TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
112nci
Birleşim
17
Temmuz 2017 Pazartesi
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutanın, Artvin ilinin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
2.-
Balıkesir Milletvekili Kasım Bostanın, 15 Temmuz hain darbe
girişimine ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur
Bahçekapılının, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutana
geçmiş olsun dileğinde bulunduğuna ve annesine Allahtan rahmet
dilediğine ilişkin konuşması
2.-
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili
Ayşe Nur Bahçekapılının, tüm şehitlere Allahtan
rahmet ve gazilerin bir an evvel sağlıklarına
kavuşmalarını dilediğine ilişkin konuşması
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili Baki Şimşekin, Çukurovada üzüm
hasadının başladığına ve taban fiyatların
açıklanması gerektiğine ilişkin açıklaması
2.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin
Akbaşoğlunun, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimine
geçit vermeyerek büyük bir destan yazılmasına vesile olan aziz
şehitleri rahmetle, kahraman gazileri minnetle yâd ettiğine
ilişkin açıklaması
3.- İstanbul Milletvekili Didem Enginin, 15 Haziranda
başlayan Adalet Yürüyüşü ile yürüyüş sonunda 9 Temmuzda
yapılan mitinge katılanlara teşekkür ettiğine ve
demokratik, özgürlükçü, laik Türkiye Cumhuriyeti için mücadelelerinin azim ve
kararlılıkla devam edeceğine ilişkin açıklaması
4.- İzmir Milletvekili Murat Bakanın, tarımsal
üretimde klorprifos kullanımının yasak olmasına rağmen
devam ettiğine ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığının ülke genelinde yaptığı
çalışmalarda klorprifos kalıntısı tespit ettiği
gıda ürünleriyle ilgili verileri açıklamadığına
ilişkin açıklaması
5.- Trabzon Milletvekili Ayşe Sula Köseoğlunun, 15
Temmuz hain darbe girişiminin 1inci yıl dönümüne ve o gün şehit
olanları rahmet ve minnetle andığına ilişkin
açıklaması
6.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkının, 15
Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin 1inci yıl dönümüne ve
FETÖ terör örgütüne karşı sürdürülen mücadelenin
Cumhurbaşkanının liderliğinde her alanda
kararlılıkla devam ettiğine ilişkin açıklaması
7.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemirin,
Cumhurbaşkanının 15 Temmuz Millî Birlik ve Demokrasi Günü anma
törenlerinde yaptığı konuşmasında CHP Genel
Başkanı hakkındaki söylemlerini şiddetle
kınadığına ilişkin açıklaması
8.- İstanbul Milletvekili Serap Yaşarın, 15 Temmuz
darbe girişimin 1inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
9.- Mersin Milletvekili Hüseyin Çamakın, Paris İklim
Anlaşmasının Mecliste onaylanmadığına ve gelecek
kuşakların yaşam koşullarını belirleyen böylesi
anlaşmalarda Hükûmeti daha duyarlı olmaya davet ettiğine
ilişkin açıklaması
10.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın,
Şanlıurfasporun Birinci Ligden şike yoluyla düşürülmesine
ilişkin açıklaması
11.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlunun,
15 Temmuz gecesi hainlere karşı direnenlere teşekkür
ettiğine, şehitleri rahmet ve minnetle andığına,
gazilere sağlıklı, uzun ömürler dilediğine ve demokrasinin güvencesi parlamenter sistemden
asla taviz vermeyeceklerine ilişkin açıklaması
12.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran
Kılıçın, 15 Temmuz hain darbe girişiminin 1inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
13.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcının, AKP
Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğanın 15 Temmuz hain darbe
girişiminin 1inci yıl dönümünde yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
14.- Balıkesir Milletvekili Mehmet Tümün, eğitimci
Nuriye Gülmen ve Semih Özakçanın açlık grevlerinin 131inci gününde
olduklarına ve onları yaşatmak için gerekli adımların
acilen atılması konusunda Cumhurbaşkanı, Başbakan ve
Adalet Bakanına seslendiğine ilişkin açıklaması
15.- Denizli Milletvekili Kazım Arslanın, cezaevlerinde
avukat-şüpheli görüşmelerindeki haksız uygulamaların ne
zaman kaldırılacağını ve Nuriye Gülmen ile Semih
Özakçanın hastanede tedavi ettirilip yaşama haklarına
kavuşmaları için ne zaman müdahale edileceğini öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
16.- İstanbul Milletvekili Engin Altayın, şehit
olan Uzman Çavuş Hakan Demirciye Allahtan rahmet dilediğine ve
Nevşehir Valisinin şehidin cenaze törenindeki tutumunu
kınadığına, bu konuda AK PARTİ grup yöneticilerinin ne
düşündüklerini kendisinin ve kamuoyunun bilmek istediğine
ilişkin açıklaması
17.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancının,
Bingölde şehit düşen Üsteğmen Arif Kalafata Allahtan rahmet,
Hakkâride yaralanan askerlere acil şifalar dilediğine, 15 Temmuzda
Türkiye Cumhuriyetine yönelik alçak bir darbe girişiminde bulunanlara
karşı devletin verdiği mücadeleye ve bu mücadele bütünüyle
yanlış yapılıyormuş izlenimi uyandıran bir dili
şiddetle reddettiğine ve FETÖ mensuplarının
yargılanmaları sırasında yaşanan bazı olaylara
ilişkin açıklaması
18.- Samsun Milletvekili Erhan Ustanın, Hakkâride yaralanan
askerler ile Samsunda Gülsan Sanayi
Sitesinde bir imalathanede meydana gelen patlama sonucu yaralananlara acil
şifalar dilediğine, 15 Temmuz hain darbe girişimi
sırasında şehit olanlara Allahtan rahmet dilediğine ve
bütün siyasi partilerin birlik ve beraberliği bozucu
davranışlardan kaçınması gerektiğine ilişkin
açıklaması
19.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demirin,
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğanın 15 Temmuz darbe
girişiminin yıl dönümü nedeniyle yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine, bu ülkede demokrasi isteniyorsa
öncelikle siyasilerin birbirlerine karşı doğru, dürüst,
demokratça ve barışçıl sözlerle yaklaşması
gerektiğine, bütün darbeleri lanetlediğine ve yaşamını
kaybeden bütün vatandaşlara rahmet dilediğine ilişkin
açıklaması
20.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcının,
Ankara Milletvekili Fatih Şahinin (3/1167) sayılı
Başbakanlık Tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
21.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Başbakan
Yardımcısı Nurettin Caniklinin (3/1167) sayılı
Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
22.- Başbakan Yardımcısı Nurettin Caniklinin,
Ankara Milletvekili Levent Gökün yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
23.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demirin,
Başbakan Yardımcısı Nurettin Caniklinin (3/1167)
sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
24.- İstanbul Milletvekili Yakup Akkayanın,
Başbakan Yardımcısı Nurettin Caniklinin (3/1167)
sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
25.- Başbakan Yardımcısı Nurettin Caniklinin,
İstanbul Milletvekili Yakup Akkayanın yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
26.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Başbakan
Yardımcısı Nurettin Caniklinin yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
27.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demirin,
Millî Savunma Bakanı Fikri Işıkın (3/1166)
sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
28.- İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan
Salıcının, Millî Savunma Bakanı Fikri
Işıkın (3/1166) sayılı Başbakanlık Tezkeresi
üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
29.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Amasya Milletvekili Mehmet
Naci Bostancının sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş ve 28
milletvekilinin, Basın İlan Kurumuna ilişkin iddialar ile
kamunun ilan ve reklamlarının yayınlanmasıyla ortaya
çıkan sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi
(10/580)
2.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve 20 milletvekilinin,
Millî İstihbarat Teşkilatı ile Emniyet
teşkilatının terör saldırıları konusundaki istihbarat
zafiyetlerinin ve Ankara başta olmak üzere bazı il ve ilçe emniyet
müdürlüklerinde atama yapılmamasının nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/581)
3.- Aydın Milletvekili Hüseyin Yıldız ve 26
milletvekilinin, Aydın ve çevresinde yaşanan hava kirliliğinin
nedenlerinin, jeotermal santrallerin toprak, su ve hava kirliliği
üzerindeki etkilerinin ve Türkiye ortalamasının üstüne çıkan
kanser vakalarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/582)
B) Tezkereler
1.- Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararıyla ülke
genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139 sayılı Kararı
uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/7/2017 Çarşamba
günü saat 01.00den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına
ilişkin tezkeresi (3/1167)
2.- Başbakanlığın, Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL
harekâtına iştirak etmesi hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin
27/6/2016 tarihli ve 1115 sayılı Kararıyla uzatılan izin
süresinin 5/9/2017 tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine kadar tekrar
uzatılmasına ve Hükûmet tarafından gerekli düzenlemelerin
yapılması için Anayasanın 92nci maddesi uyarınca Hükûmete
izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/1165)
3.- Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika
Cumhuriyetinde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut,
şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere Türk
Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet
tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu
kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/8/2016
tarihli ve 1119 sayılı Kararıyla Hükûmete verilen izin
süresinin Anayasanın 92nci maddesi uyarınca 2/8/2017 tarihinden
itibaren 31/10/2018 tarihine kadar uzatılmasına ilişkin
tezkeresi (3/1166)
VIII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; Genel
Kurulun 17/7/2017 Pazartesi günkü
birleşiminde 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanununun
3üncü maddesinin 1inci fıkrasının (b) bendine göre ülke genelinde
devam etmekte olan olağanüstü hâlin uzatılması hakkında
(3/1167) sayılı Başbakanlık Tezkeresi ile 14/7/2017 tarihli
ve (3/1165) ile (3/1166) sayılı Anayasa'nın 92'nci maddesi
uyarınca Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere
gönderilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkerelerinin okunarak
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasını
müteakip 490 sıra sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarına
devam etmesine; 18 ve 25 Temmuz 2017 Salı günkü Birleşimlerinde sözlü
soruların görüşülmemesine; 490 ve 491 sıra sayılı
Kanun Tasarılarının İç Tüzükün 91'inci maddesine göre
temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Ankara Milletvekili Fatih
Şahinin (3/1167) sayılı Başbakanlık Tezkeresi
üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında CHP Grup Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
2.- Ankara Milletvekili Necati Yılmazın, Amasya
Milletvekili Mehmet Naci Bostancının 490 sıra sayılı
Kanun Tasarısının tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancının,
İstanbul Milletvekili Zeynel Emrenin 490 sıra sayılı Kanun
Tasarısının tümü üzerinde şahsı adına
yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ
Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin
İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/839) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 490)
17 Temmuz 2017 Pazartesi
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI
KÂTİP
ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Fatma KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli)
-----0-----
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce iki
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı
ilk söz, Artvinin sorunları hakkında söz isteyen Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutana aittir.
Buyurunuz Sayın Bayraktutan.
(CHP sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Artvin Milletvekili Uğur
Bayraktutanın, Artvin ilinin sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin)
Teşekkür ediyorum Değerli Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önce Genel Kurula bir teşekkür borcum var.
Geçen ay içerisinde annemi kaybettim, arkasından ciddi bir
sağlık sorunu yaşadım. O anlamda, Parlamentoda bütün
milletvekili grupları, bütün parti grupları içtenlikle taziyelerini,
iyi dileklerini ilettiler. Ayırmadan, bütün Parlamentoya, bütün
milletvekillerine içten teşekkür duygularımı ifade ediyorum,
hepinizden Allah razı olsun diyorum. Çok sağ olun değerli
milletvekilleri.
Değerli
arkadaşlarım, burada birçok kere konuşma yaptım, birçok
kere Artvinin derdini ve sorunlarını anlatmaya
çalıştım, çabaladım. Geçen günler içerisinde, Artvinin
yılan hikâyesine dönen Cerattepeyle alakalı olarak devam etmekte
olan yargı sürecinde ne yazık ki Danıştay çevrecilerin
aleyhine olan bir karar verdi. Danıştayın vermiş
olduğu bu karar sadece Artvini değil, yüreği Artvin için atan
bütün Artvin dostlarını üzdü. 750 kişi tarafından Rize
İdare Mahkemesinde açılan Türkiye'nin en büyük çevre davası ne
yazık ki çevrecilerin aleyhine sonuçlandı. Danıştayın
vermiş olduğu bu kararı hiçbir şekilde kabul etmemiz mümkün
değildir değerli milletvekili arkadaşlarım. Şöyle ki,
hemen arkasından birtakım yargı süreçleri devam edecektir.
İnanıyorum ki çevreciler, ilgili Yeşil Artvin Derneği ve
çevre örgütleri hem Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
yapacaklardır, arkasından da bunu uluslararası platformlara
taşıyacaklardır ama gelinen noktada, bu kararın verilmesinden
önce kaziyye-i muhkeme -kesin hüküm- niteliğinde olan
Danıştayın ilgili dairesinin, 14. Dairesinin daha önce
vermiş olduğu kararların varlığına rağmen,
mevcut dairenin bu şekildeki bir kararı vermiş olması
Artvinliler tarafından kabul edilmemiştir, reddedilmesi gereken bir
karardır değerli arkadaşlarım.
Bakın, bu konuda,
Cerattepedeki yolsuzluklar, Cerattepe ihalesindeki problemlerle alakalı
bugüne kadar gerek Parlamento düzeyinde gerekse Hükûmet düzeyinde
yapmış olduğumuz bütün başvurular sonuçsuz
kalmıştır. 8 Temmuzda bu karara ilişkin olarak yapılması
gereken bir miting için Artvin Valiliğine ilgili çevre
kuruluşları tarafından gerekli başvurular
yapılmış ama ne yazık ki 8 Temmuzda, bir ay önceden
yapılan başvurular Valilik makamı tarafından göz ardı
edilmiş ve Valilik makamı tarafından ciddiye alınmamıştır.
Değerli
arkadaşlarım, bu ihale süreciyle alakalı ve arkasından
yargı süreciyle alakalı olarak, yargıya müdahale
iddialarıyla alakalı olarak kamuoyunda çok ciddi anlamda soru
işaretleri vardır. Buna ilişkin konuları burada bu beş
dakikada anlatmam mümkün değil ama hemen, en ivedi bir şekilde
Cerattepe kararı ve yargılama süreciyle alakalı bir Meclis
araştırması önergesini Parlamentonun gündemine getirip, burada
ayrıntılarıyla beraber konuşacağız. Ama gelinen
noktada, Valiliğe yapılan bu başvurunun göz ardı edilmesi,
bir ay önceden Miting yapacağız. şeklindeki
başvuruların Valilik tarafından son dakikada reddedilmesi ve
hemen arkasından
19 Temmuzda -bakın, yarın değil, öbürsü
gün- Türkiyenin her tarafından, saat 18.30da, Cerattepede yirmi beş
yıldır süren bu çevre mücadelesine ilişkin olarak doğaya
yapılan kıyımların anlatılması ve Türkiyenin ve
dünya kamuoyunun Artvinde yapılmak istenen bu cinayeti ve
kıyımı durdurmasıyla alakalı, gerçekten, ciddi anlamda
kamuoyu açıklamaları yapılacaktır.
Yapılması istenen
şudur değerli arkadaşlarım: Bu mücadele yirmi beş
yıldır süren bir mücadeledir. Bu mücadelede ilgili mahkemelerden,
ilgili kurumlardan her türlü olumlu kararlar alınmıştır.
Rize İdare Mahkemesinden, Erzurum İdare Mahkemesinden,
Danıştaydan geçen, kesin hüküm teşkil eden mahkeme
kararlarına rağmen ne yazık ki ilgili şirket bu yargı
kararlarını göz ardı etmekte ve yargı
kararlarının gereğini yerine getirmemiş, arkasından
yerinde yapılan bir keşifte
Ki Rize İdare Mahkemesine
nasıl müdahalenin yapıldığını gayet iyi
biliyoruz. Rize İdare Mahkemesine yapılan müdahale tek
başına yeterli olmamış, Danıştaya da müdahale
edilmiştir değerli arkadaşlarım. O nedenle, Artvinlilerin
yirmi beş yıldır bir onur mücadelesi, bir namus, şeref ve
haysiyet mücadelesi olarak kabul etmiş oldukları Cerattepede
Danıştay kararı gerekçe gösterilerek Artvinlilerin bu
mücadelesini durdurmasını beklemek ancak iyi niyetlilik ve safdillik
olabilir değerli arkadaşlarım. O nedenle, koşullar ne
şekilde olursa olsun, önümüze hangi yargı engelleri
çıkarılırsa çıkarılsın, Artvinde kolluk
kuvvetleri şirketin neredeyse her türlü emrine verilmiş, buna
ilişkin düzenlemeler yapılmış olsa bile, ilgili valilik
tarafından bir aylık süreler, periyotlar hâlinde bir yılı
aşkın bir süredir düzenli olarak müdahale edilen Cerattepede
herhangi bir şekilde, buradan çıkacak hukuki sonuçlar bilindiği
için toplantı, gösteri, miting ve buna benzer bütün etkinlikler
yasaklanmış olsa bile, daha açıkçası bir iş adamı
Artvinde devleti teslim almış olsa bile, bir iş
adamının ihtiraslarına Artvinin geleceği, doğası
kurban edilmek istense bile yüce Parlamentodan, Mustafa Kemalin
Parlamentosundan büyük bir gurur ve heyecanla söylüyorum ki biz
topraklarımızı seviyoruz, cumhuriyetimizi, değerlerimizi,
ülkemizi, vatanımızı seviyoruz, her şeyden önemlisi,
Artvini çok seviyoruz. O nedenle gelecek nesillere yeşil ve güzel
Artvini bırakmak için bir kere daha buradan haykırıyoruz ki
Cerattepe geçilmez, Artvin halkı yenilmez.
Bu duygularla hepinizi
saygıyla sevgiyle selamlıyorum, sağ olun, var olun diyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Bayraktutan.
V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM
Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılının, Artvin
Milletvekili Uğur Bayraktutana geçmiş olsun dileğinde
bulunduğuna ve annesine Allahtan rahmet dilediğine ilişkin
konuşması
BAŞKAN Sayın
Bayraktutan, önce size geçmiş olsun dileklerimi tekrar ediyorum, annenize
de tekrar Allahtan rahmet diliyorum.
UĞUR BAYRAKTUTAN
(Artvin) Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Gündem
dışı ikinci söz, 15 Temmuz hain darbe girişimi
hakkında söz isteyen Balıkesir Milletvekili Kasım Bostana
aittir.
Buyurun Sayın Bostan.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları (Devam)
2.- Balıkesir Milletvekili Kasım
Bostanın, 15 Temmuz hain darbe girişimine ilişkin gündem
dışı konuşması
KASIM BOSTAN (Balıkesir) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 15 Temmuz hain darbe girişimi
hakkında söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Bağımsızlık ve özgürlük
uğruna bu topraklarda yüzyıllar boyu mücadele etmiş, bedel
ödemiş Türk milleti, bu tarihsel duruşu sebebiyle defalarca
varlığına kasteden ihanetlere, isyanlara ve saldırılara
maruz kalmıştır. Varlığımızı ortadan
kaldırmaya yönelik teşebbüsler Türk milletinin basireti, direnci,
yiğitliği ve cesareti, hürriyet ve bağımsızlık
tutkusu sayesinde her seferinde hüsranla sonuçlanmıştır.
Geçtiğimiz yıl, 15 Temmuz 2016 tarihinde bu ihanetlerin en
büyüklerinden birini yaşadık. Tamamen yerli görünüşlü fakat
milletimizin ve İslam medeniyetinin ezelî düşmanları,
yıllardır sabırla ve bir sır perdesinin arkasında
itinayla hazırladığı Müslüman görünümlü ancak şer
odaklarının hizmetindeki mekanizmayı harekete geçirdi. Milletin
ordusunda muvazzaf ancak kimlik ve kişiliklerini şeytana
satmış, yiğit Türk askerimizin üniformasının içinde
saklanmış teröristler milletin malı olan uçakları, tankları,
silahları ilk kez acımasızca milletimizin üzerine doğrulttular.
Füzelerle, bombalarla, mermilerle 249 vatandaşımızı
şehit ettiler ve binlercesini yaraladılar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Cumhurbaşkanımızın
çağrısıyla F16lara, helikopterlere, tanklara, tüfeklere meydan
okuyarak sokaklara dökülen halkın cesareti hainlerin büyük
planlarını altüst etti. Kazanda, Çengelköyde, Saraçhanede,
Boğaziçi Köprüsünde, Genelkurmay önünde, Mecliste ve daha birçok yerde
gencinden yaşlısına kadar korkusuzca mücadele veren ve
meydanları hainlere dar eden yüce Türk milletinin ferdi olmaktan elbette
gurur duyuyoruz. Bugünümüzü o geceki şehit ve gazilerimize borçlu
olduğumuzu asla unutmayacağız ve unutturmayacağız,
onları daima minnetle yâd edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 15 Temmuz sonrası hainlerin peşine
düşüldüğünde, şeytana ruhunu satanların orduda, emniyette,
yargıda, bürokraside ve toplumun diğer kesimlerinde
sayılarının yüz binlerce olduğu görüldü. Son bir
yıldır devletin tüm gücüyle verdiği mücadele bu hain
yapının her zerresinin tespit edilmesi, temizlenmesi ve 15 Temmuzda
devletimize ve milletimize etmiş oldukları ihanetin
cezasını çekmeleri içindir. Ancak, iyi gizlenmiş ve sürekli
pusuda olan, sayısı yüz binlerle ifade edilen hainlerin tespiti ve
yargılanmaları kolay bir iş değildir. Hainlerin
sayılarının çokluğu yanında, yıllardır
edindikleri kumpas tecrübeleri ve yandaşlarının da
katkılarıyla her türlü hukuki karartma, aldatma, yanıltma ve
kamuoyu oluşturma gayretlerine rağmen yargılamalara
başlandı. Yargı, emniyet ve istihbarat birimlerimize düşen
görev gerçeği aydınlatmak ve hainleri cezalandırmaktır.
Bunu yaparken de masumların zarar görmemesi için azami gayretin
gösterileceğinden kuşkumuz yoktur. Ancak 15 Temmuzu planlayanlar ile
uygulayanların ve onlara destek verenlerin hesap verme dönemlerine de
şahit olacağız. Türkiye aleyhine her tür faaliyetin yanında
yer alan ve bundan çekinmeyen uluslararası gücün de destek verdiği bu
tür eylemler yargının ve yargıya yardımcı olan
diğer kurumların omurgalı ve itinalı duruşları,
sabırlı ve fedakâr çabalarıyla en seri şekilde
sonuçlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; güçlü bir Türkiyeyi her daim varlığına tehdit
olarak gören Batı ve onun eteğine gizlenen şer odakları
Türkiyenin aleyhinde her türlü politikayı izlemeye devam edecektir.
Kurtuluş Savaşından sonra şimdi de varoluş
savaşı vermekte olduğumuzu unutmadan hareket etmek
zorundayız. Onlarla baş etmenin yolu her türlü
ayrılığa rağmen vatan söz konusu olduğunda sorgusuz
sualsiz bir araya gelebilen millet olmaktan geçmektedir.
Bu duygu ve düşüncelerle, bu vatan uğruna
canlarını feda etmiş aziz şehitlerimizi rahmetle yâd
ediyor, tüm gazilerimize ömür boyu sağlıklı yaşam
diliyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bostan.
V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
(Devam)
2.- Oturum
Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur
Bahçekapılının, tüm şehitlere Allahtan rahmet ve
gazilerin bir an evvel sağlıklarına kavuşmalarını
dilediğine ilişkin konuşması
BAŞKAN -
Biz de tüm şehitlerimize Allahtan rahmet diliyoruz, gazilerimizin de bir
an evvel sağlıklarına kavuşmalarını diliyoruz.
Sayın
milletvekilleri, şimdi, sisteme giren 15 sayın milletvekiline
sırasıyla söz vereceğim birer dakikalık olmak üzere.
Söz
vereceğim sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Sayın
Şimşek, Sayın Akbaşoğlu, Sayın Engin, Sayın
Bakan, Sayın Köseoğlu, Sayın Taşkın, Sayın
Özdemir, Sayın Yaşar, Sayın Çamak, Sayın Tanal, Sayın
Bektaşoğlu, Sayın Kılıç, Sayın Atıcı,
Sayın Tüm ve Sayın Arslan.
Sayın
Şimşekten başlıyoruz.
Buyurun
Sayın Şimşek.
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili Baki
Şimşekin, Çukurovada üzüm hasadının
başladığına ve taban fiyatların açıklanması
gerektiğine ilişkin açıklaması
BAKİ
ŞİMŞEK (Mersin) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
geçtiğimiz hafta itibarıyla Çukurovada üzüm hasadı
başlamıştır ama üzümle ilgili sumalık üzüm
fiyatları henüz açıklanmamıştır. Bölgemizde bulunan
fabrika henüz alım yapmamaktadır. Geçtiğimiz hafta yaşanan
yoğun sıcaklardan dolayı üzümlerin çoğunluğu hasar
görmüştür, güneş yakmıştır; sofralık ve
fabrikalık olarak kullanılamamaktadır. Onun için, bu yıl
suma fabrikalarının, halk arasında şarap fabrikası
olarak bilinen bölgedeki fabrikaların bir an önce açılarak üzüm
alımı yapmasını ve iyi bir taban fiyat verilmesini
bekliyoruz. Buğdayda olduğu gibi sezon bittikten sonra taban fiyat
açıklanmasını istemiyoruz. Çukurovada çiftçinin elinde
buğday bittikten sonra taban fiyat açıklandı, üzümle ilgili
taban fiyatın hemen açıklanmasını ve fabrikaların
açılmasını istiyoruz.
Teşekkür ediyor,
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Şimşek.
Sayın
Akbaşoğlu
2.- Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlunun, 15 Temmuz hain darbe ve işgal
girişimine geçit vermeyerek büyük bir destan yazılmasına vesile olan
aziz şehitleri rahmetle, kahraman gazileri minnetle yâd ettiğine
ilişkin açıklaması
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
15 Temmuz millet zaferinin
seneidevriyesi münasebetiyle uluslararası hain darbe ve işgal girişimine
geçit vermeyerek büyük bir destan yazmamıza vesile olan aziz
şehitlerimizi rahmetle, kahraman gazilerimizi minnetle yâd ediyor, din ve
devlet, vatan ve millet müdafaası için liderinin,
Başkomutanının çağrısına koşarak millet
olmanın ne demek olduğunu tüm dünyaya gösteren asil ve cesur
milletimize şükranlarımı arz ediyor, her birine iki cihan
saadeti dileğiyle hepinize saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
Sayın Engin
3.- İstanbul Milletvekili Didem
Enginin, 15 Haziranda başlayan Adalet Yürüyüşü ile yürüyüş
sonunda 9 Temmuzda yapılan mitinge katılanlara teşekkür
ettiğine ve demokratik, özgürlükçü, laik Türkiye Cumhuriyeti için
mücadelelerinin azim ve kararlılıkla devam edeceğine ilişkin
açıklaması
DİDEM ENGİN
(İstanbul) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 15
Haziranda başladığımız ve halkımızın
büyük bir coşkuyla eşlik ettiği Adalet Yürüyüşümüzü 9
Temmuzda İstanbulun gördüğü en büyük mitinglerden biriyle taçlandırdık.
Sayıları milyonları aşan vatandaşlarımızla
el ele, omuz omuza, gönül gönüle ülkemiz ve geleceğimiz için hak, hukuk,
adalet sloganıyla hukuk devleti talebimizi dile getirdik. Siyasi
görüşü ve dünyaya bakışı birbirinden farklı
milyonlarca yürek bir araya gelerek ülkemizdeki etkin demokrasi bilincini bütün
dünyaya gösterdi. Adalet Yürüyüşümüze ve Adalet Mitingimize katılan
milyonlara teşekkür ediyor, hukukun üstünlüğünü benimsemiş,
demokratik, özgürlükçü, laik Türkiye Cumhuriyeti için mücadelemize
halkımızdan aldığımız bu güçle daha büyük bir
azim ve kararlılıkla devam edeceğimizi Türkiye Büyük Millet
Meclisinden bir kez daha dile getiriyorum.
BAŞKAN Sayın
Bakan
4.- İzmir Milletvekili Murat
Bakanın, tarımsal üretimde klorprifos kullanımının
yasak olmasına rağmen devam ettiğine ve Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığının ülke genelinde
yaptığı çalışmalarda klorprifos
kalıntısı tespit ettiği gıda ürünleriyle ilgili
verileri açıklamadığına ilişkin açıklaması
MURAT BAKAN
(İzmir) Sayın Başkan, tarımsal ürünlerin üretiminde
böcekleri öldürmek için kullanılan ve organik fosfatlı olarak
nitelenen kimyasal gruba ait bir zehir olan klorprifos 2015te AB ülkelerinde
yasaklandıktan sonra 2016 Nisanında da ülkemizde yasaklandı.
Meyve ve sebze üretiminde kullanılacak klorprifos içerikli tarım
zehirlerinin 31 Mayıs 2016 tarihine kadar piyasadan
toplatılmasına ve satışının
sonlandırılmasına karar verilmişti. Ancak Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ülke genelinde
yaptığı kalıntı izleme çalışmalarında
klorprifos kalıntısı tespit ettiği gıda ürünleriyle
ilgili verileri açıklamamaktadır. Ülkemizin Avrupa Birliği
ülkelerine ihraç ettiği gıda ürünlerinde 2015 yılından
bugüne klorprifos tespit edilen örnek sayısında ciddi artış
olmuştur. Bu veriler gösteriyor ki tarımsal üretimde klorprifos
kullanımı yasak olmasına rağmen geçmiş yıllara kıyasla
artarak devam ediyor. Bakanlık bunu nasıl açıklamaktadır?
Zehir mi yiyoruz? Zehir mi yediriyoruz?
BAŞKAN
Sayın Köseoğlu
5.- Trabzon Milletvekili Ayşe Sula
Köseoğlunun, 15 Temmuz hain darbe girişiminin 1inci yıl
dönümüne ve o gün şehit olanları rahmet ve minnetle
andığına ilişkin açıklaması
AYŞE SULA
KÖSEOĞLU (Trabzon) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Önceki gün
Demokrasi ve Millî Birlik Günü olarak andığımız ve
anısını sonsuza kadar yaşatacağımız 15
Temmuz hain darbe girişiminin yıl dönümüydü. 15 Temmuz, ihanetin en
büyüğünü yaşadığımız,
kahramanlığın en büyüğüne tanıklık ettiğimiz
bir gündü. 15 Temmuz, bir milletin destanının adıdır. Söz
konusu vatan olunca sağına soluna bakmadan, elinde bayrak,
yüreğinde imanla meydanlara akın eden bu aziz millet hain
odakların bu coğrafya üzerindeki planlarına müsaade
etmemiştir, Çanakkale ruhunun bu aziz milletin DNAsında sonsuza
kadar var olacağını tüm dünyaya ispat etmiştir. Bu
vesileyle o gece Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında
milletin verdiği yetkiye sahip çıkmak adına bulunan
milletvekillerinden biri olarak, o gece verdiğimiz tüm şehitlerimizi
rahmet ve minnetle anıyorum.
BAŞKAN
Sayın Taşkın
6.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur
Taşkının, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin
1inci yıl dönümüne ve FETÖ terör örgütüne karşı sürdürülen
mücadelenin Cumhurbaşkanının liderliğinde her alanda
kararlılıkla devam ettiğine ilişkin açıklaması
ALİ CUMHUR
TAŞKIN (Mersin) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
15 Temmuz
FETÖcü ihanet şebekesinin dış destekçileriyle beraber
kalkıştığı hain darbe ve işgal girişiminin
1inci yıl dönümünü hüzünle ve bir o kadar da coşkuyla idrak ettik.
Şehitlerimize rahmet diledik, Kuranlar, hatimler hediye ettik. Gazilerimize
minnet duygularımızla sağlık ve esenlikler diledik. Tüm
şehitlerimizin ruhları şâd olsun.
O gece
Sayın Cumhurbaşkanımızın ve milletimizin dik
duruşuyla kazanılan bu eşsiz zaferin kalıcı
olması için FETÖ terör örgütüne karşı sürdürülen mücadelemiz
Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde her alanda
kararlılıkla devam etmektedir. 15 Temmuz bize göstermiştir ki bu
coğrafyada var olabilmek için devlet olarak, millet olarak güçlü olmak,
bir ve beraber olmak zorundayız diyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
Sayın
Özdemir
7.- İstanbul Milletvekili Sibel
Özdemirin, Cumhurbaşkanının 15 Temmuz Millî Birlik ve Demokrasi
Günü anma törenlerinde yaptığı konuşmasında CHP Genel
Başkanı hakkındaki söylemlerini şiddetle kınadığına
ilişkin açıklaması
SİBEL
ÖZDEMİR (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
15 Temmuz Millî
Birlik ve Demokrasi Günü sonrasında Genel Kurulun
toplandığı bugün, Parlamentomuzun gücüne, demokrasisine sahip
çıkma iradesini gösteren tüm siyasal partilerin, görüşlerin ve
halkımızın birlik ve bütünlük içinde göstermiş olduğu
direnme hakkının eşsiz değerini bir kez daha dikkatlerinize
sunarım.
Ancak, millî
birlik ve bütünlüğümüzü koruyan ve temsil eden makamda görev yapan bir
siyasi parti Genel Başkanı olan Sayın
Cumhurbaşkanının Millî Birlik ve Demokrasi Günü
anmalarındaki konuşmasındaki Sayın Genel
Başkanımız hakkındaki söylemlerini şiddetle
kınıyorum. Millî birlik ve beraberliğimizin önemini
özümsemiş, demokrasiye sahip çıkan topluluk karşısında
ana muhalefet lideri ve muhalefeti dışlayıcı,
topluluğa yuhalatıcı konuşması, asıl kendisinin
birlik ve bütünlüğümüze verdiği tahribatı ve demokrasi
yaklaşımındaki samimiyetsizliğini maalesef bir kez daha
ortaya koymuştur.
BAŞKAN
Sayın Yaşar
8.- İstanbul Milletvekili Serap
Yaşarın, 15 Temmuz darbe girişimin 1inci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
SERAP
YAŞAR (İstanbul) Teşekkürler Sayın Başkan.
Bundan bir sene
önce, 15 Temmuz 2016 gecesi millî iradeye karşı yapılmak istenen
alçakça darbe girişimine halkımız en güzel cevabı
vermişti. Türk milleti o gece birbirine kenetlenmiş ve FETÖcü vatan
hainlerinin gerçekleştirmeye çalıştığı darbe
girişimini şanlı bayrağı, vatanı ve
özgürlüğü uğruna kendini tankların önüne siper ederek
bitirmişti. Millî iradesine sahip çıkan Türk milleti, o gece
demokrasinin beşiğine adres değişikliği yaptırmıştır.
Demokrasinin beşiği artık bizim vatanımızdır, bu
topraklardır.
Hain darbe
girişiminden bir yıl sonra, yine aynı ruh ve heyecanla,
yürüyüşün nasıl olacağı tüm dünyaya gösterilmiş; genç,
yaşlı, kadın, erkek sabahlara kadar
Başkomutanımızın arkasından Yürüyüş öyle
değil, böyle yapılır. Yolumuz milletimizin yoludur.
denilmiştir.
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Sayın Çamak
9.- Mersin Milletvekili Hüseyin
Çamakın, Paris İklim Anlaşmasının Mecliste
onaylanmadığına ve gelecek kuşakların yaşam
koşullarını belirleyen böylesi anlaşmalarda Hükûmeti daha
duyarlı olmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması
HÜSEYİN ÇAMAK (Mersin)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Paris İklim
Anlaşması, şu ana kadar içlerinde Almanyanın da
bulunduğu 150den fazla ülkenin parlamentosu tarafından
onaylandı. Bu anlaşmayı iktidar geçen yıl imzalamasına
rağmen, Mecliste onaylanmadığı için Türkiye resmî olarak
anlaşmanın henüz tarafı değil.
AKP Genel Başkanı
Recep Tayyip Erdoğanın G20 sonrasında Mali
yaptırımların karşılanmaması durumunda bu
anlaşma Parlamentodan geçmez. diyerek tüm dünyayı yakından
ilgilendiren böylesine kritik bir anlaşmanın onaylanma
şartını mali gerekçelere bağlaması
düşündürücüdür. Çevre sorunu, mali beklentilere indirgenmeyecek kadar
hayati bir sorundur.
Özellikle gelecek
kuşakların yaşam koşullarını belirleyen böylesi
anlaşmalarda Hükûmeti daha duyarlı olmaya davet ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür
ederim ben de Sayın Çamak.
Sayın Tanal
10.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanalın, Şanlıurfasporun Birinci Ligden şike yoluyla
düşürülmesine ilişkin açıklaması
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
basında çıkan haberlere göre şike yoluyla
Şanlıurfaspor Birinci Ligden düşürülmüştür. Birinci
Ligden şike yoluyla düşürülen Şanlıurfasporun sesini
Türkiye Futbol Federasyonuna ve Gençlik ve Spor Bakanına duyurmak için
bugün saat 18.00de tüm Şanlıurfalılar Topçu Meydanında
buluşacaktır.
Sayın Gençlik ve Spor
Bakanına ve Türkiye Futbol Federasyonuna sesleniyorum: Şike yoluyla
düşürülen Şanlıufrasporun bu mağduriyetinin giderilmesini,
şike yapan takımların düşürülmesini talep ediyoruz. Hileye
ödün vermeyelim. Hileyle eğer spor mükafatlandırılırsa bu
kötü bir ahlak olur ki hiçbir din, hiçbir hukuk hileli yöntemi kabul etmez.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
Sayın
Bektaşoğlu
11.- Giresun Milletvekili Bülent Yener
Bektaşoğlunun, 15 Temmuz gecesi hainlere karşı direnenlere
teşekkür ettiğine, şehitleri rahmet ve minnetle
andığına, gazilere sağlıklı, uzun ömürler
dilediğine ve demokrasinin güvencesi parlamenter sistemden asla taviz
vermeyeceklerine ilişkin açıklaması
BÜLENT YENER
BEKTAŞOĞLU (Giresun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
15 Temmuz gecesi hainlere
karşı laik, demokratik cumhuriyetimizi korumak için direnenlere çok
teşekkür ediyorum. Aynı amaç için canını veren kahraman
şehitlerimizi sevgi, saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.
Gazilerimize takdir duygularımla birlikte sağlıklı, uzun
ömürler diliyorum. Allah bir daha ülkemize, milletimize 15 Temmuz gibi kâbus
dolu bir gece yaşatmasın. Bunun için, 15 Temmuzun yönetiminde roller
üstlenmiş kişileri ve arkasındaki güçlerin siyasi
ilişkilerini ortaya çıkaracağız; Atatürkün kurduğu
laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkelerini koruyarak güçlendireceğiz;
hukuk düzeniyle, insan hak ve özgürlükleriyle güçlendirilmiş
çağdaş bir demokrasiyi hayata geçireceğiz; bedeli ne olursa
olsun demokrasinin güvencesi parlamenter sistemimizden asla taviz
vermeyeceğiz; demokrasiyi hiçbir rejimle değişmeyeceğiz. Küçük
ortağınızla hazırladığınız saray
odasında son şekli verilen iç tüzüğünüzü de bu nedenle
reddediyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
Sayın Kılıç
12.- Kahramanmaraş Milletvekili
İmran Kılıçın, 15 Temmuz hain darbe girişiminin
1inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
İMRAN KILIÇ
(Kahramanmaraş) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
15 Temmuz hain
darbe girişiminin 1inci yıl dönümünü ülke, millet ve tüm gönül
coğrafyamız olarak yeniden idrak ettik. Milletimizin azim ve
kararlılığının artarak devam ettiğine yeniden
şahit olduk. Liderimizin dirayeti, Başbakanımızın
açıklamaları, Gazi Meclisimizin Sayın Başkanının
öncülüğünde iktidar ve muhalefet gruplarıyla ve Ankarada olup Meclise
gelebilen milletvekilleriyle canları pahasına milletimizin iradesine sahip
çıkmaları ve aziz milletimizin kadın erkek, yaşlı genç
her kesimiyle ülkemizin bütününde sergiledikleri fedakârlık ve
kahramanlıklarıyla, benliğine sahip asker, polis ve tüm güvenlik
güçlerimizin mücadelesi sayesinde, kırk yılı aşkın
süredir hazırlanan ihanet çarkını kırıp attık. Bu
olanlar düşmana korku, dostlara güven verdi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İMRAN
KILIÇ (Kahramanmaraş) Darbecilerin arkasında duran bir
kısım sözüm ona demokrasi havarilerinin de maskesini düşürdük.
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Kılıç.
Sayın
Atıcı
13.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcının, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip
Erdoğanın 15 Temmuz hain darbe girişiminin 1inci yıl
dönümünde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
AYTUĞ ATICI
(Mersin) 15 Temmuz hain darbe girişiminin yıl dönümünde
konuşan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan Biz, 15 Temmuz
gecesi 250 kahramanı toprağa verdik,
karşılığında 50 milyonluk Türkiye'nin istikbalini
kurtardık. diyerek büyük bir sorumsuzluğa imza atmıştır.
Musibetler milletimizi birleştirir. Darbe teşebbüsünde de milletimiz
tek vücut olmuştur. Ancak, 80 milyonluk Türkiyede 30 milyon insanı
yok saymak ve milleti bölmek vatanın birliğine ve bütünlüğüne
alenen yapılmış bir saldırıdır.
Cumhurbaşkanının andığı 50 milyon kimlerdir? AKP
ve MHPye oy verenlerin ve ailelerinin toplamımı mıdır?
Eğer böyleyse bu konuşmayla bölücülük yapılmış olmaz
mı?
Halkı kin
ve düşmanlığa tahrik etmeye ve bölmeye çalışanlara
inat barış ve kardeşlik içinde yaşamaya devam edeceğiz.
Bizi bölmeye çalışanlardan da hesap soracağız.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın Başkanım, affedersiniz
BAŞKAN
Buyurun.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın
Başbakanımız her vesileyle 80 milyonun birliğini ve
kardeşliğini ifade ediyor. Bu, kayıtlarda son derece açık.
ATİLA SERTEL
(İzmir) 50 milyon diyordu Hocam.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) 80 milyon. Çok çeşitli kereler
ATİLA SERTEL
(İzmir) Hocam 50 milyon diyordu.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) Açıp bakarsanız bunu görürsünüz.
ATİLA SERTEL
(İzmir) Hocam 50 milyon diyordu.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) Sehven söylenmiş bir 50 milyondur, altında
çapanoğlu aramanın manası yoktur.
ATİLA SERTEL
(İzmir) İndirim yaptı.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun
Sayın Atıcı.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Sayın Başkan, ben de bunun bir dil sürçmesi olduğuna inanmak
istiyorum, umarım bir dil sürçmesidir. Ancak, basında çok fazla
şekilde yer almasına rağmen ne Sayın Cumhurbaşkanı
ne Sayın Başbakan ne de yetkili kişiler bir düzeltme
yapmıştır. O nedenle, eğer bir dil sürçmesiyse düzeltme
talebinde bulunmak hakkımızdır, dil sürçmesi değilse bütün
sözlerimizin arkasındayız.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
Sayın Tüm
14.- Balıkesir Milletvekili Mehmet
Tümün, eğitimci Nuriye Gülmen ve Semih Özakçanın açlık
grevlerinin 131inci gününde olduklarına ve onları yaşatmak için
gerekli adımların acilen atılması konusunda
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanına
seslendiğine ilişkin açıklaması
MEHMET TÜM
(Balıkesir) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
İşlerinden
hukuksuz bir şekilde atılan eğitimci Nuriye Gülmen ve Semih
Özakça bugün açlık grevinin 131inci günündeler. Nuriye ve Semih hayati
tehlike boyutunu çoktan aştılar, artık ölümün
eşiğindeler. Ama Nuriye ve Semih yine de umutla işlerine
döneceklerine ve tutuklamanın sona ereceğine inanıyorlar.
Değerli
arkadaşlar, Nuriye ve Semihin amaçları ölmek değil, sadece ve
sadece özgürlüklerini ve işlerini geri istiyorlar ve bu konuda son derece
kararlılar ve umutla bekliyorlar. Bu açlık grevi onlar ölmeden,
sakatlanmadan bitmeli, bitirilmeli. Arkadaşlar, sizlerin vicdanına
sesleniyorum: Nuriye ve Semih ölürse vicdanlar ölür, can çekişen adalet
inancı ölür, onlarla birlikte insanlık ölür. Buradan
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanına sesleniyorum:
Gelin, Nuriye ve Semihi yaşatalım, onlar için gerekli
adımları acilen atın. Onları yaşatalım ki
insanlık yaşasın.
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Sayın Tüm,
ceketinizi giyiyorsunuz herhâlde, teşekkür ederim.
Sayın
Arslan
.
15.- Denizli Milletvekili Kazım
Arslanın, cezaevlerinde avukat-şüpheli görüşmelerindeki
haksız uygulamaların ne zaman
kaldırılacağını ve Nuriye Gülmen ile Semih
Özakçanın hastanede tedavi ettirilip yaşama haklarına
kavuşmaları için ne zaman müdahale edileceğini öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
KAZIM ARSLAN
(Denizli) Adalet Bakanına soruyorum:
1)
Cezaevlerinde avukat-şüpheli görüşmelerinin bir saatle
sınırlandırılması, görüşme sırasında
gardiyanın bulundurulması, ses ve görüntü alınması adil yargılanma
ve savunma hakkını ihlal eden bir uygulama olması nedeniyle bu
haksız uygulamaları ne zaman kaldıracaksınız?
2) Nuriye
Gülmen ve Semih Özakçanın işlerinin geri verilmesiyle ilgili olarak
196 gün önce başlattıkları eylemin devamında sürdürdükleri
açlık grevi yetmiş beş günü aşmıştır.
İnsanoğlunun en temel hakkı olan yaşama hakkının
sonuna gelmiş olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ölüme giden bir noktaya
ulaşmıştır. Sağlık durumlarının
ciddiyeti dikkate alınarak hastanede tedavi ettirilip yaşama hakkına
kavuşması için ne zaman müdahale edeceksiniz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ederim ben de.
Sayın
Kavcıoğlu
Yok sanıyorum.
Sayın
Erdoğan
Sayın Erdoğan da yok yerinde.
Teşekkür
ederim sayın milletvekilleri.
Şimdi söz
talebinde bulunan sayın grup başkan vekillerine söz vereceğim.
Sayın
Altay, buyurun.
16.- İstanbul Milletvekili Engin
Altayın, şehit olan Uzman Çavuş Hakan Demirciye Allahtan
rahmet dilediğine ve Nevşehir Valisinin şehidin cenaze
törenindeki tutumunu kınadığına, bu konuda AK PARTİ
grup yöneticilerinin ne düşündüklerini kendisinin ve kamuoyunun bilmek
istediğine ilişkin açıklaması
ENGİN
ALTAY (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Bingöl Kiğıda teröristlerle
girilen mücadelede çok ağır yaralanan Uzman Çavuşumuz Hakan
Demirciyi kaybettik, Allahımdan rahmet diliyorum, bu son olsun diyorum.
Ancak bu şehidimizin cenaze töreninde devletin valisi
sıfatını taşıyan zat, kamu vicdanını çok
rencide eden, devlet adabına, ahlakına uymayan bir tutum sergilemiştir.
Genel Kurulda Hükûmet temsilcisi yok ama umarım bulundukları
yerlerden bizi dinliyorlardır. Bingöl Kiğıda yaralanan ve
GATAda tedavi görürken şehit olan Uzman Çavuşumuz Hakan Demircinin
Nevşehir Kozaklıdaki cenaze töreninde, vali, Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanının çelengini olması gereken yerden
kaldırtarak -çok daha ters, uzak bir köşede- âdeta çelengi oradan bir
nevi atmak gibi bir gaflete düşmüştür ve Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanının çelenginin yerine İçişleri
Bakanı Sayın Süleyman Soylunun çelengi konulmuştur. Bu hareket
dalkavukluk desek bir dert,
yalakalık desek iki dert, edepsizlik desek üç dert. AK PARTİnin Hükûmeti, kimi
uygulamalarıyla devleti ne hâle düşürdüğünün çok acı bir
örneğine daha bir şehit cenazesinde tanık olduk.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Ek sürenizi veriyorum.
Sayın
Altay, buyurun.
ENGİN
ALTAY (İstanbul) Bu valiyle ilgili, ben bu valinin tutumunu sayın
milletvekillerinin vicdanlarına ve takdirlerine bırakıyorum ama
AK PARTİ Genel Başkanının kimi söylemlerinden,
ayrıştırıcı, ötekileştirici,
kutuplaştırıcı söylemlerinden güç alarak devlet
bürokrasisinin yürütme organına yaranma çabasının da bir hududu
olmalı, bir sınırı olmalı. Valinin tutumunu
şiddetle, nefretle kınıyorum. Valinin haddini bilerek, devletin
valisi olduğunu bilerek hareket etmesini bekliyorum ama daha önemlisi, AK
PARTİ grup yöneticilerinin de bu konuda ne düşündüklerini hem benim
hem kamuoyunun merak ettiğini ve böyle bir beklenti içinde
olduğumuzun da altını çiziyorum Sayın Başkan.
BÜLENT
YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) Kardeşliğe ihtiyaç
duyduğumuz bir dönemde böyle bir valiye üzülüyoruz.
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Sayın
Bostancı...
17.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci
Bostancının, Bingölde şehit düşen Üsteğmen Arif
Kalafata Allahtan rahmet, Hakkâride yaralanan askerlere acil şifalar
dilediğine, 15 Temmuzda Türkiye Cumhuriyetine yönelik alçak bir darbe
girişiminde bulunanlara karşı devletin verdiği mücadeleye
ve bu mücadele bütünüyle yanlış yapılıyormuş izlenimi
uyandıran bir dili şiddetle reddettiğine ve FETÖ
mensuplarının yargılanmaları sırasında
yaşanan bazı olaylara ilişkin açıklaması
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın Başkanım, teşekkür
ediyorum.
Bingölde
şehit düşen Üsteğmen Arif Kalafat şehidimize
Allahtan rahmet diliyorum, milletimizin başı sağ olsun. Bütün
şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Hakkâride yaralanan
askerlerimiz var, acil şifalar diliyorum.
Geçen
yıl 15 Temmuzda millet iradesine, Türkiye Cumhuriyetine, ülkesine,
halkına karşı alçak bir darbe girişimi, bir işgal
hareketi oldu. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak
üzere, Başbakanımız, muhalefet partilerinin genel
başkanları ve topyekûn halkımız bu işgale
karşı direndi, karanlık gece aydınlık bir sabaha
ulaştı. Aradan bir yıl geçti, o hainler şimdi içeride. Millet iradesi,
demokrasi ve Türkiye Cumhuriyeti bütünüyle dimdik ayakta. Şimdi bu
alçaklar yargılanıyorlar. Bunların örgütlerine,
yapısına karşı devletin verdiği bir mücadele var, çok
haklı ve yerinde bir mücadele. En temelde, tıpkı 15 Temmuzda bu
milletin müştereken işgal hareketine karşı bu direnişi
göstermesi gibi, en temelde istikamet ve yapılan iş olarak bu
mücadeleyi desteklemek herkesin ahlaki görevidir. En açık, en net bir
şekilde bu mücadelenin desteklenmesi gerekir.
Bunun ötesinde, verilen
mücadeleye ilişkin kimi itirazlar ve eleştiriler elbette olabilir ama
bu itirazları ve eleştirileri verilen mücadelenin önüne koyan,
mücadeleden hiç bahsetmeyen, sanki bu mücadele bütünüyle yanlış
yapılıyormuş izlenimi uyandıran bir dili şiddetle
reddediyorum, doğru bulmuyorum. Bunu milletin bugünü ve geleceği
bakımından da son derece problemli bir yaklaşım olarak
görüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın
lütfen Sayın Bostancı.
Ek sürenizi veriyorum.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) - Diğer taraftan, şu anda bu çete mensupları
yargılanıyorlar. Birkaç gün önce birisi hero yazılı bir
tişört giydi, bugün de bir sanık yakını, üzerinde ne yazdığını
bilmediği yalanı üzerinden yine bir tişört giyerek Sincandaki
mahkemeye girmek istedi. Sayın Başbakan çok açık bir
şekilde ifade etmişti, milletin alınlarına Türkçe olarak
hain yazdığı bu insanlar, göğüslerine uluslararası
bir dille kahraman yazarak yaptıkları ihanetten mutlak surette
kurtulamazlar. Ama onlar bu uluslararası dil üzerinden uşaklık
ettikleri çevrelere Sizin kahramanınızız. diyerek bir mesaj
vermek istiyorlar. Kendi yaptıkları işin tescilidir. Bunu da
milletimizin dikkatine sunuyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Bostancı.
Sayın Usta, buyurun.
18.- Samsun Milletvekili Erhan
Ustanın, Hakkâride yaralanan askerler ile Samsunda Gülsan Sanayi
Sitesinde bir imalathanede meydana gelen patlama sonucu yaralananlara acil
şifalar dilediğine, 15 Temmuz hain darbe girişimi
sırasında şehit olanlara Allahtan rahmet dilediğine ve
bütün siyasi partilerin birlik ve beraberliği bozucu
davranışlardan kaçınması gerektiğine ilişkin
açıklaması
ERHAN USTA (Samsun)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün sabah saatlerinde
Hakkâri Yüksekova ilçesi Esendere beldesinde bir askerî aracın geçişi
esnasında el yapımı patlayıcı
patlatılmış ve 17 askerimiz yaralanmıştır. Ben
askerlerimize, kahramanlarımıza Cenab-ı Allahtan acil
şifalar diliyorum.
Ayrıca, seçim bölgem
Samsunda yine bugün sabah saatlerinde Gülsan Sanayi Sitesinde bir
imalathanede meydana gelen patlama sonucu 1i ağır olmak üzere 11
vatandaşımız yaralanmıştır. Onlara da, o
yaralılara da acil şifalar diliyorum. Bu Gülsan Sanayi Sitesinin de
aslında Samsunda çok ciddi problemleri var, bu problemlere de
eğilmek gerekiyor ama onunla ilgili sanayicilerin şikâyetlerine de
pek kulak asıldığı söylenemez.
Şimdi, Sayın
Başkan, bu 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden bir yıl
geçti, anma törenleri ülkemizin her tarafında yapıldı. Biz bir
kez daha bu hain darbe girişimini kınıyoruz. Bunu her
defasında söylüyoruz, biz bunu ülkemizi bir işgal girişimi
olarak görüyoruz. Bunu, bir kişiye, şahsa, bir siyasi görüşe
karşı yapılan bir darbe girişimi değil toplumun
tamamına, 80 milyona karşı yapılan bir darbe girişimi
olarak görüyoruz. Burada da Türk milleti ne kadar büyük bir millet
olduğunu o gece göstermiştir. Milletimizin feraseti, basireti
sayesinde bu hain girişim atlatılmıştır. Ben bu
vesileyle hem o gece şehit olan bütün vatandaşlarımıza hem
de bu ülkenin birliği, bütünlüğü için yapılan mücadelelerde
şehit olan askerlerimize, silahlı kuvvetlerimiz mensuplarına,
emniyet güçlerimize, hepsine Cenab-ı Allahtan rahmet diliyorum.
Gazilerimize de, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum.
Tabii, hep birlik beraberlik
diyoruz. Birlik beraberliği bozucu davranışlardan bütün siyasi
partilerin de kaçınması gerektiğini burada bir kez daha
vurgulamak istiyorum. Onlara ilişkin değerlendirmeleri bugün bir
vesileyle yapacağım. Ancak burada hemen yeri gelmişken
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın
lütfen Sayın Usta.
Bir dakika ek sürenizi
veriyorum.
ERHAN USTA (Samsun) Bu son
anma törenlerinde bazı il ve ilçe düzeyinde
karşılaştığımız sorunlar,
sıkıntılar oldu. Yani kaymakamlıkların ve valiliklerin
düzenlediği programlar sanki bir siyasi partinin
programıymış gibi işlenen, icra edilen yerler oldu. Bundan
kaçınmamız lazım, her defasında birlik ve beraberlik
diyoruz, birlik ve beraberliği bozucu davranışlardan
kaçınmamız lazım. Herkesin bu anlamda sorumlu davranması
gerekir diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Usta.
Sayın
Kerestecioğlu, buyurun.
19.- İstanbul Milletvekili Filiz
Kerestecioğlu Demirin, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip
Erdoğanın 15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümü nedeniyle
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine, bu
ülkede demokrasi isteniyorsa öncelikle siyasilerin birbirlerine karşı
doğru, dürüst, demokratça ve barışçıl sözlerle
yaklaşması gerektiğine, bütün darbeleri lanetlediğine ve yaşamını
kaybeden bütün vatandaşlara rahmet dilediğine ilişkin
açıklaması
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) Teşekkürler
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
şimdi, 15 Temmuz darbe girişimini hepimiz yaşadık.
Ankarada olan herkes, özellikle siyasiler bunu daha da yakından ve
ağır bir şekilde yaşadılar. Ancak bunun yıl
dönümünde yapılan konuşmalara, AKP Genel Başkanı
Erdoğanın yaptığı konuşmalara baktığınız
zaman sadece bir iki şey söylemek istiyorum. Piyonu ezip geçmeden
kaleleri alamaz, şahı da mat edemeyiz. Onun için önce bu hainlerin
kafasını kopartacağız. Biz, 15 Temmuz gecesi 250
kahramanı toprağa verdik, karşılığında 50
milyonluk Türkiyenin istikbalini kurtardık. Bu milletin yüreği var,
o yürek sende yok, bu mücadele ödleklerin mücadelesi değildir. Bu ülkede
hiçbir suç cezasız kalmayacak, bundan emin olunuz. Bu millet ihanet edenin
başını ezmekte de asla tereddüt etmez. Yani
Cumhurbaşkanı demekte zorlanıyorum AKP Genel Başkanı
demeyi tercih ediyorum çünkü kendisi bir yargı makamı değildir,
zaten yargı makamı olunsa da yargı makamının
başını ezmek, kafasını kopartmak gibi sözleri
kullanması, söylemesi mümkün olamaz. Bunu bir siyasinin yapması bu
ülkeye kötülüktür, çok büyük bir kötülüktür bu. Yani ben kendisini itidale ve
sakinliğe davet etmenin nafile olduğunu biliyorum ama başta
siyasiler olmak üzere bütün vatandaşlarımızı birbirine
barış diliyle konuşmaya ve sükûnete davet etmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın
lütfen, bir dakika ek sürenizi verdim.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Bu ülke ilk defa darbe
görmedi Sayın Başkan. Bu bir darbe girişimiydi, bu ülke darbeler
gördü ve yıllarca bu darbelere bütün kalbimizle karşı çıkmış,
hepsini lanetlemiş insanlar olarak evet, Türkiyede artık sivil demokrasinin
yerleşmesini istiyoruz ve bunu yerleştirecek olan asla bu dil ve bu
sözler değildir. O yüzden, gerçekten bu ülkede demokrasi isteniyorsa
öncelikle siyasilerin birbirlerine karşı doğru dürüst,
demokratça ve barışçıl sözlerle yaklaşması lazım.
Buradan, kaybettiğimiz
bütün vatandaşlarımıza tekrar rahmet diliyorum,
yakınlarına başsağlığı diliyorum ve bütün
darbeleri de lanetliyorum ama gerçek lanetleme, dediğim gibi, bu ülke
demokrasiye kavuştuğu gün olur.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge
bulunmaktadır, ayrı ayrı okutuyorum:
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Barış Yarkadaş ve 28 milletvekilinin, Basın İlan
Kurumuna ilişkin iddialar ile kamunun ilan ve reklamlarının
yayınlanmasıyla ortaya çıkan sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/580)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde resmî
ilanların eşit ve adaletli bir şekilde
dağıtılması amacıyla 2 Ocak 1961 yılında 195
sayılı Kanunla kurulan Basın İlan Kurumu elli beş
yıllık hizmet süresini geride bırakmıştır. Kurum,
41 şubesiyle görev alanındaki 666 mevkutede resmî ilan ve
reklamların yayınlatılması suretiyle kuruluş kanununda
belirtilen aracılık hizmetini sürdürmektedir.
Kurumun amacı, resmî
ilanların belli ilke ve prensipler dâhilinde
dağıtılmasını temin etmek suretiyle gazetelerin mali
yönden desteklenmelerini, böylece kamuoyunu bilinçlendirme ve aydınlatma
hizmetinin devamlılığını sağlamaktır. Öte
yandan, Basın İlan Kurumu basında fikren ya da bedenen
çalışanları ve basın derneklerine yapılan sosyal
yardımlar ile içinde bulunduğumuz bilişim çağında
gazetelerin günün şartlarına göre dönüşümünü destekleyici
projelerle basın sektöründe aktif bir rol üstlenmeyi ilke edinmiştir.
Ancak son zamanlarda
Basın İlan Kurumuyla ilgili kamuoyunda ciddi rahatsızlıklar
yaşanmaktadır. Kurumun Hükûmet güdümü altına girdiği,
yüksek tirajlı yayın organlarının çeşitli bahanelerle
tirajlarını düşürdüğü, tirajı düşük ve Hükûmete
yakın olan gazetelerin ise tirajlarını şişirerek para
aktardığı ifade edilmektedir. Net tiraj rakamlarının
incelenerek Basın İlan Kurumunun hangi gruplara ne kadar kamu
kaynağı aktarıldığının ortaya
çıkarılması elzemdir.
Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın damadı olan ve aynı zamanda 63üncü
Hükûmette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan Berat Albayrak'ın
ağabeyi olan Serhat Albayrak'ın adının ilgili gazetelerin
künyesinde yer almamasına rağmen Basın İlan Kurumundaki bu
göreve hangi statüsünden dolayı seçildiği ve her yıl milyonlarca
liralık kamu ilanı dağıtan Basın İlan Kurumunun
yönetiminde bulunması merak konusu olmuştur.
Medya izleme ölçümü yapan
Nielsen Araştırma Şirketi, ulusal gazetelere 2014
yılında sağlanan devlet yardımlarının hacimlerini
karşılaştırmıştır. Araştırmaya
göre, AK PARTİ Hükûmetine yakınlığıyla bilinen Star
gazetesine verilen devlet reklamları, kendisinden 3 kat daha fazla günlük
tiraja sahip muhalif gazetelerden biri olan Sözcü gazetesine verilenden 120 kat
fazla. Bir başka muhalif gazete olan Zaman gazetesi ise Hükûmete
yakınlığıyla bilinen Sabah gazetesinden 3 kat fazla tiraja
sahipken reklam geliri Sabah gazetesinin elde ettiği gelirin yalnızca
on altıda 1i olarak gerçekleşmiştir.
Ziraat Bankasının
2012 reklam payının yüzde 89,6'sının iktidara yakın
gazetelere gittiği, bankanın 2013 reklam bütçesinde en büyük
payın yüzde 76,5le yine iktidara yakın kuruluşlara gittiği
ise basına yansıyan ilginç detaylardan biri olmuştur.
Özgürlük
Araştırmaları Derneğinin hazırladığı 3
Ekim 2015 tarihli Basın Raporu, Türk medyasındaki kamu reklam
dağılımındaki çarpık durumu bir kez daha gözler önüne
sermiş ve raporda şu çarpıcı ifadelere yer
verilmiştir: "62.289 tiraja sahip olmasına rağmen Yeni Akit
gazetesinin 9.252 sütun santim reklam aldığını, buna
karşın 361.742 tirajıyla Sözcü gazetesinin 150 sütun santim,
1.089.878 tirajıyla Zaman gazetesinin 1.536 sütun santim reklam
alabildiğini göstermektedir. Öte yandan, tiraj sayıları, gazete
hacmi ve yayın stili birbirine yakın iki gazeteden Hürriyet gazetesi
395.660 tirajla 22.651 sütun santim reklam alırken, Sabah gazetesi 326.900
tirajla 33.917 sütun santim reklam almıştır. Diğer bir
ifadeyle, Sabah gazetesi rekabet içinde olduğu Hürriyet gazetesinden daha
az satmasına rağmen üçte 1 oranında daha fazla kamu
kaynaklı reklam almıştır.
Kamu tüzel
kişiliğine sahip Basın İlan Kurumuna ilişkin konu
iddiaların araştırılarak kamunun ilan ve
reklamlarının yayınlanması ile ortaya çıkan
sorunların tespit edilmesi ve sorunların giderilmesi amacıyla
Anayasanın 94, İç Tüzükün 104 ve 105inci maddeleri gereğince
Meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1)
Barış Yarkadaş (İstanbul)
2) Kadim
Durmaz (Tokat)
3) Orhan
Sarıbal (Bursa)
4) Mazlum
Nurlu (Manisa)
5) Vecdi
Gündoğdu (Kırklareli)
6) Kazım
Arslan (Denizli)
7) Şenal
Sarıhan (Ankara)
8) Yakup
Akkaya (İstanbul)
9) Gülay
Yedekci (İstanbul)
10) Türabi
Kayan (Kırklareli)
11) Muharrem
Erkek (Çanakkale)
12) Haydar
Akar (Kocaeli)
13) Okan
Gaytancıoğlu (Edirne)
14) Mahmut
Tanal (İstanbul)
15) Mustafa
Hüsnü Bozkurt (Konya)
16) Gaye
Usluer (Eskişehir)
17) Tur
Yıldız Biçer (Manisa)
18) Tekin
Bingöl (Ankara)
19) Çetin
Arık (Kayseri)
20) Mustafa
Ali Balbay (İzmir)
21) Nihat
Yeşil (Ankara)
22) Ali Haydar
Hakverdi (Ankara)
23) Ali
Şeker (İstanbul)
24) Niyazi
Nefi Kara (Antalya)
25) Hüseyin
Yıldız (Aydın)
26) Ceyhun
İrgil (Bursa)
27) Tahsin
Tarhan (Kocaeli)
28) Kemal
Zeybek (Samsun)
29) Erdin
Bircan (Edirne)
2.- Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba ve 20 milletvekilinin, Millî İstihbarat Teşkilatı
ile Emniyet teşkilatının terör saldırıları
konusundaki istihbarat zafiyetlerinin ve Ankara başta olmak üzere bazı
il ve ilçe emniyet müdürlüklerinde atama yapılmamasının
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/581)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
1 Kasım 2015 Genel Seçiminden itibaren bugüne
neredeyse 4 ay geçmiş, seçim sonuçlarıyla birlikte tek
başına hükûmet kurulmuştur. Ancak ülkenin yönetiminde çok büyük
önem taşıyan bazı bürokratik makamlar geçen bunca zamana
rağmen doldurulmamıştır. Birçok il ve ilçede Emniyet
Müdürlüğü makamları vekâleten yönetilmektedir. Bu makamlardan biri de
Ankara Emniyet Müdürlüğüdür ve dört ayı aşkın süredir
Türkiye'nin başkentindeki bu makama atama
yapılmamıştır.
7 Haziran 2015 Genel Seçiminden sonra başkent
Ankara'da çok büyük çaplı iki büyük katliam yaşanmış, failleri
ise Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun tabiriyle patladıktan sonra
yakalanabilmiştir. Bu terör saldırılarında 128
vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüzlerce
vatandaşımız da yaralanmıştır. Bu katliamlar
yalnızca fiziki yaralanmalarla kalmamış, toplumda çok büyük
yaralar açmıştır. Türkiye, İnsanların sokağa
çıkmaya korktuğu, herkesin birbirine şüpheyle
baktığı bir hâle gelmiştir. Hükûmet tüm devlet gücüne sahip
olmasına rağmen bu saldırıları önleyememiş,
istihbarat zafiyeti bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Bu süreçte
vatandaşların can güvenliğini sağlamakla mükellef emniyet
birimlerinin başındaki makamların boş
bırakılması, hiç şüphesiz bu saldırıların
önlenememesinde önem arz etmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin başkenti
Ankara'nın Emniyet Müdürlüğü hizmetinin aylardır vekâleten
yürütülmesi devlet ciddiyetiyle bağdaşmamakta ve çok açık
görülmektedir ki güvenlik zafiyeti yaratmaktadır. Türkiye'nin merkezi
olarak tabir edilebilecek TBMM, Başbakanlık, Genelkurmay, kuvvet
komutanlıkları ve Emniyet binalarına bu derece
yakınlıkta yerlerde terör saldırılarının
yaşanması ülke güvenliği açısından ciddi bir problemi
gözler önüne sermektedir.
Emniyet Teşkilatı dışında
Milli İstihbarat Teşkilatında da terör
saldırıları konusunda çok ciddi istihbarat zafiyeti bulunduğu
görülmektedir. Hatta bu iki önemli kurumun zaman zaman kendi aralarında
çeşitli sorunlar yaşadıkları kamuoyunda gündeme
gelmiştir. İstihbarat teşkilatlarının haberi olmadan
şehirlerde bombalar patlamakta, insanlar hayatlarını
kaybetmektedir. Yalnızca son süreçte Suruç, Diyarbakır, Sultanahmet
ve Ankara'daki terör saldırıları sonucu yüzlerce insan
hayatını kaybetmiştir. Böylesi bir ortamda Milli İstihbarat
Teşkilatının ve Emniyet Teşkilatının görevlerini
yerine getiremediği açıkça görülmektedir.
Bu amaçla Milli İstihbarat Teşkilatı
ve Emniyet Teşkilatının terör saldırıları
konusundaki istihbarat zafiyetlerinin ortaya çıkarılması,
Ankarada yaşanan terör olaylarındaki güvenlik zafiyetinin
saptanması, Ankara Emniyet Müdürlüğü başta olmak üzere,
bazı il ve ilçelerde Emniyet Müdürlüğü makamlarına atama
yapılmamasının nedenlerinin araştırılması,
terör saldırılarının önlenememesinde sorumluluğu
bulunanların tespiti için Anayasa'nın 98inci maddesi ve TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105inci maddeleri gereğince bir araştırma
komisyonu kurularak gerekli incelemelerin yapılmasını arz
ederim.
1) Veli
Ağbaba (Malatya)
2) Kadim Durmaz (Tokat)
3) Orhan Sarıbal (Bursa)
4) Haydar
Akar (Kocaeli)
5) Kemal
Zeybek (Samsun)
6) Oğuz
Kaan Salıcı (İstanbul)
7) Kadri Enis
Berberoğlu (İstanbul)
8) Kazım
Arslan (Denizli)
9) Erdin
Bircan (Edirne)
10) Tur
Yıldız Biçer (Manisa)
11) Okan
Gaytancıoğlu (Edirne)
12) Çetin
Arık (Kayseri)
13) Mustafa
Ali Balbay (İzmir)
14) Nihat
Yeşil (Ankara)
15) Ali
Haydar Hakverdi (Ankara)
16) Ali
Şeker (İstanbul)
17) Niyazi
Nefi Kara (Antalya)
18) Hüseyin
Yıldız (Aydın)
19) Ceyhun
İrgil (Bursa)
20) Tahsin
Tarhan (Kocaeli)
21) Didem
Engin (İstanbul)
3.- Aydın Milletvekili Hüseyin
Yıldız ve 26 milletvekilinin, Aydın ve çevresinde yaşanan
hava kirliliğinin nedenlerinin, jeotermal santrallerin toprak, su ve hava
kirliliği üzerindeki etkilerinin ve Türkiye ortalamasının üstüne
çıkan kanser vakalarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/582)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aydın
ve çevresinde yaşanan hava kirliliğinin nedenlerinin tespiti,
jeotermal santrallerin toprak, su ve hava kirliliği üzerindeki etkilerinin
ortaya çıkarılması, Türkiye ortalamasının üstüne
çıkan kanser vakalarının araştırılması
amacıyla Anayasa'nın 98inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve
105inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Hüseyin
Yıldız (Aydın)
2)
Ceyhun İrgil (Bursa)
3)
Bülent Öz (Çanakkale)
4)
Nihat Yeşil (Ankara)
5)
Mehmet Göker (Burdur)
6)
Çetin Osman Budak (Antalya)
7)
Niyazi Nefi Kara (Antalya)
8)
Orhan Sarıbal (Bursa)
9)
Necati Yılmaz
(Ankara)
10)
Burcu Köksal (Afyonkarahisar)
11)
Türabi Kayan (Kırklareli)
12)
Kadim Durmaz (Tokat)
13)
Kemal Zeybek (Samsun)
14)
Onursal Adıgüzel (İstanbul)
15) Ali
Şeker (İstanbul)
16)
Fatma Kaplan Hürriyet (Kocaeli)
17) Ali
Akyıldız (Sivas)
18)
Ahmet Akın (Balıkesir)
19) Ali
Özcan (İstanbul)
20)
Eren Erdem (İstanbul)
21)
Tahsin Tarhan (Kocaeli)
22)
Murat Emir (Ankara)
23)
Kazım Arslan (Denizli)
24)
Didem Engin (İstanbul)
25)
Haydar Akar (Kocaeli)
26)
Kadri Enis Berberoğlu (İstanbul)
27)
Erdin Bircan (Edirne)
Genel Gerekçe:
İklim değişikliği veya çevre
kirliliğine bağlı olarak gelecek otuz beş yıl içinde
dünyadaki tüm canlı türlerinin 1/4'ünün soyunun tükeneceği bilim
adamları tarafından dile getirilmektedir. Çevresel faktörler -Dünya
Sağlık Örgütünce (DSÖ) bildirilen- tüm hastalıkların yüzde
80inin ve dünyadaki ölümlerin yüzde 25'inin nedeni olarak gösterilmektedir.
