TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
45’inci
Birleşim
22
Aralık 2017 Cuma
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail
Kahraman’ın, Birleşmiş Milletlerin Kudüs’le ilgili kararına
ilişkin konuşması
2.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail
Kahraman’ın, makam odasında yapılan yenileme ve
değişikliklere ilişkin konuşması
3.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail
Kahraman’ın, Meclis Başkanı olarak yasamanın
başında olduğuna ve demokrasiyi özümseyen bir kişi olarak
kuvvetler ayrılığına kesinlikle inandığına
ve bir adli konuda yön gösterici, müdahale edici olmayacağına ilişkin
konuşması
IV.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun, 22 Aralık 2017 Cuma
günkü birleşiminde gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında bulunan işlerin görüşmelerinin
tamamlanamaması hâlinde haftalık çalışma günlerinin
dışında 23 Aralık 2017 Cumartesi günü saat 14.00’te
toplanmasına ve “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında bulunan işlerin görüşmelerinin tamamlanması
hâlinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına 26
Aralık 2017 Salı (dâhil) gününden 4 Ocak 2018 Perşembe (dâhil)
gününe kadar ara verilmesine ilişkin önerisi
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Ankara Milletvekili Nihat Yeşil’in, taşeron
işçilerin haklarıyla ilgili düzenlemenin mutlaka Meclisten
geçirilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması
2.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın, Dikili’de özel
bir yurtta 7 erkek öğrencinin cinsel istismara uğraması
olayına ve Meclisin bu olayın üzerine gitmesini dilediğine
ilişkin açıklaması
3.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, 4 siyasi parti
grup başkan vekili istiyorsa Danışma Kurulu yaparak grup
önerilerindeki tatil kararını ortadan kaldırabileceklerine
ilişkin açıklaması
4.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, iktidar partisinin
yaptığı öneriyi değerlendirebileceklerine ve ara verme
kararının Anayasa’ya aykırı olduğuna ilişkin
açıklaması
5.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, yapılan işlemin
Anayasa’ya aykırılığıyla ilgili iddialarını
sürdürdüklerine ancak ara verme kararını ortadan kaldırıp
çalışma kararı alacak yeni bir öneriyi kabul edeceklerine
ilişkin açıklaması
6.- Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in,
Halkların Demokratik Partisi olarak ilkesel anlamda Meclisin
çalışmasından yana olduklarına fakat yöntemsizliğe
itiraz ettiklerine ve Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk
Partisinin diğer partileri dikkate almayarak kendi aralarında mutabakat
yapmasını saygısızlık olarak addettiğine
ilişkin açıklaması
7.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Meclisin ara
vermesi kararının değiştirilmesi yönünde 4 siyasi parti
arasında mutabakat sağlanamadığına göre daha önce
alınan karar çerçevesinde çalışmalara devam edileceğine
ilişkin açıklaması
8.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Meclisin
aldığı bir kararı kısa bir süre sonra farklı bir
şekle getirmeyi doğru bulmadıklarına ve böyle bir
değişikliğin 2 partinin kendi arasında yapacağı
bir faaliyet olmadığına ilişkin açıklaması
9.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Meclisin ara vermesi
kararını değiştirecek öneriye imza attıklarına ve
bu imzayı atmakla kimseye nezaketsizlik yaptıklarını
düşünmediklerine ilişkin açıklaması
10.- Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, Manisa
Milletvekili Özgür Özel’in yaptığı açıklamasındaki
bazı ifadelerine ve taşeron konusundaki düzenlemenin Meclis
kapalıyken yapılmasına karşı olduklarına ilişkin
açıklaması
11.-
İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, TBMM
Başkanı İsmail Kahraman’ın makam odasında yapılan
değişikliklerle ilgili yaptığı açıklamaya
ilişkin açıklaması
12.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, İzmir Milletvekili Ertuğrul
Kürkcü’nün 503 sıra sayılı 2018 Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 504 sıra sayılı 2016 Yılı Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
13.- Sakarya
Milletvekili Engin Özkoç’un, İstanbul Milletvekili Filiz
Kerestecioğlu Demir’in
yaptığı konuşmaların hiçbirine
katılmadığına ilişkin açıklaması
14.- İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün, Amasya
Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 503 sıra sayılı
2018 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504 sıra
sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
15.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın,
muhalefetin söyleminin önemsiz ve değersiz olduğu şeklinde bir
görüş beyan etmediğine ilişkin açıklaması
16.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Oturum Başkanı TBMM
Başkanı İsmail Kahraman’ın bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
(1/887) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 503)
2.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı (1/861), 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2016
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin, 2016 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun ve 6085 Sayılı
Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 174 Adet Kamu
İdaresine Ait Sayıştay Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/1187), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca
Hazırlanan 2016 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun
ve 2016 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu ile
2016 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/1188) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (S.Sayısı: 504)
VII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in,
Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un yaptığı açıklaması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
2.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, İstanbul Milletvekili
Filiz Kerestecioğlu Demir’in sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
3.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Çanakkale Milletvekili Bülent
Turan’ın 503 sıra sayılı 2018 Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 504 sıra sayılı 2016 Yılı Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu
adına yaptığı konuşması sırasında
Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
4.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın 503 sıra sayılı 2018
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504 sıra
sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5.- Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın, Manisa Milletvekili
Özgür Özel’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması
sırasında şahsına ve Adalet ve Kalkınma Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
6.- İzmir Milletvekili Ahmet Tuncay Özkan’ın, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın 503 sıra sayılı 2018
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504 sıra
sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
7.- Ankara Milletvekili Ahmet Haluk Koç’un, Çanakkale Milletvekili
Bülent Turan’ın sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına ve Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
8.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Çanakkale Milletvekili Bülent
Turan’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması
sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
9.- Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın, Manisa Milletvekili
Özgür Özel’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
10.- İzmir Milletvekili Ahmet Tuncay Özkan’ın, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
11.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın 503 sıra
sayılı 2018 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504
sıra sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
12.- Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın,
Manisa Milletvekili Özgür Özel’in sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına ve Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
13.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
14.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Kars
Milletvekili Ayhan Bilgen’in (11/18) esas numaralı Gensoru Önergesi
üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması
sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
15.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, İzmir Milletvekili Hamza
Dağ’ın (11/18) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK
PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması
sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
16.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İçişleri
Bakanı Süleyman Soylu’nun (11/18) esas numaralı Gensoru Önergesi
üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması
sırasında Cumhuriyet Halk Partisine ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
VIII.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Binali Yıldırım’ın, bütçenin
kabulü nedeniyle teşekkür konuşması
IX.- GENSORU
A) Ön Görüşmeler
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri
İstanbul Milletvekili Engin Altay, Manisa Milletvekili Özgür Özel ve
Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'un, CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu hakkındaki sözleri sebebiyle ve görevini hukuk
içinde tarafsız bir şekilde yerine getirmediği iddiasıyla
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/18)
X.- OYLAMALAR
1.- (S.Sayısı: 503) 2018
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın
oylaması
2.- (S.Sayısı: 504) 2016
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
oylaması
XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul
Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi'nin, Süper Kupa Finalinde üstünde
Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa yazan bir pankartın stadyuma
alınmamasına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Osman
Aşkın Bak’ın cevabı (7/16641)
2.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı'nın, Bakanlığa ait kamp tesislerinin
bir siyasi partinin gençlik kollarına tahsis edildiği iddiasına
ilişkin sorusu ve Gençlik
ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’ın cevabı (7/16642)
3.- Niğde Milletvekili
Ömer Fethi Gürer'in, Bakanlık tarafından Niğde'ye stadyum
yapılıp yapılmayacağına,
Yurtların Özel
Öğrenci Barınma Hizmetleri Yönetmeliğinde yer alan
koşullara uygunluğuna,
İlişkin
soruları ve Gençlik ve Spor
Bakanı Osman Aşkın Bak’ın cevabı (7/16645),
(7/17073)
4.- Niğde Milletvekili
Ömer Fethi Gürer'in, tüm antrenörlerin ve sporcuların ilk yardım
eğitimi almasının sağlanıp
sağlanmadığına ve halı sahalarda oynanan maçlar için
sağlık görevlisi ve spor eğitmeni bulunup
bulunmadığına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Osman
Aşkın Bak’ın cevabı (7/16647)
5.- Konya Milletvekili
Mustafa Hüsnü Bozkurt'un, 6 Ağustos 2017 tarihinde Samsun'da oynanan Süper
Kupa müsabakasında yaşanan olaylar nedeniyle Konyaspor Kulübüne
verilen cezaya ve olaylarla ilgili soruşturmaya ilişkin sorusu
ve Gençlik ve Spor Bakanı
Osman Aşkın Bak’ın cevabı (7/16849)
6.- Konya Milletvekili
Mustafa Kalaycı'nın, 6 Ağustos 2017 tarihinde Samsun'da oynanan
Turkcell Süper Kupa müsabakasında yaşanan olaylar nedeniyle Atiker
Konyaspor Kulübüne verilen cezaya ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Osman
Aşkın Bak’ın cevabı (7/16850)
7.- Diyarbakır
Milletvekili Sibel Yiğitalp'ın, Mersin Valiliğince güvenlik
nedeniyle seyirci yasağı getirilen bir futbol maçına
ilişkin sorusu ve Gençlik
ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’ın cevabı (7/16851)
8.- Niğde Milletvekili
Ömer Fethi Gürer'in, Niğde-Bor yolu üzerindeki kapalı spor salonu
inşaatının ne zaman tamamlanacağına ilişkin sorusu
ve Gençlik ve Spor Bakanı
Osman Aşkın Bak’ın cevabı (7/17069)
9.- Niğde Milletvekili
Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'nin Ulukışla ilçesinde
yapılması planlanan dağcılık ve kayak merkeziyle
ilgili çalışmalara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Osman
Aşkın Bak’ın cevabı (7/17074)
10.- Niğde Milletvekili
Ömer Fethi Gürer'in, Niğde ilindeki spor alanı, lisanslı sporcu,
antrenör ve hakem sayısı ile sportif faaliyetlere aktarılan
bütçeye,
Niğde ilindeki
lisanslı futbolcu sayısına, bu sayının
artırılmasına yönelik çalışmalara ve diğer alanlardaki
lisanslı sporculara,
Niğde'de bulunan
Bakanlığa ait spor salonlarına,
Niğde Bedensel
Engelliler Basketbol Takımına Bakanlık tarafından
yapılan maddi yardımların artırılmasına ve
yapılan yıllık yardım miktarına,
İlişkin
soruları ve Gençlik ve Spor
Bakanı Osman Aşkın Bak’ın cevabı (7/17075),
(7/17100), (7/17101), (7/17102)
11.- Niğde Milletvekili
Ömer Fethi Gürer'in, üreticiden doğrudan alım yapan AVM ve
marketlerdeki fiyatların gözden geçirilmesine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Gümrük
ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/17723)
12.-
Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan'ın, Habur Sınır Kapısı'ndan
giriş çıkış yapan araç ve şahıs
sayısına ve işlem süresine,
Sarp Sınır
Kapısı'ndan giriş çıkış yapan araç ve
şahıs sayısına ve işlem süresine,
İlişkin
soruları ve Gümrük ve
Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/18902), (7/18903)
13.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2010-2017 yılları
arasında yurt dışına dil öğrenimi veya başka
sebeplerle gönderilen Bakanlık personeline ilişkin sorusu
ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent
Tüfenkci’nin cevabı (7/18906)
22 Aralık 2017 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.02
BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN
KÂTİP ÜYELER : Mücahit
DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Mehmet Necmettin AHRAZOĞLU (Hatay)
----0-----
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26’ncı Dönem Üçüncü Yasama
Yılı 45’inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır.
Sayın
milletvekilleri, bugün, 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümüyle ilgili son müzakereleri
yapacağız.
III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı
İsmail Kahraman’ın, Birleşmiş Milletlerin Kudüs’le ilgili
kararına ilişkin konuşması
BAŞKAN
– Bu arada, şu anda gündemde olan millî ve mühim bir mesele hakkında
birkaç söz söylemek istiyorum: Bildiğiniz gibi, Kudüs konusunda Amerika
Birleşik Devletleri Başkanı Trump’ın uluslararası
hukuka ve tarihî gerçeklere aykırı olan tutumunu Meclisimizde grubu
bulunan dört partinin birlikte takbihi, biliyorsunuz,
yapılmıştır. Yok hükmündeki bu karar dün akşam
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 9’a karşı 128 oyla
reddedilmiştir. Bu netice haklı, yerinde ve sevindiricidir. Bu karar,
daha önce Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Amerika’nın
vetosuyla 14’e karşı 1 oyla reddedilen kararın teyidi
mahiyetindedir ve yapılan yanlışlığın düzeltilmesi
manasındadır. Böylece dünyanın hem beşten büyük olduğu
hem de birden büyük olduğu gösterilmiştir. Sadece 9 devletin aleyhte
kaldığı bu karar 128 devletin kararıyla alındı.
Bu devletlere teşekkür ediyoruz.
Amerika
Birleşik Devletleri’nin tek yanlı olarak Kudüs’ü İsrail’in
başkenti olarak kabul etmesine ilk karşı çıkan ve dönem
başkanı olarak İstanbul’da İslam İşbirliği
Teşkilatını toplayıp İslam ülkelerini Kudüs konusunda
ortak bir kararda buluşturan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan’a, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi
partilerimizin genel başkanlarına, idarecilerine, milletvekillerine
ve ortak bir dille tavrımızı dünyaya ilan eden siyasi
partilerimize, bu yanlışlığı, yaptıkları
çeşitli gösterilerle reddeden necip milletimize
şükranlarımı sunuyorum.
Bugüne
kadarki çalışmalarda gerek Komisyon ve gerekse Genel Kurul
müzakerelerine katkı yapan bütün milletvekillerimize,
bürokratlarımıza, emeği geçenlere özverili
çalışmaları dolayısıyla teşekkürler ediyorum.
Gündeme
geçiyoruz.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, sizi tabii her zaman
bulamıyoruz, siz buradayken, bütçe de görüşülürken sizden
istirhamımız, Türkiye Büyük Millet Meclisinin muhalefet kulisine
Cumhuriyet gazetesi gelmiyor, Evrensel gazetesi gelmiyor, Millî Gazete
gelmiyor, BirGün gazetesi tek bir gazete geliyor, diğer gazetelerden üçer,
dörder tane geliyor ve ben aynı şekilde iktidarın da kulisine
gittim, iktidarın da kulisinde aynı sorunları
yaşıyoruz…
TÜLAY
KAYNARCA (İstanbul) – Kütüphanede hepsi var.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) - …ve aynı şekilde Türk Hava Yollarına,
hele hele Sabiha Gökçen Havaalanı’na yine bunlar gelmiyor, dış
uçuşlarda yine bu gazeteleri biz bulamıyoruz. Sizden istirham
ediyorum, bu ayrımcılığa sizin
Başkanlığınızda son verilmesi için ilgili yerlerle
irtibata geçip bu mağduriyetin, bu ayrımcılığın
giderilmesini talep ediyoruz sizden Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Mahmut Bey, sizden beklenen çıkışı yine
yaptınız, diğer bir konu olarak getirdiniz. İlgili yerler
gereğini yapacaklardır.
GARO
PAYLAN (İstanbul) – İlgili yer neresi?
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Şimdi,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır; bu öneriyi okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım.
IV.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun, 22
Aralık 2017 Cuma günkü birleşiminde gündemin “Özel Gündemde Yer
Alacak İşler” kısmında bulunan işlerin
görüşmelerinin tamamlanamaması hâlinde haftalık çalışma
günlerinin dışında 23 Aralık 2017 Cumartesi günü saat 14.00’te
toplanmasına ve “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında bulunan işlerin görüşmelerinin tamamlanması
hâlinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına 26
Aralık 2017 Salı (dâhil) gününden 4 Ocak 2018 Perşembe (dâhil)
gününe kadar ara verilmesine ilişkin önerisi
22/12/2017
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu, 22/12/2017 Cuma günü (bugün) toplanmadığından, İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grubumuzun aşağıdaki
önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Mustafa
Elitaş
Kayseri
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Genel
Kurulun 22 Aralık 2017 Cuma günkü birleşiminde;
Gündemin
“Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan
işlerin görüşmelerinin tamamlanamaması hâlinde, haftalık
çalışma günlerinin dışında 23 Aralık 2017
Cumartesi günü saat 14.00’te toplanması ve bu birleşimde, gündemin
“Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan
işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışmalarına devam etmesi,
Gündemin
“Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan işlerin
görüşmelerinin tamamlanması hâlinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışmalarına, 26 Aralık 2017 Salı (dâhil) 04 Ocak
2018 Perşembe (dâhil) gününe kadar ara verilmesi,
önerilmiştir.
BAŞKAN
– Efendim, bu grup önerisi hakkında söz talebi var.
İlk
talep, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Erhan
Usta’nın.
Buyurunuz
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
Müddetiniz
üç dakika.
MHP
GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle Genel Kurulu saygıyla
selamlarım.
Tabii,
bu grup önerisi, Meclis çalışmalarına bir süre ara verilmesine
yönelik bir grup önerisi. Burada, şu anlamda yani “Meclis sürekli
çalışsın, yirmi dört saat çalışsın, milletin bu
kadar sorunu var, Meclis niye ara veriyor?” şeklinde bir
yaklaşımı, ben, işin doğrusu doğru bulmuyorum
teknik açıdan çünkü neredeyse iki aydır bütçeyle yoğun bir
şekilde çalışılıyor, uğraşılıyor;
Plan ve Bütçe Komisyonu safhasında, buradaki safhasında, burada
olmayan zamanlarda kendimiz oturduk, çalıştık, bir yorgunluk,
bir gerginlik oldu. Önemli olan verimli çalışmaktır, bence bir
süre ara verilmesinde bir mahzur yok, bu insani bir durumdur, bunu böyle
değerlendirmek lazım, bunun üzerinde popülizm yapmanın hiçbir
gereği yok ancak şu anda gündemde taşeronla ilgili bir yasa
çalışması var. Basına yansıdığı
kadarıyla bunun KHK’yle yapılmasına yönelik de bir
kısım işler gündeme geldi. Bu ara, taşeron
çalışmalarını KHK’yle yapmaya bir bahane olmamalı.
Yani “Ne yapalım efendim, işte Mecliste ara verildi, ayın 9’una
kadar Meclis çalışmayacak, o zaman taşeron da bekleyemez,
yıl sonuna kadar bunun bitmesi lazım, hadi gelin o zaman bu
taşeron meselesini, bu bekleyen sorunu KHK’yle çözelim.” şeklinde bir
bahane olmamalı. Az önceki, bir çalışmaya ara verilmesinin
insani bir durum olduğu hususunu bu kayıtla söylüyorum.
Bu
taşeron konusunda da, bu, bütün siyasi partilerin -biliyoruz ki- seçim
beyannamelerinde olan, çözmeyi vadettiği bir husustu. Bunu en adil
şekilde, en kalıcı şekilde çözmemiz lazım. Bu çözümü getirirken,
mesela bir grubu, diyelim ki KİT’leri -şu anda konuşulan öyle
bir şey var basına yansıdığı kadarıyla-
dışarıda tutmak olmaz veya bu sorunu çözdükten sonra yine bu tür
bir uygulamayı devam ettirerek bir sene sonra, iki sene sonra aynı
sorunla tekrar karşılaşma durumumuzun olmaması lazım
veya şimdi özel sektörde taşeron olarak çalışanları
devletin taşeronu hâline getirme gibi özel bir statüde taşeron
meselesini çözmemek lazım. Bu işin kalıcı, adil, düzgün bir
şekilde çözülmesi lazım.
Bu
arada, taşerondaki, taşeron işçilerine benzer bir şekilde
devlette çalışan, vekil olarak çalışan vekil imamlar, vekil
öğretmenler, vekil ebe hemşire türü
çalışanlarımız var, onlara da kadro verilmesi konusunun da
bu anlamda gündeme gelmesi lazım.
İşte
bu nedenlerle daha tartışacak bir sürü konu var, kriterler var
mesela. Yani şu anda çalışıyor olana, sadece
çalışana taşerondan kadro verilir, diyelim ki bundan önce
beş yıl çalışmış olana verilmezse olmaz.
Bunların Mecliste konuşulması lazım. KHK yetkisi terörle
mücadele için Hükûmete verilmiş bir yetkidir. Bu anlamda böyle bir konunun
KHK’yle yapılması doğru olmaz, eksik olur, toplumu da tatmin
etmez. O anlamda Mecliste tartışıp -zaten herkesin hemfikir
olduğu bir husustur ama- katkı verip bunu daha iyi
olgunlaştırabiliriz ve bu sorunu çözebiliriz diye düşünüyorum.
Bu anlamda taşeron yasasının Mecliste görüşülüp yasa olarak
çıkması lazım, KHK’yle çıkması doğru olmaz.
Genel
Kurulu saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Usta.
Efendim,
ikinci söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Filiz
Kerestecioğlu’na aittir.
Buyurunuz.
(HDP sıralarından alkışlar)
Süreniz
üç dakikadır.
