmek pek kolay
değil. Hele hele böyle köşeye sıkıştığı
dönemlerde mutlaka absürt bir gündem konusu bulmayı
başarıyorlar. Bu, zaten artık toplumun, kamuoyunun her kesiminin
bildiği bir yöntem. Bakıyorsunuz, bir anda Anayasa
değişikliği gündeme geliyor, bir hafta onu kullanıyoruz,
miadı bitiyor pop şarkı gibi; yeni gündem dokunulmazlıklar
oluyor, onun da miadı bir hafta sürüyor, o da bitiyor; bu defa
Yargılansın, yargılanmasın. tartışmaları.
Ama, halkın gündemi ile Parlamentonun gündemini veya AKPnin gündemini
örtüştürmeyi bir türlü ne yazık ki bu Parlamento
başaramıyor.
Ama, bugün emin olun, bu Meclis
Başkanının gündem belirleme gayreti boşa çıkacak. Niye
biliyor musunuz? Zencaninin sizlere selamı var. (CHP
sıralarından alkışlar) Hani bu İranda tutuklu bir
Zencani var ya, o Zencani diyor ki: Ya, bu Türkiyede bana büyük
haksızlık yapılıyor. Bu 3 bakan değil,
başkası da var, daha başkaları var. Hatta bakanın
birisi onların dışında
Aman, onları
karıştırmayın, o meşhur 17-25ciler var ya onlar
değil. Onların dışında bakanın birine o kamu
bankasındaki paramı söyledim, inanmadı; hemen kamu
bankasını aradı, o kamu bankasından aldığı
cevabı duyunca gözleri fal taşı gibi açıldı. diyor,
Kadim dostumdur, ben içerideyim, ona selam söyleyin. diyor; siz
anladınız. (CHP sıralarından alkışlar) Bir hafta
süre, o Zencani dosyası buraya gelecek. Emin olun, siz bile o
arkadaşlarınızın asla arkasında
duramayacaksınız. Onların bir kısmı şu anda
burada, burada aranızda, onlar da aranızda. Onlar kim
olduklarını iyi biliyorlar. Zencani konusunu Türkiye de, Avrupa da
dikkatle izleyecek; şimdilik bu kadar. (CHP sıralarından
alkışlar)
Dün akşam, çok enteresan bir gelişme oldu.
Trabzonda bir futbol maçı büyük bir talihsizlikle yarıda kaldı.
Maçın yarıda kalması gerçekten bizi de, Trabzonluları da
üzdü. Ama, asıl gerçek şu: İktidara geldiğinizde Trabzonda
Rahip Santorini öldürüldü, siz iktidardaydınız; öldürenin,
arkasında kimlerin olduğunu bulmadınız ama faturayı
biz Trabzonlular ödedik.
İSMAİL AYDIN (Bursa) Bulundu, bulundu.
HALUK PEKŞEN (Devamla) Aradan kısa bir
süre geçti, bu defa Hrant Dinki iktidarınızdaki devlet
görevlilerinin gözetiminde öldürdünüz ama yine faturayı Trabzonlular
ödedi. Bitmedi, arkasından bir başka, üniversite profesörü, masumane
bir şekilde, 3 yaşında çocuğuyla evine giderken
iktidarınızın gözetiminde katledildi ama yine, faturayı
Trabzonlular ödedi. Bitti mi? Bitmedi, devam edelim: Sizin
iktidarınız döneminde Trabzon, yalnızca Trabzon değil,
bütün Karadeniz göçtü, Lanet olsun. dediler, o illerden ayrıldılar,
Trabzondan 400 bin insan göçtü ama siz o faturayı yine Trabzona
ödettirdiniz.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) 5 nasıl oldu, 5?
HALUK PEKŞEN (Devamla) 2007 yılında
iki yıl içerisinde bitireceğiz diye bir futbol stadının
temelini attınız, o iki yıldan beri bir sürü iki yıllar
geçti, hâlâ o stadı yüzünüze gözünüzü bulaştırdınız.
Bak, Bilale anlatır gibi anlatıyorum, sen
bile anlayabilirsin.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Vay, vay, vay, vay!
HALUK PEKŞEN (Devamla) Bak, Bilale
anlatır gibi anlatıyorum, hâlâ anlamadıysan daha düşük
tempoda anlatayım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) 5 nasıl oldu, 5?
Sen de gideceksin oradan. 6 oldu, 6!
HALUK PEKŞEN (Devamla) Evet, el koydular
BAŞKAN Sayın Pekşen, Sayın
Pekşen, bir dakika
HALUK PEKŞEN (Devamla) Bakın,
Karadenizlilerin tarım alanlarına, baba, ata, dede topraklarına
el koydunuz.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Sayın
Başkan, şahsiyatla uğraşıyor, şahsiyatla
uğraşmasına izin vermeyin!
HALUK PEKŞEN (Devamla) Tapulu arazilerini
ellerinden aldınız, tapuya kayıtlı arazilerini ellerinden
aldınız ama faturayı yine Karadenizliler ödedi.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Sayın
Başkan, şahsiyatla uğraşıyor, izin veremezsiniz buna!
BAŞKAN Sayın Pekşen
Bir dakika
sayın milletvekilleri
HALUK PEKŞEN (Devamla) Buyurun Sayın
Başkan.
FATİH ŞAHİN (Ankara) O ifadesini
geri alması gerekiyor, buna izin veremezsiniz.
BAŞKAN Sayın Pekşen, şimdi,
hem İç Tüzükün amir hükümleri, 66 ve devamı
HALUK PEKŞEN (Devamla) Evet, evet
BAŞKAN
hem yine geçtiğimiz gün
sayın grup başkan vekilleriyle birlikte yapılan mutabakat
metnine göre de konuşmacıların görüşülen konudan
ayrılmamaları gerekmektedir ve bu konuda Meclis başkan vekili
ikaz edecektir.
HALUK PEKŞEN (Devamla) Tam da o konuya
gelelim işte, tam da o konuya gelelim.
BAŞKAN Bundan sonra da, bakın
FATİH ŞAHİN (Ankara) Özür dilesin
Sayın Başkan, o sözünü geri alması lazım!
BAŞKAN
şahsiyatla lütfen
uğraşmayın, konudan ayrılmayın. Lütfen
HALUK PEKŞEN (Devamla) Tam da o konuya
gelelim.
BAŞKAN Lütfen
Sözünüzün nereye
gideceğini de çok iyi düşünerek konuşun.
Buyurun.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Burada olmayan
şahıslarla ilgili cevap hakkını doğuruyor Sayın Başkan.
HALUK PEKŞEN (Devamla) Ben sözlerimin nereye
gittiğini çok iyi biliyorum.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Burada olmayan
isimlere cevap hakkı doğuyor.
HALUK PEKŞEN (Devamla) Sayın
Başkan, siz susturacak mısınız?
FATİH ŞAHİN (Ankara) Hakaretini
geri alması gerekiyor, buna izin veremezsiniz.
BAŞKAN Fatih Bey, lütfen buyurun.
Buyurun siz
FATİH ŞAHİN (Ankara) Bu üslupla
konuşamaz burada.