Kanserde ise çevre faktörünün etkisinin yüzde 85-90 olduğu
vurgulanmaktadır.
Türkiye'de kanser vakalarında çevre faktörünün
dünya ortalamasından 700 kat fazla olduğu belirtilmektedir. Son
yılarda Türkiye'de her yıl 175 bin kanser vakası belirlenirken,
bu sayının 2023te 300 bin olacağı tahmin edilmektedir.
2010-2013 yılları arasında Türkiyede
en fazla görülen ilk dört hastalık ve ölümlerin artış
oranında Aydının Türkiye ortalamasının üstünde
olduğu görülmektedir. Çağın hastalığı olarak
kabul edilen kanserde Türkiye ortalaması yüzde 18 iken, Aydında bu
oranın yüzde 42 olduğu vurgulanmaktadır.
Aydındaki ölümlere
bakıldığında Menderes Nehrine en yakın yerlerin
olduğu görülmektedir. Hem Aydın Tabip Odası
Başkanlığının hem de Doğal Yaşamı
Koruma Vakfının yaptığı araştırmalardaki
verilerden Aydında yaşanan su kirliliği, hava kirliliği ve
toprak kirliliğinin yaşamı ciddi anlamda tehdit ettiği
anlaşılmaktadır.
Bugüne kadar yapılan çalışmalarda
ortaya çıkan verilerde jeotermal enerjiden yararlanmak için Aydında
kurulan jeotermal santrallerin de yaşanan kirlilikte önemli bir etken
olduğu yapılan çalışmalarda ortaya konmaktadır.
Bu bağlamda; Aydın ve çevresinde
yaşanan hava kirliliğinin nedenlerinin ortaya
çıkarılması, Türkiye ortalamasının üstüne çıkan
kanser vakalarının nedenlerinin belirlenebilmesi, yer altı ve
yer üstü su kaynaklarının korunabilmesi, artan jeotermal santrallerin
toprak, su ve hava kirliliği üzerindeki etkilerinin
araştırılması amacıyla Anayasanın 98inci, TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
VIII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- AK PARTİ Grubunun, Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın
yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 17/7/2017 Pazartesi günkü birleşiminde
2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanununun 3üncü maddesinin 1inci
fıkrasının (b) bendine göre ülke genelinde devam etmekte olan
olağanüstü hâlin uzatılması hakkında (3/1167)
sayılı Başbakanlık Tezkeresi ile 14/7/2017 tarihli ve
(3/1165) ile (3/1166) sayılı Anayasa'nın 92'nci maddesi
uyarınca Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere
gönderilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkerelerinin okunarak
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasını
müteakip 490 sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine; 18 ve 25
Temmuz 2017 Salı günkü Birleşimlerinde sözlü soruların
görüşülmemesine; 490 ve 491 sıra sayılı Kanun
Tasarılarının İç Tüzükün 91'inci maddesine göre temel
kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu
17/7/2017 Pazartesi günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzükün 19uncu maddesi
gereğince, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Mehmet
Naci Bostancı
Amasya
AK
PARTİ Grup Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmında bulunan 490 ve 491 sıra sayılı kanun
tasarılarının bu kısmın sırasıyla 1inci ve
2nci sıralarına alınması ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;
Genel Kurulun;
17/7/2017 Pazartesi günkü
(bugün) birleşiminde gündemin Başkanlığın Genel
Kurula Sunuşları kısmında Anayasanın 127nci maddesi
ile 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanununun 3üncü maddesinin
1inci fıkrasının (b) bendine göre ülke genelinde devam etmekte
olan olağanüstü hâlin uzatılması hakkında
Başbakanlık tezkeresinin ve 14/7/2017 tarihli ve (3/1165) ile
(3/1166) sayılı Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca Türk
Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkerelerinin okunarak görüşmelerinin aynı
birleşimde yapılmasını müteakip 490 sıra
sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesi;
18 ve 25 Temmuz 2017
Salı günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi,
18 Temmuz 2017 Salı
günkü birleşiminde 464 sıra sayılı Kanun
Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar;
19 Temmuz 2017 Çarşamba
günkü birleşiminde 478 sıra sayılı Kanun
Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar;
20 Temmuz 2017 Perşembe günkü
birleşiminde 365 sıra sayılı Kanun Tasarısına
kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
Haftalık
Çalışma günleri dışında 21, 24, 28, 29, 30 ve 31
Temmuz 2017 Cuma, Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günleri saat 14.00'te
toplanması ve bu birleşimlerinde gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer işler kısmında
bulunan işlerin görüşülmesi;
21 Temmuz 2017 Cuma günkü
birleşiminde 367 sıra sayılı Kanun Tasarısına
kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
24 Temmuz 2017 Pazartesi
günkü birleşiminde 369 sıra sayılı Kanun
Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar;
25 Temmuz 2017 Salı
günkü birleşiminde 371 sıra sayılı Kanun
Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar;
26 Temmuz 2017 Çarşamba
günkü birleşiminde 374 sıra sayılı Kanun
Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar;
27 Temmuz 2017 Perşembe
günkü birleşiminde 376 sıra sayılı Kanun
Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar;
28 Temmuz 2017 Cuma günkü
birleşiminde 382 sıra sayılı Kanun Tasarısına
kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
29 Temmuz 2017 Cumartesi
günkü birleşiminde 385 sıra sayılı Kanun
Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar;
30 Temmuz 2017 Pazar günkü
birleşiminde 459 sıra sayılı Kanun Tasarısına
kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
31 Temmuz 2017 Pazartesi
günkü birleşiminde 457 sıra sayılı Kanun
Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar;
Çalışmalarına
devam etmesi,
490 ve 491 sıra
sayılı kanun tasarılarının İç Tüzükün 91'inci
maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki
cetveldeki şekliyle olması önerilmiştir.
490 sıra sayılı Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin
İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/839) |
||
Bölümler |
Bölüm Maddeleri |
Bölümdeki Madde
Sayısı |
1. Bölüm |
1 ila 14üncü maddeler arası |
14 |
2. Bölüm |
15 ila 36ncı maddeler arası (Geçici 1inci madde dâhil) |
23 |
Toplam Madde Sayısı |
37 |
|
491 sıra
sayılı İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı (1/850) |
|
||
Bölümler |
|
Bölüm Maddeleri |
Bölümdeki
Madde Sayısı |
|
1.
Bölüm |
|
1 ila 16ncı maddeler
arası |
16 |
|
2.
Bölüm |
|
17 ila 39uncu maddeler
arası (Geçici 1inci madde dâhil) |
24 |
|
|
Toplam
Madde Sayısı |
40 |
BAŞKAN Adalet ve Kalkınma Partisi grup
önerisinin lehinde ilk olarak Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can
konuşacaklar.
Buyurun Sayın Can. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Grup önerimizle gündemin 1inci sırasına
490 sıra sayılı Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin
İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısını alıyoruz. Yine, grup önerimizle
gündemin 2nci sırasına 491 sıra sayılı İş Mahkemeleri
Kanunu Tasarısını alıyoruz; toplam 40 madde ve iki
bölümden oluşuyor. Yine, 490 sıra sayılı Bölge Adliye ve
Bölge İdare Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan
Sorunların Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla
birlikte ikisinin de temel yasa olarak görüşülmesini grup olarak
öneriyoruz. Ayrıca, yine OHAL tezkeresinin ve yurt dışına
asker göndermeyle ilgili (3/1165) ve (3/1166) sayılı
Başbakanlık tezkerelerinin bugün itibarıyla görüşülmesini
grup olarak öneriyoruz. Ayrıca, 18 Temmuz yani salı günkü
birleşimde 464 sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar
olan işlerin tamamlanmasını, bu arada 18 ve 25 Temmuz Salı
günleri sözlü soruların görüşülmemesini öneriyoruz. Yine, 31 Temmuza
kadar çalışma günleri dışında olan pazartesi, cuma,
cumartesi ve pazar günleri Genel Kurulun 14.00te açılarak gündemdeki kanun
teklifleri ve tasarıların görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar, Genel Kurul onay verirse grup önerimizin kabulü hâlinde, Meclisi
çalıştırmayı öneriyoruz.
Grup önerimizi takdirlerinize sunuyor, tekrar
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Can.
Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisinin
aleyhinde ilk olarak İzmir Milletvekili Sayın Atila Sertel
konuşacak.
Buyurun Sayın Sertel. (CHP
sıralarından alkışlar)
ATİLA SERTEL
(İzmir) Sayın Başkanım, saygıyla selamlıyorum.
Sevgili
milletvekili arkadaşlarımız, bugün Adalet ve Kalkınma
Partisinin olağanüstü hâli bir üç aylık süre daha uzatma
isteğini getirdiğini görüyoruz. Aslında Adalet ve Kalkınma
Partisi, iktidar olduğu süreç içerisinde, geçtiğimiz seçim süreci
başladığında olağanüstü hâli kaldırmakla övünen
ve Türkiye'de demokrasinin ve özgürlüklerin önünü açacağı
iddiasıyla toplumdan oy isteyen bir partidir. Adaletin
kalmadığı, kalkınmanın kendi çevresine birtakım
imkânlar yaratarak odaklandığı bir partinin artık toplumda
güvenirliği ve inanırlığı kalmadığı
gibi bundan sonraki sözlerine de asla itimat edilemez çünkü olağanüstü
hâli kaldırmakla övünen bir partinin bir yıl süreyle Türkiye Büyük
Millet Meclisini devre dışı bırakarak insanların
hakkını, hukukunu, adaleti çiğneyerek ve insanların
ticaretini, geleceğini, çoluk çocuğunun geleceğini de karartarak
izlediği yol, aslında çıkmaz bir yoldur. Bu çıkmaz yolun
sonunda da Türkiyede halkımız, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan
yurttaşlarımız gerekli dersi ilk seçimde verecektir.
Aslında Adalet ve
Kalkınma Partisinin bu olağanüstü hâli uzatma talebi, Türkiyede hak
ve adaleti arayan insanların çoğaldığı ve muhalif
kesimin arttığı bir dönem olduğu için, zorunlu olarak kendi
iç yapısı içerisinde, bir kişinin isteğidir. Cumhuriyet
Halk Partisi bu koşullar altında bir yürüyüş gerçekleştirdi
ve parti bayraklarının olmadığı, yalnızca Türk
Bayrağının olduğu ama toplumun tüm kesimlerine açık
olan bu yürüyüş Türkiyede adalete susamışlığın,
demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere
susamışlığın bir yürüyüşü oldu. 450 kilometre yol
yüründü fakat olağanüstü hâl koşullarında bir kimsenin burnu
kanamadı, hiç kimseye zarar gelmedi. Birtakım provokatif eylemlere karşı
o kitlenin sağduyulu davranışı ve gerçekten kendisine
küfredenlere karşı alkışlarla verilen yanıtlar Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde de demokrasinin bir örneği olarak yaşandı.
Sevgili arkadaşlar, o
yürüyüşte işçi vardı, köylü vardı, üretici vardı,
öğretmen vardı, emekli öğretmenler vardı, kumpas
mağduru, Ergenekon mağduru subaylarımız vardı.
Geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisine oy vermiş fakat bugün o
pişmanlığı yaşayarak demokrasi ve adalet
arayışı içerisinde olan yüz binlerce insanın
aktığı ve buluştuğu noktada, o Maltepe mitingi, Adalet
ve Kalkınma Partisini gerçekten bu olağanüstü hâli uzatmaya ve
toplumsal kalkışın önüne set çekmeye yönelik bir tedbir olarak
görüldü.
Boşuna
uzatmıyorsunuz, çünkü gazetecilerin özgürce yazamadığı bir
dünyayı yarattınız olağanüstü hâl koşullarında.
Gazetecileri tutukladınız ve Ahmet Şık gibi geçmişte
Dokunan Yanar, İmamın Ordusu kitaplarını yazan bir
arkadaşımızı FETÖcü ilan ederek tutukladınız.
Adanadan yetişmiş, Antalyada ikamet eden ve iletişim konusunda
eğitim gören sosyalist düşüncede bir arkadaşımızı
siz FETÖcü yaptınız. Kadri Gürseli FETÖcü yaptınız.
Hayatında hiç siyasi yazı yazmamış, bilişim konusunda
uzman ve bilgisayar konusunda çok yetenekli ve Cumhuriyetin teknik anlamda
yazılarını yazan Hakan Kara arkadaşımı,
kardeşimi, İzmirden otuz yıldır
tanıdığım kardeşimi, siyasi yazı
yazmamış bir insanı FETÖcü ilan ettiniz. Siz Gökmen Uluyu,
Mediha kardeşimizi FETÖcü ilan ettiniz, cezaevine attınız.
Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: İki kişinin
basın kartı var. İçeride olanlar, cezaevinde bulunanların
bir kısmı bankamatik soyguncusu, bir kısmı
değişik suçlardan yatıyor deniliyor.
Ben basın kartları
komisyonunda görev görmüş, altı yıl boyunca görev görmüş
bir arkadaşınızım. Türkiye Gazeteciler Federasyonu ve
İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olmam sıfatıyla o
komisyonda bulunmuş bir arkadaşınızım. O
arkadaşların neredeyse tamamının basın kartı var
idi arkadaşlar. Cezaevine girdiğinde bu kartları Genel Müdürlük
tarafından, Basın-Yayın Genel Müdürlüğü tarafından yok
edildi. Siz önce basın kartını yok eden, sonra da Basın
kartı yok. diyen bir iktidar oldunuz ve komisyonu lağvettiniz,
komisyonu dağıttınız, yetkinin tamamını devlete
verdiniz. Devletin gazetecilere bir kimlik olarak verdiği sarı
basın kartını, var olan o hakkı, komisyonun verdiği
kartları bile ellerinden aldınız
arkadaşlarımızın. Sürekli basın kartı sahibi olan
arkadaşlarımız var ve cezaevine girdiklerinde sürekli basın
kartları iptal edildi. Bir dava açamıyorlar, bir hak arayışı
içinde olamıyorlar ve içeride oldukları için de kendilerini ifade edemiyorlar
ve o arkadaşlarımızın hakkını olağanüstü hâl
koşullarında mahkeme açamama gibi bir kuralı da getirerek yok
ettiniz.
Olağanüstü hâl sadece
özgürlükleri yok etmiyor elbette, ekonomiyi de yok ediyor. Almanyaya bizim
ihracatımızın 2016 yılında -tam tamamına rakam
söyleyeyim- 13 milyar 163 milyon olduğunu ve en çok
ihracatımızın Almanyaya olduğunu, yine turizm
açısından 2016 yılında 2 milyon 714 bin 861 turistin
Türkiye'ye Almanyadan geldiğini ve Alman turistlerin Antalyadaki her
şey dâhil sistemi içerisinde değil para harcayan turist olduğunu
da göz önüne aldığımızda 2016 yılındaki o
verilerin Türkiye ölçeğinde 2017de olmadığını
göreceksiniz. Bunun nedeni olağanüstü hâldir. Buna rağmen, 2016
yılında Antalyada, sadece, turizmin başkenti olan Antalyada
4,7 milyon turist kaybı söz konusudur. Siz aslında bu Türkiye'ye
kötülük yapıyorsunuz. Ekonomiyi geliştirmelisiniz, turizmi
çoğaltmalısınız ve bu olağanüstü hâl
koşulları içerisinde bunun mümkün olmadığını da
çok açık ve net görmelisiniz. Almanyada yaşayan ve turizmle
uğraşan bir arkadaşım var, kendisi Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığından ne yazık ki Alman
vatandaşlığına geçmiş, o yanını tasvip
etmiyorum ama Türkçe konuştuğu için kendisiyle konuştum, Türkiye
turizm açısından nasıl kalkınır, nasıl gelişir
ve nasıl turist çeker; nasıl turizmi artırabiliriz, nasıl
turist çekeriz? dediğimde Türkiye artık olağanüstü hâl
koşullarında ve terör bölgesi olarak ilan edilen bir ülke olduğu
için Alman turistin asla gelmediği bir ülke hâline gelecektir. dedi.
Sevgili arkadaşlar, bu ülkeyi seviyorsanız
ekonomik milliyetçilik yapın. Bu ülkeye karşı bir
duyarlılığınız varsa milliyetçiliğiniz
Türkiye'nin kalkınması yolunda olsun. Eğer insanları
ayrıştırarak, ötekileştirerek ve insan hak ve
özgürlüklerini yok ederek olağanüstü hâl koşullarında devam
etmek istiyorsanız buyurun, devam edin ama bu yol çıkmaz bir yoldur.
Bakın, ben aynı zamanda KİT
Komisyonunda üye olan, görev yapan bir arkadaşınızım. O
kadar büyük haksızlık yapılıyor ki milyonların
buluştuğu Maltepe mitingini TRT haber yapmıyor. TRTnin
başında kim var? Ne yazık ki devlet açısından on iki
yıllık kanuni hakkını doldurmamış bir genç
arkadaş var, İbrahim Eren. Bu İbrahim Erenin geçen yıl
genel müdür yapılacağını ben ifade etmiştim
komisyonda. Evet, zamanın Genel Müdürü Şenol Gökaya demiştim
ki: Aslında TRTyi sen yönetmiyorsun, senin Genel Müdür
Yardımcın İbrahim Eren yönetiyor çünkü direkt AKPye
bağlı ve direkt emir komuta zinciri onda. Şimdi emir komuta
zinciri işin başına geçti. Elbette TRT bize yer vermeyecek,
elbette TRT bizim mitingimizi küçümseyecek, elbette bizim aleyhimizde olacak,
bundan doğalı yok ama şunu söylemek istiyorum: O TRT yine yüzde
85lik payını Türkiye'de yaşayan tüm halkımızın
elektrik ve bandrol giderlerinden alıyor yani yüzde 100ünden alıyor
ve ne yazık ki -sizin söyleminizle söyleyeyim, sizin verdiğiniz
rakamla söyleyeyim- belli bir kesimi mutlu eden bir yayıncılık
yapıyor. (CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ATİLA SERTEL (Devamla) Bu
haksızlıklar bitmelidir arkadaşlar ama önce olağanüstü hâl
bitsin.
Saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var
olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Sertel.
Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi lehinde
son olarak Amasya Milletvekili Sayın Naci Bostancı konuşacak.
Buyurun Sayın Bostancı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkanım, değerli arkadaşlar; bugünkü grup önerimizi Genel
Kurulun takdirlerine sunuyoruz. Genel Kurul uygun bulup kabul ettiği
takdirde ülkenin ihtiyacı olan yasaları burada müzakere edeceğiz
ve yine Genel Kurulun takdiri çerçevesinde bunlara ilişkin kararlar
alacağız. Ben bu vesileyle bir hususun altını çizmek ve
sözlerimi bu şekilde tamamlamak için söz aldım.
Türkiye 15 Temmuzda son derece karanlık, son
derece sinsi, tarihte benzeri belki Cizvitler denilen teşkilatla mukayese
edilebilir kullandığı yol ve yöntemler bakımından, bir
örgütlü yapının toplumun
(x) denilen çevresi içerisine
nüfuz etmiş, bunlar üzerinde örgütlenmiş bir yapının
karanlık bir işgal girişimiyle karşılaştı.
Başta Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız,
muhalefet partileri, topyekûn halkın direnişiyle birlikte bu
işgal girişimi püskürtüldü. Şimdi, bu çete mensupları, bu
uluslararası çevrelere hizmet kastıyla yola çıkmış
olanlar yargılanıyorlar.
Her azınlık grup, devletin iradesine sinsi
ve gizli yollarla el koymak isteyen her çevre kesinlikle halkın
çıkarlarıyla çelişen, onlardan saklanan, gizli gündemler
istikametinde davranan bir yapıdır, kirli bir örgüttür. Bütün siyasi
partiler açık, aleni programlarla halktan yetki almaya
çalışırlar, meşru zeminleri bu iş için
kullanırlar, ne yapıp ettikleri açıktır.
Dolayısıyla, bu gizli örgüt, bu tehlikeli yapıyla bütün siyasi
partiler bir kere genetik olarak farklıdır, yolu yöntemi
itibarıyla farklıdır, halkla kurdukları ilişkiler
bakımından farklıdır, devlet iradesine yürüdükleri yol,
strateji, halkla bağ kurma bakımından farklıdırlar.
Partiler farklı olabilir, birbirleriyle rekabet edebilirler ama
bulundukları yer itibarıyla ortaktırlar ve her birinin mutlak
surette bu işgal girişimine karşı, bu sinsi, hilekâr örgüte
karşı iş birliği etmesi, ortak bir dayanışma
sergilemesi, devletin 15 Temmuzdan sonra bu çevreye karşı
yürüttüğü mücadeleyi desteklemesi bulundukları yerin hem ahlaki hem
hukuki bir görevidir. Dolayısıyla, öncelikle devletin bu çevreyle
yürüttüğü mücadeleyi tahkim eden, destekleyen, bu mücadeleyi yürüten
kadrolar için teşvikçi olan bir dil ve üslubu benimsemek herkesin
görevidir. Bu süreçte insan malzemesinde şu veya bu sebeplerle kimi
problemler olabilir mi? Olabilir. Dünyada mükemmel rejim yok, mükemmel
işler yok, mükemmel partiler de yok. Olabilir, hatalar olabilir ama bu,
mücadele edilen bu çetenin varlığını, devletin bunlarla
mücadele iradesini, istikametini hiçbir şekilde gölgelemez.
Eleştiriler yapılabilir ama eleştirileri mücadelenin önüne
koyan, eleştirileri âdeta bu mücadele baştan sona yanlış
şeklinde bir algı doğuracak tarzda dile getiren ve böylelikle bu
çete mensuplarının yurt dışında yaratmaya
çalıştıkları algıyı da destekler şekilde
anlaşılan şaibeli bir siyasal dil, bir siyasal
yaklaşım son derece yanlıştır. Birbirimizle rekabet
içinde olabiliriz, birbirimizle tartışabiliriz. Memleketin nasıl
idare edileceğine ilişkin kanaatlerimiz farklı olabilir ama
temel bir ortaklığımız var: Meşru zeminlerdeyiz biz ve
bu çete, halktan saklı, halktan gizli bu millet iradesini birilerine
peşkeş çekmek için 15 Temmuzda darbe girişiminde bulundu. Bunu
hiç unutmayalım.
Bu hususların altını çizmek için söz
aldım. Bunun ne kadar hayati, ahlaki, bu millete karşı, bize oy
verenler, vermeyenler, herkese karşı partilerin, demokratik
kuruluşların ahlaki bir ödevi olduğunu bir kez daha
hatırlatmak kastıyla söz aldım. Teşekkür ediyor, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Bostancı.
Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisinin
aleyhinde son olarak İstanbul Milletvekili Sayın Filiz
Kerestecioğlu konuşacaklardır.
Sayın Kerestecioğlu, buyurun. (HDP
sıralarından alkışlar)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz darbe
girişimi öncesinde bizler için hiç makbul olmayan ama şu anda iktidar
olanlar için gayet makbul olan bir yapılanma vardı, Gülen cemaati ve
burada olan birçok milletvekilinin daha öncesinde bu yapılanmayla birlikte
yürüdüğü yollar, verdiği fotoğraflar ve ona övgü dolu sözleri
söz konusuydu. Ancak, bu yapılanmaya defalarca dikkat çekmemize
rağmen, tüm muhalefetin aslında defalarca dikkat çekmesine
rağmen, bu hiçbir şekilde dikkate alınmadı ve yine
aynı yollar yüründü, aynı övgü dolu sözlere devam edildi. Sonra,
gördüğünüz, bildiğiniz, hepimizin yaşadığı gibi,
15 Temmuz darbe girişimi söz konusu oldu. Şimdi, bu girişimle
ilgili de tabii ki bu yollar birlikte yürünürken söylenen sözler dikkate
alınmadığı ve aynı zamanda, gerçekten, sonrasında
da Darbe Araştırma Komisyonunda yaşananlar ortada olduğu
için; hiçbir şekilde, orada da araştırılması gereken
insanlar, konuşması gereken insanlar gelip orada konuşturulmadığı
ve yine muhalefetin sözleri dikkate alınmadığı için her
zaman şaibeli bir darbe girişimi olmaya mahkûm olacak.
Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı, AKP
Genel Başkanı diyor ki: Milletimiz FETÖnün başındaki
şarlatanın ihanet ordusuna asker yazılanlardan bunun
hesabını mutlaka soracaktır. Şimdi, burada kiminle
hesaplaşıyor, aslında belli değil. Gerçekten darbeyle mi
hesaplaşıyor, yoksa muhalefetle mi hesaplaşıyor?
Milletimiz müsterih olsun, gönüllerini ferah tutsun; hiçbir şehidimizin,
hiçbir gazimizin kanı yerde kalmayacak. diyor. Evet, bunu biz de çok
istiyoruz ama nasıl olacak bu? O Darbe Araştırma Komisyonunu
doğru dürüst çalıştırmamakla mı,
şeffaflığı sağlamamakla mı, muhalefetin
önerilerini, düşüncelerini yine dikkate almamakla mı, muhalefeti sanki
darbeyi onlar yapmış gibi düşman ilan ederek mi; nasıl
olacak bu hesaplaşma ve nasıl o insanların kanı gerçekten
yerde kalmayacak? Bunu herkesin, başta da ölenlerin
yakınlarının sorma hakkı var. Bu ülkede bizler de hamasetle
büyüdük, şimdi de çocuklarımızı aynı şekilde
hamasetle büyütmeye çalışıyorsunuz. Militarist söylemlerle ve
daha öncesinde birçok, aslında, tarihin gerçeklikleri ortaya çıksa,
bunlar açık olarak ifade edilse bu ülkede bilim insanları çok daha
fazla ortaya çıkabilecek ve yetişebilecekken, sadece militarist
söylemlerle küçük askerler yetiştirmeye çalışılırken
aynı şekilde şimdi de başka küçük askerler yaratmaya
çalışıyorsunuz.
Destanların tek bir kahramanı
olurmuş, böyle diyor AKP Genel Başkanı. Destanların tek bir
kahramanı olmaz, gerçek destanların çok sayıda kahramanı
olur. Halk gerçekten kahramanıdır o destanların. Ama
militarizmle demokrasi olmaz, militarizmle bilim olmaz, militarizmle sizin o
Hansa mı soracağız, Georgea mı soracağız?
dediğiniz şeylerin özellikleri olmaz. Tabii ki Hansa
sormayacaksınız, tabii ki Georgea sormayacaksınız ama
kendi imza attığınız sözleşmelere
bakacaksınız, ne yazıyor o sözleşmelerde? O
sözleşmelere imza attıktan sonra çocuk istismarlarını
önlemiş misiniz, kadın cinayetlerini önlemiş misiniz, insan
hakları ne durumda, bunlara bakacaksınız; özgürlükler ne
durumda, kaç tane gazeteci cezaevinde şu anda, onlara
bakacaksınız. Gazeteci özgür değilse ülke özgür değildir.
İnsan hakları savunucuları, o bin türlü kumpas
yaptığınız, bin türlü suçlamayla, abuk sabuk,
karşı karşıya bıraktığınız, bugün
ifade vermeye çıkan hak savunucuları cezaevlerindeyken bir ülke özgür
olamaz.
Sarı basın kartı yokmuş, öyle
mi? Ben size şimdi sapsarı kartları olan basının neler
yaptığını söyleyeyim. Cezaevinde bizim vekillerimiz ve
cezaevinde olan tutuklu vekillerimizin davalarında, daha mahkeme
kararını açıklamadan o sapsarı basın kartları
olanlar açıklıyor mahkeme kararlarını. Bu mu sarı
basın kartı olan gazeteci? Bunları mı istiyorsunuz? Biz
bunlarla mı özgürleşeceğiz? Bunlarla mı birbirimizin yüzüne
bakacağız?
Son iki buçuk yıla
baktığınız zaman, hangi vatandaşımız
gerçekten özgür haber alabiliyor, hangi kanala sahibiz biz, hangi gazeteye
sahibiz? Ben bir milletvekiliyim ve Hava Yollarıyla gittiğim zaman
Sabah gazetesinden başka, Vatan gazetesinden başka bir gazete
göremiyorum. Bu mudur özgürlük? İşte, Allahın lütfu buydu.
Allahın lütfunu böyle kullanıyorsunuz. 20 Temmuzda OHAL ilan ederek
Allahın lütfunu bu şekilde muhalif olan herkesi susturmak için
kullanıyorsunuz. İşte, aslında yapılmak istenen buydu
arkadaşlar. Ve sizler buraya gelmiş milletvekilleri olarak, hepiniz
okumuş yazmış insanlar olarak, asgari insan haklarının
ne olduğu tedrisatından geçmiş olan insanlar olarak buna göz
yumuyorsunuz, birbirimize düşman edilmemize göz yumuyorsunuz, bu
militarist ve öfke diline aynı şekilde göz yumuyor ve zaman zaman da
bunları çok acı bir şekilde kullanıyorsunuz.
Evet, ben size bir örnek daha vermek istiyorum:
Biz, OHAL'i iş dünyasının daha rahat çalışması
için getirdik. İş dünyasında herhangi bir
sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve
geldiğimizde OHAL vardı, şimdi grev tehdidi olan yere OHALden
istifade izin vermiyoruz, bunun için kullanıyoruz OHAL'i. Çok net değil
mi fotoğraf? Bunun için kullanıyoruz OHAL'i. yani işçilere
karşı kullanıyoruz OHAL'i, grevleri yasaklamak için
kullanıyoruz OHAL'i, özgürlükleri yasaklamak için kullanıyoruz
OHAL'i.
Bir Cumhurbaşkanı işçilere
karşı bu sözleri söylüyorsa işçilerin Cumhurbaşkanı
olamaz. Bir Cumhurbaşkanı kalkıp da darbecilere karşı
değil, muhalefete karşı, üstelik de o darbe girişimine
karşı herkes burada ses yükseltmişken bunu yok sayarak
konuşuyorsa herkesin Cumhurbaşkanı olamaz, olabileceği
şey AKP Genel Başkanı olmaktır, onu da olmuştur zaten,
kendisine hayırlı uğurlu olsun.
Bir başka söz daha var size söylemek
istediğim. Cumhurbaşkanı Sayın Başbakan burada,
Adalet Bakanı da burada. Diyorum ki: Bunlara artık Guantanamoda
olduğu gibi özel elbise giydirip mahkemeye de böyle gelmeleri lazım.
Böyle grand tuvalet mahkemeye gelmek gibi bir şey olmaz ya -bir de tabii
arkasında- çünkü o mağdur, o mazlum kardeşlerimizin
hakkını almamız lazım. diyor. Siz öç mü alıyorsunuz,
yargılama mı yapıyorsunuz? Masumiyet karinesi diye bir şeyi
hayatta duymamış mı bu sözleri söyleyen insan? Yargı
makamı mı kendisi? Nasıl insanlara tek tip elbise dayatması
söz konusu olabilir? Şimdi ne istiyorsunuz? Aynı şekilde
cezaevlerinde isyanlar mı çıksın istiyorsunuz? Biz 12 Eylülü
gördük, başka zamanları da gördük ve tek tip elbise
dayatmasında, işte ben sıkıyönetim mahkemelerinin sonunu
yakaladım ve aynı şekilde iç çamaşırlarıyla o
mahkemelere gelen, tek tip elbise giymeyi reddeden insanları gördüm,
aynı şeyleri yaşayacak bu ülke. Bunu mu istiyorsunuz?
Guantanamo, aynı şekilde Guantanamonun yanı sıra Ebu
Gureyb cezaevindeki uygulamalar 21inci yüzyılın utanç abideleridir,
utanç duyduğu olaylardır insanların. Tek tipi ancak 12 Eylül
askerî faşist darbesi dayatmıştır. Bugün bunu
dayatacaksanız söylediğiniz şey sadece şudur: Cezaevleri
de tek tip olsun istiyoruz, ülke de tek tip olsun istiyoruz. Ama
halklarımız, bizler buna asla izin vermeyeceğiz. Bu ülke çok
renklidir ve tek tip hiçbir zaman da olmayacak.
Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Kerestecioğlu.
Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisini
oylarınıza sunacağım.
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
ENGİN ALTAY
(İstanbul) Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN - Yoklama talebi
var.
Sayın Altay, Sayın
Tarhan, Sayın Sertel, Sayın Özkoç, Sayın Arslan, Sayın
Çamak, Sayın Salıcı, Sayın Topal, Sayın Yılmaz,
Sayın Ertem, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Engin, Sayın
Yüksel, Sayın Baykal, Sayın Turpcu, Sayın Göker, Sayın
Tamaylıgil, Sayın Öztrak, Sayın Özcan, Sayın
Çakırözer.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN Toplantı
yeter sayısı yoktur.
Birleşime yirmi dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.29
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.51
BAŞKAN:
Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI
KÂTİP ÜYELER: Mücahit DURMUŞOĞLU
(Osmaniye), Fatma KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli)
-----0-----
BAŞKAN Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 112nci Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN Adalet ve
Kalkınma Partisi grup önerisinin oylanmasından önce istem üzerine
yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi yoklama
işlemini tekrarlayacağım.
Yoklama için beş dakika
süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN Toplantı
yeter sayısı vardır.
VIII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- AK PARTİ Grubunun, Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın
yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 17/7/2017 Pazartesi günkü birleşiminde
2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanununun 3üncü maddesinin 1inci
fıkrasının (b) bendine göre ülke genelinde devam etmekte olan
olağanüstü hâlin uzatılması hakkında (3/1167)
sayılı Başbakanlık Tezkeresi ile 14/7/2017 tarihli ve
(3/1165) ile (3/1166) sayılı Anayasa'nın 92'nci maddesi
uyarınca Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere
gönderilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkerelerinin okunarak
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasını
müteakip 490 sıra sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarına
devam etmesine; 18 ve 25 Temmuz 2017 Salı günkü Birleşimlerinde sözlü
soruların görüşülmemesine; 490 ve 491 sıra sayılı
Kanun Tasarılarının İç Tüzükün 91'inci maddesine göre
temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi
(Devam)
BAŞKAN - Adalet ve
Kalkınma Partisinin grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, Anayasanın 121 ve 92nci maddelerine
göre verilmiş Başbakanlık tezkerelerinin görüşmelerine
başlıyoruz.
1inci
sırada yer alan, Anayasanın 121inci maddesine göre verilmiş
Başbakanlık tezkeresini okutuyorum:
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler
1.- Başbakanlığın,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı
Kararıyla ülke genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139
sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü
hâlin, 19/7/2017 Çarşamba günü saat 01.00den geçerli olmak üzere üç ay süreyle
uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1167)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararıyla ülke
genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139 sayılı Kararı
uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/7/2017 Çarşamba
günü saat 01.00'den geçerli olmak üzere üç ay süreyle
uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar
Kurulunca 17/7/2017 tarihinde
kararlaştırılmıştır.
Gereğini arz ederim.
Binali
Yıldırım
Başbakan
BAŞKAN Hükûmet? Burada.
Sayın milletvekilleri, Başbakanlık
tezkeresinin görüşmelerine başlayacağız.
Tezkere üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Samsun Milletvekili Sayın Erhan Usta konuşacak.
Buyurun Sayın Usta, konuşma süreniz yirmi
dakika. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; olağanüstü hâlin üç ay süreyle uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi görüşmelerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz aldım, Genel Kurulu saygıyla
selamlarım.
Hep söylüyoruz, Türkiye, 15 Temmuzda hain bir darbe
girişimine maruz kaldı, o günden bugüne de yaklaşık bir
yıldır olağanüstü hâlle yönetiliyoruz. Bu, 5inci tezkere.
Bugüne kadar tezkerelerin tamamını Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
olarak Genel Kurulda biz de destekledik. Çünkü Türkiye en olağan
dışı durumu yaşadı, olağan dışı
durumla olağan şartlarda mücadele etmek zordur. Dolayısıyla
olağanüstü hâlle, olağanüstü yöntemlerle mücadelenin bir gereklilik
olduğu da ortadadır. Bu anlamda biz de Milliyetçi Hareket Partisi
olarak bugüne kadar OHALin uzatılmasına ilişkin tezkereleri
destekledik, bu tezkereyi de elbette destekleyeceğiz.
Şimdi, ciddi tehditlerle karşı
karşıya olduğunu söylüyoruz Türkiyenin. Tabii, bu anlamda da
devletin, devleti yönetenlerin, devletin kurumlarının elinin
güçlendirilmesi gerekiyor; bu olağanüstü hâl tezkeresi de veya
olağanüstü hâl yönetimi de bunlardan bir tanesidir, bu anlamda bir
gerekliliktir, maalesef bir gerekliliktir.
Şimdi, tabii, 15 Temmuzun
Nedir 15 Temmuz?
Bunu belki biraz daha konuşmak lazım. Bunu şunun için
önemsiyorum: 15 Temmuzun aslında tam olarak ne olduğu hususunda tam
bir fikir birliği olduğu kanaatinde değilim ülkemizde, bu
olmadığı için de mücadele yöntemleri ve çözümler üzerinde de tam
bir anlaşma maalesef sağlanamıyor. Kutuplaşmaların,
kısır kavgaların yaşanması da aslında 15 Temmuzun
ne olduğu hususunda belki tam bir mutabakat içerisinde olmamamızdan
kaynaklanıyor. 15 Temmuz tabii ki öncelikle bir darbe girişimidir. 15
Temmuz ayrıca, taktikçileri, teorisyenleri, kuryeleri,
taşeronları, planlayıcıları, sahadaki tetikçileri
belli olan bir işgal denemesidir; askerî kamuflaj içerisine
saklanmış bir kısım hain, bir avuç yılan milletimize
ateş saçmış, millî kurum ve kuruluşlarımızı
tehdit etmiştir, onlara acımasızca
saldırmıştır. Aslında baktığımızda
15 Temmuz, Çanakkalede yarım kalan bir hesabın görülmesidir. 15
Temmuz, Millî Mücadelede kovaladığımız
düşmanların Türkiyeye bir fırsat bulup tekrar
saldırması meselesidir. 15 Temmuz yüzyıllardır,
asırlardır süregelen Anadolu istilasının bu çağdaki
adıdır. Şimdi, 15 Temmuzu eğer bu şekilde görürsek o
zaman belli ki daha bir mutabakat içerisinde 15 Temmuza karşı olan
mücadeleyi de hep birlikte birlik, beraberlik içerisinde yapabiliriz.
Dolayısıyla özetle, 15 Temmuz aslında Türkler ile veya işte
Türk milleti ile düşmanların tarihî bir
hesaplaşmasıdır; bir yanda yedi düvel, bir yanda Türkiye
Cumhuriyeti veya Türk milleti. Dolayısıyla 15 Temmuzda aslında
hainler, bu ülkeyi işgal etmek isteyenler veya darbe girişiminde
bulunanlar sadece bir şahsa, bir fikre değil, Türk milletinin
tamamına, 80 milyona saldırmışlardır, devletin
tamamına saldırmışlardır. Dolayısıyla 15
Temmuz aslında Türk milletini hedef almakla birlikte, İslamı
yozlaştırarak Selefi bir anlayışa dönüştürme
teşebbüsüdür aynı zamanda, bunu da mutlaka altının
çizilmesi gereken bir husus olarak değerlendirmenize sunmak istiyorum.
Dolayısıyla 15 Temmuza mevzi bakmamak
lazım, 15 Temmuz meselesine daha stratejik bir yaklaşımla
baktığımız zaman, tehlikeleri kaynağında okuyup
oyunu odağında bozmak bize bir görev olarak yüklenmektedir, meseleyi
bu şekilde görmek gerekir.
Şimdi, tabii, 15 Temmuz maalesef
yaşandı, 15 Temmuzun bir daha yaşanmaması için de herkesin
üzerine düşen görevi tam anlamıyla yapması lazım. Bu anlamda,
tabii ki büyük görev devleti yönetenlere ve Hükûmete düşüyor -buna
ilişkin değerlendirmemi birazdan detay bazda yapacağım-
aynı zamanda bütün siyasetçilere, siyasi partilerimize önemli görevler
düşüyor. Temelde sağlamaya çalıştığımız
şey birlik, beraberlik ruhudur, birlik beraberlik ruhunun
bozulmamasıdır.
Şimdi, Türkiye'yi 15 Temmuza götüren, bu hain
darbe girişimine götüren nedenlerin başında veya bir tanesi
diyelim -başında demeyelim, bir sıralama yapmak belki doğru
olmayabilir- aslında, devlette işe almada ve yükselmede liyakate
yeteri kadar önem verilmemesi olmuştur. Bu hainler belli bir dönemde çok
ciddi bir şekilde kayırıldıkları için ülkenin
kurumlarına sızmışlardır.
Bundan sonra yapmamız gereken şey, devleti
yönetirken yani işe alımdan yükselmeye, en üst düzeydeki görevlere
getirinceye kadar, liyakatten hiçbir şekilde ayrılmamaktır.
Liyakatten ayrıldığımız zaman, bunu temel ilke, temel
felsefe olarak önümüze koymadığımız zaman, benzer risklerle
Türkiye tekrar karşılaşmak durumunda kalabilecektir, bunun
altını çizmek istiyorum.
Çok ciddi tehditler görüyoruz. Yine, belli bir gruba
yönelik bir kısım alımların olduğunu veya devletin
yönetiminde onların etkin olduğunu görüyoruz, bunlar yanlış
şeylerdir. Tek kriterin şu olması lazım: Yeterlilik ve
liyakatin dışında tek kriter, bakacağımız
şey bu kişi hain midir değil midir? Eğer hain değilse,
vatan hainliği yoksa, bu ülkedeki bütün renklerin bu ülkenin yönetiminde,
bu ülkenin devlet kurumlarında çalışma hakkının
olması lazım, devleti bu şekilde yönetmemiz lazım.
Bu anlamda kamu yönetimi
Bakın, devletin
kurumlarında -burada birkaç defa bu değerlendirmeyi şahsen ben
de yaptım, başka arkadaşlarımız da yaptı- ciddi
bir yıpranma var. Bunu ekonomiye ilişkin kurumlar için
söyleyebiliriz, güvenlik kurumları için söyleyebiliriz, diğer
kurumlar için söyleyebiliriz. Bu aslında liyakatle de alakalı bir
şey. Kurumlarımızın daha fazla bu itibar kaybına
uğramaması lazım, bunun durdurulması lazım.
Kurumların itibar kazanabilmesi için de yönetimlerinin, efendim, çok
düzgün bir şekilde, objektif kurallara bağlı olarak
yapılması gerekir. Ancak bu şekilde kurumlarımıza
itibar kazandırabiliriz.
Ülkeyi kısır siyasi çekişmelerden
uzak tutmamız lazım. Yani 15 Temmuz öncesi ile 15 Temmuz
sonrasını cidden bir ayırmak gerekiyor. Elbette siyaseten
söyleyeceğimiz birçok şey vardır ancak 15 Temmuz eğer bu
ülkeyi bir işgal girişimiyse, bu ülkeyi asırlardır hedef
alan bir kısım istilacıların bu ülkeyi yeniden istila etme
anlamında bir girişimi olarak bunu görüyorsak o zaman kısır
siyasi çekişmeleri bir kenara bırakarak ülkenin beka düzeyindeki bu
sorunları bir an evvel atlatabilmesi konusunda hep birlikte hareket
etmemiz lazım. Tabii, siyasetçilere görev düşüyor diyoruz.
Bir de bu FETÖyle mücadelede -devletimizin FETÖyle
bir mücadelesi var, burada birazdan bir miktar üzerinde duracağım-
efendim, bize göre ciddi mağduriyetler de oluşuyor ancak tabii, bu
mağduriyetlerin çok fazla altını çizmek de işi başka
bir noktaya taşıyabilir, bundan da kaçınmak gerekir. FETÖyle
mücadele bütün düzeylerde; alt, orta, üst düzeyde, işte, bürokrat, iş
adamı, siyasetçi düzeyinde doğru bir şekilde sürdürülmelidir.
Şimdi, her kesimde FETÖyle mücadele yapılıyor ancak siyaset
kurumunun üzerine hâlâ gidilebilmiş değil. Her tarafa sızan
-artık çok klasik bir laf oldu, kalıp bir laf oldu- FETÖ bu siyaset
kurumuna mı sızmadı? sorusunu sormak elbette bizim
hakkımızdır. Bu mücadelenin siyaset kurumunda, siyaset kurumunun
da her düzeyinde yani taşradaki, işte, ilçe başkanı, il
başkanı, il genel meclisi üyesi; Ankara merkezde, milletvekili,
bakan, hangi düzeydeyse siyaset kurumunda bir an evvel yapılması
lazım. Bizde FETÖcü yok. deyip işin içerisinden kimse
çıkamaz. Bunun bu şekilde söylenmesi FETÖyle mücadeleyi aksatacaktır,
FETÖyle mücadeleye zarar verecektir. Bu tür laflardan da herkesin
kaçınması lazım. Küçük bir iddia oluyor bir vatandaşla
ilgili, bir kamu görevlisiyle ilgili: İşte, ben onu filanca zamanda,
bir yemekte gördüm. Şimdi, bunun üzerine devlet adli soruşturma,
idari soruşturma açıyor. Siyasetçilerle ilgili olarak -herhangi bir
suçlamaya gerek yok- interneti açtığınız zaman birçok
şeyi görme imkânınınız var; geçmişteki iş
birliklerini, derin iş birliklerini, 15 Temmuza kadar devam eden, 17-25
sonrasında dahi devam eden iş birliklerini görüyoruz. Bunlarla ilgili
olarak niye savcılarımız harekete geçmiyor, neyi bekliyorlar;
ben anlayamıyorum.
Dolayısıyla, bu tarafı aksak
bıraktığımız zaman, tek ayak üzerinde çok daha fazla
gidemeyiz, tek ayak üzerinde durmak mümkün değil, tek ayak üzerinde mesafe
almak asla mümkün değil. Dolayısıyla, siyasi
ayağının üzerine gidilmesi lazım. Gidilmediği sürece
Türkiyenin risklerini azaltma imkânımız olmayacaktır. Siyaset
kurumundaki kişiler, bu ülkeyi işgal etmek isteyenler tarafından
bugün kullanılmazsa yarın tekrar kullanılmak isteneceklerdir.
Varsa siyasetin içerisinde FETÖcü, onların maskesini düşürüp
toplumda itibarsızlaştırmak lazım. Bu, hayati bir konu
olarak önümüzde duruyor.
Tabii, OHALi destekliyoruz diyoruz; efendim,
OHALle ilgili, devletin elinin güçlü olması lazım diyoruz ama tabii
ki ülkenin bir an evvel normalleşmesinin de bizim bir hedefimiz
olması lazım yani normalleştirme hedefimizin olması
lazım. Bu da tabii ki bu mücadelenin artık bir an evvel
yapılıp sonuçlandırılmasıyla ancak mümkün olacaktır.
Terörü besleyen nedenlerin, darbenin, darbecilerin
üzerinin örtülmemesi lazım. Bunların da çok sağlıklı
bir şekilde analizlerinin yapılması lazım. Tabii, bu
mücadelede, FETÖyle mücadelede evrensel hukuk normları, adil
yargılama ilkelerinden hiçbir şekilde ayrılmamak gerekir.
Bunları defaatle söyledik ama bu ikazın tekraren yapılması
gerekiyor.
Şimdi, bir defa, asılsız ihbar ve
şikâyetler üzerine alt düzeydeki birçok insana karşı işlem
yapılıyor ve ciddi mağduriyetler oluşuyor. Bunlardan
kaçınmak lazım, sağlıklı soruşturmanın
mutlaka yapılması lazım. Savunma hakkı evrensel bir
haktır. Savunma hakkını kullanamayan birçok kişinin hiçbir
şekilde savunması alınmadan kamudan ihraç edildiğini
biliyoruz. Savunma hakkının da mutlaka en iyi şekilde, hem idari
takibatlarda hem de adli takibatlarda yapılması lazım.
İtiraz nedeniyle oluşturulan mekanizmaların, itiraz
mekanizmalarının da sağlıklı işletilmesi
lazım. Böyle göstermelik bir şekilde
Şimdi topu herkes
birbirine atıyor. Yani, işte, bir rektör yardımcısı
diyelim ki üniversitede bu işlemleri yapıyor, diğer rektör
yardımcısı başkanlı bir kurula itiraz ediyorsunuz
fakat hiçbir şeyin yapılmadığını aslında
orada görüyoruz.
Şimdi kurumlarda ve siyaset dünyasında bu
FETÖyle bir iç içe geçmişlik var. Bu iç içe geçmişliği
çözmenin
Bakın, bugün kahraman dediğiniz birisi yarın FETÖcü
olarak tutuklanıyor, geçen hafta bunun örneklerini yaşadık. Bu
iç içe geçmişliğin çözülmesi ancak adil yargılamayla olur. Yani
bu iç içe geçmişlik ve FETÖnün kripto özelliği ancak bu şekilde
çözülebilir, bunu bu şekilde aşabiliriz diye düşünüyorum.
Şimdi, tabii, bu FETÖ ve hain darbecilerden
bahsederken de Türk askerini âciz göstermek, Türk ordusunu âciz göstermek
gafletine de düşmemek lazım. 15 Temmuz nedeniyle hazırlanan
bazı kısa filmler var, afişler var. Ben bunların
insanımızı, askerimizi, ordumuzu incittiğini
düşünüyorum. Buralarda dikkatli olmak lazım. Yani bunlara
baktığınız zaman insanın aklına hemen Acaba
bunları hazırlayanlar da mı FETÖcü, kripto FETÖcü? diye bir
değerlendirme yapmak geliyor, insanın aklına bu tür şeyler
geliyor. Bu tür afişlerde olsun, filmlerde olsun -bunlar hâlâ
televizyonlarda gösterildiği için söylüyorum- orduyla, askerle milletimiz
karşı karşıya getiriliyor algısının
yaratılmaması lazım.
15 Temmuz şehitlerini, gazilerini biz her
fırsatta anıyoruz, onlara minnettarlığımızı
ifade ediyoruz ancak bunları yaparken de tabii ki bu ülkenin birliği,
bütünlüğü için yıllardır şehitler veriyoruz, o
şehitler arasında da herhangi bir ayrım yapılmaması
lazım. Şehitler, gaziler arasında yapılan ayrım da
milletimizi incitmektedir. Bu konuda da herkesin çok dikkatli davranması
gerekir diye düşünüyorum.
Şimdi, tabii, esası
normalleştirmektir ülkeyi diye biz de ifade ediyoruz ancak OHALin
devamını -yani bugünkü şartlar içerisinde söylüyorum-
özgürlüklerin kısıtlanması olarak görmek, takdim etmek de bu
terörle mücadeleye zarar verir. Burada ben de siyasi partilerimizin ve bu
konuyla ilgili değerlendirme yapan arkadaşlarımızın da
dikkatli olması gerekir diye düşünüyorum.
Şimdi, tabii bu OHALin
uzatılmasının bir yandan da yanlış işlemlerin,
oluşan mağduriyetlerin düzeltilmesi açısından da bir
fırsat olarak görülmesi lazım ve kurumlarımızın da
artık bu imkânı değerlendirmesi lazım. Yani ihraçlar,
açığa almalar olurken çok şahin olan
kurumlarımızın, geri dönüşlerde, masumiyeti net bir
şekilde ortaya çıkmış kişilerin dahi iadelerinde çok
cimri davrandıklarını, çok ürkek, korkak
davrandıklarını düşünüyoruz. Bu OHAL sonsuza kadar devam
etmeyeceğine göre, bu işler, daha sonra hepsinin mahkemelerinin
çözülmesi Türk yargısını çok ciddi bir yük altında
bırakacaktır. O yüzden, bu OHAL kararnameleri çerçevesinde ortaya
çıkan mağduriyetlerin düzeltilmesi için de bunu bir fırsat
olarak görmek lazım.
Netice olarak, ancak birlik beraberlik içerisinde bu
mücadelede biz başarılı olabiliriz. Her türlü düşmanın
birlik, beraberlik içerisinde üstesinden gelebiliriz,
sorunlarımızı ancak bu şekilde çözebiliriz diye
düşünüyorum.
İstiklal Marşı Şairimizin ifade
ettiği gibi Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez. Toplu
vurdukça yürekler, onu top sindiremez. Biz birlik beraberlik içerisinde
hareket edersek bu büyük tehlikeyi de savuştururuz diye
değerlendiriyorum.
Konuşmamı burada keserek Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Usta.
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
Adana Milletvekili Sayın Meral Danış Beştaş
konuşacak.
Buyurun Sayın Danış Beştaş.
(HDP sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu yaz tatilinde olmamız gerekirken,
Meclisin tatilde olması gerekirken oldukça
hızlandırılmış bir Genel Kurul, Anayasa Komisyonu
çalışması içinde bir süreç yaşıyoruz. Acele ediliyor.
Birilerinin acelesi var da bizim acelemiz yok. Bu aceleye özellikle muhalefet
partileri de mecburen muhatap kalıyor ve biz bu sürece ayak uydurmak
durumunda kalıyoruz, bunu öncelikle belirteyim.
Bugün de başka hiçbir sorunumuz yokmuş gibi,
bu sefer, aynen İç Tüzük gündemi gibi OHAL tezkeresi önümüzde duruyor.
OHAL uzatılmalı, uzatılsın.
Peki, OHALle neler yaşadık? Daha iki gün
önce 15 Temmuzun yıl dönümünü hep birlikte geçirdik. OHAL neden
uzatılmamalıdır, OHALle neden yönetim bu şekilde
keyfiyetle sürdürülmemelidir? Biraz genel bir bakış
açısıyla, bizim başlangıçta da Halkların Demokratik
Partisi olarak paylaştığımız bu düşünceleri
tekrar ifade etmek istiyorum.
Evet, 15 Temmuzun ardından bir yıl geçti,
bugün bir yıl iki gün oldu. Ülke bir yıl önce de kavruluyordu
patlayan bombalarla, hak ihlalleriyle, sokağa çıkma
yasaklarıyla, ekonomik krizlerle, ölümlerle, büyük acılarla; evet, 15
Temmuzdan önce de kavruluyorduk. OHAL henüz yoktu o zaman ama fiilî bir OHAL
yürütülüyordu. Meclis yasama yapmıyordu, genellikle -iktidar- yönetmelik
ve genelgelerle hukuk kuralları askıya alınıyordu ve
yönetim devam ettiriliyordu. Derken bu süreçte bombalar atıldı hem de
Meclise atıldı -bunu burada çok konuştuk- tam bir kargaşa
hâli yaşandı. Ardından darbe girişimi engellendi,
engellendiği söylendi. Buna iktidar partisi demokrasi dedi, adına
demokrasi dendi. Grup başkan vekilleri olarak o gün hepimiz
buradaydık, bizim grup başkan vekilimiz de vardı- bir araya gelindi
ve evet, bu korkunç darbeye karşı ortak bir bildiri
yayımlandı 4 partinin mutabakatıyla. Şimdi -o zaman da
söylemiştik- darbe engellendiğine göre demokrasi için adım atma
vaktiydi. Ama olay böyle mi oldu? Hayır. 20 Temmuzda darbe gerçekten lütuf
olarak, büyük bir lütuf olarak kullanıldı ve OHAL ilan edildi.
Aslında 20 Temmuzun yıl dönümüne üç gün var; bugün ayın 17si,
üç gün sonra 20 Temmuzun yıl dönümü. Asıl OHALi kınamak için
yeni OHAL darbesini bizim burada konuşmamız gerekiyor yoksa 15 Temmuzu,
kutlamaları değil çünkü ortada kutlanacak bir demokrasi bayramı
yok, ortada kutlanacak fiiliyatta bir demokrasi uygulaması da yok.
Evet, 7 Ağustosta Yenikapıyı da
yaşadık. Orada demokrasiyle taçlandırılmak istendi ama ruh
eksikti çünkü HDP yoktu yani 3üncü büyük partinin olmadığı bir
yerde zaten demokrasiden söz edilemez. Darbe girişimine karşı
çıkılmıştı ve sonuçta demokratik adımların
atılması gerektiğini, darbe teşebbüsleriyle mücadele
edilmesinin en önemli kanalının, tek kanalının demokrasi
olduğunu yüksek sesle ısrarla ifade ettik ama tabii dinleyen
olmadı, kendi bildiklerini okudular.
O zaman, OHAL ilan edildiğinde Başbakan ve
Adalet Bakanı üç ayla sınırlı kalacağına, hatta
üç aydan önce bunun kaldırılacağına yönelik toplumu
yatıştırıcı -tırnak içinde- bunun
uzatılamayacağı yönünde mesajlar verdiler. Sadece bu muydu?
Hayır. Dediler ki: Biz OHALi kendimize ilan ettik. Dün gibi
aklımızda Devlet kendisine OHAL ilan etti. Biz bürokrasiyi, bu
darbecileri, paralelcileri, Fetullahçıları
ayıklayacağız. Bu, düşündüğünüz gibi değil.
dediler. Aynen o konuşmayı da ben yapmıştım 20
Temmuzda. Bu, sizin düşündüğünüz gibi olmayacak. Tabii ki
diğer sözler gibi, tutulmayan sözler gibi, yüz seksen derece atılan
adımlar gibi bu söz de tutulmadı ve OHALin 1inci yılı
doluyor.
Bu sefer, yönetmelik ve genelgeler yerine,
artık kanun hükmünde kararname en temel takip kanalı oldu. Geçenlerde
sosyal medyada gördüm, en çok okunan gazete Resmî Gazete, biliyor musunuz.
Herkes Resmî Gazeteyi dört gözle izliyor çünkü her an ihraç edilebilir, her an
ismine Resmî Gazetede rastlayabilir. Diğer gazeteleri okumanın bir
anlamı yok zaten çünkü iktidarın tümüyle talimatlarıyla
yürütülüyor. Binlerce yurttaş mesleğinden ihraç edildi ve bu
mağduriyet gitgide büyüdü. Yani 15 Temmuzdan sonra 20 Temmuz ve sonra 16
Nisan ve o tarihten bu yana kanun hükmünde kararnamelerle keyfiyetle, tek kişinin
iradesiyle, talimatlarıyla yönetilen bir ülkedir Türkiye. Bunu
istediğimiz kadar farklı şekillerde ifade edelim, bunun
adını doğru koymazsak kesinlikle bununla mücadeleyi de
doğru bir şekilde yapamayacağımızı biliyoruz.
Peki, ne oldu gerçekten? Şu anda, OHALden
sonra -milat o çünkü- mahkeme önüne çıkarılmamış binlerce
insan var. Başta Eş Genel Başkanımız Sayın
Demirtaş -sekiz buçuk aydır- ve 4 Kasımda gözaltına
alınan ve siyasi rehine olarak tutulan arkadaşlarımızın
bir kısmı hâlâ mahkemelere çıkarılmadı. Eş Genel
Başkanımız Demirtaşın konuşmasını
engellemek, onun Türkiyeye, dünyaya vereceği mesajların önünü kesmek
için, ısrarla ve inatla, başta duruşma günü verilmiyordu;
şimdi kelepçe dayatmasıyla özellikle mahkemelere çıkması
engelleniyor.
170 gazeteci tutuklu şu anda, 170. Geçenlerde
soru önergesi verdik, diğerlerine cevap verilmediği gibi, buna da
herhâlde cevap verilmeyecek. AKP Genel Başkanının ve özellikle
Adalet Bakanının çelişkili iki rakamı söz konusu; birisi 3
gazeteci dedi, Erdoğan 2 gazeteci dedi. Gerçekten bu gazetecilik
vasfına erişebilmiş kişiler kimdir, merak ediyoruz, bir
açıklayın çünkü bizim bildiğimiz gazeteci sayısı
şu anda 170. Binlerce hâkim, savcı; binlerce, on binlerce kamu
görevlisi şu anda cezaevinde. Rakamları söylemeyi de sevmem,
dinlerken de pek haz etmem çünkü bu ihraçlar, bu tutuklamalar birer rakamdan
çok daha büyüktür, çok daha geniş alanlar kaplar. Her bir rakam bir hayat
demektir, bir aile demektir, bir çevre demektir, bir yaşam öyküsü
demektir. O yüzden 110 bin deyince, 200 bin deyince kulağa çok basit
gelebiliyor ama -hepimizin yakınlarından var ihraç edilenler- suya
sabuna dokunmayan, sadece mesleğini icra eden ve tek suçu sadece AKPli
olmamak olan, onlara biat etmeyen ve yalakalık etmeyen binlerce memur
görevinden ihraç edilmiştir. İşte böyle bir tabloda OHALin
uzatılması isteniyor.
Peki, neydi gerçekten? Bütün bunlar
yapılırken, bir gecede on binlerce insan ihraç edilirken darbenin
siyasi ayağı hâlâ yok. 1inci yıl dönümünde de hâlâ siyasi
ayağa ilişkin bir gelişme söz konusu değil. Hatta, o kadar
ileri gidildi ki Erdoğan konuşmasında Ne istediniz de
vermedik? dedi.
Darbe Komisyonunda benim hâlâ hatırlayınca
çok gülümsediğim bir anekdot var. 1967 tarihli bir makbuz
çıkarılmıştı, sanırım CHPye aitti.
Sahteymiş yani öyle ifade ettiler; ben sahteliğini bile
tartışmıyorum, farz edelim ki doğru olsun. 1967
yılında, elli yıl önce verildiği iddia edilen bir makbuz
çıkarıldı -şaka gibi gerçekten- ama daha düne kadar ittifaklar,
iş birlikleri, ziyaretler, ortak yönetim göz ardı ediliyor.
Şimdi böyle bir şey olabilir mi? Yani, gerçekten memleketin
aklıyla ancak böyle alay edilebilir ama kimse aklıyla alay
ettirmiyor, herkes realitenin farkında.
Üstüne üstlük, böyle bir ortamda demokrasi
bayramı diye 15 Temmuzdan haftalar önce başlayan büyük seremoniler
yapıldı. Ben iki gündür seçim bölgemdeydim, Adanadaydım; en az
10-15 kişi -yolda rastlayanlardan söz ediyorum- şunu söyledi: Ya,
bize niye kontör gönderiyorlar? 1 gigabayt gönderilmiş, bir gün telefonlar
ücretsizmiş ve bir gece önce herkes telefonunu açtığında -vatandaşlara
söz verdim, kürsüden soracağım diye, o yüzden bunu araya
yerleştirdim, ben de tanık oldum- önce Erdoğanın sesiyle
karşılaşmış, herhâlde hepiniz tanıklık
etmişsinizdir. Bu parayı kimden verdiniz? İktidara soruyorum:
Bir gün, bu kadar ciddi bir meblağı, yekûnu kim adına kime
verdiniz? Demokrasi bayramı diye başka bayramlarda olmayan bir
uygulama. Neden bedava kontör, neden bedava internet, neden herkes telefonunu
açtığında Cumhurbaşkanının sesiyle muhatap
kılınıyor? Şimdi, burada bir güvensizlik hâli olduğunu
söylemeye bile gerek yok tabii.
Şimdi, bu demokrasi ve kardeşlik
bahsini biraz güncel verilerle
Hani, nasıl demokrasi bayramı
kutladık ve OHALi niye uzatıyoruz, onlara da değinmek
istiyorum. 15 Temmuzdan bir gün önce, bir gün önce 7.395 kişi ihraç
edildi. Böyle bir şey olabilir mi? Bunların önemli bir bölümü
belediyelerde, kayyum atanan belediyelerde çalışan işçiler,
memurlar. Yani bir yılda hâlâ bu mücadele bitmemiş, vermek
istedikleri mesaj bu. Bir yıldır biz atıyoruz, atıyoruz,
atıyoruz... Bir türlü bitiremiyorlar, bu ne menem bir şeymiş!
Yani, bir gecede binlerce insanı gözaltına alan akıl, irade
nedense 15 Temmuza da 8 bin kişi saklamış ve o gece onları
da ihraç ettiler. Nedense kamu ihraçlarında net rakamları da
öğrenemiyoruz. Ben de milletvekili olarak aynı zamanda artık
sıkı bir Resmî Gazete takipçisiyim. Bir sistematiğine
bakın, öğrenmek de çok zor gerçekten; ayrı ayrı
yazıyorlar, o toplamı bulmak da zor oluyor. Peki, nedir başka?
Bununla ilgili, maaş ödemeden önce olduğunu da söyleyeyim yani
mağduriyetin zaten izahı hiçbir şekilde yok.
Yine, burada OHAL
KHKsıyla Bakanlar Kurulu ne yapıyor? Mahkeme olarak karar veriyor
aslında, kendisini mahkeme yerine koyuyor. Vatandaşlar hakkında
bir soruşturma yok, bir kovuşturma yok, bir mahkûmiyet kararı
yok, memuriyeti devam ettiremeyeceğine dair hiçbir yasal unsur yok ama
Bakanlar Kurulu oturuyor bir kararname çıkarıyor; 10 bin, 20 bin, 30
bin, meslekten ihraç ediyor. En son, AKPnin Genel Başkanı dedi ki:
Ne yapalım, gidip özelde çalışsınlar, onları beslemek
zorunda mıyız? Kenan Evrenin ruhunun bu ara herhâlde kulakları
çok çınlıyordur. O da Asmayalım da besleyelim mi? diyordu.
Şimdi Erdoğan da diyor ki: Devlette niye
çalıştırayım, gitsin özelde çalışsın.
Nasıl bir akıldır! Kişi okumuş üniversiteyi, doktor
olmuş, mühendis olmuş, öğretmen olmuş, hâkim olmuş,
Anayasa Mahkemesi üyesi olmuş; soruşturma olmadan Bakanlar Kurulu bunları
nasıl ihraç edebilir? Hukukta, hukuk devletinde böyle bir ilkenin yeri
yoktur.
Dün açılışta, 15 Temmuzda Sayın
Meclis Başkanı çok talihsiz bir müdahalede bulundu gerçekten, diyor
ki: Zulüm diyemezsiniz. E, zulüm varsa zulüm diyeceğiz, baskı
varsa baskı diyeceğiz, işkence varsa İşkence var.
diyeceğiz. Burada, tutanaklardan bize cevap vermek gibi bir görevi mi var?
Aynen şu anda Hükûmetin de Meclis Başkanının da
söyledikleri demokrasinin unsurlarından biri olarak üstelik ifade ediliyor
ve bununla ilgili gerçekten, Sayın Kahraman, Meclis Başkanımız
dedi ki: Türkiye demokrasiyle yönetiliyor. Ama, şu anda demokrasiyle
yönetilen bir ülkede Semih Özakça ve Nuriye Gülmenin
yaşamlarını yitirmelerine adım adım seyirci
kalamazdık; onlar için yapacak bir şeyler var. Aileleri zaman zaman
ziyarete geliyor, gerçekten görüşmenin imkânsızlaştığı,
sözün bittiği anlar yaşanıyor ve bunun gibi binlerce
mağduriyet de devam ediyor.
Peki, Emniyet, Adalet ve Diyanetten niye hâlâ
temizlenemedi; bu soru da gerçekten olduğu gibi duruyor orta yerde. Ama,
şaşırmıyoruz tabii artık, daha doğrusu toplum
şaşırmıyor. Fakat, benim bütün Türkiye
yurttaşlarına önerim, tavsiyem, isteğim: Aman,
şaşırmaktan vazgeçmeyin, bol bol şaşırın,
tepki gösterin; bu normalleşmemeli. Şu anda Türkiyede
yaşanılanlar, yaşadıklarımızın hiçbiri
normal değil. Bu neden? Alışkanlık kavramını
reddediyoruz, şaşırmak kavramını reddediyoruz,
bunlara şaşırmaya da, alışkanlık hâlinde
olmasına da karşı çıkıyoruz çünkü bunların
hiçbiri normal değil.
Peki, bu kadar çok terör örgütüyle
bağlantılı binlerce insan var da kudretli yönetenlerimiz de var.
Bu durumu yeni mi fark ettiniz, bugüne kadar hiç bilmiyor muydunuz? Peki, bu
kadar yüz binlerce insan Fetullahçı da siyasi ayak nerede? Bu darbenin
Başbakanı kim olacaktı, Bakanlar Kurulu kim olacaktı, kim
yürütecekti bu darbe sonrasında? Mademki böyle bir şey var, bunu da
açığa çıkarın; vatandaş soruyor bize, biz de diyoruz
ki: Bekliyoruz, daha soruşturma devam ediyor. Ama, hâlâ bürokratlar
kırpılmaya, biçilmeye devam ediyor.
Şimdi, rakamlar çok fazla; açıkçası
bunları, verileri vermek çok istemeden süremin son dakikaları
kaldı- şunu söylemek istiyorum: OHAL Türkiyeye bir gıdım
katkı yapmadı. Bırakın katkıyı, bırakın
ilerlemeyi OHAL vatandaşın can ve mal güvenliğini,
vatandaşın kişisel güvenlik ve özgürlük hakkını,
vatandaşın seyahat etme hakkını, vatandaşın
çalışma hakkını, vatandaşın işkence görmeme
hakkını, vatandaşın demokratik direniş
hakkını, vatandaşın siyaset yapma hakkını ortadan
kaldırmıştır, gasbetmiştir. Şu anda bunlardan en
fazla nasiplenen, bunların hedefi olan parti olarak bizce, kesinlikle,
OHAL tümüyle keyfî bir rejime doğru giderken kullanılan, lütuf olarak
değerlendirilen ve Bakanlar Kurulunun kendi kendine oturarak Türkiyede 80
milyon yurttaş hakkında karar verme yetkisini kendinde gördüğü
bir sistemdir. Biz geçen yıl, iki gün öncesinde söylemiştik 20
Temmuzda, iki gün sonra
Dedik ki: OHAL eğer devlete ilan edilecekse
vatandaşın hayatı etkilenmemeli. Ama şu anda
çıkalım sokağa, biz sokakta basın açıklaması
yapamıyoruz. Yüksel Caddesinde İnsan Hakları Anıtı
gözaltında, insanlar orada basın açıklaması yapamıyor.
Eş Genel Başkanlarımızdan Figen Yüksekdağın
düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında hukuksuz bir şekilde
vekilliği düşürüldü, Nursel Aydoğanın vekilliği
düşürüldü ve verilen talimatlarla her gün yeni dosyalarda karar veriliyor.
Bu kararı, sıklıkla söyledim, yargı vermiyor. Anayasa
Mahkemesi OHAL dönemindeki bu pratikten sonra karar veremiyor, vermiyor.
Meclis kürsüsünden Anayasa Mahkemesine de seslenmek
isterim: Kararınızı açıklayın.
Kararınızı açıklamamakta daha fazla direnmeyin.
Kararınızı açıklamadığınız her gün
şaibeler daha da büyüyor. İçtihadınızı ya
doğrulayın ya da reddedin. Hiç kimsenin, sekiz buçuk ay,
özgürlüğünden yoksun insanların cezaevinde kalmasına seyirci
kalması kabul edilemez hukuk adına.
Ve bununla ilgili özellikle de OHAL döneminde
ihraçlar, işten atmalar, yolsuzluklar, bir dolu saydığım
meseleler dışında bir de cezaevleri var. OHAL -demiştim
geçen yıl- ilk cezaevlerine geliyor. Hapishanelerde şu anda gerçekten
baskı, işkence, zulüm kol geziyor; gerçekten kabul edilemez
uygulamalarla tutuklular, hükümlüler karşı karşıya çünkü ne
derseniz deyin, OHAL gerekçesiyle karşınıza bir yanıtla
çıkıveriyorlar. Ve bizim yaptığımız; İnsan
Hakları Komisyonuna ben defalarca başvurdum, inceleme istedim ama
yanıt yok. Şu anda Meclisin İnsan Hakları Komisyonu üyesi 2
vekil arkadaşımız cezaevinde: Sevgili Ayhan Bilgen ve Burcu
Çelik. Aynı zamanda Cezaevi Alt Komisyonundaydılar ama kendileri
hapishanede ve İnsan Hakları Komisyonu onların sorularına
da cevap vermiyor.
Bu nedenle, OHALin uzatılması kesinlikle
karanlığı derinleştirecektir, Türkiyenin uçuruma
doğru hızla yol aldığı bir dönemde takla atmasına
ve hepimizin birlikte kaybetmesine vesile olacaktır. Gelin, bu 1inci
yıl dönümünde, ortada demokrasi yokken demokrasi bayramı
kutlayacağımız günler için, darbe
karşıtlığını demokrasiyle, demokratik hukuk
devleti kurallarını yaşama geçirmekle taçlandıralım ve
bugün bu tezkereye hayır oyu verelim.