HDP
GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KHK’lerle
kalıcı düzenlemelerin yapılamayacağını,
bunların Türkiye’nin geleceği için önemli şeyler olduğunu
ve bu düzenlemelerin ancak Mecliste çalışılarak yani hep
birlikte bir yasa çalışması hâlinde yapılabileceğini
defalarca söyledik ama arkadaşlar, KHK’leri ve OHAL’i kalıcı bir
rejim hâline getirdiniz ve taşeron olsun, başka şeyler olsun,
her türlü düzenlemeyi artık gerçekten bir fırsata çevirerek KHK’yle
yapıyorsunuz. Bütçe görüşmeleri başlamadan önce hep birlikte
toplantı yaptık ve o toplantıda bu taşeron
yasasının, örneğin yarın gündeme gelebileceği söz
konusu olmuştu ve orada dedim ki: Bu tasarı gündeme gelecekse
eğer lütfen bunu bize önceden iletin, önerilerimizi iletebilelim çünkü
gerçekten önemli bir şey.
Taşeron
sistemine biz bütünüyle karşıyız aslında, böyle bir sistemi
kabul etmiyoruz, herkesin kalıcı kadroyla
çalışmasını düşünüyoruz, bu şekilde olması
gerektiğini ifade ediyoruz ama madem böyle bir şey yapıyorsunuz,
bari o zaman kaçırmayın bunu kimseden, getirin, biz önerilerimizi
iletelim, insanların taleplerini iletelim, buna göre bir düzenleme
yapılsın dedik. Ha, tabii “Daha taslak hazır değil.” dendi
bize. E, ne oldu şimdi? Meclis tatile giriyor, ondan sonra KHK’yle
çıkarıyoruz. O zaman diğer partileri kapatın
arkadaşlar, gerçekten. Her şeyi kendiniz yapacaksanız bize
ihtiyaç yok bu Mecliste. Ya bunu hep beraber yapacağız, ya
insanların sorunlarını, önerilerini dile getirerek, temsil
ettiğimiz insanları gerçekten temsil ederek yapacağız ya da
o zaman deyin ki: “Bu ülkenin tek temsili biziz; tek parti rejimidir, biz
temsil ediyoruz. Sizlerin düşüncelerine gerek yok. Biz KHK’yle her
şeyi hallederiz zaten; Meclis kapalıyken de hallederiz, açıkken
de hallederiz; oradan söylerler, hallederiz; buradan söylerler, hallederiz.” Şimdi,
en azından kendi siyasi etiğimize, konuşmalarımıza
sadık kalarak davranmamız lazım ama yeni yıl öncesi falan,
hani, bir güzellik, bir parmak bal, bunu yapmak istiyorsanız gerçekten
bizim günlerce ama günlerce yazıştığımız
sağlıkçılar var. 1.295 sağlıkçı neden
beklediklerini bilmeden bekliyorlar ve her gün, her gün bu sorunu iletiyorlar,
sizlere de iletiyorlardır eminim. Mesela onların atamasını
yapabilirsiniz.
Saygılar
sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Efendim, söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan
Vekili Manisa Milletvekili Sayın Özgür Özel’de.
Buyurun
Sayın Özel. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
üç dakikadır.
CHP
GRUBU ADINA ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Adalet
ve Kalkınma Partisi, grup önerisi hakkında söz alıp
muradını anlatmadı. Bunu yapmasını beklerdik.
Muhalefet partilerinin de bu konuda konuşmadan sessiz bir anlaşmayla
ara verme… Yani on beş günlük bir tatile Meclisi sokmayı arzu
ediyorlar. Bir kez, ülkede sorunlarına çözüm bekleyen toplumun tüm
kesimleri dururken ve yeni yıl yaklaşırken atanamayan
öğretmeninden uzman çavuşlarına, emeklilerden emekçilere kadar
bu kadar sorun varken Meclisin böyle uzun bir tatile girmesini hiçbir zaman
doğru bulmadık. Ama bu sefer özel bir durumla da karşı
karşıyayız. Özel durum şu: Yaklaşık 1 milyon
kişiyi doğrudan etkileyen, aileleriyle toplumun 4-5 milyon
kişisini etkileyen, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından 7 Haziran ve 1
Kasım seçim bildirgelerinde ortaya konduktan sonra büyük bir toplumsal
beklentiye dönüşen taşerona kadro meselesi var. Bu konuda bir önceki
Başbakanın verdiği açık söz var, bugüne kadar tutulmayan
bir devlet sözü var ve 31 Aralık-1 Ocak gecesine kadar bu konuya çözüm
getirileceğine dair bir beklenti var. Burada, CHP olarak Taşeron
İşçilik Çalıştayı’nda yapılmayanı
yaptık ve tüm sendikaları, DİSK’i, TÜRK-İŞ’i ve
HAK-İŞ’i, üç konfederasyonu bu konuda bir araya getirdik. Üçü, ortak
taleplerin altına ıslak imza attılar. Taşeron
işçilerin temsilcileri geldi, gitti ve biz kamuoyuna ve iktidara şunu
söyledik: Bu üç konfederasyonun taleplerinin, taşeron işçilerin
temsilcilerinin taleplerinin karşılandığı bir
düzenlemeyi yukarıda, Plan ve Bütçe Komisyonunda birkaç saat içinde
geçirmeye, ardından Genel Kurulda bir saati bulmayacak bir sürede
hızla yasalaştırmaya biz varız. Alınan sözlerden
görülüyor ki bütün muhalefet partileri var ama iktidar partisi diyor ki: “Siz
evinize gidin, siz memleketinize dönün; biz, Meclisin 23 Nisan 1920’de
kazanılmış halk adına yasa yapma yetkisini, OHAL ilanıyla
elinden alıp kullandığımız Meclisin yetkisini
kullanarak bunu OHAL KHK’siyle yapacağız. OHAL KHK’si terörle
mücadele için Meclisten alınmış bir yetkidir, taşeron
işçilerinin umutlarını yok etmek üzere kesinlikle
kullanılamaz. (CHP sıralarından alkışlar)
Eğer
beklentiyi karşılayacaksınız hodri meydan. Muhalefet diyor
ki: “Gelin yapalım.” Ama 1 milyon kişi beklerken sadece 230 bin
kişiyi tatmin edeceksiniz. İşin önemlisi, KHK’yle
çıkardığınız için hukuk yolunu kapayacak ve
Anayasa’nın eşitlik ilkesine göre yapılacak
başvuruların önüne geçecekseniz, bu, taşeron işçilere
yapılmış büyük bir haksızlık olur, buna direnmeye
devam edeceğiz.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Özel.
Efendim,
grup önerisi olduğu için iki kişinin söz talebi var birer dakikalık.
Sayın Yeşil, Sayın Balbay; ikinize oturduğunuz yerden birer
dakika söz vereceğiz.
Buyurunuz
Sayın Yeşil.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Ankara Milletvekili Nihat Yeşil’in,
taşeron işçilerin haklarıyla ilgili düzenlemenin mutlaka
Meclisten geçirilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması
NİHAT
YEŞİL (Ankara) – Sayın Başkanım, çok teşekkür
ediyorum.
Benim
taşeron işçilerle ilgili bir söz talebim olmuştu. Özellikle
sayın grup başkan vekilimiz zaten dile getirdi. Bizim tüm gruplardan
ricamız şu: Bu taşeron işçilerinin haklarının
mutlaka Meclisten geçirilmesini talep ediyoruz.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Balbay…
2.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali
Balbay’ın, Dikili’de özel bir yurtta 7 erkek öğrencinin cinsel istismara
uğraması olayına ve Meclisin bu olayın üzerine gitmesini
dilediğine ilişkin açıklaması
MUSTAFA
ALİ BALBAY (İzmir) – Sayın Başkan, çok teşekkür
ediyorum.
Şimdi,
Sayın Başkan, dün Dikili’de çok sıcak bir olay meydana geldi;
eminim bu Meclis çatısı altında herkesin, 81 milyonun “Olamaz.”
diyeceği bir olay. Özel bir yurtta 7 erkek öğrencinin cinsel
istismara uğraması sonucu, dün akşam saatlerinde Ömer F. G.
isimli kişi tutuklandı. Kınıyorum, esefle kınıyorum.
Bütün Dikili bu şekilde söylüyor, bu yurdun “Süleymancılar” diye
adlandırılan bir tarikata ait olduğunu bütün Dikili söylüyor.
Aladağ’da da aynı tablo ortaya çıktı, Karaman’da da
aynı tablo ortaya çıktı. Millî Eğitim Bakanlığı
çocuklarımıza yurt yapamayacak kadar âciz midir? Bunca inşaat
alanında eğitimde bunca binalar yapıyoruz deniyor ama
çocuklarımız ne yazık ki şu anda karanlık
kişilere teslim edilmiş durumda. Dikili’deki bu olayı
şiddetle kınıyorum. Meclisin bu olayın üzerine gitmesini
istiyorum, diliyorum. Aladağ son demiştik, Karaman’a son demiştik,
ondan önce Konya’ya son demiştik...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
IV.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun, 22
Aralık 2017 Cuma günkü birleşiminde gündemin “Özel Gündemde Yer
Alacak İşler” kısmında bulunan işlerin
görüşmelerinin tamamlanamaması hâlinde haftalık
çalışma günlerinin dışında 23 Aralık 2017
Cumartesi günü saat 14.00’te toplanmasına ve “Özel Gündemde Yer Alacak
İşler” kısmında bulunan işlerin görüşmelerinin
tamamlanması hâlinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışmalarına 26 Aralık 2017 Salı (dâhil) gününden 4
Ocak 2018 Perşembe (dâhil) gününe kadar ara verilmesine ilişkin
önerisi (Devam)
BAŞKAN
- Efendim, öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. (CHP ve HDP sıralarından
gürültüler)
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Muhalefet daha çok!
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) - Sayı yok ya!
BAŞKAN
– Çoğunluk var efendim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayı yok!
BAŞKAN
– Özgür Bey, çoğunluk var. Siz toplu olduğu için öyle görüyorsunuz,
dağınıklığı görmüyorsunuz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın efendim!
BAŞKAN
– Toplu olduğu için öyle görüyorsunuz, ben buradan görüyorum efendim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Ahrazoğlu’na sordunuz mu? Sayın
Başkan, kâtip üyelerinize sordunuz mu?
BAŞKAN
– Özgür Bey, iktidar fazla efendim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Efendim kâtip üyelerinize...
BAŞKAN-
Siz toplu oturduğunuz için öyle görüyorsunuz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Ya, bakın, bu kadar adam giriyor, şuraya bakın
ya!
BAŞKAN
– Görüyoruz, evet.
Buyurun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Kâtip üyelerinize sordunuz mu? Ahrazoğlu var diyor mu? “Bu
taraf çok” mu diyor?
BAŞKAN
– Saydıralım, bir dakika.
GARO
PAYLAN (İstanbul) – Kapıları kapatın!
ÜNAL
DEMİRTAŞ (Zonguldak) – Sayın Başkan, 7 kişi girdi!
BAŞKAN
– Sayalım, emin olunuz.
Buyurun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın, 7 kişi girdi ilave, 7 kişi!
BAŞKAN
- Kabul edenler... Evet, sayar mısınız?
Ayağa
kalkın da sayın.
Burayı
da sayın.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Elektronik oylamayla yapın efendim.
ÜNAL
DEMİRTAŞ (Zonguldak) – Sayın Başkan, 7 kişi girdi!
BAŞKAN
– Gelebilir efendim, Allah Allah.
MEHMET
GÖKER (Burdur) - 7 kişi sonradan girdi!
BARIŞ
YARKADAŞ (İstanbul) – 7 kişi sonradan girdi Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Gelebilir beyefendi.
MEHMET
GÖKER (Burdur) - 8 kişi dışarıda, sonradan!
BAŞKAN
– Sizin gibi onların da oy verme hakkı var.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – 9!
MEHMET
GÖKER (Burdur) – Oylama sırasında burada yok, kabul edemezler!
BAŞKAN
– Var efendim. Öyle şey mi olur!
MEHMET
GÖKER (Burdur) – 12!
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Kaç kişi var?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın efendim!
MEHMET
GÖKER (Burdur) – Oylama sırasında 12 kişi yok efendim!
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın bu tarafı!
ÖMER
FETHİ GÜRER (Niğde) – Taşeronların hakkı yok
edilmesin!
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Karşı tarafa sayıyı söyleyelim,
bizim sayımızı onlara.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın bu tarafı!
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Evdeki vekilleri de sayın o zaman!
BAŞKAN
– Evet, kabul etmeyenler lütfen işaret buyursun. Sayar
mısınız.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Kaç kişi var efendim? Önce tespit ederseniz…
CAHİT
ÖZKAN (Denizli) – İki elini kaldırıyor!
ÖMER
FETHİ GÜRER (Niğde) – Elleri hep taşeron için
kaldırıyoruz.
ÜNAL
DEMİRTAŞ (Zonguldak) – MHP Grubu!
KADİM
DURMAZ (Tokat) – Erhan Usta, sözlerinin arkasında dur!
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Saydık ve az çıktı.
ÜNAL
DEMİRTAŞ (Zonguldak) – Sonra girenlere ne oldu?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sonradan girenler düşülecek. 12 kişi sonradan girdi.
İşari oylamada bakanlar vekâleten oy kullanamaz, işaridir.
ÖMER
FETHİ GÜRER (Niğde) – Kanun hükmünde kararnameyle değil,
taşeron yasası Meclise gelsin.
BAŞKAN
– Sayın Müslüm Bey, bakanlıktan kalma bir
alışkanlığınız var herhâlde… Oldu şimdi, tek
kaldırın.
Eğer
oturursanız daha rahat sayar arkadaşlarım.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Oturalım mı?
BAŞKAN
– Lütfen… Yerinize oturursanız daha sıhhatli olur.
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Ben saydım Başkan, bir
sıkıntı yok, sayıları az.
ÖMER
FETHİ GÜRER (Niğde) - Meclis kapanmasın Başkan.
Taşeron yasası Meclise gelsin. Kanun hükmünde kararnameyle
çıkmasın taşeronların olayı. Salı günü Meclise
gelsin, iki günde çıkar.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Kabul eden kaç kişi?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – 11 fark var, 11.
BAŞKAN
– Efendim, “62-64” kabul etmeyen, “82-81” kabul eden.
Kabul
edilmiştir. Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – E, karar yeter sayısı yok! 84 olur mu! Karar
yeter sayısı yok Başkan.
BAŞKAN
– Oylama tamamlandı ve gündeme geçiyorum.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, kanunun amir hükmü ihlal
edilemez. Her hâlükârda karar yeter sayısıyla Başkan karar
almalı diyor.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, toplantı yeter
sayısının olmadığını kendi ifadenizle
tutanağa geçirdiniz.
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – İstediniz mi karar yeter
sayısı?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Karar yeter sayısı istedik.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Yok karar yeter sayısı!
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, toplantı yeter
sayısının olmadığını kendi
beyanınızla tutanağa geçirdiniz. Mecliste 184 kişi yoksa
toplantı yapılamaz. Karar yeter sayısı 139’dur, o
aranmamış olabilir.
İki:
Toplantı yeter sayısı 184’ün olmadığını
kendi beyanınızla tutanağa geçirdiniz.
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sadece açılışta
ararsın 184’ü, açılışta! Grup başkan vekilisin,
açılışta ararsın onu.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Ara vermeli ve yenilemek durumundasınız.
İLKNUR
İNCEÖZ (Aksaray) – Karar yeter sayısını vaktinde
isteyecektiniz.
BAŞKAN
– Bir dakika…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Özgür Bey, Sayın Grup Başkan Vekili; ben toplantıyı
açtığımda toplantı yeter sayısı vardı, bunu
ilan ettim.
ÖMER
FETHİ GÜRER (Niğde) – Yoktu, yoktu.
BAŞKAN
– Size göre yok, bana göre var.
Size
gelelim: Burada karar yeter sayısı var, görüyorsunuz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Nasıl var efendim?
BAŞKAN
– Var ve sizin isteğiniz üzerine ben iki kâtibimize ayrı ayrı
saydırdım.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Toplantı yeter sayısı yok efendim.
BAŞKAN
– Aralarında 2 ya da 1 fark var ve aralarındaki fark da, kabul edenler
ile kabul etmeyenler arasındaki fark da 20 küsur. Dolayısıyla
öneri kabul edilmiştir.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Görüşmelere devam edeceğiz…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, bu tutumu sürdüremezsiniz, bu konuda
usul tartışması açmak istiyorum çünkü
yaptığınız iş usule aykırı. Mecliste 184
kişinin olduğunu müşahede edebilirsiniz, onu tartışmadık
ama bir oylama yapılıyor, iki taraf baksa ve “Bu taraf
çoğunluk.” diye tutanağa geçse o konuda da bir şey dediğim
yok. Kendi beyanınızla, Meclis salonundaki sayının
toplantı yeter sayısının altında olduğunu beyan
ettiniz…
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Toplantı yeter
sayısını işin başında ararsın, hâlâ
öğrenmemişsin.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – …ve yapmış olduğunuz bütün iş ve
işlemleri sakatladınız. Bu yüzden, bu tutumunuzu
sürdüremezsiniz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – 367’de
yaptığınızı yapmaya çalışıyorsunuz. Yok
böyle bir şey.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sürdürürseniz tutumunuz hakkında usul
tartışması açıyorum.
BAŞKAN
– “Usul tartışması” diyorsunuz da ben size bu 146’ncı
maddeyi hatırlatmak istiyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Tabii, buyurun.
BAŞKAN
– Lütfen, buyurun.
“Karar
yeter sayısı
Oya
konulan bütün hususlar Anayasada, kanunlarda veya İçtüzükte ayrıca
hüküm yoksa, toplantıya katılan milletvekillerinin salt
çoğunluğuyla kararlaştırılır. Salt çoğunluk
belli bir sayının yarısından az olmayan çoğunluktur.
İşaretle
oylamada olumlu oylar, olumsuz oylardan fazlaysa, oya konan husus kabul
edilmiş; aksi halde, reddedilmiş olur. Genel Kurulda bulunup da oya
katılmayanlar yeter sayıya dahil edilirler.”
Toplantı
yeter sayısı var, karar yeter sayısı var, öneri kabul
edilmiştir. Herhangi bir usul hatası yoktur, tutumum hakkında da
herhangi bir yanlışlık görmüyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
- Ben müzakereye devam ediyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, siz benim beyanımı hiç
dinlememişsiniz ya da arkadaşlar dinlemediler, doğru olmayan bir
bilgi notu ilettiler.
Birincisi:
“Karar yeter sayısı yoktur.” diye bir itirazım yok,
“Toplantı yeter sayısı yoktur.” diye bir itirazım var, o da
şundan: Toplantı yeter sayısı 184’tür, başta
müşahede ettiniz, var olduğunu söylediniz, biz itiraz etmedik,
aslında açık olarak da yoktu.
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – İtiraz etseydin.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Ardından, hemen bir işlem tesis ettiniz.
İşlem tesisinde karar yeter sayısı aransa, karar yeter
sayısı vardır, yoktur tartışması yaparız,
öyle bir şey aranmadı ancak siz, işari bir oylamada her iki
kâtip üyenin sayılarını tutanağa geçirmek suretiyle salonda
184 kişi bulunmadan bir işlem yaptığınızı
tutanağa bağladınız. Yapılan oylama Anayasa
açısından sakatlandı. Bu durum, oylamanın yenilenmesi
dışında bir şekilde düzeltilemez. Aksi takdirde, Meclise
ara verme kararı da aldığınız için, ara verme
sırasındaki harcamalar ile Meclisin normal çalışma düzeni
arasındaki farkların tamamı… Sizin ve bu karara etki eden herkes
tarafından devleti zarara uğratmaktan başlayarak, alınan
ara vermenin Anayasa’ya aykırı olmasından, komisyon sürelerinin
işleyip işlememesine, komisyonlara evrak havale edilip edilmemesine
kadar Anayasa’ya aykırı birçok sonuç doğurur. Bunun için,
yapmanız gereken, dilerseniz ara verin, bu meseleyi, bu cenazeyi
nasıl kaldıracağız, oturup tartışalım. Ara
vermeyip siz burada devam ederseniz bu işlemin usule uygun
olmadığını söylüyorum. Usul tartışması
açmada riyaset makamının takdir yetkisi yoktur ve usul
tartışmasını açıp grupların görüşünü,
gerekiyorsa Genel Kurulun görüşünü de alabilirsiniz. Ama bunu
yapmaksızın devam ettiğinizde Anayasa’ya ve İç Tüzük’e
aykırı hareket edersiniz, istirham ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Evet, Özgür Bey, buyurun, siz
meramınızı ifade ettiniz.
Bakınız, bir de 57’nci maddeyi okuyayım.
“Yoklama: Başkan birleşimi açarken tereddüde düşerse yoklama
yapar.” Açtım, toplantı yeter sayısı var dedim, mesele
tamamlandı. “Görüşmeye tabi tezkerelerin oylanması ile
kanunların maddelerine geçilmesi ve tümünün oylanması esnasında,
işaretle oylamaya geçilirken en az yirmi milletvekili ayağa kalkmak
veya önerge vermek suretiyle yoklama yapılmasını isteyebilir.”
Böyle bir durum yok ama sonunda siz mübayenet var dediniz. Çoğunluk, toplu
olarak oturduğunuz için siz daha çok fazla gördünüz. Biz buradan
görüyoruz, çoğunluğun olduğunu görüyoruz ve
yaptığımız sayımla da her iki kâtip
arkadaşımın yaptığı sayımla da bunu gördük,
tespit ettik. Siz belki toplu oturduğunuz için kalabalık
olduğunuzu zannediyorsunuz ama ben görüyorum.