LEVENT GÖK (Ankara) Lütfen sükûneti
sağlayınız.
BAŞKAN Fatih Bey, buyurun.
Buyurun siz.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Sayın
Cumhurbaşkanımızın ailesiyle ilgili burada bu ifadeleri
kullanamaz, buna izin veremeyiz. O sözlerini geri alması gerekiyor
Sayın Başkan.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, lütfen
sükûneti sağlayınız, konuşmacımız
konuşamıyor.
BAŞKAN Sayın Şahin, buyurun siz
oturun.
Sayın Pekşen, lütfen siz de kişileri
hedef alarak sataşmaya meydan verebilecek
LEVENT GÖK (Ankara) Niye alınıyorlar?
HALUK PEKŞEN (Devamla) Hiç kimseyi hedef
almıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN -
ya da burada olmayan insanlarla,
şahsiyatla uğraşmayın.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Böyle bir
üslup olabilir mi?
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, lütfen
sükûneti sağlayınız.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Böyle bir
üslup olabilir mi?
BAŞKAN Sayın Gök, böyle bir üslup da
olmaz.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Kaybın 6 olacak,
6!
FATİH ŞAHİN (Ankara) Bunu geri
alması gerekiyor!
BAŞKAN - Sayın Şahin, siz de lütfen
aynı şekilde buyurun.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Sayın
Cumhurbaşkanının ailesiyle hakaretamiz bir şekilde
konuşamazsın!
BAŞKAN - Sayın Pekşen,
kaldığınız yerden devam edin, konudan ayrılmayın.
Konuya davet ediyorum sizi
Buyurun.
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, oturtturun
arkadaşları yerlerine.
FATİH ŞAHİN (Ankara) - Hayır,
konuya gelmeyecek, özür dileyecek ilk önce, özür dileyecek!
LEVENT GÖK (Ankara) Yerlerine oturtturun
arkadaşları.
HALUK PEKŞEN (Devamla) Sayın
Başkan, ben
FATİH ŞAHİN (Ankara) Sayın
Başkan, özür dileyecek!
HALUK PEKŞEN (Devamla) Hiç dileyeceğim
bir şey yok burada. Ben Silivriden geliyorum, Silivriden geliyorum,
orada da
FATİH ŞAHİN (Ankara) Sayın
Başkan, özür dileyecek.
HALUK PEKŞEN (Devamla)
boynumu bükmedim,
burada da boynumu bükmem.
FATİH ŞAHİN (Ankara) Sayın
Başkan, buna göz yumamayız!
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
sükûneti sağlayınız, sükûneti sağlayınız!
HALUK PEKŞEN (Devamla) Bu ülkede kimse bizi
susturamaz.
Bu nedir?
BAŞKAN Sayın Şahin, lütfen
FATİH ŞAHİN (Ankara) Burada buna
izin veremeyiz!
KEMALETTİN YILMAZTEKİN
(Şanlıurfa) Haddini bileceksin, haddini!
HALUK PEKŞEN (Devamla) Herkes bilecek, herkes
bilecek!
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, lütfen
sükûneti sağlayınız burada.
KEMALETTİN YILMAZTEKİN
(Şanlıurfa) Haddini bileceksin, haddini!
HALUK PEKŞEN (Devamla) Herkes bilecek,
herkes, herkes bilecek, herkes!
LEVENT GÖK (Ankara) Sükûneti sağlayın
lütfen burada. Böyle şey olur mu ya!
(Kürsü önünde toplanmalar)
BAŞKAN Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 22.04
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 22.42
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif
Doğan TÜRKMEN (Adana)
----- 0 -----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80inci
Birleşiminin Sekizinci Oturumunu açıyorum.
294
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, daha önce de bu kürsüden
birkaç defa yapmış olduğum bir genel uyarı vardı, bunu
tekrar tüm milletvekillerinin dikkatine özellikle sunmak istiyorum: Gerek
İç Tüzükümüzün amir hükümleri gerekse de yine grup başkan vekilleri
ve Meclis başkan vekillerinin Sayın Meclis
Başkanımızın başkanlığında
yapmış olduğu toplantılarda varmış olduğu
mutabakat metnine göre, aynı zamanda, İç Tüzükün de 66ncı
maddesi İç Tüzüke uymayı, görüşülen konudan
ayrılınmamasını, İç Tüzükün 67nci maddesi Genel
Kurulda yapılan konuşmalarda temiz bir dil
kullanılmasını, kaba ve yaralayıcı sözler sarf
edilmemesini düzenlemektedir. Yine İç Tüzükün 65inci maddesinde Genel
Kurulda söz kesmek, şahsiyatla uğraşmak ve çalışma
düzenini bozucu harekette bulunmak yasaklanmıştır.
Görüşmelerin sağlıklı ve verimli yürütülebilmesi,
gerginliklere imkân tanınmaması için tüm milletvekillerimizden, konu
dışına çıkılmamasını, temiz bir dil
kullanılmasını ve şahsiyatla
uğraşılmamasını ve yine hatibin sözünün kesilmemesi
hususunda da azami hassasiyet gösterilmesini özellikle istirham ediyorum. Bu
vesileyle, tüm milletvekillerimizden, iktidar, muhalefet, her
konuşmacının, azami nezaket kuralları çerçevesinde de olsa,
bu uyarılara dikkat etmesini önemle istirham ediyorum ve
göstereceğiniz hassasiyet için de şimdiden teşekkür ediyorum.
Az önce, ara vermeden önce Sayın Haluk
Pekşenin konuşması devam ediyordu. Zannediyorum dört buçuk
dakikası kalmıştı. Ben Sayın Pekşene
LEVENT GÖK (Ankara) Biz burada kullanmak
istiyoruz.
BAŞKAN Tamam.
Buyurun Sayın Pekşen.
HALUK PEKŞEN (Trabzon) Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ben bir muhalefet
milletvekiliyim. Benim görevim, bana verilen görev, muhalefet adına,
milletimiz adına hassasiyetleri Parlamento gündemine taşımak ve
burada tartışmaktır. Elbette sert eleştiride bulunmak benim
en önemli görevlerimin başında geliyor. Hiç kimseyi itham etmek, zan
altında bırakmak gibi bir düşüncem asla söz konusu olamaz.
Mesleğimde, avukatlık mesleğimde otuz yıla yakın bir
süre kürsüde de konuştum. Hiç kimseyi bugüne kadar zan altında
bırakacak, hiç kimsenin kişisel haklarına, özgürlüklerine, temel
değerlerine saldıracak hiçbir davranışım meslek
hayatım içerisinde de yaşamım içerisinde de
olmamıştır. Buradaki saygıdeğer milletvekillerinin bu
hassasiyetle konuşmayı değerlendirmeleri önemlidir.
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) Bu salonda var.
dedin ama bak, Bu salonda var. dedin. Biliyor onlar. dedin, Cevap versin
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Bizim burada temel
vurgumuz uluslararası hukukun temel gereklerini hatırlatmaktan
ibarettir. Bu itibarla buradaki, bu salondaki milletvekillerinin
şahıslarıyla ilgili herhangi bir şey, bir itham, bir iddia,
onları bağlayacak bir sözüm söz konusu olamaz. Buna ilişkin amaç
hasıl olmuştur.