Biz, Halkların Demokratik Partisi olarak OHALe
kesinlikle hayır diyoruz; hukuktan, demokrasiden, hak ve özgürlüklerden
yana tutumumuzu ortaya koyuyoruz.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
(HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Danış Beştaş.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin
Milletvekili Sayın Aytuğ Atıcı konuşacaklar.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 21 Temmuz 2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararıyla ülke
genelinde ilan edilen ve devam etmekte olan olağanüstü hâlin 19 Temmuz
2017 Çarşamba günü saat 01.00den geçerli olmak üzere üç ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerine
Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına söz almış bulunuyorum. Darbelere
gerçekten karşı olan, darbeleri kişisel çıkarları,
parti çıkarları ya da zümresel çıkarları uğruna
kullanmayan milletvekillerini de saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bir yıl önce
iktidarın eski ortakları bir darbe girişiminde bulundular. Bu
darbe girişimi Atatürkün laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olarak
tanımladığı Türkiye Cumhuriyetine karşı
yapılan hain bir saldırıydı. Bu saldırıda
başta Türkiye Büyük Millet Meclisi ve tüm demokratik güçler direnmiş
ve darbe başarılı bir şekilde ve kısa sürede,
Sayın Başbakanın açıklamasına göre on beş saatlik
gibi kısa bir sürede püskürtülmüştür. Yani bu hain darbenin
engellenmesini hiçbir kişi, hiçbir kurum, hiçbir kuruluş, hiçbir
zümre tek başına sahiplenme cahilliğini göstermemelidir. Sivil ve
asker demokrasi yanlısı tüm güçler bu onurlu direnişin bir
parçası olmuştur. Bu onurlu direnişin parçası olan millet,
darbeciler karşısında ayağa kalkmış ve maalesef
250 şehit ve yaklaşık 2.200 gazimiz oluşmuştur.
Şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum, gazilerimize de minnet
duygularımı ifade ediyorum. Bununla birlikte, gerek şehitler
gerek gaziler gerekse milletvekilleri arasında ayrım yapanları
da şiddetle kınıyorum. 15 Temmuz alçak, hain darbe kalkışmasında
şehit olan ile 30 Ağustosta ya da vatanı için herhangi bir günde
şehit olan bir askerimiz, güvenlik görevlimiz arasında hiçbir fark
olmamalıdır ama sizler, özellikle Hükûmet 15 Temmuz şehitleri
benim şehidimdir. mantığıyla bu şehitlerin özlük haklarını
da, bu şehitlerin itibarlarını da sanki diğer
şehitlerden daha farklıymış gibi göstermeye
çalıştınız ve şehitlerimizin onurlu, şerefli
gururlarını incittiniz. Bu yetmedi, gaziler arasında da
ayrım yaptınız, 15 Temmuz gazileri sanki -tırnak içinde-
sizin gazilerinizdi de başkaları sanki başkalarının
gazileriymiş gibi. Bu da yetmedi, darbe gecesi burada olan milletvekilleri
arasında da ayrım yaptınız. 15 Temmuz özel oturumunda bir
de baktık ki masalarımızın üzerinde bir çanta, açtık
içini baktık, güzel albümler hazırlanmış ve 15 Temmuz
gecesi burada olan, şu kürsüde oturan milletvekilleri arasında hiçbir
muhalefet partisinin milletvekilini koymadınız, açıkça
koymadınız. Sadece ve de sadece ertesi gün burada yapılan
açıklamalarda Sayın Genel Başkanımız albümde yer
aldı ama o gece burada bombalara direnen, yüreğini, bedenini, her
şeyini bu Mecliste feda etmeye hazır olan diğer milletvekilleri,
AKP milletvekilleri dışındaki bütün milletvekillerini yok
saydınız. Yani bu size ne kazandırdı, bir tarafınız
mı büyüdü, şerefiniz mi yükseldi, ne oldu? Millete öyle bir mesaj
vermeye kalktınız ki Bakın, ha, darbeyi biz engelledik. Kim
yutar bunu ya? Sadece ve de sadece kendinizi biraz daha aşağı
seviyeye çektiniz, bu onurlu, bu şerefli direnişi lekelediniz.
İşte, bu yüzden şehitler, gaziler, milletvekilleri, kısaca
herkes arasında ayrım yapmaya başladınız.
Evet, darbenin üzerine inşa edilen bir sistemle
devleti yönettiğinizi zannediyorsunuz. Bu hain darbeyi fırsata
çevirmeye çalıştınız, bunu ben söylemiyorum. Daha bombalar
yağarken, Sayın Başbakan acaba hangi tüneldeydi bilinmezken,
sayın bakanlar acaba neredeydi, bunlar bilinmezken Cumhurbaşkanı
bir tek cümleyle aslında bu darbenin ne olduğunu bize net bir
şekilde anlatmıştı. O hain darbenin yapıldığı
gece saat 04.00te Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: Bu darbe Allahın
bize bir lütfudur. Şimdi, Allahın size bir lütfu olarak
gördüğünüz bu darbeyi acaba sonuna kadar kullandınız mı?
Etinden, sütünden, kılından, tüyünden, her şeyinden
yararlandınız mı? Fırsata çevirdiniz mi? Evet. Sorun da tam
burada, tam da sorun burada işte. Yani şurada olağanüstü hâl
ilan etmeye çalışırken Adalet Bakanının bu kürsüye
gelip Değerli arkadaşlar, biz üç aylığına
olağanüstü hâl ilan edeceğiz ancak bunun üç ay süreceğini de
tahmin etmiyoruz. Üç aydan daha kısa bir süre içerisinde evelallah bu
işi halledeceğiz. Bir tek kanun hükmünde kararname çıkararak biz
bu işi çözeceğiz. diye söz verdi.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Aynen öyle, aynen.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Şimdi üzerinden
bir yıl geçti, her üç ayda bir uzatıyorsunuz. Bakın, onur, şeref,
haysiyet hepimiz için çok önemlimdir ama siyasetçiler için çok daha fazla
önemlidir. O gün burada bu sözü veren Adalet Bakanı, Hükûmet temsilcisi
acaba ne düşünüyordur? Vay efendim, biz bunun bu kadar derin
olduğunu bilememiştik. Ee, bilemediysen konuşma o zaman.
Bilemedik ne demek? Bu FETÖcüleri devletin içerisine ben mi yerleştirdim?
Bu FETÖcüleri askerin içerisine ben mi yerleştirdim? Bu FETÖcüler
hakkında onlarca rapor hazırlandığında bunları görmezden
gelip Hayır. deyip bunların bankalarının kurdelesini ben
mi kestim?
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Kitaplar
yazıldı hocam, kitaplar.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Bunların
okulları çok iyi okullardır, hatıra paralar basalım
olimpiyatları için. diyen ben miydim? Sizdiniz. Sizdiniz beyler. Hangi
adamı nereye koyduğunuzu en iyi bilen sizdiniz. Onun için de
onları nereden, hangi delikten çıkaracağınızı
biliyordunuz. Onun için de size üç ay yeterdi aslında ama fırsat o
kadar hoşunuza gitti ki bu sefer darbeyi kullanmaya kalktınız.
Öyle hoşunuza gitti ki darbe, öyle hoşunuza gitti ki olağanüstü
hâl, başladınız olağanüstü hâl nedeni
dışında işlerde olağanüstü hâli kullanmaya.
Anayasamız emrediyor, diyor ki: Bir ülkenin başına olağanüstü
bir hâl gelebilir -olabilir, Allah göstermesin ama olabilir- böyle bir durumda
olağanüstü hâl ilan edebilirsiniz. Ancak yapacağınız
iş ve işlemler sadece ve sadece olağanüstü hâle neden olan
işler için geçerlidir. Siz ne yaptınız? FETÖyle mücadele
edeceğim. diye kalktınız, üniversitelerdeki rektörlük seçimini
kaldırdınız. Çok hoşunuza gitti değil mi? Ne
yaptınız? Kış lastiği uygulaması getirdiniz.
Evlilik programlarına el attınız. Efendim, sağlıkla
ilgili güzellik merkezlerinde sağlıkçı olsun mu, olmasın
mı diye birtakım kararnameler çıkardınız. Ya,
ayıptır! Biz güçlü bir ülkeyiz, biz büyük bir devletiz, biz
Anayasayla yönetiliriz. Anayasa size emrediyor, siz Anayasanın
emirlerini bırakın dinlemeyi, ayaklarınızın
altına alıp da çiğniyorsunuz ve daha sonra da diyorsunuz ki: Biz
güzel işler yapıyoruz.
Bakın, şimdi, size bir paragraf
okuyacağım. Acaba bu paragrafı kim söylemiş?
Olağanüstü hâl ilanının amacı, ülkemizde demokrasiye,
hukuk devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine
yönelik bu tehdidi ortadan kaldırmak için gereken adımları en
hızlı, en etkin şekilde atabilmektedir. Bu uygulama kesinlikle
demokrasiye, hukuka, özgürlüklere karşı değildir; tam tersine,
bu değerleri koruma ve güçlendirme amacına yöneliktir. Kim söylüyor
bunu? AKPnin Genel Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan söylüyor.
Ne zaman söylüyor? Tam da OHAL ilan edileceği zaman söylüyor. Kelimelere
bakıyorum, cümlelere bakıyorum, OHAL ilan edilmeyecek olsa mükemmel
ama bunları yapabilmek için on beş sene iktidarda kalan bir
iktidarın, bir partinin bunları beceremeyip arkasından
olağanüstü hâl ilan edip bunları yapacağını söylemesi
bence tam bir komiklik, tam bir rezalet. Siz olağan koşullarda ülkeye
bu değerleri, hak, özgürlük, insan haklarını
getirmemişseniz, şimdi bana kalkmışsınız
diyorsunuz ki: Olağanüstü hâlde bunu yapacağız ve biz bunu tek
seferde çıkarıyoruz. Hani sizin verdiğiniz söz? Hani söz
ağızdan çıkardı? Hani söz senetti? Hani bizim namusumuz,
onurumuzdu? Ne oldu arkadaşlar? Nasıl oldu da biz bu durumlara
düştük?
Şimdi, bir başka söylem getireceğim
size, bir başka paragraf okuyacağım. Bakın, OHALi
nasıl kullanmışsınız. Diyor ki şahıs: Ben
buradan başta devlet olmak üzere, işverenlerimize sesleniyorum.
Zamanın behrinde söylemiş. Ne olur ücret takdirini yaparken
işçinin alın terinden sömürmek suretiyle kazanma
anlayışını bir kenara koyun. Ne kadar güzel değil mi,
altına imza atarım. Bilin ki işçinin alın terinin
hakkını vermek sizin bereketinizi daha da artıracaktır,
sizi daha da zengin kılacaktır. İşçilerin ücretleri ve
sosyal hakları kısıtlanarak işçiyi, iş kazaları
ve meslek hastalıklarından koruyacak önlemleri almayarak kazanç olmaz
ve o kazanç bize göre haramdır. Doğru, altına imza atarım.
Aynı şahıs, yani Tayyip Erdoğan bugün iş
adamlarına ne diyor? Ne konuşuyorsunuz siz ya, işte ne güzel
OHAL var. Bak, işçilerin grevini engelledik. Her şey tıkır
tıkır yürüyor. Allahınızdan daha ne istiyorsunuz? Yani
işçinin alın terini gasbettiğini ve grevleri OHALin
arkasına sığınarak engellediğini açıkça itiraf
ediyor.
Yahu arkadaşlar, bakın, ben Recep Tayyip
Erdoğana hiç oy vermedim, hiç vermedim.
İnsanlığını bilmem ama yönetim tarzını da
hiçbir zaman beğenmedim, hiçbir zaman da onaylamadım ama milletimiz
oy verdi, Cumhurbaşkanı yaptı, tamam. Anayasa
sınırları içerisinde kaldığı sürece
başımın üstünde yeri var ama bu ülkenin sadece ve de sadece bir
kısmının Cumhurbaşkanı değil, bütün ülkenin
Cumhurbaşkanı olmak zorunda. Fakat, Tayyip Erdoğan bunu elde
ettiği hâlde, elinin keskin kısmıyla ülkeyi âdeta ikiye
bölercesine bir kısmını dışlamış durumda,
bir kısmını tamamen ötekileştirmiş durumda.
15 Temmuz kutlamaları yaptınız,
anmaları yaptınız; şehitleri, hep beraber andık
şehitlerimizi. Milletin 15 Temmuzunda elbette buradaydık,
sarayın 15 Temmuzunda yoktuk, olmayacağız da. Orada
Cumhurbaşkanı diyor ki: Biz 250 şehit verdik,
karşılığında 50 milyonun hayatını
kurtardık. Tekrar söylüyorum sayın grup başkan vekili: Deminki
konuşmamızdan yaklaşık iki üç saat geçti, hâlâ bir
düzeltme, bir tekzip yok, gelmeyecek de, görün bakın, görün bakın!
Eğer ben hekimsem ve Sayın Cumhurbaşkanını analiz
edebiliyorsam o dudakların arasından Ben yanlış
söylemişim, 50 milyon değil, 80 milyon demek istiyordum. cümlesini
duymayacaksınız. Ha, duymak istemeyen namerttir kendi adıma ama
duymayacaksınız. O yüzden, kiminle karşı karşıya
olduğunuzu lütfen herkes dinlesin, anlasın.
Bakın, veriler bana ait değil, Adalet
Bakanlığı diyor ki: Biz, 169.013 şüpheli hakkında
işlem yaptık. 169 general tutuklandı. Kim koydu bu generalleri
oraya arkadaşlar? 7.098 albay ve alt rütbe, 8.815 Emniyet mensubu,
toplamda 50.510 kişiyi tutukladık. diyor. Bunların içerisinde
24 vali var. Kim atadı bu valileri ya, kim atadı? Bunların
içerisinde 73 vali yardımcısı var, hepsi FETÖcü. Kim atadı
bunları? Bunların içerisinde, bakın, 1 değil, 10
değil, 116 kaymakam var, FETÖcülükten içeri atılmış
bunlar; Adalet Bakanı söylüyor bu rakamları. Bunları kim
atadı oraya? Şimdi, eline silah alıp milletine, Meclisine
kurşun sıkan insanlarla elbette hesaplaşacağız, en
ağır şekilde bedellerini ödeteceğiz ancak elinize makas
alıp da kurdelesini kestiğiniz bankaya gariban vatandaş para
yatırdı diye içeri attığınızda
karşınızda bizi bulacaksınız arkadaşlar.
Alkışlarla açtığınız okullara
çocuklarını gönderdi diye içeri attığınız
insanlar sizin yarın karşınızda dikilecek, yanlarında
bizi bulacaklar. Ne gariptir değil mi? Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
sosyal demokratlar olarak bir ömür verdik FETÖyle mücadeleye, bir ömür; daha
siz üç gündür mücadele ediyorsunuz. Bir ömür verdik Fetoşçularla mücadele
etmeye. Şimdi gün geldi, adaletin kantarını bozdunuz ve o kantar
şimdi FETÖcüleri tartıyor. Beraberce bozdunuz o kantarın
ayarını siz. Adaletin dengesini bozdunuz, şimdi o adalet
dağıtamayan kantar FETÖcüleri tartıyor ve ne gariptir ki yine
biz, demokrasiyi içine sindiren insanlar size diyoruz ki: Kardeşim, eline
silah alanları veyahut da kalem alıp da darbeyi teşvik edenleri
veyahut da cebinden para ödeyip darbeyi teşvik edenleri beraber
yakalayalım ama bunun dışındakilere
yaptığınız her hukuksuz uygulamada
karşınızda bizi bulacaksınız. Ne garip bir tarihin cilvesi
bu ya? Bir ömür veriyoruz FETÖ'yle mücadele etmeye, şimdi FETÖcüleri,
haksız yere, hukuksuz yere onlara inananları
yargıladığınız, yok ettiğiniz için biz onlara
Ya, hukuk içinde kalacaksınız sayın Hükûmet çünkü hukuk içinde
kalmaz iseniz devlet olmazsınız, örgütten bir farkınız
olmaz. Her koşulda adalet içinde olacaksınız. demek zorunda
kalıyoruz. Aynı şekilde, Tayyip Erdoğanın fikirlerini
hiç beğenmediğimiz hâlde Ya, adam bir şiir okudu diye hapse
atılmaz. diye karşı çıkan bizler, Tayyip Erdoğanın
o hakkını savunma sorumluluğunu hissettik. Aynı
sorumluluğu size de hissedeceğiz, merak etmeyin.
FETÖ'yle el ele verip zamanında bu
kantarın ayarını bozdunuz. Umarım bu kantarın
ayarı düzeldikten sonra kantar sizleri tartar, umarım. Bunun için çok
geç değil. Biz el ele verip adaletin dengesini kurabiliriz. Ha, eğer
Hayır. derseniz o zaman bozduğunuz kantar sizi de tartacak.
İşte, bunun için biz tam yirmi beş gün yürüdük, tam yirmi
beş gün hak, hukuk, adalet diyerek. Önce dediniz ki: Ya, bunlar iki
adım yürür, sonra araçlara biner. Kaç kişi bunların
peşine takılır? dediniz. Yüz binler o yürüyüşe adım
attı ama bir saat ama yirmi beş gün. Yüz binler o yürüyüşe
adım attı; hiçbirisi cebine para almadı, hiçbirisine herhangi
bir vaatte bulunulmadı. Ne bulunacağız ki, biz muhalefet
partisiyiz zaten. Ve inanın, oraya gelen insanların yüzde 90dan daha
fazlası kişisel olarak bir adaletsizliğe
uğramamışlardır, sadece ve de sadece sizin yüzünüzden
adaletsizlikle yargılanan insanların haklarını, hukuklarını
korumak için orada bulunuyorlardı.
Ve geldik mitingimize, o kadar çok insan hak,
hukuk, adalet diye bağırdı ki elbette ki bunlar sizi ve sizin
gibi düşünenleri, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere,
korkuttu. Kendi ağzıyla Maltepe Meydanına 2 milyon kişi
sığar, biz böyle meydanlar yaptık." diyen
Cumhurbaşkanı orayı Cumhuriyet Halk Partisi doldurduğunda
170 bin kişi gelmiş ya." dedi. Ya, insan biraz
ağırlığını hissettirir, sen
Cumhurbaşkanısın ya, biraz
ağırlığını hissettirir insan, biraz susar bazen
ama konuştukça elbette ki kendi açıkları, kendi defektleri
ortaya çıkıyor.
Yaptığınız hukuksuzluklar
nedeniyle 25 kişi intihar etti. Bakın, aynı hukuksuzluklar
Ergenekon ve Balyoz dönemlerinde de oldu. O zaman da sizler o davaların
savcılarıydınız. Daha sonra Pardon ya, yanlış
yapmışız." dediniz. Şimdi yani bu kadar kısa
zaman geçtiği hâlde hiç ders almamışçasına aynı
şekilde bu davaların savcılığına soyundunuz.
Yarın, bu kadar insanın ahı inanın sizi vuracak. Yol
yakınken adaleti hep birlikte tesis etmek mecburiyetindeyiz.
İşte bunun için olağanüstü hâl kaldırılmalı,
işte bunun için ben tam bir yıldır sakalımın her
teliyle sizinle mücadele ediyorum, gittiğim her yerde bunu söylüyorum, her
teliyle her gün mücadele ediyorum, umarım bu mücadelem uzun sürmez.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Atıcı.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Ankara Milletvekili Sayın Fatih Şahin konuşacak.
Buyurun Sayın Şahin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA FATİH ŞAHİN
(Ankara) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
olağanüstü hâlin üç ay daha uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün 17 Temmuz 2017, Fetullahçı terör örgütünün
15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden tam bir yıl geçti. O gece
Fetullahçı terör örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri içerisine
sızmış teröristleri, peygamber ocağı Türk Silahlı
Kuvvetlerinin şerefli üniformasını üstlerine geçirerek ve
kirleterek milletimizin vergileriyle alınan tankları, topları,
tüfekleri, uçakları, helikopterleri, mermileri aziz milletimize
doğrulttular, bir darbe teşebbüsünde bulundular, o gece
yaşananlar yalnızca bir darbe teşebbüsü, darbe girişimi
değildi, o gece yaşanan aynı zamanda bir işgal
girişimiydi. O gece yaşanan aynı zamanda ülkemizi
sömürgeleştirme teşebbüsüydü. O gece yaşanan devletimizi bölme,
milletimizi parçalama girişimiydi. Bu Fetullahçı mankurtların
maşa olarak kullanıldığı son Haçlı Seferiydi
aynı zamanda ancak o karanlık gece, bu toprakların seçimle
iş başına gelen ilk cumhurbaşkanı,
Başkomutanımız, 15 Temmuzun başgazisi
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğanın
çağrısı ve riyasetiyle, Meclis Başkanımızın
kararlı duruşu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapılarını
açmasıyla, Sayın Başbakanımız Binali
Yıldırımın dirayetiyle ve aziz milletimizin feraseti ve
cesaretiyle 16 Temmuz sabahında aydınlığa
kavuşturulmuş oldu. O gece her mezhepten, her meşrepten, her
siyasi görüşten, her dünya görüşünden, her yaşam tarzından,
her bölgeden vatanseverin yüreği bir attı, beraber attı. Türkü,
Kürtü, Lazı, Çerkezi, Romanıyla, Alevisiyle Sünnisiyle,
doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisiyle birlik ve
beraberlik içerisinde o geceyi, o gece yaşanan darbe teşebbüsünü
püskürttük. O gece âdeta 1071de yaşanan Malazgirtti, o gece âdeta 29
Mayıs 1453tü, o gece yaşanan Çanakkale Zaferiydi, Kutülamareydi,
Kurtuluş Savaşıydı. O gece aziz milletimizin her bir ferdi
Ulubatlı Hasan oldu, Seyit Onbaşı oldu, Nene Hatun oldu, Kara Fatma
oldu ve Fetullahçı terör örgütünün bu toprakları kirletme
girişimine engel oldular. Gerekli cevabı aldılar. Hainler,
işgalciler, darbeciler, bölücüler, sömürgeciler, Haçlılar, bir kez
daha, bin yıldır olduğu gibi güçlü bir şekilde
cevaplarını aldılar.
Ben, bu vesileyle, başta 15 Temmuz
direnişinde hayatını kaybeden 250 şehidimize, vatan
savunmasında ebediyete irtihal eden bütün şehitlerimize Yüce
Allahtan rahmet diliyorum; makamları, dereceleri ali olsun. Bütün
gazilerimize hayırlı, sağlıklı uzun ömürler diliyorum;
tedavisi devam edenlere acil şifalar diliyorum. Gazilerimizden ebedî âleme
göçmüş olanlara da Yüce Allahtan rahmet diliyorum.
Evet, 15 Temmuz 2016da nasıl şanlı
bir direniş sergilediysek seneidevriyesinde, 15 Temmuz 2017de de birlik
ve beraberlik içerisinde tüm yurtta, 81 ilde, 950 ilçede ve yurt
dışında birçok noktada etkinlikler gerçekleştirdik.
Şehitlerimizi, gazilerimizi andık; millî birlik ve
beraberliğimizi daha da pekiştirdik. Bir haftaya yayılan ve 15
Temmuz gecesi doruk noktaya ulaşan etkinliklere
katılımlarıyla anlam kazandıran aziz milletimizin her bir
ferdine millî iradenin tecelligâhı olan bu çatı altından bir kez
daha minnetlerimizi ve şükranlarımızı ifade etmek istiyorum.
Ve PKK tarafından aracı tarandıktan
sonra kaçırılan ve şehit edilen öğretmen Necmettin
Yılmaza da Allahtan rahmet diliyorum. Bütün terör örgütlerinin terörünü
ve o aziz, gencecik öğretmenimizi şehit eden PKK terörünü bir kez
daha lanetliyorum. Ailesine, maarif camiamıza ve aziz milletimize
başsağlığı diliyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Başbakanlık tezkeresi, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararıyla ülke
genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139 sayılı Kararı
uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin Türkiye Büyük Millet
Meclisine arzını ihtiva etmektedir.
Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum ki
olağanüstü hâl ne bugüne kadar sadece Türkiye Cumhuriyeti devletinde
uygulanmıştır ne de bundan sonra da yalnızca Türkiye
Cumhuriyeti devleti tarafından başvurulacak bir yol ve yöntemdir.
Olağanüstü hâl ülkemizde ilk defa 1987 yılında
uygulanmış ve çeşitli defalar tekrar edilerek
uzatılmıştır. İktidarımızla birlikte
olağanüstü hâl uygulamasına bu topraklarda son verilmiştir.
Yine, 2004 yılında, özellikle Anayasanın 15inci maddesinde
olağanüstü hâlde uygulanabilecek tedbirlerle ilgili olarak kişi hak
ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasına dönük
birtakım iyileştirmeler yine AK PARTİ iktidarları döneminde
gerçekleştirilmiştir.
Bu millet, bu devlet geçmişte çok
ağır bedeller ödeyerek bugüne gelmiştir. Milletimiz 1923te
kurduğu cumhuriyetini her türlü bedeli ödeyerek, her türlü şer güçten
kurtararak bugüne kadar taşımış ve Türkiye Cumhuriyeti
devletini 21inci yüzyılın en güçlü, en büyük, en iddia sahibi devletlerinden
birisi hâline getirmiştir ama maalesef milletin iradesi ve egemenliği
zaman zaman müdahalelerle, zaman zaman darbe teşebbüsleriyle, işgal
girişimleriyle, vesayet teşebbüsleriyle hep engellenmeye
çalışılmıştır; millet iradesi inkıtaya
uğratılmış, demokrasi rafa kaldırılmış
ve sıklıkla da rafa kaldırılma teşebbüsleri
yaşanmıştır.
Bu topraklarda 27 Mayıs darbesini, 12 Mart
muhtırasını, 12 Eylül darbesini yaşadık, 28
Şubatta postmodern bir darbe yaşadık. Yine
iktidarlarımız döneminde değişik desise ve entrikalarla
darbe teşebbüsleriyle karşılaştık. 27 Nisanda ilk kez
bu topraklarda e-muhtıraya sivil irade tarafından cevap
verildiğini gördük. 17-25 Aralıkta, özellikle Emniyet ve yargı
içerisine çöreklenmiş Fetullahçı terör örgütü mensupları
tarafından, seçilmiş Hükûmete karşı bir darbe
teşebbüsünde bulunulduğunu gördük. Ama bu milletimiz her zaman
iradesine sahip çıkmıştır, egemenliği üzerinde
oluşturulmaya çalışılan ipoteklere, ayağına
bağlanmaya çalışılan prangalara asla fırsat
vermemiştir. 1960tan, 1971den, 1980den, 28 Şubatlardan, 27
Nisanlardan, 17-25 Aralıklardan gerekli dersleri alarak, o acı
hadiselerin hatıralarını zihinlerinde ve yüreğinde
yaşatarak 15 Temmuz gecesinde bir kahramanlık destanına imza
atmıştır.
15 Temmuzda belki bu toprakların, bu
coğrafyanın, bu tarihin o güne kadar gördüğü en kanlı, en
vahşi, en kalleş, en hain darbe teşebbüsünün ve işgal
girişiminin yaşandığını hep birlikte üzülerek
gördük ve şahit olduk. Ankaramız, başkentimiz de o kanlı
gecenin en kanlı sahnelerinin yaşandığı şehrimiz
olmuştur çünkü darbeciler şunu çok iyi biliyorlardı ki Ankara
düşerse Türkiye düşer. Ancak başta Ankaralılar olmak üzere
seksen bir vilayetimizdeki bütün vatansever halkımız sokaklara,
meydanlara, alanlara çıkarak darbecilere gerekli cevabı vermişlerdir.
İşte o günden sonra devlet yönetiminin olağan şartlarda
idaresinin devam ettirilmesi mümkün olmayacağı için, bu mücadelede
olağan yöntemler yeterli olmayacağı için, daha hızlı,
daha etkin, daha faydalı sonuçlar elde edebilmek için olağanüstü hâl
uygulamasının tatbikinin zaruret olduğu milletimiz
tarafından kabul edilmiş, dillendirilmiş ve ilan edilen
olağanüstü hâl bir hüsnükabul görmüştür.
Zaten olağanüstü hâl, Anayasanın 120 ve
121inci maddelerinde ifade bulan anayasal ve meşru bir yönetim
tarzıdır; bir haktır, bir görevdir ve aynı zamanda
iktidarlar için bir vazifedir, ödevdir. Bu ülkenin, bu milletin
yaşadığı onca sıkıntılara
bakıldığında Olağanüstü hâl şimdi ilan
edilmeyecek, şimdi uygulanmayacak, Anayasanın 120 ve 121inci
maddelerine şimdi işlerlik kazandırılmayacak da bu ne zaman
yapılacak? diye akıllara çok haklı ve doğru bir soru
gelmektedir.
Değerli milletvekilleri, olağanüstü hâlle
ilgili ortaya konulan gerekçelere baktığımızda, özellikle,
ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyada çok farklı kaos, kriz ve
iç savaşlarla mücadele edildiğini ve bölgenin yeniden
şekillendirilmeye çalışıldığını
görmekteyiz. Bölgede âdeta bir istikrar adası olarak yükselen Türkiyenin
etrafında çok büyük acıların, ızdırapların,
elemlerin yaşandığını görmekteyiz. Türkiye Cumhuriyeti
devletinde yaşayan 80 milyon olarak sorumluluğumuz, yalnızca
kendi sınırlarımızla mahdut değildir. Bütün
mazlumların, bütün mağdurların, bütün mustazafların, bütün
muhacirlerin, gözünü Türkiyeye diktiğini ve buradan yükselecek güçlü,
yüksek bir ışığa umutlarını, ümitlerini
bağladıklarını görmekteyiz. İşte ülkemizin
etrafında yaşanan bütün bu hadiseler, bütün terör olayları,
bütün uluslararası gelişmeler, olağanüstü hâlin sürekliliği
konusunda bizleri icbar etmektedir. Onun ötesinde, ülkemizin içerisinde
yuvalanmış terör örgütleriyle mücadelenin de bu şekilde, buna
eklemlenerek topyekûn yok edilmesine katkı sağlayacak olağanüstü
hâl rejiminin tatbiki, ayrı bir zaruret doğurmaktadır.
Dünyanın hiçbir ülkesi, bu kadar farklı ve
çeşitli terör örgütüyle mücadele durumunda bulunmamaktadır. Bir
taraftan PKK, bir taraftan DAİŞ, bir taraftan Fetullahçı terör
örgütü, bir taraftan DHKP-C, ülkemizi âdeta bir akrep gibi sarmış
bulunmaktadır. Bütün bu terör örgütleri, terör ahtapotunun farklı farklı
kollarını ihtiva etmekte, farklı farklı kolları
anlamına gelmektedir. Terör bir ahtapot olarak, Türkiyemizi sıkma,
boyunduruk altına alma ve yutma gayreti içerisindedir. Hepsinin amacı
ve yönetildiği odak noktası tektir. Bütün bu terör örgütleriyle hangi
mezhepsel saikle olursa olsun, hangi etnik saikle, hangi bölücü saikle hareket
ederse etsin, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak ilkesel, doğru ve dik bir
duruş sergiledik, bundan sonra da sergilemeye devam edeceğiz.
Bu duruşumuz doğrultusunda mücadelemizi de
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sürdüreceğiz. Mevcut
tehlikenin tamamen bertaraf edilmesi anlamında bu badireden süratle, daha
hızlı bir şekilde kurtulabilmek anlamında
Anayasamızda var olan, Anayasamızdaki şartlarını
farklı ve geçerli olarak gördüğümüz, hem de toplumsal anlamda
meşruiyeti tartışmasız olan olağanüstü hâlin yine
somut gerekçelerle bir kez daha uzatılması, ülkemizin terörle mücadelesi
konusunda çok önemlidir diye düşünmekteyim.
Saygıdeğer milletvekilleri, PKKyla
mücadelede kararlı ve başarılı adımlar
atmaktayız. Terör örgütleri, köşeye sıkıştıkça
can havliyle sivilleri vurmakta, siyasetçilere suikastlar düzenlemektedir ancak
asla başarılı olamayacaklardır. Ben buradan Aydın
Muştunun, Deryan Aktertin, Ahmet Budakın, Orhan Mercanın ve
son olarak PKK terör örgütü tarafından şehit edilen Van Özalp
İlçe Başkan Yardımcımız Aydın Ahinin
ruhlarını şad etmek istiyorum, emanetlerine sonuna kadar sahip
çıkacağımızı ifade etmek istiyorum.
Dün, Tuncelide şehit edilen
öğretmenimizin acısını haykıran Tuncelili CHP İl
Başkanının haykırışını çok haklı
ve yerinde bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. Siyaset kurumuna yönelik
saldırılar karşısında da siyaset kurumunun bir bütün
olarak mücadele etmesi gerektiğini ve dik bir duruş sergilemesi
gerektiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Terör örgütlerine hiçbir şey demeyen, mesafe
koymayanların millet ve tarih önünde asla affedilmeyeceklerini burada
sizlerle paylaşmak istiyorum. FETÖ, DEAŞ, PKK, terör örgütüdür. diyemeyenler,
o örgütlerin destekçisidir, en az o terör örgütleri kadar sorumlusudur ama
herkes bilsin ki sırtını terör örgütlerine dayayanlar,
milletimizden gerekli cevabı alacaklardır. OHAL uygulaması,
terörle, teröristle hızlı mücadele imkânı sağlamaktadır.
Vatandaşımızın günlük hayatına ve haklarına
yönelik sınırlayıcı bir etkisi asla
olmamıştır, olmayacaktır. Geride
bıraktığımız bir yıllık tecrübe de bizlere
bunu göstermiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bilindiği üzere, olağanüstü hâl, dünyanın
neredeyse bütün demokratik ülkelerinde başvurulan, anayasalarında yer
alan yönetim usullerinden birisidir ve hangi şartlarda
uygulanacağı anayasalarda belirtilmiştir. Bizim
Anayasamızda da buna 120 ve 121inci maddelerde yer verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geldiğimiz noktada, terörle ve teröristle mücadelenin
devam ettirilmesi ve bunun kesintiye uğratılmaması için
olağanüstü hâlin bir kez daha üç aylığına uzatılmasının
ihtiyaç ve zaruret olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
yaklaşık bir haftadır 15 Temmuz münasebetiyle düzenlenen
etkinlikler vesilesiyle şehitlerimizin aileleriyle, gazilerimizle bir
araya gelmekteyiz. İlk önce Fetullahçı terör örgütü mensupları
tarafından ifade edilen, özellikle yurt dışındaki
uzantıları tarafından dillendirilen kontrollü darbe
söyleminin, bütün aziz halkımızı ve özellikle de şehit
ailelerimizi, gazilerimizi yaraladığını ifade etmek
isterim. Öyle inanıyorum ki şehitlerimizin ruhuna da bu kontrollü
darbe iftirası acı vermektedir. Üstelik, bu kontrollü darbe
ithamının, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında
dillendirilmesi, ithamı büyük bir bühtandır, büyük bir
iftiradır. Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında
kurulmuş olan araştırma komisyonuna bu kontrollü darbe
iftirasının dercedilmiş olması, aziz milletimize büyük bir
hakarettir, şehitlerimizi ve gazilerimizi inkâr etmektir, 15 Temmuzun
FETÖyle ilgisini, irtibatını örtmek, kesmek ve perdelemek
amacından başka hiçbir amaç taşımamaktadır. Eğer
teröristbaşı Fetullah Gülen, 15 Temmuz özel oturumunda burada bir
konuşma yapsaydı Ana Muhalefet Partisi Genel
Başkanının yaptığı konuşmanın hiç
şüphesiz ki aynısını yapardı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu konuda aziz milletimizin
duyduğu ızdırabı da ben burada bir kez daha dillendirmek
istiyorum.
Fetullahçı terör örgütü, 1960larda ortaya
çıkmış ve elli-altmış yıldır devlet
içerisinde örgütlenmiş bir yapıdır. Sadece sağ iktidarlar
döneminde değil, sol iktidarlar döneminde de güçlenmiş ve
büyümüştür. Çeşitli dönemlerde iktidar ortağı olan
Cumhuriyet Halk Partisi de FETÖyle mücadele konusunda hiçbir adım
atmamıştır; kıldan tüyden mücadelelerini bir kenara koyarak
bunu ifade etmek istiyorum. Az önce milletvekilimiz Sakalımın her
bir teliyle mücadele ediyorum. dedi. Biz canımızla,
kanımızla, halkımızla, milletimizle yürütüyoruz bu
mücadeleyi, kıldan tüyden bir mücadeleden bahsetmiyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunlarla, bu Fetullahçı terör
örgütüyle mücadele etme iradesini ilk ve tek ortaya koyan iktidar AK PARTİ
iktidarı olmuştur. Fetullahçı terör örgütüyle mücadele eden ilk
Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan olmuştur. Dün kimin kiminle olduğu konuşulabilir,
tartışılabilir ancak asıl önemli olan, bugün kimin kiminle
olduğu, kimin kimin yanında durduğudur.
Kimin darbeci teröristler için ana kuzuları
dediğini çok iyi biliyoruz. Kimin Fetullahçı terör örgütünün
karargâhı pozisyonundaki yayın organlarına gidip
ağladığını çok iyi biliyoruz. Kimin Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesinde Fetullahçı terör örgütünün yöneticileriyle
buluştuğunu çok iyi biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayacaksınız herhâlde.
Bir dakika süre veriyorum size.
FATİH ŞAHİN (Devamla) Bu vesileyle,
terörle mücadeledeki kararlılığımızın, irademizin
sürdürülmesi anlamında olağanüstü hâlin üç ay daha
uzatılmasının bir ihtiyaç ve zaruret olduğu
düşüncesini sizlerle bir kez daha paylaşıyor, aziz milletimizi
ve aziz milletimizin siz kıymetli temsilcilerini saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Şahin.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök, sizi dinliyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) Efendim, Sayın Şahin
konuşması sırasında Genel Başkanımıza da
atfen ağır söylemlerde ve ithamlarda bulundu. Onlara bir cevap vermem
gerekiyor benim.
BAŞKAN Buyurun, iki dakika. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET MUŞ (İstanbul) Ne dedi Sayın
Gök, hangisini eleştiriyor? Kıldan tüyden ona mı diyor? Niye
cevap alsın?
IX.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ankara Milletvekili Levent Gökün,
Ankara Milletvekili Fatih Şahinin (3/1167) sayılı
Başbakanlık Tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında CHP Grup Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son derece talihsiz ve yersiz bir konuşma
dinledik Sayın Şahinden.
ZEKİ AYGÜN (Kocaeli) Hep siz iyi
konuşuyorsunuz.
LEVENT GÖK (Devamla) Tabii, Sayın Şahin,
Genel Başkanımıza atfen şunu söylüyor, diyor ki: FETÖ
konuşsa sayın ana muhalefet partisi liderinin konuştuğu
gibi konuşur. Siz herhâlde Fetullah Güleni herkesten iyi biliyorsunuz,
ne konuşacağını iyi biliyorsunuz ama Fetullah Gülenin ne
konuştuğunu
Bilmiyorum, davaları takip ediyor musunuz, darbe
ana çatı davasında Fetullah Gülenin şu ifadeleri zapta geçti
Sayın Şahin ve AK PARTİ yöneticileri ve Sayın Bakan:
Fetullah Gülen Sakın Cumhuriyet Halk Partisini ve özellikle Kemal
Kılıçdaroğlunu iktidara getirmeyin, onlara iktidar teslim
etmeyin. Ne yaparsanız yapın, onları engelleyin. diyor, Fatih
Şahin.
Yani, ömrü boyunca Fetullah Gülen gerçeğini
anlatan bir partinin mensupları olarak, gerçekten içinde bulunduğumuz
bu durumu
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Birgül Ayman
Güler ne demiş, Birgül Ayman Güler?
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya)
Danışıklı dövüş, danışıklı.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
LEVENT GÖK (Devamla)
hayretle
karşılıyoruz değerli arkadaşlarım.
Keşke Cumhuriyet Halk Partisinin tüm
söylemlerini, o günkü tüm iddialarını dinleseydiniz de o gün Meclisimizin
üzerine bombalar yağmasaydı, 250 şehidimiz olmasaydı.
Bunların hepsinden sizler mesulsünüz. Cumhuriyet Halk Partisi
anlattı, siz dinlemediniz; Cumhuriyet Halk Partisi anlattı, Fetullah
Gülenin evine gittiniz, diz çöktünüz Pensilvanyada.
ZEKERİYA BİRKAN (Bursa) O yüzden mi
17-25 Aralıkta Fetullahı ziyaret ettiniz, Amerikaya gittiniz?
LEVENT GÖK (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi
anlattı, tıpkı Darbe Komisyonu Başkanının
televizyonlarda şimdi ortaya dökülen iddiaları gibi, AK
PARTİnin tüm yöneticileri, hizmet hareketinin birer üyesidir. diyor.
Değerli arkadaşlarım, siz önce bir ne
olduğunuza karar verin, hasmınızı ve FETÖye
karşı mücadelede taraf olacaklarınızı iyi seçin. Bunu
yapamadığınız için hâlâ battıkça batıyorsunuz ve
gittikçe akıl almaz iddialarda bulunuyorsunuz. Bu iddiaların tümünü
reddediyoruz, biz FETÖyle mücadeleyi kendimize şiar edinmiş bir
partiyiz.
SUAT ÖNAL (Osmaniye) İcraatta görelim,
icraatta.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) Daha dün kol kola
yürüdünüz, yapmayın ya. Daha dün yürüdünüz kol kola.
LEVENT GÖK (Devamla) - Bu gerçeği görseniz de
böyleyiz, görmeseniz de böyleyiz ama sizler göremediğiniz için devletimizi
bir darbeyle karşı karşıya getirdiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
LEVENT GÖK (Devamla) - Bunun da sorumlusu
sizlersiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Gök.
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
1.- Başbakanlığın,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı
Kararıyla ülke genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139
sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü
hâlin, 19/7/2017 Çarşamba günü saat 01.00den geçerli olmak üzere üç ay
süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1167) (Devam)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, (3/1167)
sıra sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde grup
konuşmaları sona ermiştir.
Şimdi aynı tezkere üzerinde
şahıs adına görüşmeleri dinleyeceğiz.
İlk olarak Ankara Milletvekili Sayın
Levent Gök konuşacak, şahsı adına. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır Sayın Gök, buyurun.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bir an önce kaldırılacağı
vaadiyle huzurumuza getirilen ama bir yıl sonra tekrar uzatılan
olağanüstü hâl tezkeresi hakkında şahsım adına görüşlerimi
ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi sevgiyle
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; keşke devlet aklı, yerli yerinde olsa ve devlet
aklı, her türlü kırgınlığın,
kızgınlığın ötesine geçebilse; keşke devlet
aklı, bir gün söylediğini ertesi gün kendisi tekzip etmese. Türkiye,
15 Temmuz darbe girişimi gecesinde bir travma yaşadı, biz de bu
olayı değerlendirip, Meclis Başkanının da Meclis Genel
Kurulunu açtığı bize bildirilince derhâl buraya geldiğimiz
zaman, Sayın Nurettin Canikli ve pek çok arkadaşımızla
beraber o gün burada bombaların altında göğsümüzü siper ederken
Sayın Meclis Başkanı geldi bizi kürsüden ayakta
karşıladı, sarıldı bizlere, yanaklarımızdan
şapır şupur öptü, AK PARTİ milletvekilleri öptü, sabaha
kadar buradaydık. E, o gün iyiydik değerli arkadaşlarım.
Ertesi gün, akıbeti belli olmayan bir darbe girişiminde Cumhuriyet
Halk Partililer göğüslerini siper etmişler, hayatlarını
ortaya koymuşlar, ailelerimiz televizyonlardan Meclise bombalar inince
hepsi heyecan içerisinde, babaları, çocukları görev yapıyor diye
Meclisin içerisinde. E, o gün ölemez miydik hepimiz? Ölürdük; bizler de
ölürdük, sizler de ölürdünüz. Darbe başarılı olsaydı
hepimizin akıbeti ne olurdu? Sizin için neyse bizim için de o olurdu.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Yok ya, onlara bir
şey olmazdı ya.
LEVENT GÖK (Devamla) O gün iyiydik değerli
arkadaşlarım, o gün iyiydik, o gün her şey iyiydi. Sayın
Canikli, Sayın Bekir Bozdağ, herkes bizlerle kol kola, tarihî bir
günde önemli bir siyasetçi sorumluluğunu yerine getiriyoruz. Değerli
arkadaşlarım, siyasette her şey mümkündür ama nankörlük mümkün
değildir, nankör olmayacağız bir kere, hepimiz birbirimizin ne
yaptığını bileceğiz. Eğer burada bizler
bombaların altında olmasaydık, belki bizlere bir şeyler söyleyebilirdiniz
ama biz de o gün göğsümüzü siper ettik. Doğru mu? Doğru. Nankör
olmayacağız değerli arkadaşlarım, birbirimizi
sırtımızdan vurmayacağız.
Hemen arkasında, bir parlamenter demokrasiye
vurgu yapan, bütün partilerin katıldığı bildiri okundu bu
Mecliste ertesi gün. E, sonra beş gün sonra karşımıza
olağanüstü hâl çıktı. Dedik: Yapmayın, gerek yok. Biz ne
gerekiyorsa bu konuda her türlü desteği vermeye hazırız. Darbe
önlenmiş. Dediler ki: Olağanüstü hâl bize lazım. Kim dedi?
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş dedi ki: Merak
etmeyin, olağanüstü hâli kırk-kırk beş gün içerisinde
sonuçlandıracağız. değerli arkadaşlarım,
kırk-kırk beş gün, Durum vahim. dediler. Olağanüstü hâl
geldi, Adalet Bakanı çıktı bu kürsüden konuştu, dedi ki:
Biz sizden sadece üç aylığına süre istiyoruz. Sayın
Canikli, üç aylığına. Üç aydan daha önce, kısa bir sürede
sonuçlandıracağız. Belki olayın özelliğinden
dolayı makul olabilirdi ama Anayasamızın 2nci maddesi, hukuk
devleti ilkesinden bahsediyor, hukuki öngörülebilirlik. Bir Başbakan
Yardımcısı kalkıyor kırk beş gün diyor, Adalet
Bakanı kalkıyor üç ay diyor, toplumu bu şekilde ikna
ediyorlar, sonra art arda gelsin uzatmalar, gitsin uzatmalar. Değerli
arkadaşlarım, bu, devlet aklıyla bağdaşır
mı? Siz öngöremediğiniz bir tabloyla
karşılaşmışsınız, bunu baştan öyle
ifade etmiyorsunuz, sonra arkadan dolanarak diyorsunuz ki
Karşılaştığımız tehlike büyük, biz daha
bunun belini kıramadık. E, bir yıl geçti. Bir yılda siz
daha devlet aygıtında bunları çözemediyseniz gerçekten vahim bir
tablo var değerli arkadaşlarım, vahim bir tablo var.
Şimdi, böyle bir ortamda Sayın Caniklinin
bir açıklaması çıktı geçtiğimiz aylar içerisinde:
Olağanüstü hâli kimse hissetmedi. diyor Sayın Canikli. Sayın
Canikli, siz hissetmemiş olabilirsiniz ama bakın, dünyadaki tüm
kuruluşlar; Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği
Türkiye
İlerleme Raporunda Türkiyede olağanüstü hâlin ilanından sonra
neredeyse her alanda gerileme var. deniyor. Buna ne diyeceksiniz? Yani, hadi
yurttaşımız hissetmiyor, siz hissetmiyorsunuz, e, herkes
hissediyor, bütün dünya hissediyor. Türkiye, interneti özgür olmayan ülke
kategorisine düşürülüyor, Avrupa Konseyinden Ankaraya ihlaller
uyarısı geliyor. Yine, Sınır Tanımayan Gazeteciler,
Cumhurbaşkanının aksine, Türkiyede 100den fazla medya
mensubunun hapiste tutulduğunu söylüyor. Avrupa Konseyi Türkiye,
demokrasi liginde küme düşebilir. diyor. Yine, Sınır Tanımayan
Gazeteciler Türkiyedeki gazeteciler korku ikliminde yaşıyor.
diyor. Avrupa Konseyi Türkiye, otokrasiye sürükleniyor. diyor. Bunları
insanlar yaşıyor değerli arkadaşlarım. Türkiyede
korkmayan, sindirilmeye çalışılmayan insan mı kaldı
Allah aşkına?
FETÖyle mücadele böyle yapılmaz değerli
arkadaşlarım. FETÖyle mücadele, FETÖyle başından beri,
daha siz FETÖyü savunduğunuz zaman bu kürsülerde, hakaret ederek bizlere
cevap verdiğiniz zamanlarda, onlarla mücadele eden partilerle, sivil
toplumla dayanışma içerisinde olur. Biz bu kürsüden
bağırmışız FETÖyle mücadele edin. diye, AKP
sözcüleri Fetullah Gülen iyi bir insandır, ona iftira atıyorsunuz.
demişler. Biz demişiz ki Fetullah Gülen çetedir. diye, AKP
sözcüleri bize kalkmış demişler ki Yahu nereden
çıkartıyorsunuz? Fetullah Gülen çete değildir, o, dünyaya ve
Türkiyeye hizmet eden iyi bir adamdır. Bir AKP sözcüsü kalkmış
demiş ki: Fetullah Güleni çete olmaktan kurtaran kararın
arkasında AKP var. Ben bunların hangi birini anlatayım size.
Pensilvanyaya koşa koşa giden AKPliler, ondan emir alan AKPliler,
onun talimatlarıyla hareket eden AKPliler, Pensilvanyadaki kişiyle
banka açan kişiler, okul açan kişiler, okulların adlarına
eşlerinin adını veren belediye başkanları, parsel
parsel satan belediye başkanları
Daha bu hesaplaşmayı
yaptınız mı değerli arkadaşlarım?
Yanlış yoldasınız, yanlış yoldasınız.
Bakın, şimdi, bir komisyon kuruldu,
olağanüstü hâl mağdurlarını inceleyecek. Bir hesap
yaptık değerli arkadaşlarım, bu komisyonun her bir
kişiye ayıracağı süre yedi dakika. Mağdur olan bir
kişinin başvurusu olacak, o komisyon ancak yedi dakika süre
ayırabiliyor. E, böyle bir tablo iyi bir tablo değil, böyle bir
tablodan sağlıklı sonuçlar çıkmaz değerli
arkadaşlarım. Yaratılan mağduriyetlerin farkında
değilsiniz. Yaratılan mağduriyetler o denli büyük ve
ağır ki toplumda derin bir travma var. Ben pek çok AK PARTİli
milletvekili arkadaşımın da bu konulardan mağduriyet
yaşadığını biliyorum yani kendilerine de
mağduriyetlerin iletildiğini biliyorum. Şimdi, bunları
önlemek demokrasi içerisinde olur, insan hakları çerçevesinde olur.
Mağduriyetler genişlediğinde bu FETÖyle mücadele sulanır,
FETÖnün kendisi de bir taban bulur ve daha vahim tehlikeler olabilir değerli
arkadaşlarım. Eğer haksızlığa uğradığını
düşünen bir kişi varsa o da haksızlığa karşı
bir tepki vermek için beklenmedik işler içerisinde kendisini bulabilir.
Bunları yapmayın, bunlardan kaçının, haklı olarak
uyarıyoruz. Darbeyi kim gerçekleştirmişse, 250 şehidimize
kim bombalar yağdırmışsa, 2 bin üzerindeki gazimizi kim
yaralamışsa hepsinin yakasından tutup hesaplarını
soralım. Bunları mutlaka yapalım, yapmazsak zaten devlet
olamayız. Ama değerli arkadaşlarım Türkiye bir daha
darbeleri tartışmasın. derken şu düştüğümüz
tabloya bakın. Bir 15 Temmuz gününde dahi ayrıştık. Böyle
mi FETÖyle mücadele edilir? FETÖ şimdi oturduğu yerden kıs
kıs gülüyor. Meclis Başkanı bir gün bir davetiye gönderiyor,
Siyasi parti liderleri konuşacak. Telefonda konuşuyoruz Meclis
Başkanımızla, On dakika konuşacaksınız. diyor
Sayın Meclis Başkanı, hatta Ulustan beraber yürüyelim
yağan yağmurda. diyor Ben de Sayın Meclis Başkanına
Efendim o yağan yağmurda biz olmayız, o iş FETÖcülerin
işi, siz bizimle yürüyün ama bizden size zarar gelmez. diyorum, anlaşıyoruz,
davetiyeler geliyor. Ee, ne oluyor? Kemal Kılıçdaroğlunun
konuşması ortaya çıkınca bir devlet aklının
çöktüğünü, bir devletten aşiret devleti anlayışına
geldiğimizi görüyoruz. Sonradan Davetiyeyi değiştiriyoruz,
genel başkanların konuşması yok. Genel
başkanlarımızın konuşması olsa ne olacak? Niye
rahatsız oluyorsunuz? 15 Temmuzda hani beraber olacaktık, niye
ayırdınız? Türkiye 80 milyon mu 50 milyon mu? Değerli
arkadaşlarım bir ona karar verelim önce.
Ha, bir de şuna karar verelim, Sayın
Canikli bu konuda sizden bir cevap bekliyorum. Bakın, 15 Temmuzda
TBMMdeki protokolde şeref locasında oturanları görünce bir AK
PARTİli milletvekili bugün bir yazı kaleme aldı. Aynen okuyorum
ve cevap bekliyorum. Diyor ki: 15 Temmuz gecesi meydanda olmayan o zevat,
bakıyorum, protokolde en önde. FETÖ muhibbi ve destekçisi olan o
birilerinin, sırf eski devlet görevlerinden dolayı
halkımızın karşısında, protokolün en ön
saflarına oturtulduğunu görmek fena hâlde canımı
yakıyor. Bir AK PARTİli milletvekili söylüyor değerli
arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, hangi FETÖ? Kim
FETÖcü, kim değil?
Değerli arkadaşlarım
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
LEVENT GÖK (Devamla) Bir dakika,
toparlıyorum.
BAŞKAN Bir dakikada tamamlayın lütfen
Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Devamla) Ve bir AK PARTİli
milletvekilinin 15 Temmuz anma törenlerinde gece- protokolün içinde FETÖyle
irtibatlı kişiler olduğunu söylemesi benim içimi
acıtıyor değerli arkadaşlarım, bilmiyorum sizin de
acıtıyor mu? Bence acıtması lazım, üzerinde
konuşmak lazım, üzerinde tartışmak lazım. Bence,
Sayın Canikli herhâlde bu FETÖcüler kimdir diye bir açıklama
yapacaktır. FETÖcüler nasıl olur da protokolün en önüne
gelmiştir, biz bunun siyasi açıklamasını bekliyoruz
değerli arkadaşlarım. FETÖyle mücadele ediyoruz. diyerek,
olağanüstü hâl ilan ederek eğer bir yıl sonra FETÖcüleri
protokolün önüne oturtacak hâle gelmişseniz vay hâlinize değerli
arkadaşlarım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Gök.
Şimdi, Hükûmet adına
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Başkan,
az önce AKPli hatip sakalımdan bahsederek bir sataşmada bulundu; iki
dakika söz istiyorum.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Ne demiş
Hocam sakalına?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sataşmayla
ilgili Levent Bey söz aldı efendim.
BAŞKAN Biliyorum, Sayın Gök bu konuyla
ilgili
LEVENT GÖK (Ankara) Ben Genel
Başkanımıza atfen sataşmadan dolayı söz aldım;
hâliyle sakalı olan ben olmadığım için arkadaşı
bekledik.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Hayır, sakala
bir şey söylemedi efendim, sakala bir şey demedi.
BAŞKAN Siz OHAL bitene kadar
sakalımı kesmeyeceğim. dediniz, ona atfen de kendisi FETÖyle
mücadele böyle olmaz. dedi. Bunda bir sataşma görmüyorum Sayın
Atıcı.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Efendim, hem sataşmadır
hem de sakalımı niçin bıraktığımı da
anlamamış. Olabilir, anlamayabilir ama ben sakalımı
olağanüstü hâl uygulamaları için bıraktım
BAŞKAN Evet, bunu söylediniz.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
ama bunu bir FETÖ
mücadelesine çevirmişler, hem sözlerimi çarpıttılar hem de bir
sataşmadır. İki dakikada özetlemek istiyorum.
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın
Başkan, sakalla ilgili bir şey söylemedi.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Ağır
sataştı Başkanım, bakarsanız.
BAŞKAN - Müsaade eder misiniz, ben Sayın
Atıcıyla konuşuyorum.
Sayın Atıcı, yerinizden söz vereyim
size, bu açıklamayı yapın.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Tamam.
BAŞKAN Buyurun, bir dakika.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
20.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcının, Ankara Milletvekili Fatih Şahinin (3/1167)
sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu
adına yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlar, hani derler ya Söylediklerimin bir cümlesini
anlamış, onu da yanlış anlamış. diye, keşke
benim yaptığım eleştirilere cevap verselerdi. Ben
olağanüstü hâl süresince sakalımı kesmeyeceğimi ve
olağanüstü hâli ilan edenlere ve uzatanlara tepki gösterdiğimi, protesto
ettiğimi söyledim; sakalımın her teliyle bu mücadeleyi
verdiğimi ifade ettim. Ha, kendileri Fetullah Gülenle olan mücadelede
kanlarını, canlarını verdiklerini ifade ediyorlar.
Konuşmamda da çok üstüne basa basa söyledim; bu, bir kişiye, bir
gruba, bir partiye münhasır bir şey değildir, orada akan kan,
AKPlilerin kanı değildir. Oradaki mücadele, herhangi bir zümrenin
bireyinin, ferdinin kanı değildir. Topyekûn mücadele edilmiştir.
Bu mücadeleye herkesin saygı duyması gerekir. Benim de sakalıma
baktıklarında utanmaları yeter.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Atıcı.
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
1.- Başbakanlığın,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı
Kararıyla ülke genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139
sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü
hâlin, 19/7/2017 Çarşamba günü saat 01.00den geçerli olmak üzere üç ay
süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1167) (Devam)
BAŞKAN Şimdi Başbakan
Yardımcısı Sayın Nurettin Canikli, Hükûmet adına
konuşacak.
Süreniz yirmi dakika.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, OHAL, 20 Temmuz 2016da uygulamaya konuldu ve
üç ay süreyle bir kez daha uzatılması talebiyle yine yüce Meclisin
karşısındayız.
Şimdi, tabii, doğal olarak OHAL konusu,
bütün boyutlarıyla konuşuluyor, tartışılıyor,
değerlendiriliyor, öyle de olması gerekiyor, doğrusu da bu. Ama
belki çok fazla detaylı bilgiye hâkim olamamaktan kaynaklı, zaman
zaman, OHAL ilanı ve yürütülmesiyle ilgili, amaç dışı
değerlendirmeler yapılabiliyor. Olabilir yani ama bizim de görevimiz,
bu eksik bilgilerin tamamlanmasını sağlayarak
Ne yapmaya
çalışıyoruz, ne yapıyoruz Hükûmet olarak, OHALin
uzatılma gerekçeleri nedir ve hangi amaçla, hangi hassasiyetle, hangi
saikle yürütülüyor bu çalışma ve mücadele, onları
olabildiği ölçüde ayrıntılı bir şekilde arz etmeye
çalışacağım.
Bugüne kadar
Tabii, OHAL ilanı, 15 Temmuz hain
kalkışmasının hemen akabinde uygulamaya konuldu. 15 Temmuz
sonrasında Türkiyede oluşan o tabloyu bir canlandırmaya, göz
önüne getirmeye çalıştığımızda , hakikaten çok
karanlık, çok vahim bir fotoğrafın, tablonun, olaylar zincirinin
ve hedefin, hedeflerin olduğunu görürüz. Öncelikle şunu belirtmekte
fayda var: 15 Temmuz kalkışması, esas itibarıyla küresel
ölçekli bir projedir. O projenin realize edilmesinde içeride görev alan FETÖ de
dâhil olmak üzere hepsi birer piyon ve maşadır. Küresel ölçekli çok
büyük bir projedir ve aslında silsile olarak son yıllarda hayata
geçirilmeye çalışılan projelerin devamı mahiyetindedir,
daha büyük boyutlu, daha sert olanıdır; öyle tanımlamak
gerekiyor. Temel hedef de, Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenliğini,
bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü
ortadan kaldırmayı hedefleyen küresel ölçekli bir projedir.
15 Temmuzun hemen sonrasında Türkiye tam bir
yangın yerine dönmüştür. Gerçek anlamda, genel asayiş, genel
güvenlik artık büyük oranda ortadan kalkma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır Türkiyede. İnsanların,
bütün toplumun can güvenliği dâhil olmak üzere, nizamın ve düzenin
sürdürülmesi noktasında da çok ciddi olumsuz bir tablo ortaya
çıkmıştır. OHAL böyle bir ortamda ilan edilmiştir, böyle
bir ortamda OHAL uygulamasına başvurulmuştur. OHAL esas
itibarıyla tabii anayasal bir müessese, bunun da altının
çizilmesi gerekiyor. Yani OHAL mekanizması Anayasa dışı,
hukuk dışı bir düzen, bir sistem, bir uygulama değildir,
Anayasada belli şartlar oluştuğunda ilan edilmesi hakkı,
imkânı verilen bir uygulamadır, anayasal bir uygulamadır. Böyle
bir ortamda olağanüstü hâlin ilan edilmesi son derece doğaldır,
gereklidir ve şarttır; bütün şartları oluşmuştur,
fazlasıyla oluşmuştur 15 Temmuz sonrasında. Esasında,
bakın, evet, doğru, bugüne kadar, aşağı yukarı
bir yıllık bir zaman dilimi içerisinde OHAL uygulaması söz
konusu ve bugüne kadar bu uygulamalar neticesinde özgürlük alanı
daraltılan, temel hak ve hürriyetlerinin kullanılması
sınırlandırılan, engellenen, ertelenen hiçbir kişi
yoktur. OHAL uygulaması nedeniyle, hiç kimse bu anlamda bir olumsuz
etkilenmeyle karşı karşıya kalmamıştır.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) Grev yapmak
engelleniyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, Olağanüstü Hal Kanunu var
biliyorsunuz, 1983 yılından beri uygulanan. Esas itibarıyla
olağanüstü hâl, temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasında, askıya
alınmasında, ertelenmesinde hükûmete inanılmaz yetkiler veren
bir düzenlemedir. Bakın, olağanüstü hâlin...
Şunu da hemen söyleyelim: AK PARTİ
hükûmetleri iktidara geldiğinde yürürlükten kaldırılan OHAL
uygulaması ile son bir yılda yürütülen OHAL uygulaması
arasında dağlar kadar fark vardır. Bunu daha iyi anlayabilmek
için, bahsettiğim 2935 sayılı OHAL Kanununun, Olağanüstü
Hal Kanununun nasıl yetki verdiğini, önemli olanlarını
birkaç cümleyle sizinle paylaşmak istiyorum. Bu çerçevede olağanüstü
hâl ilan edilmesi hâlinde hükûmet, sokağa çıkmayı
sınırlandırabilir, yasaklayabilir. Hükûmet, gazete, dergi,
broşür, kitap, el ve duvar ilanı ve benzerlerinin
basılmasını, çoğaltılmasını,
yayımlanmasını ve dağıtılmasını,
bunların olağanüstü hâl bölgesi dışına -eğer
bölge olarak ilan edilmişse- çıkarılmasını, girmesini
vesaire yasaklar, gerekirse bunları toplar, toplatır.
Söz, yazı, resim, film, plak, ses ve görüntü
bantlarını ve her türlü yayını denetleyebilir,
gerektiğinde kayıtlayabilir, sınırlandırabilir veya
yasaklayabilir. Hassasiyet taşıyan kamuya veya kişilere ait
kuruluşlara ve bankalara, kendi iç güvenliklerini sağlamak için özel
koruma tedbirleri aldırabilir, bunların
artırılmasını isteyebilir. Her nevi sahne
oyunlarını ve gösterilen filmleri denetleyebilir, gerektiğinde
bunları durdurabilir, yasaklayabilir. Kapalı ve açık yerlerde
yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklayabilir,
erteleyebilir, izne bağlayabilir veya toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit
ve tahsis edebilir, izne bağladığı her türlü toplantıyı
izleyebilir, gözetim altında tutabilir, bu toplantıları gerekirse
dağıtabilir. İşçinin isteği, ahlak ve iyi niyet
kurallarına uymayan hâller, sağlık sebepleri, normal emeklilik
ve belirli süresinin bitişi nedeniyle hizmet akdinin sona ermesi veya
feshi dışında kalan hâllerde işçi
çıkartmalarını işverenin de durumunu dikkate alarak izne
bağlayabilir, erteleyebilir veya izin verebilir. Buna benzer, dernek
faaliyetleri, her dernek hakkında ayrı karar almak ve üç ayı
geçmemek suretiyle durdurulabilir.
Bugüne kadar, bir yıllık dönem içerisinde,
uygulama dönemi içerisinde Olağanüstü Hal Kanununun verdiği bu
yetkilerin hiçbir tanesi kullanılmamıştır, hiçbir tanesi.
Bu yönüyle bakıldığında, bildiğiniz, klasik anlamda
bir olağanüstü hâl uygulaması değildir. O nedenle
Başbakanımızın da ve diğer
arkadaşlarımızın da Olağanüstü hâli esasında
Hükûmet kendisine ilan etti. cümlesi bu şekilde anlam kazanıyor, bu
şekilde hüküm ifade ediyor. Çünkü olağanüstü hâl, esas
itibarıyla, bu özgürlük alanlarının daraltılmasına,
kişilerin kullandıkları temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasına imkân verdiği için
geçmişte kullanılmıştır, uygulanmıştır,
hayata geçirilmiştir ama bu dönemde bunların hiçbir tanesinde
sınırlandırıcı, tahdit edici bir uygulama söz konusu
olmamıştır. O nedenle, rahatlıkla söyleyebiliyoruz, OHALi
hiç kimse bu anlamda hissetmedi. Ne yaşam biçimi itibarıyla ne
düşünce itibarıyla bu özelliklerinden dolayı hiç kimseye
ayrıcalıklı, farklı bir muamele söz konusu
olmamıştır; bir daraltma, engelleme, sınırlandırma
söz konusu olmamıştır. Bunun aksini gösteren bir tane örnek
yoktur.
Genel uygulamalar çerçevesinde, daha önce, OHAL
ilanından önce de uygulanan birtakım düzenlemeler, kararlar, kurallar
söz konusudur, o çerçevede alınan kararlar, uygulamalar vardır ama
onun dışında, özel olarak son bir yıllık dönemde, OHAL
ilanının başladığı dönemden bugüne kadar, bu
anlamda herhangi daraltıcı bir düzenleme hayata geçirilmemiştir.
Bakın, Türkiyenin yangın yerine
döndüğü bir dönemde bu karar alındı. Hep konuşuluyor,
Fransada iki tane bomba patladı, aşağı yukarı iki
yıl olağanüstü hâl ilan edildi ve kasım ayına kadar devam
ediyor. İki tane bomba, hepsi bu kadar. Yani küçümsediğim için
söylemiyorum ama Türkiye'nin karşı karşıya
kaldığı tehditle kıyaslandığında,
arasında inanılmaz şekilde, kıyaslanamayacak kadar büyük
farkların olduğu da açık. O zaman da, şu an da Türkiye,
dünyanın en kanlı üç terör örgütüyle, destekçileriyle mücadele
ediyor, onlara karşı mücadele ediyor; sadece FETÖyle değil,
bölücü terör örgütü DEAŞla aynı şekilde. DEAŞ en büyük
zararı Türkiyeye vermiştir, en büyük saldırıyı
Türkiyeye yöneltmiştir; bunlar rakamlarla çok açık ve hâlen bu
mücadele devam ediyor. Dolayısıyla, olağanüstü hâlin ilanı
gerekliydi ve şu anda da bu mücadele bitmemiştir çünkü saldırılar
devam ediyor, hâlen hem içeride hem dışarıda bu terör
örgütleriyle, dünyanın en kanlı üç terör örgütüyle mücadele devam
ediyor. Dolayısıyla, olağanüstü hâlin ilanının
şartlarının oluşumuyla ilgili hiçbir tereddüt söz konusu
değildir. Biraz sonra uzatılmasıyla ilgili gerekçeleri ve
şartları da arz etmeye çalışacağım.
Bugüne kadar, peki, ne düzenleme yaptık yani ne
işe yaradı bu OHAL ilanı? Özellikle, FETÖ başta olmak üzere
terör örgütleriyle mücadelede nasıl bir imkân sağladı?
İddia edildiği gibi kötüye mi kullanıldı yoksa gerçekten bu
saldırıların ortadan kaldırılması için gerekli
olan etkin ve hızlı yönetim imkânının
oluşturulmasına katkı mı sağladı? Bakalım,
ne yaptık bu düzenlemelerle bugüne kadar?
Bugüne kadar OHAL çerçevesinde 26 tane OHAL
KHKsı çıkarıldı, yürürlüğe konuldu. Bunlardan
yaklaşık 5 tanesi Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi ve
yasalaştı.
Şimdi, bakın, darbe teşebbüsü
gerçekleşmiş. Türkiye, gerçek anlamda eğer çok kısa süre
içerisinde müdahale edilmezse, yerinde ve doğru kararlar alınmazsa
yani milletimizin ilk müdahalesinden sonra da gerekli müdahaleler
zamanında yapılmazsa ve terör örgütüyle, kalkışmayla özelde
bağlantısı olanlarla ilgili çok hızlı bir
şekilde, etkili bir uygulama yapılmazsa milletimizin ortaya
koyduğu o fedakârane kahramanlık, ortaya konulan kahramanlık ve
onun karşılığında ödenen bedel âdeta boşa
gitmiş olacak. Çok hızlı bir şekilde, ona sebebiyet
verenlerin ve o eylemi gerçekleştiren taşeron örgütün
bağlantılarının tamamıyla, çok kısa süre
içerisinde ortadan kaldırılması gerekir. Neden? Çünkü gerçekten,
toplumun, özellikle, kamunun bütün kılcal damarlarına kadar
işlemiş, çok güçlü bir karar alma ve uygulama mekanizmasına
sahip. Yani, yargısıyla, Emniyetiyle, üniversitesiyle, bütün
birimleriyle, hiç tahmin edilmeyen alanlarda yani Buralara girmemiştir.
ya da Buralarla çok ilgilenmemiştir. dediğimiz alanlar da dâhil,
kamuda ve özelde toplumun bütün kılcal damarlarına işlemiş
olan bir örgütün çok kısa sürede karar alamaz hâle getirilmesi ve finans
kaynaklarının kurutulması gerekiyor.
Bakın, şu ana kadar kamudan bu çerçevede
yaklaşık 111 bin kişi ihraç edildi. Yani,
ağırlıklı olarak FETÖ terör örgütüyle ve diğer terör
örgütleriyle de iltisak ve irtibatı tespit edildiği için 111 binden
fazla kişi kamudan ihraç edildi. İlk aylarda da, hatta, ilk
haftalarda da esas ağırlık o zaman çıkarılan kanun
hükmünde kararnameler ekinde gerçekleştirildi. Bu yapının, hiç
zaman kaybetmeden dağıtılması ve işler hâlinin ortadan
kaldırılması gerekiyordu. Aksi hâlde, bütün o verilen
mücadelenin boşa gitmesi gibi bir durum ve tehlike söz konusuydu. Mevcut
yasaların bize verdiği konvansiyonel yöntemlerle bu mücadelenin
etkili, hızlı bir şekilde yürütülmesi de hemen hemen
imkânsızdı. Bakın, teşebbüs yapılmış,
düşünün, darbe teşebbüsünde aktif olarak görev alanları, onlarla
bağlantı içerisinde olan kamu çalışanlarını
kamudan ihraç edebilmeniz için sizin çok ciddi bir süreci işletmeniz
gerekiyor. İlgili kurumların personel rejimlerini, işte, askerî
personel rejimini ya da diğer memurlar için 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu personel rejimini işletmeniz gerekiyor. Hele, böyle,
bu kadar sayıda
Çünkü örgütün ne kadar geniş bir alana
yayıldığını biliyoruz. Böyle bir süreci işleterek
onların tehlike olmaktan uzaklaştırılması bu yapı
içerisinde hemen hemen imkânsız ve mevzuat da müsait değil. Önce
hukukun oluşturulması, sürecin kısaltılması, daha
etkili hâle getirilmesi gerekiyor. O nedenle tam istediğimiz imkânı
bize OHAL ilanı ve buna bağlı olarak çıkartılan kanun
hükmünde kararnameler verdi. İlk adım olarak, bu ihraçların çok
hızlı bir şekilde sonuçlandırılabilmesi için, buna
yönelik olarak bir hukuk oluşturuldu. Bu düzenlemeden önce konusu suç olan
bir fiil ancak tespit edildiğinde, örgütle bağlantılı bir
suç fiil tespit edildiğinde ve Türk ceza mevzuatımıza göre de
suç olan bir fiil ancak ortaya çıkartıldığında
işlem yapılabilirdi, ihraç edilebilirdi. Yani örgüt üyeliği,
örgüte yardım ve yataklık etmek ya da buna benzer, aynı zamanda
suç olan bir fiil söz konusu değilse, tespit edilemiyorsa o zaman
bunların kamudan ihraç edilmesi ya da onlarla, örgütle
bağlantılı olduğu tespit edilen kuruluşların,
finansal destek sağlayan şirketlerin ortadan
kaldırılması, kapatılması kesinlikle söz konusu
değil. Bakın, irtibatı olduğunu biliyorsunuz, iltisakı
olduğunu görüyorsunuz, o şekilde kesin kararınız var ama
örgüt üyesi olduğunu ispat edemediğiniz için, bu düzenleme
yapılmamış olsaydı, bu düzenlemeler
yapılmamış olsaydı onların hiçbir şekilde kamudan
ihraç edilmesi mümkün değildi. Dolayısıyla ilk
yaptığımız düzenleme de buna ilişkin olarak hukuk
oluşturulması. Konusu suç olan, cezayı gerektiren fiiller
dışında, kamu açısından, devlet açısından,
devlete sadakat kuralına aykırılık teşkil edecek
şekilde terör örgütleriyle bağlantı içerisinde olan ya da
onlarla iltisaklı olan, emir ve talimatı devletin hiyerarşik
kademesinden, yapısından değil de başka yerlerden alan yani
devlete sadakat kuralını bozan bütün çalışanların
devletten çıkartılmasını sağlamak ve bunu talep etmek
devletin en temel hakkıdır ve uluslararası hukuk da buna imkân
sağlıyor. İlk örneği, benzer bir örneği, iki Almanya
birleştiğinde yaklaşık 500 binden fazla kamu
çalışanını, özellikle Doğu Almanya kadrolarında
çalışan kamu çalışanını bir günde kamudan ihraç ettiler,
bir günde bütün memuriyet ilişkisini sonlandırdılar; konu
AİHMe intikal etti ve AİHM Burada devlete sadakatsizlik vardır
ve devlet bu konuda kararı verebilir. dedi ve işlemi tasdik etti, bu
işlemi tasdik etti. Bir günde 500 bin kamu çalışanı...