Gelelim Anayasa’ya: Ne Anayasa’ya aykırı bir
tutumum var ne İç Tüzük’e ne de kanuna; hiçbir şekilde
aykırılık yoktur. O dediğiniz gibi öyle olur, ondan sonra
Anayasa çizgisini aşmış oluruz, çiğnemiş oluruz; böyle
bir şeyler mevzubahis değil, endişe etmeyin; Anayasa’yı da
iyi biliyoruz, İç Tüzük’ü de iyi biliyoruz, endişeye mahal yok. Ben
müzakerelere devam edeceğim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, usul tartışması talebi
var, daha önce yaşanmayan bir durum var.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – İlk oylamada yoklama
istersin Sayın Özgür Özel.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Usul tartışması sizin takdirinizde
değil ki.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Atladın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Yahu değil.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – İlk oylamaya kadar
bekleyeceksin Sayın Özel.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hayır.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Yoklama istemedin,
yanlış yaptın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Ya yoklama isteyemezdim.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – İstemedin,
yanlış yaptın, neyine itiraz ediyorsun?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Yoklama istemek konusunda Başkanın
yapacağı bir toplantı bekleniyor, bilmeden konuşuyorsun.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sen de bilmiyorsun.
BAŞKAN – Özgür Bey, bakınız, belki sizin bilginiz
dâhilinde değil çünkü imza atan Değerli Başkan Vekilimiz Mehmet
Akif Hamzaçebi Bey, burada Başkanlık Divanının
toplantı tutanağı var ve hangi esaslar üzerinden idare
edilecektir Meclis, o hususta bir ortak karar var. Burada 11 tane madde var;
hangi durumlarda ne yapacağız, ortak karar alınmış.
İmzalar: Bendeniz, Ayşe Nur Bahçekapılı, Ahmet Aydın,
Mehmet Akif Hamzaçebi Bey ve Pervin Buldan Hanımefendi. Bu karar Meclis
Başkanı ve Başkan Vekillerinin İç Tüzük’e de uygun olarak
aldığı karardır.
Okuyorum:
“Başkanlıkça
karşılanmayacak usul tartışmaları talepleri
İç
Tüzükçe açıkça düzenlenmiş veya teamülü yerleşmiş hususlar
ile gündem dışına çıkılmasını konu edinen
veya Başkanın tutumuna ilişkin olmayan usul tartışmaları
talepleri Başkanlıkça karşılanmayacaktır.”
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Konuyla ilgilisi yok ki bunun efendim.
BAŞKAN
– Niye? Benim tutumuma karşı siz bir usul tartışması
istiyorsunuz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, usul tartışması
riyaset makamının yetkisinde değildir ama orada bahsedilen
şu: Defalarca yapılmış bir usul
tartışmasını sürdürmemek adına olabilir.
BAŞKAN
– Ben usul tartışmasından kaçınmıyorum,
yanlış anlamayın.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, ilk kez bir Başkan, oylama
işari oylama olmasına rağmen sayıları tutanağa
geçirmek suretiyle sayıların toplamının 184’ün altında
olduğunu tutanak altına aldı. İç Tüzük ne yazarsa
yazsın -ki yazanlar da beni destekliyor- Anayasa’ya aykırı
olamaz. Anayasa “184 kişi olmadan bu Meclis çalışmaz.” diyor.
Anayasa’ya aykırı işlem yapılır mı? (AK
PARTİ sıralarından gürültüler) Sayın Başkanım,
bakın, İç Tüzük de beni destekliyor. İç Tüzük’e dayanarak
aldığınız karar da aslında beni destekliyor ama velev
ki ikisi de zatıalinizin görüşünü destekliyor olsa siz tutanağa
salondaki kişi sayısını 140-150 olarak geçirdiğiniz
için -Anayasa’nın toplantı yeter sayısı maddesinin, 184’ün
altında bir şeyi yazdınız tutanağa- bu durum doğrudan
Anayasa’ya aykırı. Yaptığınız işlem anayasal
olarak sakat. Bu işi çözmenin yolu da bu değil.
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Başkan, çekimserleri
saymadınız. El kaldırmayanları saydı mı?
BAŞKAN
– Şimdi, Özgür Bey, bakınız, bakınız,
bakınız; ileride bu tutanaklar ışık tutacaktır ve
tatbikat, gelenek nedir diye araştırılacaktır. Siz ne
diyorsunuz? “İkisinin toplamı, ‘Kabul edenler… Etmeyenler…’in
toplamı 184’ün altındadır.”
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – 184’ün oldukça altında.
BAŞKAN
– Olabilir, mühim olan 139’u geçmesidir, geçmiştir, mesele yoktur.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hayır, hayır.
BAŞKAN
– Bu, bir toplantı sayısı değildir, o toplantıyı
açtık, toplantıya girdik. Dolayısıyla, orada
yanlışınız var, onu ben ikaz edeyim size.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, son olarak…
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Başkanım, çekimser
kalanlar var, onlar da kaldırmadı.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Onları da saydıracak o zaman.
ÖMER
FETHİ GÜRER (Niğde) – Toplantı yeter sayısı da yoktu,
toplantı yeter sayısı da yoktu.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, Anayasa’nın 96’ncı
maddesi, açıkça “Ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde
üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz.”
dediği gibi toplantı yeter sayısı için de “En az üçte
biriyle toplanır.” demektedir.
BAŞKAN
– Toplantı başlangıcı o beyefendi.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz.
BAŞKAN
– Bir dakika…
Özgür
Bey, o toplantı yeter sayısıdır, “Toplantı yeter
sayısı vardır.” dedim, toplantı açıldı ve bitti.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Ara ver, ara ver, arkaya gidin.
BAŞKAN
– Gelelim ikinciye: Karar yeter sayısı 139’dur, onun üstünde bir
rakam olduğunu hepiniz duydunuz, o da etti iki.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, arkada konuşun. Meclisi
meşgul etmeyin bu konularda, arkaya…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hayır, o da değil, onda da…
BAŞKAN
– Siz biraz daha tetkik buyurun. Özgür Bey, biraz daha tetkik buyurun lütfen,
ifade ettiğiniz gibi değil, ne İç Tüzük öyle ne Anayasa öyle.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hayır Başkanım.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Mustafa Bey.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Grup önerisi hakkında konuşmama izin
verir misiniz.
BAŞKAN
– Bitti. Grup önerisi kabul edildi, bitti.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Tamam Sayın Başkanım.
Mademki
muhalefet partili arkadaşlar…
BAŞKAN
– İsterseniz, Mustafa Bey, yerinizden söz vereyim size.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, Anayasa 96, 139 olmak
zorunda… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
ADNAN
BOYNUKARA (Adıyaman) – Otur yerine, otur yerine!
BAŞKAN
– Beyefendi, Grup Başkan Vekiliniz konuştular, Mahmut Bey size söz
vermedim, oturun lütfen.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Ama uyarıyoruz, doğru bilgiyi veriyoruz.
BAŞKAN
– Mustafa Bey, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
4 siyasi parti grup başkan vekili istiyorsa Danışma Kurulu
yaparak grup önerilerindeki tatil kararını ortadan
kaldırabileceklerine ilişkin açıklaması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, anlaşılan
o ki şu anda bir işlem gerçekleştirilmiştir. Sayın
Başkan, Meclis Başkanlığı olarak bir işlemi
gerçekleştirdiniz. İki muhalefet partili arkadaşımız
diyor ki: “Türkiye Büyük Millet Meclisini tatil etmeyelim.” Eyvallah, biz de
buna tamam diyoruz. 4 siyasi parti grup başkan vekilleri Danışma
Kurulu yapalım, bizim buradaki son cümleyi çıkaralım.
GARO
PAYLAN (İstanbul) – Tamam.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Tamam.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Diyelim ki “Gündemin ‘Özel Gündemde Yer Alan
İşler’ tamamlanana kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugün
çalışmasına devam etmesi…”
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Tehdit mi ediyorsunuz?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – “…eğer bitmezse yarın devam etmesi, o da
bitmezse salı günü devam etmesi…” diyelim…
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Bize kış lastiği muamelesi
yapmayın.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – …grup başkan vekilleri Danışma
Kurulu yapalım, tatil kararını ortadan kaldıralım.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Tamam olur, olur.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Yani bu kadar nefes tüketmeye gerek yok,
imzalayalım hemen. Hemen imzalayalım, bitirelim işi.
Olay
tekemmül etmiştir Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Özgür Bey, uygun görüyor musunuz? Filiz Hanım, hanımefendi uygun
görüyor musunuz?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, bize de bir zahmet mikrofonu
açıverin; ben bir saattir öldüm, iktidarın konforuna bakın.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?
Efendim, izin verirseniz bitireyim.
BAŞKAN
– Evet.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, olay tekemmül
etmiştir. Siz kararınızı verdiniz “Karar yeter
sayısı vardır, grup önerisi geçmiştir.” dediniz. Ama ben
diyorum ki: Bundan sonra bu işi tekemmül ettirebilmek için
Danışma Kurulu yapmamız gerekir. Danışma Kurulunu da
yapmak için dört siyasi parti imzalayacağız, bizim buradaki son
cümleyi çıkarttık mı, bitti.
BAŞKAN
– Ne diyorsunuz sayın grup başkan vekilleri?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, yerimizden söz istiyoruz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Yani, bizim itirazımız yok
arkadaşların çalışma istemine.
BAŞKAN
– Bir dakika… Özgür Bey…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Çok yoruldum, ben de iktidar konforu kullanmak istiyorum.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – İktidarın değil herkesin konforu
Özgür Bey. Senin de önünde mikrofon var.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Müsaade ederseniz ben de mikrofondan konuşmak istiyorum.
BAŞKAN
– Hayhay, lütfen buyurun.
4.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, iktidar
partisinin yaptığı öneriyi değerlendirebileceklerine ve ara
verme kararının Anayasa’ya aykırı olduğuna
ilişkin açıklaması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, iktidar partisinin
yaptığı öneri ayrı bir öneri; onu hemen
değerlendiririz. Elbette, ara vermesin Meclis ama…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sen istemiyor musun?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – İstiyorum, hemen istiyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Tamam, yapalım onu.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Ama, biraz önce…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Neyi tartışıyoruz?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Tamam.
Bu
yapılan işlemin geçersiz kılınması ayrı bir
şey; o, anayasal tartışma. O zaman şöyle yapın
efendim: Kâtip üyeler arasındaki uyumsuzluk veya farklı görüşten
dolayı yeniden oylamayı yapmaya karar verin, onlar da önergeyi yoklama
öncesi çeksinler. Ama Anayasa’ya aykırı bir işlemi
grupların yeni bir mutabakatıyla ortadan kaldıramayız.
Anayasa’ya aykırı bir karar alıyorsunuz; bu, yol olur.
MUHAMMET
EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Alakası yok,
alakası yok.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Siz oylamayı yeniden yapacağınızı
ifade edin, o da önergesini çeksin oylamadan önce. Yenisini de getirsinler
yapalım ama asla tatili kabul etmeyiz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – O zaman Anayasa Mahkemesine gideceksin.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Ben tatil kararının Anayasa’ya aykırı
olduğunu iddia ediyorum.
BAŞKAN
– Efendim, tekrar edeyim…
Affedersiniz,
hanımefendi, Halkların Demokratik Partisi olarak siz bir ara verip
içeride bir toplantı yapmayı uygun görüyorsanız ara vereyim.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ara verebiliriz.
BAŞKAN
– Ara veriyorum.
Siz
ne diyorsunuz?
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Olabilir.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Ara verelim.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan,
yalnız ben bir şey daha ifade edeceğim.
BAŞKAN
– Peki.
Özgür
Bey, yalnız şunu söylüyorum, bakınız şunu söylüyorum…
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan…
Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Özgür Bey, bir hukukçu olarak bu İç Tüzük’ü A’dan Z’ye, avucundaki bir
şey gibi bilen kişi olarak söylüyorum: Ne Anayasa’ya
aykırılık var ne İç Tüzük’e aykırılık var,
kesinlikle yok, hayır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Onu müzakere
etmiyorum ama siz 4 grup bir anlaşmaya varıyorsanız ve bu
noktada da tatil meselesinde bir fikir ortaya koyacaksanız ben sizi içeriye
davet ediyorum.
On
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.41
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.17
BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN
KÂTİP ÜYELER : Mücahit
DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Mehmet Necmettin AHRAZOĞLU (Hatay)
----0-----
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45’inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Verdiğimiz
arada grup başkan vekillerinin müzakeresinin bir neticeye
ulaşması noktasında herhâlde temasları sürecektir. Biz
çalışmalarımıza devam edeceğiz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, pek kısa bir söz istiyorum.
BAŞKAN
– Özgür Bey…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – İç Tüzük 60’a göre söz istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Buyurun efendim.
5.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, yapılan
işlemin Anayasa’ya aykırılığıyla ilgili
iddialarını sürdürdüklerine ancak ara verme kararını
ortadan kaldırıp çalışma kararı alacak yeni bir
öneriyi kabul edeceklerine ilişkin açıklaması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, ara vermeye nasıl
gittiğimizi biliyoruz. Tabii, siz bir açıklama yaptınız ama
grupların da durumlarını netleştirmesi lazım,
televizyon başından bizleri izleyenler “Neler diyerek araya gittiler,
geldiler devam ediyorlar.” demesin.
Sayın
Elitaş yerinden özetlediğine uygun olarak içeride, verilen ara verme
kararını ortadan kaldırıp çalışma kararı
alacak bir grup önerisi önerdi; biz de buradan dediğimiz gibi, bir önceki
işlemin Anayasa’ya aykırılığıyla ilgili
iddiamızı sürdürüyoruz ama bu grup önerisini kabul ederiz ara verme
ortadan kalkıyorsa, yeter ki taşeron düzenlemesini görüşebilecek
bir hafta önümüzde olabilsin diye düşündük ve gittik. Dediğine
yakın bir öneri yazıldı; kendisi imzaladı, biz
imzaladık. Diğer gruplar mutlaka kendi gerekçelerini açıklayacaktır.
Henüz karar verilmediği için işleme alınamıyor. Yoksa araya
giderkenki, makamınıza giderkenki iddialarımızdan ya da
ilan ettiğimiz pozisyonumuzdan farklı bir pozisyonumuz yoktur.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Buna ait bir itiraz yok.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan,
bizim de bir açıklamamız olacak.
BAŞKAN
– Buyurun Filiz Hanım…
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sırrı Bey’in
mikrofonunu açarsanız o konuşacak.
BAŞKAN
– Buyurun Beyefendi.
6.- Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder’in, Halkların Demokratik Partisi olarak ilkesel anlamda Meclisin
çalışmasından yana olduklarına fakat yöntemsizliğe
itiraz ettiklerine ve Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk
Partisinin diğer partileri dikkate almayarak kendi aralarında
mutabakat yapmasını saygısızlık olarak
addettiğine ilişkin açıklaması
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Ankara) – Sayın Başkan, Halkların Demokratik
Partisi olarak, ilkesel anlamda Meclisin etkin, verimli ve yoğun
çalışmasından yanayız, bunu her vesileyle belirttik. Fakat
ortada yaşanan bir yöntemsizlik var; itirazımız bunadır.
Adalet ve Kalkınma Partisi ile CHP, kendi sağladıkları
mutabakatı ya da bu mutabakatın bozulmasını Meclisteki
diğer partilerin otomatikman onaylayacağı ya da reddedeceği
varsayımı üzerinden hareket ediyorlar. Başta, bunu
saygılı bir tutum olarak görmediğimizi belirtmek
durumundayım. İçerideki tartışmalarda, sizin de şahit
olduğunuz üzere, birdenbire imzalar atmalar, “Tamam, kabul
edilmiştir.” falan gibi bir üslupsuzlukla karşı
karşıya kaldık. Biz Halkların Demokratik Partisi olarak
bunu bir saygısızlık addediyoruz ve reddediyoruz; böyle
şeylerin enstrümanı değiliz. Hiç kapının arkasına
da gerek yok; burada bir gündem oluşturulur; çıkarız,
çalışacak mı, niye çalışacak, nasıl
çalışacak, bütün kamuoyunun önünde tartışırız.
Dolayısıyla, ilkesel olarak Meclisin çalışmasından
yanayız, bu taşeron meselesinin kanun hükmünde kararname
oldubittisine getirilmesine şiddetle karşıyız ama böyle
günlük mutabakatlar veya günlük reddiyeler üzerinden bir Meclis çalışması
ciddiyeti oluşturulamayacağını düşünüyoruz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, buyurun Beyefendi.
7.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
Meclisin ara vermesi kararının değiştirilmesi yönünde 4
siyasi parti arasında mutabakat sağlanamadığına göre
daha önce alınan karar çerçevesinde çalışmalara devam
edileceğine ilişkin açıklaması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Biraz
önce sizin de ifade ettiğiniz gibi, İç Tüzük 57’nci madde açık:
“Başkan birleşimi açtıktan sonra tereddüde düşerse yoklama
yapar.” Birleşimi açtınız, Genel Kurula göz gezdirdiniz ve
müşahede ettiniz; “Toplantı yeter sayısı vardır.” diye
ifade ettiniz. Demek ki Türkiye Büyük Millet Meclisinde en az 184
milletvekilinin olduğunu kayıtlarla tescil etmiş oldunuz.
Arkasından yaptığınız oylamada… İç Tüzük’ün
146’ncı maddesinin ikinci fıkrasını okuyorum:
“İşaretle oylamada olumlu oylar, olumsuz oylardan fazlaysa, oya konan
husus kabul edilmiş; aksi halde, reddedilmiş olur. Genel Kurulda bulunup
da oya katılmayanlar yeter sayıya dahil edilirler.” İç Tüzük
146’ncı maddedeki hükmü bu. Açtığınızda, en az 184
milletvekilinin varlığını tespit etmiş oldunuz.
Biraz
önce siyasi parti grupları bizim grup önerimize… Gensoruyu görüşüp
tamamladıktan sonra, gündemimizdeki işleri bitirdikten sonra Türkiye
Büyük Millet Meclisinin bugünden itibaren -4 Ocak günü dâhil olmak üzere- on
gün süreyle ara vermesi kararını da harekete geçirmiş olduk. Ama
Cumhuriyet Halk Partisi ile Halkların Demokratik Partisi milletvekillerinin,
grup başkan vekillerinin itirazları üzerine, tekemmül etmiş bir
kararı ortadan kaldırabilmek için dört siyasi partinin imzasıyla
Danışma Kurulu olması gerektiğini içeride, sizin Başkanlığınızda
konuştuk. Biz, bu konuyla ilgili gerekçeleri de arkadaşlarla
tartıştık ve AK PARTİ Grubu olarak diğer muhalefet
partilerinin, Cumhuriyet Halk Partisi ile HDP’nin istemi doğrultusunda
önümüzdeki hafta da çalışma kararının devam etmesi
konusundaki irademizi beyan ettik. “Dört siyasi parti Danışma Kurulu
önerisine imza attığı takdirde bu kararı
değiştirebiliriz.” dedik. Anlaşılan o ki dört siyasi
partiden de imza atan olmamış.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Ben attım, attım ben. Tövbe tövbe!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - O anlamda, diğer siyasi partilerden imza atan
olmamış. Dört siyasi partide mutabakat
sağlanamadığına göre az önceki
yaptığımız icraatın yani biraz önce bizim
aldığımız, dün aldığımız
Danışma Kurulu kararı çerçevesinde bugün 2018 Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın görüşmeleri, akabinde de Cumhuriyet Halk
Partisinin İçişleri Bakanı hakkında verdiği gensorunun
görüşmelerine kadar çalışmamızın devam etmesi
şeklinde olacaktır.
Durumu
bilgilerinize arz ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, tutanağa geçmesi
açısından bir cümle…
BAŞKAN
– Bir dakika… Sayın Akçay’dan sonra… Oturun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Olur.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Akçay.
8.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Meclisin
aldığı bir kararı kısa bir süre sonra farklı bir
şekle getirmeyi doğru bulmadıklarına ve böyle bir
değişikliğin 2 partinin kendi arasında yapacağı
bir faaliyet olmadığına ilişkin açıklaması
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz
evvel Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisinin görüşmeleri
sırasında Grup Başkan Vekilimiz Sayın Erhan Usta,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun bu konudaki görüşlerini gayet
açık ve sarih olarak ifade ettik. Biz aynı görüşümüzü devam
ettiriyoruz.
Sayın
Başkan, yasama faaliyeti ciddi bir faaliyettir. Yapılan oylamada da
görünen odur ki bu grup önerisi kabul edilmiştir fakat sonradan çıkan
tartışmalarda, işte, Meclisin çalışmalarına ara
verip vermemesi hadisesi vesaire gündeme geldi. Adalet ve Kalkınma Partisi
de yeni bir Danışma Kurulu kararı alınması önerisini
getirdi, Cumhuriyet Halk Partisi de bunu kabul etti. Şimdi, yüce Meclisin
aldığı bir kararı beş dakika sonra farklı bir
şekle getirmeyi bir kere doğru bulmuyoruz, sonra bu iki partinin
kendi arasında oldubitti diyerek yapacağı bir faaliyet de
değildir. Dolayısıyla, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak
buna uymak zorunda da değiliz. O nedenle, biz, yine başta, kürsüde
ifade ettiğimiz görüşü devam ettiriyoruz.
Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Özgür Bey, buyurun.