Çok teşekkür ederim.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Mesele yok
zaten, meselenin aslı o değil.
UĞUR AYDEMİR (Manisa) İçinizde
var. dediniz.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Sayın
Cumhurbaşkanının oğlu ile buradaki milletvekillerini ilzam
edici, itham edici cümle konuşamazsınız.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, 1inci
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
FATİH ŞAHİN (Ankara)
Cumhurbaşkanımızdan özür dilemedi. Cumhurbaşkanımızın
ailesinden özür dileyecek.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Hayır, özür
dilesin. Özür dilesin, maksat hasıl olmamıştır.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Maddeyi kabul edenler
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Hayır,
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Kabul etmeyenler
.
1inci madde kabul edilmiştir.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Hayır
Sayın Başkanım, bu model, model değil ki.
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) Özrü kabahatinden
büyük.
BAŞKAN - 2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN Madde üzerinde söz isteyen
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Siirt Milletvekilli Kadri
Yıldırım.
Buyurun Sayın Yıldırım. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA KADRİ YILDIRIM (Siirt)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Bugünlerde en çok konuşulan kavramların
başında çocuk, suç, suçluyu iade, hak, hukuk gibi terimler
gelmektedir. Ben de çocuklara verilen Savaş ve Barış
isimleriyle ilgili Hazreti Peygamberin tavrı hakkında bir iki
anekdot arz etmek istiyorum. Bilindiği gibi İslamın
türemiş olduğu silm kökü barış anlamına geliyor.
Bu bağlamda Bakara Suresinin 208inci ayetinde şöyle deniliyor:
Bismillahirrahmanirrahim
(Hatip
tarafından Bakara Suresinin okunması)
KADRİ
YILDIRIM (Devamla) Yani, Ey iman edenler, hepiniz topyekûn barış
içerisinde yerinizi alınız.
Bu
bağlamda, Hazreti Peygamber -ki kendisi Kuran-ı Kerimin en büyük
açıklayıcısıdır- aileleri tarafından kendilerine
Savaş ismi verilen çocukların bu ismini barış
anlamına gelen silmle değiştirmiştir. Kütüb-ü Sittenin
yazarlarından biri olan Ebu Davut Sünen adlı eserinde
belirttiğine göre, Hazreti Peygamber, adı Harp olan bir
çocuğunun adını silm yani Barış ismiyle
değiştirilmiştir.
Yine, İmam
Malikin bir rivayetine göre, Hazreti Peygamber bir gün devesini
sağdırmak için -tek başına bunu
yapamadığından dolayı- yolda geçecek olan birini beklerken
çok geçmeden oradan geçen bir Müslüman sahabeyi çağırıyor ve
devesinin sağılması için kendisine yardımcı
olmasını talep ediyor. Söz konusu şahıs tam da elini
devenin memesine atmak üzereyken Hazreti Peygamber
(x)
yani Senin adın nedir? diyor. Kendisi de
(x)
yani Benim adım savaş manasında Harptir. deyince Hazreti
Peygamber derhâl devenin memesini bırakmayı emrediyor ve Git,
uğurlar olsun." diyor. Bir süre sonra biri daha geliyor ancak ona da Devemin
sağılması için bana yardım et. demeden önce
(x) yani Senin adın nedir? diye
soruyor. Kendisi
(x) Benim
adım Yaiştir. diyor. Yaiş Arapça bir kelimedir, Arapçadaki
eş anlamlısı Yahyadır, Türkçedeki
karşılığı Yaşardır. Dolasıyla, burada
bizim dikkatimizi çeken husus, Hazreti Peygamber çocuklara verilen Harp yani
Savaş ismine tahammül etmediği gibi, adı Harp olan yani
Savaş olan birine devesini sağdırmayı da,
dolayısıyla bu konuda kendisinden yardım almayı da uygun
görmemiştir. Bunun yerine, adı Yaiş yani Yaşar olan,
yani yaşamayı tercih eden bir felsefeyle ismi Yaşar olan,
Yaiş olana da devesini sağdırmıştır.
Bundan anlaşılıyor ki çocuklara
aileleri tarafından isim konulurken bile İslam ahlakına göre,
İslam felsefesine göre ve anlayışına göre hem Savaş
ismi verilmemelidir hem de Savaş ismini
çağrıştıracak olan başka birtakım isimler de
verilmemelidir. Bunlar yerine bizatihi silm yani Barış ismi
tercih edilmeli veya barışı çağrıştıracak
olan başka isimler aileler tarafından çocuklara verilmelidir.
Bu, aslında görünürde küçük bir detay gibi
gözüküyor ancak İslamda çocuğun, ebeveyn veya aile üzerindeki
haklarından bir tanesinin de ona uygun bir isim verilmesi gerektiğini
eğer düşünecek olursak, bunun hiç de dikkate alınmayacak bir
detay olmadığı çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bundan dolayıdır ki biz her zaman gerek lokal olarak
bulunduğumuz birimde, ülkede, bölgede gerekse genel manada yaşamakta
olduğumuz cihanda, dünyada, evrende mümkün olduğu kadar
savaşı dışlayacak olan, savaşı bizden uzak
tutacak olan; buna mukabil, barışı her zaman
çağrıştıracak olan ve her zaman barışa
yaklaşılmasına vesile olacak olan isimleri
çocuklarımız için tercih etmeliyiz. Dolayısıyla, silm
dediğimiz barış kökeninden türeyen İslam, kendi
türemiş olduğu bu barış köküyle de yetinmemiş,
çocuklara verilecek olan isimlerin de yine Barış olmasını
tavsiye etmiş, hatta emretmiş ve Hazreti Peygamber de bu tavsiyeyi
aynen uygulamıştır, yerine getirmiştir.
Buna mukabil, bakın, tam manasıyla
savaş ve barışı bir tarafa bırakacak olursanız,
sertlik ifade eden özel isimleri, yumuşaklık ifade eden özel
isimlerle yine değiştirmiştir. Örneğin, bir sahabe, ailesi
tarafından kendisine verilen Saab, -Arapçada saab, Türkçede çetin,
zor, sert manasına geliyor- yani zor, çetin kelimesini, sert
kelimesini, haşin kelimesini neyle değiştirmiştir?
Sehlün ismiyle. Sehl demek, kolay, yumuşak ve basit demektir. O
hâlde, çocuklara verilecek olan isimlerin de mutlaka ama mutlaka bir topluma
hâkim kılınmak istenen anlayış doğrultusunda verilmelidir
şeklinde, bu, algılanmalıdır.
Bugün, gerek dünyada gerek ülkemizde gerekse
bölgemizde en çok muhtaç olduğumuz kavramlardan bir tanesi de
barıştır; barışla birlikte kardeşliktir;
kardeşlikle birlikte anılması gereken eşitliktir.