Başka örnekler de var ama en ilginç olanlarından bir tanesi de bu.
Dolayısıyla, bu etkili mücadelenin yapılabilmesi için gereken
hukuk altyapısı ilk KHKyla hayata geçirildi. Nedir bu? Konusu suç
olmasa dahi terör örgütleriyle bağlantısı ve iltisakı olan
bütün kamu çalışanlarının kamudan ihraç edilmesinin önünü
açan düzenleme ilk KHKyla hayata geçirildi. Yani, terör örgütleriyle
irtibatı ve iltisakı olanlar, olduğu tespit edilenler başka
hiçbir işleme gerek kalmaksızın kamudan ihraç edildi. Bu
düzenleme olmasaydı bugün örgüt bütün kadrolarıyla kamuda yine etkili
olarak karar alabilir, uygulayabilir bir konumdaydı. Biraz sonra
ayrıntılarına geleceğim. Bunlar içerisinde
aşağı yukarı kamunun bütün unsurlarında bu örgüte
mensup kişilerin olduğu çok açık bir şekilde biliniyordu.
Aynı şekilde,
bakın ne yaptık bu KHKlarla yani olağanüstü hâlin verdiği
imkânları nasıl kullandık? Bir tanesi bu, hukuk oluşturduk,
kamudan temizlenebilmesi için. Bir de örgütün kriminalize olması, bu da
çok önemli ve geçerli mevzuata göre, hem evrensel mevzuata göre ve hem de bizim
iç mevzuatımıza göre, hukukumuza göre, kriminalize olmadan, terör
örgütü olduğuna ilişkin şartlar ortaya çıkmadan hiç kimseye
böyle bir suçlamada bulunamazsınız, hukukun üstünlüğü bunu
gerektirir. Yani, düşünün, bir yapı... Bugün de var, Türkiyede ve
dünyada, sivil toplum örgütleri var. Onlar şu anda... Ki belli bir
tarihten önce -bugün FETÖ terör örgütü aşağı yukarı benzer
bir yapıdaydı yani çok benzeyen bir yapıdaydı- on yıl
önce -örnek olarak söylüyorum- beş yıl önce -örnek olarak söylüyorum-
siz, bu emareler, işaretler ortaya çıkmadan, örgüt kriminalize
olmadan, örgüt olduğuna ilişkin emareler hukuki format içerisinde
tespit edilmeden hiçbir kuruluşa, kişiye Siz terör örgütüsünüz,
şiddet kullanacaksınız. diye suçlamada
bulunamazsınız, oradan yola çıkarak işlem tesis
edemezsiniz. Edebilir misiniz? Edemezsiniz. O nedenle, bu yapının
örgüt olarak nitelendirilmesinin önünü açan ilk hareketleri, ilk
kalkışmaları 17-25 hadiseleridir. Ondan önce de birtakım
işaretler var ama esas buradadır. Ama, burada bile yine, bu
olaylardan sonra, çok ciddi bir
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Bakan, size de bir dakika ek süre vereyim, tamamlayın lütfen.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ancak bu olaylar, işaretler
ortaya çıktıktan sonra terör örgütü kabul edilmiştir, yine,
hukuki standartlar ve kriterler çerçevesinde terör örgütü kabul
edilmiştir.
Şimdi, burada tartışılması
gereken nokta şu esas itibarıyla: Terör örgütü olduktan sonra, terör
örgütü olduğu kesin olarak hukuken tespit edilip ortaya konulduktan sonra
bu örgütle olan ilişkiler, bu başka bir şey, ama ondan önce
sivil toplum örgütünün ötesinde başka bir adla henüz daha
tanımlanmasının mümkün olmadığı dönemlerdeki
ilişkiler başka bir şey; ikisi çok farklı, biri terör
örgütüne destek vermektir kesinlikle. Terör örgütü olduğu tespit
edildikten sonra, ondan sonraki ilişkiler varsa -kimse, fark etmez,
kişi ya da kuruluş- ondan sonraki ilişkiler terör örgütüne
yardım ve destek ilişkisidir ve suçtur aynı zamanda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - O nedenle bu iki tarih arasındaki
farklı değerlendirme ya da yaklaşım arasında
dağlar kadar fark var.
Sayın Başkanım, birkaç dakika daha,
birkaç rakam vereyim en azından. Tabii, şimdi şeye de geçemedik
ama izin verirseniz
MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul)
Başkanım, iki dakika daha
BAŞKAN Peki, size iki dakika vereyim çünkü
altmış dakika konuşuldu aleyhine.
Siz de buyurun, tamamlayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bu mücadeleyi kolaylaştırmak için bir dizi
kararlar alındı -yani bunların, tabii,
ayrıntılarına şu anda girmeyeceğim- ve sonuç
itibarıyla bugüne kadar terör örgütünden yaklaşık -o rakamları
sizlerle bugün itibarıyla paylaşmak istiyorum- 111.240 kişi
ihraç edildi. Toplam kamuda çalışan sayısı 3 milyon 530 bin
31. Şimdi konuşuluyor, birtakım işte iddialar var,
mağduriyetler var. Önce şunu söyleyeyim: Kesinlikle bir
mağduriyet yok, kesinlikle. Bakın, şunu da biliyoruz, biliniyor:
Delillerle ispat edemiyoruz ama bugün kamuda ihraç edilenden daha fazla bu
örgüte bağımlı, bu örgütle irtibatlı ve örgütün
talimatlarını sorgusuz sualsiz yerine getirecek kadar hem kalbini,
ruhunu hem de aklını oraya teslim etmiş olan kamu
çalışanı olduğunu biliyoruz. Peki, neden işlem
yapmıyorsunuz? Çok güzel bir soru. Bu işlemi yaparken, kamudan ihraç
ederken birtakım kriterler belirlendi. Objektif, net, matematiksel
kesinlikte ve netlikte kriterler belirlendi. Onun dışında,
hiçbir şekilde, hiçbir subjektif faktör ihraçta bir araç olarak
kullanılmadı. Dolayısıyla kalanlar
Bakın, bunlardan
iz bırakanların, bu kriterlere takılanların tamamı,
kamudan -önemli bir bölümü de üst seviyede olanlar bunların- ihraç edildi.
İhraç edilmeyenler, iz bırakmamış. Örgütün bu yönünün ne kadar
güçlü olduğunu biliyoruz; özellikle kendini gizleme, kamufle etme ve
kripto olarak kalma yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu biliyoruz.
Bakın, biraz önce zikredildi, en son KHKda yaklaşık 7.400
kişi ihraç edildi. Bunların önemli bir bölümü kripto. Bilinen
kriterlerin hiçbirisine takılmamış yani okullarda
okutulmamış, byLock kullanmamış -kullananlar da var- ya da
buna benzer kriterlere takılmamış ama başka yöntemlerle,
farklı yöntemlerle o örgütle bağlantılı olduğu kesin
olarak tespit edilmiş olanlar hâlen çıkmaya devam ediyor. 7.400
kişi. Şu anda bile, o kararnamenin yayımından sonra dahi
yine kripto olanların
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Bakanım, konu önemli
olduğu için size son kez olarak iki dakika daha ek süre veriyorum.
Buyurun.
TANJU ÖZCAN (Bolu) Sayın Başkan, usulde
böyle bir şey var mı?
BAŞKAN Var.
Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bunlar, kripto olarak nitelenen 7.400 kişi,
o bildiğimiz klasik kriterlere takılmayanlar. Aynı şekilde
şu anda da bilmediğimiz yani isimlendirme noktasında
bilmediğimiz ama kesin olarak varlığına
inandığımız kripto örgüt mensuplarının
olduğunu biliyoruz kamuda ve diğer kuruluşlarda.
Dolayısıyla bu mücadele henüz bitmedi. Bu mücadelenin aynı
kararlılıkta, aynı ısrarda sürdürülmesi gerekiyor, bunun için
de OHALin verdiği bu imkânların, tamamen terör örgütüyle mücadele
anlamında verdiği bu imkânların kullanılmasına
ihtiyacımız var. Bakın, son kanun hükmünde kararnameyle ihraç
edilen 7.400 kişi örgüt mensubu onda en ufak bir problem yok;
bunların tamamı, örgütle bağlantısı olduğu kesin
olarak tespit edilen kişilerden oluşuyor. Şimdi, eğer bu
imkânlar olmasaydı, onların kamudan çıkartılması,
7.400 kişinin
Son kararnamede, ekinde yayımlanarak ihraç edilenler
için söylüyorum, eğer bu imkân olmasaydı, bırakın bu
kısa süre içerisinde, belki bir yılda, belki iki yılda biz o
mücadeleyi sonuçlandıramazdık, onların kamudan
ihracını gerçekleştiremezdik. Dolayısıyla, burada çok
hızlı hareket edilmesi gerekiyor, terör örgütünün bütün
unsurlarının, gizli kalmış ya da kalması muhtemel
bütün unsurlarının ortadan kaldırılması gerekiyor ve o
mücadelenin sürdürülebilmesi için de olağanüstü hâlin yeniden
uzatılması gerekiyor.
Aynı şekilde, bakın, finans
kaynaklarının kurutulması çerçevesinde de yine kanun hükmünde
kararnamelerdeki yetkiye dayanarak şu ana kadar 4 binden fazla, kırk yılda
oluşturdukları 4 binden fazla dernek, vakıf vesaire,
bunların tamamı kapatıldı ve varlıkları hazineye
irat olarak kaydedildi. Yani, eğer bu imkânlar olmasaydı,
onların normal hukuk sistemi içerisinde kapatılması,
varlıkların hazineye devredilmesi herhâlde on yıldan önce
sonuçlanmazdı, belki yirmi yıl daha sonuçlanmazdı;
dolayısıyla, terörle, terör örgütüyle etkili bir mücadele
olmazdı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) O nedenle, olağanüstü hâlin
uzatılmasının şartları bellidir.
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın Gök, sizi dinliyorum, buyurun.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
21.- Ankara Milletvekili Levent Gökün,
Başbakan Yardımcısı Nurettin Caniklinin (3/1167)
sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara)
Efendim, kayıtlara geçmesi açısından iki cümle söylemek için söz
aldım, teşekkür ederim.
Sayın
Canikli, Hükûmet adına konuşurken, Bu FETÖ terör örgütüyle mücadele
ederken bu terör örgütünün yani öyle bazı şeyleri olması
lazım ki, işte, onun üzerine gitmek lazım. gibi bazı
sözcükler söyledi. Ben Sayın Canikliye ve Hükûmete
hatırlatırım: 2004 yılında toplanan Millî Güvenlik
Kurulu FETÖnün üzerine gidilmesi konusunda bir tavsiye kararını
almıştır, ancak o zaman Hükûmet bu kararı yok hükmünde
saymıştır. Ayrıca, 2006 yılında
çıkartılan bir kanunla, cebir maddesi çıkartılmak
suretiyle Fetullah Gülen yargılandığı davalardan beraat
ettirilmiştir. Sayın Canikli bunları söylemiyor, işte, Bir
şeyler bilmemiz lazımdı. diyor. 2004 yılında Millî
Güvenlik Kurulu size söylemiş. Niye gereğini yapmadınız?
Bir başka
konu Sayın Başkanım: Sayın Canikli benim bir soruma cevap
vermedi. Bir AK PARTİli milletvekilinin bugün bir köşe
yazısını okudum. O AK PARTİli milletvekili, 15 Temmuzda
protokoldeki sırada FETÖcüleri görmekten kahrettiğini bugün yazarak
anlatıyor. Olağanüstü hâli ilan etmek için beni değil, önce AK
PARTİli milletvekilini ikna edin Sayın Canikli.
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Gök.
LEVENT GÖK
(Ankara) FETÖyle mücadelede, eğer mücadele ediyorsanız, o
FETÖcülerin şeref protokolünde ne işi var? Kimdi bunlar, kimdi
bunlar? Boşa konuşuyorsunuz. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Gök.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN
Siz mi cevap vereceksiniz? Yalnız, Sayın Canikli Hukuk yolları
içinde hareket etmemiz gerekirdi. şeklinde bir ifadede bulundu.
Biliyorsunuz, cezaların şahsiliği ilkesi vardır.
Dolayısıyla, Millî Güvenlik Kurulunda bu anlamda bir karar alınması
yargılamanın başlatılması sonucunu doğurmaz diye
düşünüyorum ben de bir hukukçu olarak. Bunu söylemek istedim.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) İdari anlamdadır Sayın Başkanım,
Millî Güvenlik Kurulu kararı idari anlamdadır.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN
Buyurun Sayın Canikli.
22.- Başbakan
Yardımcısı Nurettin Caniklinin, Ankara Milletvekili Levent
Gökün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Bahsedilen kararın içeriği konuştuğumuz
konularla hiç alakalı değil. Yani orada tabii çok farklı amaçla
alınmış bir karar var. Ayrıca, bizim şu an
LEVENT GÖK (Ankara) FETÖyle mücadele için
alındı o karar.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) - Evet. Çünkü bakın orada özellikle
muhafazakâr olarak görülen kişiler üzerine bir çalışma
yapılıyordu, bunu hep biliyoruz.
LEVENT GÖK (Ankara) Adı üzerinde, Fetullah
Gülen diyor Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Ve dolayısıyla o kılıf
altında böyle bir çalışmanın
yapıldığını herkes biliyor, bu sır değil.
Yani nitekim o dönemde özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinde
LEVENT GÖK (Ankara) Yani o kararı görmezden
geldiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun)
dinî hassasiyeti olan insanların -öncesi de
elbette dâhil- temizlenmesi noktasında çok özel çalışmalar
yapıldığını biliyoruz. Yani ona yönelik falan
değil, onunla hiçbir alakası yok; Fetullahçı terör örgütüyle
mücadele çerçevesinde alınmış veya o amaca yönelik bir karar
değil, sadece orada yani muhafazakâr olan insanların şeyden
temizlenmesi...
LEVENT GÖK (Ankara) Bizzat isim yazıyor
Sayın Canikli, bizzat isim yazıyor.
BAŞKAN Sayın Gök, lütfen
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Dolayısıyla bunun şu anda
konuştuğumuz konularla hiçbir alakası yok.
Bakın, terör örgütünün özellikle şiddet
yönü 15 Temmuzda ortaya çıkmıştır. Daha önce organizasyon
yönü ortaya çıktı, terör örgütü tanımı yapılabilecek
aşamaya geldi 17-25te, şiddet 15 Temmuzda ortaya çıktı. En
ufak bir tartışmaya, tereddüde mahal bırakmayacak netlikte
ortaya çıktı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın lütfen Sayın
Canikli.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkanım, burada önemli olan
şu: Bu artık en ufak bir tereddüdün hasıl
olmadığı bir aşamadan sonra terör örgütüyle mücadeleyi
kararlılıkla sürdürmek gerekiyor, herkesin sürdürmesi gerekiyor.
Birtakım mazeretlerle, Efendim, daha önce siz şöyle yaptınız,
bu böyleydi
Bırakın onları, önümüzde bir tehlike var, tehdit
var.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Niye
bırakacağız canım! Yalan mı söylüyoruz!
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Türkiye Cumhuriyeti devleti için tehdittir.
Dolayısıyla, hep birlikte, el birliği içerisinde bu mücadeleyi
birlikte yürütelim.
LEVENT GÖK (Ankara) Bunu
büyüttünüz, büyüttünüz Sayın Canikli, büyüttünüz.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
El ele verip Türkiyeyi mahvettiniz.
BAŞKAN Sayın
Atıcı, lütfen
BAŞBAKAN YARDIMCISI
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Yani birbirimizi suçlayarak, birbirimize
işte, Geçmişte şu yapıldı, bu yapıldı.
denilerek bu mücadele yürütülemez.
LEVENT GÖK (Ankara)
Büyüttünüz, himaye ettiniz, korudunuz, kolladınız.
BAŞKAN Dinliyorum ama,
lütfen.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Biz bu kararlılıktan hiç
taviz vermeyeceğiz, kim ne derse desin, sonuçta terör örgütünü ve tüm
terör örgütlerini hak ettiği yere göndereceğiz inşallah. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Hesap verin; taviz verin demiyoruz, hesap verin diyoruz.
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Canikli.
Sayın
Kerestecioğlu, buyurun.
Süreniz bir dakika.
23.- İstanbul Milletvekili Filiz
Kerestecioğlu Demirin, Başbakan Yardımcısı Nurettin
Caniklinin (3/1167) sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde
Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sayın Başkan, bir dakikadan da fazla verirsiniz
herhâlde çünkü bu konu önemliymiş ve sonsuz konuşma hakkı var
sanıyorum, o nedenle.
BAŞKAN Yerinizden açıklama yapıyorsunuz,
İç Tüzüke göre bir dakika vermek durumundayım.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Ben öncelikle bazı ifadelerin gerçekten ciddiyetle ele
alınması gerektiğini düşünüyorum. Bir kere, ihraç edilen
örgüt üyesi diye bir niteleme asla olamaz çünkü yargılandı mı
bu insanlar, cezaları kesinleşti mi ihraç edilenler örgüt üyesi
oluyorlar? Herhâlde, herkesten önce artık bu Meclisin bir masumiyet
karinesini öğrenmesi gerekiyor.
Onun dışında, şu anda
Diyarbakırda, son KHKyla ihraç edilenler, KESK üyeleri, bunu protesto
ediyorlar ve gözaltına alınıyorlar. Bunu da Meclisin bilgisine
sunmak isterim. OHALin insan hayatına, gündelik hayata hiç de öyle etki
etmediğini söylediniz ancak şu anda
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika daha ek süre veriyorum,
uzatmayacağım yalnız Sayın Kerestecioğlu. Lütfen
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul)
sizin de söz ettiğiniz 106 bin kamu
çalışanı KHKyla işten çıkarıldı ve
onların hâlen başvurabilecekleri bir yargı yolu yok. O komisyonun
nasıl çalışacağını da hâlâ bilemiyoruz. 7
kişiden oluşan bu komisyon Türkiyenin her yerine nasıl
yetişecek? 30 yayınevi kapatıldı, 86 belediye eş
başkanı tutuklandı, 178 medya kuruluşu kapatıldı,
basın-yayın kuruluşlarındaki 2.308 kişi işsiz
kaldı, 700ün üzerinde şirkete el kondu. Bunların on binlerce
çalışanı vardı Sayın Bakan. 778 basın kartı
da iptal edildi, hani sarı basın kartları aranıyor ya. O
yüzden bu insanlar da vatandaş diye ben hatırlatmak istedim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Akkaya, siz de bir talepte
bulunmuşsunuz.
Buyurun, bir dakika.
24.- İstanbul Milletvekili Yakup
Akkayanın, Başbakan Yardımcısı Nurettin Caniklinin
(3/1167) sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet
adına yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
YAKUP AKKAYA (İstanbul) Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Bakan
konuşmasında çok iddialı konuştu, dedi ki: Biz, OHAL
süresi içinde temel hak ve özgürlüklerle ilgili tek bir tane karar
almadık. Çok uzakta değil, daha ayın 13ünde, AKPnin Genel
Başkanı TOBBda yabancı sermayecilere konuşurken Biz
OHALi kullanarak grevleri, grev yapılmasını engelliyoruz.
dedi. Eğer OHAL olmasaydı işverenler rahat
çalışamazdı. diye daha ayın 13ünde söylemişti.
Bir ikinci hatırlatmam Sayın Bakana: Gene,
bu OHALin ilk aylarında -ilk yaptıkları iş- Anayasa
Mahkemesinin kararına rağmen, ulaştırma ve
bankacılık iş kolu grev kapsamı içindeyken grev
kapsamı dışına aldılar. Ne ulaştırmada ne
bankacılıkta herhangi bir grev yokken, işçilerin en temel hakkı
olan grevi yasaklamak temel hak ve hürriyetlerin içine girmiyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Ben de teşekkür ederim.
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
1.- Başbakanlığın,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı
Kararıyla ülke genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139
sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü
hâlin, 19/7/2017 Çarşamba günü saat 01.00den geçerli olmak üzere üç ay
süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1167) (Devam)
BAŞKAN Şimdi, şahsı adına
ikinci olarak Hatay Milletvekili Hacı Bayram Türkoğlu konuşacak.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan, sorulara cevap verebilir
miyim?
BAŞKAN Türkoğlu konuşsun, size söz
vereyim Sayın Bakan.
Buyurun Sayın Türkoğlu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HACI BAYRAM TÜRKOĞLU (Hatay) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21
Temmuz 2016 tarihli 1116 sayılı Kararıyla ülke genelinde ilan
edilen ve devam etmekte olan olağanüstü hâlin üç ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerine AK
PARTİ Grubundan şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Evet, değerli milletvekilleri, bugün
aldığımız bir talihsiz haber: Maalesef, PKK terör örgütünün
hain saldırısı sonucu Hakkâri Yüksekovada, 4ü ağır
olmak üzere, 17 askerimiz yaralanmıştır. Ben
yaralılarımıza Allahtan acil şifalar diliyorum.
Yine, birkaç gün önce -tabii, bu terör
saldırıları devam ediyor- Millî Eğitim camiamızdan
Necmettin Hocamız Hakkın rahmetine kavuştu, şehadet
şerbetini içti ve Hakka yürüdü, hep birlikte uğurladık. Buradan
Cumhuriyet Halk Partisi Tunceli İl Başkanımız Ali Rıza
Beye selam gönderiyorum. Gerçekten, o Demokrasi ve Millî Birlik Anma
Programı dolayısıyla yaptığı konuşmada aynen
diyor ki: Bu genç bedenin, bu genç insanımızın ne günahı
vardı? Annesini, babasını ziyarete giderken bu şehit
edildi. Tabii, o duygu dolu konuşmasının arkasından bütün
bir ekip gözyaşına boğuldu, ben selam ediyorum. Şehidimize
bir kez daha Allahtan rahmet diliyorum. Bu başkanımızın da
davranışının hepimize, bütün siyasi partilere, Cumhuriyet
Halk Partimize, Halkların Demokratik Partisine ve bütün partilerimize ve
bütün insanlık âlemine, Türk insanına hassaten örnek
olmasını diliyorum. Bir kez daha huzurunuzda şehidimizi
saygıyla anıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye 15 Temmuzda en
kritik süreçlerinden birini yaşamış, ülkemizin ve milletimizin
göz bebeği olan Türk Silahlı Kuvvetleri içine yuvalanmış
hain FETÖ terör örgütü mensupları emir komuta zincirinin
dışına çıkarak ülkemizde bir işgal ve bir darbe
girişimine başlamıştır. Tankları, silahları,
uçaklarıyla acımasızca insanlarımıza saldıran bu
Vandallar güruhu, bu saldırı, Cumhurbaşkanımız,
Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğanın
çağrısı üzerine alanları dolduran milletimizin çelikten
iradesi ve iman dolu yüreğiyle püskürtülmüştür.
O gece 250 insanımız şehadet
şerbetini içerken 2.193 insanımız da gazi olmuştur. Yine
aynı gün, hatırlarsınız, aynı gece Türkiye Büyük
Millet Meclisi bombalanmıştı. 02.30 sularında ben ve ailem
-eşim ve kızım olmak üzere- ilk atılan bombayla ve yine
helikopterin Türkiye Büyük Millet Meclisini hedef alan
saldırısıyla, oradan çıkan, ölüm kusan mermilere hedef
olarak yaralandık ve Gazi Meclisin gazi milletvekili ve ailesi olma
şerefine nail oldum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından
alkışlar) Biz şunu biliyoruz: Gazilerimiz de
-yaşadığı müddetçe- yaşayan şehit hükmündedir.
Bir kez daha şehitlerimizi rahmetle anarken gazilerimize de acil
şifalar ve ebedî saadetler diliyorum.
15 Temmuzda aziz milletimiz eşsiz bir destan
yazmıştır. Bunun adı Kahramanlık destanıdır,
ikinci kez kurtuluş destanı da diyebilirsiniz. Tabii 1453te
ülkemizde yeni çağ açıp kapayan bir düşüncenin mahsulü olan imanlı
vectle geçmişteki atalarımızın, ecdadımızın
yaptığı gibi, yine Dumlupınarda yaptığı
gibi, kurtuluş mücadelesinde yaptığı gibi, Çanakkale ruhunu
şahlandırıp Çanakkalede yaptığı gibi 15 Temmuzda
da yekvücut, tüm millet, bütün siyasi partiler, bütün demokratik kitle
örgütleri, basın, medya kuruluşları olmak üzere topyekûn birlik
ve beraberlik içerisinde hareket ederek amansızca verdikleri mücadeleyle
üzerimize çullanan bu FETÖ sürüsünü bertaraf etmiş, inşallah, tarih
sahnesinde -bir daha kalkmamak üzere- yerle bir etmiştir. Bugün, o hainler
adalet önünde hesap vermektedirler. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yaşanan süreç olağan bir süreç değildir,
olağanüstü bir süreçtir. Dünyada eşine rastlanmayan bu hain ve alçak
darbe girişiminin müsebbibi FETÖyle mücadelede de olağanüstü
tedbirler almak zaruridir, gereklidir. Dolayısıyla bu tedbirlerin en
ehemmiyetlisi şüphesiz olağanüstü hâldir. Olağanüstü hâl
sıkıyönetim değildir, sadece demokrasinin daha iyi
işleyebilmesi için, Fetullahçı terör örgütü mensuplarını,
hangi terör örgütü mensubu olursa olsun, bunları kamudan temizlemek
suretiyle devletimizi etkin kılma adına başvurulan bir
yöntemdir. Olağanüstü hâl PKK, IŞİD, DHKP-C, Marksist Leninist
Komünist Parti, FETÖ gibi terör örgütleriyle etkin, yetkin bir şekilde,
hızlı karar alma mekanizması sayesinde mücadeleyi sonuç
odaklı kılan bir yöntemdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anayasamızın 120 ve 121inci maddelerinde
düzenlenmiş olan OHAL, devletin ve toplumun varlığını
ortadan kaldırma ihtimali olan iç savaş, ayaklanma, doğal afet
ya da salgın hastalık gibi durumların ortaya çıkması
hâlinde yürürlüğe giren bir hukuki işlemdir. Nitekim, bu işlemin
örneklerine demokratik Batılı ülkelerde son dönemde fazlasıyla
da rastlamaktayız. Fransa 2015te, 130 kişinin ölümüne sebebiyet
veren Paris saldırıları sonrasında olağanüstü hâl ilan
etti ve bu OHAL Fransada tam beş defa uzatıldı. 12 Haziran 2016
günü Orlandoda bir gece kulübü saldırısı sonucunda, Florida
eyaleti Orange Countyde olağanüstü hâl ilan etti. Brükseldeki
saldırılar Avrupayı alarma geçirdi. Avrupa ülkelerinde
görülmemiş bir şekilde olağanüstü hâl ilan edildi. Fransa,
Almanya ve İngiltere başta olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri terör
eylemi korkusuyla güvenlik tedbirlerini en üst seviyeye çıkardı.
İşbu sebepten kaynaklı olarak bir ülkeye Terörle mücadele
etme. demek aslında Dükkânı kapatıp git. demektir çünkü
terörle mücadele etmemek terör örgütlerine teslim olmaktır veya
onları hoş görmekle eş değer bir düşüncedir.
Olağanüstü hâl sürecinde
temel hak ve özgürlükler noktasında asla bir kısıtlama söz
konusu değildir, böyle bir şey yoktur. Varı yok sayamayız,
devlet devletliğini gösterecek. Devleti ebet müddet için, devletin ayakta
kalabilmesi için devlet ne gerekiyorsa onu yapmalıdır, bunun
garantörü bizleriz, milletimizdir, hepimiziz.
OHAL kapsamında
alınan tedbirlerle terör örgütlerine karşı yürütülen etkin
mücadele yöntemi sayesinde çok daha huzurlu, güvenlikli olunacak ve
aydınlık yarınlara emin adımlarla yürünecektir. En
kısa süre içerisinde FETÖnin devletin içerisinden
ayıklandığı bir sonucu elde etmek, PKK, IŞİD gibi
terör örgütlerinin kökünü kazımak zorundayız. 1.200 kilometrelik
sınırımızın altında devlet yok ve Suriyede YPG
gibi terör yapılanmaları bizim için bir tehdit unsurudur.
Bunların varlıklarına da dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu
yapılarla mücadele etmekle mükellefiz. Devlet milletinin huzur ve
refahını temin etmekle mükelleftir. Bizim de Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak milletin yegâne tecelligâhı olan, millet iradesinin temsil
edildiği burada, yasama organı olarak da gerekli tedbirleri, gerekli
hukuki altyapıyı oluşturmakla mükellefiyetimiz olduğunu
söylemek istiyorum. Devletin varlık sebebi de budur. Bütün bu mücadeleler
içerisinde Türkiye, demokrasisini, ekonomisini, hukuk sistemini
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Türkoğlu.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) Sayın Başkanım, gazi milletvekilimiz.
LEVENT GÖK (Ankara) Evet
efendim, iki dakika süre verelim.
BAŞKAN - Tamamlayın
lütfen.
Evet, gazi milletvekilimiz.
Size bir dakika ek süre vereyim.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HACI BAYRAM TÜRKOĞLU
(Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Devletin varlık sebebi
de budur. Bütün bu mücadeleler içerisinde Türkiye, demokrasisini, ekonomisini
hukuk sistemini dengede tutmaya çalışmakta ve bu konuda son derece
muvaffak olmaktadır. Terörle mücadelemizdeki ihtiyaç ortadan
kalktığında bu uygulamayı elbette sona erdireceğiz.
FETÖ davaları yavaş yavaş şekillenmeye başladı.
PKKyla mücadelede de önemli bir mesafe aldık. Dolayısıyla her
ne kadar çok sınırlı bir alanda uyguluyor olsak da
olağanüstü hâlin çok da uzak olmayan bir gelecekte kalkması
mümkündür. OHAL, sadece ve sadece demokrasiye, hukuk devletine, hak ve
özgürlüklere yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması için
yapılacak çalışmaları kolaylaştırma amacına
yöneliktir ve devletin anayasal yetkisi alanındadır.
Değerli Başkan,
sayın milletvekilleri; bu duygu ve düşüncelerle OHALin üç ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresinin yüce
Meclisimizden onaylanmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla
sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Türkoğlu.
Tekrar geçmiş olsun
dileklerimi sunuyorum size ve ailenize.
Sayın Bakan, bir
açıklama yapmak istediğinizi söylediniz.
Buyurun, bir dakika.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
25.- Başbakan
Yardımcısı Nurettin Caniklinin, İstanbul Milletvekili
Yakup Akkayanın yaptığı açıklamasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Akbank greviyle alakalı erteleme
kararının da OHAL düzenlemeleriyle, uygulamasıyla hiçbir
ilişkisi bulunmamaktadır. Çünkü Anayasa Mahkemesi orada
Biliyorsunuz, bankacılık sektöründe grev yasağı vardı,
Anayasa Mahkemesi onu iptal etti, daha sonra bir süre verdi ve bu çerçevede bir
yasal düzenleme yapıldı. Olağanüstü hâl ilan edilmemiş
olsaydı yine bu düzenleme yapılacaktı. Aynı şekilde,
özellikle orada finansal istikrar şartı getirilmesi çok önemli.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Cumhurbaşkanı öyle söylemiyor Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) En kırılgan sektörlerden bir tanesi
yani olağanüstü hâl dönemi ya da başka bir dönemde fark etmez; bu özelliği
nedeniyle orada yapılacak olan bir grevin bütün sektöre
yayılması ve finansal sistemde bir istikrarsızlığa yol
açması ihtimali kuvvetle muhtemel olduğu için Bakanlar Kurulu yetkiyi
kullanarak onu erteledi. Dolayısıyla burada, OHAL bu örnekte olmadı.
Üzülerek ifade etmem gerekiyor, bu örnekte olmadı.
YAKUP AKKAYA (İstanbul) Sayın
Bakanım, o, grev olayı değil ama.
BAŞKAN Sayın Akkaya, lütfen
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Son olarak, çok net olarak
YAKUP AKKAYA (İstanbul) Sayın Bakan,
grev olayında yanlış bilgi var.
BAŞKAN Sayın Akkaya, lütfen, rica
ediyorum
YAKUP AKKAYA (İstanbul) Yanlış
bilgi, yanlış bilgi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Son olarak şunu söyleyeyim
YAKUP AKKAYA (İstanbul) Hayır, değil
efendim, değil, alakası yok.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) OHAL Komisyonu bugün müracaatları kabul
etmeye başladı ve saat 15.00 itibarıyla 1.826 başvuru
yapıldı, bunun 564ü valilikler vasıtasıyla yapılan
başvurular. Artık etkin bir şekilde, hızlı bir
şekilde Komisyon çalışmalarına başlamış
oldu, bunu da buradan belirtelim.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Gök, sizin de bir söz talebiniz var.
Yerinizden açıklama mı yapacaksınız?
LEVENT GÖK (Ankara) Evet efendim.
BAŞKAN Bir dakika, buyurun.
26.- Ankara Milletvekili Levent Gökün,
Başbakan Yardımcısı Nurettin Caniklinin
yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) Yani aslında, Sayın
Bakan konuşmadan önce söz alabilirim diye bekledim çünkü cevap
beklediğim bir soru var.
BAŞKAN Sıraya göre veriyorum sözü.
Buyurun.
LEVENT GÖK (Ankara) Tabii, tabii. Teşekkür
ederim.
Sayın Bakan konuşmasında
olağanüstü hâli kimsenin hissetmediğini, sadece devlete
karşı ilan edildiğini ifade etti. Sayın Bakan, biz
devletimizi de sizleri de severiz yani olağanüstü hâlle yönetilmenizi istemeyiz
yani onu da kaldırmanızda bence yarar var eğer size
karşı ilan edilmişse. Ama bir tek kişinin ismini
söyleyeceğim -pek çok isim var ama- yani olağanüstü hâli
hissetmeyen(!) FETÖyle mücadele yaptık. diyorsunuz ya, Türkiyenin en
saygın profesörü İbrahim Kaboğlu niçin ihraç edilmiştir
Sayın Bakan? İbrahim Kaboğlunun FETÖyle ne alakası
vardır? İbrahim Kaboğlu gibi saygın bir profesörün ihraç
gerekçesi FETÖyle mücadeleye dayandırılabilir mi?
BAŞKAN Teşekkür ederim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Bu bilgiyi takdim edeceğim ben size, şu
anda bilmiyorum ama. Bilgi yok daha.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
AYTUĞ ATICI (Mersin) Nuriye Gülmen de mi
FETÖcü Sayın Bakan? Semih Özakça da mı FETÖcü?
YAKUP AKKAYA (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Akkaya, size söz verdim.
Biz, soru-cevap işlemini yapmıyoruz şu anda.
Dolayısıyla da işleme devam etmek zorundayım.
Teşekkür ederim.
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
1.- Başbakanlığın,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı
Kararıyla ülke genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139
sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü
hâlin, 19/7/2017 Çarşamba günü saat 01.00den geçerli olmak üzere üç ay
süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1167) (Devam)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi tezkereyi
oylarınıza sunacağım.
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
LEVENT GÖK (Ankara) Yoklama
istiyoruz.
BAŞKAN Yoklama talebi
var.
Sayın Gök, Sayın
Tarhan, Sayın Yılmaz, Sayın Akkaya
MEHMET MUŞ
(İstanbul) Sayın Başkan, 20 kişi kalkmadı, 20
kişi kalkmadı. 20 kişi kalkmadı Sayın Başkan.
BAŞKAN 20 kişi
var, var.
Sayın
Tanal, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Üstündağ, Sayın
Gökdağ, Sayın Çamak, Sayın Kuyucuoğlu, Sayın
Demirtaş, Sayın Atıcı, Sayın Akyıldız,
Sayın Salıcı, Sayın Özdemir, Sayın Köksal, Sayın
Bingöl, Sayın Erkek, Sayın Sarıhan, Sayın Dudu, Sayın
Göker, Sayın Turpcu.
Yoklama için üç
dakika süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
1.- Başbakanlığın,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı
Kararıyla ülke genelinde ilan edilen ve 18/4/2017 tarihli ve 1139
sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü
hâlin, 19/7/2017 Çarşamba günü saat 01.00den geçerli olmak üzere üç ay
süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1167) (Devam)
BAŞKAN
Başbakanlık tezkeresini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, 2nci sırada yer alan, Anayasanın 92nci maddesine
göre verilmiş Başbakanlık tezkeresinin görüşmelerine
başlıyoruz.
Tezkereyi
okutuyorum:
2.- Başbakanlığın,
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin UNIFIL harekâtına iştirak etmesi hususunda Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 27/6/2016 tarihli ve 1115 sayılı Kararıyla
uzatılan izin süresinin 5/9/2017 tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine
kadar tekrar uzatılmasına ve Hükûmet tarafından gerekli
düzenlemelerin yapılması için Anayasanın 92nci maddesi
uyarınca Hükûmete izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/1165)
14/7/2017
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
11/8/2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı
Kararıyla bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye,
Lübnan'da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne
(UNIFIL) Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı
sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi son olarak Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 27/6/2016 tarihli ve 1115 sayılı
Kararıyla 5/9/2016 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmıştır.
Türkiye UNIFIL'e yaptığı
katkılarla barışı koruma harekâtının etkin
biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Bu çerçevede
Türkiye'nin katkısı gerek Birleşmiş Milletler sistemi
içinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte gerekse kapsamlı sivil-asker
iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan toplumunun her
kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına, ayrıca barış
ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının
sürdürülmesine hizmet etmiştir.
UNIFILin ülkemizin askerî kuvvet
katkısında bulunduğu tek Birleşmiş Milletler
Barış Gücü operasyonu olması da dikkate alınarak UNIFIL
Deniz Görev Gücüne katkımızın sürdürülmesinin önem arz
ettiği değerlendirilmektedir.
UNIFILin görev süresi 31/8/2017 tarihinde sona
erecek olup görev süresinin bu tarihten sonraki dönem için yenilenmesi yönünde
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından ağustos
ayı içinde bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.
Bu hususlar ışığında ve
Lübnanla ikili ilişkilerimiz ile bölgedeki güvenlik koşulları
da göz önünde tutularak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
UNIFILin görev süresinin uzatılması yönünde karar alması
durumunda, hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı
Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında 5/9/2017
tarihinden itibaren 31/10/2018e kadar UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak
etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için Anayasanın 92nci maddesi uyarınca izin
verilmesini arz ederim.
Binali Yıldırım
Başbakan
BAŞKAN Hükûmet? Burada.
Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç
Tüzükün 72nci maddesine göre görüşme açacağım; gruplara,
Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma
süreleri gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için
onar dakikadır.
Tezkere üzerinde söz alan sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Necmettin Ahrazoğlu,
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın
Bedia Özgökçe Ertan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan
Milletvekili Sayın Öztürk Yılmaz, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şirin Ünal
konuşacaklardır. Yine, şahsı adına Hatay Milletvekili
Sayın Mevlüt Dudu ve ikinci olarak da Samsun Milletvekili Sayın Hasan
Basri Kurt söz alacaklardır.
Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Necmettin Ahrazoğlunu
dinleyeceğiz.
Buyurun Sayın Ahrazoğlu. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU
(Hatay) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyenin
Lübnanda konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne
Silahlı Kuvvetler unsurlarıyla katkı sağlaması
konusundaki tezkerenin, Lübnanla ikili ilişkiler ve bölgedeki güvenlik
şartları da göz önünde tutularak 31/10/2018 tarihine kadar
uzatılması hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, konuşmama
başlamadan önce, bugün Yüksekova-Esendere kara yolunda seyreden askerî
konvoyun geçişi sırasında daha önceden PKKlı teröristler
tarafından yola döşenen patlayıcının infilak etmesi
sonucu 4ü ağır olmak üzere yaralanan 17 kahraman askerimize acil
şifalar diliyorum. Bu hain saldırıda yaralananların
hesabının mutlaka bir gün verileceğine eminim. Allah, Türk
Silahlı Kuvvetleri mensupları ile tüm güvenlik kuvvetlerimize yâr ve
yardımcı olsun.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz,
uluslararası ikili anlaşmalara Devlette devamlılık
esastır. ilkesi gereğince destek veriyoruz. Onun için bu sözleşmeye
de desteğimizi vereceğiz.
Değerli milletvekilleri, burada bir konuya
değinmek istiyorum. 15 Temmuz günü Genel Kurulda 15 Temmuz Millet Darbeye
Dur Dedi konulu kitapçıklar, dergi ve resimler de torba içerisinde
bizlere verildi. Resimlere baktığımızda, sanki 15 Temmuz
hain darbe gecesi sadece iktidar partisinin milletvekilleri Türkiye Büyük
Millet Meclisinde bulunmuş gibi gösterilmiş. Muhalefet
milletvekillerinden, özellikle Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyet Halk
Partisi milletvekillerinden o resimlerde bir tek kare yok ve ben o gün
Meclisteydim. Bunu, burada, samimiyetimle söylüyorum, üzülerek ifade etmek
istiyorum. Bir böbürlenme veyahut da üzüntüden daha çok, bu Mecliste birlik ve
beraberliğin o gece sağlandığını, o gece bütün
grup başkan vekillerinin, mevcutta bulunan grup başkan vekillerinin
konuşması olmasına rağmen ve grup başkan vekilimizin
burada konuşma yapmasına rağmen, o karelerin bir tanesinin içine
alınmamasını da kınıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz 15 Temmuzda
büyük bir badireyle karşılaşmış, çok şükür ki
milletimizin demokrasiye olan inancı ve
bağlılığı, cumhuriyet değerlerine sahip
çıkma duygusu bu hain kalkışmayı önlemede en büyük etken
olmuştur. Asıl önemlisi de Genel Başkanımız Sayın
Devlet Bahçelinin Darbe nereden gelirse gelsin milletimizin, devletimizin,
meşru Hükûmetimizin yanındayız. ifadesiyle darbe
teşebbüsünün sonuçsuz kalması sağlanmıştır ancak
henüz tehlike geçmiş değildir. Bütün bölücü ve yıkıcı
unsurlar ile gizli FETÖ artıkları vatan, millet ve milliyetçilik,
demokrasi, insan hakları, kuvvetler ayrılığı,
parlamenter demokrasi gibi kavramları kullanarak gizli hainliklerini
sürdürmektedir. Hainler vatansever, bölücüler milliyetperver kisvesine
bürünmüştür. Aslında, hepsinin hedefinde cumhuriyetimiz, devletimiz,
özellikle de Milliyetçi Hareket Partisi vardır. Çünkü, Milliyetçi Hareket
Partisi bunların oyunlarını bozmuş, oyuncaklarını
ellerinden almıştır. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi 15 Temmuz
gecesinden itibaren, siyasetin başaktörü olarak ülkeyi parçalanmaya
götüren süreci tersine çevirmiştir. Bunlar sadece Milliyetçi Hareket
Partisine saldırmakla yetinmemekte, hepsi bir ağızdan, oyunu
bozan Sayın Genel Başkanımıza da ayrıca
saldırmaya başlamışlardır. Türk milletine, onun
iradesine ve geleceğine ihanet edenlerden mutlaka ki Türk adaleti
hesabını soracaktır ve gereken en büyük cezaları
verecektir. Tarihimizin şanlı sayfalarında örneğine
neredeyse hiç rastlanmayan alçaklıklar, akla hayale gelmeyen, sığmayan
şiddet dolu sahneler meşum ve melun 15 Temmuz gecesinde
yaşanmıştır. Çanakkale müstevlilerin yarım
bırakmak zorunda kaldıkları zulmü hain FETÖcüler tamamlamak
istemişlerdir. Millî Mücadelede kovulan Türk düşmanları
kendilerini güçlü hissettikleri bir ortamda Pensilvanyalı teröristlerle
Türkiyeyi önce teslim, daha sonra da tepeden tırnağa tasfiye etmeye
kalkışmışlardır.
Değerli milletvekilleri, Genel
Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli Beyin 15 Temmuz günü
Meclisin olağanüstü özel toplantısında yaptığı
konuşmada FETÖ, asırlardır devam edegelen Anadolunun istila
komplosunun bu çağdaki adıdır. FETÖ, Müslüman Türk milletinin
düşmanı olarak batıl, bâtıni, lanetli çevrelerin küresel
ölüm makinesini içimizde ve bölgemizde devamlı çalıştıran
Haçlı zihniyetinin su katılmamış bir
barbarlığıdır. Eğer biz irkilip kendimize gelmezsek,
millî akıl ve şuurda buluşamazsak bu barbarlık son
olmayacaktır. Eğer iç barış ve huzur ortamını
birlikte temin ve tamir etmezsek biliniz ki yeni saldırılar
önümüzdedir. FETÖyü üzerimize salan, millî bünyemize ve devletimize
saldırtan şarlatanlar, soysuzlar ve insanlık katilleri sadece
bir partiyi, sadece bir şahsı, sadece bir düşünceyi değil,
hepimizi, milletimizin tamamını hedef seçmişlerdir. Dost
bildiklerimiz arkamızda hançerle dolaşmaktadır. Küresel ve
bölgesel stratejik denklemleri aleyhimize kurmak için harıl harıl
faaliyette bulunanlar Türkiye'ye pranga vurmak için hazır ve nazır
beklemektedir. FETÖ, PKK, PYD, YPG, IŞİD, DHKP-C
silahlandırılıp kiralanmışlar, kanlı tezgâhlarını
vatan topraklarında ve mücavir alanlarda açmışlardır.
İslamiyetin kılıcı Türklerin Anadoludan
çıkarılması için el ovuşturanlar artık gemi azıya
almışlar, son kozlarını oynamaya
başlamışlardır. 15 Temmuza mevzi bakmak yerine stratejik
yaklaşmak, tehlikeleri kaynağında okuyup oyunu
odağında bozmak millî namusumuzun bizlere yüklediği tarihî bir
görevdir. Kumpas kurulmuş, alayı birden üzerimize geliyormuş,
varsın olsun, yeter ki saflarımızı sıkı
tutalım, öleceksek de adam gibi, kahraman gibi ama tam bağımsız
bir şekilde ölelim. Mağduriyet varsa giderelim ama devlete ve millete
kıyanları asla affetmeyelim. Ahlaksızca, arsızca üzerlerine
İngilizce kahraman yazan tişört giyen Pensilvanya
uşaklarını güldürmeyelim, dağınık ve atıl
hâle düşmeyelim. ifadelerinin iyice değerlendirilmesi
gerektiğini düşünmekteyim.
Sayın Genel Başkanımızın
ikaz ve uyarılarına dikkat kesilerek meseleye Türkiye
açısından Ankara merkezli, millî birliği esas alan, ülke
bütünlüğünü ön planda tutan anlayışla hareket etmez isek, inanın
ki daha büyük olumsuzluklarla karşı karşıya kalabiliriz.
Ancak burada şunu da önemle ifade etmek isterim ki, bu
sıkıntılı ve bulanık ortamda vatan millet sevgisiyle
yoğrulmuş insanlarımızın mağduriyetlere
uğratılması, hukukun üstünlüğü ilkesinden hareketle
adaletli ve tarafsız davranılarak milletimizin üzerindeki korku ve
endişelerin bertaraf edilmesi gerekmektedir. Son yıllarda bilerek
veya bilmeyerek -paralel yapı sayesinde- kamu görevlilerinin
atamalarında, görevde yükselmelerinde, tayin ve terfilerinde
tarafsızlık ve liyakat ilkelerinden maalesef vazgeçilmiştir.
Kamu kuruluşlarında hak eden memurun hak
ettiği göreve getirilmesi çalışma barışının,
birlik, dayanışma ve verimlilik artışının
sağlanması için en temel gerekliliktir. Bu hususlar maalesef ülke
yönetiminde zafiyetlere uğratılmıştır. Temsil
kabiliyeti olmayan, bilgi ve liyakati olmayan ancak siyasi görüş ve
iktidara bel bağlayanların makamlara getirilmesi olumsuzlukların
da sebebini oluşturmaktadır. Bu nedenle terör örgütü paralel
yapı yok edilirken yine eski hatalara düşülmemeli, bir başka
cemaatin ve bir partinin sadık mensupları değil, siyasi
görüşlerine bakılmaksızın, liyakat ve bilgi dikkate
alınarak, bu ülkeyi ve milleti karşılıksız seven, Türk
milletine ve demokrasisine sadakatle bağlı atamalar ve yeni personel
alımları yapılmalıdır. Bakanlıklar FETÖden
temizlendi, temizleniyor. derken diğer cemaat ve örgüt
mensuplarının iktidara yakın sendikalar vasıtasıyla
devlete sızmalarına karşı önlemler
alınmalıdır.
Değerli milletvekilleri, ayrıca, bir
başka konu olarak da partimizin Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbe
Girişimini Araştırma Komisyonuna göndermiş olduğu
muhalefet şerhinde belirttiğimiz konulara da özellikle dikkat çekmek
istiyorum. Özellikle örgütün siyasi ayağının ve 15 Temmuz gecesi
darbeciler adına bildiri okutan yurtta sulh konseyinin tam olarak ortaya
çıkarılmaması yeni şüpheleri beraberinde getirmiştir.
Örgütün mali ayağıyla ilgili somut adımlar
atılmamış, bu kadar güçlü bir mali ayağın
oluşmasına katkısı olanların
araştırılması tam anlamıyla
yapılmamıştır. Darbe gecesi yaşanan olayların
karanlık noktalarının aydınlatılması
sağlanmamıştır. ByLock kullanan üst düzey
bürokratların ve siyasilerin listesinin MİT tarafından Komisyona
iletilmesi partili üye arkadaşlarımız tarafından talep
edildiği hâlde bu talebimiz yerine getirilmemiştir. Belediyelerdeki
FETÖ yapılanmalarıyla ilgili hiçbir çalışma
sürdürülmemiştir. Kozmik odada yer alan bilgiler kimlerin elindedir?
sorusuna 15 Temmuza kadar hiçbir kimsenin cevap vermemesi de manidardır.
Bu sorulara AKP Hükûmeti sessiz kalmıştır. Yolsuzluk üzerinden
siyaseti dizayn etme fırsatı veren, alan açan, mal
varlığında yükselişler olan bakanların hiç mi suçu
yoktur? Bu bakanlar bağımsız yargı önüne
çıkarılmalıdır. FETÖ kontenjanından AKP'den
milletvekili olanlar elini kolunu sallayarak gezerken, mücadeleye kim
nasıl inanacaktır? FETÖ'nün siyasi ayağıyla ilgili bugüne
kadar hiçbir adım atılmaması millî vicdanı ziyadesiyle
sarsmış ve yaralamıştır.
Bu konuda en öncelikli görev Hükûmete
düşmektedir. Emniyet, istihbarat ve yargıyı seferber edecek de
Hükûmettir. FETÖnün siyasi ayağı olmadığını
söyleyerek, alt kademe bazı siyasi yöneticileri hedef almak da millî
vicdanı tatmin etmeyecektir. Üstelik böyle bir yaklaşım FETÖyle
mücadelenin etkinliğini ve inandırıcılığını
zayıflatıp yıpratacaktır. Buna da kimsenin hakkı
yoktur.
Son olarak Sayın
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğanın şehit
yakınları atama töreninde 2010 yılından itibaren bu
yapıya karşı açık tavır almaya başladığımda,
yanımda milletimden başka kimseyi bulamadım." ifadeleri çok
anlamlıdır. FETÖ'nün siyasi ayağının Hükûmet ve ilgili
kurumlar tarafından tespit edilememesi veya edilmemesi, aynı zamanda
iktidar partisinin de Genel Başkanı olan Sayın
Cumhurbaşkanının Hükûmet veya ilgili devlet kurumları
tarafından yalnız bırakıldığı kanaati
oluşmaktadır diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Ahrazoğlu.
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
Van Milletvekili Sayın Bedia Özgökçe Ertan konuşacak.
Buyurun Sayın Ertan. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime bir tur önceki tezkereyle başlamak istiyorum.
OHALin üç ay daha uzatılmasına aslında bizler
şaşırmadık. Bizler kalıcı huzur ve adaletin
tesisi için OHAL kalksın, derken maalesef işçilerin sesini
kısmak için, Kürtleri ve muhalifleri hapishanelere göndermek için,
seçilmişleri, eş başkanlarımızı
milletvekillerimizi cezaevlerinde tutmak için, basına sansür uygulamak
için OHAL yeniden uzatılmış durumdadır.
OHALde büyümüş nesiller olarak bizler yani
Kürtler bu filmi daha önce görmüştük. Bu ülkede, zamanında ilan
edildiğinde de OHALin dört ay süreceği iddia edilmişti fakat
kırk altı kez uzatılan OHAL uygulamalarına şahit
olduk. Bizim bildiğimiz tek yönetim zaten sıkıyönetim
şeklinde uygulanan OHALdi. Yargısız infazların, binlerce
köy boşaltmaların, on binlerce faili meçhulün ve işkencelerin
yapıldığının, en temel hakların,
yürüyüşlerin, gazetelerin yasaklanmasının OHAL uygulaması
olduğunun ve bizlere yaşatıldığının en
yakın tanıklarıyız. AKP Hükûmetinin iktidar vaadi OHALi
kaldırmaktı, Kürt sorununu çözmekti. İronik olan da işte
tam da budur. İktidar olduktan sonra verdiği sözlerden dönen bir
AKPye şahit olduk. Bugün artık OHALi ne kadar çok sevdiğinizi
görüyoruz. Üstelik bu sefer, artık rejimi de OHAL rejimi olarak
kalıcı kılmak istiyoruz. Anayasa değişikliğiyle
rejim değişikliği tescillendi. Bu ülkede artık hiç kimse
özgürlük ve güvenlik hakkından, geleceğe güvenle bakma hakkından
Bir hukuk devletinde yaşıyorum. iddiasından bahsedemeyecek
hâldedir. Bunu, görüşmeleri Anayasa Komisyonunda devam eden İç Tüzük
görüşmeleriyle de idrak etmekteyiz. İki partinin tıpkı
Anayasa değişikliği gibi dayatmayla karşımıza
çıkardığı İç Tüzük düzenlemesinden görüyoruz.
Bu değişiklik teklifi, açıkça Meclise
ayar vermeyi ve Meclisi kontrol altında tutmayı hedefliyor. İç
Tüzük düzenlemesiyle Anayasanın amir hükümleri değiştirilmek
isteniyor. Anayasanın 83üncü maddesini doğrudan
kaldıramadığınız için İç Tüzükle dolanarak
içeriğini boşaltıyorsunuz. Kürsü
dokunulmazlığını kaldırmak demek, millet iradesini
anlamsızlaştırmak demektir. Umuyorum ki bu İç Tüzük
değişikliği bu Meclisten geçmeyecektir ama maalesef benimkisi
sadece bir umuttur. OHAL rejimi, Mecliste bile tüm baskısıyla devam
edeceğe benziyor.
KHKlarla haksız yere binlerce insanın
işten atılması devam ediyor, ceza evlerinde işkenceler
devam ediyor, tutuklamalar son hızla devam ediyor. Öte yandan, bu rejime
karşı çıkanlar ise tek tek susturulmaya devam ediliyor. Rejime
karşı çıkanlar, Türkiyenin demokratik hukuk devleti
olmasını isteyenlerdir; ortak vatanda, eşit ve adil
yaşamanın güvencesinin sağlanmasını isteyenlerdir.
Halkların Demokratik Partisi olarak bizler bunu
kendisine yol haritası edinen insanlarız. Bizlere yönelik
baskıları defalarca bu kürsüden dile getirdik. Bugün eş
başkanlarımız başta olmaz üzere, milletvekillerimizin,
belediye başkanlarımızın tutuklu olmalarının
nedeni işte bu taleplerdir. Yine Türkiye'nin demokratik bir hukuk devleti
olmasını isteyen ve sivil toplum örgütü olmanın gereğini
yerine getirenler, hak savunuculuğu yaparak Hükûmeti uyarma görevinde ve
gayretinde olanlar, KHKlarla kapatılarak bunun bedelini ödüyorlar; tek
suçları var o da görevlerini yapmak.
Sayın milletvekilleri, OHALin
yarattığı mağduriyetlerin ardı arkası kesilmiyor.
Bunlardan birisi de on günden fazla süredir gözaltında tutulan insan
hakları savunucularıdır. Ne yazık ki bu Meclisin üyesi olan
bazı şahısların mesnetsiz iddialarıyla kamuoyu
yanlış yönlendirilmekte, gözaltında tutulan
arkadaşlarımız hakkında iftiralar atılmaktadır.
Ömürleri boyunca insan hakları mücadelesi veren bu 10 arkadaşım,
benim de beraber mücadelesini yürüttüğüm, yakından
tanıdığım, karıncayı incitemeyecek yapıda
insanlardır. Ben şahsen onların insan hakları mücadelesinin
tanığıyım. Benimle birlikte dünyanın en prestijli
insan hakları kurumları ve binlerce insan bu kişileri
yakından tanıyor, onların mücadelelerinin
tanıklarıdırlar. Ben inanıyorum ki şu an
savcılık sorguları yapılan
arkadaşlarımızın hepsi özgürlüklerine
kavuşacaklardır. Yalanları arşa ulaşmış olan
yandaş medyanın yüzü kalmışsa eğer biraz,
kızaracaktır yüzleri. Bu vesileyle OHAL nedeniyle on iki gündür
gözaltında tutulan insan hakları savunucularının bir an
önce serbest bırakılmalarını umuyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üzerinde konuştuğumuz ve Hükûmetin
uzatılmasını istediği tezkerenin geçmişi on seneyi
aşmış durumdadır. Beklenirdi ki en az on senedir peyderpey
uzatılan bu tezkereye dair kapsamlı bir bilgilendirme
yapılsın. Ben sormak istiyorum: Seneler önce Orta Doğuda adil
bir barışın gerçekleşmesi için bu yapının içerisinde
yer almalıyız. ifadesi ve gerekçesiyle dâhil olduğumuz bu
barış gücünde rolümüz ne oldu? Başarılı olduk mu
mesela? Orta Doğuda adil bir barışın gelmesi için Türkiye
ne yaptı? Aradan geçen yıllar ve Orta Doğuda olanlar gösteriyor
ki pek de olumlu bir adım atılamamış. Hele bu süre
zarfında Orta Doğu coğrafyasının kan gölüne
döndüğünü hesaba kattığımızda adil bir
barışa katkı sunulduğunu söyleyemeyiz. Oysa, dönemin
Başbakanı, şimdinin AKP Genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Büyük devlet olmanın
gereği, Birleşmiş Milletlerin bu geçici barış gücünde
olmasını gerektiriyor. demişti. Süreç içinde gördük ki
aslında amaç Orta Doğu pastasından pay almakmış ya da
bilmediğimiz başka amaçlar varmış.
Eğer bir Hükûmet her sene aynı işi
tekrarlamak yoluyla yapıyorsa bu işin muhasebesini
yapmalıdır; bu, kamuoyunu bilgilendirmek için gereklidir. Fakat on
küsur yıldır tezkerelerle asker gönderilen Lübnanda ne yaptık,
aradan geçen zamanda Birleşmiş Milletler Barış Gücü ne
kadar yol aldı, buna dair aydınlatıcı bir açıklama
yapılmamıştır.
Sayın milletvekilleri, HDP Grubu olarak
bizlerin tezkerelere karşı olduğu bilinmektedir. Daha doğru
bir ifadeyle, yabancı ülke topraklarına açıkça müdahale
niteliği taşıyan politikalara biz itiraz ediyoruz çünkü
gerekçesinde Uluslararası hukukun meşru saydığı
hâller yazan bir ifade sömürgeci bir anlayışın hukuki olmayan
bir ürünüdür. Neye, kime göre meşru olduğu belirsiz olan bu çerçeve
ancak ve ancak uluslararası güçlerin Iraka, Afganistana
saldırmasına, yüz binlerce insanın ölmesine yol açar. Bu
nedenle, ben parti grubum adına bu tezkereye dair daha detaylı
bilgilendirme talep ediyorum. Bu Meclisin iradesine saygı adına da
kapsamlı bir bilgilendirme elzemdir. En azından aradan geçen bir
senede bu coğrafyada yüzlerce gelişme oldu. Bu gelişmelerin bu
tezkereye bir etkisi olmuş mudur? Bütçesi ne şekilde
değişmiştir? Söz konusu barış gücünün
katıldığı operasyonlar olmuş mudur? Hatta ve hatta, bu
barış gücüne Türkiye adına katılan askerler şimdi ne
yapıyorlar? Malumunuz, darbe girişimi dolayısıyla binlerce
asker ordudan ihraç edildi. Bunları öğrenmek ve kamuoyuyla
paylaşmak bizlerin ve Türkiye toplumunun en doğal hakkıdır.
Keza, muhtemelen her sene kopyala-yapıştırla hazırlanan
bu tezkerenin uzatılmasına neden ihtiyaç var? Geçen seneki metinden
farkı ne? Hükûmet bunun açıklamasını yapacak
mıdır? On yılı aşkın süredir Birleşmiş
Milletler Barış Gücü Lübnanda hedeflerine neden
ulaşamamaktadır? Bizler bunların nedenlerini bilmeliyiz ki biraz
sonra neyi oylayacağımız hakkında fikrimiz olsun.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Lübnan tezkeresinin uzatılmasını oyladık,
bitti diye geçiştiremeyiz. Şu an barış gücü
Birleşmiş Milletlerin sayısal anlamdaki ikinci büyük
barış gücüdür. O bölgede çıkabilecek bir çatışma
hâlinde sivil can kayıplarını, ortaya çıkacak olan
tahribatı bilmemiz gerekmektedir. En azından, halk adına burada
oturan bizler, halkın, Türkiye toplumunun çıkarlarını
savunma adına siyaset yapan bizler tüm bunları sorgulamak
zorundayız.
Sayın milletvekilleri, 2006dan bu yana
Lübnandaki Birleşmiş Milletler Barış Gücünde yer almamız
elbette tek başına büyük devlet olmanın gereklerinden biri
olarak açıklanamaz. Hafıza tazelemekte fayda var. Ben bunun
adına, geçmişe doğru bir açıklama yapmak istiyorum, o
günleri hatırlamak adına. Bu barış gücü, Lübnan
topraklarından gelmesi muhtemel Hizbullah saldırılarına
karşı kurulmuştu. Bu barış gücü, 2 askeri
alıkondu diye o dönem Lübnanı cehenneme çeviren İsraili
sakinleştirmek ve bu devletin güvenliğini sağlamak için oluşturulmuştu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; o tarihten bu yana
İsrailin güvenliğini sağlayan Birleşmiş Milletler
Barış Gücünde yer alan büyük devletler tam da o tarihten bu yana
katledilen her Filistinli çocuğun doğrudan sorumlusudur. İç
siyasette Filistini seçim malzemesi, kampanya afişi yapıp daha sonra
bu tezkereyi uzatmak için gündeme getirmek emin olun ki
tutarsızlıktır. Eğer büyük devlet olmak, sömürgeci
devletlerin kendi çıkarları uğruna iş birliğine
gitmeleri demekse tebrik ediyorum, Türkiye, büyük devletler sınıfına
bu anlamda dâhil olmuştur.
Değerli milletvekilleri, malumunuz üzere,
Suriyedeki savaşın taraflarından birisi de Lübnandır ve
AKP Hükûmeti, orada kalıcı barışı tesis etmek saikiyle
bir yandan Genel Kurula tezkere getirirken bir taraftan da Suriyede
yıllardır devam eden istikrarsızlığın en önemli
aktörlerinden biri hâline gelmiştir. AKP Hükûmeti yıllardır
Suriyede izlediği politikayla aslında bu tezkere vesilesiyle on
yıldan bu yana her sene görüşüldüğünde tekrarlanan gerekçelerin
hepsini boşa çıkarmıştır. Bu tezkere vesilesiyle belki
de esas soru şu olmalıdır: Türkiye'nin Orta Doğu
politikası nedir? Türkiye'nin, daha doğrusu, AKP Hükûmetinin
dış politikasının Orta Doğuda adil barışa
bir hizmeti var mıdır, hizmet etmekte midir? AKPnin Orta
Doğuda barış konusundan anladığı ne yazık
ki Suriyede yangına körükle gitmekti, bugün ise barış
adına yapıcı adımlar atmak yerine yine ateşe benzinle
gidercesine Katarda askerî üs açmaktayız.
Sayın milletvekilleri, tezkereye dair bir
başka konuya değinmek istiyorum. O da enerji alanında
başlatılan ortaklıklardır. Geçtiğimiz günlerde Enerji
Bakanı Sayın Albayrak İsrail Enerji Bakanıyla Doğu
Akdenizde çıkarılan İsrail gazının Türkiye üzerinden
Avrupaya taşıyacak olan boru hattının inşasında
anlaşmaya vardı. Bunu birlikte verdikleri pozlar ve demeçlerden anlamış
olduk. Bir yandan iç kamuoyunda Avrupa Birliğine köprüleri
atacağız mesajları verelim, bir yandan Filistin
davasının sözcüsü olduğumuzu iddia edelim ama diğer
taraftan da ABnin mutlaka olmasını istediği İsraille
doğal gaz boru hattında anlaşmayı ihmal etmeyelim.
Görüyorsunuz AKP yalanlarının mumu artık yatsıya kadar
yanmaz oldu. İsrail, yapılan uluslararası anlaşmalar
gereği Filistin yönetimiyle iş birliği içinde
çıkarması gereken gazı suç işleyerek Filistinden
çalıyor ve AKP Hükûmeti de bu suça çanak tutacak her türlü
kolaylığı sağlıyor. İşte, Türkiyenin
Filistin davasına sözcülüğü AKP sayesinde ancak bu kadar olur. Özcesi
Filistine ait rezervin çalınmasına, gaspına Türkiye ortak olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AKP Hükûmeti yıllarca dış politikada stratejik
derinlik adına komşularla sıfır sorun dedi. Peki, ne
oldu? Sınırına yığınak yapan bir ordu,
sınırına aşılmaz duvarlar diken bir ülke, geçiş
süreci görüşmeleri yürüten Suriyede büyükelçisi olmayan bir Türkiyeden
bahsediyoruz. Sonuçları meçhul ve ileride savaş suçu niteliği
taşıması muhtemel bir Fırat Kalkanı operasyonunda ölen
onlarca askerden bahsediyoruz. Bakın, Türkiye toplumu
çocuklarının dışarıda, yabancı ülke
topraklarında neden öldüğünü merak ediyorlar, bunu soruyorlar:
Barış istiyoruz, neden çocuklarımız ölüyor? diye
soruyorlar. Bir ülkenin dış politikası da, iç politikası da
savaş politikası, talan politikası olmamalıdır, ölü
bedenler üzerinden kurulmamalıdır. HDP Grubu olarak bunu defalarca
söyledik ve bundan sonra da ısrarla söyleyeceğiz. Türkiye yüzünü
artık Kürtlere dönmelidir. Türkiye yüzünü selefi çetelere değil,
cihatçı gruplara değil, Orta Doğunun tüm renklerine,
halklarına dönmelidir. Orta Doğuda farklı dinlerin, mezheplerin
olduğu gerçeğine alışmalıdır. Orta Doğuda
Müslümanlar var, Hristiyanlar var, Yahudiler var, Ezidiler var. Orta
Doğuda farklı mezhepler var. Sünniler var, Şiiler var, Aleviler
var Müslümanlardan. Hristiyanların içinde Ortodokslar var, Katolikler var,
Protestonlar var. Nasturiler var, Keldaniler var, Süryaniler var. Görmezden
gelince bu kadar insan, bu kadar farklılık Orta Doğudan buhar
olmayacaktı. Nitekim olmadı da.
Bir zamanlar öfkeli çocuklar diye
tanımladığınız barbar IŞİDçi katiller bugün
o topraklardan silinip atılırken bunda Kürtlerin, Arapların,
Çerkezlerin, Ezidilerin rolü unutulmamalıdır. Orta Doğu
algınızı barış politikalarıyla bir an önce
yeniden kurmalısınız. Lakin bunun adı, barış gücü
olan asker gönderme tezkeresi olmamalıdır. Öyle bir politika ortaya
koyacaksınız ki uzun vadeli istikrar içerisinde demokrasiyi, insan
haklarını, adaleti ve vicdanı tesis alan bir politika
olmalıdır. Barış politikası, sabah kendi seçmeninize
Filistinli kardeşlerimizin davasından bahsederken akşam
İsrailin Filistin kara sularında el koyduğu gazı pazarlama
anlaşması yapmak değildir. Barış politikası
Musul 82nci, Halep 83üncü vilayetimizdir. demek değildir.
Yayılmacı politikalardan artık vazgeçmelisiniz. Dış
politikada sınır komşularımızla iyi ilişkiler
için bir an önce artık iç barışı
sağlamalıyız.
Son iki yıldır Kürtler anasını
görmesin diye yapmadığınızı
bırakmadınız, yüzlerce eve tabutların girmesine neden
oldunuz. Kürtü Türke, Türkü Kürte düşman ettiniz. Her gün bir ilden
linç haberleri gelmeye başladı. Bu anlayışla
barış gelmez. 80 milyonluk nüfusu 50 milyona indirmekle
barış gelmez.
Değerli milletvekilleri, bir tarafta eş
başkanlarımız tutukluyken diğer tarafta tüm toplumu temsil
ettiği iddia edilen bir Cumhurbaşkanının olduğuna
inanmamızı kimse beklemesin. Partimizin Genel Başkanına
terörist yaftası yapıştırmak kimsenin hakkı
değildir. Selahattin Demirtaş dendiğinde ilk akla gelmesi
gerekenler şunlardır: Kendisi, 1 Kasım 2015 tarihli milletvekili
genel seçimlerinde 5 milyondan fazla oy alarak Türkiye Büyük Millet Meclisine
59 milletvekiliyle giren Halkların Demokratik Partisinin Eş Genel
Başkanıdır. HDP, dünyadaki en yüksek seçim barajı olan
yüzde 10luk seçim barajını yıkan; Türkiyedeki tüm
halkların, tüm inançların, ezilenlerin, sömürülenlerin,
dışlananların, ayrımcılığa
uğrayanların, yani aslında bu ülkenin çokluğunu ve
çoğunluğunu temsil edenlerin muhalefet partisidir. İmha ve inkâr
politikalarıyla, tutuklamalarla, Kürtleri ebedî ve ezelî düşman ilan
etmeyle içte ve dışta barış sağlayamayız,
toplumsal uzlaşıyı getiremeyiz. Türkiye bir an önce
barış diyenlerin sesine kulak vermelidir. Evin içinde bir
yangın var, önce bu ateşi el birliğiyle söndürmeliyiz ki
sonrasında coğrafyamıza insan haklarını, adaleti,
barışı, eşitliği, herkesin kendi kimliğiyle,
kendi varlığıyla yaşayabileceği bir yol
haritasını sunabilelim. Bunu yapmak hepimizin elinde, bunu yapmak bu
Meclisin asıl görevidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime Hükûmetin Orta Doğu politikalarının
ciddi biçimde gözden geçirilmesinin Türkiyenin de çıkarları
açısından; bölge halklarının da, Orta Doğunun da
çıkarları açısından zorunlu olduğunu ifade ederek son
vermek istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Özgökçe Ertan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan
Milletvekili Sayın Öztürk Yılmaz konuşacak.
Buyurun Sayın Yılmaz. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnanda konuşlu olan
Birleşmiş Milletler gücü UNIFILin görev yönergesinin,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı tekrar
çıkması hâlinde bir yıl daha uzatılmasına ilişkin
Hükûmet tezkeresi konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, küresel dünyada dış
politikayı içeride olan gelişmelerden bağımsız
değerlendirmek artık mümkün değil. Örneğin, terör örgütü
FETÖ Türkiye'nin iç politikası mıdır, dış politikası
mıdır? Hem iç politikasıdır hem dış
politikasıdır. Terör örgütü PKK Türkiye'nin iç politikası
mıdır sadece, dış politikası mıdır? Hem iç
politikasıdır hem dış politikası. Eğer bir ülkede
güvenlik yoksa turistlerin gelmesi konusu Türkiye'nin iç politikası mıdır,
dış politikası mıdır? Keza, üretimden ve tüketimden
bağımsız olarak addedilemeyecek ithalat ve ihracat konusu da bir
ülkenin hem iç politikası hem de dış politikasıdır.