9.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Meclisin ara
vermesi kararını değiştirecek öneriye imza
attıklarına ve bu imzayı atmakla kimseye nezaketsizlik
yaptıklarını düşünmediklerine ilişkin
açıklaması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, hassas bir şey görüşürken, tabii, kötü niyet aramak için
değil ama Sayın Elitaş’ın dili sürçtü herhâlde. “Biz
önerimizi sunduk, alınan ara verme kararını ortadan kaldırdık
Meclisin çalışması için. Diğer üç parti de imza atarsa
olacaktı, anlaşılan bizden başka imza atan
olmamış.” dedi.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sözünüz üzerine düzelttim zaten.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Ben, sizin huzurunuzda, ara verme kararını ortadan
kaldıran AKP önerisine imza attım. Diğer partiler de kendi
pozisyonlarını açıkça açıkladılar, onunla ilgili bir
şey söylemem doğru değil. Dört imza
tamamlanmadığı için işleme alınamadı, ilerleyen
saatlerde tamamlanırsa siz işleme alacağınızı
ifade ettiniz. Biz ortaya koyduğumuz tutumun arkasındayız.
Bir
de Adalet ve Kalkınma Partisi ile CHP diğer gruplara nezaketsizlik
yapıyor değil, zaten nezaket ortada; dört imza birden olmazsa
işleme alınamıyor. İmza atmakla kimseye nezaketsizlik
yaptığımızı düşünmüyoruz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Evet, bir aksi iddia yok.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Ankara) – Sayın Başkan, küçük bir…
BAŞKAN
– Hayrola Sırrı Bey? Gündeme geçeceğim.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Ankara) – Çok küçük bir…
BAŞKAN
– Peki.
10.- Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in,
Manisa Milletvekili Özgür Özel’in yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ve taşeron konusundaki
düzenlemenin Meclis kapalıyken yapılmasına karşı
olduklarına ilişkin açıklaması
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Özel’in herhâlde bir
sürçülisanı oldu ya da tam anlamadı dediklerimizi. İki partinin
imza atmasını diğer partilere nezaketsizlik olarak vazetmedik,
ağzımızdan böyle bir laf da çıkmadı.
İtirazımız, bu yöntemsizliğedir ve ikisinin
mutabakatını bütün Meclisin mutabakatıymış gibi
varsayan içerideki üslubadır. O yüzden diyoruz ki burada
tartışılsın, kim neyi istiyor, niye istiyor, niye
istemiyor, itirazı nereye, belli olsun.
Tekraren
kayıtlara geçmesi bakımından, KHK oldubittisine, özellikle
taşeron meselesinde bu Meclis kapalıyken yapma
fırsatçılığına temelde karşıyız.
Behemehâl, gündüz, gece, pazar, tatil, ne zaman olursa olsun Halkların
Demokratik Partisinin bütün üyeleri bu tasarının Mecliste
görüşülmesini, olgunlaştırılmasını, katkı
verilmesini, düzeltilmesini çok büyük bir ciddiyetle talep ediyorlar ama onun
dışında -bu Meclis işi ciddiyet ister- bu tür günlük
mutabakatlar ya da günlük çekişmelerin içinde değiliz.
İlkeseldir duruşumuz, Meclisin çalışmasından yanayız.
İtirazımız bu yöntemsizliğedir.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Efendim,
usule uygun işlemleri yaptık, aksi iddialar -ben inceledim tekrar-
varit değil. “Toplantı yeter sayısı vardır.” dedim,
artı hiç kimse karar yeter sayısı demedi. Lehteki reyler
aleyhtekilerden daha fazla olduğu için öneri de kabul edildi.
Ben
müzakerelere devam ediyorum.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
(1/887) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 503) (x)
2.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı (1/861), 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2016
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin, 2016 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun ve 6085 Sayılı
Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 174 Adet Kamu
İdaresine Ait Sayıştay Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/1187), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca
Hazırlanan 2016 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun
ve 2016 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu ile
2016 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/1188) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (S.Sayısı: 504) (x)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, şimdi programa göre 2018 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son görüşmelere
başlıyoruz.
Komisyon?
Yerinde.
Hükûmet?
Yerinde.
Sayın
milletvekilleri, Genel Kurulun 5/12/2017 tarihli 32’nci Birleşiminde
alınan karar gereğince, bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve
Hükûmete birer saat süreyle söz verilmesi -bu süre birden fazla
konuşmacı tarafından kullanılabilecektir- İç Tüzük’ün
86’ncı maddesine göre yapılacak lehte ve aleyhteki kişisel
konuşmaların ise onar dakika olması
kararlaştırılmıştı.
Grupları
ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum: Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkan
Vekili ve İstanbul Milletvekili Sayın Filiz Kerestecioğlu Demir,
Şanlıurfa Milletvekili Sayın İbrahim Ayhan ve İzmir
Milletvekili Sayın Ertuğrul Kürkcü; Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına Grup Başkan Vekili ve Amasya Milletvekili Sayın
Mehmet Naci Bostancı ile Grup Başkan Vekili ve Çanakkale Milletvekili
Sayın Bülent Turan; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Denizli
Milletvekili Sayın Emin Haluk Ayhan ile Konya Milletvekili Sayın
Mustafa Kalaycı; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Bihlun Tamaylıgil, Tekirdağ Milletvekili
Sayın Faik Öztrak ve İzmir Milletvekili Sayın Selin Sayek Böke;
Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı ve Gaziantep
Milletvekili Sayın Mehmet Şimşek ile Başbakan
Yardımcısı Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ;
Bütçenin tümü üzerinde, lehinde Adana Milletvekili Sayın Mehmet Şükrü
Erdinç ve bütçenin tümü üzerinde, aleyhinde Ankara Milletvekili Sayın
Tekin Bingöl konuşacaklardır.
Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına ilk söz, Grup Başkan Vekili ve
İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’e aittir.
Süreniz
otuz dakikadır.
Buyurun
Sayın Kerestecioğlu. (HDP sıralarından alkışlar)
HDP
GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz sene
olduğu gibi, bu sene de bütçe Meclisten halk idaresi hiçe sayılarak
geçiriliyor. Toplumun geniş kesimlerinin katılım sürecinden
dışlandığı, halkın kaynaklarının
sermaye kesimleri, yandaş kurumlar ve güvenliğe aktarıldığı
bu tasarıya “hayır” diyoruz. Toplumsal ihtiyaçlar için bir ekonomi,
halk için bütçe istiyoruz.
Yapım
maliyeti 5 milyar lira olarak tahmin edilen
Cumhurbaşkanlığına bağlı bin odalı
sarayın 2016 yılı harcamasının yaklaşık 1,5
milyon liraya vardığı ortaya çıkınca “İtibarda
tasarruf olmaz.” demişti Sayın Cumhurbaşkanı, öyle
değil mi? Peki itibar nerede arkadaşlar? İtibar, mesela, bu
fotoğrafta mı? Trajik ama kapitalist ülkelerdeki
eşitsizliği olağanlaştıran bu fotoğraf sosyal
medyada “Halk yüzde 11 büyümeyi arıyor.” diyerek
paylaşılıyordu günlerdir. Yoksa, itibar, Meclis
Başkanının, Sayın Meclis Başkanının
odasını gösteren, yeni düzenlemeyi gösteren bu fotoğrafta
mı, bunu da sormak isteriz? Ya da bu bin odalı sarayda mı
itibar? Hangisinde itibar arkadaşlar?
İfade
etmek isterim ki: Zarfa değil mazrufa bak ya da Nasreddin Hoca’nın
hani kürke itibar edilmemesini pek güzel anlatan “Ye kürküm ye.” hikâyelerinden
biz itibar için bu noktalara geldiysek bizlere yazık gerçekten.
İtibar, arkadaşlar, eşitlikte; itibar, adalette; itibar,
vicdanda, akılda, yürekte, başka hiçbir yerde değil. Hiçbir
sosyal devlet ve demokratik rejim kendi yurttaşlarını
işsizliğe ve yoksulluğa terk edemez.
Oysa
Türkiye'de her 8 kişiden 1’i sosyal yardımlara gereksinim duyuyor.
Ekim 2017’de açlık sınırı 1.544 lira, yoksulluk
sınırı ise 5.030 lira. Bırakın yoksulluk
sınırını, binlerce, milyonlarca
asgari ücretli açlık sınırına yakın, milyonlarca
emekli bahsedilen açlık sınırı rakamının
altında maaş alıyor. Başbakan Binali
Yıldırım “Hükûmetimiz yıllardan beri
çalışanımıza asla enflasyonun altında bir ücret vermemiştir."
dedi. Oysa rakamlar böyle söylemiyor arkadaşlar. Veriler 6,5 milyon asgari
ücretlinin enflasyonun altında ezildiğini gösteriyor. Hükûmet bu
yıl için asgari ücrete yüzde 8 zam yaptı ancak kasım ayı
enflasyonu yüzde 12,9. Yıl sonu enflasyon beklentisi ise yüzde 9,8’e
çıktı.
Bakıyoruz yurttaşlarla manşetlere “Yüzde
11’lik büyüme” diyor. “Ekonomimizi bozamadılar. Ülkeye ekonomik kumpas
kurmak isteyenlere tokat." diyor. Böyle muazzam büyüdüysek sıradan
yurttaş neden bu büyümeyi hissedemiyor acaba? Çünkü bu önümüze
koydukları rakam geçen yılın üçüncü çeyreğine göre büyümeyi
gösteriyor. 15 Temmuzdan sonraki dönemde büyüme eksilere düştüğü için
o döneme kıyaslayınca sanki ciddi bir büyüme varmış gibi gözüküyor.
Oysa Türkiye ortalama yüzde 5 civarı büyüyen bir ülke. Eğer darbe
girişimiyle büyüme oranı düşmeseydi ve yüzde 5 olsaydı
yüzde 5’e göre bugün yüzde 1,2 büyümüş olacaktık, yani yüzde 11 falan
değil, yüzde 1 büyüme söz konusu.
Üretmeden büyümeyi yüksek göstermenin başka
yolları da var. Kredi Garanti Fonu’ndan verilen krediler, vergi iadeleri,
ertelenmiş sigorta primleri… Bu yıl Hükûmet işi gücü
bıraktı büyümeyi olduğundan fazla göstermeye
çalıştı.
Peki, ister yüzde 11 olsun ister yüzde 1 olsun,
nasıl büyüyoruz? Emek ve doğa üzerinden. Hem emek hem doğa çok
ciddi şekilde tahrip ediliyor. Nasıl
büyüdük diye soruyoruz. “Efendim, şu kadar inşaat yaptık.”
Emlak, konut ve inşaatlar yatırım değildir arkadaşlar,
tüketimdir. Üretim dediğiniz şey istihdam yaratır, üretim
dediğiniz şey bir değer üretir. Her mahallede,
yıllardır yaşadıkları mahallelerinden edilmiş
insanlar, TOKİ’ler, AVM’ler, plazalar, HES’ler, doğayla tamamen
uyumsuz bir büyüme söz konusu.
Değerli
arkadaşlar, Âşık Veysel vasiyetinde “Ben öldükten sonra üstümde
çiçekler açsın, arılar bal alsın; taş kapatır, çimento
kapatır. Orada biten otlardan koyun yesin, inek yesin, süt olsun.” der.
Hükûmet doğanın büyüyeceği toprak ve su bırakmadı
hiçbir yerde. Türkiye’de en zengin yüzde 1 ile en yoksul yüzde 50 arasındaki
gelir payı makası özellikle 2007 yılından sonra gitgide
arttı. Gini katsayısı diye tüm dünyada kabul gören bir standart
vardır. Bir ülkede zengin ile fakir arasındaki uçurum
arttığında Gini katsayısı da yükselir. İki gün
önce Maliye Bakanı da bahsetti fakat herhâlde kendisi tabloyu ters tutarak
tespit etti Türkiye’nin listedeki yerini. Çünkü Türkiye Gini
sıralamasında gittikçe geriye düşüyor. Bu katsayı 2016’da
0,404 seviyesine çıktı. Son açıklanan veri Türkiye’de son
beş yılın en kötü Gini katsayısının
kaydedildiğini gösterdi.
MALİYE
BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Bir de yılları
karşılaştırın.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – 2018 yılına girerken
yine Hükûmetin gündeminde zamlar var. Yüzde 40 oranında motorlu
taşıtlar vergisi almaya kalktılar. İnsanlar tepki
gösterince de “vatan, millet, güvenlik” demeye başladı Hükûmet. Bugün
yüzde 25’e düşen MTV vergisinin yüzde 18’i Savunma Sanayi Fonu’na
aktarılacak. Savunma ve güvenlikten sorumlu kurumlara 2017’de ayrılan
64 milyardan fazla bütçe 100 milyar liraya çıkarılıyor. 64
milyar neden yetmedi, neden 35 milyar daha artırılmasına gerek
duyuldu? Neden? Geçen yıldan daha fazla çatışma veya daha fazla
savaş mı olacak bu yıl? Bu 35 milyar lira artışla ne
yapılacak? Bakın, 100 milyar demiyorum, geçen yıl ile bu
yıl arasındaki 35 milyar lirayla neler yapılabilir bir
bakalım, lütfen bunu dinleyin arkadaşlar: 31.250 tam teşekküllü
okul yapılabilir. 25 bin öğrenci yurdu yapılabilir. Çocuklar
yoksulluk yüzünden Aladağ’daki gibi denetimsiz, kontrolsüz cemaat yurtlarında
can vermezler. 400 bin ataması yapılmayan öğretmenin
tamamının ataması yapılarak on dokuz ay boyunca
maaşı ödenebilir. Maden işçileri için 16 kişilik, tam
127.272 yaşam odası kurulabilir, Soma, Ermenek, Şirvan’da
işçiler yaşamlarını kaybetmezler. 250 kilometre metro
hattı yapılabilir. Türkiye’de geniş tanımlı 7 milyon
işsizin tamamına beş ay boyunca aylık bin lira
işsizlik maaşı ödenebilir. 7 milyon üniversite öğrencisinin
tamamına bir eğitim-öğretim yılı boyunca aylık
500 lira burs verilebilir. 200 yataklı, tam teşekküllü 625 hastane
yapılabilir. Evet, bütün bunlar sadece savunma bütçesinde 2018
yılında yapılan artışla gerçekleşebilir.
Türkiye’nin
bir savaş bütçesine teslim olmasının gerçek nedeni,
düşmanlarla kuşatılmış olması ve terörizm tehdidi
altında bulunuyor olması değildir arkadaşlar. Bu, AKP
Hükûmetinin izlediği iç siyasetin ve bunun türevi olan dış
siyasetin bir sonucudur. AKP’nin, Arap isyanlarının Orta Doğu’da
yarattığı göreli boşluğu doldurmak hevesiyle siyasi
İslam’ın sözcülüğüne soyunması, komşu ülkelere rejim
ihracı hevesleri bugün hem dış politikada hem iç politikada
karşılaşılan ittifaksızlığın asıl
nedenidir. Bir dönem vesayet rejimi ve derin devleti yok edeceğini iddia
eden Hükûmetin eksen değiştirerek yeniden derin devletin bir
kanadıyla anlaşmasının sonucudur. Türkiye, bir gün
Rusya’yla, diğer gün Katar’la yakınlaşıyor. Bugün bir
bakıyorsunuz İslam İşbirliği Konferansı
toplanıyor, Sudan’ın Darfur’da işlediği soykırım
suçu nedeniyle hakkında uluslararası ceza mahkemesi tarafından
çıkarılmış bir tutuklama kararı bulunan Devlet
Başkanı Ömer El Beşir de bu toplantıya katılıyor.
Ömer El Beşir’in Türkiye’de ne işi var arkadaşlar? Ona itibar
kazandırmak sizlere mi düştü? Hükûmetin savunma ve güvenlik
politikasının ve bunun bütçeye yüklediği aşırı
yüklerin gerisindeki irrasyonel tehdit algısının
kaynağı da bu politik başarısızlıktır. AKP,
bu başarısızlığın yükünü de bütçe üzerinden
halkın sırtına, bütün topluma aktarma yolunu seçti. ABD yargılamaları,
Panama belgeleri, Malta belgeleri ve Man Adası belgeleriyle halk bir kez
daha gördü ki çok çok derin bir rüşvet ve çıkar batağı söz
konusu. Bu kiri örtmenin tek yolu da öfke, hamaset ve savaş.
Bunca
savunma sanayisinin yanında soruyoruz: Kadınlara bütçe var mı,
kreş için bütçe var mı? Yok. Kadınların insanca
işlerde çalışması, istihdam ve eğitim programları
için bütçe var mı? Yok. Sığınaklar için bütçe var mı?
Yok. Bakın, bugün, finansmanı sağlanan 18 hastane, devlet
bütçesiyle yapılsaydı eğer 10,5 milyar dolar olurdu maliyet
fakat ne yapıldı? Bu hastaneler özel şirketlere
yaptırıldı. Devlet halkın bütçesinden onlara kira ödeyecek.
Bunlar için yirmi beş yılda ödenecek kira bedeli 30,2 milyar dolar.
10,5 milyar dolara yapılabilecek hastaneye biz yirmi beş yıl
boyunca 30,2 milyar dolar kira bedeli ödeyeceğiz. Bu halk neden 20 milyar
dolar zarar ettiriliyor? Çünkü AKP’ye yakın inşaat firmaları
kazanacak. 2011 yılında “sağlıkta dönüşüm” adı
altında hastaneler özel firmalara açıldı. Bugün kamu ve
şehir hastaneleri birçok hizmeti taşeron firmalardan alıyor.
Arkadaşlar,
geçen gün bir toplantıdaydım ve Tabipler Odası Başkanı
bir konuya işaret etti, Türkiye’de yılda 11 milyon MR çekimi
yapılıyor. Yerli yersiz, gerekli gereksiz, herkesin,
vatandaşın MR’ı çekiliyor. Neden peki? Çünkü bir çekim kotası
var, bu kota doldurulmak zorunda. Üstelik bunun için SGK MR başı
hastanelere 72 lira ödeme yapıyor ve bu yüzden SGK da sürekli
borçlandırılıyor.
Türkiye’de
artık elle tutulur hiçbir şey üretmediğimiz için
tükettiğimiz her şey ama her şey dolara bağlı.
İnsanların alım gücü düşerken yurttaşa ne
pazarlanıyor? Yerli otomobil. Peki, o otomobil yerli mi? Ne patenti yerli
ne aklı yerli ne ara malzemeleri yerli, hiçbir şeyi yerli olmayan bir
otomobilden bahsediyoruz.
MUSTAFA
ILICALI (Erzurum) – Daha yeni başladık, başlangıç.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Ama işte
başlangıcı bile böyle.
ALİM
TUNÇ (Uşak) – Hayret bir şey ya! Çok inandırıcı
değilsiniz.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Bunu canıgönülden isterdik,
doğayla, ekolojiyle, insanlarla uyumlu bir teknoloji üreten, bilim üreten
bir ülke olalım; bunu canıgönülden isterdik.
Değerli
arkadaşlar, biz, bu ve birçok sorunu tespit ederek, her bir vekilimiz
sabah akşam bütçe üzerine çalışarak Meclise geldik ve
bakanları muhatap alacağız diye düşündük fakat
bakanlarımız sanki Japonya ya da Kanada bütçesini anlattılar;
gerçekten, o kadar methettiler ki her şeyi, biz öyle bir ülkenin bütçesi
anlatılıyor diye düşündük ya da meydanlarda seçim
çalışması yapan muhalefet partisi liderleri gibi
konuştular. Yani sanki on beş yıldır bu ülkeyi yöneten bu
iktidar ve o bakanlar değildi, mağdur olan onlardı, bizlerse
iktidardaydık; böyle bir anlayışla karşı
karşıya kaldık. Oysa günlerce, gerçekten günlerce
tanımadığımız sağlıkçılarla
yazıştık, insanlar ciddi olarak sıkıntı
içerisindeler, atamalarını bekliyorlar, en yüksek notları
aldıkları hâlde güvenlik soruşturmaları bir türlü
tamamlanmıyor.
Değerli
arkadaşlar, bir de yeni bir moda var ülkemizde, birtakım reklamlarla
karşı karşıyayız. “İstanbul’da yeni bir
İstanbul kuruluyor.” deniyor. Hemen ardından, on dakika sonra bir
başka reklam çıkıyor: “Antalya’da yeni bir Antalya kuruluyor.”
Şimdi, gerçekten kim istiyor yeni bir İstanbul’u ya da yeni bir
Antalya’yı arkadaşlar -ben anne tarafımdan İstanbullu, baba
tarafımdan Antalyalı birisiyim- ya da kim istiyor yeni bir Diyarbakır’ı,
Sur’u? Ne oldu bizim portakal bahçeleriyle dolu şehirlerimize,
erguvanlarla dolu şehirlerimize, bağlarla dolu şehirlerimize?
Kim istiyor yeni şehirleri? “İhanet” demekle her şey bitiyor mu?
İstediğimiz şey, o şehirlerin gerçekten kendi kimliklerine
uygun olarak varlık gösterebilmesi, ayakta kalabilmesi.
Bu
liberal, kapitalist yeni sistem getirileriyle bu sadece Türkiye'de olmuyor,
dünyanın başka yerlerinde de oluyor, “Maimi yaratıyoruz.”