Bütün bunların bir gün hem dünyaya hem ülkemize
hem bölgemize hâkim olması dileğiyle sözlerime son vermeden evvel bu
dileklerle, hem sorumluluk mevkisinde olan Hükûmetin hem sorumluluk mevkisinde
olan HDPnin hem sorumluluk mevkisinde olan CHP ve MHPnin bu konuda mutlaka
ama mutlaka bir şeyler yapmaları gerektiğine inanıyoruz.
İDRİS
BALUKEN (Diyarbakır) Yapıyoruz biz Hocam.
KADRİ
YILDIRIM (Devamla) - Ha, yapılacak olan şey nedir? Yapılacak
olan şey, ismine bile tahammül edilmeyen bu savaşın mutlaka ama
mutlaka bir şekilde gündemimizden, ülkemizin gündeminden, bölgemizin
gündeminden çıkarılması ve bunun yerine, İslamın da
arzuladığı, insaniyetin de gerektirdiği ve bütün evrensel
değerlere saygılı olan her kesimin de arzuladığı
barış, yani silm yani sulhun ikame edilmesi için
çalışmaktır. Bu konuda kimin üzerine ne düşüyorsa
yapmalıdır; yapmadığı takdirde hem bu dünyada toplum
ve halk nezdinde gerekli sorumluluğun altında ezilecektir hem de öbür
dünyada bunun ezikliğini yaşayacak, bunun manevi sorumluluğu altından
kalkamayacak bir duruma gelecektir.
Bu
bağlamda ülkemize, dünyaya ve bölgemize savaş yerine barış
yani harp yerine silmin hâkim olması dileğiyle yüce Meclisi ve
halkımızı tekrar saygılarımla selamlıyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
2nci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
İDRİS
BALUKEN (Diyarbakır) Karar yeter sayısı istiyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
Karar yeter sayısı arayacağım.
Maddeyi kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Elektronik
cihazla oylama yapacağız.
İki dakika
süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Madde kabul edilmiştir, karar
yeter sayısı vardır.
3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN 3üncü madde üzerinde Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili İdris
Baluken konuşacaktır.
Buyurun Sayın Baluken. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN
(Diyarbakır) Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 294 sıra sayılı Kanun
Tasarısının 3üncü maddesi üzerine söz aldım. Hepinizi bir
kez daha saygıyla selamlıyorum.
Başından beri Avrupa Birliği süreci
ve vize muafiyetiyle ilgili yapılması gereken köklü
değişikliklerle ilgili buradan uyarılarda bulunuyoruz. Şunu
herhâlde hepimiz hakkını teslim ederek kabul ediyoruz: Bu ülkede
vatandaşlık tanımıyla ilgili, temel hak ve hürriyetlerle
ilgili, inanç özgürlüğüyle ilgili, ana dil önündeki engellerin
kaldırılmasıyla ilgili ve yerinden yönetim modelleriyle ilgili
yani yetkiyi yerele veren bir idari reformla ilgili temel birtakım
düzenlemeler yapılmadan, bizim, Avrupa Birliği
standartlarını yakalamamız ya da onlarla ilgili herhangi bir
iddiada bulunmamız mümkün değil. O nedenle getirilen teknik
düzenlemelerden çok, bahsettiğim konu başlıklarında
hızla köklü birtakım değişikliklere ve buradan yola
çıkarak da sivil özgürlükçü demokratik bir anayasaya ihtiyacımız
var.
Şimdi, bakın, demin CHP grup
başkan vekili Meclis Başkanının laiklikle ilgili
söylemiş olduğu sözlerle ilgili burada bir konuşma yaptı.
Herhangi bir milletvekili bu konuda görüşlerini ifade edebilir, bu bir
düşünce ve ifade özgürlüğü hakkıdır ve bir milletvekilinin
kendi hakkını kullanması kadar da doğal bir şey yoktur
ama bir Meclis Başkanı, özellikle 78 milyonun tamamının
iradesini temsil eden bu Meclisin iradesiyle ilgili bu tarz süreçlerde
çıkıp böyle sorumsuzca açıklamalar yapma hakkına sahip
değildir. Evet, Türkiye'de gerçek anlamda bir laiklik hiçbir zaman
olmamıştır yani Türkiye'deki laiklik laiklikten çok bir
laikçilik dogması üzerinden, neredeyse doksan yıldır bugünlere
getirilmiştir. Bu dogmatik yapı dini devletin tahakkümü altına
almış, dini devletin hizmetine sunmuş ve bu yönüyle de
aslında laikliğin esas amacı olan bağlamdan da laikliği
olabildiğince uzaklaştırmıştır. Çoğu zaman
bir sopa olarak toplumsal kesimleri terbiye etmenin bir aracı olarak
kullanılmıştır. Yani bugün iktidar partisi
sıralarını dolduran birçok milletvekili ve cumhuriyetin
kuruluşundan bugüne kadar laiklik sopasıyla muhafazakâr, mütedeyyin
kesimlerin inanç dünyası üzerinde büyük bir baskı
oluşturmuştur. Bu tavrın kendisi laiklik falan değil. O
nedenle Türkiye'nin bu dogmatik laikçilik anlayışı
aşıp özgürlükçü bir laikliği yeni anayasaya mutlaka
oturtması gerektiği kanaatindeyiz.
Bakın, doksan yıldır bir devlet dini
oluşturuldu âdeta. Yani, Türk Sünni ve Hanefi mezhebini merkezine alan ama
aslında o Sünni ve Hanefi mezhebinin içtihatlarından da uzak olan bir
kutsal devlet dini oluşturuldu ve o kutsal devlet dinine göre de inanç
dünyasının, din dünyasının tamamı tahakküm altına
alınmaya çalışıldı. Sadece Alevilik ya da
Şiilikle ilgili ya da diğer din ve inançlarla ilgili sorunlar
aslında bu topraklarda yaşanmadı. Sünniliğin diğer
mezhepleriyle ilgili de dayatmacı ceberut bir devlet
anlayışı, bu dogmatik laiklik üzerinden yaşama geçirilmeye
çalışıldı. Örneğin ben bir Şafii Kürt olarak,
kendi bulunduğum memleketin yüzde 95i Şafii mezhebine göre
ibadetlerini, o içtihatları yerine getirmelerine rağmen o il
sınırları içerisinde kendi mezhebimin içtihatlarına göre
ibadet yapma özgürlüğüne hiçbir zaman sahip olmadım.
Yine diğer mezheplerle ilgili, zaten herhâlde
burada uzun uzun konuşmaya gerek yok. Yani Alevilikle ilgili bu devlet
dininin yaklaşımı, bu dogmatik laikliğin
yaklaşımı doksan yıldır ortada. Hâlâ cemevlerine statü
verilmemesi, ibadethane statüsünün tanınmaması, hâlâ Alevilerin
nasıl bir inanç dünyasının olması gerektiğiyle ilgili
devlet kurumlarının kendi hadlerini de aşarak birtakım
çerçeveler çizmeleri, bu konuda içerisinde bulunmuş olduğumuz geri
noktayı anlatmaya yeter diye düşünüyoruz.