Türkiye'de olup bitenler, özellikle darbe girişiminden sonra
olağanüstü hâlin 20 Temmuzda ilan edilmesi, akabinde kanun hükmünde
kararnameler ve devletin yapısının işleyişine
ilişkin köklü ve gerçek manada devletin rejimiyle oynayan
değişiklikler, Türkiye'de içerideki olayların
dışarıdaki olaylarla esasen birlikte ele
alınmasını ve dış politikanın bu konularla
birlikte ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Biliyorsunuz darbe girişiminden sonra Türkiye
içeriye gömüldü. Darbe girişiminin hemen akabinde, 20 Temmuzda OHAL ilan
edildikten hemen sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine genel
manada Türkiye çekince koydu yani bu sözleşmeyi esasen önemli ölçüde
askıya aldı ve bunu uygulamayacağını -büyük bir
bölümüne genel çekince koydu- ilan etti. İkinci çekince koyduğu konu
ise Birleşmiş Milletler Medeni ve Sivil Haklar Sözleşmesiydi.
Burada da 13 tane kritik maddeye çekince koydu. Mesela adil yargılama
hakkını askıya aldığını belirtti, hatta
azınlıklarla ilgili normalde çekince konulamayacak maddeleri de OHAL
çerçevesinde uygulamayacağını ilan etti. Daha sonra 16 Nisan
referandumu gündeme geldiğinde Venedik Komisyonunun Bu referanduma konu
olan maddeler demokrasiyi askıya alıyor, demokrasiyi kurumsal olarak
bitiriyor, demokrasinin belini kırıyor, Türkiyede demokrasiden
otokrasiye dönük bir yaklaşım sergiliyor. şeklinde
uyarısı oldu ve Venedik Komisyonu Eğer bunlar geçerse Türkiye
demokrasiden uzaklaşıyor. şeklinde bir kanaat belirtti ve
maalesef bunlar da dinlenmedi. Sonra Avrupa Konseyinin
Biliyorsunuz Türkiye
2004te denetimden çıkmıştı, tekrar Türkiye, yeniden
denetime alındı. Dünyada herhâlde, demokratik olup denetimden
çıkıp tekrar denetime alınan tek ülke olduk.
Şimdi, bütün bunlar Türkiyenin
dışarıdaki imajını, Türkiyenin demokratik görünümünü
zayıflattı. Eskiden Türkiyeyle ilgili algı şuydu:
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman, demokratik ve laik bir ülke. Şimdi
ise nüfusunun çoğunluğu yine Müslüman ama otokratik bir ülke
imajıyla Türkiye yüzleştirildi ve ilk defa -hiçbir
Cumhurbaşkanı bir rejimle anılmıyordu- bu dönemde
Erdoğan rejiminden bahsedilir hâle gelindi. Sanki Saddam rejimi, sanki
Kaddafi rejimi, sanki Kerimov rejimi gibi bir rejimden, bir
cumhurbaşkanının adıyla bir rejimden bahsedilir hâle
gelindi. Bunlar, tabii, Türkiyenin dışarıdaki görünümünü
olumsuz yönde etkiledi ve Türkiyeyi içeriye gömdü. Türkiye
dışarıdaki gelişmelere maalesef fazla müdahale edemedi.
Bakınız, NATOyla sorunlar
yaşıyoruz, Avrupa Birliğiyle sorunlar yaşıyoruz,
Rusyayla sorunlar yaşıyoruz, ABDyle sorunlar yaşıyoruz.
Orta Doğuda ciddi manada bir bataklığın içerisindeyiz ve
kurtulamıyoruz. Daha da önemlisi, elimizde olan dostları da
yanlış politika nedeniyle kaybediyoruz. Şu anda Orta
Doğuda Türkiyenin yarın bizi satacağı açık olan
Katar ve her an bizi terk edecek Müslüman Kardeşlerden dolayı
uluslararası terör çizgisine girmek istemeyen Hamas var; onlar da
yavaş yavaş bizi terk edecek.
Cuma günü, biliyorsunuz, Filistinde hadiseler oldu.
Filistinde Mescidi Aksanın girişinde Aslan Kapısında
bomba patladı ve saldırı oldu. Akabinde de İsrail,
özellikle hemen akabinde İsrail oraya girişleri durdurdu ve üç gün
ibadeti durdurdu. Sonra Netanyahu daha önce çok istediği ama arayıp bir
türlü bulamadığı altın gerekçeyi buldu ve Mescidi Aksaya
girişlerde, biliyorsunuz, kamera ve dedektörler koydu yani ibadet
yapılan bir yere dedektör koydu. Tabii, buna oradaki Filistinli
kardeşlerimizin tepkisi oldu. Yalnız, Türkiye'nin de özellikle yakından
takip etmesi gereken bu olaylar Orta Doğuda yeniden bir alevlenmeyi
tetikleyebilir, olayın hassasiyeti herkesin malumu.
Bakınız, 2 devletli çözüm konusunda da
Mavi Marmara olayı ve akabinde İsrail askerlerinin burada
yargıdan affedilmesinden sonra hiçbir şey yapılamıyor.
Ezanın sesi kısılıyor, eskiden çok konuşulurdu
Şu oluyor, bu oluyor, Filistinli kardeşlerimiz
diye, onun için
seçimler kazanılırdı, onun için ortalığa
düşülürdü, hiç kimseden ses yok. Bu, haber oldu mu Türkiyede? Mescidi
Aksaya iki üç gün insanlar giremedi. Haber oldu mu? Olmuyor. Neden? Çünkü
havuz medyanın işine gelmiyor haber yapmak. Yani biz her şeyi
siyasileştirdik, her şeye göreceli bakıyoruz, postmodern bir
anlayışla dünyaya bakıyoruz maalesef. Biz, İsrail ve
Filistinin 2 devletli çözüm çerçevesinde bir araya gelmesini ve başkenti
Doğu Kudüs olan, 1967 sınırları içerisinde bir Filistinin
bir an önce kurulmasını ve İsrailin de güvenlikli ve
tanınmış sınırlar içerisinde yaşamasına
ilişkin 2 devletli çözümü destekliyoruz. Başka da bunun yolu yok ama
korkarız bu olaylar alevlenirse, hele özellikle Türkiye'nin bu olaylara da
kayıtsız kalması bölgede yeni bir alev topunun ortaya
çıkmasına yol açabilir.
Şimdi, bakınız, Avrupa
Birliğiyle ilgili gelişmeler oluyor. Rapor yayınlanıyor,
çöpe atıyoruz. Avrupa Konseyi bir uyarı yapıyor, çöpe
atıyoruz. NATOdan bir şey geliyor, dinlemiyoruz, hiçbir şeyi
dinlemiyoruz. Neden? Çünkü içeride demokrasiyle ilgili bir operasyon
yapılıyor esasen, bu operasyon yapılırken kimsenin müdahale
etmesi de pek fazla istenmiyor.
Şimdi, Orta Doğuda da gelişmeler
var. Biz bununla ilgili olarak birkaç şey söylemek istiyoruz.
Bakınız, bugün Orta Doğuda en önemli konu Amerikadaki
yönetimin İranı artık tekrar hedef tahtasına oturtmuş
olması. Neden? Çünkü, İranın Orta Doğuda fazla nüfuz
alanına sahip olduğunu görüyor ve İranın esasen Basra
Körfezinden Babül Mendep Boğazına kadar olan bölgeyi Şii
unsuru nedeniyle kontrol edebileceği endişesi taşıyor.
Bütün bu Katar olayı, Suudi Arabistandaki silah satışı,
Katara silah satışı, bütün bu olayları, bütün bu genel
stratejinin dışında değerlendirmek yanlış olur.
Orta Doğunun güneyinde bunlar olurken
kuzeyinde, bizim bölgemizde de yeni bir şekillenme oluyor.
Bakınız, 25 Eylülde Barzani bağımsızlık referandumuna
gideceğini açıkladı. Dışişleri
Bakanlığı bir açıklama yaptı, bunu Irakla
görüşmek Irakın bütünlüğü çerçevesinde bu konuları ele
almak gerektiğini ve zamanlamasının yanlış
olduğunu belirtti. Amerika Dışişleri
Bakanlığı ve Amerikalı yetkililer de esasen olayın
esasına değil zamanlamasına karşı çıktılar
ve zamanlamasıyla alakalı bir çekinceleri olduğunu söylediler.
Bizim önümüzde kritik bir yaz duruyor, bu AKP Hükûmeti ne yapacak? Referandum
sonucunda muhtemelen yüzde 99,9 bağımsızlık yönünde bir
karar çıkacak. Onu Barzani taktik olarak hemen uygulamayabilir ama siz ne
yapacaksınız? Strateji belli mi? Hiçbir şey belli değil.
Keza, Suriyedeki gelişmeler
Bakınız, Suriyede yeniden IŞİD tamamen oradan çekiliyor,
Rakka operasyonu da bitti bitecek, esasen Rakka da çevrilmiş durumda ve
Musul operasyonu bitti. Irakta 2 tane alan kaldı; bir, Gayyara bölgesi
tamamen temizlendi, Havice bölgesi kaldı küçük bir alan, bir de Telafer
kaldı. Bir plan var mı? Buradan IŞİD çekildi, buranın
idari yapısıyla, buranın, ülkenin bütünlüğüyle, orayla
ilgili herhangi bir plan var mı? Hiçbir yerde yazılıyor mu,
çiziliyor mu veya düşünülüyor mu? Olmadığını
söyleyebiliriz.
Suriyeyle ilgili bir şey var mı?
Suriyede de muhtemelen bir-iki ay içerisinde Rakka düşecek. Rakka
düştükten sonra Suriyede de yine sıcak bir yaz yaşanacak(!)
Peki, Suriyeyle ilgili bir plan var mı? Suriyenin toprak
bütünlüğünü destekliyoruz. diyoruz kâğıt üzerinde. Peki, ona
ilişkin herhangi bir şey var mı? Astana süreci başka bir
telden çalıyor, Cenevre ayrı bir telden, Türkiye apayrı bir
telden çalıyor. Hiçbir çalışma yok, bir boşluk var.
Bakınız, açık açık dış politikada bir boşluk
var. Türkiye dışarıda yalnızlaştırıldı,
esasen buradaki yönetim de Türkiyeyi içeriye gömdü, içeriye gömüldük,
gömüldüğümüz için dışarıya bakamıyoruz. Deprem
niteliğinde olaylar oluyor.
Kıbrıs konusu
Müzakereler bitti.
Müzakerelerde Rum tarafı ile KKTC anlaşamadı garantiler
konusunda. Peki, bakınız, bu hikâyeyi hep duyduk biz, en son
şunu söylüyorlardı: Bu son defa çözüm arayışıdır,
altın şans yakaladık. Eğer bu defa da olmazsa hiç
olmayacak. Bu defa olmazsa alternatifler gündeme gelecek. Buyurun
bakalım, getirin alternatifleri. Ne alternatifiniz varmış?
Soruyoruz KKTCdeki yönetime: Alternatifiniz nedir? Bittiği gün, ertesi
gün yeni çözüm çabası başlar. diyor. Ya, böyle bir şey olur mu?
Böyle bir dava savunulabilir mi? Bu nasıl iştir? Yani orada KKTCnin,
oradaki Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin emlaki para etmiyor,
gelecekleri belirsiz. Tutturmuşlar izolasyon aşağı izolasyon
yukarı. Nedir izolasyon ya? Nedir izolasyon? İzolasyon demek Ben
KKTCyi tanıtmıyorum. demektir, Çünkü ben oyalıyorum.
demektir. Peki, kalkıyor mu izolasyon? O da kalkmıyor. Siz en
küçüğüne razı olursanız en büyüğünü yaptırabilir
misiniz? Biz geçen de söyledik, artık tanıtma konusu öncelikli gündem
maddesi hâline getirilmelidir, Dışişleri
Bakanlığında KKTCnin tanıtımına ilişkin
özel bir temsilci atanmalı ve bu temsilci dünyanın her
tarafını gezmelidir. Neyi bekliyoruz? Müzakereler durdu. Eskiden diyorlardı
ki: Ya, müzakereler var. Dolayısıyla AB müzakereleri etkilenir. E,
durdu. Önümüzde bir perspektif var mı müzakerelerin açılması
için? O da yok. Bütün chapterlar, fasıllar durdu, hiçbir fasıl
açılmıyor. Geçen hafta Brüksele gittiğimizde Ya, Türkiye neyi
açabilir? dediğimiz zaman Ya, vallaha, bu dönemde biz Türkiyeyi tamamen
atmaktan bahsediyoruz, ne chapter açılması, ne fasıl
açılması? diyorlar. Peki, böyle bir dönemde siz bir hamle yapmak
zorunda değil misiniz? Sizin bir diplomatik hamleniz olması gerekmez
mi? Esasen en zayıf noktasını bulmuşsunuz, açmıyor, o
zaman bir şey yapmamız lazım.
Bakınız, dış politikada en
önemli şey boşuna laf etmek değildir,
kararlılıktır. Bunu bugün yapamıyorsanız hiçbir zaman
yapamazsınız. 1 milyondan az bir Ruma diz mi çökeceğiz yani?
Onların paşa gönülleri istediği zaman, istedikleri takvim
çerçevesinde bir çözüme mi razı olacağız biz veya istedikleri
şartlarda? Böyle bir şey olamaz.
İstenene de bakınız: Toprak.
Diyorlardı ki Toprak vermiyoruz. Ya, neyi vermiyorsunuz toprak? Yüzde
36ydı KKTCnin toprağı şu anda, yüzde 36, ara bölge dâhil
yani bize düşen alan dâhil. E, ne oluyor? Yüzde 28e kadar
düşeceğimizi götürüp Birleşmiş Milletlere teslim ettik yani
bir çözüm durumunda yüzde 28 küsura düşeceğimizi belirttik. Hani
vermiyoruz?
Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, KKTCnin
topraklarının, kendi topraklarının yüzde 23ünü terk etmek
anlamına geliyor. Niye yapıyoruz bunu? Allahın emri mi? Kutsal
bir kitapta mı yazıyor vereceğimiz? Niye vereceğiz? Vermek
zorunda
Efendim, çözüm olacakmış. Çözüm, almış
vermiş, alacaksın ki vereceksin. Ya, niye vereceğiz
kardeşim, niye vereceğiz ya?
Bütün her şeyi altüst ediyorsunuz da, bütün
Anayasayı altüst ediyorsunuz, kanunları, demokrasiyi altüst
ediyorsunuz, yerleşik her şeyi altüst ediyorsunuz ve
yerleşiğe zerre kadar saygı duymuyorsunuz da orada
başkalarının getirdiği yerleşik dediği bu
düzenlemelere niye karşı çıkmıyorsunuz? (CHP sıralarından
alkışlar)
Bu, bizim millî bir meselemiz. Bunda siz sağlam
durursanız biz sizi destekleriz. Açık açık eleştiriye de
razıyız, her türlü eleştiriye de razıyız. Biz yeter ki
doğru bir noktada duralım, bizi eleştirsinler, umurumda
değil ama doğru bir noktada duralım.
Şimdi, efendim, diyorlar ki: Bu çözüm
şimdi olmuyor. Şimdi yatıralım
On yıl sonra tekrar
çözüm başladığı zaman nereden başlayacağız,
bakın, ben size söyleyeyim: 28,6ya -veya işte, her neyse-
düştük ya, on yıl sonra başladığı zaman onun da
gerisine düşürecekler bizi, her başlanan yerde bırakılan
yerin bir sonrasına düşülüyor.
Aynı şekilde Garanti
Anlaşmasıyla ilgili söyleyeyim, İngilizler diyor ki: Vallaha
biz toprak veririz. Peki, sen toprak veriyorsun kardeşim, Annan
Planında da verdin ama sen müdahale hakkından, oradaki egemen üslerden
vazgeçiyor musun? Sen Kıbrısta egemen üs
Diyor ki: Burası
benim toprağım. Bu, çözümün dışında, ben ancak biraz
toprak verebilirim. Peki, sen egemen üslerden vazgeçiyor musun? Geçmiyorum
ama birazcık toprak verebilirim. diyor. Peki, Yunanistan Türkiyeyi atmak
için zaten tek taraflı müdahale istemiyor, İngiltere de zaten
istemiyor, İngilterenin tek istediği egemen üslerde kalmak. Peki,
kardeşim, ben şu aşamadan itibaren vereceğim,
anlaşılıyor. Şimdi, bizi bir noktaya getirmişler, bu
saatten sonra zorladığımız her adımda vermek
zorundayız. Vermek zorunda mıyız? Niye veriyoruz?
HASAN BASRİ KURT (Samsun) Vermedik zaten ya,
verilmiş bir şey yok.
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) Vermedin değil
işte, veriyorsunuz, çözüm hâlinde veriyorsunuz. Garanti
Anlaşmasını sulandırıyorlar, diyorlar ki:
Birleşmiş Milletler gücü olsun, artık ayrı bir Türk ordusu
olmasın, polis gücü olsun, o polis gücü de gelsin Birleşmiş
Milletlerin içerisinde olsun, Birleşmiş Milletler müdahil
olacağı zaman da başka bir yer karar versin, Türkiye tek
başına karar vermesin.
HASAN BASRİ KURT (Samsun) Garantörlüğün
vazgeçilmez olduğu Cumhurbaşkanı, Başbakan tarafından
çok kere ifade edildi.
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) Garanti
Anlaşmasının 4üncü maddesi Türkiyeye tek taraflı
müdahale hakkı veriyor aynen başkalarına verdiği gibi.
Lütfen bu konuda en azından siyaset yapmayalım arkadaşlar.
HASAN BASRİ KURT (Samsun)
Vazgeçmeyeceğimizi söyledik, Cumhurbaşkanımız da söyledi,
Dışişleri Bakanı da söyledi.
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) Garanti
Anlaşmasının bu maddesi sulandırılmak isteniyor ve
sulandırılacak. Crans-Montanada dediler ki: Kapatacağız
bunları bir yere, konuşacaklar. Neyi konuşacaklar? Siz orada
Garanti Anlaşmasına ilişkin maddeyi sulandırana kadar
konuşacaklar. Şakası yok, açık açık söylüyorum, kim
eleştirirse eleştirsin, biz burada durduğumuz sürece bu millî
davaya sahip çıkmak zorundayız.
Akdeniz tarihin hiçbir döneminde
olmadığı kadar değerlendi. Suriyede Ruslar üsler kuruyor,
deniz üssü, kara üssü. Kurmuyor mu? Amerika Birleşik Devletleri PYDnin
alanına kuruyor. Bakıyorsunuz, Amerika Birleşik Devletlerinin
bir eli Katarda, orada 11 bin askeri var, 5inci Filoyu Bahreyne kuruyor,
Irakta ayrı üsleri var, Erbilde ayrı koordinasyon merkezi var. Ya,
yapmayın, siz ne yapıyorsunuz? Millet Akdenize asker
yığıyor, siz Akdenizden askeri çekiyorsunuz. Niçin, niye
yapıyoruz biz bunu? Efendim, alınıyorlarmış, biz böyle
konuşunca alınıyorlarmış. Ya, ben böyle konuşmak
zorundayım kardeşim, biz böyle konuşmak zorundayız.
Artık gerçekle yüzleşmenin zamanı geldi. Bakınız,
artık bu köprünün altından sular geçti. Kıbrıs konusunu
eski, bu zamana kadar Türkiyeye dayatılan şekilde biz ele almak
zorunda değiliz. Hiç kimsenin paşa gönlü olsun diye bir taviz vermek
zorunda değiliz. Kim bu yetkiyi, hakkı kendinde görüyor?
Ayrıca, lütfen, şunu belirtmek istiyorum:
Bir anlayış var, o anlayış Türkiyede millîlik ne kadar
varsa ayaklarının altın alıp ezmek istiyor, hınçla
ezmek istiyor. Bir şey diyorsunuz, hemen karşı geliyorlar. Ya,
kardeşim, bu Kıbrısta benim bir arsam yok, benim bir yalım
yok, benim herhangi bir şeyim yok. Seçim bölgem Ardahanda bile bir evim
yok. Bizim bir şeyimiz yok, burası memleket meselesi. Yani, burada
verdiğiniz şeyi alamıyorsunuz ve geri dönüşünüz yok. Bu konuda
azami gayret gösterileceğini, bütün partilerin, başta hükûmet eden AK
PARTİli kardeşlerimizin buna riayet edeceğini ve özen
göstereceğini düşünüyoruz ve bu konuda en azından sapma
olmaması gerekiyor.
Bakınız, Orta Doğudaki
gelişmeler Türkiyenin elini kolunu bağladı, Akdeniz de
bağlıyor, yarın Ege bağlayacak ve bu götürülemez,
sürdürülemez bir noktaya geliyor. Herkesle kavga politikasından da
vazgeçelim artık. Bu, Türkiyenin elini kolunu bağlıyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Yılmaz.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Şirin Ünal konuşacak.
Buyurun Sayın Ünal. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ŞİRİN ÜNAL
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiyenin Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü UNIFILe
sağladığı kuvvet katkısının 31 Ekim 2018e
kadar uzatılması hakkında yüce Meclisimizin onayına sunulan
Hükûmet tezkeresi hakkında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubum
adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan evvel, 15 Temmuz 2016da
hain terör örgütü FETÖnün saldırılarına karşı
vatanı korumak için canlarını tereddüt etmeden ortaya koyan tüm
demokrasi şehitlerimize şehadetlerinin 1inci yıl dönümü
vesilesiyle Allahtan rahmet, yakınlarına ve milletimize
başsağlığı ve sebat diliyorum. Yine, bu
saldırılara karşı kahramanca mücadele veren gazilerimize
acil şifalar diliyor, hayırlı ömürler temenni ediyorum.
15 Temmuz gecesi ülkenin her köşesinde,
sokaklarda her siyasi anlayıştan, meşrepten ve dünya
görüşünden insanlarımız olmuştur. O geceden beri Türkiye,
gerektiğinde tüm farklılıkların üzerine çıkarak
hürriyetlerini ve geleceğini sahiplenme iradesine sahip olduğunu dost
düşman herkese göstermiştir. Türkiye hakkında yapılan
olumsuz hesapların tamamı 15 Temmuzda geçerliliğini
yitirmiştir. Sanıldı ki PKKsından DEAŞına kadar
dünyanın en eli kanlı, en vahşi terör örgütlerini üzerine
salarsak bu ülkeyi sindirebiliriz. Sanıldı ki FETÖ mensubu
üniformalı teröristleri uçakları, tankları, toplarıyla
sokağa çıkardığımızda bu milleti teslim
alabiliriz. Ülkemizde bu acıların bir kez daha
yaşanmamasını Gazi Meclisimizin kürsüsünden bir kez daha
Cenab-ı Allahtan niyaz ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2006 yılında yaşanan İsrail-Lübnan
savaşı sonrasında Lübnanda barışın tesisi ve
idamesi amacıyla Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü
(UNIFIL) oluşturulmuştur. Ülkemizin de kuvvet katkısında
bulunduğu UNIFILin başarıyla icra ettiği görevler
sonucunda Lübnan-İsrail sınırında sağlanan güvenlik ve
istikrar ortamı hâlâ devam etmektedir. Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701
sayılı Kararla kurulan UNIFILin görev süresi geçici olarak bir
yıl olarak belirlenmiştir. Aynı kararda bu sürenin gerekli
görülmesi hâlinde her yıl yeniden uzatılması da
öngörülmüştür. UNIFILin görev süresi bu çerçevede bugüne kadar on kez
uzatılmıştır. Bu defa Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyince UNIFILin görev süresinin Ağustos 2017 sonu
itibarıyla yeniden bir yıl uzatılması öngörülmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yakın coğrafyamızda barış ve
istikrarın tesisi öncelikli dış politika hedeflerimizden
birisidir. Bölgesel barış, istikrar ve güvenliği ilgilendiren
tüm gelişmelerin dış politikamız üzerinde şüphesiz
önemli yansımaları olabilmektedir. Son dönemde bölgemizde
yaşanan gelişmeler ülkemizin istikrar ve esenliğinin bölge
ülkelerinden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha gözler önüne
sermiştir. Bu itibarla, millî menfaat ve çıkarlarımızı
yakından ilgilendiren bölgesel gelişmeler karşısında
kayıtsız kalmamız düşünülemez. Bu anlayıştan
hareketle, Hükûmetimizin dış politikası ülkemizin etrafında
bir barış, güvenlik, istikrar ve refah kuşağı
oluşturulmasını hedeflemiştir.
Suriye rejiminin halka karşı
uyguladığı kanlı şiddet ve baskı
politikalarının bölge istikrarına yönelik tehdidini
artırdığı bir ortamda tüm bölgenin istikrarı
bakımından kilit önemi haiz Lübnanda barış ve
istikrarın muhafazası bölgemizin içinden geçmekte olduğu bu
hassas süreçte hiç şüphesiz daha da önem kazanmıştır.
Bölgesel gelişmelerin etkisiyle Lübnandaki etnik ve dinî gruplar
arasında yaşanan dönemsel gerginlikler ve toplumsal huzuru hedef alan
eylemlerde kaydedilen artış endişe kaynağı olmayı
sürdürmektedir. Hizbullahın artan ölçüde Suriye rejimine destek vermesi
ve Suriye'deki iç savaşta rejimin yanında bilfiil yer alması
Lübnanı da Suriye'deki gelişmelere müdahil kılmaktadır.
Ayrıca çatışma ortamından kaçarak komşu ülkelere
sığınmak durumunda kalan milyonlarca Suriyelinin
yarattığı mülteci baskısı da Lübnanı ciddi
sınamalarla baş başa bırakmaktadır.
Ülkedeki farklı mezhep grupları
arasında zaman zaman ortaya çıkan ve silahlı çatışma
boyutuna varabilen gerginlikler bugüne kadar Lübnan Hükûmetinin, Lübnan
halkının ve ordusunun sağduyulu tavrı neticesinde büyümeden
önlenebilmiştir. Lübnan halkının sahip olduğu ve uzun
yıllara dayanan bir arada yaşama kültürünün beraberinde
getirdiği toplumsal direnç ülkenin
istikrarsızlıklarının olumsuz yansımalarının
mümkün olduğunca asgari düzeyde tutulmasına imkân
sağlamıştır. Lübnan halkının zor zamanlarda
sergilediği bu olgunluk ve dayanışma duygusunun, bölgedeki
diğer toplumlar açısından da önem teşkil etmesini temenni
ediyoruz. Ne var ki Lübnan toplumunun bugüne kadar başarıyla
karşı koyduğu sınamalar, bölgesel dinamiklerin etkisiyle
gün geçtikçe yeni boyutlar kazanacaktır. Son dönemde Lübnana
sığınan Suriyeli ve Filistinli 1 milyonu aşkın
mültecinin, ülkedeki hassas mezhep dengelerini de bozmasından endişe
duyulmaktadır. Bunun yanı sıra DEAŞın
yarattığı Şii-Sünni gerginliğinin, diğer bölge
ülkelerine kıyasla sosyopolitik açıdan daha hassas dengeler üzerine
kurulu Lübnanın barış, huzur ve istikrarı üzerinde olumsuz
etkileri olabilecektir. Bu etkilerin asgari düzeyde tutulmaması hâlinde,
ülkede yaşanabilecek mezhep temelli bir iç çatışma, komşu
ülkeler başta olmak üzere bölgesel ve küresel düzeyde barış ve
istikrara yönelik ciddi bir risk ve tehdit oluşturabilecektir. Dolayısıyla,
çıkaracağımız bu tezkere ciddi önem arz etmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, UNIFILe
yaptığı katkılarla barışı koruma
harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev
üstlenmiştir. Bu çerçevede, Türkiye'nin katkısı, gerek
Birleşmiş Milletler sistemi içinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte
gerekse kapsamlı sivil-asker iş birliği faaliyetleri
vasıtasıyla Lübnan toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün
artmasına, ayrıca barış ve istikrarın korunmasına
yönelik politikanın sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.
UNIFILin ülkemizin askerî kuvvet
katkısında bulunduğu tek Birleşmiş Milletler
Barış Gücü operasyonu olması dikkate alınarak, UNIFIL Deniz
Görev Gücüne katkımızın sürdürülmesinin önem arz ettiği değerlendirilmektedir.
UNIFILin görev süresi 5 Eylül 2017 tarihinde sona
ereceğinden, görev süresinin bu tarihten sonraki dönem için yenilenmesi
yönünde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından
ağustos ayı içerisinde bir kararın kabul edilmesi
beklenmektedir.
Bu hususlar ışığında ve
Lübnanla ikili ilişkilerimiz ile bölgedeki güvenlik koşulları
da göz önünde tutularak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
UNIFILin görev süresinin uzatılması yönünde karar alması
durumunda hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 1701 sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül
2017 tarihinden itibaren 31 Ekim 2018e kadar geçerli olmak suretiyle UNIFIL
deniz görev gücüne iştirak etmesi uygun görülecektir.
Sözlerime son verirken UNIFILe askerî katkıda
bulunmaya devam etmemize ilişkin Hükûmet tezkeresini olumlu bulduğumu
beyan ediyor, hepinize selam ve saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Ünal.
Sayın milletvekilleri, (3/1165) esas
numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde grupların
konuşmaları sona ermiştir. Şimdi ilk olarak şahsı
adına Hatay Milletvekili Sayın Mevlüt Duduyu dinleyeceğiz.
Buyurun Sayın Dudu, süreniz on dakika. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEVLÜT DUDU (Hatay) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletlerin Lübnandaki
barış gücü olan UNIFILdeki TSK unsurlarının görev
süresinin uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken, bugün Hakkâride terör
örgütünün saldırısı sonucu yaralanan Mehmetçiklerimize acil
şifa diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye yanı
başımızdaki iç savaşlar ve emperyal hesaplı
yangınların bedelini en ağır ödeyen ülkedir. 4 milyona
yaklaşan mülteci, giderek artan ulusal güvenlik tehdidi, ihracatın ve
turizmin çökmesiyle ödediğimiz ekonomik bedel Türkiyenin çevresinde
barış kuşağı oluşturmak zorunda olduğumuzu
ortaya koymaktadır. Türkiye çevresinde barış
kuşağı oluşturabilmek için önce kendi içimizdeki
kutuplaşmayı ve cepheleşmeyi bir yana bırakarak birlik,
beraberlik ve barışı esas almalıyız, sonra da çevremizde
barış katalizörü olmalıyız. Bu anlamda yapmamız
gereken şey sadece askerî güç olmak değil; yumuşak gücümüzü yani
coğrafi, ekonomik, demografik, siyasi ve toplumsal gücümüzü çok ileri bir
boyuta taşımak zorundayız. Ne var ki,
yaşadığımız ülke içindeki kutuplaşma yumuşak
gücümüze zarar veriyor. Biz diplomaside mutlaka bu yumuşak gücü devreye
koymak zorundayız. Bu yüzden, dünyada keskinleşen cepheleşmede
taraf olmamak, tam aksine ara bulucu olarak Türkiyeyi olası
savaşların tarafı hâline getirmemek, ülkemizin bekası
açısından son derece önemlidir. Maalesef Türkiye Katara asker
göndererek Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin
başını çektiği bloku karşısına alarak
Katarın yanında saf tutmuştur. Bu durum, Orda Doğuda ara
bulucu olma vasfımızı kaybetmemize yol açmış, Arap
dünyasının lideri konumundaki bir ülkenin tüm oklarının
üzerimize yönelmesine neden olmuştur.
Katarla ilgili olarak soracağımız
ilk soru şudur: Türkiye, tüm Körfez ülkelerini karşısına
alarak Katarın bölgedeki jandarması mı olacaktır? Katara
kaç Mehmetçik göndereceğiz? Türkiye, Suudi Arabistanın yanında
hizalanan Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Bahreyn, Yemen ve
Libyayı karşısına alarak neden Orta Doğudaki tüm
aksiyon kabiliyetini ve olası ara buluculuk potansiyelini yok etmektedir?
Suudi Arabistan, Katarda Türk üssüne karşı
çıktığını açıkça ortaya koymuştur. Kendi
ülkesinin ulusal çıkarlarını bir kenara koyarak yapılan bu
hamle, Türkiyeyi yalnızlaştırmaktan başka bir sonuç
getirmeyecektir. Ekonominin giderek kötüye gittiği süreçte ihracatı
da olumsuz yönde etkileyerek halkımızı yeni tehlikelerle
karşı karşıya getirecektir. ABD Başkanı
Trumpın yeniden şekillendirmek istediği Orta Doğu
coğrafyasında Türkiyenin iyi bir satranç oyuncusu olmaktan
başka bir seçeneği bulunmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, özellikle son
altı yedi yıldır dış politikaya ilişkin olarak
yaptığımız tüm uyarılarda bugüne kadar haklı
çıktık. İtiraz ettiğimiz her konuda
haklılığımız çok kısa süre sonra ortaya
çıktı. Irak, Suriye, Mısır politikaları, daha
yakın geçmişteki Avrupa Birliğiyle yapılan geri kabul
anlaşması bir yıl geçmeden boşa düştü.
Şimdi Katarla ilgili olarak bazı bilgiler
paylaşmak istiyorum. Dışişleri Bakanlığından
Dışişleri Komisyon üyelerine gelen bilgi notunda Türkiyeyi
bekleyen itiraflar vardır. İngilterenin Bahreyne yeni bir askerî üs
inşa ettiği, Katarın 10 bin ABD askerine ev sahipliği
yaptığı vurgusu vardır. Bilgi notunda Türkiye Körfez
ülkeleriyle siyasi, askerî, savunma sanayi, ekonomik, ticari ve beşerî
ilişkilerini geliştirmeyi ve güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
denilmekte ve şöyle devam etmektedir, altını çizerek söylüyorum:
Aynı irade Körfez ülkelerinde de bulunmaktadır. denilmektedir. Bu
çerçevede, Katarla ilişkilerimiz özel önem arz etmektedir. diye de devam
ediyor. Bu öngörü şu anda açığa düşmüştür, aynen biraz
önce verdiğim örnekler gibi çünkü Körfez ülkeleri Katarla karşı
karşıya gelmiştir, Katarın yanında saf tutan Türkiye,
Suudi Arabistan öncülüğündeki bloku karşısına
almıştır.
Yine Dışişleri bilgi notunda,
DEAŞ, El Kaide gibi uluslararası terör örgütlerinin iki ülkenin ortak
mücadele ettiği, ciddi tehditler olduğu belirtilmektedir. Oysa son
tablo bu vurguyu da geçersiz hâle getirmiştir. Suudi Arabistan
öncülüğündeki Mısır, Bahreyn, Yemen ve Birleşik Arap
Emirlikleri, Doha yönetimini, IŞİD ve El Kaideyi destekleyerek bölgede
istikrarsızlaşmaya yol açmakla suçlamaktadır. AKP
iktidarının bölgesel yangında kendi ordusuna güvenmeyen Katara
Türk askerini göndererek bölgenin bekçilik görevini vermesi ve bu büyük
savaşın bir tarafı hâline getirmesi ülkemizi bekleyen
tehlikelerin habercisidir.
Buradan son kez uyarıyoruz: Orta Doğuda
büyük oyuncuların başında olduğu, Müslüman ülkelerin piyon
olduğu savaş ruletine Mehmetçikin kanı
bulaştırılamaz.
Değerli milletvekilleri, yine dış
politikayla ilgili güncel birtakım açıklamalarda bulunmak istiyorum.
Üç gün sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Barış ve
Özgürlük Bayramını kutlayacağız. Harekâtın 43üncü
yıl dönümü vesilesiyle Kıbrısta kan ve gözyaşını
durduran, soydaşlarımızı katliamdan kurtaran ve Türk
tarihine altın harflerle geçen Kıbrıs Barış
Harekâtının kazanımlarını korumak zorundayız.
Akdenizde istikrar, barış ve güvenlik için Rum tarafının
dayatma ve oyunlarına gelmemeliyiz. Son müzakereler de gösterdi ki adada
adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme ulaşmak mümkün
görünmüyor. Adada siyasi eşitlik ve iki kesimlilik temelinde eşit
statüde iki kurucu devleti haiz kılan bir ortaklık pek mümkün
görünmüyor.
Kasım 2016da başlayan müzakereler aradan
geçen süre içinde sonuçsuz kalmıştır. Biraz önce Sayın
Öztürk Yılmaz da söyledi, her müzakere sonucunda verdiğimiz tavizler,
bir sonraki müzakerede önümüze çıkıyor ve oradan başlamak
zorunda kalıyoruz Kıbrıs konusunda. İngiliz askerine
kırmızı halı seren Rum tarafı, Türkiye'nin
garantörlüğüne, adada Türk askeri bulunmasına tahammül edemiyor,
harekâtla kazandığımız toprakların büyük
kısmını geri istiyor, Türkleri azınlık hâline getirip
yeni yaşanabilecek felaketlere kapı aralayacak tavizler istiyor. Türk
soydaşlarımızın güvenliği için garantörlüğümüzden
vazgeçemeyiz. Kıbrıs Türkünün güvenliğini ve geleceğini
Rumların insafına bırakamayız.
Türkiye, artık KKTC konusunda yeni bir süreci
başlatmalıdır. Uluslararası anlamda tanınması
için diplomatik atağa geçmeli ve yeni çözüm süreçlerini masaya
yatırarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde tüm partilerin
katılımıyla konu, partilerüstü ele alınmalı ve
KKTCyle görüşülerek yeni formüller sahaya sürülmelidir. Akdenizin
güvenliği açısından da çok önemli olan KKTCden vazgeçemeyiz.
KKTC, dün olduğu gibi bugün de Türkiye için millî bir davadır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Parlamentosu,
Türkiyeyle devam eden üyelik müzakerelerinin koşullu olarak askıya
alınmasını kabul ederek tarihî bir hata
yapmıştır. Şüphesiz, AKP Hükûmetinin Avrupa Birliği
rotasından çıkan tutum ve davranışları, Türkiyede
düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırması,
mesleğini yapan gazetecileri cezaevine doldurması, son KHKlarda
masum vatandaşları kısmen söylüyorum- ve FETÖyle ilişkisi
olmayan akademisyenleri mesleğinden etmesi demokrasiyle
bağdaşmamaktadır. Ancak, Türkiye'nin AB yolculuğu AKPden
yıllar önce başlamış bir yolculuktur, bu yolculuk AKPnin
yanlış ajandasıyla sona erdirilemez. Avrupa Birliği,
Türkiye'nin, bu ülkenin, bu milletin altmış yıllık rüyasıdır,
bu rüyayı sona erdirmeye, bir çırpıda, bir hiç uğruna sona
erdirmeye ne AKP Hükûmetinin ne de Avrupa Birliğinin haddi
olmamalıdır.
Hepinize tekrar sevgilerimi
saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Dudu.
Şimdi Hükûmet adına Millî Savunma
Bakanımız Sayın Fikri Işık konuşacak.
Buyurun Sayın Işık. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin
Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücüne
sağladığı kuvvet katkısının 5 Eylül 2017
tarihinden 30 Ekim 2018 tarihine kadar uzatılması yolunda
Hükûmetimize yetki verilmesini yüce Meclisimizin onayına sunan Hükûmet
tezkeresi hakkında söz almış bulunuyorum.
2006 yılında yaşanan
İsrail-Lübnan Savaşı sonrasında Lübnanda
barışın tesisi ve idamesi amacıyla oluşturulan ve
ülkemizin de kuvvet katkısında bulunduğu Birleşmiş
Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü veya İngilizce kısaltmasıyla
UNIFILin başarıyla icra ettiği görevler sonucunda
Lübnan-İsrail sınırında sağlanan güvenlik ve istikrar
ortamı sürmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11
Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı Kararla
kurulan UNIFILin görev süresi, geçici olarak, bir yıl olarak
belirlenmiş ve bu sürenin, gerekli görülmesi hâlinde her yıl
uzatılması öngörülmüştür. UNIFILin görev süresi bu çerçevede,
bugüne kadar 10 kez uzatılmıştır.
Ülkemiz, geniş bir bölgeye yayılma riski
taşıyan ve 34 gün süren İsrail-Lübnan savaşına son verilmesi
amacıyla o dönem yoğun diplomatik çaba sarf etmiştir. 11
Ağustos 2006 tarihinde 1701 sayılı Kararın kabul
edilmesinin ardından 14 Ağustos 2006 günü ateşkes
sağlanmış ve Türkiye, bölgesel barış ve istikrara
atfettiğimiz önemin bilinci içinde UNIFILe kuvvet katkısında
bulunma kararı almıştır. Bu irade doğrultusunda, Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının UNIFILe iştirak etmeleri
yolunda Hükûmete yetki veren tezkere yüce Meclisimizin 5 Eylül 2006 tarihli
kararıyla onaylanmıştır. Bu karar sonrasında Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurları Ekim 2006dan itibaren bölgeye
konuşlandırılarak görevlerine
başlamışlardır. UNIFILe iştirak eden askerî
unsurlarımızın görev süreleri UNIFILin görev süresi
uzadıkça bugüne kadar yenilenmiştir. Bu kapsamda, Hükûmetimizin yüce
Meclisimizden son olarak geçen yıl aldığı bu
yetkilendirmenin süresi 5 Eylül 2017 tarihinde dolacaktır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince UNIFILin görev süresinin
Ağustos 2017 sonu itibarıyla bir yıl süreyle yeniden
uzatılması öngörülmektedir. Bu çerçevede, Hükûmetimiz, ülkemizin
katkı süresinin UNIFILin görev yönergesiyle eş güdüm içinde
uzatılabilmesini teminen Anayasamızın 92nci maddesi
uyarınca yüce Meclisimizden vakitlice izin istemiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; malumunuz olduğu üzere, ülkemizin öncelikli dış
politika hedeflerinden biri, yakın coğrafyamızda
barış, güvenlik ve istikrarın tesisidir. Bölgesel
barış, güvenlik ve istikrarı ilgilendiren tüm gelişmelerin
dış politikamız üzerinde şüphesiz önemli yansımaları
bulunmaktadır. Bu bağlamda, bölgemizde yaşanan son
gelişmeler, ülkemizin istikrar ve güvenliğinin bölge ülkelerinden
ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Ulusal
çıkarlarımızı yakından ilgilendiren bölgesel
gelişmeler karşısında kayıtsız kalmamız
elbette düşünülemez. Bu anlayıştan hareketle dış
politikamızın temel hedeflerinden biri etrafımızda
kalıcı barış, güvenlik, istikrar ve refah
kuşağının oluşturulmasıdır. Bu çerçevede,
Lübnan coğrafi açıdan küçük olmakla birlikte bölge istikrarı bakımından
kilit öneme sahip bir ülkedir. Orta Doğuda yaşanan
ayrışmaların küçük modelde tezahür ettiği Lübnanda siyasi
ve toplumsal yapı, dinî ve etnik topluluklar arasında orantısal
bir paylaşıma dayanmaktadır. Hassas dengelere dayalı bu
yapı komşu ülke Suriyede yaşanan ihtilafın Lübnana
yansımasıyla sürekli sınanmaktadır. Lübnandaki dinî ve
etnik gruplar arasında yaşanan dönemsel gerginlikler ve toplumsal
huzuru hedef alan eylemlerde son yıllarda kaydedilen artış
endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. Lübnanda etkin bir
siyasi ve askerî güç konumundaki Hizbullahın artan ölçüde Suriye rejimine
destek vermesi ve Suriyedeki ihtilafta rejimin yanında bilfiil yer
alması Lübnanı da Suriyedeki gelişmelere duyarlı hâle
getirmektedir. Böyle bir dönemde Lübnanda toplumsal uyumun korunması her
zamankinden daha da önem kazanmıştır. Bu bakımdan Lübnanla
tüm temaslarımızda bu ülkenin Suriye ihtilafına taraf olmama
yolunda belirlediği politikaya bağlı kalınmasının
son derece önemli olduğunun altını çiziyoruz. Çatışma
ortamından kaçarak komşu ülkelere sığınmak durumunda
kalan milyonlarca Suriyelinin oluşturduğu yoğun mülteci
baskısı Lübnanı ciddi toplumsal sınamalarla baş
başa bırakmaktadır. Bugün yaklaşık 4,5 milyon nüfuslu
Lübnan 1,5 milyon civarında Suriyeli ve Filistinli mülteciye de ev
sahipliği yapmaktadır. Bu bağlamda mülteci sorunu Lübnanın
önündeki en temel istikrarsızlık sorunlarından biri olarak göze
çarpmaktadır. Diğer taraftan, DEAŞ terör örgütünün son dönemde
Irak ve Suriyede oluşturduğu kaos ortamının ve Yemen ve
Libyada yaşanan gelişmelerle bölgesel planda etkisi hissedilen
mezhepsel gerilimlerin diğer bölge ülkelerine kıyasla sosyopolitik
açıdan çok daha hassas dengeler üzerine kurulu Lübnanın barış,
huzur ve istikrarına olumsuz yansımaları olabilecektir.
Şüphesiz bu etkiler asgari düzeyde tutulmadığı takdirde
ülkede yaşanabilecek mezhep temelli bir iç çatışma komşu
ülkeler başta olmak üzere bölgesel ve küresel düzeyde barış ve
istikrara yönelik ciddi risk ve tehditler oluşturacak, telafisi güç, derin
hasarlar açabilecektir.
Bu noktada Suriye kaynaklı güvenlik tehdidi ve
bölgesel çatışma riski bağlamında Lübnan Silahlı
Kuvvetlerinin desteklenmesi ve güçlendirilmesi önem kazanmaktadır. Ülkemiz
UNIFIL kapsamında sağlamakta olduğu desteğe ilave olarak,
Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin güçlendirilmesi için, önümüzdeki dönemde,
başta eğitim iş birliği olmak üzere hayata geçirilebilecek
adımlar için de Lübnan tarafıyla birlikte
çalışmaktadır. Ülkemiz Lübnan'la arasındaki derin tarihsel
bağların ve her alanda gelişen ikili ilişkilerin yanı
sıra Lübnan'daki gelişmeleri de yakinen izlemektedir. Mevcut
konjonktürde, Lübnan'da huzur ve sükûnetin korunması her zamankinden daha
fazla önem kazanmıştır.
Bu çerçevede, iki yılı aşkın
uzun iç müzakereler sonucunda Cumhurbaşkanlığı
koltuğuna 31 Ekim 2016 tarihinde Michel Aounnun getirilmesini ve akabinde
Başbakan Saad Haririnin 18 Aralık 2016 tarihinde yeni Lübnan
Hükûmetini kurmasını memnuniyetle karşıladık.
Aynı şekilde, 16 Haziran 2017 tarihinde kabul edilen yeni seçim
kanununun ve Meclisin görev süresinin 21 Mayıs 2018e kadar
uzatılmasının Lübnanın çok ihtiyaç duyduğu istikrara
katkıda bulunacağını düşünüyoruz. Bu son
gelişmeler hiç şüphesiz Lübnan Hükûmetinin ve Parlamentosunun da
etkin biçimde çalışmasını sağlayacak, ülkenin çok
ihtiyaç duyduğu kararların alınmasına ve kanunların
hayata geçirilmesine de yardımcı olacaktır.
Lübnanın istikrar ve refahına
atfettiğimiz önem çerçevesinde bu ülkede barış ve
istikrarın sağlanmasına yönelik olarak ortaya koyduğumuz
somut katkılar ikili ilişkilerimizin her veçhesine olumlu etki
yapmaktadır. UNIFILde görev yapan birliklerimizin sergilediği üstün
performans, diğer katılımcı ülkeler arasında
olduğu kadar Lübnan halkı tarafından da takdirle
karşılanmaktadır. Nitekim, UNIFILe kuvvet katkısında
bulunduğumuz 2006 yılından bu yana UNIFIL tarafından icra
edilen görevler kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları
tarafından hayata geçirilen birçok önemli proje Lübnan halkının
hafızalarında yer etmiştir. Bunlar arasında köy okullarının
elektrik ihtiyacının karşılanması, köy okullarına
oyun sahaları, köylere sağlık ocakları ve su depoları
inşa edilmesi, yol inşaatı gibi projeler sayılabilecektir.
UNIFIL'e 2013 yılına kadar bir istihkâm
bölüğü ve deniz gücüyle katıldık. 2013 yılından bu
yana da salt deniz unsurlarımızla katılıyoruz. Bu kapsamda,
hâlihazırda Nakuradaki karargâhta bulunan bir personelle birlikte
denizdeki görevler için bir adet Tuzla sınıfı karakol gemisiyle
-ki yarın görevini bir hücum botumuza devredecektir- UNIFILe
bağlı deniz görev gücü dâhilinde denetim harekâtı icra
etmekteyiz. Bu katkı, UNIFILin Barışı Koruma
Harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir bileşendir.
Şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetlerinin üstlendiği bu misyon,
bölgemizde barış ve istikrarın korunmasına yönelik
politikalarımızın önemli bir yapı taşıdır.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin
dış politika öncelikleri bellidir. Biz, bölgemizde huzuru,
barışı ve refahı destekliyoruz. Katar politikamız
bunun bir sonucudur, bölge politikamız bunun bir sonucudur. Bölgede
üstlendiğimiz tüm roller bölgenin huzuru, refahı ve güvenini esas
alan bir politikadır. Dolayısıyla, burada katkı
sağlayan arkadaşların görüşlerine saygı duymakla
beraber görüşlerine katılmadığımızı
özellikle ifade etmek isterim.
Kıbrıs konusundaki müzakereler bitirildi.
Türkiye haklılığını Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi nezdinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri
nezdinde, bu müzakerelere katılan tüm ülkeler nezdinde bir kez daha tescil
etti. Türkiye, çözümden yana ama tavizden yana olmayan tavrını ortaya
koydu. Bugün itibarıyla görüşmeler kapanmıştır ve
hiçbir zaman Türkiye bu konudaki ulusal çıkarlarından,
Kıbrıs Türk halkının ulusal çıkarlarından zerrece
taviz vermeden yoluna devam edecektir. Bu bir Hükûmet politikasıdır,
bu bir devlet politikasıdır. Bundan hiç tereddüdünüz olmasın. Bu
konuda muhalefetin vereceği her olumlu katkı, inanın, Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetinin elini güçlendirecektir. Bu anlayışla bu
konuları konuşmaya devam edeceğiz.
Hükûmetimiz arz ettiğim bu yaklaşım
ışığında uluslararası meşruiyeti haiz olan
ve uluslararası toplumun ortak iradesini yansıtan Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı Kararında öngörülen
amaçlar doğrultusunda Lübnanda görev yapan Birleşmiş milletler
geçici görev gücü UNIFILe kuvvet katkısında bulunmaya devam
edilmesinin uygun olacağı görüşünü muhafaza etmektedir. Bu
bağlamda, UNIFIL deniz görev gücüne iştirak eden
unsurlarımızın görev sürelerinin 5 Eylül 2017 tarihinden 30 Ekim
2018 tarihine kadar uzatılması hususunu bir kez daha yüce
Meclisimizin takdirine sunuyor, sizleri en içten sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Şimdi, son olarak, şahsı adına
Samsun Milletvekilimiz Sayın Hasan Basri Kurt konuşacak.
Buyurun Sayın Kurt. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASAN BASRİ KURT (Samsun) Çok teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, kıymetli
milletvekilleri; Lübnandaki Birleşmiş Milletler gücü UNIFIL
kapsamında görev yapmakta olan Türk askerlerinin bir yıl süreyle daha
görevinin uzatılmasıyla ilgili tezkere hakkında şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tezkereyle ilgili teknik açıklamalar
Bakanımız tarafından az önce burada Meclisimize iletildi. Tabii,
tezkere konusu olduğunda, genelde yurt dışına asker
gönderme tezkerelerinde Parlamentomuz birlikte hareket ediyor, muhalefetiyle,
iktidarıyla. Ancak dış politikayla ilgili birçok konu da burada
konuşmalar içerisinde geçti. Bunlardan birkaç tanesine, belki bir cevap
niteliğinde değil ama bizim kendi pozisyonumuzu anlatmak
açısından değinmek istiyorum.
Öncelikle, geçen hafta içerisinde Kıbrıs
müzakerelerinin olumsuz bir şekilde neticelenmesi. Tabii, bizim
açımızdan başta pozisyonumuz garantörlüğün sonuna kadar
devam ettirilmesi noktasındaydı, Türkiye garantörlük hakkından
hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğini en üst düzeyde,
Cumhurbaşkanı düzeyinde, Başbakan düzeyinde,
Dışişleri Bakanı düzeyinde burada ifade etmişti,
bundan vazgeçmeyeceğimizi. Oradaki Türk yurttaşlarının,
oradaki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının
haklarından da vazgeçilmeyeceği çok net bir şekilde ifade
edildi. Tabii, biz, iktidara geldiğimiz günden itibaren Kıbrıs
konusunda farklı dönemlerde farklı adımlar attık ve burada
temel hedefimiz psikolojik üstünlüğün bir defa Türkiye'nin eline
geçmesiydi. Az önce Bakanımız da ifade etti, Birleşmiş
Milletler nezdinde, uluslararası kamuoyu nezdinde Türkiye
Kıbrısta şu anda psikolojik üstünlüğe sahiptir.
Kıbrıs çözümü açısından, Kıbrısta bir
barışın tesis edilmesi açısından, çift taraflı
bir barışın tesis edilmesi açısından, iki devletli bir
çözümün oluşturulması açısından Türkiye uluslararası
kamuoyunda psikolojik üstünlüğe sahiptir ve kendi tezlerini
uluslararası birçok platformda çok net bir şekilde ifade etmekten
çekinmemektedir ve asla ve asla ne garantiden ne de başka bir şeyden
vazgeçme gibi bir lüksümüzün olmadığının da çok
farkındayız, bunu ifade etmek istiyorum.
İran konusu, tabii, son günlerde Amerika
Birleşik Devletlerinin politikalarındaki değişikliklerle
beraber bölgede ciddi bir problem alanı, ciddi bir sorun olarak önümüze
konuyor. Türkiye, Irak Savaşı sırasında, Irakın iç
karışıklıkları sırasında İran
konusundaki pozisyonunu çok net bir şekilde ifade etmiştir. Bölgedeki
yayılmacı anlayışı engellemek için her zaman Türkiye
uluslararası kamuoyu nezdinde, partnerleri nezdinde bunu defalarca ifade
etmiştir ve çok net bir tavır koymuştur. Biz, bölgede
istikrarsızlık oluşturacak, yayılmacılık
oluşturacak her türlü tutuma, her türlü davranışa bir defa
baştan karşı duruyoruz. Iraktaki pozisyonumuzda, orada bizi
Sünni kanadın bir savunucusu olarak suçlamaya
çalıştıklarında, bazen içeriden de Türkiyedeki bazı
köşelerden, Türkiyedeki bazı siyasetçilerden de, belki Amerikadaki
gazetelerden, Avrupada çıkan gazetelerden etkilenerek sanki bir
Şii-Sünni çatışmasının veya Şii-Sünni
tarafgirliğinin bir parçası olarak Türkiye gösterilmeye
çalışıldı ama Türkiyenin İran noktasındaki
politikası çok netti, Türkiyenin Irakın toprak bütünlüğü
konusundaki politikası da çok netti ve Amerikalıların bu konuda
merkezî hükûmete vermiş oldukları aşırı destek,
onların şımarıklığına yol açacağı
noktası defalarca, açık tonda, kapalı toplantılarda, her
yerde defalarca ifade edilmiş ve aslında bugün gelinen nokta, ta o
günlerden, bundan dört beş sene önce, alt yedi sene önce Türkiye
tarafından öngörülmüştü.
Tabii, öngördüğümüz şeylerden bir tanesi
de şu anda Haşdi Şabi. Keşke konuşmalarda onun
adı da geçseydi. Bir terör örgütü olarak çok net bir şekilde
tanımladığımız IŞİD neyse Haşdi
Şabinin de o olduğunu söylediğimiz bir örgüt ve bugün,
maalesef, nasıl ki Suriyenin kuzeyinde PYD belli bir şekilde
kullanılıyor, belli güçler tarafından, Haşdi Şabi de,
o düzeyde olmasa bile, farklı düzeylerde kullanılıyor. Ve bu
bölgenin yarın başına bela olacak en önemli terör
örgütlenmelerinden, en önemli yapılanmalarından bir tanesi hâline
gelme riskine sahip. Maalesef, bunu da Türkiye olarak biz uluslararası
kamuoyuna ifade ediyoruz ve ifade etmeye de devam edeceğiz.
Katar konusu, Türkiye açısından, gerçekten
öyle, hani bir anda kucağımızda bulduğumuz veya beklenmeyen
bir sorun değildi. Katarla ilgili konu, aslında sadece
uluslararası kamuoyunda da bizim muhatap olduğumuz farklı ülke
politikacıları veya bürokratları tarafından da sanki
Türkiyenin oraya asker gönderme tezkeresiyle ilintilendirilmiş gibi bir
hâle çevrilmek isteniyordu. Bunu da kesinlikle reddediyoruz,
Cumhurbaşkanımız da bu konuda çok net açıklamalarda
bulundu. Katar eğer bunu isterse biz buradan askerimizi çekebileceğimizi,
barışa hizmet edecekse Türkiye oradan askerini çekeceğini ifade
etti. Ancak bunu ifade eden birçok kimseyle, Katarda, Suudi Arabistan,
Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır hariç,
bunlarla da görüşmeler yapıldı Türkiye tarafından ama ifade
edilmeyen belki başka bir şey, El Cezirenin kapatılması.
Bakın, bir ülke bir ülkenin bir basın
örgütüne karşı toptan bir linç girişimine girişiyor ve
bütün dünya bunu seyrediyor. Biz bunu da söyledik. Türkiye'de gazetecilik
görevinden değil, farklı suçlardan dolayı, terör örgütüne
yardım, yataklık veya onun silahını taşıma gibi
suçlardan dolayı... Gazeteci kimliğini hasbelkader taşıyan
insanlar Amerika tarafından, Almanya tarafından sonuna kadar
savunuluyor, El Cezire gibi koca bir yayın örgütü toptan bir lince tabi
tutuluyor ve hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Bunu da ifade etmek
gerekiyor.
Avrupa Birliğiyle ilgili de çok net
Türkiye'nin... Biz burada beraber çalıştık, son iki yılda
Avrupa Birliğiyle ilgili süreçlerde ne kadar fedakârlık
gösterdiğimizi hepiniz biliyorsunuz. Özellikle göçmen krizinin çözümü
noktasında Türkiye'nin atmış olduğu adım ve bunun
karşılık bulmaması apayrı bir sorun bizim
açımızdan ve bu önümüzde hâlâ dağ gibi duruyor, verilmiş
olan sözlerin yerine getirilmemiş olması dağ gibi duruyor.
Türkiye'ye karşı ikiyüzlü tutum, maalesef ciddi bir hipokrasi burada
söz konusu Avrupa Birliği tarafından. Bunun da tespit edilmesi
gerekir diye düşünüyorum. Bu hipokrasi yapılıyor diye,
ikiyüzlülük yapılıyor diye biz Avrupadan veya bütün dünyadan
kendimizi izole edecek, soyutlayacak hâlde değiliz ancak şunu ifade
etmek istiyorum: Türkiye kendi yerli millî duruşunu her zaman devam
ettirecektir ve bundan en ufak bir sapma gözükmeyecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Başbakanlık
tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi tezkereyi oylarınıza
sunacağım.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
3üncü sırada bulunan, Anayasanın 92nci
maddesine göre verilmiş bir Başbakanlık tezkeresi vardır,
onun görüşmelerine başlıyoruz.
Şimdi tezkereyi okutuyorum:
3.- Birleşmiş Milletlerin Mali
ve Orta Afrika Cumhuriyetinde icra ettiği harekât ve misyonlar
kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve
tespit edilmek üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına
gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar
çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararıyla Hükûmete
verilen izin süresinin Anayasanın 92nci maddesi uyarınca 2/8/2017
tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine kadar uzatılmasına
ilişkin tezkeresi (3/1166)
Sayı :
31853594-165-28-953 14/7/2017
Konu: Bakanlar Kurulu Prensip
Kararı
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş Milletler
(BM) Güvenlik Konseyinin 25/4/2013 tarihli ve 2100 (2013) sayılı
Kararıyla Mali'de BM Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonunun
(MINUSMA) kurulması oy birliğiyle kabul edilmiştir.
MINUSMA'nın son olarak BM Güvenlik Konseyinin 29/6/2015 tarihli ve 2227
sayılı Kararıyla tadil edilen görev yönergesinde, ülkede
istikrarın sağlanması, ateşkes sürecinin desteklenmesi,
izlenmesi ve denetlenmesi, barış süreci yol haritasının
uygulanması, ulusal siyasi diyalog sürecine destek sağlanması,
BM personeli ve sivillerin korunması, insan haklarının güvence
altına alınması ve teşviki, insani yardım faaliyetleri
ile kültürel varlıkların korunmasına destek verilmesi ana
görevler olarak tanımlanmış ve MINUSMAnın acil ve ciddi
düzeyde tehdit altında olması durumunda, BM Genel Sekreterinin
talebine binaen Fransız birliklerinin, bu misyona destek vermek üzere
müdahale etmesine imkân tanınmıştır.
Diğer taraftan, BM
Güvenlik Konseyinin 10/4/2014 tarihli ve 2149 sayılı Kararıyla,
Orta Afrika Cumhuriyetinde BM Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu
(MINUSCA) kurulmuştur. MINUSCAnın görev yönergesinde, imkânlar
ölçüsünde ve konuşlanılan bölgelerde sivilleri korumak, sivil halka
yönelik tehditleri tespit etmek ve kayıt altına almak, ülkedeki
geçiş sürecinde siyasal hayatın işleyişine ve devlet
otoritesinin ülkede tesis edilmesine katkı sağlamak, ülkenin toprak
bütünlüğünü korumak, insani yardımların
ulaştırılmasını kolaylaştırmak, BM
personelini korumak, insan haklarını korumak ve teşvik etmek,
silahsızlandırma ve ülkeye geri dönüşlere destek vermek ile Orta
Afrika Cumhuriyetinde güvenliğin yeniden tesisi için reform
çalışmalarını desteklemek gibi hususlar yer
almaktadır.
BM tarafından ülkemize
söz konusu misyonlara katılım davetinde bulunulmuştur.
Ayrıca BM 70inci Genel Kurulu görüşmeleri sırasında
düzenlenen Barışı Koruma Zirvesinde söz konusu BM
misyonları için ülkemizden katkı sağlanması talebinde
bulunulmuştur.
Afrikada bölgesel istikrar
ve barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin
çözümüne ülkemizce askerî katkıda bulunulmasının, bölgede ve
genel olarak Afrika kıtasında izlemekte olduğumuz faal
dış politikamızın doğal bir uzantısını
oluşturacağı değerlendirilmektedir.
Bu yaklaşımdan
hareketle; hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit
edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin
Mali ve Orta Afrika Cumhuriyetinde icra ettiği harekât ve misyonlar
kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet
tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu
kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin
2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararıyla verilen bir
yıllık iznin süresinin 2/8/2017 tarihinden itibaren 31/10/2018
tarihine kadar uzatılmasını Anayasanın 92nci maddesi
uyarınca arz ederim.
Binali
Yıldırım
Başbakan
BAŞKAN Hükûmet? Burada.
Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç
Tüzükün 72nci maddesine göre bir görüşme açacağım; gruplara,
Hükûmete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.
Konuşma süresi gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika,
şahıslar için onar dakikadır.
Tezkere üzerinde söz alan sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal, Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Ağrı Milletvekili Sayın
Berdan Öztürk, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Oğuz Kaan Salıcı, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Rize Milletvekili Sayın Osman
Aşkın Bak; şahısları adına ise Öztürk Yılmaz
ve Sayın Metin Gündoğdu konuşacaklardır.
İlk konuşmacı olarak Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Günalı kürsüye davet
ediyorum.
Buyurun Sayın Günal. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya)
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Mali ve Orta
Afrika Cumhuriyetinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevlendirilmesine
ilişkin kararın şu anda bir yıl süreyle yeniden
uzatılmasını görüşüyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman
Türkiyenin güçlü bir devlet olduğundan hareketle, çok boyutlu, sosyal ve
kültürel temele dayanan bir dış politika izlediğimizden sizlere
daha önce de bahsetmiştik. Bu kapsamda da sadece Afrikada değil,
diğer görevlerde de olduğu gibi, jeostratejik konumu ve Orta
Doğudan Orta Asyaya kadar uzanan bu coğrafyadaki birçok ülkeyle
ortak tarihî değerlerimizi, kültürel değerlerimizi dikkate alarak bu
gibi uluslararası görevlerde -Birleşmiş Milletler nezdinde ve
NATO nezdinde yapılacak görevlerde- her zaman Türk Silahlı
Kuvvetlerimizin görevlendirilmesine destek olduk. Bu kapsamda da, bu
çalışmanın sürdürülmesini uluslararası çok boyutlu
dış politika kapsamında faydalı bulduğumuzu belirterek
sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, burada tabii ki çok
fazla teknik olarak ihtiyaç Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmiş ve
Meclisimize sunulmuş. Kapsamı da, nitelikleri de zaten belirleniyor,
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz de bu çalışmayı zaten
sürdürüyor. Ben, bu vesileyle, az önce arkadaşlarımın
belirttiği gibi, gündemde yer alan bazı konularla ilgili
kanaatlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum kısaca.
Öncelikle, geçtiğimiz günlerde Avrupa
Parlamentosunun kararını hepimiz yakından izledik, burada da
arkadaşlarımız açıklamalar yaptılar, devletin
yetkilileri de açıklama yaptılar ama burada bir kez daha
altını çizmek lazım ki bunun biraz çifte standartlı ve
ikircikli bir tutum olduğunu hep birlikte gördük, geçmişten bugüne
yaşanan tutumu da hep beraber görüyoruz. Bizim baştan beri
söylediğimiz şey özellikle AByle ilişkilerle ilgili bu tavsiye
kararı sürdürülen görüşmelerle ilgili... Zannediyorum yarın da
Meclisimizi bir heyet ziyaret edecek, parti gruplarını da ziyaret
edecek. Yine ne söyleyecekler bilemiyoruz ama bu kapsamda baştan beri
söyledikleri imtiyazlı ortaklık dedikleri şeyin başka
versiyonlarını tartışıyorlar ama siyasi
tartışmalar alevlendiği zaman da buna benzer kararlar
parlamentodan değişik şekillerde çıkabiliyor. Daha önce de
değişik ülkelerin parlamentolarında da Türkiye aleyhine
bazı kararlar çıktığını hep birlikte hatırlıyoruz.
Bu, ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini açık bir
şekilde gösteriyor. Bütün görüşmelerde, AB yetkilileriyle
yaptığımız görüşmelerde de, yine, Meclisteki
görüşmelerde de ifade ettik: Elli üç yılı geçmiş, elli
dördüncü yıla giren benim hep uzatmalı nişanlılık
diye tabir ettiğim bir ilişki var. Bunun baştan bir gözden
geçirilmesi gerekiyor ve gümrük birliğini de üye olmadan uygulayan tek
ülke olarak bu konuların yeniden Hükûmetçe ele alınması
gerektiğini söylüyorum çok vakit almamak adına. Çünkü şu anda,
bugün de gazetelerde, bazı medya kuruluşlarında yer
alıyordu Dışişleri Bakanımız Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetine yapacağı ziyarette yeni süreci
değerlendirecek. diye. Herhâlde bu görüşmelerin kesilmesinden sonra
nasıl bir yol izleneceğini de değerlendireceklerdir. Bu kapsamda
kısaca bu konudaki görüşümüzü de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Baştan beri iki toplumlu, iki devletli çözümden
yana olduğumuza az önce Sayın Bakan da sayın
konuşmacılar da değindi ama gerçekten de bu süreçte her
seferinde Rum tarafı biraz daha mesafe almış olarak
çıkıyor. Biz hassasiyetlerimiz gereği görüşme
masasında olanları söylemiyoruz ama onlar henüz görüşülmeden
kamuoyuna birtakım haritalardan, birtakım tavizlerden bahsediyorlar.
Doğal olarak da kamuoyunda bir tartışma başlıyor.
İçeriğini de bilemediğimiz için bizler de hep soru
işaretiyle karşılıyoruz. Dışişleri
Komisyonunda arkadaşlarımızla, Sayın Bakanla yaptığımız
toplantıda da sürecin en yoğun dönemiydi-
paylaşmıştık. Kendisi de bize bazı bilgiler verdi ama
maalesef her seferinde onlar geri adım atıyor, oyunbozanlık
yapıyor ama hep o kalan yerden sanki müktesep hak gibi devam ediliyor. Bu
kapsamda şunu hep beraber söylememiz lazım: Bir milli dış
politika olarak hiçbir şekilde garanti ve ittifak haklarından taviz
verilmemesi gerektiğini, bu anlaşmalara sadık
kalınması gerektiğini ve burada da zaten fiilî bir durum
olduğunu görmemiz lazım.
Anlamadığımız nokta şu: Her
tarafı bölüyorsunuz, Irakı, Suriye'yi geliyorsunuz bölüyorsunuz,
Balkanları böldünüz ama buna rağmen dönüp Kıbrısta ikisini
birleştirmeye çalışıyorsunuz. Yani zaten orada fiilî bir
devlet var, 1983 yılından beri devam ediyor. Yeni dönemde oturup
Kıbrısla ilişkilerimizi de tanzim edip bu yapılan
münhasır ekonomik bölge anlaşmalarını da diğer
devletlerle yapılanları da bu hâkimiyet alanımızda
yapılan sondaj çalışmalarını da çok ciddi bir
şekilde değerlendirmemiz ve Türkiye'nin
kararlılığını göstermemiz gerekiyor.
Öte yandan, çok daha sıcak gündem
tartışılıyor, Irakta Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin
referandum yapılacağına ilişkin açıklaması.
Maalesef birçok devlet doğrudan karşı çıkmak yerine
zamanlamasının çok uygun olmadığını söylüyor
Amerika Birleşik Devleti dâhil olmak üzere. Yani bu zinhar
yapılmasın diyen bir iki ülke, onlar da belli çekincelerle
söylüyorlar. Bizim çok daha üst perdeden ve net bir şekilde bu konuda hem
söylem hem de eylem olarak, gerektiğinde nasıl daha önce Sincarda,
Telaferde yapıldığı zaman Gerekirse gireriz. diyorsak
kararlılıkla bunun üzerinde durmamız lazım ve bunun kesin
bir kırmızı çizgi olduğunu hem söylememiz lazım hem de
kararlılıkla göstermemiz lazım.
Daha vahim olanı, bırakınız
kendilerine tanınan Irak Anayasasındaki şehirleri, Kerkükü,
Telaferi dâhil edecek şekilde, bugünün ortamında, Efendim, biz,
onları Peşmerge olarak uydurma, sanal örgüt DAEŞten
aldık. diyerek Biz burada hâkimiyet kuracağız. diyorlar.
Bunlar şu anda da ihtilaflı alanlar, Irak Anayasasına göre de
ihtilaflı.
Bu konuda aslında çok fazla şeye de gerek
yok değerli arkadaşlar, zaman zaman Musul
tartışıldığı zaman, hemen Kerkük olunca Lozan
Antlaşmasına atıfta bulunuyoruz ama bizim elimizde bize çok
daha güçlü imkân veren 1926 Ankara Antlaşması var. Eğer o
antlaşmanın 6, 7, 8, 9, 10, 11e doğru giden maddelerine
bakarsak, Türkiye'nin burada çıkacak herhangi bir
eşkıyalık, soygun yani yasa dışı bir eylem
olması durumunda Irak Hükûmetiyle beraber müdahale etme hakkı
vardır antlaşmadan kaynaklanan. Çok fazla şeye gerek yok;
kararlılığımızı göstermek istersek
uluslararası meşruiyetimiz ve hukuktan kaynaklanan
haklarımız vardır.
Aynı şekilde, Suriyede de son
gelişmelerle -az önce de arkadaşlar konuşurken bir
kısmına değindiler- son aşamaya doğru gelindiğini
ve hızla, sanki savaşmadan IŞİDin, DAEŞin -ne
derseniz deyin- belli bölgelerden çekildiğini ve orada sözde bir Kürt
bölgesinin oluşması için bir çalışma
yapıldığını görüyoruz. Müttefiklerimiz de maalesef,
sözde müttefik demeye başlayacağız herhâlde bu gidişle
çünkü hâlen daha o silahları vermeye devam ediyorlar, bize herhâlde sadece
listesini veriyorlar ama o listelerin dışında da yakalanan
dökümlere bakıyoruz, güvenlik güçlerimiz getiriyor
yayınlıyorlar, görüyoruz, bakıyoruz; hâlâ oradan gelen
silahların bize karşı, askerimize, polisimize, sivil
vatandaşlarımıza karşı kullanıldığını
da görüyoruz.