“Manhattan yaratıyoruz.” diyorlar. Antiemperyalistiz ya! Biz yeni
İstanbul, yeni Antalya, yeni Diyarbakır yaratmak istemiyoruz; biz
kendi kimliklerimizle, kültürümüzle, oradaki doğal zenginliklerimizle, o
şehirlerde halkımızla var olmak istiyoruz.
Türkiye,
mutluluk sıralamasında Libya’nın arkasında 70’inci
sırada arkadaşlar. Ve bu ülkede yegâne çalınan şey paralar,
adalara götürülen servetler filan değildir, bu toplumun mutluluğu
çalındı elinden. Bu toplumun mutluluğu çalındı,
hakkaniyet duygusu, adalete olan inancı çalındı arkadaşlar,
insanlarımızın temsil hakkı çalındı,
geleceği çalındı.
Bu
Parlamentonun 10 üyesi cezaevinde rehin tutuluyor. Bir yılı
aşkın süredir Selahattin Demirtaş duruşmalara
çıkarılmıyor. Tutuklu vekillerimiz içerideyken bütçenin hiçbir
şey yokmuş gibi bu şekilde geçmesi bu Meclisin bu tarihteki
utancı ve ayıbıdır. Bunu da buradan ifade etmek isterim.
(HDP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, bu ülke hani Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin, Pir Sultan
Abdal’ın, Halide Ediplerin, Nezihe Muhittinlerin, Şeyh
Bedrettinlerin, Fekiye Teyranların, Ayşe Şanların
ülkesiydi? Oğuz Atay’ın da ülkesiydi aynı zamanda Sayın
Bostancı. Geçen gün andığınız için, çok sevdiğim
bir yazar olarak onu da anmak isterim. Ne yaptınız, nasıl
ettiniz de bu ülkede Cem Küçük gibi, Ali Ağaoğlu gibi, Reza Zarrab
gibi, hatta Sedat Peker gibi adamlara itibar kazandırdınız?
Nasıl oldu da bunu yaptınız? (HDP sıralarından
alkışlar) Nasıl oldu da bu adamlar televizyonlara
çıkıp “Bakın, işkence yöntemleri var, havluyla boğma
gibi yöntemler var.” diye adamdan sayılıp konuşur oldular? Nerede
Yunus Emreler, nerede Pir Sultan Abdallar? Evet, kim bunlar? Ne üretmişler
bu toplum için? Bir ağaç mı dikmiş, bir çocuğu evlat
mı edinmiş, bir şiir mi yazmış, bir insanın eline
eli mi değmiş, kalbine kalbi mi değmiş, kendinden ve
reisinden başka kimi sevmiş de ortalığa pelesenk
olmuşlar bu ülkede? Evet, ne ettiniz de bu ülkenin en yaratıcı
siyasetçileri, gazetecileri hapiste, bunlar meydanları boş bulur
oldular?
“12
Eylül zihniyetiyle savaşıyorum.” diye yola çıktınız.
Geldiğiniz nokta katmerli bir 12 Eylülü halka dayatmak oldu. Askerî
darbeler bu ülkenin ne kadar çok demokrasiye ihtiyacı olduğunu
gösterir. Her ülke için böyledir bu. Ama OHAL ilanıyla bir darbe de bu
ülkeye siz vurmuş oldunuz. Bir bir kuruttunuz, çöle çevirdiniz.
Üniversitelerde hoca bırakmadınız. Tıpkı 12 Eylül
sonrası gibi, değil mi? O zaman da 1402’likler vardı. Her gün
gözaltı, her gün operasyon. Cezaevleri doldu taştı, muhalif
basın susturuldu. En çok işsiz kalan üniversite mezunları
kimler, biliyor musunuz? Gazeteciler. Bu ülkede gerçekleri yazması
gereken, onu anlatması gereken gazeteciler, en çok, gerçekten, işsiz
kalan üniversite mezunları.
Nasıl
1980 darbesinde cuntacıları eleştiren muhalifler hedefteydi,
nasıl bu ülkenin en değerli akademisyenlerini, gazetecilerini bu
ülkede yaşatmadılar, şimdi de Erdoğan’a laf edenler hedef.
İkisi de mitinglerde hem Kur’an hem topluma parmak sallamış
insanlar. Bu muydu istediğiniz? Ben istediğinizin bu olduğuna
inanmayı reddediyorum, istediğiniz bu değildi, böyle
düşünmek istiyorum. Çünkü bizler komşu sever, doğasever, her
biri evinin önündeki ağacın gölgesine kıyamaz insanlarken,
itibar bilgelikte, iyilikteyken bütün bunlar hangi topraklardan türedi
arkadaşlar? Tekçilik toprağından türedi bunlar, maalesef ki
tekçilik toprağından türedi.
Biliyor
musunuz, tekçilik yaşatmaz, öldürür. Bir bakarsınız Ermeniler
ölür; bir bakarsınız, kadınlar ölür; bir bakarsınız,
LGBTİ’ler, translar ölür; bir bakarsınız, hayvanlar ölür; bir
bakarsınız, Türkler ölür; bir bakarsınız Kürtler ölür ama
tekçilik öldürür. Bu fiziki bir ölüm değildir aslında, sessiz bir
ölümdür bu. Ruhunuzu öldürür, aklınızı öldürür,
mutluluğunuzu, sevincinizi, yaşam enerjinizi öldürür. Fiziken
ölmezsiniz, yavaş yavaş ölürsünüz. Başka türlü bir cinayettir
bu. Ve bu toprakta arkadaşlar, ne bilim olur, ne
yaratıcılık olur, ne özgürlük olur ne sevgi olur ne hürmet olur
çünkü “Her şey bize benzesin.” diye yaşayan, doğruluğundan
zerrece kuşku duymayan, hatta zaten kuşku nedir bilmeyenler
başkalarını öldürür. İşte, o zaman meydan da, o az
önce saydığım, sizlerin dahi öngöremediğiniz adamlara
kalır. Tekçilikte sadece biat gerekir, sadece yandaş olmak gerekir,
bilgi gerekmez. İyi bir eğitimden söz etmiyorum; incelik gerekmez,
nezaket gerekmez, iyilik gerekmez. Tekçilikte sadece yandaş olmak gerekir
ve bir lokma olsun siz o biat sınırından çıkarsanız,
bir dönemin başbakanı dahi olsanız size üniversitelerde
konuşmak için kürsü vermezler.
Evet,
siz, AK PARTİ’ye oy veren sevgili yurttaşlar, sizlere de seslenmek
istiyorum, hele ki kadınlar, gençler: Asla korkmayınız,
eğer bir gelecek olacaksa bu gelecek hep birlikte ve hepimiz için olacak.
Sizin yaşadığınız korkuları size
yaşatanların, ikna odalarının,
okuyamadığınız üniversitelerin zamanı da değil
artık, herkesin ama herkesin hak ettiklerini almasının zamanı.
Yardıma muhtaç olmak değil, ancak bir partiye yaslanınca iş
sahibi, aş sahibi olmak değil, hakkı olanı, hak
ettiğini almak zamanı.
Siz,
CHP’li sevgili yurttaşlar, korkmayın, bu ülke bölünmeyecek çünkü bir
ülke daha fazla bölünemez. Aksine birleşecek, herkes, her yurttaş
ister ekonomik ister kültürel olarak hak ettiğini aldığında
o ülke bölünmez, aksine birleşir; buna kesinlikle inanın.
Hangi
partiden olursanız olun sevgili Kürt yurttaşlar, bu devletin ahir
ömrünüzde size iyi muamele ettiği pek görülmedi ama o günler de gelecek.
Sizler de acılarınızın da
kayıplarınızın da verdiğiniz mücadelenin de
sonuçlarını eminim ki göreceksiniz. Ana diliniz hepimiz için -hani
diyorsunuz ya- baş göz üstüne olacak. Siz “…”(x) deyince biz “Ne
güzel fonetiği olan bir dil, sanki İspanyolcadan daha güzel.”
diyeceğiz. O İngilizce öğrenmeye gösterdiğimiz muhabbeti
burada yaşayan kendi kardeşlerimizin dilini öğrenmek için
göstereceğiz. Evet, gelecek burada, bizim, sizin, hepimizin elinde
arkadaşlar, gelecek bizlerin elinde. Biz bu geleceği birlikte kurmak
istiyorsak kötü yönetenlere hep birlikte “Güle güle, yolun açık olsun.”
demeliyiz. Ama geçmişte yaptıkları gibi değil,
kırarak, dökerek, asarak asla ama asla değil, asla “Kana kan, intikam.”
diyerek değil; “Onlar etti, biz etmeyelim.” diyerek, sakince, kendi
geleceğimiz için sakince, çok canımız yanmış olsa da
sakince “Güle güle.” diyeceğiz. Bu güzelliklerle dolu ülkeyi hepimiz bir
yanından kendi meşrebimizce çok sevdiğimiz için bunu sakince
diyeceğiz. Böyle yaşamaya mecbur değiliz. Alternatif biziz,
alternatif sizsiniz, başka bir dünya mümkün, başka bir hayat mümkün
arkadaşlar. Gülme hakkımızı almak da, yoksulluğa son
vermek de, adalete erişmek de mümkün. Cesaret de iyilik de bulaşıcıdır.
Ne bugün yönetenlere oy verenler ne de vermeyenler, hatta yönetenler dahi bu
kadar adaletsizliği, birbirine düşmanlaşmış insanlarla
kuşatılmış bir yaşamı hak etmiyor, hiçbirimiz
bunu hak etmiyoruz. “İnsanın mayası kötülüktür.” der ve buna
inanırsak kendimiz gerçekten bunu yaşamaya ve yaşatmaya devam
ederiz. Bizler artık iyiliklere, barışa, birbirimizi
kucaklamaya, ekmeğimizi, hakkımız olanı adaletli bir
şekilde bölüşmeye, mutlu olma hakkımıza doğru yol
almalıyız.
Son
olarak, kendi hayatımdan bir anıyla bitirmek isterim sözlerimi.
1970’li yıllarda Ankara Hukukta okurken çok sevdiğimiz bir
arkadaşımız vardı, Ümit Öncül, avukat oldu sonradan. Ümit,
1980 öncesinde dahi, o günlerin insanlarının bileceği “DAL”
denilen emniyet birimine götürülen, işkence gören, mücadeleci, devrimci
bir arkadaşımızdı. Çok hasmı vardı tabii, o zaman
devrimciler ile ülkücüler arasında ciddi çatışmalar olan,
yaşanan bir dönemdi. Biz Ümit’i, o yıllarda değil ama ondan
yirmi yıl sonra, 2004 yılında, çok sevdiği halı saha
maçını yaparken bir beyin travması sonucunda kaybettik.
Sonrasında, ölümünden sonra bir gazete ilanı gördük. En büyük
hasımlarından olan bir ülkücünün verdiği bir ilandı bu.
Size o ilanı okumak isterim.
“Yaşanmış
hiçbir şey masal değildir. Galiba milattan önceydi ancak her şey
katı bir gerçekti; kışlar uzun, dersler zor, yaşam çetin,
kentler ise yorgundu. Ülkemiz sancılı, gençlik hep uykusuzdu,
kahramanlıksa çok pahalıydı. Kuyruklar sadece dolmuş ve
Sana yağı içindi; daha Popstar kayıtları başlamamıştı.
Ucuz mafyacılık moda olmamıştı henüz. Bankalar daha sağlam,
bakkallarsa yaygındı. Çoğu insan diz üstü yaşamayı
bilmiyordu. Keskin bir rakip, kararlı bir muhataptı, mutlaka fikrinin
namuslusuydu. Ne inkâr ne methiye ne de serzeniş, dönemin sessiz ve onurlu
sanıkları, günümüz görgü tanıkları. Ümit’in sevenlerine
başsağlığı dilerim.” (HDP ve CHP
sıralarından alkışlar) İsmini vermeyeceğim,
kendisi istemeyebilir.
Evet,
ben diyorum ki, belki biraz delikanlıca bir söylem olacak ama
delikanlılık kadınlara da erkeklere de yakışır,
sadece erkekler için kullanılması gereken bir söz değildir:
Dostluk da düşmanlık da mertçe olmalı. Bu nedenle, Selahattin
Demirtaş’ı serbest bırakın arkadaşlar, demokratik
siyaseti serbest bırakın, bu Meclis sıralarından geçmiş
olan vekillerimizi serbest bırakın. Dostluk da düşmanlık da
mertçe olsun, sözle, kalemle olsun.
Saygılar
sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
(Devam)
2.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı
İsmail Kahraman’ın, makam odasında yapılan yenileme ve
değişikliklere ilişkin konuşması
BAŞKAN
– Şimdi, yalnız, bir noktayı açıklığa
kavuşturmam lazım. Filiz Hanım, siz konuşmanızda
Başkanlık odasındaki halıdan bahsettiniz. Müsaade
ederseniz, bu beni ilgilendiriyor.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Keşke başka
kısımlarından bahsetseydiniz.
AYŞE
ACAR BAŞARAN (Batman) – Daha önemli şeylerden bahsetti Başkan.
BAŞKAN
– Bu, toplumumuzda da gazetelerde de yer alıyor ve sanki büyük bir
hadiseymiş gibi oluyor.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Küçük bir hadise zaten de çok para vermişsiniz.
BAŞKAN
– Pervin Hanım, siz de okuyorsunuz, görüyorsunuz.
Efendim,
bu halı Hereke’de kendi elemanlarımız tarafından altı
ay gibi veya biraz daha az bir zamanda örüldü, adı “Yedi dağın
çiçeği”, 1893’ten beri yapılan bir halı. Her halının
bir ismi var, bununki de o.
Daha
önceden yine 52 metrekarelik bir Muğla halı vardı, eskidi ve
değişmesi gerekiyordu. Meclis, 1960’tan beri yani elli yedi senedir
kullanılan bir bina. Yenilemeler gerekiyor, o yüzden çok büyük yenilemeler
yaptık.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Halının eskisi makbul Başkan.
BAŞKAN
– Burada sanki olmaz bir işmiş gibi bunu gündeme getirmeyi tuhaf
görüyorum ben, tuhafsıyorum, garipsiyorum.
HİŞYAR
ÖZSOY (Bingöl) – Biz de sizi garipsiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Arslan yatağından belli; “itibar” dediniz de.
MAHMUT
TOĞRUL (Gaziantep) – Biz de sizi garipsiyoruz Sayın Başkan, çok
garipsiyoruz. Bula bula bunu mu buldunuz?
BAŞKAN
– Bize gelen misafirlerimiz var; devlet başkanları var,
cumhurbaşkanları var, Meclis başkanları var yani bize uygun
bir yerde karşılamamız gerekmez mi?
HÜDA
KAYA (İstanbul) – Yaşamdan, insandan bahsetti Başkan.
İnsanın yanında halı nedir ki Başkanım?
BAŞKAN
– Ben yaptığımdan pişman değilim. Keşke daha
güzelini yapabilsek. Bu, zamanla gene olacak.
Bakınız,
oturduğumuz Meclis, eski Meclisten daha değişik, eskiden böyle
oval değildi. Ulus’taydı Meclisimiz, İttihat ve Terakkinin
binasıydı ve hanlarda kalıyordu milletvekilleri. 2 Ocak 1924’te
Meclisimiz elektriğe kavuştu, fenerle aydınlanıyordu.
Gelişeceğiz, daha ötelere gideceğiz. Bunlar kulağı
tırmalamasın.
HALUK PEKŞEN (Trabzon) – Gelişme demokrasiyle
olur, halılarla, betonlarla değil.
BAŞKAN
– Bunlar israf değil, bunlar tabii bir hadisedir diyorum. Beni hoş
görün alınganlığım dolayısıyla, bu izahatı
yapmak durumunda kaldım.
MAHMUT
TOĞRUL (Gaziantep) – Meclisi yenileyeceğinize demokrasiyi
yenileseydiniz keşke!
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan,
bir söz talebim var.
BAŞKAN
– Buyurun Hanımefendi, lütfen.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
11.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu
Demir’in, TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın makam
odasında yapılan değişikliklerle ilgili
yaptığı açıklamaya ilişkin açıklaması
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan,
ben konuşmamda söyleyeceklerimi tane tane söyledim ve arzu ederdim ki konuşmamdan
başka bir bölümü gerçekten feyzalarak siz de sözlerinizi ifade etseydiniz,
halı üstüne konuşmasaydınız. Halı değildi
derdimiz, itibarın başka yerlerde aranmasıydı.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Ben zaten diğer konulara giremem.
MAHMUT
TOĞRUL (Gaziantep) – Tabii, tabii, milletvekilleri sizi ilgilendirmez
zaten!
BAŞKAN
- Doğrudan beni ilgilendirdiği için, İç Tüzük’e göre beni
ilgilendiren ve bana ait olan beyan olunca konuştum. Diğer konulara
giremem, bunu biliyorsunuz.
HİŞYAR
ÖZSOY (Bingöl) – Sayın Başkan, 10 milletvekili şu anda
cezaevinde; bu, sizi ilgilendiren bir konu.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – O, size ait değil
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Nasıl?
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – O, size ait değil;
siz bir makamsınız, makamı temsil ediyorsunuz.
BAŞKAN
– Evet, o makamı ben temsil ediyorum. O kararı da veren benim,
doğrudan beni ilgilendiriyor.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Parasını biz veriyoruz, sen de biliyorsun ya.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Dolayısıyla, o
halı, sizin şahsi halınız değildir; bu ülkenin,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Meclis Başkanının.
BAŞKAN
– Hayır, hayır, bu bir haksızlık ve susamam.
Teşekkür
ederim.
MALİYE
BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Sorun değil, bunları da
yapıyoruz, onları da yapıyoruz, hepsini de yapıyoruz; merak
etmeyin, sorun yok.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Tabii, doğru, siz
Japonya’da yaşıyorsunuz!
MAHMUT
TOĞRUL (Gaziantep) – Eksik bıraktığınız bir
şey var mı acaba Sayın Maliye Bakanı?
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı (1/887) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(S.Sayısı: 503) (Devam)
2.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı (1/861), 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2016
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin, 2016 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun ve 6085 Sayılı
Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 174 Adet Kamu
İdaresine Ait Sayıştay Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/1187), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca
Hazırlanan 2016 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun
ve 2016 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu ile
2016 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/1188) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (S.Sayısı: 504) (Devam)
BAŞKAN
– Efendim, söz sırası, şimdi, Halkların Demokratik Partisi
Grubu adına ikinci söz Şanlıurfa Milletvekili Sayın
İbrahim Ayhan’a aittir.
Buyurun
efendim. (HDP sıralarından alkışlar)
Sayın
İbrahim Ayhan Bey, müddetiniz on beş dakikadır.
HDP
GRUBU ADINA İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) – Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; 2018 yılı merkezî yönetim
bütçesi üzerine ve kapanışı üzerine HDP Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, ekranları
başında bizleri izleyen tüm halkımızı ve cezaevlerinde
tutulan, başta Eş Genel Başkanlarımız Selahattin
Demirtaş, Figen Yüksekdağ; grup başkan vekillerimiz İdris
Baluken, Çağlar Demirel şahsında tüm milletvekili
arkadaşlarımızı, belediye eş
başkanlarımızı ve demokratik siyasete yönelik
saldırılar sonucu içeride kalan tüm siyasileri saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bildiğiniz gibi, bir ayı aşkın Plan ve
Bütçe Komisyonunda bütçe görüşmeleri devam etti ve ardından on iki
güne yakındır da Genel Kurulda görüşmeleri devam etmektedir ve
son gününe geldik. Tabii, bu süre zarfında sert tartışmalar
oldu, hatta kavgalar bile gerçekleşti fakat bütün bunların ötesinde,
özellikle 2018 bütçesinin görüşüldüğü döneme denk gelen büyük bir
talihsizlik de yaşandı. “Talihsizlik” diyorum, yıllardır
karşı karşıya kaldığımız darbeci ve
inkârcı zihniyetin uygulamalarının bir benzerini de ne
yazık ki burada yaşadık. “Kürdistan” sözcüğünün
yasaklanmasıyla özellikle Kürt dilini, kültürünü, tarihini,
coğrafyasını yok sayan 12 Eylül darbecilerinin konseptine
tekrardan dönüldüğüne de tanıklık ettik.
Değerli
arkadaşlar, çoğunlukçu iktidar yaklaşımının
demokrasi, barış, adalet, eşitlik ve özgürlük gibi temel
taleplere ne kadar kapalı olduğunu, demokrasi ve özgürlüklerden ne
kadar rahatsızlık duyduğunu da bu vesileyle görmüş olduk.
Halk iradesinin tecelli etmesi gereken bir Parlamentonun halkın temel
taleplerine ve sorunlarına çözüm üretememesi, çözümden uzak bir
yaklaşım ortaya koyması son derece üzüntü ve kaygı verici
bir durumdur. Tekçi sistem ve egemenlikçi bir siyaset zihniyetiyle de
karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerekiyor. Tüm
yürütülen tartışmalardan çıkardığımız bir
sonuç da bunlar olmuştur.
Değerli
milletvekilleri, bütçe görüşmelerinin son gününde bütçenin toplumsal
olarak neye tekabül ettiğini ifade etmekte fayda görüyorum. Demokratik
toplumun olmazlarından biri ekonomik kaynakların
kullanımına ilişkin olarak halkın söz sahibi oluşudur.