Tabii ki Müslümanlık dışında
diğer dinlere mensup olan Hristiyan, Musevi, Ezidi gibi
yurttaşlarımızın da inanç özgürlüğünü
olabildiğince özgür bir şekilde yaşadığını
herhâlde hiçbir milletvekili iddia edemez. Bizim savunmuş olduğumuz
özgürlükçü laiklikte devlet, yurttaşın veyahut toplulukların
dinle ilgili faaliyetlerine ya da örgütlenme çalışmalarına nötr
kalmak zorundadır, burnunu sokma hakkına sahip değildir. Bu nötr
pozisyonda o toplulukların ya da bireylerin kendi dini ya da
inancının gereklerini yerine getirmekle kaynak sunma, destek sunma
pozisyonunda ancak olabilir. Bunun ötesindeki yaklaşımlar
-dediğim gibi- doksan yıllık dogmatik bir laikçilik
anlayışının ötesine geçemez ki bunu da aşmadan bizim
temel birtakım reformları yapmamız mümkün değil.
Yani bahsettiğim beş konu
başlığında, her konu başlığında çok
uzun detaylı konuşulabilir ancak özellikle demokrasi, insan
hakları, barış ve hukuk devleti konusunda kabul etmeliyiz ki
Avrupa Birliği kriterlerinin çok çok gerisinde ve özellikle son on dört
yıllık AKP iktidarının son beş altı
yıllık döneminde de olabildiğince uzağına
savrulmuş durumdayız. 2002 ile 2010 AKP dönemini bir şekilde
ayrı tutup 2010la 2016 arasına bir parantez açmak gerekirse
düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü,
özgür medya, yargı bağımsızlığı konusunda
nerelere savrulduğumuz noktasında herhâlde en son AB ilerleme
raporuna bir göz atmak yeterlidir. Yani en son, daha birkaç hafta önce
açıklanan ilerleme raporunda açık bir şekilde Türkiyede
medyanın bağımsız olmadığı,
yargının bağımsız olmadığı, hukuk
devleti ilkesinden alabildiğince Türkiye'nin
uzaklaştığı, kuvvetler ayrılığıyla
ilgili kaygıların had safhaya ulaştığı, temel
insan hakları ve hak ve hürriyetler konusunda da her geçen gün geriye
doğru giden bir tablo çizildi.
Yine, içeride yaşanan savaş süreciyle
ilgili Avrupa Birliği ilerleme raporunda net olarak bir an önce müzakere
masasına dönme ve çözüm sürecini başlatma çağrısı
yapıldı.
Şimdi, bu bahsedilen hususların hiçbirinin
gereğini yerine getirmeyeceksiniz, bu konuda temel düzenlemeyi esas alan
hiçbir ilerlemeyi sağlamayacaksınız, barışla ilgili
herhangi bir kaygınız olmayacak, özellikle Suriye ve Orta Doğu
politikasında sizin politikalarınızın ortaya
çıkarmış olduğu mülteci sorunuyla ilgili gerçek çözüme
hiçbir katkı sunmayacaksınız, mültecileri Avrupa Birliğine
karşı bir tehdit kartı olarak gittiğiniz her yerde
kullanacaksınız, ondan sonra da buraya getirdiğiniz teknik
birtakım yasaları, işte 1 Mayısa kadar geçirirsek Avrupa
Birliği konusunda şu şu ilerlemeleri sağlarız. gibi
tespitlerde bulunacaksınız. Buna, ne bizim inanmamız ne
dünyanın inanması mümkün değildir. Yapılması gereken,
temel konularda cesur, köklü reformlar yapmak ve bir an önce içeride iç
barışını sağlamış, dışarıda
da Orta Doğuda yaşanan kaos ve savaş süreçlerinde sözü
dinlenir, ağırlığı olan, barışçıl,
diplomatik çabaların merkezinde yer alan bir ülke pozisyonunu hızla
yakalamaktır diyorum Sayın Başkan.
Karar yeter sayısı isteyerek Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Daha oylamaya
geçilmedi Sayın Başkan.
BAŞKAN 3üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Karar
yeter sayısı
BAŞKAN - Karar yeter sayısı
arayacağım.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Karar yeter
sayısını zamanında istemedi, erken istedi.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Oylama anında
istemedi efendim, geçersizdir.
BAŞKAN - Evet, karar yeter sayısı
vardır, madde kabul edilmiştir.
Böylece, tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Yoktu.
BAŞKAN - Şimdi de elektronik
yapacağız Sayın Baluken.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının yapılan açık oylama sonucu:
Kullanılan oy
sayısı : 201
Kabul : 201 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Özcan Purçu Elif
Doğan Türkmen
İzmir Adana
Böylece, tasarı
kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun.
Şimdi, 4üncü sıraya alınan, Ceza
İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa
Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
4.-
Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa
Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/708) ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 295) (xx)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 295 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili Osman
Baydemir konuşacaktır.
Buyurun Sayın Baydemir. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR
(Şanlıurfa) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Saygıdeğer milletvekilleri, her
şeyden önce, bir kez daha, gecenin bu ilerleyen saatinde şu soruyu kendimize
yönelterek istişareye, tartışmaya, konuşmaya
başlayalım: Türkiye ve Türkiyeyi idare eden Hükûmet ve Hükûmet
perspektifi gerçekten Türkiyenin Avrupa Birliğine dâhiliyetini istiyor
mu, istemiyor mu? Ve gerçekten Türkiye, mensubu bulunduğu, içerisinde
yaşamış olduğu coğrafya ve coğrafya içerisinde
bütün yaşanmışlıkları ve yaşananları Benim
kaderimdir. deyip bu negativizme teslim mi olacak, yoksa bu girdap içerisinde
çıkışın bir yolunu, yöntemini mi arayacak ve bunun samimi
çabasını mı ortaya koyacak?
Eğer ki gerçekten bir pazarlıkla
mülteciler meselesinden istifade etme çabasıyla, vize muafiyetini getirme
çabasıyla bu mesai Parlamentoda yapılıyorsa, emin olun ki birkaç
uluslararası sözleşme -ki bu iyi bir şeydir de aynı
zamanda- Meclisten geçmiş olacak. Ancak esas hedef olan, menzil olan,
Türkiyenin Avrupa Birliğine dâhiliyetini, bu eksik perspektif, bu
yanlış perspektif, bu fırsattan istifade etme perspektifi nihai
sonuca bizleri götürmeyecektir. Sözün özü şudur: Hükûmet Avrupa
Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerden Avrupa
Birliğini vazgeçirme çabasından özü itibarıyla vazgeçmelidir
çünkü Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerden,
öyle görünüyor ki Avrupa Birliğinin kurucu iradesi ve şu ana kadarki
yürütücü iradesi vazgeçmeyecektir. Eğer bu toplumun temel
dizaynlarını Avrupa Birliğiyle uyumlu hâle getirme arzusundaysa
Hükûmet gerçekten, gelin, o zaman birlikte birkaç kritere göz atalım.
Sayın Başkan, Sayın Bakan,
saygıdeğer milletvekilleri; demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü
ve yaşam kalitesine dair kimi verileri birlikte inceleyelim. Türkiye,
Demokrasi Endeksinde 165 ülke içerisinde 84üncü sıradadır,
Basın Özgürlüğü Endeksinde 199 ülkeden 142nci sıradadır,
Yolsuzluk Algı Endeksinde 168 ülke içerisinde 66ncı sıradadır,
yine, Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 102 ülke arasında 80inci
sıradadır, yargı bağımsızlığı
konusunda en kötü olan 20 ülke içerisinde yer almaktadır.