Onun için, bu konularda çok daha ciddi bir
şekilde durulması, söylemden ötede kararlılıkla, millî bir
dış politika, Türkiye'nin millî güvenliğini,
çıkarlarını pekiştirecek, koruyacak, çevremizde de yine, bu
Görev Gücünde olduğu gibi barışı, istikrarı koruyacak
çalışmalara katılmak anlamında olsun ve komşu
ülkelerle karşılıklı saygıya dayalı, geçmişe
dayalı ilişkilerimizi de dikkate alarak yeni ilişkiler
geliştirerek ülkemizin hak ve çıkarlarının
korunacağı adil, kalıcı çözümlere bölgemizde
ulaşılabilecek bir dış politika uygulanmasına her
zaman destek olacağımızı yeniden bildiriyoruz. Ancak bunun
da kararlı bir şekilde yeri geldiğinde gösterilmesi
gerektiğine inanıyoruz.
Bu kapsamda, yapıcı konularda destek
olacağımızı, dış politikanın millî bir konu
olduğunu tekraren belirtiyorum. Görev süresinin uzatılmasına da
olumlu baktığımızı belirtiyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Günal.
Sayın milletvekilleri, birleşime kırk
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.08
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.53
BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI
KÂTİP ÜYELER: Mücahit
DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Fatma KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli)
-----0-----
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin
112nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
1166 esas sayılı Başbakanlık
Tezkeresinin görüşmelerine devam ediyoruz.
Hükûmet yerinde.
Tezkere üzerinde, şimdi de Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Ağrı Milletvekili Sayın
Berdan Öztürk konuşacaktır.
Buyurun Sayın Öztürk.
HDP GRUBU ADINA BERDAN ÖZTÜRK (Ağrı)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Konuşmama başlamadan önce, cezaevinde
rehin olarak tutulan eş genel başkanlarımızı, vekil
arkadaşlarımızı, belediye eş
başkanlarımızı, parti yöneticilerimizi, seçmenlerimizi,
gazetecileri, hasta tutsakları ve bu devletin zulmü altında, dört
duvar arasında bulunan bütün devrimci, demokrat tutsakları
saygıyla selamlıyorum.
Yine, şu anda cezaevinde analarının
ak sütü gibi helal olan işlerini geri alabilmek için açlık grevi
sürdüren Nuriye ve Semihi de saygıyla selamlıyor, yanlarında
olduğumuzu bir kez daha bu vesileyle belirtmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 13 Temmuz 1930 yılında gerçekleşen ve tarihe
Zilan katliamı olarak geçen katliamı kınıyor ve o
katliamda yaşamını yitiren bütün insanlarımızı
saygı ve minnetle anıyorum. Zilan katliamı, insanlığa
karşı işlenen bir suçtur ve dönemin istibdat rejimi
tarafından Kürtlere reva görülen En iyi Kürt, ölü Kürttür. resmî
görüşünün kanlı belgesi niteliğindedir. Bu katliamlarla
yüzleşmeden, hesaplaşmadan kimse Kürtlerle helalleşemeyecektir
çünkü Kürtlerin kolektif hafızası, örtünmüş bir
helalleşmeyi kabul etmeyecektir. Seksen yedi yıl önce Ağrı
isyanlarına karşı yürürlüğe sokulan bu insanlık
suçundan yöre halkının her kesiminden insanın yanı
sıra, annesinin karnındaki bebeklerin bile nasibini
aldığı ve resmî rakamlara göre de 15 bin insanın
katledildiği bu büyük katliamdan sonra Kürtler açısından ne
değişti? sorusu hâlen güncelliğini korumaktadır. Hakikaten
ne değişti?
Değişen şey şu: Kitlesel
katliamlara maruz kalmıyoruz artık. Daha küçük, daha zamana
yayılmış sistematik kırım bütün hızı ve
haşmetiyle devam ediyor. Kuruluş ideolojisini ve ontolojisini Kürt
karşıtlığı üzerine kuran resmî görüşün bize reva
gördüğü şey Zilan katliamından zinhar farklı değildir.
O günlerde de yeni devlet-ulusa tebaa oluşturmaya çalışan yüce
devletlilerin yapmaya çalıştıkları ile bugünkü yeni
devletlilerin yaptığı şey birbirinin tekrarıdır.
Resmî ideolojinin neoliberal bir formda yeniden üretimidir.
Peki, bu durumda Kürtler ne yapsın?
İstenen şey, Kürtlerin dizlerini kırıp evlerinde
kendilerine bahşedilecek kırıntılarla yetinmeleridir.
Haşmetlerinin Daha ne istiyorsunuz, her şeyiniz var. demesinin
altındaki şizofreniyi anlamamız isteniyor. Öyle ya, Kürtler bu
devletin geleneksel kodlarında şaki olarak
kodlandıklarından beridir baki olan tek şey onlar için hep
direniş olageldi. Her direniş devletin büyük gazabıyla
karşılaştı. Bu gazap, haklılığı ve
meşruiyeti olan direnişleri tarumar etmek için elindeki bütün
imkânları sonuna kadar kullandı.
Bugün değişen şey nedir? Aslında
hiçbir şeydir. 7 Haziran seçimlerini kendisine büyük bir yenilgi olarak
gören geleneksel devlet ile devletin yeni sahibi olmaya çalışan
kapitalistlerin canhıraş bir şekilde ittifak kurup Hadi
Kürtleri bir kez daha dövelim. dedikleri yeni bir restorasyon sürecinin
başlamasıdır. Yani devleti fabrika ayarlarına döndürme
çabasının son versiyonuyla karşı karşıyayız.
Doksan yıllık senaryoyla aynı mekânsal platolar ama farklı aktörler
kullanarak büyük bir gişe yapma yanılgısının orta
yerinde duruyoruz şu anda. Hatta buna yanılgı dememiz iltifat
olacaktır. Bu bir yanılsama, hem de büyük bir yanılsamadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere,
Başbakan, AKPnin tüm kurmayları, fırsat buldukları her
yerde, kitlelerin duygularını tahrik eden popülist bir
yaklaşımla HDPden DBPye kadar Kürt siyasi hareketine dönük kara
propagandayı, siyaset felsefesine rahmet okutarak, boşluk
bırakmadan, soluk almadan sürdürmeye devam ediyorlar.
Eş başkanlarımızı
terörist yaftasıyla suçlamak, yaptığımız siyaseti
kriminalize etmek tam da sözünü ettiğim kara propagandanın ta
kendisidir. Ayan beyan araçsallaştırdığınız
yargıya talimat verip kitlesel tutuklamalara girişiyorsunuz.
Yandaş medya eliyle bizi teşhir ediyorsunuz. Seferberlik ruhuyla ve
hamasi söylemlerle bu kez kazanacağınızı
düşünüyorsunuz. Ortada kazanma ve kaybetmeyle ilgili bir durum yok. Orta
yerde demokratik ve barışçıl çözümü bekleyen siyasal ve
toplumsal bir sorun var. Bu sorunun çözümü herkese kazandıracaktır.
Şu anda zindanda rehin olarak tutulan sevgili
Aysel Tuğlukun dediği gibi Herkes için kaybetmesi gereken bir
savaş, kazanılması gereken bir barış sorumuz var
sadece. Bundan ötesi daha fazla kutuplaşma, daha fazla çatışma,
daha fazla ayrışmadır.
Demokratik siyaset zemininden uzaklaşarak
iktidar olmanın bütün olanaklarını kullanıp siyasi ve
ahlaki açıdan oldukça sorunlu yöntemler kullanmak ve bizi siyasi
hasım belleyerek, emniyet, yargı ve medyayı da kullanarak
tasfiye etme girişiminin bumerang bir etkiye sahip olduğunu siyasetle
az çok uğraşanlar çok iyi bilirler. Dün vesayetçi sisteme
karşı başlattığınızı iddia ettiğiniz
mücadelenin kendisi de kitleler nezdinde tartışmalı hâle
gelmiştir. Vesayetle mücadele adı altında kazandığınız
her mevzi sonrası abanızın altında
sakladığınız sopayı çıkararak bizlere göstermeniz
artık komik bile kaçmıyor. Daha fazlar rant, daha fazla iktidar, daha
fazla hegemonya talebiniz aynı zamanda kendi içinde ciddi bir demokrasi
sapmasıdır.
Gelinen durum itibarıyla yaşananlar
artık demokratik siyaseti tümden ortadan kaldırmaya, muhalefet etmeyi
tümden kadük bırakmaya dönük bir durumdur. İstiyorsunuz ki herkes,
her şey, her alan sizin kodlamalarınıza uysun, sizin iktidar
zihniyetinize hizmet etsin. Yoksa olacak bellidir; bunun dışında
kalan her şey, her söylem, her eylem gayrimeşru ilan ediliyor, yasa
dışı sayılıyor, kriminalize ediliyor, sonra derdest
edilip zindana konuluyor. Evrensel siyaset ve hukuk normlarının
çıkarlarınıza ve iktidarınıza göre böylesine
eğilip büküldüğü bir dönem daha olmamıştır. Hani
diyorlar ya Evren bile bu kadarını düşünmemişti.
Hakikaten öyle. İnsan hakları anıtını gözaltına
almak ve etrafını bariyerlerle kapatmak, sanırım rahmetlinin
de düşünse yapmak isteyeceği bir şey olurdu.
"Mutlak iktidar için mutlak zafer
naralarıyla oluşturulan bütün stratejiler içeride ve
dışarıda çökmeye devam ediyor. Dışarıda
uğranılan her başarısızlık sonrası içeride
siyasi, hukuki, ahlaki ve vicdani ilke ve ölçü gözetilmeksizin muhalifleri
hedef alan büyük bir kuşatmaya dönüştürülüyor. Suriye'de ve Musul'da
uğradığınız
başarısızlığınızın
acısını, içeride size kim muhalefet ediyorsa ondan
çıkarmaya çalışıyorsunuz. Oysaki başınıza
gelen bütün musibetler için sizi daha önceden uyardık. Kürsülerden,
meydanlardan, televizyonlardan, basın-yayın organlarından
gidilen yolun yol olamadığını defalarca söyledik. Bu
ülkenin geleceğini inşa edecek, barışı yeniden tesis
edecek, demokratik siyasetin önünü açacak her söylemimiz, emniyet ve yargı
marifetiyle fezlekelere, iddianamelere dönüştürülüp tasfiyenin aracı
hâline getiriliyor. Uyduruk fezlekelerin, elle tutar yanı olmayan
iddianamelerin üzerinden onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırılıyoruz.
Niye? Çünkü haşmet öyle istiyor. Kendi mukadderatını bizim
tasfiyemiz üzerine kuran, Kürtler bir çakıl taşına sahip
olmasın. fobisiyle gidilecek yerin neresi olduğunu tarih ve siyaset
bilimi söylüyor zaten. Biz sadece bir kez daha hatırlamanıza vesile
olalım istiyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Kobaniden sonra Suriyede çatışan iki temel
stratejiden bahsedebiliriz. Bu stratejilerden biri, Emevi Camisinde namaz
kılma heveskârlığı yüzünden İslamcı radikalleri
örgütleyip her türlü lojistik desteği sunarak direksiyonun
başında ben olayım diyen stratejik derinlik hattıydı.
Şu an bu çizgi Suriyede, Musulda yani bilcümle Orta Doğuda
geçerliliğini yitirmiş, fiilen yenilmiştir. İkinci çizgi
ise demokratik, çoğulcu, herkesin kendi rengi ve gücüyle temsil
edildiği, yerinden ve yerelden yönetim anlayışını
benimsemiş demokratik komünal çizgidir. Bu çizgi gitgide bütün Orta
Doğuya rengini veriyor, halklar tarafından benimseniyor, sorunlara
çözüm olabilecek büyük bir potansiyel taşıyor. İşte tam da
bu noktada Orta Doğuya ilaç olacak, sorunları kansız
halledebilecek bir paradigmanın önü her türlü kirli ittifakla kesilerek
yeniden büyük bir savaşın önü açılmak isteniyor.
Bir yanda güney Kürdistanın yapacağı
bağımsızlık referandumuna karşı tehditkâr
açıklamalar, öte yanda Afrin'e dönük olası bir saldırı için
sınıra yapılan yığınaklar. Bakınız, bu
coğrafyalarda yaşayanlar ve kendi kaderini tayin etmeye
çalışanlar kimler? Tabii ki Kürtler yani yüz yıl önce dört
parçaya bölünen ve her biri kendi parçasında egemen devletlerin her türlü
baskı, zor ve sömürü politikalarına maruz kalan kardeşlerimiz.
Ne yapalım yani kardeşlerimizin, halkımızın
taleplerini görmezden mi gelelim? Onlara "Oturun oturduğunuz yerde,
oradaki büyükleriniz sizin iyiliğiniz neyi gerektiriyorsa yapacaklar.
mı diyelim? Elbette ki onların bağımsızlık
talebini kayıtsız şartsız destekleyeceğiz. Elbette ki
onların demokratik komünal bir çizgide kendilerini yönetmelerinin
analarının ak sütü gibi helal bir talep olduğunu dile
getireceğiz. Halk bunun için seçti bizi. Halk size biat edelim diye,
buranın konforuna kendimizi kaptırıp geliş nedenimizi
unutalım diye Parlamentoya göndermedi bizi. Kendi geliş nedenlerimizi
inkâr ederek siyaset yapmamız isteniyor bizden. Bu, demokratik siyasetin
inkârıdır. Siz devleti ele geçirmek için böylesi bir inkârla siyaset
yapabilirsiniz, biz sonuna kadar halklarımızın taleplerini
dillendirmeye devam edeceğiz. Siz "kamu düzeninin tesisi adı
altında 12 Eylülcülerin diline pelesenk ettiği mottoya sarılmaya
devam edin. 12 Eylülün gerekçesi olan ve hiç bıkmadan tekrarlanan bu
mottoyu allayarak pullayarak algı operasyonlarıyla satmaya
çalıştığınız derin stratejilerinizin
sığlığını artık herkes görüyor. En uzun MGK toplantısında
benimsenen "çözümsüzlük de bir çözümdür stratejisi, temel
çatısını çözüm sürecinin bitirilmesi ve akabinde darbe
dinamiğinin yeniden tesis edilmesi üzerine kurdu. Artık en basit hak
talebi bile bu dinamiğin konsolidasyonu için kullanılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Erdoğan'ın ve AKP Hükûmetinin tekrarlamaktan
bıkmadığı fakat sanırım son zamanlardaki
beyanatlarla artık vazgeçtiği siyasetin
kapsayıcılığı dönemi fiilen sona ermiş
bulunmaktadır. Aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu
yana hiç eksik edilmeyen bu söylemlerin, daha çok kaynaşmış bir
zümre anlayışıyla içimize alıp kendimize benzetelim
retoriğini yeniden ve yeniden güncelleyip önümüze koymanın hiçbir
anlamı kalmamıştır. Artık kabul etmeniz gereken en
önemli şey şudur: Kürtler bir halktır, Kürtler bir ulustur ve
Mezopotamya'nın en kadim halklarından biridir. Herkesin kendi
toprağında kendi dili ve rengiyle egemenlik haklarını
paylaşabileceği yeni bir yüzyılın eşiğindeyiz.
Bunun güvenlikçi politikalarla, askerî operasyonlarla, zor ve baskı
yöntemleriyle engellenmesinin imkânı kalmadı.
Bu açıdan bakıldığında,
dışsallaştırarak içerme siyasetinin nesnel ve öznel hiçbir
karşılığı kalmamıştır. Yolsuzluklar ve
siyasi kurumlardaki baş gösteren yozlaşmayı parmak
demokrasisinin sunduğu olanaklarla giderme gayretleri her gün biraz daha
kitlelere kralın çıplak olduğunu göstermekten başka bir
işe yaramıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünü stadyum
edebiyatıyla Bilmem kim seninle gurur duyuyor. holiganizmine indirgemek
ve Asıl biz sizinle gurur duyuyoruz. simetrisiyle tamamlamak
konsolidasyon için yetmiyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aklın yolu birdir derler. Evet, aklın yolu birdir ve
bu yolu bulmak, bu yolun bize açacağı patikalardan ilerlemek
dışında gayri yol kalmamıştır. Bunun için
yapılacak olan şeyler bellidir. Siyasi soykırım operasyonlarıyla
tutukladığınız bütün arkadaşlarımızı
derhâl serbest bırakarak güzel bir başlangıç yapabilirsiniz.
Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecride son vererek avukatları ve
ailesiyle görüşmelerinin önü açılmalı ve Dolmabahçe
mutabakatının esas alındığı yeni bir dönemin
kapıları aralanmalıdır diyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Öztürk, konuşmanız
esnasında defalarca rehin almak, tutsak, siyasi soykırım
gibi bazı kelimeler kullandınız. Tutsak kelimesi savaş
esnasında düşman tarafından alınan esir
anlamındadır. Soykırımın da ne olduğunu
biliyoruz.
Sayın Öztürk, bu ülkede savaş yok, bu
ülkede terörle mücadele var. Gösterdiğiniz hassasiyeti terörle
yapılan mücadelede de gösterirseniz böylesine bir ayrımcı dil
kullanmamış olursunuz. Bunu belirtmek istedim.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sayın Başkan, gerçekten, kürsüde hatibin
konuşmaları kendini istediği gibi ifade edebileceği
konuşmalardır. Herhangi bir
BAŞKAN Ben de kendi düşüncelerimi
söyledim.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Ama siz her konuşmacıyla ilgili kendi
düşüncelerinizi söylerseniz o zaman tarafsız bir Meclis
Başkanlığı görevini icra etmemiş olursunuz. Ben de
nezaketle size bunu hatırlatmak istedim.
BAŞKAN Ben de kendi düşüncelerimi
söyledim. Bakın, Anayasanın 94üncü maddesi ve İç Tüzükün
64üncü maddesi bana bu yetkiyi veriyor. Burası Türkiye Cumhuriyetinin
kürsüsü, bu ayrımcı dili burada kullanmayalım.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sekiz buçuk aydır dava günü, duruşma tarihi belli
olmamış bir eş başkanın
yargılandığı, rehin tutulduğu herhâlde söylenebilir.
BAŞKAN Her zaman söylediğimiz gibi,
Kürtler de Türkler de bu ülkenin vatandaşıdır ama buradaki
problem terörle mücadeledir, Kürtlerle değil.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Oğuz Kaan Salıcı
konuşacak.
Buyurun Sayın Salıcı. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OĞUZ KAAN SALICI
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mali ve
Orta Afrikaya asker gönderilmesiyle ilgili konu hakkında grubum
adına söz almış bulunuyorum.
Ama tabii, bugün bu tezkerelerden önce biliyorsunuz
uzun uzun olağanüstü hâl konuşuldu. Olağanüstü hâlle ilgili de
birkaç cümle etmek isterim. Bunlardan bir tanesi, bir AKPli milletvekili bugün
bir gazetede bir köşe yazısı yazdı. O köşe
yazısında, 15 Temmuz anmasının protokolünde yanında
oturan bir eski bakanı açıkça ihbar etti. Ön sıralarda oturan
bazı kişilerin de aslında FETÖcü olduğunu ya da FETÖ
muhipi olduğunu -biz en son İngiliz Muhipler Cemiyetini biliyorduk
ama FETÖ muhipleri de kurulmuş anlaşılan- bizzat sizin
milletvekiliniz söylüyor. Dolayısıyla, bu milletvekilinin
yazmış olduğu yazıyı umarım parti yönetimi ve
yargı dikkate alır ve o FETÖcüler kimlerse onlarla ilgili gerekli
işlemleri yapar.
Şimdi, değerli arkadaşlar, elimizde
bir tezkere var. Tabii, tezkere bizim orada askerimizin yapması gereken
işlerle ilgili Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde ne
yapılması gerektiğini söylüyor. Yalnız, tabii, Parlamentoya
gönderilen tezkerede geçen bazı cümleler var, isterseniz ondan birkaç
başlık okuyayım. Tezkerenin amaçları şöyle tarif
ediliyor: İnsan haklarının güvence altına
alınması ve teşviki, insani yardım faaliyetleri ile
kültürel varlıkların korunmasına destek verilmesi ana
görevlerdir. Şimdi, 2002 yılından beri bir iktidar var, tek
başına yönetiyor Türkiyeyi, bu iktidarın insan hakları
karnesi kırık. Dolayısıyla, diyor ki: Birleşmiş
Milletler çerçevesi içinde biz Maliye ve Orta Afrikaya insan
haklarını tesis ve teşvik için asker göndereceğiz.
Şimdi, Sayın Savunma Bakanı da burada, ben şunu
sorayım: Bizim oraya gidecek olan Mehmetçikimiz, güzide askerlerimiz 2002
yılından beri sizin Hükûmetinizin insan hakları konusunda
yaptığı şeyleri mi yapmaya gidecek yoksa gerçekten, insan
haklarını teşvik ve insan haklarının orada
yerleşmesi için samimi bir çaba mı gösterecek? Önlerinde 2002den
beri gelen on beş yıllık bir deneyim var, eğer buna uygun
davranacaklarsa vay Malililerin hâline, Orta Afrikalıların hâline.
İkincisi: Kültürel varlıkların
korunmasından bahsediliyor. Arkadaşlar, ben İstanbul
Milletvekiliyim, en son, Marmaray kazıları sırasında
İstanbulun bilinen tarihi sekiz bin beş yüz yıl önceye gitti,
orada bulunan tarihî eserlerden dolayı. Ama siyasi iktidar, dönemin
Başbakanı, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı,
Marmaray çalışmaları dört sene uzadı diye şunu
söyledi, dedi ki: Üç beş tane çanak çömlek için biz Marmaray
yatırımını dört sene geciktirdik. Şimdi, bizim oraya
gidecek askerlerimiz üç beş çanak çömlek mantığıyla mı
görev yapacak yoksa orada kültürel varlık neyse, o ülkelerin, o
coğrafyanın kültürel varlığı, ona uygun bir
şekilde mi davranacak olması gerektiği gibi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bugün
tezkereyle ilgili, tabii, Adalet ve Kalkınma Partisinin genel
dış politikasıyla ilgili bir değerlendirmede
bulanacağız. Bunlardan bir tanesi Adalet ve Kalkınma Partisinin
şöyle bir problemi var ve bunu Türkiyeye yaratmış oldu; Biz iç
politikadaki her türlü değerlendirmeyi aslında dış
politikanın bir malzemesi hâline getiriyoruz ya da dış
politikada ortaya çıkan her problemi iç politikanın malzemesi hâline
getiriyoruz. Hatırlarsınız bir referandum süreci geçirdik, o
referandum sürecinde muhalefet partilerine ya da hayır diyen partilere
denmeyen şey kalmadı. Bunlardan bir tanesi de Hollandayla
aramızda yaşanan bir krizdi, -o krizin detaylarına girmek
istemiyorum ama- Hollandadaki kriz ya da Almanyayla Türkiyenin arasında
yaşamış olduğu mesele bizim referandum gündemimizin ana
konusu oldu. Şimdi, böyle bir dış politika Türkiyeye hiçbir
şey kazandırmaz.
(x)
olayında da benzer bir şey oldu. Bazı
arkadaşlarımız diyorlar ki: Dış politikayla iç
politika organiktir, birbiriyle bağımlıdır. Doğru,
evet ama eğer siz dış politikada yaşamış
olduğunuz bir meseleyi iç politikadaki muhaliflerinizi bastırmak için
kullanıyorsanız dış politikada yaşanmış olan
bir sıkıntıyı doğrudan kendi üzerinize alıp bunu
bir millî mesele olarak görmeyip iç politikada muhaliflerinizin sesini
kısmak için kullanıyorsanız o zaman bunun, dış
politikayla iç politikanın bir arada yürüyor olmasının çok da
büyük bir anlamı yok. Diplomatlar görüşür, siyasetçiler görüşür,
belli yerlerde anlaşır, belirli yerlerde anlaşamaz ama eğer
insanları, ulusları, halkları birbirine düşman ederseniz
onların toparlanması, o insanların tekrardan normal bir
kardeşlik çizgisine gelmesi uzun zaman alır, bununla ilgili ciddi
sıkıntılar yaşarız.
Bir diğeri, Adalet ve Kalkınma Partisinin
yazılı metinleri var. Yazılı metinlerinde hep
şunlardan bahseder: Avrupa Birliği iyidir, hukukun üstünlüğü
iyidir, insan hakları gereklidir, Türkiye -az önce Sayın Bakan, bir
önceki tezkereyle ilgili konuşurken de ifade etti- refah, güvenlik
kuşağı, barış ortamı
Sayın Bakan, bu
kürsüde bu Hükûmet kurulurken Sayın Başbakan çıktı -o
zamanlar daha taze Başbakan- ve dedi ki: Biz dostlarımızı
artıracağız, düşmanlarımızı
azaltacağız. En son Katar meselesi burada konuşulurken de
çıktık dedik ki: Bu politikaya uygun davranmıyorsunuz.
Bakın, sırf Katar krizinden sonra üç dört tane daha güzide
düşmanımız oldu; Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri -daha
sayarım- Suudi Arabistan. Peki, ne oldu? Amerika Birleşik Devletleri,
Katara karşı ambargo uygulayan ülkeleri teşvik etti. O teşvik
etti. O teşvikin sonucunda dünyanın farklı yerlerinde, uzak
coğrafyalarda da sekiz dokuz ülke Katarla ilişkilerini kesme
noktasına getirdi. Döndü dolaştı Amerika Birleşik
Devletleri, gitti Katarla 16 milyar dolarlık uçak anlaşması
imzaladı. Bu 16 milyar dolarlık uçak anlaşmasını bizim
Sayın Dışişleri Bakanımız Katara gittiğinde
öğrendi. Aynı Amerika Birleşik Devletleri, ondan önce de Suudi
Arabistanla 110 milyar doları askerî olmak üzere toplam 280 milyar
dolarlık anlaşma imzalamıştı. Şimdi Katara asker
gönderen biziz, kendi askerimizin canını tehlikeye atan biziz. Bunu
neyin karşılığında yapıyoruz? sorusunu
soruyoruz, iktidardan cevap yok. Biz bunu Komisyonda da sorduk, Mecliste de
soruyoruz. Katarın dünya üzerinde Türkiyenin dış
politikasını etkileyen stratejik çıkarı, Türkiyenin bu
işten stratejik çıkarı nedir? diye soruyoruz. Bunun bir
cevabı yok ama on üç tane madde ortaya konuyor bu ambargonun ortadan
kaldırılması için. Bu on üç tane maddenin arasında bir
tanesi Türkiyenin oradaki askerî üssünün kapatılması. Zaten askerî
üs daha kurulmadı. Askerî üs inşa aşamasında. Orada
toplasanız Türkiyenin 200 civarında askeri var. Peki, bu neden
birinci gündem maddesi oluyor. Yani Mısırla zaten diyalogumuz iyi
değil. Bunun üzerine Suudi Arabistanı, Bahreyni, Birleşik Arap
Emirliklerini, Yemeni, başka ülkeleri katmanın ne gibi
mantığı var? Bir.
İkincisi: Sayın Binali
Yıldırım Başbakan olduktan sonra Türkiyenin hangi
ülkelerle dostluğu artmıştır? Ben buradan soruyorum. Ben
düşmanlarımı sayarım. O çok kolay. Sağa çevirseniz
düşman, sola çevirseniz düşman. Maalesef böyle bir dış
politika hâline geldi. Peki Kimlerle dostluğu artmıştır?
sorusunu bir değerli Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili ya da
bakan gelip buradan açıklarsa biz büyük bir memnuniyet duyarız.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Katar, Katar.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) Değerli
arkadaşlar, Katar krizinin temel noktalarından bir tanesi neydi?
Katar krizinin temel noktalarından bir tanesi, ambargo uygulayan ülkeler
Katara Terör örgütleriyle ilişkini kes. diyorlardı. Terör örgütleriyle
ilişkini kes. derken kastettikleri sadece IŞİD, El Kaide ya da
PKK ya da başka isimler filan değil, esas olarak kastettikleri isim
İhvan. Şimdi, gelelim, biraz İhvanın üzerinde
konuşalım.
İhvan kim arkadaşlar? Türkçesiyle Müslüman
Kardeşler. İhvan şu anda nerede makbul bir örgüt olarak
görülüyor? Bizzat, kendisi, bir parçası olan Hamas İhvanla
arasına mesafe koyduğunu dünyaya deklare etti. Şimdi de o
deklarasyonun ne kadar samimi olduğunu anlatmaya çalışıyor.
İhvanın ana unsurlarından bir tanesi olan Gannuşi, Ennahda
İhvanla arasına mesafe koydu, Bizim yolumuz artık aynı
yol değildir. diyor. Katar kriz başladıktan hemen sonra, birkaç
gün içinde İhvanın önde gelenlerinden birkaç tanesini rica ederek
ülke dışına çıkardı. Arkadaşlar, kim kaldı?
Türkiye var. Türkiyeden başka İhvanı sahiplenen, onu bir
siyasi örgüt, meşru, demokratik bir siyasi örgüt olarak kabul eden hiç
kimse yok.
Şimdi, İhvan ne ister, ona bakalım.
İhvan tam demokrasi mi istiyor? İhvan herkes barış içinde
yaşasın mı istiyor? İhvan hukukun üstünlüğü için mi
mücadele ediyor? İhvan ne için mücadele ediyor? Türkiye Cumhuriyetinin
temel değerlerine uyan ne için mücadele ediyor İhvan? Adalet ve
Kalkınma Partisinin programında yazan neye denk geliyor bu? Birisi
çıksın, anlatsın bunu arkadaşlar. Dış
politikamızın ana eksenini getirdik, İhvanı
yerleştirdik. Mısırla kavga etmemizin nedenlerinden bir tanesi
İhvan, onun dışında Körfez ülkelerinde taraf olmamızın
nedenlerinden bir tanesi İhvan, eğer doğal gaz ve onun
dışında gelen paralar değilse, görünen nedeni söylüyorum.
Peki, arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma
Partisinin kurucularının da, kendilerinin de İhvanla bir
ideolojik kardeşliği olduğunu biliyoruz ama öbür taraftan dönüp
bakıyorsunuz, Adalet ve Kalkınma Partili yöneticiler hep millîlikten
ve yerlilikten bahsediyor. İhvanın neresi millî arkadaşlar,
İhvanın neresi yerli? İhvan merkezli bir dış politika
izlemenin neresinin Türkiye Cumhuriyetinin çıkarlarıyla bir ilgisi
var? Allah aşkına, birisi bunu gelip anlatsın. Bu dış
politikaya destek olan, kendisini milliyetçi olarak tanımlayan partilere
de soruyorum: Bu dış politikaya destek olmanın neresi millî?
Bir başka şey: Sayın
Bakanımız bilir, geçen günlerde Dışişleri Komisyonuna
İspanyayla yapılan bir anlaşma geldi, Türkiye'nin ilk uçak
gemisi olarak da adlandırabileceğimiz bir uçak gemisinin -yani onun
askerî adı biraz farklı ama uçak gemisi diyelim- Türkiye'de
inşası, İspanyanın buna destek vermesiyle ilgili bir
anlaşma. Şimdi, anlaşmanın ilginç bir tarafı var.
Birincisi, Türkiye için önemli. Neden? Türkiye ilk defa üzerine F35
uçaklarının inip kalkabileceği bir uçak gemisine sahip oluyor.
Uçağın menzili Hint Okyanusu, Atlas Okyanusu. Bu konuda askerî
gereklilikler olduğu konusunda, Komisyonda Millî Savunma
Bakanlığından gelen komutanlar bilgi vermeye
çalıştılar, çok başarılı olamadılar ama biz
öğrendik meselenin aslını.
Şimdi, değerli arkadaşlar, ihaleyi
yapmışsınız, ihaleye üç tane firma girmiş. Bunlardan
bir tanesi diyor ki: Ben Çinle iş birliği yaparak bu uçak gemisini
yapacağım. Bir başkası diyor ki: Ben, İspanyada
Juan Carlos-I diye bir gemi var, onun tıpkısını
yapacağım, adı Anadolu olacak. Bir diğeri diyor ki:
Yüzde 100 Türk dizaynıyla bir gemi yapacağız. Şimdi,
bütün işi gücü, bütün siyaseti millîlik ve yerlilik üzerine kurulu bir
dış politika izleyen Hükûmet sizce ne yapar, ihaleyi kime verir?
MUSA ÇAM (İzmir) Yüzde 100 yerli olana.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) Değil mi?
MUSA ÇAM (İzmir) Evet ama Fikri Bey yapmaz
onu.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) İspanyollara
gitti. İspanyollar
Türkiye'deki şirketin de şaibeleri var,
İspanyadaki şirketin de şaibeleri var
Bakın değerli arkadaşlar, biz size
Türkiye'nin deniz filosu genişlemesin. demiyoruz ama diyoruz ki:
Şu işi doğru düzgün yapın. Eskiden de derlerdi ki: Ya,
biz uluslararası işler yapıyoruz, büyük yatırımlar
yapıyoruz. Ama birilerinin adı bay yüzde 10a
çıkmıştı. Yani iyi işler yapıyorsunuz ama arada
yüzde 10 olmadan bu işi yapmak mümkün değil mi arkadaşlar? Yani
Türkiye'ye bir deniz filosu kazandırmak için başka türlü
ilişkilere girmeden bu işleri yapmak mümkün değil mi? Mümkün.
Bunu söylediğimiz zaman ne oluyor? Muhalefet Türkiye'nin askerî olarak
güçlenmesini istemiyor, uçak gemisi istemiyor. Değerli arkadaşlar,
biz size Köprü yapamazsınız. demedik. Köprüyü yaptınız, 2
tane yaptınız hem de. Bugün itibarıyla kaç para zarar
ettiğini birisi söylesin bana. Biz size Zarar etmeyen doğru düzgün
bir köprü yapın. dedik. Maalesef, siz bunu başaramadınız.
Benzer bir şeyi dış politikada biz yaşıyoruz.
Değerli arkadaşlar, Türkiye
Cumhuriyetinin Katar krizinde ara buluculuk girişimi niyeti, Bu işi
bayrama kadar bitirelim. En üst düzeyde telaffuz edilen cümleler havada
asılı kaldı. Neden havada asılı kaldı? Çünkü
Türkiye'nin iki tarafın arasında güvenilir bir partner, güvenilir bir
ortak olması lazım ki ara buluculuk konusunda iki taraf da güven
beslesin. Şimdi, biz ülkelerin belli bir kısmını
karşımıza aldığımız zaman onların bize
karşı bir itimadı kalmıyor. Türkiye uzun zamandan beri
hiçbir uluslararası krizde ara buluculuk yapmıyor arkadaşlar.
Niye? Uluslararası politikada birçok ülke Türkiye'yi artık -müttefik
olan birçok ülke dahi- güvenilmez ortak olarak görüyor. Türkiyeyle belli bir
iş yapılır ama nereye kadar yapılır, bunu
tartışalım. deniyor.
Şimdi, Sayın Bakanın da hâkim
olduğu, hatta neredeyse bu konuyla ilgili sadece Sayın Bakanın
konuştuğu bir konuyu gündeme getirmek istiyorum, o da S-400 füzeleri.
Şimdi, S-400 füzeleri bizim hava savunma sistemimizle alakalı. Bizim
şu anda kendimize ait bir hava savunma sistemimiz yok. Bu hava savunma
sisteminde, bir süreden beri Rusyayla bir pazarlık yürütülüyor. S-400
hava savunma sisteminin Türkiye'ye alınması, teknoloji transferi
yapılması, Türkiye'de üretilmesi, bu konuların da içinde
olduğu bir görüşmeler silsilesi yürüyor. Sayın Bakanın
ısrarla üzerinde durduğu konulardan bir tanesi Türkiye'de
yatırım ve know-how transferi. Doğru mu Sayın
Bakanım? En son, Çinle yapılan hava savunma sistemi
pazarlıklarında da buna benzer şeyler söyleniyordu.
Şimdi, değerli arkadaşlar, meseleye
şöyle bir bakalım: Türkiye bir NATO ülkesi. Beğeniriz ya da
beğenmeyiz, Türkiye şu anda yazılı anlaşmalar
gereği NATO ülkesi. Bizim komutanlarımız NATOda gidip
eğitim alıyorlar. Soru bir: Bir NATO ülkesi S-400 füze savunma
sistemini aldığında, kendi ülkesine
konuşlandırdığında
Fiyatı ne olursa olsun,
yatırım ya da diğer konuları yani Sayın Bakanın
ön plana çıkarmış olduğu konuları bir kenara koyarak
söylüyorum. Siyaseten bakalım meseleye. S-400leri aldığı
zaman bunları kullanıyor olması ya da bunları Türkiyeye
yerleştiriyor olması Türkiyeyle NATO arasında zaten parlak
olmayan ilişkilerin daha da kötüleşmesine neden olur mu, olmaz
mı? Bu bir. Bizim zaten yeterince problemimiz var Avrupa Birliğiyle,
Amerikayla, NATOyla, onun dışında sayabileceğim,
saymaktan yorulabileceğim birçok ülkeyle. Bu yeni bir krize yol açar
mı?
İki: NATO, Rusyayı düşman ya da
rakip -ya da ne derseniz deyin- olarak kodlamış bir askerî ittifak.
Bizim uçaklarımız, F-16larımız NATOdaki uçakları
birbirine dost olarak görüyor yani Yunanistan da NATO şemsiyesi
altında, onun dışında 28 tane daha ülke var bizim de dâhil
olduğumuz, toplam 29 ülke; bunlar birbirlerini, hava savunmasında
silahlarını dost olarak görüyorlar. S-400lerin kaynak
kodlarını eğer biz vermeyeceksek NATOya ya da NATO bununla
ilgili bize bir özel imtiyaz sağlamayacaksa -bununla ilgili bir
gelişme varsa Sayın Bakan açıklasın diye soruyorum- o zaman
Türkiyeye konuşlandıracağımız S-400ler bizim
ülkemizde yapılan F-16ları düşman olarak görmeyecek mi, bizim
kendi uçaklarımızı düşman olarak görmeyecek mi o kaynak
kodlarını kullanmadığından dolayı?
Bir diğeri: NATOda bunun başka bir
örneği var mı? Tabii, çok söylenen bir şey, Yunanistan. Evet,
Yunanistanda S-300ler var, bizde S-400ler var. Peki, Yunanistan bu
S-300leri ne zaman aldı arkadaşlar? 90lı yıllarda.
90lı yıllarda NATOdaki hava savunma konsepti neydi? Harekat
alanına göre olan bir savunma konsepti vardı. 2010 Lizbon
Anlaşmasından sonra NATOnun savunma konsepti neye dönüştü?
NATO ülkelerinin tamamının, hepsinin ortak savunma sistemine
dönüştü. Hatırlarsınız, Kilise Suriyeden sürekli füzeler
düşüyordu, onu atanları engellemek için, o füzelerin düşmesini
engellemek için Türkiyeye Patriotlar geldi. Patriotlar hangi çerçeve içinde
geldi? Bu NATO iş birliği çerçevesi içinde geldi. Şimdi, biz
Türkiye'nin kendi hava savunma sistemine sahip olmasına karşı
değiliz ama arkadaşlar şunu görmemiz lazım: Ortada daha
önce Çinle ilgili yapılan görüşmeler sırasında da var olan
somut soruları aşmadığımız sürece,
kaygıları ortadan kaldırmadığımız sürece,
NATOnun, Amerikanın, başka birisinin kaygılarından
bahsetmiyorum, bu ülkenin geleceğiyle ilgili kaygılardan
bahsediyorum, bunları ortadan kaldırmadığımız
sürece, biz yeni bir krize, yeni bir çatışmaya, yeni bir
sıkıntıya yol açabilecek adımları iyi
hesaplamadığımız sürece bu kararları vermemiz çok
kolay olmaz.
Peki, şimdiye kadar siz bu yüce Meclisin
çatısı altında Sayın Bakanın basına
açıkladığı şeylerin en ufak bir
kırıntısını gelip Meclisle
paylaştığını gördünüz mü arkadaşlar? S-400lerle
ilgili bir cümle edildi mi burada, S-300lerle ilgili bir cümle edildi mi? Daha
önce Çinle yapılan pazarlıklarla ilgili bir cümle edilmiş
miydi? Burası gazi Meclis, 15 Temmuzu hep beraber andık. Neden
andık? Bombalanırken siz oradaydınız, biz de
buradaydık. Düşünebiliyor musunuz Sayın Bakanım, siz
Bakanlık yapmaya devam edebilesiniz diye biz buraya geldik 15 Temmuzda?
Sizi korumak için değil, ülkeyi korumak için geldik, hep beraber geldik.
Bu ortamın, bu çatının altında hep beraber mücadele ettik.
Eğer millî dış politika olacaksa, eğer ülkenin
çıkarları söz konusu olacaksa bu konuların buralarda
konuşulması lazım değerli arkadaşlar. Bunlar bugünden
yarına değiştirilebilecek, bugünden yarına
pazarlığı ortaya çıkarılabilecek konular değil.
Bakın, eskiden Türkiyede şöyle olurdu:
Örneğin Avrupa Birliği konusunda, iktidar-muhalefet, o dönemin
partileri otururdu, anlaşırdı, bir rota çizerdi, o artık
devlet politikasına dönüşürdü yani millî dış politika
dediğimiz şey oluşurdu. 1960 yılından beri Türkiye'nin
Avrupa Birliğine bakışı değişti mi
arkadaşlar? Değişmedi. Biz tam üye olmak istiyoruz
iktidarıyla muhalefetiyle. Kıbrıs konusunda -az önce Sayın
Genel Başkan Yardımcımız da konuştu, diğer siyasi
partiler de konuştu- Kıbrıstaki çıkarlarımızı
hep beraber savunuyoruz ama biz kendi cümlelerimizle savunuyoruz, siz
başka cümlelerle savunuyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Dış
politikayı öyle bir hâle getirdiniz ki artık biz kendi ülkemizin
çıkarlarını değil, sizin iktidarınızın
yapmış olduğu şeyleri tartışmak zorunda kalıyoruz,
bundan dolayı da hicap duyuyoruz.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Salıcı.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Rize Milletvekili Sayın Osman Aşkın Bak konuşacak.
Buyurun Sayın Bak. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA OSMAN AŞKIN BAK
(Rize) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hudut,
şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta
Afrika Cumhuriyetinde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında
yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek
izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması
için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararıyla
verilen bir yıllık iznin süresinin 2/8/2017 tarihinden itibaren
31/10/2018 tarihine kadar uzatılması için Anayasanın 92nci
maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisinden izin istenilmesine dair
Başbakanlık Tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz
aldım. Yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla
selamlıyorum.
15 Temmuz 2016 gecesi FETÖ terör örgütü
tarafından girişilen darbe girişimi sırasında, asker
elbisesi giymiş bu teröristlere kahramanca direnen ve bu uğurda
hayatını kaybeden 249 şehidimize şehadetlerinin birinci
yılında Allahtan rahmet diliyorum, 2.193 gazimize acil şifalar
diliyorum.
15 Temmuz gecesi
Cumhurbaşkanımızın çağrısıyla meydanlara
koşan aziz milletimiz, tüm dünyaya bu millete asla diz
çöktürülemeyeceğini, ezanın susturulamayacağını, bu
ülkenin bölünemeyeceğini, millî iradenin ortadan
kaldırılamayacağını göstermiştir. Milletimiz o
gece destan yazmıştır, milletin gücü tankın gücünü
yenmiştir, milletimiz darbecilere darbe yapmıştır. 15
Temmuz destanını yazan aziz milletimize, destek veren tüm siyasi
parti yetkililerine, Gazi Meclisimizin milletvekillerine, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin vatanperver mensuplarına, Emniyet güçlerimize
şükranlarımızı sunarım.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 25 Nisan 2013 tarihli ve 2100 sayılı
Kararıyla Malide Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre
İstikrar Misyonunun kurulması oy birliğiyle kabul
edilmiştir. Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar
Misyonu, son olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 29
Haziran 2015 tarihli ve 2227 sayılı Kararıyla tadil edilen
görev yönergesinde, ülkede istikrarın sağlanması, ateşkes
sürecinin desteklenmesi, izlenmesi ve denetlenmesi, barış süreci yol
haritasının uygulanması, ulusal siyasi diyalog sürecine destek sağlanması,
Birleşmiş Milletler personeli ve sivillerin korunması, insan
haklarının güvence altına alınması ve teşviki,
insani yardım faaliyetleri ile kültürel varlıkların korunmasına
destek verilmesi ana görevler olarak tanımlanmış ve
Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonunun acil
ve ciddi düzeyde tehdit altında olması durumunda, Birleşmiş
Milletler Genel Sekreterinin talebine binaen, Fransız birliklerinin bu
misyona destek vermek üzere müdahale etmesine imkân
tanınmıştır.
Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 10 Nisan 2014 tarihli ve 2149 sayılı
Kararıyla Orta Afrika Cumhuriyetinde Birleşmiş Milletler Çok
Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu kurulmuştur. Birleşmiş Milletler
Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonunun görev yönergesinde, imkânlar
ölçüsünde ve konuşlanılan bölgelerde sivilleri korumak, sivil halka
yönelik tehditleri tespit etmek ve kayıt altına almak, ülkedeki
geçiş sürecinde siyasal hayatın işleyişine ve devlet
otoritesinin ülkede tesis edilmesine katkı sağlamak, ülkenin toprak
bütünlüğünü korumak, insani yardımların
ulaştırılmasını kolaylaştırmak,
Birleşmiş Milletler personelini korumak, insan haklarını
korumak ve teşvik etmek, silahsızlandırma ve ülkeye geri
dönüşlere destek vermek ile Orta Afrika Cumhuriyetinde güvenliğin
yeniden tesisi için reform çalışmalarını desteklemek gibi
hususlar yer almaktadır.
Birleşmiş Milletler tarafından
ülkemize söz konusu misyonlara katılım davetinde bulunulmuştur.
Ayrıca Birleşmiş Milletler 70inci Genel Kurulu görüşmeleri
sırasında düzenlenen Barışı Koruma Zirvesinde söz
konusu Birleşmiş Milletler misyonları için ülkemizden katkı
sağlanması talebinde de bulunulmuştur.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş
Milletlerin kurucu üyelerinden biri ve NATO başta olmak üzere birçok
Avrupa kuruluşunun üyesi Türkiye, güvenlik politikasının
temellerini iş birliği ve ortaklık politikası üzerine
inşa etmiştir. Türkiye bu anlamda, bir yandan uluslararası
barış ve istikrarın korunması için ülkelerin toprak
bütünlüğünün korunması, kolektif savunma ve kriz yönetim
operasyonlarına katkıda bulunmaya devam ederken, diğer yandan
istikrara katkı amacıyla uluslararası iş birliğinin
küresel ölçekte artırılmasıyla ortaklığa,
diyaloğa ve yumuşak güce dayalı güvenlik
anlayışını giderek ön plana çıkarmaktadır.
Türkiye, iş birliği ve ortaklık
politikası kapsamında hâlen Birleşmiş Milletler
şemsiyesi altında Lübnanda, Afganistanda, Malide, Demokratik Kongo
Cumhuriyetinde, Liberyada, Güney Sudanda, Fildişi Sahilinde ve
Darfurda; NATO kapsamında ise Kosovada, Afganistanda ve Akdenizde;
Avrupa Birliği şemsiyesi altında da Bosna-Hersekte ve Kosovada
yürütülen barışı destekleme harekât ve misyonlarına
katılmaktadır. Ayrıca, Aden Körfezi ve Somali açıklarında
yoğunlaşan deniz haydutluğu ve korsanlık faaliyetlerine
karşı yürütülen deniz operasyonlarına da politikamız
kapsamında katkı sağlamaya devam etmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz üzere,
1998 yılında başlayan Türkiyenin Afrika açılım
politikası yerini artık Afrika ortaklık politikasına
bırakmıştır. Afrika ortaklık politikamız
kıtada barış ve istikrarın tesisine; siyasi, ekonomik ve
sosyal kalkınmaya yardımcı olmayı; bu amaçla siyasi,
ekonomik, ticari, insani yardım, yeniden yapılanma, güvenlik, kamu
diplomasisi ve ara buluculuk alanlarında karşılıksız
yardımda bulunmayı içermektedir. Afrikada bölgesel istikrar ve
barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin çözümüne
ülkemizce askerî katkıda bulunulması politikamızın da bir
gereğini oluşturmakta ve bölge halkının refahı için
sorunların bir an önce çözülmesini amaçlamaktadır. Afrika
ortaklık politikası kapsamında ülkemiz birçoğu son beş
altı yılda olmak üzere 39 Afrika ülkesinde büyükelçilik
açmıştır, ülkemizdeyse 33 Afrika ülkesinin büyükelçiliği
bulunmaktadır. Temsilcilik sayısında geldiğimiz nokta ikili
siyasi ilişkilerimizin ne denli hızlı
arttığını gösterir niteliktedir. Kalkınma
ortaklığından siyasi diyalog mekanizmalarına, eğitim
ve kültür faaliyetlerinden ekonomik iş birliğine, ticaret hacminden
yatırımlara, müteahhitlik hizmetlerinden ulaştırma alt
yapılarına kadar birçok alanda birlikte büyük ilerlemeler
sağladık. Afrikadan bahsettiğimizde 1 milyarın üzerinde
bir nüfustan bahsetmekteyiz. Bu ülkelerin birçoğunun orta vadede orta gelirli
ülkeler arasına katılacağını düşünürsek kıtanın
bizim için önemini daha iyi idrak edebiliriz. Gerçekten de Afrika bugün sosyal,
ekonomik ve siyasi alanlarda kaydettiği dikkat çekici ilerlemeleriyle
tekrar dünyanın ilgi odağı hâline gelmiştir. Afrika
kıtasının yaşamakta olduğu büyük dönüşümden Türkiye
olarak çok büyük mutluluk duymaktayız.
Cumhurbaşkanımızın 2016 ve 2017 yılında
kalabalık heyetlerle gerçekleştirdiği Batı ve Doğu
Afrika turları da bu vizyonumuzun önemli bir parçasını
teşkil etmektedir. Biz Afrika halklarını her zaman
gönüldaşlarımız, kader arkadaşlarımız olarak
gördük. Dillerimiz, değerlerimiz, etnik kökenlerimiz ve haricî
görünümlerimiz farklı da olsa biz kendimizi Afrikayla aynı geminin
yolcuları olarak hissettik. Afrika kıtasının kadim
medeniyetine her zaman takdirle baktık. Afrikanın
yaşadığı acılara politik, stratejik, çıkar
odaklı bakanlardan olmadık, her zaman insani, vicdani nazarla
yaklaştık. Afrikanın ülkemizin dış politikasında
ve uluslararası arenada önümüzdeki dönemde üstleneceği rolün önemini
şu aşamada bile hepimiz görmekteyiz. Bu nedenle uzun vadeli
planlarımızın sağlıklı gerçekleşmesi için
kıtada istikrarın sürdürülmesi büyük önem arz etmektedir.
Afrika ülkelerinin bağımsız, özgür,
barış ve emniyet içinde olabilmeleri ve kendi istikametlerini tayin
hakkına sahip olabilmeleri Türkiyenin dış
politikasının merkezinde olmuştur. Ülkemiz özellikle 2011den
beri Afrika kıtasındaki sorunlara yaklaşımıyla bir
siyasal aktör olarak kendisini kabul ettirmiştir. Somalideki bölgesel ve
iç barışa yönelik 1990larda başlayan derin ve kapsamlı
çalışma ve katkılarımız bunun en net örneğidir.
Özellikle sessiz diplomasi olarak tarif edilebilecek bu tip
politikalarımız Türkiyeye hem arazi tecrübesi hem de kıtada
saygınlık kazandırmıştır. Bu açıdan
bakıldığında ülkemizin bölgedeki görünürlüğü,
bilinirliği ve varlığını perçinlemesi elzemdir.
Türkiye daha önce Liberya, Sudan, Fildişi Sahili gibi çeşitli
ülkelere sayıca küçük de olsa askerî destek vermiştir. Bu tür
katılımlar belki de arazideki gelişmeler açısından
Türkiyenin hem operasyonel etkinliğini hem de kıta hakkında
bilgisini artırmak için en ideal yoldur.
Afrikada bölgesel istikrar ve barış için
tehdit oluşturan Mali ve Orta Afrika Cumhuriyetindeki insani ve siyasi
krizlerin çözümüne ülkemizce askerî katkıda bulunulması bölgede ve
genel olarak Afrika kıtasında izlemekte olduğumuz faal
dış politikamızın doğal bir uzantısını
oluşturarak ülkemizin uluslararası toplumda görünürlüğünü
artıracaktır. Diğer taraftan, barışı destekleme
ve koruma operasyonları uluslararası barış ve istikrarın
korunmasında, uluslararası toplumun elindeki en önemli araçlardan
biri olma özelliğini korumaktadır. Dış
politikamızın esas hedeflerinden biri, ülkemizde ve dünyada
barış ve istikrarın tesis edilmesine ve güçlendirilmesine
katkıda bulunmaktır. Barış operasyonları bu amacı
gerçekleştirmenin meşru bir yöntemi olarak görülmektedir.
Birleşmiş Milletler sisteminin hemen her boyutuna aktif olarak
katılmaya gayret eden ülkemiz uluslararası barış ve
istikrarın korunması bağlamında Birleşmiş
Milletler çerçevesinde yürütülen faaliyetlerde rol oynamakta ve bu husus
uluslararası politikada etkinliğimizin artmasına
yardımcı olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Malideki güvensizlik
ortamı, Mali Hükûmeti ve uluslararası ortakları tarafından
hukukun üstünlüğünü güçlendirmek ve temel sağlık hizmetleri,
eğitim ve insani yardım sağlamak için gösterdikleri
çabaları baltalamıştır. Orta ve Kuzey Malide devam eden
topluluklar arası çatışmalar birçok kişiyi etkilemiş
ve bu kişiler âdeta terörist gruplar tarafından yeni üye kazanmak
için sömürülmektedir. Bu çerçevede, Mali ve Orta Afrika Cumhuriyetindeki
çatışma ortamının sona erdirilmesi, bu sorunların
diğer ülkelere sirayet etmemesi açısından önem
taşımaktadır. Nitekim, bahse konu iki ülkenin coğrafi
konumları ele alındığında buradaki
istikrarsızlığın Sahra ve Sahel Bölgesindeki terör
örgütlerini de güçlendireceği düşünülmektedir. Libyada DAEŞin
güç kazanması ise bu bölgede meydana gelebilecek sorunların bizim
için de önemli tehdit oluşturabileceği düşüncesini
doğurmaktadır. Bu itibarla, Malideki MINUSMA ve Orta Afrika
Cumhuriyetindeki MINUSCA güçlerine ülkemiz tarafından sağlanacak
katkıların bahse konu ülke hükûmetlerinin terör örgütlerine
karşı güçlendirilmesine destek vermesinin yanı sıra, bunun
gerek terörün her türlüsüyle olan mücadelemize gerek bölge ülkeleriyle olan
ilişkilerimize olumlu yansıyacağı düşünülmektedir.
Müzakere etmekte olduğumuz tezkereyi
farklı bir noktadan da ele almak mümkün. NATO Parlamenter Asamblesi
Türkiye Delegasyonu Başkanı görevime ek olarak NATO Parlamenter
Asamblesinde Bilim ve Teknoloji Komisyonunun Orta Doğu ve Kuzey Afrikada
gıda ve su güvenliği konusunda özel raportörlüğü görevini
yürütmekteyim. Haziran ayında bu konuda yazdığım raporda da
değindiğim üzere, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde 2010dan
beri var olan terörist saldırılar, silah
kaçakçılığı ve kitle imha silahlarının
kullanılması gibi sorunlar bölgede güvenlik sorunları
yaşanmasına sebep olmaktadır. Bölgedeki birçok ülkede kişi
başına düşen temiz su ve ekilebilir alan çok düşük
seviyelerdedir ve bu durum gıda ve su kıtlığına yol
açmaktadır. Bölge ülkelerinde gıda ve su güvenliğinin
sağlanması, bölgenin istikrarının tesis edilmesi ve
korunmasında büyük önem arz etmektedir. Gıda ve su güvenliği
göçlere yol açmakta, devletler arası uyuşmazlıklara sebebiyet
vermekte ve bu bölgedeki ülkelerde insani krizler çıkmaktadır. Bu tip
insani krizler uluslararası toplumun müdahalesini gerektirmektedir. Bu
yönden bakıldığında, gıda ve su güvenliği ile
uluslararası güvenlik arasında yakın bir ilişki olduğu
görülmektedir.
Bu çerçevede, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Malide
istikrarsızlıklara biraz önce değindiğim hususlara önem
verilerek yaklaşılmasının faydalı olacağı
kanaatindeyim.
Görüşmekte olduğumuz tezkerenin, ülkemiz
ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına hayırlı olmasını
temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bak.
Sayın milletvekilleri, (3/1166)
sayılı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde grupların
konuşmaları sona erdi.
Şimdi, şahısları adına
konuşan sayın milletvekillerini dinleyeceğiz.
İlk olarak Ardahan Milletvekili Sayın
Öztürk Yılmaz konuşacak.
Buyurun Sayın Yılmaz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Mali ve Orta Afrika Cumhuriyetlerine dönük
harekât misyonları konusunda gelen Hükûmet tezkeresine olumlu oy
kullanacağız. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu misyonlarda yer
almasını destekliyoruz.
Bu vesileyle, özellikle son dönemde gündeme gelen ve
bizi en fazla meşgul eden konulardan bir tanesi olan Avrupa
Birliğiyle ilişkiler konusuna değinmek istiyorum.
Rahmetli Özal, 1987 yılında Avrupa
Birliği tam üyelik başvurusunda bulunduğu zaman uzun, ince bir
yol demişti çünkü olayın farkındaydı. Avrupa Birliği
müktesebatının genişliği, sürekli gelişmesi ve
Türkiye'nin o dönemde bulunduğu durum ve konum, esasen bunun çok uzun
olacağını, inişli çıkışlı bir süreç
olacağını biliyordu, realist bir yaklaşımla uzun,
ince bir yol diye tarif etmişti.
1999 yılında, malumunuz, bizim
adaylığımız onaylandı. 2004 yılında
müzakerelerin başlamasına ilişkin tarih alındı ve 2005
yılında da müzakere çerçeve belgesi imzalandı. O dönemde
Ankarada Müzakereler bitecek. diye de kutlamalar yapıldı. Müzakere
çerçeve belgesi o dönemde esasen müzakerelerin olacağına değil,
olmayacağına ilişkin hükümler içeriyordu. Neden? Çünkü sürecin
ucu açık olacaktı, yani ne kadar devam edeceği bilinmiyordu.
Beş yıl mı, on yıl mı, yirmi yıl mı, yüz
yıl mı belli değildi. İki: Sonuç önceden kestirilemezdi
yani siz bütün her şeyi yapsanız, her şeyi yerine getirseniz
bile üye olacağınıza ilişkin garanti edilemiyordu ve bu o
zaman bir zafer olarak gösterildi, konjonktürü gereği Ankarada kutlamalar
yapıldı.
Şimdi Avrupa Birliği sürecinde kritik bir
eşiğe gelindi. Daha önce bizim duyduğumuz, özellikle Avrupada
kenarda olan anti Türk, İslamofobik, bizim kültürümüzü hazmedemeyen
unsurlar zaman içerisinde Avrupa Birliğinin merkezine geldiler. Artık
bunlar merkezde ve siyasetin merkezindeler, parlamentoda bunlar var.
Türkiyenin üyeliğine, Sarkozy geldiğinde, Biz farklı bir statü
vereceğiz. dendiğinde, o zaman karşı gelenler
çoğunluktaydı. Merkel benzer şeyler söylediğinde
-ayrıcalıklı ortaklık, tam üyelik yerine- o zaman yine
Avrupadaki ana gövde buna karşı çıkmıştı ama
şu anda gelinen nokta itibarıyla, o zaman Türkiye demokratik
adımlar attığı için de bunlar zayıf kalıyordu ama
şimdi içerideki otokratik gelişmeler, antidemokratik gelişmeler,
Türkiyenin Avrupa Atlantik kurumlarıyla sorunları Türkiyeye hareket
alanı vermiyor, bırakmıyor, dolayısıyla Avrupa
Birliğinde artık Türkiyeye tam üyelik değil,
ayrıcalıklı ortaklık veya ayrı bir statü yani ikinci
sınıf bir statü verme yönündeki düşünce Avrupada daha fazla
taraf toplamaya başladı.
Bakınız, son bir yıldır ve
özellikle darbe girişiminden sonraki süreçte tam üyelik artık
tartışılmıyor. Ne tartışılıyor?
Türkiyeyi böyle ikinci sınıfa oturtabilecek bir paketten
bahsediliyor. Türkiyeye tam üyelik yerine başka bir statü verilmesi
konusunda bir çaba olduğunu görüyoruz.
Bakınız, ben birkaç tane unsura
değinmek istiyorum. Türkiyeyi nereye çekmek istiyorlar? Diyorlar ki: Tam
üye olmasın, ne olsun? Bir paket olsun, içinde dış politika
konuları olsun, güvenlik politikası olsun, gümrük birliğini
güncelleyelim. Bizim, biliyorsunuz, gümrük birliği sanayi
mallarını içeriyor, tarım ve hizmetleri içermiyor. Yani Sanayi
mallarına dönük gümrük birliğini hizmetlere ve tarım ürünlerine
de teşmil edelim. deniyor.
Sığınmacılar ve mülteciler
konusu var. Türkiye'nin bu konuda Avrupanın çok işine
yaradığı
Dolayısıyla Bu konuda da iş
birliği yapalım, bu da o paketin bir unsuru hâline getirilsin.
Başka? İnsan hakları başta
olmak üzere bazı programları -örneğin Jean Monnet, ayrıca
Erasmus- ve sivil toplum girişimlerini destekleyelim, Türkiyeye
müktesebat kapsamında fon verelim, Türkiyeye destek olalım,
Türkiyedeki demokratik gelişim konusunu destekleyelim. Neden? Çünkü artık
Türkiye bugün müracaat etse Kopenhag Kriterlerini karşılayamayan bir
ülke hâline dönüştü. Bu paket bu, bunun içerisinde birkaç kültürel proje
falan var ama bu, Türkiyeyi ikinci sınıf bir üyeliğe götüren
süreci başlatıyor.
Şimdi, Avrupada bunu isteyen kesimler güçlendi
ama Türkiyede ABye dönük bir enerji de kalmadı. Bizde bir AB
Bakanlığı var, âdeta ABye girme değil, ABden
uzaklaşıp ABden çıkma bakanlığına dönüştü.
Avrupa Birliğinde de keza öyle; raportör var, Türkiyeyle ilerlemelerden
sorumlu raportör olması gerekirken sanki Türkiyeyle ilerlemeyi kesme
raportörü, Türkiyeyle müzakereyi durdurma raportörü.
Yalnız buna rağmen Avrupa Birliğinin
ilişkileri götürme yönünde bir iradesinin olduğunu belirtmek isteriz.
Neden? Avrupa Birliği Türkiyeyi asla bırakmak istemiyor, üye yapmak
da istemiyor. Kol mesafesinde tutmak istiyor çünkü Türkiye'nin, aynen Rusya
örneğinde olduğu gibi otokratik manada Türkiye'nin
Rusyalaştığından endişe ediyor ve Sayın
Cumhurbaşkanının yine otokratik manada
Putinleştiğinden endişe ediyor. Böyle olunca da bu defa
ilişki sistematiği çöküyor.
Şimdi, benim şahsen, ABde
çalışmış, beş yılını orada
harcamış, bu müktesebatı az çok bilen birisi olarak bir önerim
var. Bu ilişkiler inişli çıkışlı, bugün kötü
yarın düzelir. Hep de böyle oldu, başka üye olan ülkelerde de böyle
oldu ama maalesef o dönemdeki müzakere çerçeve belgesi bugün Türkiye'nin elini
kolunu bağlıyor ve ilerlemesine izin vermiyor. Böyle bir durumda
AByle şu ikinci sınıf bir ilişki sistematiğine
götürecek süreci başlattığınız anda, bu, ileride sizin
esasen somut olarak onu kabul ettiğiniz anlamına gelecek. Bu bir
tuzak. Yani Türkiyeyle mültecileri konuşalım, terörle mücadeleyi
konuşalım, dış politikayı konuşalım,
güvenlik politikasını konuşalım, enerjiyi
konuşalım ama müzakereyi konuşmayalım. Buna taraf
olduğunuz anda bu zemini kaybettiğiniz anlamına gelir. Biz
Türkiye'nin buna taraf olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Asla ve
asla tam üyelikten vazgeçmemeli. Böyle beylik lafları bize AB sürecinde ki
Bunların hepsi bize zaten düşman, bunlar Türk düşmanı,
Müslüman düşmanı, bunlar falan
bunlar hiçbir şey
kazandırmaz. Bu ilişkiye mecburuz biz. Neden mecburuz? Çünkü Avrupa
Birliği 500 milyon insanın olduğu bir yer, teknolojinin
olduğu bir yer, mecburuz bu ilişkiye; ticarete, turizme,
yatırıma mecburuz. Türkiye gelişmek istiyorsa, büyümek istiyorsa
her tarafla iyi ilişkiler içerisinde olması lazım. Bizim tam
üyelik perspektifini mutlaka korumamız lazım.
Son bir şey söylemek istiyorum. Benzer şey
başka coğrafyayla da devam ediyor. Bakınız, Amerika Birleşik
Devletleriyle doğru dürüst bir ilişki kurmadan Orta Doğuda at
koşturamazsınız, belli bir noktada uyum sağlamak
zorundasınız. Ama görüyoruz ki bir çaba yok, o çabanın da
gösterilmesi lazım.
Bütün zorluk, Türkiyenin içerideki demokrasisine
operasyon yapmasından kaynaklanıyor. Elimiz zayıflayınca
içeride, dışarıda da herkes üzerinize yürüyebiliyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Yılmaz.
Şimdi, Hükûmet adına Millî Savunma
Bakanı Sayın Fikri Işık konuşacak.
Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk
Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika
Cumhuriyetinde İcra Ettiği Harekât ve Misyonlar Kapsamında Yurt
Dışına Gönderilmesi ve Hükûmet Tarafından Verilecek
İzin ve Belirlenecek Esaslar Çerçevesinde Bu Kuvvetlerin
Kullanılması İçin Anayasanın 92nci Maddesi Uyarınca
Bir Yıl Süreyle İzin Verilmesine İlişkin Tezkere
vesilesiyle huzurlarınızda tekraren bulunuyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tezkerenin konusunu oluşturan misyonlardan
ilki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 25 Nisan 2013 tarihli
ve 2100 sayılı Kararıyla Malide icra edilmeye
başlanılan Mali Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu
MINUSMAdır. Söz konusu misyonun görev süresi son olarak
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 29 Haziran 2017 tarihli ve
2364 sayılı Kararıyla 30 Haziran 2018 tarihine kadar
uzatılmıştır.
MINUSMA misyonu Malide güvenlik durumunun 2013
yılında kötüleşmesi sonucu ülkedeki siyasi süreci desteklemek ve
güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunmak amacıyla
oluşturulmuştur. MINUSMA kapsamında temel görevler, ülkede
istikrarın sağlanması, ateşkes sürecinin desteklenmesi,
izlenmesi ve denetlenmesi, barış süreci yol haritasının
uygulanması, ulusal siyasi diyalog sürecine destek sağlanması,
Birleşmiş Milletler personeli ve sivillerin korunması, insan
haklarının güvence altına alınması ve teşviki ile
kültürel varlıkların korunmasına destek verilmesi olarak
tanımlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tezkerenin konusunu oluşturan ikinci misyon ise
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 10 Nisan 2014 tarihinde
aldığı ve 2149 sayılı Kararı'yla Orta Afrika
Cumhuriyeti'nde kurulan, Orta Afrika Cumhuriyeti Çok Boyutlu Entegre
İstikrar Misyonu MINUSCA'dır. Misyonun görev süresi son olarak
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 26 Temmuz 2016 tarihli ve
2301 sayılı Kararı'yla 15 Kasım 2017 tarihine kadar
uzatılmıştır. Söz konusu misyon, Orta Afrika
Cumhuriyeti'ndeki şiddet olaylarının, etnik ve dinî
çatışmaların 2013 yılında artmasıyla ülkedeki
güvenlik ve insani durumun kötüye gitmesi sonucu oluşturulmuştur.
Temel hedefi Orta Afrika Cumhuriyeti'nde artan çatışma ve şiddet
ortamında sivillerin korunması olan misyonun görevleri tezkerenin
sunumunda belirtildi, arkadaşlarımız da biraz önce buna vurgu
yaptılar.
Birleşmiş Milletler tarafından
ülkemize söz konusu misyonlara katılım davetinde bulunulmuştur.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler 70'inci Genel Kurul görüşmeleri
sırasında düzenlenen Barışı Koruma Zirvesi'nde söz
konusu Birleşmiş Milletler misyonları için ülkemizden katkı
sağlanması da istenmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Birleşmiş Milletler 70'inci Genel Kurul
görüşmeleri kapsamında 28 Eylül 2015 tarihinde, ABD Başkanı
Başkanlığında New York'ta gerçekleştirilen ve
Başbakan düzeyinde temsil edildiğimiz Barışı Koruma
Liderler Zirvesi'nde ülkemiz tarafından MINUSMA karargâhında 5
karargâh subayı görevlendirilmesiyle MINUSMA veya MINUSCA misyonlarında
kullanılmak üzere bir ulaştırma uçağı
sağlanması ilave taahhütlerimiz olarak beyan edilmiştir. Afrika
ortaklık politikamız, kıtada barış ve istikrarın
tesisini, siyasi, ekonomik ve sosyal kalkınmaya yardımcı
olmayı; bu amaçla siyasi, ekonomik, ticari, insani yardım, yeniden
yapılanma, güvenlik, kamu diplomasisi ve ara buluculuk alanlarında
karşılıksız yardımda bulunmayı içermektedir.
Afrika'da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan
insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce katkıda bulunulması da
söz konusu politikamızın bir gereğini oluşturmakta ve bölge
halkının refahı için sorunların bir an önce çözülmesi
amaçlanmaktadır. Türkiye, Afrika politikamız kapsamında Mali ve
Orta Afrika Cumhuriyetinin toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin
sağlanması, ulusal uzlaşma çabalarının
başarıyla sonuçlanması, demokratik düzene dönüş ile siyasi
istikrarın ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın
sağlanması yönünde bir politika takip etmektedir. Ayrıca, askerî
ilişkilerimiz kapsamında ikili anlaşmalar doğrultusunda
kıta ülkelerine askerî eğitim ve askerî yardımlar
yapılmaktadır. Afrika ülkelerinden askerî personel ise Türkiyede
icra edilen kurs ve eğitim faaliyetlerine iştirak etmektedir.
Mali ve Orta Afrika Cumhuriyetindeki
çatışma ortamının sona erdirilmesi, bu sorunların
diğer ülkelere sirayet etmemesi açısından önem
taşımaktadır. Nitekim bahse konu iki ülkenin coğrafi
konumları ele alındığında buradaki
istikrarsızlığın Sahra Sahel bölgesindeki terör örgütlerini
de güçlendireceği düşünülmektedir. Libyada DEAŞın güç
kazanması ise bu bölgede meydana gelebilecek sorunların bizim için de
önemli tehdit oluşturabileceği düşüncesini
doğurmaktadır.
Bu itibarla, Malideki MINUSMA ve Orta Afrika
Cumhuriyetindeki MINUSCA güçlerinin ülkemiz tarafından sağlanacak
katkıların bahse konu ülke hükûmetlerini terör örgütlerine
karşı güçlendirmesine destek vermesinin yanı sıra, bunun
gerek terörün her türlüsüyle olan mücadelemize gerekse bölge ülkeleriyle olan
ilişkilerimize olumlu yansıyacağı düşünülmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Osmanlı İmparatorluğundan günümüze kadar bir
Afro-Avrasya ülkesi olan Türkiye'nin 21inci yüzyılın gerçekleriyle
uyum içerisinde yeni bir döneme giren Afrika politikasının da bir
gereği olarak bölgede yer alması stratejik bir önceliktir. Afrikada
bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan insani ve
siyasi krizlerin çözümüne ülkemiz tarafından askerî katkıda
bulunulması, ülkemizin barışı destekleme harekâtlarına
olan yaklaşımıyla örtüşmekte, ayrıca bölgede ve genel
olarak Afrika Kıtasında izlemekte olduğumuz aktif dış
politikamızın doğal bir uzantısını
oluşturmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biraz önce burada konuşan hatiplerin bazı
değerlendirmelerine özellikle cevap vermek ihtiyacı hasıl oldu.
Öncelikle, bu Parlamentoda hiçbir milletvekilinin rehin, tutsak,
savaş gibi ifadeleri ağzına almasını kesinlikle
doğru bulmuyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Sadece bu Hükûmetin bir Bakanı olarak değil,
aynı zamanda bu yüce Meclisin bir üyesi olarak, bir ferdi olarak
Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunu, hukuk devletinde her şeyin
kurallarla yürüdüğünü, adı anılan kişilerin yargı
kararları sonucunda şu anda cezaevinde olduğunu ve umarız
ve dileriz ki suçsuz bulunmalarının ve hürriyetlerine kavuşmalarının
yine hukuk çerçevesinde olacağını herkese hatırlatmak
isteriz.