İlk toplumsal sözleşmeden bu yana ekonomik varlıkların
kullanımı konusu demokratik sistemlerin temel unsuru olarak kabul
edilir. Aynı zamanda, ekonomik kaynak kullanımının
eşit bir dağılıma tabi tutulması da bir başka
temel kabuldür. Eğer kaynak paylaşımında adalet varsa
demokrasiden ve eşitlikten söz edilebilir. “Bütçe hakkı” olarak tanımlanan
bu haklar ne yazık ki kapitalist sistemlerde de uygulanmamaktadır.
Türkiye gibi kapitalizmi acımasızca uygulayan bir ülkede ise bütçe
hakkının “h”sinden bile ne yazık ki bahsedemiyoruz.
On
iki gün boyunca gerek Kabinedeki bakanlar gerek iktidar partisi ekonomide
büyüme ve hedefler konusunda toplumsal gerçeklikle hiçbir şekilde
örtüşmeyen hayali bir tablo sundular. İktidar sözcülerinin
çizdiği pembe tabloya bakılırsa sanki açlığın,
yoksulluğun, yolsuzluğun, sefaletin, sömürünün
yaşandığı bir ülkede değil de bolluk ve refahın
kol gezdiği zengin bir ülkede yaşıyoruz ama gerçeklik AK
PARTİ’nin çizdiği sanal tablodaki gibi değil. Daha sözün
başında ifade etmek gerekirse, rakamsal olarak sunulan
tabloların büyük çoğunluğu hayal ürünüdür, TÜİK eliyle
yapılan hilelerden ibarettir. Gerçi bütün hilelere rağmen artık
TÜİK bile siyasal iktidarın topluma sunmaya
çalıştığı bu yalan hedefleri tutturamıyor. Deyim
yerindeyse, artık yalanda da bir istikrar tutturamıyorlar.
Nitekim,
AKP’nin orta vadeli programda açıkladığı ekonomi
paketlerinde Hükûmet yetkililerinin söylediği döviz kuru hedefi,
işsizlik rakamları, enflasyon, büyüme hedefleri gibi bütün hedefler
bizim oraların deyimiyle “fıs oldu” yani boş çıktı.
Emekçinin, dar gelirlinin, üreticinin, çiftçinin, esnafın yani içinde
halkın olmadığı bu bütçeyle ve sanal büyüme
rakamlarıyla topluma hayal satmanın çabası içerisinde olan bir
iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız.
“Bul karayı al parayı” misali bir bütçedir bu bütçe. İçinde
halkı bulursanız parayı da bulursunuz. Eğer bu bütçe, bu
iktidar halka umut ve güven verseydi bugün ve içinden geçtiğimiz günler
itibarıyla Nimet Abla bayisinin önünde uzun piyango kuyrukları
olmazdı. Gidin bakın halk artık umudu nerede görüyor, yerinde
tespit ediniz. Bu bir ülke için büyük bir talihsizliktir. Yani piyango,
İddaa, şans oyunlarına insanlar bu kadar tevessül etmişse,
bu kadar bunların üzerinden bir umut ve beklenti içerisine
girmişlerse gerçekten bu acınacak ve üzülecek bir tablodur. Bu
tablonun ciddi bir şekilde dikkate alınması gerekmektedir.
Dolayısıyla toplumsal algıyı yönetme AK PARTİ’nin on
beş yıldır başardığını
sandığı en iyi iş olsa da aslında
halkımızdaki tablo, halkımızdaki yansıması bu
değildir. Günlük hayatında cebine giren, hatta girmeden çıkan
para ile yapılan harcama arasındaki farkı halkımız
görüyor. Gece gündüz çalışıp kazandığı üç kuruşun
neredeyse tamamının dolaylı ve doğrudan vergilere
gittiğini bire bir yaşıyor. Daha bu Meclisten bütçe öncesi
geçirilen torba yasayla gazoza ÖTV getirilmedi mi? Tütün üreticilerinin
kazandığı üç kuruşa tekelci patronlar kazansın diye
vergi koyup ceza getirilmedi mi? Telefon şirketlerinin trilyonlarca vergi
borcu silinip halkın iletişimine ek vergi konulmadı mı?
Torba yasalarınız halkın alın teriyle
kazandığını geri gasbetme torbasına dönüşmüş
durumdadır. Artık kepçeyle değil torbayla toplanıyor
halkın kazancı. Torbacı bir iktidara dönüştüğünüzü
bence görmeniz gerekiyor. 2017 yılında aylık brüt
maaşı 3 bin TL olan, yıllık 36 bin lira kazanan emekçi bu
kazancının 12.560 lirasını doğrudan, 7.600
lirasını ise dolaylı olmak üzere toplam 20.160
lirasını vergilere vermektedir yani bir emekçi, üç yüz
altmış beş gününün iki yüz beş gününde sadece devlete vergi
ödemek için çalışmaktadır. Peki, trilyonlarca vergi borcu
affedilen holdingleri, vergi cennetlerine para kaçıranları görmüyor
mu bu halk?
Ev
işçisi bir kadın, eşinin bıraktığı parayla
bırakın et almayı kasabın yanından dahi
geçememektedir, baklagillerden mercimeğin, nohudun kilosunun 20 lira
olduğunu görmektedir, pazara gittiğinde ıspanak, pırasa
gibi ucuz bilinen sebzeleri bile alacak gücü kalmamıştır.
İşçi emeklisi bir teyzemiz, torunlarına artık
bırakın muz, kivi almayı, ülke olarak cenneti olduğumuz
portakal ve mandalinayı bile pazardan alamamaktadır.
Ömrünü
insanları yaşatmaya ve iyileştirmeye adamış yüzlerce
hekim, sağlık çalışanı muhalif düşüncelerinden
dolayı kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilmişken, yerlerine
tarikatlara ve cemaatlere dayananların alındığını
görmüyor mu?
Asgari
ücretle çalışan sanayi işçisi, çocuklarına
kışlık mont, bot dahi alamazken Çalışma
Bakanının kendisinden fedakârlık istediğini görmüyor mu?
Soma’daki
maden işçisi, her sabah eşi ve çocuklarıyla vedalaşıp
arkadaşlarını kaybettiği maden ocağına giderken
kendisini tekmeleyen bürokrat kılığındaki işçi
düşmanlarının iktidar tarafından nasıl terfi
ettirildiğini görmüyor mu?
Bir
emekli öğretmen, ömrü boyunca çalışıp aldığı
üç kuruş tazminatla başını sokacağı bir ev bile
alamazken öğretmen eniştelerin vergi cennetlerinde milyon dolarlarla
nasıl oynadığını çok rahat görüyor ve net görüyor.
Daha
23 yaşındayken ataması yapılmadığı için
intihar eden sosyal bilgiler öğretmeni İsa Erdoğan’ın
şahsında ataması yapılmayan öğretmenler ve bunun
dışında, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanların
çocuklarının 25 yaşında milyon avrolarla satın
aldıkları gemicikleri, devletin trilyonlarca parasının
kendi çocuklarının yönettiği derneklere, vakıflara
gittiğini görmüyor mu sanıyorsunuz? Elbette ki halkımız
adaletsizliği, eşitsizliği, gelir
dağılımındaki adaletsizliği, emek
hırsızlığını, işçi sömürüsünü,
yolsuzluğu ve bu ülkenin nasıl yönetildiğini görüyor. Bu
bütçenin kendi bütçesi olmadığını da çok iyi biliyor. Bu
bütçe halkın parasıyla oluşturulan ama halkı
dışlayan bir bütçedir.
Bütçenin
hazırlanmasında demokratik katılım da söz konusu
değildir. Öncelikle, Meclis Genel Kurulunun, Hükûmetin sunduğu bütçeyi
kabul veya reddetmek dışında hiçbir seçeneği yoktur.
Belirlenen ödenekler üzerinde eksiltme veya artırma yetkisi yok. Bu yetki
Anayasa gereği sadece Plan ve Bütçe Komisyonuna verilmiş. Peki,
Komisyon nasıl teşekkül ediyor? 40 üyenin 25’i iktidara ayrılmış.
Yani 25 üyesi iktidar partisinden olan Komisyon, Hükûmetin bütçesini noter gibi
otomatikman kabul ediyor.
Benim
esas dikkat çekmek istediğim nokta şu: Hükûmetin
politikalarının en önemli denetim süreci olan bütçe
tasarısı görüşmelerine yasama organının 10 üyesinin
cezaevinde rehin tutuldukları için bu görüşmelere
katılmamış olmasıdır. Parlamento eksik iradeyle
toplanmıştır. Dolayısıyla birazdan çoğunluk
oylarıyla kabul edilecek bu bütçe Anayasa'ya aykırıdır. Bu
Parlamentoda grubu bulunan 2 siyasi parti genel başkanı bütçe
açılışında bu sıralarda oturup Hükûmetin bütçesine
dair değerlendirmelerde bulunurken, Meclisin 3’üncü büyük partisinin Grup
Başkanı olan Sayın Selahattin Demirtaş neden Hükûmet
bütçesi hakkında konuşamamaktadır? Neden Sayın İdris
Baluken Grup Başkan Vekili ve bir hekim olarak sağlık
emekçilerinin sorunlarına işaret edememektedir? Hükûmetin
sunduğu bu bütçenin 10 milletvekili cezaevindeyken görüşülmesine
içiniz nasıl razı olmaktadır? Bu, bütçenin meşru
olmadığının açık bir göstergesi değil midir? Bu
bütçeye adil, eşit, demokratik bir bütçe diyebilir miyiz?
Değerli
milletvekilleri, bu bütçe kimin bütçesidir, kimin bütçesi değildir? Gelin
şimdi buna bakalım: Bu bütçe, KHK’lerle ihraç edilen on binlerce kamu
çalışanının bütçesi değildir. Bu bütçe, ataması
yapılmayan 400 bin öğretmenin, emeği sömürülen yüz bin ücretli
öğretmenin bütçesi değildir. Bu bütçe, yüz binlerce sağlık
emekçisinin bütçesi değildir. Bu bütçe, 24 milyonu aşkın öğrencinin,
bir milyonu aşkın eğitim emekçisinin bütçesi değildir. Bu
bütçe, emeklilerin, esnafın, işçilerin, çiftçilerin, üreticilerin,
engellilerin, kadınların, yaşlıların, gençlerin ve
çocukların bütçesi değildir. Bu bütçe, asgari ücretle
çalışan milyonlarca emekçinin bütçesi değildir.
Peki,
bu bütçe kimin bütçesidir? Bu bütçe, gençlerimizin hayatına mal olan
savaş hazırlıklarının bütçesidir. Bu bütçe, tank, top,
tüfek bütçesidir; halkımızın sofrasındaki ekmeği
büyüten bir bütçe değildir. Türkiye bir halklar, inançlar, diller ve
kültürler bahçesidir fakat bu bütçe, farklı dillerin, farklı din ve
inançların, farklı kültürlerin bütçesi değildir. Türkiye, her
bir tarafı coğrafi, tarihî güzellik ve zenginliklerle bezenmiş
bir ülkedir fakat bu bütçe, doğanın, tarihin, ekolojik
yaşamın korunmasının bütçesi değil, talan edilmesinin
bütçesidir. Bu bütçe, adaletin bütçesi değildir. Bu bütçe, özgürlükçü
değil, güvenlikçi bakış açısının ürünü olan bir
bütçedir; halkımızı bezdiren OHAL, KHK rejimini kalıcı
hâle getirmeyi amaçlayan bir bütçedir. Bu bütçe, barış, huzur ve adalet
bütçesi değildir; bugün ülkenin en acil ihtiyacı
barıştır, demokratik çözümdür.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM
AYHAN (Devamla) – Tamamlıyorum Başkanım.
BAŞKAN
– İki dakika veriyorum.
Buyurun
efendim.
İBRAHİM
AYHAN (Devamla) - İçeride ve dışarıda barış,
dostluk temelli kalıcı ittifakların, ilişkilerin
kurulmasıdır önemli olan. Biz “savaş
hazırlığı bütçesi” derken bu tespitimizi bizzat Hükûmetin
açıklamaları doğrulamaktadır. Sayın
Cumhurbaşkanı “Afrin’i temizleyeceğiz.” diyor. Bu sözlerin
bütçeyle bağını kurmak için bütçe uzmanı olmaya gerek yok.
Dolayısıyla bugün ülke AK PARTİ politikaları nedeniyle
bölgesel bir savaş tehlikesiyle karşı karşıya
kalmışsa, bu bütçenin tartışılması gerekiyor ve
bu sözün tartışılması gerekiyor. Kim ne derse desin,
önümüzdeki bütçe de buna göre ayarlanmaktadır. Halkları
karşı karşıya getirecek bu sürecin hiç kimseye faydası
yoktur. Doğru olan, Rojava halklarının özgür demokratik
iradesini tanımak, saygı duymak, onlarla tarihsel bir ittifak
içerisinde ilişki kurmaktır. Çözüm, Afrin’e girerek bölgesel bir
savaş çıkarmakta değildir, çözüm barıştadır,
diyalogdadır, müzakerededir. Ne yazık ki bütçenin bir barış
bütçesi olmadığını üzülerek, endişe duyarak ifade
etmek istiyorum ancak her şeye rağmen, biz, barışı,
özgürlükleri, demokrasiyi, adalet ve eşitliği savunmaya, savaş
politikalarına karşı çıkmaya devam edeceğiz. Türkiye
halklarına sözümüz, yoksul halkımıza sözümüz, vergilerinden
oluşan bu bütçenin hesabını sonuna kadar sormaya devam
edeceğiz.
Tekrardan
Genel Kurulu ve siz değerli arkadaşları sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür
ederim Başkanım. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Şimdi,
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına üçüncü söz İzmir
Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’ye aittir.
Buyurun
Sayın Kürkcü. (HDP sıralarından alkışlar)
Süreniz
on beş dakikadır.
HDP
GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sevgili
arkadaşlar, henüz Mecliste ve hâlâ cezaevlerindeki milletvekili
arkadaşlarım, sevgili Eş Başkanlarımız Selahattin
Demirtaş ve Figen Yüksekdağ; hepinizi sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
En
karanlık, en uzun geceyi dün arkamızda bıraktık. Doğa,
sırf “Biz gideriz tersine.” inadıyla karanlığa
uyandırılarak zulmedilen milyonlarca çocuğa, damadın
çektirdiklerini telafi ediyor.
Akif’in
de dediği gibi “Her karanlık gecenin bir sabahı vardır, her
kışın baharı vardır.” Doğanın ve
edebiyatın bize cömertçe sunduğu umuda, cesarete ve iyimserliğe
gerçekten ihtiyacımız var çünkü kasım ve aralık boyunca
Komisyon ve Genel Kurulda süren açık tartışma 2018
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın
halklarımızı bekleyen uzun ve ağır bir toplumsal
kışın habercisi olduğunu gün gibi ortaya koyuyor. Devlet bu
bütçeyle 599 milyar 400 milyon Türk lirası olarak öngörülen 2018 bütçesi
vergi yükünün neredeyse tamamını satın
aldığımız her şeyin fiyatı, maaş ve
ücretlerimiz üzerinden peşin olarak yoksulların ve emekçilerin
sırtına yüklüyor. Ama aynı devlet 2016’da tahakkuk eden sermaye
ve servet vergilerinin yüzde 25’ini yani neredeyse 2018 bütçesinde öngörülen
146,5 milyar liralık toplam ÖTV gelirine yakın bir miktarı
tahsil etmeden bıraktı. Sonuçta servet, rant ve sermaye gelirlerinin
korunduğu, emekçilerin ve yoksulların ücret, aylık ve
maaşlarının ezildiği, gitgide kabaran bir savunma ve güvenlik
bütçesiyle karşı karşıyayız.
2018
bütçesi, yapısı gereği bir savaş bütçesidir. Maliye
Bakanı istediği kadar “En çok pay eğitime.” diyedursun, sadece
silahlanmayı finanse etmek için toplu salınan 18 milyar lira
tutarındaki yeni vergi gelirleri, Eğitim ve Sağlık
Bakanlıklarının toplam yatırım bütçeleri
kadardır. Özetle AKP’nin 2018 bütçesi eğitime ve
sağlığa değil, savaşa bütçedir.
Bu
bütçenin bir savaş bütçesine yönelmesinin nedeni, ülkenin düşmanlarla
kuşatılmış olması, terörizm tehdidi altında bulunuyor
olmamız değildir. Bu bütçe iktidardaki AKP-MHP-Ergenekon
ittifakının Cumhurbaşkanının 2018’de içeride ve
dışarıda gerginlik ve çatışma siyasetini
derinleştirerek sürdürme eğiliminin iz düşümüdür; AKP
Hükûmetinin izlediği iç ve dış siyasetin toplam sonucu olarak
içine düştüğü açmazları kuvvet kullanarak aşma heveslerinin
bir ürünüdür. AKP savunma ve güvenlik politikasının ve bunun bütçeye
yüklediği aşırı yüklerin gerisindeki irrasyonel tehdit algısının
kaynağı da bu politik başarısızlıktır. AKP
bu başarısızlığın yükünü de bütçe üzerinden bütün
topluma aktarma yolunu seçmiştir. 2018’de faiz, kâr ve rantı korurken
büyük çoğunluğu düşük ücret ve enflasyonla ezmeye yönelen AKP,
toplumu bu toplumsal kışta yoksulluğun yorganı altına
alıyor. Akşamları kenti saran kapkara Ankara göğüne bakan,
nerede yaşadığımızı görür. Burası, sözüm ona
bir büyük devletin payitahtı değil, itibarı artsın diye
linyit sobalarının başında titreyen yoksulların
başkentidir.
Sayın
Başkan, sevgili arkadaşlar; bu bütçenin haber verdiği bir
başka şey var. O da aslında artık bütçe hakkından
Meclisin vazgeçtiği, bütçe hakkını terke
hazırlandığıdır. Bu bütçe
tartışmasındaki prensipsizlik, bütçenin neredeyse yüzde 30’una
yakın bir ek bütçe tahsis edilmesi gücünün Hükûmete verilmiş
olması, aslında bütçe hakkının ortadan kalkmasıyla
ilgilidir. Eğer Anayasa değişiklikleri gerçek olursa 2019’da,
eğer bu gidişatı önleyemezsek Meclis artık bütçenin
başlıca kaynağı olmayacak, bütçenin kaynağı
Cumhurbaşkanlığıdır.
Cumhurbaşkanlığının yaptığı bütçeyi Meclis
kabul ya da reddedebilecektir belki ama asla ve asla kendi içinden çıkan
bir Hükûmetin, Meclisin üyeleri tarafından hazırlanan bir bütçenin
tartışıldığı bir Meclisimiz artık
olmayacaktır.
Bu
Mecliste sık sık hâkim ittifakın sözcülerinden “Gazi Meclis”
sözünü işitiyoruz. Ben 1920 Meclisine dönüp bakmanızı tavsiye
ederim. Kendinden başka hiçbir güç tanımayan Meclisten, kendi
iktidarını ve gücünü Cumhurbaşkanına devretmiş, kendi
iktidarından vazgeçmiş bir Meclise geçtik. Gazi Meclis… Böyle bir
Gazi Meclis olabilir mi? Bu, Cumhurbaşkanının ayakları
altında bir yasa fabrikasına dönüşmüş olan,
Cumhurbaşkanının yapmayacağı yasaları
yapmasına rıza gösterilen bir Meclistir. 1876’da Türkiye’de bütçe
hakkını toplum mutlak monarşiden aldı ve yüz yıldan
fazla bir zaman geçtikten sonra yani artık bunun bir huy,
alışkanlık, vazgeçilmez, cildimize yapışmış
bir durum gibi olması gereken yerde, cildimizi, derimizi soyarak bütçe
yapma hakkını Cumhurbaşkanına teslim eden bir Meclis
kendisinden daha mütevazı sözlerle söz etse çok daha yerinde olur. Meclis
Başkanımız, aslında bu Meclisin alameti farikası olan
bu yetkinin, bu gücün elinden alınmasına bir tek kere ses
çıkarmadı.
Milletvekillerinin
yüzde 2’sinin hapsedildiği bir Meclis bütçe yapıyor, sakat bir Meclis
sakat bir bütçe yapıyor. Başı koparılmış, eli
koparılmış bir Meclis ve Meclis Başkanımızın
takıldığı yer, halının nereden geldiği. Biz
halınızla değil, hâlinizle ilgileniyoruz Sayın Başkan,
bunu düşünsenize. (HDP sıralarından alkışlar)
Sayın
Başkan, sevgili arkadaşlar; bugün Türkiye, bütçesinin de
yansıttığı gibi, aslında ne Meclis tarafından ne
Hükûmet tarafından yönetiliyor, bir hanedan tarafından yönetiliyor.
Mahdumun, kerimelerin, hanımefendinin, beyefendinin, damadın,
eniştenin devletin hemen hemen bütün iş ve işlemlerine, ne
seçilmiş ne atanmış oldukları hâlde, el koydukları bir
hanedandan söz ediyoruz. Bu hanedanın avlusunda kendisine yer buldu diye
kimileri bu hanedanın aslında ifade ettiğinden, ima ettiğinden
daha geniş olduğunu düşünmesin. Onlar o avluda çöplenmeye devam
edebilirler ama iktidar, artık ne Meclistedir ne Hükûmettedir ne
seçmendedir, hanedanın elindedir ve bu bütçenin bu şekilde ortaya
çıkmış olması, bir askerî sınai kompleksin
hanedanı ele geçirmesi, hanedanın da bütçeyi ele geçirmesiyle ilgilidir.