Şimdi hem Sayın Bakana hem
saygıdeğer milletvekillerinin tümüne sormak isterim: Avrupa
Birliğine üye olan hangi ülke bu endeksler içerisinde hangi
sıradadır? İşte, gerçekle yüzleşmek gerekiyor.
Muhalefetin, gerek ana muhalefetin gerek orta muhalefetin gerek yavru
muhalefetin, tüm muhalefetin esas görevi, ana görevi Hükûmetin yüzüne ayna
tutmaktır. İşte, şu anda bugün burada yapmaya
çalışmış olduğumuz husus da Hükûmetin yüzüne
aynayı tutmaktır Sayın Bakan, tabii ki eğer Hükûmetin
gerçekten aynada kendisini görmeye cesareti varsa.
Şimdi, peki tablo buysa, realite buysa, bu
tablo ve bu realite içerisinde çıkış nedir,
çıkışı nasıl sağlayabiliriz? Bir kez daha
söylüyorum: Cumhuriyet tarihi boyunca bu ülke iki büyük fırsatı
yakaladı, altın kıymetinde, mücevher kıymetinde, paha
biçilmez kıymette, Sayın Başkan, iki büyük fırsatı
yakaladı. Bunlardan bir tanesi: 7 Haziran sabahı, Türkiyenin bütün
farklılıklarının oluşturmuş olduğu, hür
iradesiyle, özgür iradesiyle oluşturmuş olduğu Parlamentoydu ve
o Parlamento kurucu irade parlamentosu görevini üstlenebilirdi. Ve
bırakın Türkiyenin bu girdaba girmesini, bugün Avrupa
Birliğinin, bütün Orta Doğu mülahazalarında sorunların
çözüm mekanizması, çözüm yöntemi konusunda alın size model ülke,
alın size Türkiye; Kürtüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sünnisiyle,
dindarıyla, inananıyla, inanmayanıyla, Hristiyanıyla bir
bütün olarak alın size model ülke önermesinde bulunacaktık. Bu
fırsat çok açık ve net söylüyorum- aç gözlülükle, bu fırsat
iktidar koltuğundan zinhar, asla, kata, olamaz hezeyanıyla tepildi,
ortadan kaldırıldı. Ve maalesef şu anda içerisinde
yaşamış olduğumuz bu girdabın daha da
derinleşmesine dair bir Hükûmet çabasına tanıklık ediyoruz.
İkinci büyük fırsat, ikinci tarihî
fırsat, o da, her fırsatta ifade ediyorum, bugün burada bir kez daha
ifade etmekte de hiçbir mahzur görmüyorum: Cumhuriyet tarihinin, Kürt sorununun
çözümünde en büyük siyasal gelişmesi 2013 Nevrozu deklarasyonudur,
adına çözüm süreci demiş olduğumuz sürecin
başlamasıdır. Burada da iki temel aktör, iki temel rol
vardır: Bir tanesi Sayın Öcalanın rolüdür, bir diğeri de
Sayın Erdoğanın rolüdür. Ama maalesef
HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) Ne deniyordu o
deklarasyonda, 4 madde vardı, neydi o? Söyle haydi! Sonunda ne vardı?
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Maalesef bu
fırsat...
HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) Söyle,
deklarasyonda ne vardı?
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) ...iki buçuk
yıllık zaman dilimi içerisinde...
HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) Ben sana
söyleyeyim onları: Silahları bırakacaksınız. Ortak
şeyimiz Müslümanlık.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) ...sürüncemeye
bırakılarak, ötelenerek, konuşulan, istişare edilen ama...
HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) Türkiye
Cumhuriyeti perspektifinden bu sorun çözülecek. Konuşsana bunları.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) ...hiçbir adım
atılmadan heba edildi, ters yüz edildi ve böylelikle iki büyük
fırsatı, iki büyük olanağı bu ülkenin 78 milyon insanı
birlikte yitirdi.
Eksen ne üzerine kuruldu? Eğer gerçekten eksen
Türkiye'nin Avrupa Birliği dâhiliyeti üzerine kurulmuş olsaydı
ne 7 Haziran seçim sonuçları heba edilecekti ne de çözüm sürecinin kendisi
heba edilecekti.
HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) 2013
deklarasyonunu söylesene.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Eksen kaydı, bu
ülkede eksen kaydı. Siyasal iktidar, bana göre, demokrasi kültürünü
içselleştirmemiş olmasından kaynaklı rota
değiştirdi, rota.
HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) 2013 deklarasyonunda
ne deniliyordu söylesene.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Şanghay
Beşlisi dedi, bilmem ne dedi ama en sonunda dönüp dolaştı,
Suud, Katar, El Nusra, El Kaide şer odağının maalesef bir
parçası hâline dönüştü.
Değerli kardeşlerim, eğer ki bu bir
çözüm olsaydı, Medine Sözleşmesinden bugüne değin Orta
Doğu coğrafyasını kasıp kavuran ve bugün emperyallerin
de sürekli kaşıdığı coğrafya hâline
dönüştüren en büyük etmen nedir biliyor musunuz? Mezhep
kavgasıdır, mezhep kavgası. Ve bugün, bu mezhep kavgası
Türkiye'nin en kılcal damarlarına dahi enjekte edilmiş durumda.
Toplum, bu manada çok büyük bir kaygıyı, çok büyük bir endişeyi
bünyesinde barındırıyor, yaşıyor.
Dolayısıyla, bu iki büyük fırsatın
kaçırılmış olmasından, heba edilmiş
olmasından her birimiz ne kadar hayıflanırsak emin olun yeridir.
Bakın, bu atmosfer bizi nereye getirdi? Bundan
iki gün önce -spor barıştır değil mi, spor
kardeşliktir değil mi, spor hoşgörüdür değil midir, spor
çeşitliliktir değil mi- Ankarada Amedsporun maruz kaldıklarını
Bu, bir taraftar kavgasıdır; bu, bir nezaketsizliktir. deyip bir
yere atamayız, üstünü örtemeyiz. Son bir yıllık -açık
söylüyorum ha- Kürt düşmanlığı, savaşta ısrar,
çatışmada ısrar ve şüphesiz ki bunun yaratmış
olduğu bütün can kayıpları ve şüphesiz ki bütün bu can
kayıplarının, hukuksuzlukların kitle iletişim
araçlarında tek taraflı topluma empoze edilmesi, işte bizi
getirmiş olduğu nokta budur.