Bakınız, Türkiye 80 milyon insanıyla
bir bütündür, birlikte Türkiyedir, biz birlikte Türkiyeyiz. Bu ülkede
herhangi bir vatandaşın diğer vatandaşa göre bir
üstünlüğü yoktur. Bu ülkenin tapusu 80 milyonun eşit
paydaşlığıyla oluşmuştur. Bu noktada, her türlü
ayrımcı dil, her türlü zehirli dil kesinlikle reddedilmesi gereken
dildir. Bu ülkede ayrımcılığı değil,
birleştiriciliği, kapsayıcılığı hep beraber,
ortak bir söylem ve tavır olarak oluşturmak durumundayız.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun)
İnşallah öyle olur.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Devamla) - Sadece terör örgütlerine yarayan söylem, bu ülkede hiç kimseye
fayda bugüne kadar getirmedi, bundan sonra da getirmez.
Bakınız, bu ülkenin öyle güçlü bir duygu
bütünlüğü var ki kırk yıla yakın devam eden terörle
mücadelede birileri bu ülkenin duygusal olarak da parçalanmasını
hedefledi. Birileri istedi ki Türkiyedeki insanlar birbirine düşman
olsun, insanlar âdeta birbirinden duygusal olarak da ayrışsın,
birbirini düşman bellesin ama Allaha hamdolsun, kırk
yıldır bunu kimse başaramadı, inanıyorum ki bundan
sonra da başaramayacak. Pek çok olay, bu ülkedeki kardeşliğin ne
kadar güçlü olduğunu defalarca ortaya koydu. En son, 15 Temmuz gecesi bu
ülkenin kardeşliğinin, birliğinin ve bütünlüğünün ne kadar
güçlü temellere dayandığını bir kez daha bütün dünyaya
gösterdi. O akşam sadece İzmir, sadece İstanbul, sadece Ankara,
sadece Trabzon, sadece Gaziantep, sadece Erzurum Türk Bayrağını
ellerini alıp sokağa çıkmadı; aynı zamanda, Hakkâri
de, Van da, Siirt de, Şırnak da, Muş da, Bitlis de, Bingöl de,
Tunceli de, Şanlıurfa da, memleketimin her kenti ve o her kentinin
insanı ellerine Türk Bayrağını aldı ve sokağa
koştu. Benim siyasetçilere tavsiyem, ayrıştırıcı
dili değil birleştirici dili kullanın. Eğer
ayrıştırıcı dili değil birleştirici dili
kullanırsanız size oy veren insanların desteğini
alırsınız. Eğer bu dili kullanmamakta ısrar ederseniz
sadece hukuk önünde değil yarın sandıkta da vatandaş önünde
bunun hesabını verirsiniz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ikinci
vurgulamak istediğim konu, Katarla ilgili konu. Katar konusunda Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin politikası
başından beri belli. Bölgede bu kadar büyük sorunlar varken yeni bir
sorunun çıkmasında ve bu yeni sorun dolayısıyla bölgenin
daha büyük bir istikrarsızlığa sürüklenmesinde kimin menfaati
olabilir? Bu noktada Türkiye'nin duruşu, bu istikrarsızlığa
bir odun atmamak; aksine, bu istikrarsızlığı giderecek
adımlar atmaktır. Baştan beri bizim politikamız budur ve bu
politikanın gereği, bir taraftan bir ülkenin egemenlik
haklarını savunurken diğer taraftan da bölgedeki ülkelerin
birbirleriyle olan ilişkilerini yumuşatmaya yönelik adımlar
attık. Daha ben çarşamba günü Suudi Arabistanın şu anda
yeni veliaht seçilen ve Başbakan Yardımcılığı ve
Savunma Bakanlığı görevini üstlenen Salman bin Muhammedle telefonla
görüştüm. Benim partnerimle, orada bir kez daha Türkiye ile Suudi
Arabistanın ilişkilerinin güçlendirilmesi, savunma ve askerî iş
birliği alanındaki mevcut iş birliğimizi daha da
artırmamızın gerekliliği konusunda mutabakat
sağladık. Savunma sanayisi projelerimizin daha da ilerletilmesi
konusunda bir mutabakat sağladık. Yani zannedildiği gibi,
Türkiyenin Katar konusunda ortaya koyduğu tavır, birilerinin
Türkiyeye düşman olmasını değil, aksine Türkiyenin
bölgedeki ağırlığının, özellikle sorunların
çözümünde çok önemli bir rol üstlenmesini ifade ediyor. Yakın zamanda
Sayın Cumhurbaşkanımız bölge ülkelerine bir ziyaret
yapacak.
Bakınız, değerli arkadaşlar,
bazı konular vardır ki günlük siyasi tartışmaların
içerisine çekmek çok doğru değildir, Katar konusu da bunun bir
örneğidir. Biz Katar krizinde Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti olarak bir
taraftan Katarın egemenlik haklarının korunması
gerektiğini ifade ediyoruz ama diğer taraftan, başta Suudi
Arabistan olmak üzere, diğer tüm ülkelerin bir masanın etrafında
oturarak bu sorunu konuşarak ve barışçı yollarla çözmeleri
gerektiğini, bunun için de Türkiye olarak her türlü katkıya
hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. Bundan daha doğru bir politika
bilen varsa gelsin koysun. Türkiye, dikkatli, dengeli ama kararlı bir
politika izliyor. Her şeyden korkarak bu bölgede yolumuza devam edemeyiz.
Orada bir sorun çıktı Aman çekil kenara., burada sorun
çıktı Aman çekil kenara, aman şunu hiç elleme, aman buna
dokunma, aman güçlüleri karşına alma. Değerli arkadaşlar,
biz haktan yana, doğrudan yana olmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Evet, doğrudan
MUSA ÇAM (İzmir) Öyle bir şey yok.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) Ama
hep karıştırdık, bu böyle oldu.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Devamla) - Arkadaşlar, yolu doğru olanın yükü ağır
olur, bunun bilincindeyiz. Bu anlayışla Katarda soruna
barışçı yollardan çözüm bulunması konusunda gayretlerimizi
sürdüreceğiz.
Bir başka konu, özellikle TCG Anadoluyla
ilgili sayın milletvekilinin söylediği talihsiz cümleler.
Bakınız, AK PARTİ iktidarı dönemine gelene kadar savunma sanayisinde
yerlilik oranımız yüzde 24tü. Biz Hükûmet olarak büyük gayret
gösterdik ve bu konuda millî heyecanın bir kez daha artmasını ve
bu sayede de bir seferberlik hâlinde savunma sanayimizde yerlilik
oranının yüzde 60lara çıkmasını sağladık.
Bu başarı bütün Türkiyenin başarısıdır, sade AK
PARTİ Hükûmetinin başarısı değildir.
Ama şunu ifade etmemde özellikle fayda var:
Değerli arkadaşlar TCG Anadolu dediğiniz çok büyük bir
çıkarma gemisi. Bunun üzerinde helikopterler olacak, bunun üzerinde,
gerektiğinde F35 uçaklar inip kalkabilecek. Bunun içinden onlarca tank bir
harekâtta çıkarma yapacak. Şimdi, böyle bir projenin
değerlendirilmesinde, bu projenin hayata geçmesi için, birisi Efendim,
ben yüzde yüz yerli yapacağım. dedi. E peki, yerli
yapacağının garantisini vermediyse Bu adam yerli dedi, onun
için biz buna vermek zorundayız. gibi bir anlayış kabul
edilebilir mi? Ben bu konuda özellikle epey kafa yormuş, hem Bilim, Sanayi
ve Teknoloji Bakanlığı dönemimde hem de şu anda epey kafa
yormuş bir arkadaşınız olarak söylüyorum: Bu tip projelerde
uluslararası tecrübeden faydalanmak hem zaman hem de kaynak ekonomisi
açısından önemlidir. Biz de bunu yaptık. Bu proje benden önceki
bakan arkadaşlarımız döneminde başladı ama şundan
yüzde yüz eminim: O yüzde yüz yerli teklifi veren kişinin teklifi
gerçekten yapılabilir, uygulanabilir bir teklif olsaydı hiç
tereddütsüz o firma seçilirdi, maliyete de çok bakılmazdı ama bu
kadar yüksek tecrübe gerektiren bir konuda da takdir edersiniz ki ülkenin
zamanını ve kaynağını israf etmek noktasında bir
hükûmet olmaz.
Bu arada, tabii son derece talihsiz bir cümle, bu
yüzde 10 meselesi. Değerli arkadaşlar, bunun ben Sayın
Salıcı tarafından düzeltilmesini isterim. Yüzde 10, yok
komisyonmuş, şuymuş, buymuş. Bu konuyla ilgili hiç kimseyi
zan altında bırakacak, töhmet altında bırakacak bir
yaklaşım kabul edilemez. Doğru bildiğiniz bir şey
varsa ortaya koyun, bunun gereği yapılsın. Biz, bir taraftan
Türkiyede savunma sanayisinin yerlilik oranını en üst seviyeye
çıkaralım diye uğraşırken bir taraftan maalesef bu
konudaki direnç merkezleriyle sürekli mücadele ediyoruz. Bunu yaparken bir de
böyle aslı astarı olmayan iddialarla lütfen bu sektörde
çalışan insanların moralini bozmayın. Bu, önemlidir. Bu
konuda bir düzeltmenin geleceğini ümit ediyorum.
S-400 konusu
Değerli arkadaşlar,
şunu çok net olarak ifade edeyim: Türkiye NATOnun çok önemli bir
üyesidir, NATO ittifakında yer almaktadır ama NATOnun esiri
değildir. Biz, hava ve füze savunma sistemlerimizi geliştirirken
birinci öncelik olarak NATO müttefikimiz olan üye ülkeleri tercih ettik; gelin,
birlikte yapalım; gelin, bizim bu ihtiyacımızı birlikte
karşılayalım dedik ama o dönemde verilen teklifler, hem
rekabetçi değildi hem de teknoloji paylaşımını
içermiyordu. Peki, böyle bir durumda Türkiye ne yapacak? A, NATO üyesi ülkeler
vermiyor, elimizi kolumuzu bağlayalım, bekleyelim. Böyle bir
anlayışımız olabilir mi? Bu kadar tehdidin
arttığı, bu kadar istikrarsızlığın yoğunlaştığı
bölgede Türkiye elbette kendi hava ve füze savunma sistemiyle ilgili
başının çaresine bakacak. O dönemde yapılan çalışmalarda
en uygun çözümün S-400 olduğu görüldü ve bu süreç
başlatıldı. Bu süreç başlatılırken elbette kendi
ulusal güvenliğimizi düşünmek durumundayız. Onun için de
yapılan taslak anlaşmada IFF dediğimiz dost düşman
tanıma sisteminin millî olarak geliştirilmesi. Bu konuda Türkiye'nin
kendi ulusal güvenliğine ve müttefiklerine yönelik en küçük bir tehdidin
oluşmaması için gerekli her türlü ifadeler anlaşmaya kondu. Bu
konuda da hiçbir şekilde tereddüt taşımıyoruz. Ancak biz bu
arada ne yaptık? Kendi ulusal füze ve hava savunma sistemi
programımızı da başlattık. Bu program çerçevesinde,
geçen cuma günü EUROSAMla Türkiye-Fransa-İtalya ortak hava ve füze
savunma sisteminin geliştirilmesi ve üretilmesiyle ilgili bir mutabakat
metnine de imza attık. Yani bir taraftan acil
ihtiyaçlarımızı temin ederken, diğer taraftan da uzun
vadede kendi yeteneklerimizi geliştirecek adımları da
attık.
Son olarak şunu ifade etmek isterim ki
değerli arkadaşlar, Türkiye ile Avrupa Birliği
ilişkilerinde eğer biz buradan Biz ABye mecburuz. dersek bize
ikinci sınıf ülke muamelesi yaparlar. Türkiye hiçbir yere mecbur
değildir. Türkiyenin mecburiyeti yoktur, ulusal çıkarları vardır.
Türkiyenin ulusal çıkarları AByle birlikte yol yürümeyi gerektirir,
biz AByle birlikte yol yürürüz; Türkiyenin ulusal çıkarları AByle
birlikte yol yürümeyi gerektirmezse o zaman Türkiye de
çıkarlarının gereğini yapar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Devamla) Ama biz bugün Mecburuz. dersek, yarın bunlardan kesinlikle
ikinci sınıf ülke muamelesini görürüz.
Sayın Başkanım, cümlemi bir dakikada
toparlayayım.
BAŞKAN Tamamlayın, bir dakika daha süre
veriyorum Sayın Bakan size.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Devamla) Bu açıdan da Avrupada özellikle Türkiyenin güçlenmesi
karşısında hazımsızlığını
artık gizleyemeyen medyanın algı operasyonuna teslim olmamak
durumundayız. Yani Türkiyenin bugün her türlü AB kriterini yerine
getirmesi durumunda Avrupa Birliğinin Türkiyeyi tam üye olarak
alacağını düşünüyor musunuz? Biz onun için Avrupa
Birliği kriterleri değil, Ankara kriterleri. dedik. Evet, biz o
kriterleri Ankara kriteri hâline getirir, yerine getiririz ama şunu da çok
iyi biliyoruz: Birkaç sene sonra Türkiye Avrupa Birliğinin en büyük ülkesi
oluyor, nüfusu 80 milyonun üzerine, 82-83 milyona çıkıyor; buna
mukabil Almanyanın nüfusu 80 milyonun altına düşüyor. Elbette
bir hazımsızlık var, bunun farkındayız. Bizim için
önemli olan, Avrupa standartlarını geçecek bir politikayı ortaya
koymaktır; biz bunu yapmanın gayretindeyiz.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Işık.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sayın Başkan
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Kerestecioğlu önce söz
istedi Sayın Salıcı.
Buyurun, talebiniz nedir?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Ben sistemi yine açamadığım için aslında
söz almak istedim.
BAŞKAN Açıklama mı yapacaksınız?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Evet.
BAŞKAN Buyurun, yerinizden bir dakika.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
27.- İstanbul Milletvekili Filiz
Kerestecioğlu Demirin, Millî Savunma Bakanı Fikri
Işıkın (3/1166) sayılı Başbakanlık
Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Sayın Bakan Ağrı Vekilimiz Berdan Öztürkün
kullandığı söylemler üzerine
ayrıştırıcı dil kullanmamak gerektiğinden ve
ülkenin herkesin vatanı, ortak yeri olduğundan söz ederek daha
kucaklayıcı bir dil kullanmaktan bahsetti. Ben de kendisine
aslında birkaç bu tür dili söylemek istiyorum. Bir de hukuk
olduğundan bahsettiniz tabii, Türkiyede hukuk olduğundan. Evet,
partinizin Genel Başkanı partimizin Genel Başkanına
terörist yani aynen şu cümleleri kullandığında:
Teröristleri cezaevlerinden bırakma yetkisi bizim değildir, Türkiye
bir hukuk devletidir, söylediğiniz kişi bir teröristtir. dediği
zaman acaba bu ülkede gerçekten hukuk olduğundan bahsetmek mümkün müdür?
Şimdi, siz de bir hukukçusunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın lütfen Sayın
Kerestecioğlu, bir dakika ek süre veriyorum.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Hukukçu olduğunuzu da zaman zaman ifade ediyorsunuz. Ben
de otuz üç yıl avukatlık yapmış birisiyim ve hayatımda
kimseye, daha henüz yargı kararı kesinleşmeden, bu ciddi bir
cani de olsa, suçüstü de yakalanmış olsa ne terörist demişim ne
de başka bir şekilde itham etmişimdir. Size ben kalkıp da
teröristsiniz desem ne hissedersiniz acaba? Yani bunu en iyi
algılayabilecek olan yanınızda oturan Sayın Ahmet
İyimayaydı belki, ona ifade etmek isterdim, kalktı yerinden.
Yani bu dil kullanılırken bizim rehin kelimemizin ne kadar naif
kalan bir kelime olduğunu, sekiz buçuk aydır daha mahkeme
karşısına çıkarılmamış bir Eş Genel
Başkan için kullandığımızı lütfen bir kez daha
düşünün ve ayrıştırıcı dili kim kullanıyor,
Kafasını koparacaksın, ezeceksin. Başını ezmekte
de asla tereddüt etmeyiz. diyen bir Cumhurbaşkanı mı, biz mi,
ona göre karar verin.
Teşekkürler.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Kerestecioğlu.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Salıcı, sizi
dinliyorum.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Sayın
Bakan benim sormuş olduğum sorulara cevap verirken ismimi de anarak
bir düzeltme talebinde kendisi bulundu, zaten ben o konuyla ilgili bir
açıklama yapmak istiyorum müsaade ederseniz.
BAŞKAN Evet, Düzeltebilir. dedi.
Yerinizden buyurun bir dakika.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Efendim, bir
dakikada bitmez.
BAŞKAN Ama açıklama olunca yerinizden
söz veriyoruz bir dakika.
Sayın Salıcı, buyurun.
MUSA ÇAM (İzmir) Sataştı, direkt
sataştı.
BAŞKAN Zaten sataşmadı.
MUSA ÇAM (İzmir) Direkt sataştı.
BAŞKAN Hayır, hiç sataşmadı,
çok iyi dinledim.
Buyurun.
28.- İstanbul Milletvekili
Oğuz Kaan Salıcının, Millî Savunma Bakanı Fikri
Işıkın (3/1166) sayılı Başbakanlık
Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Sayın
Başkan, şimdi Sayın Bakan konuşması
sırasında Türkiye'de millî savunma sanayisindeki yerleştirme
oranının yükselmesinden bahsetti. Zaten ben o konuları
eleştirmedim, bu konuyu eleştirmek mümkün değil. Hangi iktidar
Türkiye'de millî savunma sanayisinin yerleşmesine katkı sunarsa bizim
yapmamız gereken şey ona daha fazla destek vermektir.
Şimdi, yüzde 10 meselesi: Kayıtlarda
görebilirler, daha önceleri dedim yüzde 10 meselesini. TCG Anadoluyla
alakalı yapmış olduğum eleştiri yerli dizayn üzerinden
yapılmış olan bir eleştiri, yoksa burada bir yüzde 10
meselesi olduğuna dair... 90lı yılları Sayın Bakan
-yaşı müsaittir- hatırlar, her yapılan icraattan sonra bir
bay yüzde 10 vardı, o yüzde 10a atfen söyledim efendim.
Bir başkası... Müsaade ederseniz onu
tamamlayayım.
BAŞKAN Buyurun.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Şimdi,
evet, biz NATOnun esiri değiliz ama NATO bir askerî anlaşma,
uluslararası örgüt; 29 üyesi var, biz de en büyük ikinci ordusuyuz,
NATOnun aynı zamanda güneydoğu kanadıyız.
Şimdi, Sayın Bakan da bilir ki bu
işler böyle restleşerek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın lütfen Sayın
Salıcı.
Bir dakika ek süre veriyorum.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Mesele biraz
mühim olunca, Mecliste de pek konuşulmayınca süreye
ihtiyacımız oluyor.
BAŞKAN İşte, soru-cevap
şekline dönüşmemesi gerekiyor.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Hayır,
ben soru sormayacağım zaten Sayın Bakana.
BAŞKAN Buyurun.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) Şimdi,
buradaki mesele şu: Türkiye'nin bir millî savunma sistemine ihtiyacı
var mı? Evet, var ama yeni düşmanlıklar yaratarak, yeni
sıkıntılar yaratarak ve bu konuları Mecliste ya da
komisyonda konuşmadan bir pazarlık noktasına gitmek doğru
değildir, bunların konuşulması gerekir.
Şuna cevap verilmesi lazım: S-400ler NATO
savunma sistemine entegre edilebilir mi Sayın Bakan? Örnek...
Bunların konuşulması lazım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Salıcı.
Cevap verecek misiniz Sayın Bakan?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) Gerek yok.
BAŞKAN Peki.
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
3.- Birleşmiş Milletlerin Mali
ve Orta Afrika Cumhuriyetinde icra ettiği harekât ve misyonlar
kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve
tespit edilmek üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına
gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar
çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararıyla Hükûmete
verilen izin süresinin Anayasanın 92nci maddesi uyarınca 2/8/2017
tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine kadar uzatılmasına
ilişkin tezkeresi (3/1166) (Devam)
BAŞKAN Şahsı adına son olarak
Ordu Milletvekili Sayın Metin Gündoğdu konuşacak.
Buyurun Sayın Gündoğdu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
METİN GÜNDOĞDU (Ordu) Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; Birleşmiş
Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyetinde icra ettiği harekât,
misyonlar kapsamında yurt dışına asker göndermesine
ilişkin tezkerenin uzatılması vesilesiyle şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Gazi Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, iki gün önce 15 Temmuz
işgal girişiminin yıl dönümüydü. 15 Temmuz 2016
yılında şehit olan 250 kardeşimizi ve bugüne kadar ay
yıldızlı al bayrak için şehit düşmüş tüm
kardeşlerimizi Allahtan rahmetle anıyorum, mekânları cennet
olsun; 15 Temmuzda gazi olan kardeşlerimize de acil şifalar
diliyorum.
Bu vesileyle, biraz önceki hatibin
konuşmalarında Türkiyeyle ilgili söylediği sözlerle ilgili de
ben Tuncelide şehit edilen Necmettin Yılmaz öğretmenimizi
hatırlatmak istiyorum. PKK tarafından öğretmenimiz şehit
edildiğinde, malum kişiler, PKK terör örgütünün terör örgütü
olduğunu bir türlü söyleyememiştir, söyleyemiyorlar da. PKK terör
örgütünün terör örgütü olduğunu ilan ettiğimiz her gün sizin de bu
Mecliste, bu yüce Mecliste bunu söylemeniz lazım ki o zaman çok daha iyi
bir şekilde bu Meclis yönetilmeye devam etsin.
FETÖyle ilgili de bir iki söz söyleyeceğim.
İhanet kelimesinin ne anlama geldiğinin ibretli ve dramatik
örneğidir. Sadece devlete değil, tarihimize, dinimize, milletimize ve
hülasa insanlığa ihanetin adıdır FETÖ.
Münafıklığın, mürtetliğin ve nihayet
ahlaksızlığın kitabını yazan kişinin
adıdır sözde din adamı kisvesine girmiş olan FETÖ
elebaşı. Dünyanın bütün ülkelerini ve iyi insanlarını
bu işgalci terör örgütü konusunda ikaz ediyoruz. Bunlarda hile, desise,
oyun türlü türlüdür. Bunların kendi gizli ajandaları vardır.
Bunlar robotik varlıklardır, ne normal insan gibi ruha ne de gönle
sahiplerdir. Amaca giden bütün yollar meşru görülür. Hedefe
odaklanırlar ve robot gibi ne emredilirse onu yaparlar. Bunların
insani değerleri münafıkça istismar etmelerine müsaade
etmeyeceğiz. İnsanlığın barış ve huzuru için
bütün dünyanın bu kanserden kurtulması lazım. Diğer ülkeleri
de sorumlu ve duyarlı olmaya davet ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti
devleti temsil ettiği değerler, ekonomisi, kültürü ve jeostratejik
tarihî backgroundu itibarıyla gelişmiş 20 ülke arasında
temsil bulmuş, güçlü ve önemli bir ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti
kendi bölgesi içinde barışın, güvenliğin, refahın ve
huzurun teminatı olduğu kadar, dünya için de barış ve
huzuru temin edebilecek kudrette örnek bir devlettir. Ay yıldızlı
al bayrağın gölgesinin ulaştığı her yerde insanlar
huzur ve güven içinde yaşayacaklardır.
Biz diğerkâmlığıyla bilinen bir
milletiz. Ülkemizin, milletimizin hak ve menfaatleri için, uluslararası
hukukun gereği için, dünyanın barış ve güvenliği,
refahı için meşruiyeti bulunan uluslararası anlaşmalar gereği
her yerde olduk, olmaya da devam edeceğiz. Hamdolsun, Türkiye, Türkiyeden
büyüktür. Şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimize, Mehmetçikimize bu
görevinde Cenab-ı Haktan üstün muvaffakiyetler diliyorum.
Burada şundan da bahsetmek istiyorum: Bugün
ülkemizde 80 bini aşkın Afrika bölgesinden, Orta Asyadan,
Balkanlardan, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelip okuyan
öğrencilerimiz var. Bunlar lisans, yüksek lisans ve doktora
öğrencileri. Bu öğrencilerimizle zaman zaman bir araya geliyoruz. Bir
bölümü de Afrika bölgesinden gelen, Orta Afrika Cumhuriyetinden gelen
öğrenci kardeşlerimizle konuştuğumuzda bizim, Türkiyenin
bayrağının olduğu her yerde çok huzurlu
olduklarını ve nerede Türk bayrağı varsa o
bayrağın gölgesinde huzur bulduklarını söyleyen
öğrenci kardeşlerimiz var. Onun için, Türk Silahlı Kuvvetleri,
Türkiye Cumhuriyeti devleti dünyanın her tarafına hukuka uygun bir
şekilde gidecek ve orada koruyucu, kollayıcı görevini en iyi
şekilde yapacaktır.
Bugün Adriyatikten Çin Seddine, dünyanın dört
bir tarafında ve Afrikanın derinliklerinde Türkiye Cumhuriyeti
devletinin mührünü ve izini görürsünüz. Bu mühür ve iz, Allaha binlerce kere
şükürler olsun ki, son on beş yılda Sayın
Cumhurbaşkanımızın, Başkomutanımızın
büyük gayretiyle dünyanın dört bir tarafında oluşan algıyla
gerçekleşmiş bir olaydır. Onun için, biz dünyanın her
yerinde Allahın izniyle olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Dün
tarihimizde neysek bugün de aynısı olacağız. Bugün de tarihimizdeki
gibi yolumuza güçlü bir şekilde devam edeceğiz. Demokrasi havarisi
ülkeler tarafından ülkemiz 15 Temmuz 2016 tarihinde verdiği demokrasi
mücadelesinde yalnız bırakılsa da dünya barışına
katkı sağlamak için Türkiye Cumhuriyeti var gücüyle her zaman destek
olmaya, dünya barışına katkı sunmaya devam edecektir.
Bu amaçla Hükûmetimizce milletimize sunulan ve
görüşmekte olduğumuz tezkereye onay verilmesini temenni ediyor,
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi tezkereyi oylarınıza
sunacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, birleşime beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.26
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.33
BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI
KÂTİP ÜYELER: Mustafa
AÇIKGÖZ (Nevşehir), Fatma KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli)
-----0-----
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz.
1inci sıraya
alınan Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin
İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Bölge Adliye ve Bölge İdare
Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların
Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/839) ve Adalet Komisyonu
Raporu (S. Sayısı: 490) (x)
BAŞKAN Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon Raporu 490 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince bu tasarı İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde
görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı
oylanacaktır.
Şimdi tasarının tümü üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili
Sayın İsmail Faruk Aksu konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Aksu. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU
(İstanbul) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 490
sıra sayılı Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin
İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz aldım. Genel Kurulu ve aziz Türk milletini saygıyla
selamlıyorum.
15 Temmuz 2016daki hain kalkışmanın
birinci yılında, darbe girişiminin Türk devletinin işgaline
ve Türk demokrasinin hançerlenmesine yönelik bir ihanet ve acımasız
bir terör saldırısı olduğunu unutmadık,
unutmayacağız. Meşum gecede gazilik ve şehitlik mertebesine
erişenleri minnetle anıyor, Cenab-ı Allahtan şehitlerimize
rahmet, gazilerimize şifa diliyorum. Tüm siyasi ve ideolojik
kaygılardan azade, sadece demokrasinin yaşatılması ve
millet iradesinin üstün tutulması için FETÖ mensubu teröristlerle
canı pahasına mücadele eden vatandaşlarımıza şükranlarımı
sunuyorum. 15 Temmuz tüm dünyaya göstermiştir ki hiçbir ihanet
odağı ayağa kalkan millî ruh ve demokrasi inancımız
karşısında duramayacaktır.
Öte yandan, terörle mücadele sırasında,
maalesef, şehitlerimiz gelmeye devam etmektedir. Subay, astsubay, uzman
erbaş, polis, öğretmen ve güvenlik korucusu kahramanlar ülkemizin her
köşesinde Hakka uğurlanmaya devam etmektedir. Türkiye birlik,
bütünlük ve bekayla ilgili kritik süreçlerden geçerken bir yandan başta
FETÖ ve PKK olmak üzere tüm terör örgütlerine, diğer yandan da Türkiye karşıtı
lobi faaliyetlerine ve çeşitli ülkelerin hasmane tutumlarına
karşı mücadele etmektedir. Bu vesileyle, tüm güvenlik
mensuplarımıza başarılar dilerken Milliyetçi Hareket
Partisi olarak onların yanında olduğumuzu bir kez daha ifade
ediyor, bu kutlu mücadelede Rahmetirahmana kavuşan tüm şehitlerimize
Allahtan rahmet, yaralılarımıza ve gazilerimize acil
şifalar ve sağlıklı ömür diliyorum. Ülkemiz ve bölgemiz
üzerindeki her türlü emperyalist hesaplara rağmen Türk milleti yenilmeyecek;
Türkiye, ülkesi ve milletiyle bir bütün olarak ilelebet yaşayacaktır.
Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket
Partisi adaleti temel hak ve özgürlüklerin güvencesi ve devletin temeli olarak
görmektedir. Bu sebeple yargının bütün vatandaşlarımız
açısından tereddütsüz güvenilebilecek bir yapıda olması
olmazsa olmazımızdır. Bize göre adalete güven ancak ve ancak
yargı sisteminin etkin, erişilebilir, adil ve tarafsız
olması hâlinde temin edilebilecektir. Bu çerçevede, her şeyden önce,
yargıya ilişkin hukuki, beşeri, fiziki ve teknolojik kapasitenin
geliştirilmesi şarttır. Çeşitli güç unsurlarının
hukuk devleti kurallarına göre sınırlandırılması
suretiyle güçlünün değil haklının korunmasının
yanı sıra toplumsal ahengin ve huzurun tesis edilmesi kuşkusuz
devletin temel görevleri arasındadır. Bu kapsamda,
insanlarımızın adaletli ve hakkaniyetli bir sosyal düzen
içerisinde yaşamasını, hukukun üstünlüğü prensibinin hâkim
kılınmasını ve temel hak ve özgürlüklerin güvence
altına alınmasını sağlayacak tedbirlerin tam
manasıyla hayata geçirilmesi de hayati önemdedir.
Bilindiği üzere, kişi hürriyetlerinin daha
korunaklı hâle getirilmesi amacıyla bölge adliye ve bölge idare
mahkemeleri faaliyete geçirilmiştir. Bölge adliye mahkemelerinin
kurulması ve istinaf kanun yolunun yürürlüğü birçok defa
ertelenmiş, 7/11/2015 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 187
sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararı
sonrasında bölge adliye mahkemeleri 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve
başlamış, bu şekilde iki dereceli olan yargı
sistemimiz üç dereceli hâle gelmiştir.
5235 sayılı Yasanın genel
gerekçesinde de ifade edildiği üzere, söz konusu mahkemelerin kuruluş
amacı Yargıtayın içtihat mahkemesi olma niteliğinin
korunması, yargılamanın güvenli ve hızlı
sonuçlandırılması ve ilk derece mahkemelerinin etkin, verimli ve
güvenli çalışmasını sağlamaktır. Ancak
görüşmekte olduğumuz tasarının konusunu teşkil eden
bölge adliye ve bölge idare mahkemelerinin faaliyete
başladığı tarihten bugüne kadar geçen sürede gerek usul
hükümlerinin uygulanmasından gerekse de teşkilatlanmadan kaynaklanan
bazı aksaklıklarla karşı karşıya
kalındığı bilinmektedir. Bu eksikliklerin giderilmesi için
uygulamada karşılaşılan sorunlar da dikkate alınarak
ilgili kanun ve kanunlarda değişiklik yapılması
doğaldır ve de gereklidir. Söz konusu Bölge Adliye ve Bölge İdare
Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların
Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısında bazı
sorunların giderilmesi ve birtakım yeni mekanizmaların
getirilmesi bakımından uygun görüp desteklediğimiz hükümler yer
aldığı gibi, uygulamada sıkıntılara sebep
olabilecek hükümler de bulunmaktadır. Ayrıca, uygulamadan
kaynaklı bazı önemli sorunlar da tasarının konusu
olduğu hâlde gündeme getirilmemiştir. Filhakika yapılan
düzenlemeyle mevcut sorunların veya sorunlu alanların tamamıyla
çözüldüğünü söyleyebilmek mümkün değildir. Esasen böylesi bir
düzenleme yapılırken daha şümullü, uygulayıcılarla
daha fazla istişare ederek sorunları bütünüyle değerlendiren,
adaletin hızlı ve adil tesisine katkı sunabilecek düzenlemelerin
de ele alınması yararlı olurdu. Ancak böyle bir bakış
açısını bu tasarıda göremediğimizi ifade etmek
istiyorum.
Gerek alt komisyon gerek ana komisyon
çalışmaları sırasında itiraz konusu bazı
hususların genel eğilim doğrultusunda
değiştirilmiş veya düzeltilmiş olması kuşkusuz
katılımcılık ve yasama kalitesi bakımından
yerinde olmuştur. Tasarının ilk hâlinde yer
aldığı hâlde özellikle yürütmeyi durdurma kararlarıyla
ilgili olmak üzere adaletin tesisine katkı vermeyeceği, adil
yargılanmayı haleldar endişesi barındıran
hususların alt komisyon ve komisyon çalışmaları
sırasından tasarı metninden çıkarılması da olumlu
olmuştur. Öngörülen düzenlemelerin bazılarının
yargılamanın basitliği ve hızlı yargılama
bağlamında usul ekonomisi ilkesine uygun olduğuna şüphe
yoktur. Bazı düzenlemelerin ise modern hukuk sistemleri ve
öğretisinde kutsal kabul edilen savunma hakkı ve bu bağlamda
avukatlık mesleğinin temel ilke ve esasları çerçevesinde
olması gereken hukuktan uzaklaşılan bir mahiyet
taşıdığı, dolayısıyla amaçsal bazı
eksiklikler barındırdığı görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, tasarıyla bölge
adliye mahkemelerindeki başkanlar kurulu, hukuk daireleri başkanlar
kurulu ve ceza daireleri başkan kurulu olarak ikiye
ayrılmaktadır. Özellikle daire sayısı yüksek olan İstanbul
ve Ankara Bölge Adliye Mahkemeleri bakımından bu
değişikliğin iş bölümü ve uzmanlaşma yönüyle
mahkemelerin iş ve işlemlerinin hızlandırılmasına
katkı verebileceğini değerlendiriyoruz. Öte yandan, mahkeme
başkanlarının görevleri artırılmakla birlikte,
yargıya ilişkin düzenlemelerde tabii hâkim ilkesi
bakımından tartışmalara yol açabilecek ve Davaya göre
hâkim atandı. mülahazalarını gündeme getirecek
yaklaşımların adaletin tesisine hizmet etmeyeceği
açıktır. Bu sebeple, tasarının ilk hâlinde yer alan,
herhangi bir dairenin hukuki ya da fiilî sebeplerle
toplanamadığı durumlarda mahkeme başkanının
takdirine göre istediği üyeyi ataması gibi
yaklaşımları doğru bulmadığımızı
bu çerçevede belirtmek istiyorum. Önemli olan, dairelerin toplanmasına
engel teşkil eden sistemdeki unsurların belirlenip giderilmesi
suretiyle dairelerdeki işleyişin aksamasına engel olmaktır.
Bu doğrultuda, yargıya güveni sarsacak arızalı
girişimlerin sisteme kalıcı çözümler getirmeyeceği
düşüncesindeyiz. Bölge idare mahkemesi başkanlar kuruluna ait olan
hukuki veya fiilî nedenlerle bir dairenin kendi üyeleriyle
toplanamadığı hâllerde ilgisine göre diğer dairelerden üye
görevlendirmek yetkisinin bölge idare mahkemesi başkanına verilmesi
bazı kaygılara yol açmaktadır. Esasen, böyle bir kararın
kim tarafından verildiğinin yanında, kuşkusuz ki, objektif
kriterler esas alınarak verilip verilmediği önemlidir. Bu sebeple,
görevlendirmeye ilişkin kararın kıdem ve sıraya göre
verilmesi yönünde Komisyonda değişiklik yapılmış
olması yerinde olmuştur. Yine de bu yetkinin kıdem ve sıra
kriteriyle birlikte başkanlar kurulunca kullanılmasının
yargıya güven bakımından daha doğru olduğu
kanaatindeyiz. Bu doğrultuda, belirlenen kriterin, anılan yetkinin
Başkanlar Kurulundan alınıp mahkeme başkanına verilmesi
için yeterli olmadığını düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, tasarıyla, bölge
adliye mahkemesi ceza dairesinin, ilk derece mahkemesi kararlarındaki
bazı hata ve eksiklikleri düzelterek istinaf talebini reddedebileceği
hususlar genişletilmektedir. Bu genişlemenin, Yargıtay ceza
dairesinin temyiz kanun yolunda düzeltme yetkisiyle paralel şekilde ve
iş yükünü azaltma amacıyla yapıldığı
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, esaslı bir genişletme
yapılmadığından mevcut sıkıntıların
yine devam edebileceği endişesini taşıyoruz. Zira, mevcut
iş yükü ve personelle ceza dairelerinin şu anda bile iş
yüklerinin altından kalkmakta zorlandığı ifade
edilmektedir.
Öte yandan, bir sınırlandırma
olmaması hâlinde, istinaf mahkemelerinin de Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı ve Genel Kurulunun itirazlar sebebiyle
karşı karşıya kaldığı tıkanma durumuyla
kısa sürede karşılaşılabilmesi de ihtimal
dahilindedir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 280inci maddesinde
yapılan düzenlemeyle, hukuka aykırılığın
düzeltilerek esastan reddine karar verilebileceği durumların
genişletilmesini olumlu bulmakla birlikte, Ceza Muhakemesi Kanununun 280inci
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin Dosyada herhangi bir
eksiklik bulunmayıp suçun yanlış nitelendirilmesi
dışında, hükümdeki hukuka aykırılık ve
hatanın düzeltilmesinin mümkün olduğu hâllerde hükmü düzelterek
istinaf başvurusunun esastan reddine karar verileceği ve hükmün,
cezayı artıran nedenle ilgili sanığın ilk derece
mahkemesinde savunma yapma imkânı bulamadığı hâllerde
uygulanmayacağı. şeklinde tanzim edilmesinin daha uygun
olacağını değerlendirmekteyiz.
Yine, tasarıyla, Yargıtay
bakımından temyiz incelemesinden sonra kesinleşen kararlara
karşı başvurulan olağanüstü kanun yolu olan Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının itirazı istinaf kanun yolu
bakımından da düzenlenmekte, bölge adliye mahkemesi cumhuriyet
başsavcılığına otuz gün içinde kararı veren
daireye itiraz edebilme yetkisi tanınmaktadır.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısının resen ya da istem üzerine Yargıtay ceza
dairelerinin kararlarına karşı itirazda bulunma yetkisine
paralel şekilde bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına
itiraz yetkisinin tanınması, özellikle kararlardaki maddi
hataların giderilmesi bakımından yerinde olmakla birlikte
itirazın yine kararı veren ceza dairesine yapılacak olması
hem itiraz kanun yolunun temel mantığıyla
bağdaşmamakta hem de aynı mahkemeden farklı bir karar
alınması bakımından sonuç alınması zor bir kanun
yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının itirazını Ceza Genel
Kuruluna yaptığı dikkate alındığında, bölge
adliye mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının
itirazını, kararı alan ceza dairesi yerine böyle bir merciye yapması
itiraz kanun yolu mantığına daha uygun olacaktır.
Diğer taraftan, tasarıda uygulamaya dair
sorunların giderilmesi, usul ekonomisi ve uyum bakımından da
önemli bazı düzenlemeler yapılmaktadır. Duruşmalarda çok
uzun olan inceleme raporları veya gerekçeli hükümlerin tamamının
okunma usulünün anlatılma şeklinde değiştirilmesi gibi
düzenlemeler zaman kaybının önüne geçilmesini sağlayabilecek
türden düzenlemeler olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede 5271
sayılı Kanunun 282nci maddesine eklenen (d) fıkrasındaki
Tutanak ve raporlar okunur. ibaresinin Tutanak ve raporlar
ayrıntılı bir şekilde anlatılır ve
açıklanır. şeklinde değiştirilmesinin de usul
ekonomisine daha fazla katkı sağlayacağı kanaatindeyiz.
Değerli milletvekilleri, tasarının
ilk hâlinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 361inci
maddesinin (1)inci fıkrasında yer alan bir aylık temyiz süresi
iki hafta olarak değiştirilmekte ve bu kanunun yayımı
tarihinde yürürlüğe gireceği öngörülmekteydi ancak hâlen söz konusu
olan temyiz yolu açık kararlar dikkate alındığında bu
durumun tarafların telafisi imkânsız zararlarına yol
açabileceği düşüncesiyle tasarıya kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerince verilen
kararlara ilişkin temyiz süresinin bir ay olarak uygulanmasına devam
olunmasına ilişkin bir geçici maddenin dâhil edilmiş olması
yaşanabilecek hak kayıplarının giderilmesini
sağlayacak nitelikte olmuştur.
Öte yandan, konusu itibarıyla bu kanun
tasarısının kapsamına girdiği ve uygulamada bilinen
sorunlu alanlar olduğu hâlde tasarı içeriğine dâhil
edilmemiş bazı hususlar bulunmaktadır. Bu çerçevede, ihtiyati
haciz ve tedbirin infazı ve teminatına dair bir düzenleme
yapılmamış, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 352'nci maddesi
uyarınca ön inceleme sonucunda verilen karara karşı temyiz
yolunun olup olmadığı tartışmasını ortadan
kaldıracak bir düzenlemeye de yer verilmemiştir. Yine mezkûr Kanunun
353/1inci maddesinde düzenlenen olumsuz hâller yanında, bu hâllerin
olumlu olması durumunda da kararın kesin olup olmayacağına
ilişkin tereddüt giderilmemiştir.
Diğer taraftan, tasarıda, dairelerin görev
uyuşmazlıklarıyla ilgili sorunların giderilmesine yönelik
bir düzenleme yapılmakla birlikte, Yargıtaydakine benzer bir birimin
ihdas edilmesi suretiyle sorunu kalıcı ve sağlıklı
şekilde çözecek bir mekanizmanın oluşturulması hususu da
değerlendirilmemiştir.
Ayrıca, 2004 Sayılı İcra ve
İflas Kanununun Ek 1'inci maddesinde sıralanan maddeler arasına
bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerince verilen ve miktar veya değeri
kırk bin Türk lirasını geçen nihai kararlara karşı
temyiz yoluna başvurulabileceğine dair 364üncü maddenin de eklenerek
mezkûr değerin her yıl yeniden değerleme oranında
artırılması yönünde bir düzenlemenin tasarıya eklenmesinin
tereddütlerin giderilmesi bakımından faydalı
olacağını değerIendiriyoruz.
Bu ve benzeri, uygulamada
karşılaşılan sorunlara ilişkin hususların da
kanun tasarısında yer alması, kuşkusuz, adaletin arzu
edilen etkinlikte tecellisi bakımından katkı sağlardı.
Görüştüğümüz tasarı, yargı
sistemine yenilik getiren, ilk defa gündeme gelen hususlar olmayıp
uygulamaya dair sıkıntıların hafifletilmesine yöneliktir ve
konuşmamda ifade ettiğim gibi bazı sorunları da giderecek
mahiyettedir.
Bu düşüncelerle, kanun
tasarısının milletimiz için hayırlı sonuçlar
doğurmasını diliyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Aksu.
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Filiz Kerestecioğlu konuşacak.
Buyurun Sayın Kerestecioğlu. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu
günlerden bu yana yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığı hep sorun oluşturdu. Cumhuriyetin ilk
yıllarında istiklal mahkemeleri ve heyeti mahsusalarla başlayan
yargı bağımsızlığı ve yargı
tarafsızlığı ihlalleri, zaman içinde tahkikat komisyonunda,
Yassıada mahkemesinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, devlet
güvenlik mahkemelerinde ve özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde
tekrar tekrar karşımıza çıktı.
Kendi gerçeklerimizle yüzleşmek
durumundayız. AKP iktidar dönemleriyle başlayan, 15 Temmuz darbe
girişimi sonrası OHAL ve KHKlarla doruğa çıkan tabii hâkim
ilkesi, yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığı ilkesinin ihlaliyle yargının vesayet
altına alınması girişimi açıkça pratiğe
geçirildi. Farklı yönleriyle birlikte ülkemizde yaşanan yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığı
ihlalleri devam ediyor.
Meslekten azil başta olmak üzere
maaşlarının kesilmesi, coğrafi teminat olarak bilinen tayin
edilirken rıza aranması, terfi ve disiplin işlemlerinin
baskı oluşturacak nitelik taşıması, hâkim ve
savcıların bağımsızlıkları için
kullanılan baskı araçlarıdır.
Tüm bu araçları kullanmaya yetkili olan
makamlar günümüzde yargı yüksek kurulları, HSKdır. Yargı
yüksek kurullarının yasama ve yürütmeden bağımsız
yapılarının olması gerekir. Oysa HSK siyasal iktidarın
yargı organları üzerinde, özellikle hâkimlerin tayin, atama, nakil,
yükselme ve özlük haklarına ilişkin bir hukuki baskı aracı
olarak kullanılmaktadır.
HSKnın oluşumu, üyelerinin seçimi ve
Adalet Bakanı ile müsteşarının kurulda aktif görev
almaları kurulu bir yargı kurulu olmaktan çıkarmış,
âdeta yürütmenin bir kurulu hâline getirmiştir. Mevcut sistem içerisinde,
açıkçası, yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığından söz etmek mümkün değildir.
Adalet Komisyonunda gündeme alınan ve oy
çokluğuyla kabul edilen (1/839) esas sayılı Bölge Adliye ve
Bölge İdare Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan
Sorunların Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının bir torba yasa olarak getirildiği,
yargının birtakım teknik sorunlarının çözümüne
ilişkin hükümler içerse de genel olarak -tasarının ruhu,
mantığı, felsefesi ve tasarıda gizlenmiş pek çok madde-
yargı bağımsızlığını, tarafsızlığını
ve tabii hâkim ilkesini ihlal eden, yargı içerisinde yukarıdan
aşağıya doğru hiyerarşi oluşturan, hâkimi
inisiyatifsiz bırakan, mahkemenin iç işleyişine müdahale
imkânı tanıyan, yargı organları içinde tek
adamlığı, bölge mahkeme başkanını öngören
düzenlemeler mevcuttur. Doğal hâkim ilkesine ve mahkemelerin
tarafsız ve bağımsızlığına aykırı
olarak, HSKya daireler arasında iş bölümü, mahkeme
başkanına ilgili dairelerden hâkim görevlendirerek yeni daire
oluşturma yetkisi tanıyan düzenlemeler, yargıya siyasal
iktidarın dolaylı müdahalesi imkânı veren düzenlemelerdir.
Evet, bu genel değerlendirme
dışında özel olarak, 1inci, 2nci, 3üncü, 8inci, 23üncü ve
26ncı maddeler gibi bazı maddelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,
Anayasa ve demokratik hukuk ilkelerine aykırı olarak, yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığı
ile tabii hâkim ilkelerini ihlal eden hükümler içerdiğini ifade etmemiz
gerekir. Bu maddelerin de özellikle tasarıdan çıkarılması
gerekmektedir. Bunları ayrıca bölümler ve maddeler üzerinde tekrar konuşabiliriz.
Şimdi, genel olarak bu kanuna bu şekilde
baktıktan sonra, ben az önce konuşulan ve eleştirilen bir kavram
üzerinde durmak istiyorum. Siyasi tutsak politik bir söylemdir ve her dönem
değişik cenahlarda kullanılmış olan bir söylemdir
siyasi tutsak. Maalesef öyledir, yıllardır da kullanılır.
Ve Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve vekillerimiz siyasi
tutsaktır. Bunlara siyasi tutuklu da diyenler vardır, ben mesela
bunlardan biriyim ama hiçbir zaman siyasi tutsak tabiri de beni rahatsız
eden bir tabir olmamıştır. Bu da insanların ifade
biçimidir, kendilerini özgürce bu şekilde ifade etme tercihleridir.
Siyasi soykırıma gelince: Siyaseten bir
düşünceyi, bir halkı, onun söylemini yok sayıyor, isimlerini
tabelalardan siliyor, mekân adlarını bile değiştiriyor,
Tahir Elçinin adını dahi bir parktan siliyor, temsilcilerini
tutukluyor, belediyelerine el koyuyor, kadın merkezlerini bile
kapatıyorsanız bunun adı, işte o beğenmediğiniz
siyasi soykırımdır.
Tabii rehin de aynı şekilde politik bir
söylemdir. Çünkü yargı eğer bağımsız ve tarafsız
değilse ve bu mahkemelerce yani bağımsız ve tarafsız
mahkemelerce yargı faaliyeti yürütülmüyorsa o zaman siz yargılama
faaliyeti olmayan bir yerde o insanların rehin olduğunu söylersiniz.
Bugün Türkiyede bağımsız ve tarafsız mahkeme maalesef
kalmamıştır. Türkiyenin 3üncü büyük partisinin Eş Genel
Başkanı sekiz buçuk aydır hâlen tutuklu olduğu dava
nedeniyle hâkim karşısına çıkarılmamışsa ve
sözlerinden korkuluyorsa o tutuklu değildir, rehindir. Bunun adına da
yargılanma denmez.
Ha, tabii, bizlerden başka rehinler de
bulunmaktadır. Mesela, Sayın Başkanın çok yakından
tanıdığı Cumhuriyet gazetesi avukatları ya da
yazarları, onlar da rehin tutulmaktadırlar ve bir gün umuyorum
karşı karşıya gelindiğinde, rehin kavramının
onlar için ne ifade ettiği hâlen yargı karşısına
çıkmamış olan bu meslektaşlarımıza da sorulur ve
kendileri yıllarca avukatlıktan başka hiçbir faaliyet
yürütmemiş olan, hak savunuculuğundan başka bir şey
yapmamış ama bugün neden tutuklu olduklarını dahi bilmeyen
arkadaşlarımız da bunun cevabını herhâlde
gerektiği gibi verirler. Şimdi, daha öncesi de var ama özellikle 15
Temmuz gününden beri Meclis başkanları tarafından yapılan
müdahaleler aslında şu anda görüşülmekte, daha doğrusu
dayatılmakta olan İç Tüzükle ilgili değişikliklerden sonra
Mecliste ifade özgürlüğü konusunda önemli ipuçları vermektedir.
Şu anda, yargının hâlipürmelal-i gibi Meclis konuşmalarının
da bundan sonra nasıl bir muamele göreceğinin ve ifade
özgürlüğünün nasıl daha da yerlerde sürünerek yeni
yargılamaların herhâlde büyük bir zevkle önünün
açılacağının göstergesidir bunlar.
Şimdi, ben, hiçbir utanma duygusu yaratır
mı biliyorum ama o da hâlen hiç duruşmaya çıkmamış
olan, daha kendisine yeni duruşma tarihi verilmiş olan Sevgili Ayhan
Bilgenin cezaevinde yazdığı kitabı size sunmak isterim.
Çok taze, yeni geldi elimize. Gereği Düşünüldü, Açık Mektup
diye yazıyor Ayhan Bilgen ve diyor ki: Savunamayacağım hiçbir
şey söylemedim. Türkiye gibi ülkelerde muhalif olarak siyasi mücadeleye
girmeyi göze alan herkes, eğer koltuk hırsı gözünü kör
etmemişse yargılama süreçlerinin ne anlam ifade ettiğini çok iyi
bilir. Dünyadan, başka topraklardan, başka ülke uygulamalarından
çok örnek vermeyeceğim, sadece ilgili olanların bildiği, merak
edenlerin de kolayca ulaşabileceği 1930lar Avrupasına bile
baktığınızda muhalif olmanın neyi göze almak
olduğunun farkında olursunuz. Bu ülke tarihi de buna çok yabancı
değildir. Gülhane Parkında boynuna idam ipi geçirilerek cansız
bedenleri ibretiâlem için sergilenenler, Sovyetlerin Kurtuluş
Savaşına verdiği destek sonrasında Mustafa Suphi ve
arkadaşlarının Karadenizde başına gelenler, sözde
faili meçhul Ali Şükrü Beyin sonu, Menderes ve iki bakanına 27
Mayısta reva görülen ve âdeta buna misilleme gibi on yıl sonra Deniz
Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi mirasın
niteliğine dair birkaç ipucu veriyor. En yakın ve belki de en kolay,
en anlaşılır olan örneklerden biri de on yıl cezaevinde
tutulan DEPli milletvekillerinin Avrupayla ilişkilerin dönüm
noktası olan 2004 yılında tam da zamanlaması manidar bir
biçimde serbest bırakılmalarına dair yapılan bir
açıklamaydı. Dönemin ilgili ismi Cemil Çiçek son derece açık
sözlü davranmış ve Türkiye, üzerine düşeni yaptı,
şimdi sıra Avrupada. mealinde mesajını vermişti.
Hakkı teslim edelim, en azından artık Maltaya sürgün etme ya da
Yedikule Zindanlarında ölüme terk etme yok. Bu sevindirici ilerlemenin
yanında üzücü olansa tam yirmi yıl önce yani 28 Şubat 1997 sonrasında
haksızlığa uğrayanların bugün ülkeyi yönetirken
yaşadıkları mağduriyetten bile adalet
çıkaramamış olmaları. Her toplum layık olduğu
şekilde yönetilir ve sizin için kendi elinizle
yaptığınızdan başkası yoktur. ifadelerine bir
değer atfediyorsanız şikâyetlenmez, sadece hâlinizi muhasebe
edersiniz.
Ceza hukukunun en temel ilkesi yok sayılarak
Mecliste oylanıp onaylanan geçici düzenlemeyle milletvekili
yargılanmasına yönelik yeni bir fiilî durum oluşturuldu.
Yolsuzluk dosyalarında siyasetçileri yargıdan kaçıranlar bize
akılları sıra dokunulmazlığın arkasına
saklanmama dersi vermeye kalktılar. Faili belli olmayan bir sosyal medya
mesajı delil gösterilerek savcılığın Meclise gönderdiği
fezlekede bile yazılmayan bir suç isnadıyla tutuklamaya
yargılama derseniz yargılanıyoruz. Bu durumda
bırakın hukuku, kanuna dair bir şey söylemek bile insanın
kendisine duyduğu saygı ve özellikle bir siyasetçi için kendilerine
karşı sorumluluk taşıdığı topluma
duyduğu saygıyla bağdaşmaz. Beş yıl boyunca
Tevhid Selam örgütü uydurmacasıyla telefonlarımı dinleyenler,
organize ettiğim Anayasa panelleri ve televizyonlarda
yaptığım Anayasa programları dışında
soruşturma konusu bulamamışlardı. Senarist
değişse de senaryo değişmiyor. Otuz yıl önce neye
inandıysam onu yazdım, otuz yıldır da ne düşünüyor,
kendimi neyin farkında hissediyorsam onu konuşuyor, onu
paylaşıyorum. Aklım erdiğince, dilim döndüğünce, gücüm
yettiğince yazmaya, konuşmaya, doğru olduğuna inandığım
tavrı koymaya, özgürlüğü, adaleti, eşitliği,
barışı savunmaya devam edeceğim. Özgürlük demir
kapıyla, dört duvarla, tel örgüyle, penceredeki parmaklıkla
engellenebilecek bir şey değildir; zihinde, yürekte başlar özgür
olma iddiası. Özgür olmayanın ne inancı olur ne ahlakı olur
ne de aklı. Ben özgür olduğuma inanıyorum, en azından öyle
olmaya çalışıyorum. Özgür olmayan biz değiliz;
koltuklarını, rozetlerini kaybetme korkusuyla bildiği
gerçeği söylemeyenler, inandığı gibi hareket edemeyenler,
tehlikeyi gördüğü hâlde kafalarını kuma gömmeyi tercih
edenlerdir. Ne diyelim? Cezaevi tabiriyle Allah kurtarsın.
Baskının arttığı
ortamlarda mizah gelişir. diye boşuna dememişler. Onun için,
bazen gülmek, gülüp geçmek en devrimci eylem olarak kabul edilir. Meşhur
fıkradır: Papağan sahibinin hoşuna gitmeyen sözü
tekrarlamaktan menedilince meramını iki kelimeyle anlatmaya devam
etmiş, anlarsınız ya.
Evet, böyle diyor ve şöyle devam ediyor: Biz
yargılanmaktan korkmadık ve ondan kaçmıyoruz, kendimizi
savunmuyoruz; yargının
bağımsızlığını, adaleti ve
barışı savunuyoruz. Yargı bağımsızlığı
olmadan demokrasi ve hukuk devleti, adalet ve özgürlük olmadan barış
olmaz diyoruz.
Evet, Sevgili Ayhan Bilgen böyle yazmış.
Yargıdan ve bölge idare mahkemelerinden söz
ederken bir başka yakınma da Yargıçlar Sendikasından
geliyor. Onlar da sürüldükleri yerlere gitmeden önce bir basın
açıklaması yaptılar ve şöyle seslendiler: Bilindiği
gibi bundan kısa süre önce Sendika Başkanımız Mustafa
Karadağ aynı şekilde, istemi dışında Ankaradan
Şanlıurfaya atanmıştır. Ulusal ve uluslararası
belgelerde önceden onay alınmaksızın terfi yoluyla bile olsa
yargıçların görev yerlerinin değiştirilmemesi kesin bir
ilke olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden HSKnın bu tasarrufları
bir atama işlemi değil, sürgün nitelikli bir uygulamadır. Bu
atamalarda Sendika Başkanımız Mustafa Karadağ ve yönetim
kurulu üyelerimiz Ali Hacıibrahimoğlu, Tamer Akgökçe, Füsun Naciye
Çağlar, Bayram Kapucuya da yer verilmesi, her birinin ayrı yerlere
tayin edilmesi, Yargıçlar Sendikasının faaliyetten fiilen
alıkonulması anlamına gelmektedir.
Evet, diğer taraftan atamalarda sendikamız
üyesi yargıçlara yer verilmesi, gerek üyelerimize gerekse tüm diğer
yargıç ve savcılara bir çeşit gözdağı ve tehdit
oluşturmakta, onların özgür, bağımsız yargıç ve
savcılar olarak görev yapmalarını engellediği gibi
onların istedikleri sendikaya üye olma hak ve özgürlüklerini
kısıtlamaktadır.
Sürgün edilen hâkim ve savcıların
özellikleri nelerdir? Onların en kıdemsizi yirmi, en kıdemlisi
otuz beş yıllık yargıç ve savcılardır. Yani
kıdem ve liyakatte dorukta olanlardır. Beyinlerini, yüreklerini o
veya bu tarikata kiraya vermemiş, mesleğin etik kurallarına
bağlı, bağımsızlık karakterimizdir diyenlerdir.
Yargıçlık teminatı sadece
yargıçların değil, yargı
bağımsızlığı ve adil yargılama
hakkının ön koşulu olması nedeniyle halkın
güvencesidir. Yargıçlarla ilgili hiçbir işlem bu teminatı
ortadan kaldıramaz ve kaldırmamalıdır. Yargıçlar
Sendikası olarak, Sendikamız Başkanı, yönetim kurulu
üyeleri ve üyelerimizin istem dışı atanmalarına
ilişkin geri alınmasını ve iptalini, tüm yargıç ve
savcıların sürekli tayin baskısı altında
tutulmalarına son verilmesini talep ediyoruz.
Ve hâkim Tamer Akgökçe son olarak şöyle diyor:
Her karanlık aydınlığa kavuşur. Bugün er ya da geç
arasındayız ve mücadele sürüyor.
Evet, arkadaşlar, bugün er ya da geç
arasındayız ve öznesi, yani bağımsız yargı ve
yargıçlar kalmadıktan sonra bölge idare mahkemeleri üzerine,
yargı üzerine söylenecek daha fazla da bir söz yoktur.
Hepinize saygılar sunarım. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Kerestecioğlu.
Evet, biraz önceki konuşmamızda ben de
aynı düşünceleri paylaşmıştım Sayın Bakandan
önce.
Evet, yani siz siyasi tutsak diyorsunuz, siyasi
soykırım diyorsunuz ben de bunu kabul etmediğimi söylüyorum.
Siyasi tutsak demek siyasi soykırım demek bir ulusu dinsel
olarak, ulusal olarak yok etmek demektir. Türkiye böyle yapmıyor, Türkiye
terörle mücadele ediyor.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Ona soykırım diyoruz, siyasi soykırım
demiyoruz. Politik kavramları biraz bilseniz iyi olacak ama.
BAŞKAN Bu kadar uzun konuşmanızda
ben de beklerdim ki eleştirdiğiniz Hükûmetin veya devletin
uygulamalarının yanında terör örgütünün uygulamalarını
da, özellikle bu günde, bir öğretmenin öldürüldüğü bir günde bundan
da biraz bahsetmenizi rica ederdim, beklerdim.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Onu siz söylersiniz, hiçbir alakası yok bununla. Çok
üzgünüm.
BAŞKAN - Hani diyoruz ya Ortak değerlerin
etrafında buluşalım., Ortaklaşalım. diyorsunuz ya
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) Hayır, ben öyle bir şey söylemedim.
BAŞKAN -
biz onu sunuyoruz ama siz
ayrımcı dili bırakmıyorsunuz maalesef. (AK PARTİ ve
MHP sıralarından alkışlar)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR
(İstanbul) - Çok teşekkürler, sağ olun, gerçekten. Yani
acıları yarıştırmakta üstünüze yok.
BAŞKAN Evet, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Ankara Milletvekili Sayın Necati Yılmaz konuşacak.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA NECATİ YILMAZ (Ankara)
Sayın Başkan, Sayın Divan, sayın milletvekilleri; Bölge
Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya
Çıkan Sorunların Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
üzerinde partimizin görüşlerini açıklamak üzere CHP Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, bu tasarıyla gerek
adli yargı gerekse idari yargı bakımından ikinci derece
yargılamayı öngören istinaf kanun yolunun faaliyete geçirilmesi
sonucunda ortaya çıkan birtakım sorunların giderilmesi
amacıyla birçok kanunda değişiklikler yapılması
öngörülmektedir.
Sayın milletvekilleri, çağdaş
demokrasilerde kişi güvenliğinin, temel hak ve özgürlüklerinin en
büyük teminatı hukuk devletinin hayata geçirilmesidir. Bu anlamda güçler
ayrılığının, bağımsız ve tarafsız yargının
varlığı ve kurumsallığı hayati önem
taşımaktadır. Özellikle yargının yürütmeye
karşı bağımsızlığı ve idarenin
yargısal denetimi temel bir gereklilik olarak ortaya
çıkmaktadır.
Sayın milletvekilleri, yargı
bağımsızlığı, en yalın hâliyle mahkemelerin
kararlarını verirken hiçbir devlet organının, makamın,
kişinin ve kurumun yargı yetkisini kullanması nedeniyle
mahkemelere emir ve talimat verememesi ve müdahalede bulunamaması
demektir. Mevcut tasarı hakkında yapacağımız
değerlendirmelerin de bu temel zorunlulukla uyumlu olması
gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, ilk derece ve temyiz
mahkemelerinden oluşan iki dereceli yargı sistemimizin
işleyişi, bölge adliye mahkemeleri ve bölge idare mahkemelerinin
istinaf mahkemesi olarak faaliyete geçmesiyle yargı sistemimiz üç dereceli
hâle gelmiştir. Bölge adliye ve bölge idare mahkemelerinin istinaf
mahkemeleri olarak düzenlenmesinin ardından Danıştay ve
Yargıtayın temyiz ve içtihat mahkemesi işlevine
kavuşturulması amaçlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, 20 Temmuz 2010da
uygulamaya giren bu üç dereceli sistemin işleyişinde ortaya
çıkan eksiklik ve aksaklıkların bu tasarıyla giderilmesi
amaçlanmaktadır. Tasarıda teknik anlamda katılmamızı
gerektiren kimi değişikliklerin yanı sıra, iktidarın
geleneksel olarak yargıya bakışını temsil eden temel
yaklaşımlarını bu tasarıda da kabul etmemiz mümkün
değildir. Bu bağlamda, bölge adliye mahkemelerindeki başkanlar
kurulunun hukuk daireleri başkanlar kurulu ve ceza daireleri
başkanlar kurulu olarak ikiye ayrılmasını, özellikle daire
sayısı fazla olan büyük illerimizdeki -Ankara ve İstanbul gibi-
mahkemeler bakımından gerekli görüyoruz. Bu değişiklik,
iş bölümü ve uzlaşma bakımından da mahkemelerin iş ve
işleyişine olumlu katkılar yapacaktır.
Yine, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısının resen ya da istem üzerine Yargıtay ceza
dairelerinin kararlarına karşı itirazda bulunma yetkisine
paralel şekilde, bölge adliye mahkemesi cumhuriyet başsavcılığına
itiraz yetkisinin tanınmasını da isabetli buluyoruz. Böylelikle
kararlardaki maddi hataların giderilmesi mümkün olabilecektir. Ancak, bu
itirazların bir üst kurula değil de kararı veren daireye
yapılması itiraz kurumunun mantığıyla uyumlu
değildir. Ayrıca, bu itirazın reddine ilişkin karara
karşı kanun yolunun kapalı olması da itiraz kurumunun
işleyişine yabancıdır.
Yine, tasarıda temyiz ve istinaf incelemesi
sırasında yürütmenin durdurulması hakkında verilen
kararların kesin olacağı düzenlemesi de hak arama
özgürlüğünü ve yargı kararlarının denetimini sınırlayan
bir düzenlemedir. Bu karara karşı da bir hukuki denetim
mekanizmasının öngörülmesi gerekirdi.
Sayın milletvekilleri, tasarıda
başkanlar kuruluna ait olan kimi yetkilerin bölge idare mahkemesi
başkanına ve HSKya devredilmesi doğru olmayıp kaygı
vericidir. Tasarıda bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi
mahkemelerinde hukuki veya fiilî nedenlerle bir dairenin kendi üyeleriyle
toplanamadığı hâllerde ilgisine göre diğer dairelerden üye
görevlendirme yetkisi bölge idare mahkemesi başkanına verilmektedir.
Daha önce başkanlar kuruluna ait olan bu yetkinin tek kişinin
takdirine bırakılması kanaatimizce doğru değildir. Her
ne kadar bu konuda kıdem ve sıra ölçütleri Komisyonda kabul
edilmiş olsa da bu şekilde oluşacak heyetlerin dosyadaki tedbir talebi
ve davanın esası hakkında karar verme yetkisinin
sınırlanması gerekir.
Sayın milletvekilleri, yargının
siyasallaştığı bir dönemden geçiyoruz. Yakın
tarihimizde hukuk dışı saiklerle yargı dışı
mensubiyet ve aidiyet kaygılarıyla verilen kararlara sıkça
rastladık. Tam da bu dönemde bu düzenlemeyle tabii hâkim ilkesi ihlal
edilerek davaya özel hâkim tayin edilebileceği kaygımızı
doğru bulmalısınız.
Yine, tasarıdaki gelen işlerin
yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak
ihtisaslaşmayı sağlamak amacıyla daireler arasındaki
iş bölümü bölge idare mahkemesi başkanlar kurulundan alınarak
HSKya devredilmektedir. Bu düzenlemenin de tarafımızca kabulü mümkün
değildir.
Bilindiği üzere Danıştay ve
Yargıtay dairelerinin kendi aralarındaki iş bölümü ilgili
mahkemeler tarafından belirlenmektedir. İkinci derece mahkemesi
olarak istinaf mahkemelerinin de benzer bir şekilde bu sorunu çözmesi
gerekirdi. Ayrıca, yeni anayasal düzenlemeyle HSKnın oluşumu
siyasi saiklerin ve etkilerin müdahalesine açık hâle gelmiştir.
Kurulun çoğulcu ve kucaklayıcı bir şekilde oluşma
imkânı ortadan kaldırılmıştır. Parlamentoda
çoğunluğu bulanan gruba diğer tüm yaklaşımları
yok sayarak kurulu tek başına belirleme imkânı verilmiştir.
Nitekim bu düzenlemenin ilk uygulaması da bu kötü tecrübeyle gerçekleşmiştir.
Böylesine politik saiklerle şekillenen HSKnın istinaf mahkemesinin
daireleri arasındaki iş bölümünü belirlemesi, kurulun
oluşumundaki tekil, siyasi irade ve saiklerin yargılama süreçlerine
indirgenmesine olanak tanıyacaktır.
Sayın milletvekilleri, Parlamentoda
yapılacak her yasal düzenlemenin yargının
işleyişindeki eksiklik ve aksaklıkların giderilmesine,
etkin, hızlı, ucuz, saygın ve güvenilir bir adalet
işleyişini ortaya çıkarmasına katkı
sağlaması beklenmektedir. Ancak, ne yazık ki on beş
yıllık dönemde, iktidarın yasama çalışmaları bu
gerekliliğin ötesinde yargıya müdahale olanaklarının
altyapısını yaratmak olmuştur. Böylelikle,
yargıyı siyasallaştırıp yargıyı
iktidarın etkinliğini sağlamak üzere bir araca
dönüştürmüşlerdir. Bu müdahale yargıyı, tarihinde hiç
görülmediği kadar saygınlıktan
uzaklaştırmış, yargıya olan güven yüzde 30lara kadar
düşmüştür.
Sayın milletvekilleri, yargı
kadroları, bu süreçte siyasetin ve cemaatin örgütlenme alanı hâline
getirilmiştir. Yargıyı bu acıklı duruma düşüren
on beş yıllık AKP iktidarıdır. Hukuk sistemine egemen
olması gereken genellik, soyutluk, denetime elverişlilik gibi
ilkelerden bu on beş yılda vazgeçilmiştir. Geniş takdir
yetkileri getiren, hatta keyfîliği olanaklı kılan düzenlemelerle
iktidarın ve cemaatin yargısal süreçlere müdahalesi olanaklı
hâle getirilmiştir.
Sayın milletvekilleri, geç de olsa bu yoldan
geri dönülmelidir. Parlamentonun yapacağı tüm düzenlemeler, öncelikle
toplumsal düzenin bir denklik ve adalet anlayışı içinde,
toplumun refahını ve özgürlüklerini artırmaya yönelik
olmalıdır. İktidar, mevcudiyetini toplumdaki adalet beklentisini
karşılayan bir çerçeve içerisinde sürdürmelidir. Her ne kadar
yapılan yasal düzenlemelerin genel gerekçelerinde bu kavramlara ve
kaygılara sıkça yer verilse ve bu ifadeler tekrarlansa da bu
ihtiyacın ötesinde amaç ve saiklerin iktidarın tasarılarına
yön verdiği açık şekilde ortadadır. İktidarın on
beş yıllık uygulamaları sonrasında temel
yaklaşımının bir vesayet makamı olarak gördüğü
yargıyı siyasi vesayet altına sokmak olduğu artık
anlaşılmıştır. Yargının
siyasallaştırılarak denetim altına alınması ve
iktidarın ihtiyaçlarının aracı olarak kullanılması,
on beş yıllık iktidar uygulamalarının bizlerde
oluşturduğu net, nihai bir kanaattir.
Bugün içerisinden geçtiğimiz bu karanlık
dönemin de ve bu OHAL sürecinin oluşmasına gerekçe yapılan darbe
girişiminin de hazırlanmasına olanak tanıyan temel sebep,
iktidarın yargıyı siyasallaştıran, siyasi
amaçlarına araç kılan ve çürüten tutumudur.
Sayın milletvekilleri, Darbeleri
Araştırma Komisyonundaki partimizin temsilcilerinin
hazırladıkları muhalefet şerhinde açık şekilde
ortaya koydukları gibi, yaşadığımız 15 Temmuz
darbe girişiminde bulunan çete bu gücünü iktidarın
hazırladığı hukuksal altyapıdan
almıştır. Özellikle yeni Ceza Kanununda yapılan
düzenlemeler, özel görevli mahkemelerin kurulması ve görev
alanının genişletilmesi, dava dosyalarına avukatların
erişiminin engellenmesi, gizli tanık uygulamaları, askerî kişilerin
görev suçlarından dolayı adli mahkemelerde yargılanması,
hâkim ve savcılar aleyhine tazminat davası açılmasının
engellenmesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay,
Danıştay ve Anayasa Mahkemesinin yapısının ve seçim yöntemlerinin
değiştirilmesi, siyasi kadroların dışarıdan hâkim
ve savcı olarak atanmasına olanak sağlayan düzenlemeler, Adlî
Kolluk Yönetmeliğinin değiştirilmesi, sulh ceza hâkimliklerinin
kurulması geldiğimiz bu karanlık noktanın kilometre
taşlarını oluşturmaktadır.
Sayın milletvekilleri, bu düzenlemelerle
yargının işleyişi çete mensuplarına iktidar
tarafından teslim edilmiştir. Yargı süreçleri toplumun adalet
beklentisini karşılamak yerine, siyasi amaçlarla operasyonel olarak
işletilmiştir. Ulaşılan bu güç, yargıyı takiben,
ordunun ve tüm bürokrasinin, giderek tüm basının, meslek örgütlerinin
ve sivil toplumun denetim altına alınması, korkutulması,
susturulması amacıyla kullanılmıştır.