Amerika Cumhurbaşkanı Eisenhower, 1950’lerde Amerikan devletini bir
askerî sınai kompleksin Amerikan savunma ve dış
politikasını ele geçirme ihtimaline karşı
uyarmıştı. Bizde ise bizzat hanedan kendisi hükûmet kurdu,
bizzat hanedan kendisi iktidarı ele geçirdi ve bir askerî sınai
hanedan tarafından Türkiye yönetiliyor.
Bu
şekilde yönetilmeye layık mıyız? Aslında bu sorunun
cevabını belki de Milliyetçi Hareket Partisine sormamız gerekir
çünkü Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet
Bahçeli, bu eğilimler, kabına sığmayan, kabından
taşan, iktidarı zapta yönelik bu eğilimler her gün Anayasa’yla
çatışan bir cumhurbaşkanı profili ortaya
çıkarttığında dedi ki: “Her gün suç işleyerek devlet
yönetilemez ya Anayasa Cumhurbaşkanına uyacak ya Cumhurbaşkanı
Anayasa’ya uyacak.” Suçun yasa hâline geldiği yeni bir toplum düzenini
ikisi beraber kurdular. Bu toplumu binbir zahmetle yaratılmış
bulunan kısmi, kısıtlı, parçalı bir demokrasiden
mahrum edebilecek şekilde, iktidarı doğrudan doğruya bir
suç etrafında tanımlayan yeni bir şey yarattılar. Bu bir
şeydir, ne olduğunu siyaset bilimi bize söyleyemez.
Savcıların generalleri tutukladığı, generallerin
polisleri ihbar ettiği, polislerin polisleri hapsettiği, sonra
hepsinin birden dönüp vatandaşı ele geçirdiği tuhaf bir rejimde
yaşıyoruz. Bu, bir geçiş rejimi besbelli ama bu,
sınırlanmış, kısıtlı, otoriter bir
parlamenterizmden daha yüksek bir rejime geçiş değil. Bu, Türkiye'nin
yeni bir diktatörlük rejimine doğru geçişidir ve bunun temellerini
döşeyenler aslında 16 Nisan referandumunda yenildiler.
Sevgili
arkadaşlar, Meclis, halkımız; aklınızdan
çıkarmayın, 16 Nisan referandumunun galibi biziz. Oyların
çalındığını hepiniz biliyorsunuz, kanuna uygun olmayan
1,5 milyon oyla bu sonucun elde edildiğini biliyorsunuz. O yüzden, bu
Meclis şu menkıbeyle bu referandumun sonucuyla
tanıştırıldı: “Atı alan Üsküdar’ı geçti.”
Bir at hırsızlığı menkıbesi bir demokrasi
zaferinin nişanesi olamaz. Asla ve asla bu sonucu kabul etmiyoruz.
İşte bu suçlular ittifakına karşı haklıların
bir araya gelmesi gerekir. Türkiye suçluların ittifakına
karşı bir haklıların birliğine ihtiyaç duyuyor.
Yanlış
anlaşılmasın söylediklerim, bir seçim ittifakından, alelade
bir seçim hazırlığından söz etmiyorum. Zaten, asıl
tartışmamız gereken şey budur. Nasıl bu ülke bir kere
daha seçime gidecektir? Seçim adaletini, seçim güvenliğini, oyların
çalınmayışını, oyların
sayılışını, bunların olduğu gibi
kaydedilişini, yurttaşın elinden çıkan oyun sandıktan
çıkan oyla aynı olduğunu kim garanti edecektir, hangi makam bize
bunu garanti edecektir? Olağanüstü hâl kalkmadan, milletvekilleri hapiste
yatarken, halkın ifade, örgütlenme ve politika yapma özgürlüğü
ayaklar altındayken hangi seçime gideceğiz? Ben daha çok bir tarihsel
ittifaktan söz ediyorum. Bu Parlamentoda olan ya da olmayan, şu ya da bu
partiden olan bütün yurttaşlarımız, bu suçlular ittifakına
karşı, haklıların ittifakı için bir araya gelsinler;
ev kadınlarından şoförlere, manifaturacılardan manavlara,
işçilerden köylülere, öğrencilere, akademisyenlere, sürgündeki
vatanseverlere kadar herkes Türkiye'nin geleceğine el
koymalıdır.
Bütçe
elinizden gitmiştir, yargı elinizden gitmiştir, oy
hakkınız bile elinizden gitmek üzeredir; bunu hâlâ seyredemez
Türkiye, mutlaka ve mutlaka buna bir demokratik çare bulmak için ayağa
kalkmak zorundadır. Bu bütçe tartışmasının bize
gösterdiği şey, bütün bunların oldubitti olarak
görüldüğüdür. Bu bütçe demokrasiye kaynak tahsis eden, demokrasinin önünü
açan, halkı demokratik tercihlerini ortaya koymada teşvik eden, onu
kuran bir bütçeyi bize göstermiyor, bir savaş ve olağanüstü hâl
bütçesiyle bizi baş başa bırakıyor; bunu reddediyoruz.
Türkiye asla ve asla yanlış iç ve dış politikaları
sonucunda uluslararası alanda ittifaksız kalmış, içeride
olağanüstü bir rejime mecbur kalmış, halkın
rızasını kaybetmiş bir hükûmetin çektiği yere gidemez,
gitmemelidir.
Bize
şimdi taslanılan Batı düşmanlığı,
Türkiye'nin bir Batı emperyalizmi komplosuyla karşı
karşıya olduğu palavralarını da buradan reddediyoruz.
Türkiye, aslında hâlâ kendi seçtiği yerde durmaktadır ama
durduğu yerde kendi iç politikasını ve dış
politikasını müttefiklerine kabul ettiremediği için, onlarla
ihtilafa düştüğü için şimdi, Türkiye halklarına dönüp
başka emperyalist güçleri, dünya hâkimiyeti için mücadele eden başka
devletleri yeni ortaklar, yeni siyaset partnerleri olarak anlatmaya
çalışıyor.
Biz
-daha önce de söyledik- hiçbir zaman ve hiçbir zaman hiçbir milletle, hiçbir
halkla düşman olamayız. Biz, halklarımızın
haklarının gerçekleşeceği bir yeni rejimin ancak ve ancak
insan hakları ve demokrasi üzerine kurulabileceğini, hukuk devleti
üzerine kurulabileceğini düşünüyoruz, biliyoruz, bunu istiyoruz ve
bunun etrafında bir tarihsel ittifak kurmak, bununla birlikte olan, bu
değerleri kabul eden bütün ülkeler, halklar, uluslararası
kuruluşlarla bir arada olmaya devam edeceğiz. Türkiye’de
zamanında iç muhalefeti ezmek için Amerika Birleşik Devletleri’yle,
NATO’yla, gladyoyla ortaklık kuranların bugün bize antiemperyalizm
taslamaya hakları yoktur.
Sevgili
arkadaşlarım -bu bütçe ile halkımız arasındaki
ilişkiyi- bir şairle başladık, öbür şairle bitirelim:
“Hani
şimdi biz haykırırız,/ Cevap:/ Açılır kara
kaplı kitap: Zindan./ Kayış kapar kolumuzu,/ Kırılan
kemik, kan./ Hani şimdi bizim soframıza,/ Haftada bir et gelir/ Ve/
Çocuklarımız işten eve/ Sapsarı iskelet gelir./ Hani
şimdi biz.../ İnanın, güzel günler göreceğiz çocuklar,/
Güneşli günler göreceğiz,/ Motorları maviliklere süreceğiz
çocuklar,/ Işıklı maviliklere süreceğiz.”
Hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Akçay, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
12.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın,
İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün 503 sıra sayılı
2018 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504 sıra sayılı
2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü
üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi,
yerimden söz aldım. Sayın konuşmacı bir suçlular
ittifakından bahsetti. Tabii, başka ittifaklardan bahsetmiş
olabilir fakat Milliyetçi Hareket Partisi olarak Hükûmetle, Türkiye Cumhuriyeti
devletiyle ve seçilmiş meşru Hükûmetle teröre karşı
mücadelede, evet, bir ittifak hâlindeyiz. Türkiye'nin bekası,
güvenliği hepimizi yakından ilgilendirir ve Milliyetçi Hareket
Partisi de bu yönde bir irade gösterir her zaman olduğu gibi. Çünkü biz
biliriz ki PKK’sı, FETÖ’sü, DEAŞ’i zaten bir ittifak ve eş güdüm
hâlinde emperyalizm tarafından yönetilmektedir. Ayrıca, bütçe
hakkının terke hazırlandığı, hâkim ittifakın
sözcülerinin “Gazi Meclis” sözünü ifade ettikleri söylenildi. Tam aksine, bütçe
hakkı yani bütçe görüşmeleri yeni Anayasa değişiklikleriyle
birlikte yüce Mecliste daha fonksiyonel ve daha etkin hâle geliyor; Meclis zayıflamıyor,
aksine, daha da güçleniyor.
Ayrıca,
sorumsuz bir cumhurbaşkanından sorumlu, her iş ve eyleminden
sorumlu bir cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiyoruz ve
yüce Meclisimiz gaziliğini 15 Temmuzda da tekrar ortaya koymuştur,
bundan sonra da bu “gazi”lik sıfatını layıkıyla yerine
getirecektir.
Bu
düşüncelerle, teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Saygılar.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı (1/887) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(S.Sayısı: 503) (Devam)
2.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı (1/861), 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2016
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin, 2016 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun ve 6085 Sayılı
Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 174 Adet Kamu
İdaresine Ait Sayıştay Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/1187),
6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan
2016 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun ve 2016
Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu ile 2016
Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi (3/1188) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 504)
(Devam)
BAŞKAN
– Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ilk söz, Grup
Başkan Vekili ve Amasya Milletvekili Sayın Mehmet Naci Bostancı
Bey’e aittir.
Buyurun
Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Süreniz
otuz dakikadır.
AK
PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın
Başkanım, değerli arkadaşlar; öncelikle hepinizi saygı
ve sevgiyle selamlıyorum.
Ertuğrul
Bey burada yapmış olduğu konuşmalarda, daha çok analiz
getiren bir dile ve üsluba sahip birisi olmakla birlikte, biraz önce
-yapmış olduğu konuşmada- hayli yüksek bir tonlamayla
haksız, yersiz, provoke edici, kışkırtıcı
benzetmelerle bir konuşma yaptı.
Türkiye
1923’ten bu yana bir cumhuriyet ve aynı zamanda çok partili parlamenter
rejimle 1946’dan, 1950’den bu yana yönetimin sürdüğü bir ülke. Hepimiz
biliyoruz ki bu ülkede elitler dolaşırlar, halkın tabanında
olan insanlar, sıradan insanlar, küçük memur çocukları, işçilerin
çocukları cumhuriyetin ve demokrasinin egemen olduğu bu ülkede yeni
elitler olarak yukarıya çıkarlar. Bunun en yakın örneklerinden
birisi bizatihi kendisidir, burada çıkıp konuşuyor cumhuriyet ve
demokrasi sayesinde. Ben postacı Osman’ın çocuğuyum, “hanedan”
diye atıf yapmaya çalıştığı Sayın
Erdoğan bir denizcinin çocuğu, rahmetli Özal bir küçük memurun
çocuğu. Onlar gitti, elbette, hepimiz faniyiz, gideceğiz, yerimize
yeni halk çocukları gelecek, sistem böyle. Bu yapıya, bu cumhuriyet
ve demokrasiye, bunun getirdiği halk çocuklarını yukarıya
doğru çıkartan sisteme şahit olurken tutup bir de “hanedan”
benzetmesi yapmak sadece haksızlık, yersizlik değil, aynı
zamanda -kusura bakmayın- hadsizliktir.
“At
hırsızlığı.” diyor. Yani benzeri bir dille
konuşsak bu Parlamentoda herhâlde müzakere ortamı diye bir şey
kalmaz Ertuğrul Bey.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” nedir?
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – “Suçlular ittifakı.” diyorsunuz. Yani benim
de size şöyle mi demem gerekiyor: “Asıl suçluları görmek
istiyorsanız kendinize bakın, yakın tarihinize bakın.” (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Böyle bir dilden bir
hayır çıkmaz Ertuğrul Bey.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Tamamen ayrı şeylerden söz ediyoruz.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Eğer söylediğiniz sözlerin bir
haklılığı, bir karşılığı, toplumda
siyasal sınırları aşan bir vicdanı, bir aklı
olduğunu düşünüyorsanız bu tür
kışkırtıcı, provoke edici –kusura bakmayın ama-
amigolara seslenici bir dil ve üsluptan kaçınırsınız. Çok
üzgünüm, bunu yapmadınız.
Değerli
arkadaşlar, bütçe müzakerelerinin son günündeyiz. Bütçe, milletin bütçesi.
Burada ifade ediliyor ki: “Biz bütçenin tek kelimesini bile
değiştirme kudretine, iktidarına sahip değiliz.” Ana
muhalefet partisi, Halkların Demokratik Partisi ve zaman zaman MHP bunu
ifade ediyor. Gerçek bu mu? Değil çünkü her siyasi iktidar siyasal
süreçler içerisinde topluma bakar, insanlara bakar, partilerin ne
söylediğine bakar, bütün bunları hesap ederek sonuçta bu bütçeyi
oluşturur. Siyasal iletişim, siyasi etkileşim dediğimiz
hadise sadece şu bütçe görüşmeleri sırasında burada
yapılan müzakereler ve şekli aynı zamanda bütçenin elbette ki
müktesebatına uygun bir tarzda önergelerden ibaret değildir. Taç
giyen baş akıllanır diye bir laf vardır. İktidar
olduğunuzda siz millete bakarsınız, muhalefete
bakarsınız, kim ne söylüyor, bunu dikkate alırsınız ve
bu doğrultuda davranırsınız. Eğer sizi iktidara halk
getiriyorsa ve sürekli bu çoğunluğu sağlamak istiyorsanız
-ki Türkiye’deki sistem böyledir- bu akıldan
uzaklaşamazsınız. Dolayısıyla dediklerimiz dikkate
alınmıyor, biz hesaba katılmıyoruz, sadece belli bir
çevrenin yaklaşımı çerçevesinde bu bütçe teşekkül ediyor,
bu yaklaşım doğru değil.
Kıymetli arkadaşlar, evet, dün gece en uzun geceydi, bunun bir
adı var şebiyelda, en uzun gece demektir. “Şebiyeldayı
müneccimle muvakkit ne bilir / Müptelayı gama sor kim geceler kaç vakit.”
Şairi de belli değildir. Şair, bunu söylerken aslında
şunu kastediyor: Gecelerin ne kadar sürdüğünü yıldızlara
bakarak faldan haber verenler, yahut da namaz vakitlerini ayarlayan insanlar
değil, gama müptela olmuş olan insanlar bilir zamanın ne
olduğunu. Bunu niye söylüyorum? Çünkü bazı hususları, bazı
durumları, bazı gerçeklikleri bizatihi o konumda olanlar, o
şartları yaşayanlar, şartları itibarıyla o akla
ve o perspektife sahip olanlar bilirler. Dünyanın her yerinde iktidarlar
sırtlarına ateşten bir gömlek giyerler. Bu, yakıcı bir
gömlektir. Dünyanın her yerinde muhalefetler iktidarın geçtiği
hayat sınavlarından geçmezler. Onlar ideal üzerine dayalı bir
muhakeme, bir iddia, bir yaklaşım çerçevesinde sürekli
eleştirirler. Bu sadece bizde değil, başka yerlerde de böyledir.
Hayat sizden her an cevap ister. Bu cevapları iktidar vermek
zorundadır ama muhalefet “Dur bakalım ne olacak.” diye bir kenarda
bekleyip her gün, her yapılana ilişkin eleştiri söyleyebilir.
Bunun örneklerini de göstereceğim. Sürekli eleştirilecek hususlar
bulunmaz mı? Elbette, örnekleri var. Aynı duruma ilişkin iki
farklı perspektiften nasıl eleştiri dile getirildiğinin
örnekleri var.
Kıymetli
arkadaşlar, Cemil Meriç’in Kırk Ambar kitabında “Kadın
Ruhu” diye bir makale vardır. Kadın Ruhu’nda şunu söylüyor:
“Tarih boyunca falcılar erkeklerin avuçlarına baktılar ve onlara
dediler ki: ‘Çok para kazanacaksınız, güç ve iktidar sahibi
olacaksınız, önünüze altın halılar serilecek.’ Ve tarih
boyunca, ülkeler ne olursa olsun aynı falcılar kadınların
avuçlarına baktılar ve onlara dediler ki: ‘Hayatınızın
en büyük aşkıyla karşılaşacaksınız.
Muhteşem bir romans yaşayacaksınız, hep mutlu
olacaksınız.’” Çünkü kadının ve erkeğin hayata
bakışına ilişkin kültürleri aşan, vaziyetleri
aşan, ülkeleri aşan bir okuma biçimi bu. Aslında kadınlara
ve erkeklere ilişkin falcıların avuçlara bakarak söylediği
bu husus iktidar ve muhalefet diline ilişkin de bir okumadır.
Dünyanın her yerinde muhalefet ne yaparsanız yapın sizi
eleştirir ve iktidarlar her halükârda yapıp etmek ve gerçek hayatın
şüphesiz biraz kusurlu olan gerçekliği içinde yol yürümek
zorundadır.
Değerli
arkadaşlar, peki, yapılıp edilenlere ilişkin bu
müzakerelere, bu tartışmalara -herhâlde açık oturum değil,
televizyon programı değil- sonuçta, bunlara ilişkin bir karar
verilmesi, bir yere bağlanması gerekir. Peki, bu sözlerin
anlamı, değeri nerede tartılır? Bunlar halk katında
tartılır. Halk bütün bunları dinleyerek, muhalefetin
eleştirilerine bakarak, iktidarın söylediklerinden çok
yaptıklarına bakarak, icraatına bakarak -çünkü iktidarın
dili icraatıdır- hükmünü verir. Herkesin üzerine konuştuğu,
kendisine atıf yaptığı, “Halkımız şöyle
istiyor, halkımız böyle istiyor, halkımız şuna
karşı.” dediği hususlara ilişkin bu halk 2002’den bu yana
nihayet söz, asıl söz, son söz… Hani burada da bazen son sözü söyleme
şartları oluşuyor ya ama asıl son sözü söyleyen
halkımızdır. Halkımız 2002’den bu yana her seçimde son
sözünü söylüyor ve onun sözünün üzerine söz yok, söz yok. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar,
siyasete ilişkin modern zamanlarda bir tanım vardır: Siyaset,
imaj yaratma ve gerçeklik ne olursa olsun insanları bu imaja
inandırma sanatıdır. İmaj yaratmaya
çalışırsınız. İktidarlar sözlerle imaj
yaratamazlar, aç insanlara “Siz aslında toksunuz.” imajı veremezler,
yoksul insanlara “Ne yoksulluğu kardeşim, köşklerde
yaşıyorsunuz.” diyemezler, halk perişansa halkın yüzüne
bakarak “Ne perişanlığı, mutluluktan fıkır
fıkır oynamanız lazım.” diyemezler çünkü gerçeklikle
sınanırlar ve halk bütün bunlara bakar notunu verir. Ama, siyasete
ilişkin bu tanım var ya imaj yaratma ve olgular ne olursa olsun
insanları bu imaja inandırma sanatı, emin olun daha çok
muhalefetin, ana muhalefetin -burada da görüyoruz- müracaat ettiği bir
yöntemdir. İmaj yaratmak “Türkiye çok perişan bir hâlde, Türkiye çok
kötü, halkımız inim inim inliyor, yoksulluk aldı
başını gidiyor, Türkiye her şeyin gerisinde, memleketi
berbat ettiniz.” Eğer bütün bunlar doğruysa çok açık bir
gerçeklik var ki halkımız bütün bunlara ilişkin karar veriyor,
bunları söyleyen ve zımnen daha iyisini yapacağını
iddia eden bu ana muhalefete der ki: “Yahu kardeşim,
haklısınız, tam da söylediğiniz gibi, buyurun sizi buraya
alalım, geniş bir şekilde oturun, şu söylediklerinizi
yerine getirin. Ey AK PARTİ, vallahi bunlar haklı, sizi de
şuraya alalım biraz dinlenin.” Halkımız ne yapıyor?
Böyle yapmıyor.
Sonuçta,
kıymetli arkadaşlar, Türkiye'nin kötü olduğunu anlatmak için
kendinizi paralamanıza da gerek yok, halkımız gayet aklı
başında, demokratik olgunluğu olan, neyin ne olduğunu bilen
bir halk. O yüzden gerçekten, Türkiye'nin kötü olduğuna ilişkin bir
resim varsa sizin bir şey söylemenize bile gerek yok; halk gereğini
yapar. Ama halk böyle olmadığında işte o zaman imaj yaratma
ve gerçeklikler ne olursa olsun insanları bu imaja inandırmak için
bir infial hâli, bir kendini paralama hâli, bir olayı skandal esaslı
bir dille ayartma tekniklerini kullanma hâli muhalefetin dili olur. Bu dilin
bir faydası var mı? Bu dilin bir faydası yok.