Ben on yıl Diyarbakır Büyükşehir
Belediye Başkanlığı yaptım ve o zaman Amedspor Kulübü
Büyükşehir Belediyespordu. Diyarbakıra gelen her takım, kim
olursa olsun, ağırlanmıştır, çiçeklerle
karşılanmıştır, el üstünde, baş üstünde
tutulmuştur mensubu olduğumuz kültürün de gereği olarak. Bu
takımın kendisi de bir hafta, on gün, bir ay önce Diyarbakırda
yine bu şekilde karşılanmıştır ama gelin görün ki
faşizm ve ırkçılık öyle bir illet, öyle bir
hastalıktır ki kulübün yöneticileri linçe maruz
bırakılıyor. İşte savaşın topluma
sirayetinin bir başka versiyonunu biz görüyoruz. Çok değil ha, bundan
birkaç ay sonra toplumda komşu komşuyla yaşayamaz hâle
gelecektir çünkü ölüm var, çünkü insanlar toprağa düşüyor ve çünkü bu
medya dili, bu siyasal akıl, bundan daha da büyüme, bundan daha da büyük
bir oy devşirme propagandası, çabası içerisinde. Kısa
vadeli, çok kısa vadeli, örneğin kasım ayında
yapılması planlanan bir referanduma bir miktar oy toplanabilir bu
politika ve bu zihniyetle ama emin olun, esas, temelin kendisi
sarsılıyor, sarsıltılıyor. Çok değil ha, bundan birkaç
ay sonra dönülmek istense bile bu fırsat yakalanmayabilir,
yakalanamayabilir.
Şimdi, bir
kez daha ana konuya, ana temasa dönersek, normal koşullarda bugün burada
yürütmüş olduğumuz tartışmada ya Dışişleri
Bakanının -Sayın Bakanın- ya da ABden sorumlu Bakanın
Kabinede bu tartışmalara katkı sunması bekleniyor idi. Ama
maalesef görüyoruz ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bugün
burada ve bu uluslararası sözleşmelerin istişare edilmiş
olduğu Mecliste kendileri Hükûmet adına bulunuyorlar.
Sayın
Bakan, inşallah, Hükûmetin bu sözleşmelere bakış
açıları ve bu sözleşmeleri hayata geçiriş perspektifi,
politikası, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
çevreye dair politikalarına benzemez. Eğer çevreye dair politikalara,
şehirciliğe dair politikalara benzerse vay bu uluslararası
sözleşmelerin ruhunun hâline! Şimdiden -bana göre- bu
uluslararası sözleşmelerin ruhuna Fatiha okumak işten bile
değildir diye düşünüyorum.
Şimdi,
öyle bir noktada başladı ki Hükûmet, aslında bizim söylememize
gerek yok, kendisinin de, sizlerin de bunu kendi iç dünyasında
sorgulaması lazım diye düşünüyorum. Sıfır sorun diye
bir politikayla başladılar Orta Doğuda ve hatta kimi ülkelerle
vize uygulamasından da vazgeçildi. Ne oldu da veya ne olmadı da bugün
dünyada neredeyse tek bir dost kalmadı? Ne oldu veya ne olmadı da, ne
yapılmadı da bugün biz bu realiteyi yaşıyoruz? Ben
işin püf noktasını, işin esasını aha
şuramdan gelerek söylüyorum, şuramdan gelerek söylüyorum.
Demin siz ifade
ettiniz ya, 2013 Nevroz deklarasyonunda ne vardı? Türk ve Kürt
halkının yani Türkiye halklarının tarihî, ebedî, ezelî, bin
yıl etkisi sürecek bir ittifak çağrısı vardı, ittifak
çağrısı. Gelin, birlikte ittifak edelim ve bu girdaba girmeden,
bundan etkilenmeden Orta Doğu coğrafyasına sulhu da,
barışı da, birlikte yaşamı da, beraber ha beraber,
sadece biz değil, sadece siz değil, beraber inşa edelim
çağrısı vardı.
HALİL
ÖZCAN (Şanlıurfa) Silahsız.
OSMAN
BAYDEMİR (Devamla) Bu çağrı karşılık
bulmadı. Bu çağrı boşa çıkarıldı.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Silahı bırakmadınız ki.
HALİL
ÖZCAN (Şanlıurfa) Silahı bırakmadınız ki.
OSMAN
BAYDEMİR (Devamla) Vallahi, billahi, tillahi, siz de benden iyi
biliyorsunuz ki silahların ilelebet gündemden, yaşamdan
çıkmasına bir karış zaman kalmıştı.
HALİL
ÖZCAN (Şanlıurfa) Evlerin önündeki hendekler
OSMAN
BAYDEMİR (Devamla) Ama ne oldu? Çünkü o silahlar gündemden
çıkmış olsaydı, bugün 317 milletvekili olmayacaktı;
bugün Hükûmet AKP olmayacaktı, koalisyon Hükûmeti olacaktı.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Eylemleri kim başlattı?
OSMAN
BAYDEMİR (Devamla) - İşte, koalisyon hükûmeti olmasın, tek
başına bu Hükûmet olsun diye, bütün bu kan, bütün bu
gözyaşı, bütün bu revan bunun bedelidir.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) PKK eylemlerine başlamamış mıydı?
OSMAN
BAYDEMİR (Devamla) Bu bir vatan müdafaası, vatan savunması
meselesi değildir ama öyle bir noktaya gelmiş ki maalesef her
şey ters yüz edilmiş durumda.
Bakın,
muhalefet kalkıyor, eleştiri hakkını kullanıyor.
Eleştiri, bir denetim mekanizmasıdır demokrasilerde ve
eleştiri şok edici mahiyette olsa bile, yönetmenin getirmiş
olduğu erdem ve elzem olarak buna tahammül etmek durumundadır.
Sayın
Başkan, ben çok uzatmayacağım, sadece yirmi dakikalık söz
hakkımı kullanacağım, uzatmayacağım, çok
zamanınızı da almayacağım.
HALİL
ÖZCAN (Şanlıurfa) Eleştirilerin de usulü vardır,
şeyi vardır.
ADNAN BOYNUKARA
(Adıyaman) İstediğin kadar uzatma.
OSMAN
BAYDEMİR (Devamla) Şimdi, bu denetim mekanizması soru
önergesinin tek bir tanesine yanıt verilmiyor. Bugüne kadar, Meclisin bir
başka denetim mekanizması olan araştırma önergelerinde
neredeyse -bir tanesi dışında- muhalefetten gelen hiçbir çaba
kabul görmedi.
Peki, bütün bu
uygulamalar yaşandığında, Venedik Komisyonu, Karma
Parlamenterler Asamblesi, Avrupa Birliği Parlamentosu raporlar
hazırlamıyor mu, gözlemlemiyor mu? 78 milyon insanla dâhil
olacağımız bir ülke, bir topluluk
Ya, bu gelecek nüfusun
demokrasi standardı, yaşam standardı, kültürü, siyaset kültürü
nedir diye bakmıyor mu, bakmayacak mı? İşte, birkaç ay
sonra yine rapor hazırlanacak ve o raporlarda, uygulamadan kaynaklı,
savaştan kaynaklı, çatışma ortamından kaynaklı
bütün ihlaller, ihmaller yine raporlara sirayet edecek. Ne olacak peki?
Sayın Cumhurbaşkanı diyecek ki: Ey ABD, ey AB, ey Kate Piri, ey
falankes, ben senin raporunu tanımıyorum, senin raporunu geri
gönderiyorum. Peki, bu, çözüm mü? Vallaha çözüm değil. Bu, çözümü getirir
mi? Vallaha getirmez. Bu, ne yapar? Bu, çözümsüzlüğü derinleştirir.