17-25 Aralığa kadar bu operasyonel süreç,
darbeci çete örgütü ve iktidar tarafından ortak menzile yürürken kol kola
gerçekleştirilmiştir. 17-25 Aralıkta Hükûmet eliyle devletin
soyulduğu, yüzyılın en büyük yolsuzluğu açığa
çıkarılmıştır.
Türkiye, o gün bir milat olarak
değerlendirebileceği bu fırsatı
kaçırmıştır. O güne değin
yaşanılanların hesabını sorup yaşanılanlarla
yüzleşmek yerine, sürecin üstü iktidar tarafından örtülmüştür.
Devlet aygıtını ele geçirme çabası, iktidar ve cemaat
tarafından birbiriyle çatışan ve savaşan iki çizgide bugüne
kadar devam etmiştir. Bu iki yapı o güne kadar birbirine destek ve
dayanak olmuşlardı. İki taraf da ortak menzile yürüdüklerini
söylemekten çekinmemişlerdi. Şimdi geldiğimiz noktada, bu ortak
menzilin ne olduğu açıklanmalıdır. Bu açıklamayı
bir terör örgütünden beklemekten daha çok, hâlâ devletin gücünü kullanan bir
iktidardan beklemek tüm yurttaşlarımızın hakkıdır.
Buradan iktidara sesleniyorum: Çıkın, FETÖ
terör örgütüyle yürüdüğünüz ortak menzili açıklayın,
çıkın açıklayın. Beraber nereye yürüyordunuz,
açıklayın. Korkunun ecele faydası yok. Unutmayın, her suç
gerisinde delil bırakır. Bu deliller üzerinden oluşan sorular
yanıtlanıncaya kadar biz bu kürsüden ve meydanlardan bu soruları
sormaya devam edeceğiz.
Sayın milletvekilleri, bundan bir yıl önce
Türkiye alçak ve kanlı bir darbe girişimi
yaşamıştı. Şehitlerimiz var, gazilerimiz var. Alçak
darbede 249 yurttaşımız hayatını kaybetti, 1.301
yurttaşımız yaralandı. Buna rağmen, iktidar bu alçak
darbeyi Allahın lütfu olarak değerlendirip 20 Temmuz sivil darbesi
olarak kullandı.
Geçen bir yıllık sürede kanlı bir
darbe girişimiyle sonuçlanan cemaatin bu alçak yürüyüşünü sorgulamak,
darbe gününü ve öncesinde yaşananları açığa çıkarmak
amacıyla kurulan Darbe Araştırma Komisyonu tam bir fiyaskoya
dönüşmüştür. Komisyondan beklediğimiz binlerce soru, zihinlerde
cevapsız şekilde asılı bulunmaktadır. İktidardan
haklı beklentimiz, bilgisi ölçüsünde bu soruları
yanıtlamasıdır; değilse, bu soruları yanıtlayacak
hukuksal, parlamenter ve demokratik süreçleri işletmesidir. Ancak iktidar
bu sorulara yanıt vermediği gibi, bu süreçlerin işletilmesine de
engel olmaya devam etmektedir.
Aslında bu haklı beklentimizin iktidar
tarafından karşılanmayacağı daha Darbe
Araştırma Komisyonu oluşumunda Komisyon
Başkanlığına Reşat Petekin getirilmesinden
anlaşılmıştır. Bu tercihle, ciğer kediye teslim
edilmiştir. Ömrünü cemaat çetesinin avukatlığı ve
savunuculuğuyla geçirmiş Reşat Petekin Komisyonun
açığa çıkarmasını ve yanıtlamasını
beklediğimiz sorulara yanıt üretmek yerine, çalışmayı
engelleyen ve karanlık noktaların üstünü örten tutumu,
duyduğumuz endişelerde bizi haklı
çıkarmıştır. Gelinen noktada böyle bir tercihte bulunan AKP
iktidarından da darbe öncesi ve darbe günü yaşanan karanlık
ilişkilerin açığa çıkarılması konusunda hiçbir
yurttaşın beklentisi ve umudu kalmamıştır.
İktidar bu soruların sorulmasından korkmaktadır.
Sayın milletvekilleri, tüm bu konuları ve
adalet ihtiyacını konuşurken Türkiyenin yakın süreçteki
gündemini belirleyen bir hususu hatırlatmak, paylaşmak istiyorum. 9
Temmuzda Türkiyede bir tarih yazılmıştır, destansı
bir tarih yazılmıştır. Her destanın olduğu gibi bu
destanın kahramanı da vardır, onun adı da Kemal
Kılıçdaroğludur. (CHP sıralarından
alkışlar) Dünyanın en uzun siyasi, barışçıl,
kitlesel, sivil, demokratik eylemini gerçekleştirdik. Sadece hak, hukuk,
adalet diyerek yürüdük. Herkes için adalet istedik. Adalet hukuk
kavramını aşan bir anlam ve içeriğe sahiptir, bunu
biliyoruz ve gerçek mekânın sadece adliye koridorları değil,
vicdanlar olduğunu hiç unutmuyoruz. Adaleti olmayan her inanç ve
öğretiyi varlık sebebini sorgulamaya davet ediyoruz. Bu değerlerle
çatışan her uygulamanın kamu vicdanında sorgulanıp
mahkûm edileceği de unutulmamalıdır. Bu nedenle toplumun
yarısına, 50 milyonuna değil, tamamına seslendik.
Biz yürürken aramızda taşeron
işçiler, şiddet mağduru kadın ve çocuklar, işsizler ve
yoksullar, siftahını edemeyen esnaf, devletin açtığı
okullarda okuyan askerî öğrenciler ve vatani görevini yapan er ve
erbaşlar vardı. Bizimle yürüyemeyip taleplerimiz içerisinde yerini
bulan, ortaya koyduğumuz iradeye yüreğini katan, iktidarın
hukuksuzluklarına muhalif oldukları için cezalandırılan
eğitimci ve akademisyenler ile kamu çalışanları,
gazeteciler vardı. Biz yürürken aramızda yüz binlerce
yurttaşımızın oyuyla seçilip hukuksuz şekilde hücre
duvarlarının arkasında tutulan milletvekilleri vardı. Ve
yine, orada hiç kimse yoksa, bizimle beraber Nuriye ve Semihin hukuksuz
şekilde uzaklaştırıldıkları işlerine geri
dönmek için yaptıkları onurlu direniş vardı. Keza biz
yürürken aramızda yargı bağımsızlığını
ve hukukun üstünlüğünü savunduğu için sürgün edilen Yargıçlar
Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ vardı.
Gerek yürüyüşe gerekse mitinge
katılanların sayısı üzerine bir tartışmaya ve
polemiğe ihtiyaç duymuyoruz. 170 bin veya 2,5 milyon olsun, bunun bir
önemi yok, bunu biliyoruz. Bu yürüyüşü taçlandıran mitingin büyüklüğünün
sayısal ifadeden ziyade, iktidarın yarattığı
hukuksuzluk ve zulüm üzerinden ölçülmesi gerekir. Yürüyüşümüzde ve
mitingimizde dillendirdiğimiz gibi kutsal Parlamentonun çatısı
altında bir kez daha dillendiriyoruz ve toplumun tüm bu kesimleri için
adalet istiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu
isteğimizle hiçbir suçun, hiçbir suçlunun cezasız kalmasını
kastetmiyoruz; tam aksine, her suçun ve suçlunun yasalar
karşısında ve vicdan ölçüsünde hak ettiği cezayı
almasını istiyoruz. Bu anlamda, bu kanlı darbe girişiminde
hukuki sorumluluğu olan herkesin, bir yıldır kurulup
açığa çıkarılamayan, Komisyon tarafından
açığa çıkarılmasına izin verilmeyen siyasi
sorumluların da diğer sorumlularla beraber
yargılanmasını ve cezalarını çekmesini istiyoruz.
Sayın milletvekilleri, 9 Temmuz yeni bir
iklimdir, yeni bir tarihin başlangıcıdır, yeni bir
doğuştur. Türkiye yeni bir iklimin içerisinde, yeni bir
eşiğin başlangıcındadır. Bu eşik topluma
dayatılan korku duvarının yıkıldığı bir
eşiktir; dayanışma, yardımlaşma, insanlığın
ortak değerlerinde buluşup ortaklaşma kültürünün yeniden
yaratılmasıdır; umut denilen o büyülü duygunun yeniden
keşfedilmesidir; yurttaşlarımızın artık
doğuştan edindikleri kimlikleri üzerinden
kutuplaştırılmasına, ötekileştirilmesine
itirazıdır. Artık yurttaşlarımız kimlikleri,
kültürleri ve yaşam tarzları inkâr edilmeden, müdahale görmeden,
demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinde eşit yurttaş olarak
yaşamak istiyor. Buradan iktidara sesleniyorum: Çok mağduriyet
yarattınız, çok korku ürettiniz, tüm hukuksuzluklarınızla
bir o kadar da tepki ve itiraz biriktirdiniz. Şimdi bizler bu tepki ve
itirazları umuda dönüştürüyoruz. Korku bulutları
yürüdüğümüz Bolunun dağlarından, Maltepenin sahillerden başlayarak
dağıldı. Şimdi yeni bir Türkiyeye yürüyoruz. Bu
yürüyüş hepimizin yürüyüşüdür. Vicdanı rahat, yüreği ferah,
düşleri temiz her partiden yurttaşlarımızı bu
yürüyüşe adımlarını katmaya davet ediyoruz, adalet
istiyoruz.
Sizleri saygıyla selamlıyorum
arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Yılmaz.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Amasya Milletvekili Sayın Mehmet Naci Bostancı konuşacak.
Buyurun Sayın Bostancı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI
(Amasya) Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; esasen
kısa bir konuşma yapmak amacıyla burada söz aldım. Grup
adına konuşma yapmayacaktık fakat kıymetli
konuşmacı bir bakıma eleştiri sınırlarını
da aşan ve bence mantıki hatalar da içeren birtakım
eleştiriler dile getirince, onlara ilişkin rasyonel dikkati çekmek
kastıyla söz aldım.
Şimdi, her şeyden önce şu konuda
sanki anlaşabiliriz gibi geliyor: FETÖ denilen, kesinlikle gizli, sinsi,
uluslararası bağlantıları olan, yöntemi,
yaklaşımı, örgütlenme biçimi elbette hiçbir partinin
yapısıyla, örgütlenme biçimiyle mukayese edilemeyecek olan bir gizli
örgüt darbe girişimine kalkışmış, bütün millet de buna
karşı direnmiş, bütün partiler direnmişler. Niçin? Çünkü,
aramızda siyasi rekabet olsa dahi bütün siyasi partilerin üzerinde yer aldığı
zemin meşru zeminler. Bütün partiler toplum önünde açık fikirlere
sahipler; ne yapmak istediklerine, hangi programla yol yürümek istediklerine
ilişkin toplumla bir ahitleşme yapıyorlar. Gizli örgütlerin
böyle bir derdi yok. Onlar gizli gündemler çerçevesinde, esasen karakterleri,
yapıları da böyle olduğu için, halkın çıkarlarına
yönelik bir programları olmadığı, iktidarı başka
tür hevâ ve hevesler için araçlaştırmak istedikleri için gizli bir
örgüt darbe girişimine kalkışmış, biz de buna
karşı mücadele ediyoruz. Bu mücadele hâlen sürüyor. Böylesine bir
örgütle devlet mücadele ederken siyasi rekabetin içinde FETÖ'yü, bu örgütü
bununla yapılan mücadelenin de bir bakıma önüne koyacak şekilde
rekabetin bir unsuru hâline getiren dil yanlış bir dil. Bence burada
doğru ve tutarlı olan tavır öncelikle bu örgüte karşı
devletin yürüttüğü mücadeleye ilişkin sağlam bir duruş
sergilemektir. Partiler arasındaki anlaşmazlıklar,
çatışmalar, rekabetler, Geçmişte şu oldu, bu oldu.
bunlara ilişkin değerlendirmeler elbette yapılabilir ama
bunları FETÖ'yle mücadelenin önüne koyan bir dil yanlış bir
dildir.
Şimdi, değerli konuşmacı burada
konuşuyor, 17-25 Aralığa kadar kol kolaydınız.
diyor. Ee, ne oldu da ayrıldık, madem kol kolaydık, beraber
yürüyorduk, ortaktık? Ne oldu?
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Anlat, dinliyoruz.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Ne oldu da
ayrıldık?
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir)
Ayağınıza bastı
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Mesele
ayağa basmak filan değil.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Hak iddia etti
Hocam.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Mesele bizim
bunlarla ahlaken, yöntem olarak varmak istediğimiz yer olarak, halka
atfettiğimiz değer olarak, dünyaya bakış tarzımız
olarak ortaklıklarımız yok. Ortağınız derken
karıştırmayın.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Ee, aynı
menzile gidiyordunuz.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Eğer öyle
ortaklıklarımız olsaydı bu ortaklığımız
sürerdi, devam ederdi. Bizim bu manada, FETÖ'yle kastettiğim manada hiçbir
dönemde ortaklığımız olmamıştır.
KAZIM ARSLAN (Denizli) Ee, beraber yürüdünüz
yolda.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) - Bu, meşruiyetle gayrimeşruiyetin iç içe geçtiği bir
yapı olarak kırk küsur yıllık bir süre içerisinde
örgütlenmiş, nüfuz etmiş, özellikle toplumun ...(x) denilen kesimlerine hulul etmiş
bir örgüt.
Demokratik bir siyaset toplumun içerisindeki
meşru olan veyahut da kendisini meşru olarak gösteren,
gayrimeşruiyetine ilişkin henüz yeteri istifhamlar
doğmamış olan yapılara karşı negatif bir
seçicilikle davranmaz ama şunun altını çizmek isterim: 17-25
Aralık çok önemli bir tarihtir, 15 Temmuzla da genetik
ortaklığı vardır. 15 Temmuzda bu millet iradesine
karşı bir kalkışma yaşandı, 17-25 Aralıkta
yapılan da güya meşru gibi görünen yol ve yöntemlerle
aynısıdır; millet iradesine yönelik bir suikasttır. Bu çete
17-25 Aralıkta kendi amacı için halkın seçtiği
iktidarı tasfiye etmeye çalışırken bir propaganda
makinesini de harekete geçirip yolsuzluk, uğursuzluk, sahtekârlık
vesaire diye bir rüzgâr doğurmak ve kendi amacına hizmet edecek
tarzda ittifaklar sağlamak istedi. O dönemde iktidarın tasfiyesine
yönelik o kayığa binmek emin olun FETÖyle, onun amaçlarıyla
ortak olmak anlamına gelir. Geçtim o dönemi, ya, bugün açığa
çıkmış bu yapı, ne olduğu belli, hâlâ onun tezleriyle
burada konuşmak doğru bir iş değil. O yüzden, bir
değerlendirme yaparken, bir eleştiri ortaya koyarken kimin adına
konuşuyoruz, bunlar geçmişte hangi bağlamda dile getirildi, kim,
hangi stratejinin aracı yaptı buna ilişkin bir muhakeme gerekmez
mi? Bizim için de gerekir, sizin için de gerekir. Ne diyor? Darbe
girişiminin sebebi daha önceden hazırlanan hukuki
altyapıdır. diyor. Bu, AK PARTİye nasıl bu işten ben
ihale çıkartırım tarzındaki siyasi yaklaşımın,
bütün derdi AK PARTİye odaklanmış, bu FETÖ işinden ona en
büyük ihaleyi siyasi rekabetin bir unsuru olarak nasıl çıkartabilirim
perspektifinin bir ürünüdür.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Hocam, darbe günü
iktidarda kim var?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Kırk
yıllık bir yapıdan bahsediyoruz. Kırk yıl
çalışmış, oraya girmiş, buraya girmiş, Emniyete
girmiş, hukuka girmiş, adliyeye girmiş. Evet, bütün bunları
yaparken de unutmayın- meşru bir görünümle ve son derece dikkatli,
ihtimamlı bir şekilde çalışmış.
KAZIM ARSLAN (Denizli) Hiç de meşru
değil, hepsi açık açık oynandı, hepsi açık.
Kapalı bir şey yok Hocam.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) E şimdi,
bütün bu süreçleri, bütün bu çalışmaları, geçmişteki
farklı iktidarlar döneminde bunların iktidarlara ve muhalefete
yaklaşımını ıskalayıp, gelip burada bütün
hikâyeyi AK PARTİ, FETÖ bağlamı içerisinde okumak doğru
değildir, haksızlıktır ve netice olarak siyasi rekabetin
bir unsuru olarak bunu yapmak sizin de işinize yaramaz.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Hocam, Millî Güvenlik
Kurulunun kararlarına bak ya, bir geriye doğru bak. Açık açık
BAŞKAN Sayın Tarhan, lütfen
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Sonuç olarak
geçmişe ilişkin eleştiriler de yaparız, herkesin
değerlendirmesi gereken hususlar da vardır ama bir çete olarak
varlığının tahkim edildiği tarihin 17-25 Aralık
olduğunu unutmayalım. FETÖ, 17-25 Aralıkta FETÖ olmuştur.
Biz buradan retrospektif bir bakışla 15 Temmuza bakıyoruz,
geçmişe doğru yürüyoruz. Tarih, bugünden geçmişe akmıyor,
geçmişten bugüne akıyor. Geçmişten bugüne
baktığımızda, aslında bütün bu süreçlerin nasıl
yaşandığını, o abartılı, eleştirel
siyasal dilin hakikati tahrip eden yaklaşımıyla değil;
analitik, sosyolojik ve kesinlikle siyaset biliminin referanslarıyla
okursak eminim ortaklaşa olacağımız birçok husus
vardır. Memleketin faydasına olacak olan da budur. Ümit ederim, bütün
siyasi partiler böyle bir yaklaşımdan pay alırlar.
Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Bostancı.
NECATİ YILMAZ (Ankara) Sayın
Başkan
Sayın Yılmaz, sizi dinliyorum.
NECATİ YILMAZ (Ankara) Efendim, sayın
hatip, öncelikle çelişkiler içeren konuşmasını
söylediğimde mantıksız olduğunu söyledi
konuşmamın. Bunun yanı sıra FETÖnün kayığına
binmek tabirini kullandı, onun tezleriyle konuşmak tabirlerini
kullandı.
BAŞKAN Mantıki hatalar var. dedi,
evet.
Buyurun, iki dakika.
IX.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Ankara Milletvekili Necati
Yılmazın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancının 490
sıra sayılı Kanun Tasarısının tümü üzerinde AK
PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
NECATİ YILMAZ (Ankara) Sevgili
arkadaşlar, öncelikle, tabii ki toptancı totaliter bakışla
sorunların çözülmeye çalışılması ile analitik ve
diyalektik bakış arasında ciddi farklar vardır. Sizler
soruların cevabını bulmak yerine, toptancı bir
anlayışla onun üstünü örtmeyi tercih edersiniz. Bu yaklaşım
farkımızın olması olağan ve doğaldır. Hayata
bakışımızda ve düşünce
akışımızın işleyişinde bu temel fark
vardır.
Bunun yanı sıra, dikkat çektiğiniz
hususun altına ben de notlar düşeyim: Mademki 17-25 Aralık
hükûmet eliyle devletin soyulması değildiyse o dört bakan neden
istifa etti? (CHP sıralarından alkışlar) Yine analitik ve
diyalektik bakışla soruyorum: Mademki o paralar yolsuzluk parası
değildiyse, onlara ait değildiyse niye faiziyle beraber
alındı? Bunların cevapları havada asılı duruyor.
Bu sorular cevabını buluncaya kadar yüzyıllarca sorulmaya devam
edilecek.
Bunun yanı sıra, evet, gayrimeşru bir
işleyiş FETÖnün işleyişine, çalışmasına
hâkimdir ama birbirinizden öğrendiğiniz çok şey var. Aynı
şekilde gayrimeşruluk, yetkisiyle yetinmeyen yönetim
anlayışı, yetkilere tecavüz eden yönetim anlayışı
AKPnin temel yönetim anlayışına dönüşmüştür.
Birbirinizden öğrendiğiniz çok şey var. Daha dün, FETÖ döneminde
birlikte uydurulmuş delillerle dava açarken bugün delil bulmaya, ortaya
koymaya dahi ihtiyaç duymadan açtığınız davalar var. Daha
bugün, Darbeyi Araştırma Komisyonunda yapmış olduğunuz
tahrifatlar ve bu anlamda yaptığınız -nasıl tabir edelim-
hile hurdalar var.
Dolayısıyla birbirinize çok benziyorsunuz,
yol arkadaşlığınızın birbirinize
kattığı çok şey var. Bu anlamda daha öğrendiğiniz
neler var, anlatmanızı bekliyoruz. Türkiye'nin bunu öğrenmeye
ihtiyacı var.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
1.- Bölge Adliye ve Bölge İdare
Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların
Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/839) ve Adalet Komisyonu
Raporu (S. Sayısı: 490) (Devam)
BAŞKAN Gruplar adına olan
konuşmalar sona erdi.
Şimdi şahısları adına
konuşacak olan sayın milletvekillerini dinleyeceğiz.
İlk olarak İzmir Milletvekili Sayın
Mahmut Atilla Kaya konuşacak.
Buyurun Sayın Kaya. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Bölge Adliye ve Bölge İdare
Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların
Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 26 Eylül 2004 tarihinde kabul edilen 5235 sayılı
Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunla adli yargı istinaf
mahkemeleri mahkeme teşkilatları arasında yerini yeniden
almıştır. İdari yargıda istinaf yolu ise yine 2014
yılında 6545 sayılı Kanunla sistemimize dâhil
olmuştur.
İkinci derece yargılamayı öngören
istinaf kanun yolu, hâkim ve cumhuriyet savcısı ile fiziki kapasite
eksikliği giderilmesi sonucunda 20 Temmuz 2016 tarihinde tüm yurtta
faaliyete geçmiştir. Başlangıçta uygulama birliğinin
teminiyle ihtisaslaşmada etkinliğin ve verimliliğin
sağlanabilmesi amacıyla ilk etapta adli istinafta 7 ayrı bölgede
(Ankara, Antalya, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir ve Samsun) ve
yine 7 yerde idari istinaf (Ankara, İstanbul, İzmir, Konya,
Gaziantep, Erzurum ve Samsun) mahkemeleri kurulmuştur. Daha sonra da 2017
Temmuz ayı itibarıyla Bursa ve Adana adli istinaf mahkemeleri de
faaliyete geçmiştir. Adli istinafta kurulan diğer 6 istinaf mahkemesi
(Diyarbakır, Kayseri, Konya, Sakarya, Trabzon, Van) ile idari istinafta
kurulan Bursa İdari İstinaf Mahkemesi de önümüzdeki yıllarda
ihtiyaç ve kadro durumu gözetilerek açılacaktır.
Adli istinafta toplam 111 ceza dairesi ile 142 hukuk
dairesi, idari istinafta toplam 42 idari dava dairesi ve 20 vergi dava dairesi
olmak üzere başsavcı, başkan, daire başkanı,
cumhuriyet savcısı ve üye olarak 1.045 adli istinaf ve 352 idari
istinaf olmak üzere toplam 1.397 kişi görev yapmaktadır, ayrıca
1.747 de yardımcı personel bulunmaktadır.
Bu hukuk reformuyla hak arama özgürlüğünün ve
adli yargılama hakkının temini bakımından
hızlı, etkili bir yargının gerçekleştirilmesi için çok
önemli bir adım atılmıştır. İkinci kez olay
yargılaması yapılarak ilk derece mahkemesince yapılan
yargılamada ve verilen kararda söz konusu olabilecek hukuki eksikliklerin
maddi yönden telafi edilmesi, adalete hızlı erişimin
sağlanması gerçekleşmiştir.
Yine, İnsan Haklarını ve Ana
Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolde yer alan
güvenceler güçlendirilmiştir.
İki dereceli olan yargımız üç
dereceli hâle gelmiş ve kişi özgürlüklerinin korunması
bakımımdan daha teminatlı bir yapıya
kavuşturulmuştur.
İstinaf kanun yolu hem hukuka uygunluk
denetimine tabi tutulmakta hem de olay yargılaması yönünden de
denetlenerek gerektiğinde yeniden yargılama
yapılmasını sağlamakladır. Böylece hatalar en aza
indirilerek maddi gerçeğe eksiksiz bir biçimde ulaşılması
sağlanmaktadır.
İstinaf kanun yolunun başlamasıyla
yargı sistemimizin önemli sorunlarından biri olan yüksek mahkemelerde
iş yükü fazlalığı sorunu da giderilmeye
başlanmıştır. Yaklaşık bir yılı geçen kısa
sürede istinaf kanun yolunun oldukça etkili ve hızlı şekilde
çalıştığı ve bu şekilde kamusal memnuniyeti
sağlamak için önemli mesafelerin alındığı
görülmektedir. 30 Nisan 2017 tarihi itibarıyla bölge adliye mahkemesi ceza
dairelerine gelen 106.928 dosyadan 106.477si hakkında karar verilerek
karar verme oranı yüzde 77 olmuştur. Ceza dairelerinde verilen
kararlardan sadece 5.537si temyiz edilmiş olup temyiz oranı yüzde
5,2dir. Yine, bölge adliye hukuk mahkemesi hukuk dairelerinden gelen 111.147
dosyadan 75.182si hakkında karar verilmiştir, karar verme oranı
yüzde 67 olmuş, temyiz oranının da yüzde 11de
kaldığı görülmüştür. Yine, bölge idare mahkemelerince
toplam 36.729 karar verilmiş, bu kararlardan 4.341i temyiz edilmiş,
böylece temyiz oranının yüzde 11,8 olduğu da tespit edilmiştir.
Bir yıllık süre içerisinde usul
hükümlerinin uygulanmasında ve teşkilat yapılanmasında
çıkan birtakım aksaklıkların giderilmesinde kanununda
değişiklikler yapılması gerekliliği ilgili
paydaşlar tarafından dile getirilmiştir.
Esasında bu tasarıda yer alan tekliflerin
tamamı, istinaf başkan ve üyelerinin Adalet
Bakanlığına ulaştırdığı tekliflerdir.
Bakanlığımızın gerçekleştirdiği istinaflarla
ilgili bütün başkan, üyeler ve avukatların
katıldığı, yaşanılan sorunların
değerlendirildiği toplantılar ve çalışmalar sonucunda
istinaf kanun yolunun daha etkin, daha verimli çalışmasının
sağlanması noktasındaki kanaatler bu kanun tasarısı
içerisinde yer almıştır.
İstinaf kanun yolu yargımız
içerisinde en etkin ve en güçlü mahkeme pozisyonundadır. İstinaf
mahkemeleri önlerine gelen kararları incelerken kararın
esasını ele alıp her yönüyle değerlendirme yaparak vaka
inceleme, tanık dinleme, gerekirse de bilirkişiye başvurma gibi
bütün usul imkânlarını kullanarak âdeta ilk derece mahkemesi gibi
karar verme hak ve yetkisine sahiptir. Yargıtay ve Danıştay ise
sadece onama ve bozma kararı vermekte ve bundan sonra da sadece hukuki
denetim yaparak gerçek bir içtihat mahkemesi vasfına dönüşecektir.
Tasarıyla birlikte bölge adliye mahkemesi
başkanlar kurulu ceza ve hukuk daireleri başkanlar kurulu
şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bölge adliye mahkemesi hukuk ve
ceza dairelerinin numaralarını ve aralarındaki iş bölümünü
belirleme yetkisi Hâkimler ve Savcılar Kuruluna verilmektedir. Bölge idare
mahkemesi başkanına ek görevler verilerek kendisine doğrudan
bağlı görev yapanlar hakkında disiplin cezası uygulama,
hukuki ve fiilî sebeplerle bir dairenin kendi üyeleriyle
toplanamadığı hâllerde ilgilisine göre diğer dairelerden
üye görevlendirme görevi verilmektedir. Daire Başkanı ve üyelerin
görevleri düzenlenmekte ve dairelerin müşterek heyet yapabilmelerine imkân
sağlanmaktadır.
İstinaf kanun yolu incelemelerinde ara
kararların daire başkanı ve üyeler tarafından
verilebilmesine imkân getirilmektedir. Bazı kararların
tebligatlarının hangi yargı mercilerince
yapılacağı ve bu dosyalardan hangi mercilere gönderileceği
açıklığa kavuşturulmaktadır. Yürütmenin
durdurulması istemleri hakkında verilen kararların kesin
olduğu açıklığa kavuşturulmaktadır. Bölge adliye
mahkemesi ceza dairelerinin ilk derece mahkemelerinin kararlarında hukuka
aykırılığı düzelterek istinaf başvurusunu esastan
reddedeceği hâller genişletilmektedir. İstinaf kanun yolunda
sirayet kabul edilmekte ve ceza dairelerince sanık lehine verilen kararların
olanağı varsa istinaf isteminde bulunmamış olan diğer
sanıklara da uygulanması olanağı getirilmektedir. Tutuksuz
sanığın bölge adliye mahkemesi ceza dairesince yapılacak
duruşmaya katılmaması üzerine istinaf isteminin reddine karar
verileceğine dair amir hükümler kaldırılmaktadır. Ceza
dairesinde yapılacak duruşmada üyenin inceleme raporu, ilk derece
mahkemesinin gerekçeli hükmü, ilk derece mahkemesinde dinlenen
tanıkların ifadelerini içeren tutanaklar ile keşif
tutanakları ve bilirkişi raporunun okunması zorunluluğu
kaldırılarak bu evrakın anlatılması yükümlülüğü
getirilmektedir. Aleyhe hüküm kurma yasağına dair uygulamada
oluşan tereddüt giderilmekte ve suçluların iadesi hususunda verilecek
karar aleyhine doğrudan temyiz kanun yoluna başvurulması
sağlanmaktadır.
Beş yıla kadar hapis cezaları istinaf
aşamasında kesinleşebilmekteyken kısa süreli hapis
cezalarına çevrilen seçenek yaptırımların temyiz kanun
yoluna tabi tutulma noktasındaki çelişki giderilerek seçenek
yaptırımlara ilişkin kararların istinaf
aşamasında kesinleşmesi sağlanmaktadır.
Tarafların temyiz haklarını daha etkin kullanabilmeleri
amacıyla temyiz isteminde bulunma süresi on beş güne
çıkarılmakta, temyiz kanun yolu süresi iki hafta olarak
değiştirilmekte ve temyiz incelemesinden dönen dosyaların ilk
derece mahkemelerine istinaf başsavcılığı aracı
kılınmaksızın gönderilmesi sağlanmaktadır.
Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kesin
nitelikte olduğu kararlarındaki olası hukuka
aykırılıkların giderilebilmesi amacıyla
olağanüstü bir kanun yolu öngörülmektedir. Cezaların toplanması
kararı ile koşullu salıverilme ve koşullu
salıverilmenin geri alınması kararını verecek
yargı mercileri yeniden belirlenmektedir. Hükmün tebliğe
çıkarılması için taraflarca herhangi bir başvuru
yapılmazsa hükmün yazı işleri müdürü tarafından takip eden
bir ay içerisinde resen tebliğe çıkarılması
öngörülmektedir. Yapılan düzenlemeyle kanun yollarında geçen
karaların kesinleşmek kaydıyla bu kararların yerine
getirilmesi, gerekli bildirimin ilk derece mahkemesinde yapılması
öngörülüyor.
Kira ilişkilerinden doğacak alacak
davalarında sulh hukuk mahkemeleri tarafından verilen kararlara
karşı temyiz yoluna başvurulamamaktadır. Denetim sorununu
ortadan kaldırmak amacıyla kira ilişkisinden doğan
alacağın miktar ve değeri esas alınarak temyiz yolu
açılmaktadır. İstinaf kanun yolunda kesinleşen kararlar
hakkında da kanun yararına temyiz yolu kapatılmaktadır.
Bu teknik değerlendirmelerden sonra, Sayın
Grup Başkan Vekilimiz zaten gerekli cevapları özellikle FETÖ
noktasında verdi ama şunu da ifade etmek isterim: Biz teknik bir
konuşma bu noktada beklerken özellikle Adalet Yürüyüşü vesaire
konulara da netice itibarıyla girilmiş oldu. Ben de çok kısa
şunu ifade etmek istiyorum: Tabii ki buradan İzmire kadar da
yürüyebilirsiniz, İstanbula kadar da yürüyebilirsiniz ama tanklara
karşı yürümek cesaret ve yürek ister.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Sen mi yürüdün?
MAHMUT ATİLLA KAYA (Devamla) 15 Temmuzda da
hem bu Mecliste olanları da hem de tanklara karşı yürüyenleri
de, tüm şehitlerimizi de rahmetle anıyorum, gazilerimize de
minnetlerimi sunuyorum.
Bu kanunun da hayırlı uğurlu
olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarında
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaya.
Şahsı adına ikinci olarak
İstanbul Milletvekili Sayın Zeynel Emre konuşacak.
Buyurun Sayın Emre. (CHP sıralarından
alkışlar)
ZEYNEL EMRE (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 490 sıra sayılı Kanun
Tasarısının geneli hakkında şahsım adına
söz aldım, bu vesileyle sizleri saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bölge
adliye ve bölge idare mahkemelerinin işleyişinde ortaya çıkan
sorunların giderilmesi amacıyla hazırlanan kanun
tasarısını alıp da şöyle okuduğumda, işte
Komisyon raporunu, muhalefet şerhlerini incelediğimde aklıma ilk
gelen şey şu oldu: Çok kısa bir zaman içerisinde yine aynı
gerekçelerle burada çıkan yasalar değiştirilecek ve yenileri
yapılacak. Bundan hiç ama hiç kuşkum yok çünkü meseleyi bütüncül bir
açıdan ele alacak bir siyasi ufka, öngörüye ihtiyaç var, bunu da maalesef
göremiyoruz. Neden böyle düşündüğümü de sizlere izah edeceğim.
Şimdi, değerli milletvekilleri; Dünya
Adalet Projesinin 2016 yılı Küresel Hukukun Üstünlüğü Endeksi
verilerine göre Türkiye 113 ülke arasında 99uncu sırada, Kamboçya ve
Etiyopyayla altlı üstlüyüz yani altımızda ve üstümüzde bulunan
ülkeleri görünce insan gerçekten utanç duyuyor. Peki, neden bu hâldeyiz? Siz
iktidara geldiğinizde Türkiyede adalet dört dörtlük, çok iyi
durumdaydı demiyoruz ancak şu bir gerçek ki hiçbir dönem bu denli
kötü olmamıştı. Bunun en büyük sebebi ise 2002
yılından bugüne kadar ve sonra yaşadığımız
darbe girişimi, darbe girişiminden sonraki
yaşadığımız adalete, yargıya ilişkin
düzenlemeler
Şimdi, ortada bir cemaat bir terör örgütüne dönüştü ve
bunun için hangi yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulur? Aslında
bunların tespiti bizim Meclisimizin işleyişi ve içinde
bulunduğumuz durumu da çok etraflıca açıklayacaktır.
Şimdi, hangi yasal düzenlemeye ihtiyaç duyduysa o zamanki adıyla cemaat,
şimdi FETÖ sizler eliyle burada yerine getirildiğini görüyoruz. Bugün
yazılı iddianamelerden ortaya çıkan ve
savcılarımız tarafından tespit edilen bir konu şu:
Ergenekon, Balyoz ve benzeri kumpas davaları 15 Temmuzun
hazırlığıydı, 15 Temmuz darbe girişiminin
hazırlığıydı. O kumpas davalarından önce de bazı
yasal altyapıya ihtiyaçlar duyuldu. Bunu az evvel Sayın Yılmaz
burada ifade etti. Örneklemek gerekirse, bakın, yeni Ceza Kanununun
bazı maddeleri, özel görevli mahkemelerin kuruluşu ve yetki
alanının genişletilmesi, dava dosyasına avukatların
erişiminin engellenmesi, gizli tanıklık, asker kişilerin
görev suçlarından dolayı adli mahkemelerde yargılanması,
hâkim ve savcılar hakkında tazminat davası
açılmasının engellenmesi ve en önemlisi, işin altın
vuruşuydu diye nitelendirebileceğimiz 12 Eylül Anayasa değişikliği.
Şimdi, bütün bunlarda bu kürsüde Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, neden, hangi gerekçelerle itiraz ettiğimizi dile
getirdik, sizler dinlemediniz ve bütün bu iddialarımızın
hepsinde haklı çıktık bugün itibarıyla. Ve Türkiye 15
Temmuz darbe girişimini yaşadı. Peki devamında ne oldu
arkadaşlar? 20 Temmuzda OHAL ilan edildi ve Türkiyede rejimin
değiştirildiği bir döneme doğru girdik.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bizleri
buraya seçen milletimizin en başta bizden beklentisi millî iradeye sahip
çıkmak. Parlamenterlerin iki temel görevi vardır: Yasama ve denetim.
Şu an OHAL KHKlarıyla OHALle ilgisi olmayan çok sayıda
düzenleme, buradan çıkması gereken çok sayıda düzenleme
yapılıyor mu yapılmıyor mu? Yapılıyor ve bu
Meclisin temsilcileri buna sessiz kalıyor mu? Millî iradenin
gasbedilmesine tek kelime eden var mı arkadaşlar?
OHAL konusunda onlarca KHK var. Bakın, birkaç
örnek size söyleyeyim: 2004 sayılı İcra İflas Kanununda
değişiklik yapılmasının FETÖyle mücadeleyle ne ilgisi
var arkadaşlar? Ya da plakasız araca 1.698 TL ceza verilmesinin
FETÖyle mücadeleyle ne ilgisi var arkadaşlar? Ya da seçim dönemlerinde
taraflı yayın yapanlara verilen cezanın
kaldırılmasının FETÖyle mücadeleyle bir ilgisi var mı
arkadaşlar? Meclisin üyeleri olarak bütün bunlara neden sessiz
kalıyoruz?
Şimdi, millî irade, millî irade diyoruz. Millî
irade gasbedilirken buradaki temsilciler buna sessiz kalıyorsa, buna ses
çıkarmıyorsa burada ne demek lazım? Aslında, bugün, belki
de demokratik bir ülkede, gelişmiş bir ülkede, burada konuşulan
bu yasa tasarısı çok önemli olabilir ama bizim içinde
bulunduğumuz durum itibarıyla bunlar artık detay
arkadaşlar. Bütünün, büyük başarısızlığı
oluşturan bütünün küçük küçük parçalarını oluşturuyorlar.
Yani burada bugün böyle düzenlenmiş, bugün bölge idare mahkemesi
başkanının yetkileri artırılmış,
azaltılmış; oradaki üyenin iş bölümünü HSK seçmiş de,
başkası seçmiş, Başkanlar Kurulu seçmiş. Aslında,
çok da fazla bir önemi yok bugün geldiğimiz noktada.
Şimdi, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrası
bahsedildiğinde son dönemde -aslında bu konuya girmeyecektim ama
demin de konuşuldu bu- Efendim, tanklara karşı yürünecekti,
buradan, Ankaradan İstanbula yüründü. vesaire gibi.
Değerli arkadaşlar, bana bir örnek
versenize, devlet erkânı içerisinde tankın üstüne çıkan tek bir
kişi var mı? Cumhurbaşkanı mı çıktı,
Başbakan mı çıktı, bakanlar mı çıktı, kim
çıktı arkadaşlar? Ya da şu soruyu cevaplayabilir misiniz?
Darbe Komisyonu üyesi olarak söylüyorum, Darbe Araştırma Komisyonunda
Cumhuriyet Halk Partili üyeler olarak dedik ki, devlet erkânının ve
devleti yönetenlerin, yetkili konumdaki herkesin HTS kayıtlarını
isteyelim, o gün nerede olduğu ihtilafsız bir şekilde ortaya
çıksın dedik. Niye bu AKPli üyelerin oylarıyla reddedildi? Bu
tartışmaların hiçbirini yaşamazdık, daha kolayı
vardı.
Bakın, o Komisyona, Darbe Araştırma
Komisyonuna Başbakanlık müsteşarları gelip sunum
yaptı, müsteşar yardımcısının beyanı var,
diyor ki müsteşar yardımcısı: Sayın Başbakan
Beşiktaşta Dolmabahçedeki çalışma ofisinden Tuzladaki
konutuna geçtikten sonra darbe girişimi olduğu
anlaşılıyor ve telefon trafiği sonrasında
tankların Başbakanın olduğu konuta geleceğine yönelik
-bir gerçek de değil, bir veri de yok buna yönelik- bir dedikodu
çıkması üzerine bulunduğu yeri terk ediyor ve Ilgaz
dağlarının bir köşesinde bir tünelin dibinde
saklanıyor. Siz yürütmenin başı olarak Başbakanın bir
tünelde saklanmasına ses çıkarmıyorsunuz, Genel
Başkanımızın, o gün öğrenir öğrenmez Ankaraya
dönmek istemesini ve Ankarada bulunan milletvekillerine Gidin, millî iradeye
sahip çıkın, Meclise sahip çıkın. demesini görmezden
geliyorsunuz ve bunu da FETÖyle mücadele ettiğinizi iddia ederek
söylüyorsunuz. Bakın, bütün terör örgütleriyle mücadelenin ilk temel
koşulu iç barışı desteklemektir. Bu ülkede kim ki toplumu
bölüyor, kutuplaştırıyor, seçmenlerin oy iradesi
doğrultusunda toplumun önemli bir kesimini terörize ediyor, neredeyse
toplumun yarısını terörize ediyorsa işte o, iç
barışı dinamitliyordur, büyük resimde de teröre yardım ve
yataklık yapıyordur.
Değerli arkadaşlar, şimdi,
bakın, Cumhuriyet Halk Partisinin yürüyüşü belli ki çok rahatsız
etmiş. Yalnız, şunu unutmayın: Aslında bizim
geçtiğimiz dönem seçim sloganımız şuydu, dedik ki:
Cumhuriyet Halk Partisi varsa herkes için var. Yani bugünden
baktığımızda üstünden iki yıl geçmiş, hakikaten
ben bu sözün bu kadar kapsamlı olacağını
düşünmemiştim. Bugün, Cumhuriyet Halk Partisine oy vermeyen,
Cumhuriyet Halk Partisi saflarında siyaset yapmayan, belki hiç
kapımızın önünden dahi geçmeyen tüm yurttaşlarımız
için çıkış Cumhuriyet Halk Partisi.
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri
Hani liderlik
tartışmasını yapıyorsunuz ya burada; liderlik öyle
zorla, işte, memurların alana toplanmasıyla, kumanya
dağıtılarak olmaz; Ben yürüyorum. dediğinizde
çağrısız arkanızda milyonları toplayabiliyorsanız
lidersiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Genel
Başkanım Ben yürüyorum. dedi, o yürüyüşün sonucunda,
Cumhuriyet Halk Partisine inanan, Türkiyede demokrasiye inanan, cumhuriyete
bağlı, bu ülkemizin yurttaşları bir araya geldi ve
Maltepede müthiş bir finalle noktalandı. Aslında buradan
dersler çıkarmak lazım. Eğer orada milyonlar
Ki bu sayı da
polemik konusu yapılıyor. Sürem de kalmadı, aslında
değineceğim konulardan biri de buydu. Yani iş gelip de sayı
noktasında tartışma açılıyor ve sayının da
kaç olduğu yabancı basın mensuplarına açıklanarak
söyleniyor. Diyorlar ki: Cumhuriyet Halk Partisi bir Adalet Yürüyüşü
yaptı. Adalet Yürüyüşündeki sayı onların dediği gibi
değil, aslında şöyle. Ve bunu kime söylüyor biliyor musunuz?
Yabancı basın mensuplarına, kanallara söylüyor. Herhangi bir
Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili bugün Türkiyede çıkıp da
yabancı basına iktidarı eleştiren tek satır beyanda
bulunsa elli tane senaryo yazılır, yok, bilmem ne üyesi denir, bir
sürü suçlama yapılır. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı Cumhuriyet
Halk Partisinin yaptığı Adalet Yürüyüşünün
sayısını yabancı ülkelere şikâyet noktasına
geldiyse belli ki çok zor durumdadır, Cumhuriyet Halk Partisi
iktidarı çok yakındır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Emre.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Bostancı
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Zeynel Bey
konuşurken Sayın Başbakanın Ilgaz Tüneline
saklandığını filan söyledi. Bu açık bir sataşma.
O çerçevede söz talep ediyorum.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Başbakana
sataşma
BAŞKAN Buyurun, iki dakika, lütfen
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Gök, bu bir sataşma
biliyorsunuz.
LEVENT GÖK (Ankara) Hayır hayır, bunda
bir beis yok yani olabilir, insani bir gerekçedir.
BAŞKAN Buyurun Sayın Bostancı. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
IX.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci
Bostancının, İstanbul Milletvekili Zeynel Emrenin 490
sıra sayılı Kanun Tasarısının tümü üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşması sırasında
AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; darbecilerin hedefi muhakkak ki
öncelikle muhalefet değildir, iktidardır.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) Hocam,
hakikaten Başbakan neredeydi?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Çünkü darbeyi
yapanlar devlet yönetiminin hiyerarşisi içerisinde tepedeki insanları
öncelikle ortadan kaldırmak isterler, enterne etmek isterler. Birinci
hedef Cumhurbaşkanıdır, ikinci hedef Başbakandır; bunu
siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanına yönelik suikast
girişimini biliyorsunuz. Sayın Cumhurbaşkanının
herhangi bir tankın üzerine çıkmasına gerek yok Zeynel Bey,
bütün tanklara karşı zaten meydan okuyucu bir tavır
göstermiştir o akşam ve liderlik böyle bir şeydir. Beni arayan
birçok partiden insan oldu o akşam Ne oluyor? diye. Hepsinin ortak
olarak söylediği şuydu: Muhakkak Tayyip Bey çıksın ve
millete konuşsun çünkü bu darbecilere karşı milletin bir
şey yapması için onun bir işaret fişeği çakması
lazım. Doğruydu, o akşam öyleydi, Tayyip Bey de bunu yaptı.
Şimdi, o onu yaptı, bu bunu yaptı; o
rekabete girmek istemem ama vicdanı, hakkaniyet duygusu olan herkes Tayyip
Beyin ne yaptığını, Başbakanın ne
yaptığını bilir. Başbakan daha darbenin
başlangıcında televizyonlara bağlandı ve
direnişin sinyalini çaktı. Elbette bu insanın kendini koruma ve
darbecilere karşı mücadeleyi sürdürme hakkı vardır, bu son
derece meşrudur. Şimdi, buradaki süreci
LEVENT GÖK (Ankara) Kemal
Kılıçdaroğlunun yok mudur yani?
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) Kemal Beyin
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Sayın
Kılıçdaroğlu da darbeye karşı
çıkmıştır, elbette karşı
çıkmıştır.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun)
Cumhurbaşkanı öyle söylemiyor.
LEVENT GÖK (Ankara) Hakkı teslim edelim.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Yani, şu
tür mukayeseler, kim ne yaptı o dönemde, şöyle mi oldu böyle mi oldu?
Herkesin ne yaptığını esasen toplum biliyor.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) Allah
da biliyor.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) Ama en
temelde, bu millet
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla)
topyekûn bu
darbeye karşı çıktı. Bunun altını herhâlde hep
birlikte çizmemiz lazım.
Teşekkürler. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Bostancı.
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım
BAŞKAN Sayın Gök
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkanım,
ben de tutanaklara geçmesi açısından söylüyorum
BAŞKAN Buyurun.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
29.- Ankara Milletvekili Levent Gökün,
Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancının sataşma nedeniyle
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) O gecenin, elbette, daha sonra
çok geniş bir tarihi yazılacaktır. Ben de o gece darbeyi
Darbe
girişimi konusunda genel merkezimizde biz arkadaşlarımızla
toplanarak bunun bir darbe girişimi olduğu kanısına
varıp Genel Başkanımızla paylaştıktan sonra Genel
Başkanımızdan aldığımız ilk talimat: Ben
Ankaraya dönüyorum. Siz de lütfen derhâl bütün arkadaşlarınızla
Meclise gidin, millî iradeye sahip çıkın. Bütün AKPlilere söyleyin
ki biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak darbeye karşıyız.
olmuştur. Biz de o gün, cuma günü Ankarada bulunan tüm
milletvekillerimizle, Meclis kapalı olduğu için Ankarada o anda
bulunan milletvekillerimizle beraber buraya geldik ve Sayın Adalet
Bakanı, Sayın Nurettin Canikli, Sayın Süleyman Soylunun da
içlerinde olduğu pek çok bakan ve Sayın Meclis Başkanıyla
beraber burada tarihî konuşmalar yaptık. Benim yaptığım
konuşmadan sonra, şu kürsüde yaptığım konuşmadan
sonra Sayın Adalet Bakanı söz aldı. Tam kendisi konuşurken
bomba düştü, tam şuralara bir yere doğru; bütün avizeler
sallandı, etti.
Yani, hayatını ortaya koyan bir parti var.
Biz bunu AKP için de değil, Türk demokrasisi için, millî egemenlik için
yaptık. Tüm samimi duygumuz budur, inancımız budur. Aynı
şey bugün olsa yine yaparız, bunda hiçbir tereddüt yok.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
LEVENT GÖK (Ankara) Ama bu
hakkımızın da teslim edilmesi noktasında
hakkımızı da kimseye bırakmayız Sayın
Başkanım. O gün hayatlarımızı ortaya koyarken Adalet
Bakanı da buradaydı, biz de buradaydık; AKPli milletvekilleri
de buradaydı, biz de buradaydık.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) Eyvallah
BAŞKAN Teşekkür ederim.
LEVENT GÖK (Ankara) O yüzden, hiçbirimiz
ayrışmadan darbenin tam karşısında olduk ve şunu
rahatlıkla söyleyebilirim ki Meclise bombanın inmesi Cumhuriyet Halk
Partisi ve diğer muhalefetin Mecliste olmasından sonra olmuştur.
Darbecilerin motivasyonunun bozulması muhalefet milletvekillerinin Meclise
gelip millî iradeye sahip çıkma kararlılığı içerisinde
olmasından kaynaklanmıştır ve darbeciler bundan
ürkmüştür, bombaları o yüzden Meclisin üzerine
atmıştır.
BAŞKAN Peki, teşekkür ederim Sayın
Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) Biz
yaptığımızdan iftihar ediyoruz, biz yaptığımızdan
gurur duyuyoruz ama hakkımızın yenmesini de kimseye
bırakmayız Sayın Başkan. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Tamam, peki, peki.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
1.- Bölge Adliye ve Bölge İdare
Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların
Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/839) ve Adalet Komisyonu
Raporu (S. Sayısı: 490) (Devam)
BAŞKAN Evet, sayın milletvekilleri,
şimdi yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemini yapacağız.
Bu sürenin on dakikasında sayın milletvekillerinin
sorularını alacağım, geri kalan on dakikasında da
Sayın Bakan bu sorulara cevap verecek.
Sayın Tümer, sizden başlayalım,
buyurun.
ZÜLFİKAR İNÖNÜ TÜMER (Adana) Sayın
Bakan, Adalet Bakanlığının teklifiyle Hakimler
Savcılar Kurulu 28 bölge idare mahkemesini 8e düşürmüş,
kuruluş kanununda mahkemelerin iş hacmi ve coğrafi bölge
esaslı kurulacağı belirtilmesine karşılık,
yıllık ortalama esası 11 bin olan, iş hacmi yönünden
İstanbul ve Ankaradan sonra üçüncü büyük mahkeme olan Adana Bölge
İdare Mahkemesi kapatılıp yıllık ortalama esası 4
bin olan Konya Bölge İdare Mahkemesine bağlanmıştır.
Coğrafi bölge esasına da uyulmadığı için Akdeniz
Bölgesinde de maalesef mahkeme kurulmamıştır. Davaların
nakli, dosyaların akıbeti, temyiz hususları gereğince
telafisi olanaksız zararların doğacağı göz önüne
alınarak Adana Bölge İdare Mahkemesinin kapatılmasına dair
kararın gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuda kuruluş kanununa
da uygun olarak Adana Bölge İdare Mahkemesinin tekrar açılması
konusunda bir girişim olabilir mi acaba?
BAŞKAN Sayın Durmaz
KADİM DURMAZ (Tokat) Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Ülkemiz ekonomisinde en kritik sorun cari
açıktır. Merkez Bankası verilerine göre mayıs ayı
ödeme dengesi 5,2 milyar dolar açık verdi. Bu oran bir önceki yıla
göre yüzde 68 cari açık artışı demektir. Bu, ülkemizde
ciddi sorunların da beraberinde olduğunun göstergesidir. Sanayiciyi,
küçük esnafı, sanatkârı, üreticiyi, çiftçiyi, tüm
yurttaşları rahatlatacak bir programınız var
mıdır? Açıklamanızı bekliyoruz.
Gıda enflasyonunu düşürmek amacıyla
kuru fasulye ve kırmızı biberde gündeme gelen ithalat hamlesi en
stratejik ürün olan buğday için de gündeme gelmiştir. Yerli üreticiyi
koruyan yüzde 35 olan vergi, ithal edebilmek için sıfırlanacak.
Buğday üreticisinin zararını karşılamak için ne tür bir
çalışmanız vardır?
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Zeybek
KEMAL ZEYBEK (Samsun) Sayın Bakanım,
olağanüstü hâl yasağı uygulamalarıyla, cezaevlerinde
olağandışı uygulamalarla tutuklu ve hükümlülere şiddet
uygulandığı duyumları almaktayız, önlem almayı
düşünüyor musunuz? Yeni cezaevleri yapılırken Samsun Ceza ve
Tutukevinin yıllardır bitirilmemesinin nedeni nedir? Vezirköprü
Yarı Açık Ceza ve Tutukevinde alan genişletilmesi
yapılması, iyileştirilmesi olacak mıdır? Cezaevlerinde
havalandırma ve spor yapma kısıtlamaları ne amaçla
yapılmaktadır? Cezaevlerinde ne kadar tutuklu bulunmaktadır?
Çocuk yaşta kaç tutuklu vardır? Aç kalmış,
hırsızlıktan kaç kişi cezaevlerinde tutsak durumdadır?
BAŞKAN Sayın Arslan
KAZIM ARSLAN (Denizli) Sayın Bakan, bölge
adliyelerinde ve bölge idare mahkemelerinde büyük personel eksikliği
vardır, bu da işlerin ve adaletin gecikmesine neden olmaktadır.
Bu personel eksikliğini ne zaman gidermeyi düşünüyorsunuz?
İki: UYAP üzerinden bölge idare ve bölge adliye
mahkemelerine ulaşmada büyük sıkıntılar
yaşanmaktadır. Bu aksaklığı ne zaman gidereceksiniz?
Üç: Denizli ilimizin adli yargısı Antalya
bölge yargısına, idari yargısı da İzmir bölge
yargısına bağlı yürütülmektedir. Avukat
arkadaşların işlerini takibi açısından büyük sıkıntılar
yaşanmakta ve zorluklar çıkmaktadır. Bu iki yargıyı
aynı ilde yürüten bölge yargısına bağlanması adli
işlerin takibi açısından önem kazanmaktadır. Bu iki
yargının aynı ilde bölge mahkemelerine
bağlanmasını istiyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim ben de.
Sayın Yüksel
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakan, malum, son operasyonlardan sonra
cezaevlerindeki yoğunluk çok arttı. Bize gelen telefonlardan 10-15
kişilik hücrelerde ya da koğuşlarda istiap haddinin çok üstünde
mahkûmun kaldığı, nöbetleşe uyumak zorunda
kaldıkları, iki üç kişi uyumak zorunda kaldıkları
söyleniyor. Yine, bize gelen yoğunluklu talep herhâlde size de geliyordur,
denetimli serbestliğin yeniden düzenlenip düzenlenmeyeceği ve belli
bazı suçlarla ilgili şartlı tahliyenin olup
olmayacağıyla ilgili.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Okan
Yüksel.
Sayın Bektaşoğlu
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
15 Temmuzun yıldönümünde
Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan
afişlerin bir bölümünde Türk askerinin tümünü ayırt etmeksizin
milletine karşı silah, bomba, uçak kullanan kişiler; bir
bölümündeyse milleti tarafından teslim alınmış,
ağlayan, zavallı gibi göstermenin amacı ve yararı var
mıdır? Ordu ile milleti karşı
karşıyaymış gibi gösteren bu tip görsellerle yaratılmak
istenen algının FETÖye karşı yürütülen mücadeleye
katkısı ne olacaktır? Sizce 15 Temmuzun hain
kalkışmasında sadece askerler mi aktif rol üstlenmiştir?
Sanki darbe girişiminde diğer unsurların olmadığı
mı ima edilmektedir? Bu afişlerle FETÖ örgütünün yönetim kadrosunda
yer aldığı kabul edilen başta Fetullah Gülen, Adil Öksüz,
Şaban Dişli, Zekeriya Öz gibi isimlere neden yer verilmemiştir?
Fetullah Gülenin iadesi neden hâlâ yapılamamıştır. Bakanlık
olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerini rencide eden, itibarsızlaştırılan
15 Temmuzun 249 yurttaşımızın şehit olmasından
askerleri sorumlu tutan bu afişlerin bir daha kullanılmaması
yönünde bir girişiminiz olacak mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Arslan
KAZIM ARSLAN (Denizli) Sayın Bakan,
Denizlideki adliye binası yetersizdir. Yeni adliye binasının
teslimi 2016da yapılması gerekirken şimdi inşaatı
durmuştur. Binanın yeniden ihaleye verilerek adliye
binasının hızla bitirilmesini ve hizmete sokulmasını
istiyoruz. Şu anda Denizli adliyesi koridorlarında bölünen odalarda
adli hizmetler verilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca, 5
adet icra dairesi fizikî şartları çok kötü olan eski adliye
lojmanlarında hizmet vermeye çalışmaktadır. Bu eksikliğin
acilen giderilmesini bekliyoruz.
İki: Yargı, Bakanlığınız
döneminde tamamen bağımlı bir yargı durumuna
getirilmiştir. Bu duruma getirdiğiniz yargı ne zaman
bağımsız olacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Tümer
ZÜLFİKAR İNÖNÜ TÜMER (Adana) Sayın
Bakan, Adananın Saimbeyli ilçesindeki adliye binasının
kapatılması nedeniyle bölge halkı büyük mağduriyet
yaşamaktadır. Saimbeyli, coğrafi ve iklim koşulları
nedeniyle il merkezine ulaşımın zor olduğu bir ilçemizdir.
Adana merkezine 168 kilometre mesafeli Saimbeyli ilçemizdeki adliye
binasının Suç işlenmiyor. gerekçesiyle kapatılması
yerine adliyenin yeniden açılarak bölge halkının istihdam
açısından ödüllendirilmesi gerekmektedir. 25 köy ve merkezde 3
mahalleye sahip, Adananın toprak bakımından en büyük ilçesinde
yaşayan vatandaşlarımız devletten destek beklemektedir.
Diğer 5 ilçede kapatılan adliye binaları yeniden
açılmışken Saimbeyli ilçemizdeki adliye binasının
açılması hemşehrilerimizin devlete olan güvenini ve inancını
da pekiştirecektir.
BAŞKAN Sayın Yılmaz
NECATİ YILMAZ (Ankara) Sayın Bakan,
bugün bir kısım medyada Anıtkabirin imara
açılacağına dair haberler duyuyoruz. Bu haberin gerçek
dışı olmasını umuyoruz. Bu vesileyle testi kırılmadan
çocuğu uyarma misali Gökçeki uyarıyoruz. Anıtkabir, bizim
millî, manevi ve moral değerlerimizin üzerinde
yoğunlaştığı yüksek anlamlı bir mekândır,
kurtarıcımızın daimî ikametgâhıdır. Bu mekâna
yapılacak saldırının hepimize yapılmış bir
saldırı olacağı bilinmelidir. Bu değerlendirmenin
ışığında bu konuya ilişkin gerçek durumun ne
olduğunu öğrenmek istiyoruz.
BAŞKAN Sayın Bektaşoğlu
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son aylarda kışlalarda yaşanan
zehirlenme vakalarına ilişkin olarak, GATAnın ortadan
kaldırılmasıyla gıda sağlığı ve
güvenliği hizmetinin de hangi kurum tarafından verildiğini, bu
hususta nasıl bir denetim mekanizması ve sürecin
işletildiğini açıklar mısınız? Türk Silahlı
Kuvvetlerinde yemek hizmetlerinin kamusal alandan çıkarılıp
özelleştirilmesi, piyasaya en düşük maliyetle en yüksek kâr
zihniyetine teslim edilmesi doğru bir uygulama mıdır? Türk
Silahlı Kuvvetlerinin yemek ihtiyacı dışında birçok
kentimizde kamu kurumlarının yemek ihalelerini de aynı anda alan
bu şirketlerin iktidar referanslı şirketler olması ve
iktidar tarafından açıkça korunmaları konusunda kamuoyunda
yaşanan rahatsızlığı görmezden gelmenizin özel bir
nedeni var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Durmaz
KADİM DURMAZ (Tokat) Geçtiğimiz günlerde
açıklanan üretim reform paketi kapsamında ilimiz Tokatın da
dâhil olduğu 9 ille ilgili düzenlemeler yapıldı. Bu paketin
etkili olması için devamında üreticiye, esnafa ek düzenlemelerin
ivedi olarak yapılması gerekmektedir. Yeni nesil sanayi siteleri hangi
aşamadadır? Bu aşamada küçük esnaf ve sanatkâr lehine yeni bir
kredilendirme çalışması Hükûmetin var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Bakan, buyurun.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bölge adliye mahkemeleriyle ilgili Sayın
Tümerin sorusu: Bildiğiniz gibi, bölge adliye mahkemelerine ilişkin,
adli yargıda bölge adliye mahkemesi kurulmasına ilişkin kanun
2004te, idari yargıya ilişkin ise 2014te çıktı ama fiilen
faaliyete başlaması hem bölge adliye mahkemeleri hem de bölge idare
mahkemeleri bakımından 20 Temmuz 2016dır.
Daha önce 15 yerde bölge adliye mahkemesi
kurulması, ayrıca 8 yerde de bölge idare mahkemesi kurulmasına
ilişkin Hâkimler ve Savcılar Kurulunun aldığı karar
vardı. Tabii, bu mahkemeler kurulunca oralara birinci sınıf
hâkim ve savcıların atanması gerekiyor, elimizdeki hâkim ve
savcı sayısını da dikkate alarak. Bir de tabii bunlar ilk
uygulamalar olduğu için bunu da dikkate alarak, yargıyla da geniş
istişareler yapmak suretiyle, bölge adliye mahkemelerinin 15inden ilk
etapta 7sini faaliyete geçirme kararı alındı ve bu 7sine atama
yapıldı. Önümüzdeki perşembe günü de tam bir
yılını doldurmuş olacak.
Tabii, bu atamalardan sonra bölge adliye mahkemeleri
gerçekten çok önemli faaliyetler icra ettiler, onu özellikle ifade etmek
istiyorum çünkü hem adaletin doğru tecellisinde hem yargının
hızlanmasında hem vatandaşın hakkına erken
kavuşmasında hem yüksek yargının iş gücünün
azalmasında, kararların isabet oranının artmasında,
maddi gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasında çok ama çok büyük
başarılar elde edildiğini buradan ifade etmek isterim.
İzninizle rakamları paylaşmak
istiyorum: Bugüne kadar bölge adliye mahkemesi ceza dairelerine gelen 196.829
dosyadan 154.008i hakkında karar verilmiş. Eldeki derdest
dosyaların 42.821 olduğu, buna göre karar verme oranının
yüzde 78 olarak gerçekleştiği; ceza dairelerince verilen toplam
154.008 karardan 8.779unun temyiz edildiği, buna göre temyiz
oranının da yüzde 5,7 olduğu
LEVENT GÖK (Ankara) Kaç?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) 5,7.
Bu, şunu gösteriyor: Temyiz etmeyince temyiz
edilebilir olanları vatandaş karara rıza gösteriyor yani bu
rakamın düşüklüğü karardaki isabet oranının da
yüksekliğini gösteriyor.
Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerine gelen
172.611 dosyadan 116.291i hakkında karar verilmiş. Eldeki derdest
dosyaların 56.320 olduğu, buna göre karar verme oranının
yüzde 67 olduğu yani bu, önemli rakam.
Bölge idare mahkemesi
Şimdi ben bölge adliye
mahkemelerini vermiş oldum, idari yargı da vardı ama şu
anda bulamadım onu.
LEVENT GÖK (Ankara) Onları bize bir
yazılı olarak verir misiniz Sayın Bakan?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Tabii, tabii, veririz.
Bu, şunu gösteriyor: Yargılamalar ne yapıyor?
Bir yıl içerisinde büyük bir kısmı istinafta
tamamlanmış oluyor. Bunlar son derece önemli, hani geciken adaletin
adalet olmaktan çıkması konusunda; bunu ifade ediyor.
Bölge idare mahkemeleriyle ilgili, tabii, hukuk
dairesince verilen -demin orayı atladık, şimdi onu da izninizle
vereyim- 116.291 karardan toplam 17.607sinin temyiz edildiği, buna göre
temyiz oranının da yüzde 15 olduğu, hukuk dairelerinin
kararlarında temyiz oranı yüzde 15. Bölge idare mahkemelerince toplam
74.729 karar veriliyor. Bu kararlardan toplam 9.882si temyiz edilmiş,
temyiz oranı yüzde 13,2. İdari yargıda da durum budur.
Şimdi, biz 15 tane açtık ama bu sene Adana
Bölge Adliye Mahkememizi fiilen göreve başlatma kararı aldık.
Ayrıca, Bursa Bölge Adliye Mahkememizi fiilen göreve başlatma
kararı aldık ve atamalarını da yaptık, şu anda da
istinaf başkanları, daire başkanları, daire üyeleri,
savcıları belli oldu. 1 Eylül 2017 tarihi itibarıyla Adanadaki
Bölge Adliye Mahkememiz faaliyete geçecektir, Bursa da aynı şekilde.
Geriye kalan 6 bölge adliye mahkememizin de 2019 yılına kadar
kademeli olarak hepsini fiilen faaliyete geçirmeyi planlıyoruz. 2018de de
bir kısmını faaliyete geçireceğiz, geri kalanı da
2019un Eylül ayına kadar faaliyete geçmiş olacak. Bunun sebebi de
elimizdeki hâkim ve savcı sayısı ve niteliğiyle
alakalıdır çünkü istinaf mahkemelerine biz herkesi hâkim, savcı
olarak veremiyoruz, orada belli bir kıdem gerekiyor. O nedenle, bu
sıkıntılar nedeniyle gecikiyor. Yoksa, biz fiilen hepsini hemen
faaliyete geçirmeyi arzu ediyoruz ama kademeli olarak 2019a kadar
tamamının faaliyete geçeceğini ifade etmek isterim. Ancak idare
mahkemelerine gelince, 8 tane olan idare mahkemesinden 7 tanesini kurduk,
8inciyi de kurmayacağız çünkü 7 idare mahkemesi ihtiyacı
karşılıyor yani 8incisine ihtiyaç yok şu anda. Elimizdeki
verilere göre şu anda yeni bir idari istinaf kurmaya ihtiyaç yok, yenisini
planlamıyoruz ama ileride şartlar ne getirir, onu bilemeyiz ama
şu anki duruma göre, mevcut, faaliyette bulunanlar dışında
bir idari istinaf kurma planımız yok. Kurulmuş 1 tane var, oraya
da atama yapmayı düşünmüyoruz çünkü gerçekten ihtiyaç yok. Dosya
üzerinde zaten bildiğiniz gibi inceleme yapılıyor, karar
veriliyor, o açıdan da bir sıkıntı yok.
KAZIM ARSLAN (Denizli) Sayın Bakan, bizim sorular
yarım kaldı.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Yani
vatandaşın erişimi bakımından da herhangi bir problem
olmadığını buradan özellikle ifade etmek isterim.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun)
Sayın Bakanım, başka konuya geçmediniz hâlâ.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) -
Tabii, bu soruyla bağlantılı, Sayın Tümerin söylediği
bir başka şey: Kapanan bazı adliyelerimiz var, bunların
yeniden açılmasıyla ilgili bir çalışma var mı?
Şu anda Bakanlığımızda kapanmış adliyelerin
yeniden açılması yönünde bir çalışma bulunmamaktadır.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Sayın Bakan
Anıtkabir, Anıtkabire cevap isteriz.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) -
Kapanmış adliyeleri açmayı düşünmüyoruz çünkü onlar
gerçekten bir zaruretten kapatıldı geçmişte. Benim ilimde 5 tane
ilçenin adliyesi yok. Cemil Bey o zaman Adalet Bakanıydı ve Yozgatta
-o da Yozgatlı biliyorsunuz- 5 tane bizim orada kapandı sadece. Bu
nedir? Ülke için doğru olduğuna
Yani 2 bin nüfuslu, 3 bin nüfuslu
bir yer, yanında, 10 kilometre ileride adliye var, 10 kilometre burada
başka bir adliye var. Yani herkes elini vicdanına koymalı. Bizim
aldığımız bu karar siyaseten faturası olan bir karar.
Biz aldık, bunun faturasını zaten vatandaş bize kesti, onu
da ödedik ama gerçekten ihtiyaç olan yerlere, elbette
Hani büyüktür, yani
gelişmiştir, zamanla değişmiştir, göç olmuştur,
başka nedenlerle oralara elbette kurulabilir ama bizim
kapattığımız adliyelerle ilgili şu anda yeni bir
ihtiyaç durumu söz konusu değil. Yakın bir gelecekte de bu
adliyelerin açılma ihtimali bulunmamaktadır, bunu özelikle ifade
etmek isterim.
Samsun cezaevi inşası TOKİ
tarafından yapılmaktadır. İlk ihale verilen firma süresinde
tamamlayamadığından yeniden ihale edilmiştir.
İnşaatı bitirildiği zaman teslimi yapılacaktır.
Vezirköprü cezaevinin inşası, tüm cezaevlerinde ihtiyaç duyulan
onarım işlemleri yakından takip ediliyor. Tabii, bu
inşaatları biz veriyoruz, alıyor müteahhit firma, süresinde
taahhüdünü yerine getiremiyor, ondan sonra, ihale mevzuatı nedeniyle
yaşanan bir sürü sorunlar var. O nedenle de işler uzuyor, hemen
tasfiye edemiyorsunuz ve bazı yerlerde maalesef bundan kaynaklı
problemler var, onu özellikle ifade etmek isterim.
Çocuk tutuklu Türkiye cezaevlerinde kaç kişi
var? Şu anda cezaevlerinde -bildiğiniz gibi, 18 yaşını
doldurana kadar herkes çocuk kabul ediliyor- 1.737 çocuk tutuklu var. Çocuk
hükümlü kaç kişi var? 1.047 kişi var cezaevlerinde. Yani 1.737si
tutuklu, 1.047si hükümlü olmak üzere 2.784 kişi bulunmaktadır. Bugün
itibarıyla Türkiye cezaevlerinde 85.406 tutuklu bulunmaktadır.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Anıtkabir,
Anıtkabir
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) -
Yani, Türkiye cezaevlerinde aynı yatağı kullanan hükümlü
bulunması söz konusu değildir.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) Çok
var, çok var.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Anıtkabirle ilgili bir imar düzenlemesi, imara açılma diye bir
şey yok. Ben bugün Melih Gökçek Beyin bir açıklamasını
biraz önce internetten okudum, siz de oradan okursanız
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Başkanım
cevap versin.
BAŞKAN Sayın Bakan, tamamlayın
lütfen, bir dakika daha ek süre vereyim.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Sayın Gökçekin açıklaması var internette, siz de
bakarsanız detaylı bilgiler orada var çünkü ben Bakanlar
Kurulundaydım bugün, MGKdaydım. Ama ben Anıtkabirin imara
açılmasını Ankara Büyükşehir Belediyesi veya herhangi bir
belediye başkanının düşüneceğini tahmin etmiyorum.
Orada, onun açıklamasında farklı bir durum var ama Mimarlar
Odasının bir çarpıtması var orada, gerçek değil o,
tamam?
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) Sayın Bakan,
delilik olur, delilik, başka bir şey olmaz.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Yani
gerçek değil, sadece orada Millî Savunma Bakanlığının
şu anda mevcut, fiilen kullanmakta olduğu lojmanları var.
Anıtkabirin içinde değil, o karşı tarafında ama o
açıklamayı okursanız
Ben yanlış bilgi aktarmaktan
endişe ediyorum. Onunla ilgili bir konu olduğunu söyledi yani yeni
bir inşaat falan değil.
NECATİ YILMAZ (Ankara) Sayın Bakanım,
garnizon kısmıyla ilgili bir emsal artışı söz konusu
olduğu söyleniyor.
BAŞKAN Sayın Bakan, buyurun lütfen.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
Yahu, işte bunların hepsi yanlış ve doğru bilgiler
değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) -
Melih Bey de açıklamasını yapmış, şu anda medyada
da var, Mimarlar Odasının kamuoyunu yanlış bilgilendirmesi.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bakan.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) Bizim
sorular güme gitti.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 00.30
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.32
BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI
KÂTİP ÜYELER: Mücahit
DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Fatma KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli)
-----0-----
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112nci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
490
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon
yok, ertelenmiştir.
Sayın
milletvekilleri, gündemimizde başka bir iş
bulunmadığından, kanun tasarı ve teklifleri ile
komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek
için 18 Temmuz 2017 Salı günü saat 15.00te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
İyi
geceler diliyorum.
Kapanma Saati: 00.33