Bu, aynı zamanda bizi uzaklaştırır.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Raporun bir hükmü yok.
Kate Piri orada oturup rapor yazıyor, teröristlere terörist demiyor.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) Sen onun
kadar gezmedin Osman, bütün bölgeyi gezdi, her yeri gezdi, her tarafı
gezdi.
CEYHUN İRGİL (Bursa) Madem her şeyi
biliyordunuz Osman, niye Avrupanın eline bakıyorsunuz? Girme, madem
beğenmiyorsun girme, niye kapısında dileniyorsun? Hem
kapısında dilen hem de yazdığı mektuba itiraz et.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Bakın, Kate
Piri, Cizreye gitti, Diyarbakıra gitti ama sizin kaçınız
Diyarbakıra gittiniz, Cizreye gittiniz, Sura gittiniz,
kaçınız gördünüz, kaçınız dokundunuz?
HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) Hem
Hükûmetimiz gitti hem bakanlarımız gitti, vekil
arkadaşlarımız gitti, hiçbir zaman oranın halkını
yalnız bırakmadı.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Hükûmetimiz
gitti., çok güzel, çok yaşa Sayın Milletvekili, çok yaşa! Hükûmetimiz,
Bakanlar Kuruluyla Urfaya gitti, davul, zurna çalarak, halaylar çekerek
Urfaya gitti, Balıklıgölde Urfalılara müjde verdi.
HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa)
Urfanın dışında Diyarbakıra da gitti, Mardine de
gitti, her yere gitti.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Ne oldu? Bir hafta
sonra Urfanın elektriği kesildi. 500 bin dönümlük alan, arazi
şu anda kuruyor ey milletvekilleri, kuruyor.
HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) Hayır,
sorun çözüldü, öyle bir şey yok. Biz oradaki çiftçiyi de savunuyoruz.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır)
Nasıl yok ya?
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) 300 bin insan,
mevsimlik işçi olarak Türkiyenin batı yakasına ırgat
olarak gidiyor ve bu 300 bin insana bir 100 bin insan daha eklenecek.
HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) Hiç öyle
bir şey yok.
CEYHUN İRGİL (Bursa) Hiç öyle bir
şey yok. diyor ya, Karacabey Ovasında Urfalı dolu.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Şimdi ben
hiddetlenmeyeyim de kim hiddetlensin? Urfa, size 9 milletvekili verecek, Bakan
verecek ama Bakan, Urfada Truva atı görevini görecek
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Ne demek Truva atı?
OSMAN BAYDEMİR (Devamla)
içeriye
girmiş, Urfanın çiftçisi ölsün diye, Urfanın çiftçisi
üretimden düşsün diye elinden gelen bütün gayreti, bütün çabayı
ortaya koyuyor. Ya, böyle bir şey olabilir mi, hakikaten böyle bir
şey olabilir mi?
HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) Hayır,
hiç öyle bir şey yok.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Ya, sulama tünellerini
görmüyor musun? Çiftçiler memnun. Tünelleri görmüyor musun, tünelleri? GAP
projesini görmüyor musun?
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) İşte, bu
bile başlı başına Hükûmetin Adan Zye bütün politikalara
bakış açısının bir yansıması,
pratiğidir.
HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) Şap ile
şekeri karıştırıyorsunuz.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) GAP projesini de
söyle, sulama tünellerini de söyle.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Ne demişti?
Lafa bakılmaz, iştir, iştir, değil mi, sonuçtur?
İşte, sonuç ortada, sonuç ortada.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) Sonuç ortada, Urfadan
9 tane
317
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) Urfada 4 tane
hastane kapatıldı ya. 4 tane hastanenin SGKyla anlaşması
iptal edildi ve ortadan kaldırıldı.
HALİL ÖZCAN
(Şanlıurfa) Yanlış yapanınki kapatıldı.
Yanlış yapanların hepsi kapatılır. Kapatıldı
falan deme, haksızlık olur.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla)
Bir nevi cezalandırılıyor ha, cezalandırılıyor.
Benim fikrimde olmayan, benim inancımda olmayan, seçimde bana biat
etmeyen kim varsa yaşam hakkı tanımıyorum. diyor.
İDRİS BALUKEN
(Diyarbakır) Her yerde öyle, her yerde. Sadece Urfada değil.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla)
Bakın, bu nedir, bunun adı nedir, biliyor musunuz?
HALİL ÖZCAN
(Şanlıurfa) O, halkın verdiği yetkidir.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla)
Bunun adı, özetle, kısaca, tek lider, tek parti, tek dil ve tek
inanç rejimidir. Bu, tek parti rejimidir. Bu ülke tek particilikten ve millî
şeflikten çekti çekeceği kadar.
HALİL ÖZCAN
(Şanlıurfa) Tek parti şimdi yok, eskiden vardı.
Şimdi var mı?
OSMAN BAYDEMİR (Devamla)
Yeni bir millî şefe ve yeni bir tek partili rejime veya kurucu irade
meclisinden tek parti meclisine ihtiyacı yoktur bu ülkenin. Bu ülkenin
barışa, bu ülkenin selamete ihtiyacı vardır.
En derin
saygılarımı sunuyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
OSMAN AŞKIN BAK (Rize)
Rüya görmüş ya, ama yanlış bir rüya.
BAŞKAN
Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
CEZA
İŞLERİNDE KARŞILIKLI ADLİ YARDIM AVRUPA
SÖZLEŞMESİNE İKİNCİ EK PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) Türkiye
Cumhuriyeti adına 22 Mart 2016 tarihinde Strazburgda imzalanan Ceza
İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa
Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün çekince ve beyanla
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN 1inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN 2nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde
kabul edilmiştir.
3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN 3üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde
kabul edilmiştir.
Böylece tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümünün
oylamasının elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için iki dakika süre
veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Ceza
İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa
Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
Kullanılan
oy sayısı : 197
Kabul : 197 (x)
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Özcan
Purçu Elif Doğan
Türkmen
İzmir Adana
Böylece, tasarı kanunlaşmıştır;
Allah hayırlı, mübarek eylesin.
5inci sıraya alınan, Suçluların
İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlıyorum.
5.-
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/709) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 296)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6ncı sıraya alınan, Suçluların
İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Dördüncü Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlıyoruz.
6.-
Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek
Dördüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/710) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 297)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Bundan sonra da Komisyonun bulunamayacağı
anlaşıldığından, alınan karar gereğince,
kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 26 Nisan 2016 Salı günü saat
15.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Hayırlı geceler diliyorum.
Kapanma Saati: 23.41
(C) Bu ifadeye ilişkin düzeltme, bu birleşim tutanağının 32nci sayfasındaki Düzeltişler bölümünde yer almaktadır.
(x) Bu düzeltmeye ilişkin ifade, bu birleşim tutanağının 31inci sayfasında yer almaktadır.
(x) 280 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(xx) 281 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(xx) 294 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(xx) 295 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.