Bakın,
bütçe boyunca burada konuşmaları dinledik. Çok kıymetli
konuşmalar oldu kesinlikle, ana muhalefetten, bütün partilerden, HDP’den,
MHP’den ama aynı zamanda emin olun söyledikleri, siyasete ilişkin
dili, iktidara yönelik eleştirisi toplasan bir A4
kâğıdını geçmeyen ve sürekli, tekrar tekrar bu A4
kâğıdına sığacak üç yüz kelime etrafında dönen
bir dille burada muhalefet yapan bir yaklaşım oldu, bunun
temsilcileri oldu. Üç yüz kelimeyle muhalefet olmaz, üç yüz kelimeyle siyasi
analiz olmaz, üç yüz kelimeyle siyasal sınırları aşan bir
dille başkalarına söyleyecek lafınız olmaz, üç yüz
kelimeyle ancak kavga edersiniz, üç kelimeyle ancak dövüşürsünüz. Nitekim,
o üç yüz kelimenin sahibi olanlar, o A4 kâğıdına sığan
bir dille burada konuşanlar, sürekli yüksek bir sesle, yüksek bir perdeden
o sınırlı kelime haznesiyle dolu eleştirilerini ifade
ettiler. Sözler zaten anlamlı olsa sizin o sözlere ayrıca bir
etkileyicilik kazandırmak için bağırmanıza gerek kalır
mı? Siz de biliyorsunuz ki sözler etkili değil, sözlere kendilerinde
olmayan anlamı birtakım jest, mimik ve buradan bağırarak
kazandırmaya çalışıyorsunuz.
Bir
de şöyle bir şey var: Biliyorsunuz, bir infial ve meşruiyet
ilişkisi vardır. İnsanlar, kimi meşru hâllerde infial
gösterirler. Doğrudur, hakkınızın ihlal edildiğini
görürsünüz, sadece partiniz, grubunuz, asabiyeniz için değil, başka
insanların da vicdanen buna onay verdiğini bilirsiniz, infiale
kapılırsınız. Bakın, bu doğru bir şeydir ama
bu ilişkiyi ters çevirmek; bu, kabul edilemez. Sürekli bir infial
gösterisi içerisinde “Söylediklerim aslında meşrudur.” duygusu
uyandırmaya çalışıyorsanız, işte, bu, siyasetin
imaj yaratma ve gerçeklik ne olursa olsun insanları bu imaja
inandırma sanatına girer.
Kıymetli
arkadaşlar, o üç yüz kelimeyle burada muhalif bir dile egemen olarak bize
laf söyleyen arkadaşlar aydınlanma geleneğinden geliyorlar,
biliyoruz veya öyle iddia ediyorlar. Aydınlanma geleneğinin kurucu
babalarından Kant aydınlanmayı tanımlarken
“İnsanın kendi kusuru olan ergen olmama hâlinden
çıkışı ve aklını kullanmasıdır.” diyor;
kendi kusuru olan ergen olmama hâlinden çıkışı ve
aklını kullanmasıdır. Üç yüz kelimelik, A4’e
sığan bir dille sürekli bağırarak, tabiri caizse nağra
atarak böyle bir dille konuşuyorsanız sanki Kant’ın
tanımına da uymayan, bambaşka bir durum söz konusu,
aydınlanmayla da bir bağlantısı yok.
Öte
yandan benim çok tuhaf bulduğum bir yaklaşımı da burada
ifade etmeliyim. Bazen genel yaklaşım sanki bir makas duygusu
uyandırıyor. Şöyle diyorlar: “Ey iktidar ona ver, buna ver,
şuna ver, herkese ver, herkese ver, biz bunu istiyoruz.” Hemen onun
yanında “Ey iktidar ondan alma, şundan alma, bundan alma, hiç
kimseden alma.” Bu iktidarını nasıl yapacak? Yani bu bütçe
sonuçta milletin bütçesi, milletten alacak, yine millete dağıtacak.
Hiç kimseden alma herkese ver. Yani mümkünse arada sıkış, makasın
arasına gir. Bu yaklaşım doğru değil; bu yaklaşım
rasyonel de değil, akli de değil. Çünkü sonuçta bakın bütün bu
lafların, bütün söylenenlerin, bütün ideolojilerin, her şeyin
noktalandığı yer şudur: Siz bütçeyi nasıl
yapıyorsunuz? Milletten ne alıyorsunuz, millete ne veriyorsunuz?
Halkın değerlendirdiği nokta budur. Halk tam da buna bakarak
size not verir, sandık başında reyini verir. Eğer biz bunu
adil bir şekilde yapmamış olsaydık, o zaman bu halk
2002’den bu yana bu siyaseti iktidara getirmezdi. Bütçenin en temel
dinamiğidir. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Üzerine ne laf söylerseniz söyleyin, halktan
alırsınız ve yine halka dağıtırsınız.
Burada adilseniz “Durmak yok, yola devam.” dersiniz, değilseniz halk
biletinizi keser. 2017 yılındayız, on altıncı
yıldayız; bütün bu bütçeleri yaparken halktan alırken de halka
verirken de mutlak surette adil, hakkaniyetli, milletin
onayladığı bir bütçe söz konusudur.
Kıymetli
arkadaşlar, bir bilge kişiye genç bir delikanlıyı
getirirler. Derler ki: “Bunu eğit, bunu yetiştir.” “Peki” der bilge
kişi ve hemen orada toprağın üzerine bir çizgi çizer; gence
dönüp der ki: “Şu çizgiyi küçült.”, Genç “Bundan kolay ne var?” der, hemen
ayağıyla çizginin yarısını siler. “Olmadı” der
bilge kişi. “Şimdi git, bir yıl sonra tekrar gel, çizgiyi
nasıl küçülteceğini göster.” Delikanlı gider, bir yıl sonra
geri gelir. Bilge kişi yine çizgiyi çizer, “Buyur, çizgiyi küçült.” der.
Delikanlı o çizginin yanına daha büyük bir çizgi çizer; bilge
kişi “İşte, doğru olan budur.” der.
Biz
de muhalefetten sürekli bizim çizgimizin üzerinde, onu silmeye
çalışmasını, yapıp ettiklerimize ilişkin sürekli
eleştirel bir dille –eleştiri hakkınızdır ama
kastettiğim daha farklı, bunu anlıyorsunuz- böyle silmeye çalışmasını
değil, aynı zamanda, alternatif bir iktidar tasavvuru olarak, kardeşim,
sizin çizginiz nedir bizden daha büyük olan, siz ne yapacaksınız?
Güzel lafların, özlü sözlerin ötesinde gerçekten akla, mantığa,
her şeye dayalı bir tarzda bu insanların aklına ve kalbine
giden bir dille çizginiz nedir? Bunu ortaya koymak gerekir.
Kıymetli
arkadaşlar, Türkiye bir süreden beri kimi Batılı ülkelerin hedef
tahtasında; bunu görüyoruz. Türkiye’ye birçok laf söylüyorlar. Bunun
çeşitli dinamikleri var elbette. Avrupa’nın kendi içine
kapanması, ekmeğinin küçülmesi, refah devletinin son bulması,
vesaire ama başka dinamikleri de var.
Avrupa’dan
Türkiye’ye yönelik eleştirilerin kelimelerini, kavramlarını
biliyoruz, “Diktatörlük var.” diyorlar, “İnsan hakları ihlal
ediliyor.” diyorlar, “Hukuk devleti ortadan kalkıyor.” diyorlar, vesaire,
vesaire, vesaire. Şimdi, bu kavramlar bakımından, bunları
söyleyen Avrupalı devletlerin hem tarihi hem bugünü nedir? Gerçekten
bunların derdi hukuk devleti midir, insan hakları mıdır,
diktatörlük müdür, otoriterlik midir? Bir kere, buradan sınamak gerekir.
Kıymetli arkadaşlar, bu Avrupalı devletlerdeki egemen
politikaları söylüyorum. Bunların hiçbir zaman derdi diktatörlük
olmamıştır, hiçbir zaman evrensel ölçekte insan hakları
olmamıştır. O insan haklarını kendi
sınırları içindeki insanlara ilişkin bir hak olarak
düşünürler ama -ırkçılığın çeşitli
boyutları vardır ya, bir de kültürel ırkçılık,
“Sınırı geçemezsiniz, sizin kültürünüz müsait değil.” diyen
kafa- işte, belli bir sınırın ötesindeki insanları
insan bile saymayan bir kafa vardır. Biz, terörün her yerde karşısındayız,
her şekilde karşısındayız ama şu çifte standart
değil mi: Avrupa’da bir terör eylemi olduğunda, 5 kişi
hayatını kaybettiğinde olağanüstü, dünya çapında bir
infial durumu ortaya çıkıyor; ya, Orta Doğu’da 50 kişi, 100
kişi hayatını kaybediyor, tık yok. Onlar insan değil
mi? Avrupa “insan hakları” dediğinde iyi geçindiği, dost
olduğu, kimi diktatörlükler kimi insan hakları ihlallerinde
şampiyon olan, bu konuda sorgulanması bile mümkün olmayan ülkelere
yönelik olarak o dostluk gösterileri, o yakınlıkları, o gizli
ittifakları, bunlara ilişkin ne söylemek lazım?
Mısır’da Sisi’ye mi karşı çıktılar? Suudi
Arabistan yeni göz bebeği olarak yükseliyor. Bunların derdi insan
hakları filan değil. Mülteciler insan değil mi? Mülteciler
Avrupa’ya gittiğinde Avrupa’da nasıl karşılanıyor?
“Ya, temel insan hakları ne demek, bağrımıza basalım.”
Böyle bir tablo gördünüz mü? Avrupa’nın, Batı medeniyetinin bir
vicdanı var mı? Var, edebiyatta var, sanatta var ama egemen siyasette
yok. Adorno "Auschwitz'ten sonra şiir yazmak barbarlıktır.”
demişti. Siz, Batı’da Adorno’nun bu sözüne tekabül eden bugün bir
gerçeklik görüyor musunuz? Auschwitz gibi değildir muhakkak ama
mültecilerin o yaşadıkları dramlar, o acılar, o gözyaşları
karşısında herhâlde bugün Adorno hayatta olsaydı aynı
sözleri mülteciler için de kullanırdı. Bu barbarlığa sesini
çıkartmayan, “Topraklarıma girmesin.” diye duvarlar ören, insan
haklarıyla ilgisini sadece bir politik tahakküm aracı olarak kullanan
Batılılar Türkiye'yi niye hedef tahtasına oturtuyorlar? Çünkü
Türkiye güç kazandı, Türkiye palazlandı, Türkiye “Bu bölgede
kardeşim benim de millî politikalarım var, benim de sözüm var.” dedi,
bundan rahatsızlar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Türkiye dedi ki: “Yeni şartlarda yeni ilişkiler
kuracağız.” “Hayır, biz bunu kabul etmiyoruz.” diyorlar. Hedef
tahtasına oturtulan kişi kim? Tayyip Erdoğan, Sayın
Cumhurbaşkanı, bizim Genel Başkanımız.
Sayın
Şükrü Elekdağ’ı biliyorsunuz; vicdanlı, aklı
başında, diplomatik tecrübesi olan bir insan. “Ben altmış
beş yıldır Sayın Erdoğan kadar
Batılıların hedef tahtasına oturttuğu bir lider
görmedim.” diyor. Niçin acaba, niçin? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Çünkü Türkiye'nin büyümesinde, gelişmesinde, fuleli
adımlarla ilerlemesinde, bu Batılı ülkelerle yeni düzeyde
ilişkiler talep etmesinde en temel dinamik, en önemli amil, insanları
toparlayan ve onlara liderlik eden kişi. En merkezî bir şekilde
saldıracaksın, kafadan onu itibarsızlaştıracaksın
ki Türkiye'yi de çaptan düşüresin. Ben Batılıların bu
eleştirisini anlarım ama o Batılıların
eleştirisine burada vokal yapmayı anlamam. (AK PARTİ ve Bakanlar
Kurulu sıralarından alkışlar) Çünkü bu eleştirilerin
kastını okuyamamak, Türkiye’ye yönelik hasmane tutumun siyasetteki o
hegemonik ilişki kurma stratejilerindeki
karşılığını görmezlikten gelmek diye bir durum
söz konusu olmaz. Şunu demek istemiyorum: Bize her türlü eleştiriyi
söyleyebilirsiniz ama Batılı ülkelerin bir tahakküm aracı olarak
hiçbir ilgilenen olmadığı kimi kavramlar üzerinden, kimi
evrensel değerler üzerinden dile getirdikleri eleştirilerin bir
parçası olmak, emin olun, bu milletin tasvip edeceği bir siyaset
olmaz.
Kıymetli
arkadaşlar, bu bir oryantalizmdir; oryantalizm -Edward Said, biliyorsunuz,
çok baba bir çalışma yapmıştı- Doğu’yu
Batı’nın bilgi sistematiği içerisinde okumak ve onun siyaseti
için kullanışlı bir malzeme yapmaktır. Batılılar
bu oryantalizmi yapabilirler ama içimizden oryantalistler çıkmamalı.
1878
Osmanlı-Rus Savaşı bitmiş… O tarihleri iyi bilmek
lazım. Trabzon’da Alfred Biliotti diye bir arkeolog ama aynı zamanda
konsolos, İngiltere’nin konsolosu, diyor ki: “Bu Türkler, eğer bir
veya birkaç Avrupalı ülkenin kendilerine karşı olduğu
düşüncesine sahip olurlarsa vatanperverlikleri sınırlı kalır
ama bütün Avrupalıların kendilerine karşı ortak bir ittifak
içerisinde bir konspiratif girişim içinde bulunduklarını
düşünürlerse o zaman millî saflarını oluşturmaları,
dayanışmaları ve buna mukabele etmeleri en yüksek seviyeye
çıkar.” Akıllı bir adam. Bugün Türkiye Batı’nın bu
oryantalist, bu hegemonik, Türkiye’yi yeni şartlarda kabul etmeyen,
bölgede bir aktör olarak görmek istemeyen, bunun aracı olarak da
birtakım evrensel değerleri kullanan dili karşısında
gene kendi eleştirilerimizi yapalım içimizde ama millî meselelere
ilişkin ortak bir saf oluşturma zorunluluğuyla karşı
karşıyadır. Çok çeşitli örnekleri var.
Kıymetli
arkadaşlar “diktatörlük” diyorsunuz sabah akşam. Diktatörlüklerde
muhalefet olmaz, olur mu? Diktatörlükler muhalefeti kabul etmez, yahut da cici
muhalefet vardır, haşmetmeabın muhalefeti vardır çünkü
diktatörler kendilerine söz söylenmesine tahammül edemezler. Ben şimdi ana
muhalefet partisine desem ki “Siz haşmetmeabın muhalefeti misiniz?”
Kabul etmeyeceklerdir, infial göstereceklerdir. Doğrudur çünkü değiller.
Çünkü onlar bir muhalefet hareketliler ve bizimle, iktidarla taban tabana
zıtlar. Demek ki aynı zamanda bulunduğunuz konum,
kullandığınız dil, muhalefet karakteriniz Türkiye'nin o
“diktatörlük” lafları var ya, onları tekzip eden bir gerçekliktir.
Diktatörlüklerde
seçim olmaz, seçim sadece gösteridir. 2019 seçimleri için ümidiniz var mı?
MUSA
ÇAM (İzmir) – Var tabii.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Var değil mi Musa Bey?
MUSA
ÇAM (İzmir) – Ne demek! Ne demek!
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Tabii ki. Çünkü ancak diktatörlüklerde ümit
olmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSA
ÇAM (İzmir) – Ne demek Hocam! Ne demek Hocam!
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Sizin ümidiniz var, olacak tabii, olacak.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Çünkü siz diktatörlerin olduğu ülkede
figüran değilsiniz.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Size yakıştı mı? İnsanların
mevkisi, makamı ne kadar büyükse o kadar alçak gönüllü olur, o kadar alçak
gönüllü olur.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Sayın Bostancı, şüpheniz mi var burada?
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Siz demokratik bir ülkede gerçek bir
muhalefetsiniz, sizi övüyorum ama iddianızın söylemini tespit eden
gerçekliğimize işaret ediyorum.
BAŞKAN
– İki dakika veriyorum efendim.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Sayın Başkanım, bakın…
MUSA
ÇAM (İzmir) – Hocam, 2019’da seçim yapmamayı mı
düşünüyorsunuz yoksa, onu mu ima etmek istiyorsunuz?
BAŞKAN
– Musa Bey, müsaade eder misiniz efendim. Müdahale etmeyiniz lütfen.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Hiç anlamamışlar.
NECDET
ÜNÜVAR (Adana) – Bence bir tekrar edin Hocam.
İLKNUR
İNCEÖZ (Aksaray) – Bir daha açıklayın Hocam.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Kıymetli arkadaşlar, bakın, süreç
içerisinde çeşitli yaklaşımlarınız oldu. Mesela,
hafızam beni yanıltmıyorsa Genel Başkanınız
Sayın Kılıçdaroğlu bir zamanlar “Gandhi Kemal”di değil
mi? Ne oldu “Gandhi Kemal”e? Ne oldu, ne oldu? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUSA
ÇAM (İzmir) – Ne oldu, ne oldu söyle. Yakışıyor mu!
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Birazdan buraya gelecek.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bakın, Mahatma Gandhi İngiliz
emperyalistleriyle mücadele etti ve hep Mahatma Gandhi kaldı. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Gandhi gibi
olacaksanız, gerçekten Gandhi olacaksınız, bir proje olarak
değil, gerçekten Gandhi olacaksınız. Ne oldu? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUSA
ÇAM (İzmir) – Hocam, söyle o projeyi, söyle!
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Şimdi ne var? Şimdi -yine tırnak
içerisinde söylüyorum- bir tür savaşçı Kemal var, yeni proje bu; tam
da Gandhi’nin tersi.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Antiemperyalist, antiemperyalist!
BAŞKAN
– Sayın Çam, lütfen...
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Savaşçı Kemal, bu da tutmazsa,
bilmiyorum, yeni proje ne olacak? Bakın, bunlar sonuçta halkın kafasında
“Acaba her şey propaganda ve bir proje mi?” duygusu uyandırır,
emin olun, öyle olur.
Kıymetli
arkadaşlar, iktidara ilişkin çok sözler söylüyorsunuz,
eleştiriler yapıyorsunuz, burada Sayın Başbakan
konuşurken belediyelere ilişkin soruşturmalardan bahsediyor, “AK
PARTİ’li belediyelere ilişkin açılan soruşturma...” dedi,
oradan arkadaşlar seslendi “Yoktur, yoktur!” diye. Sayın
Başbakan “Bir dakika, 91 tane.” dedi. Sonra CHP’yle ilgili “27” dedi. Bunu
söylediğinde de...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – ...anında “Elbette çünkü yolsuz olan
sizsiniz.” Yani buradan öbür tarafa geçen...
BAŞKAN
– Sayın Bostancı, efendim, şöyle bir eklenti var: Bülent Bey
“Beş dakikamı aktarıyorum." diyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Kendi aranızdaki hadisedir bu,
siz bilirsiniz.
Beş
dakikanız daha var.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Feda olsun!
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Sayın Melih Gökçek’le alakalı
açılmış bir dava var mı?
BAŞKAN
– Ben, yalnız, rica edeyim, insicamı bozmayınız.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Yani, aynı anda, daha Başbakan
sayıyı telaffuz etmeden “Yoktur, yoktur!” deyip sayıyı
söylediğinde de “Çoktur, çoktur!” pozisyonuna geçmek, ilginç değil mi
arkadaşlar?
AKİF
EKİCİ (Gaziantep) – Ne diyor ya? Anlamıyorum ben, ne
söylediğini anlamıyorum.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Anlamıyor musun?
AKİF
EKİCİ (Gaziantep) – Bir şeyler söylüyorsunuz ama
anlamıyorum.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Olabilir ama emin ol halkımız
anlıyor. Zaten, mesele nedir siyasette -önemli bir konu- biliyor musunuz?
Anlaşılmaktır, anlaşılmak. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Kıymetli
arkadaşlar, şunu söyleyeyim: İktidara yönelik elbette her türlü
eleştiriyi yaparsınız ama bunların bir haklılık
hani bir de -çok kullanıyorsunuz ya o kelimeyi- adalet anlamı
taşıması gerekmiyor mu, adalet, adalet? Sizin iktidara yönelik
eleştirilerinizde -ben de size söyleyeyim- adalet var mı? Adalet yok.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bir muhalefetin bu
tür iddialara ilişkin en test edileceği yer, iktidara karşı
sergilediği tavırdır. Eğer siz iktidarın
yaptıklarına, ettiklerine, söylediklerine ilişkin adil bir
değerlendirme yapamıyorsanız adalet talebinin öznesi
değilsinizdir; “adalet” kavramı da, biraz önce söylediğim gibi,
sadece bir proje olarak halkın aklına yazılır.
Kıymetli
arkadaşlar, iktidarlar şüphesiz kusurludurlar çünkü gerçeklik
öyledir. Kusurlu olmayan hayallerdir, kusurlu olmayan ideallerdir. Siz,
hayaller ve idealler evrenindesiniz çünkü gerçeklikle test edileceğiniz
bir iktidar durumuyla -genel siyaset için söylüyorum- bununla test
edilmiyorsunuz.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Hocam, sizin hiç hayaliniz yok mu?
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Hani diyorlar ya aydınlar için “Epistemik
statüsü eleştiri olan yaralı bilinç.” Tabii ki eleştiri olur
çünkü aydınlar konuşurlar, fikirlerini söylerler, çok
kıymetlidir ama yapıp edenlerin sırtındaki yumurta küfesi
aydınlarda yoktur. Bakın tarihe, bunun sayısız
örneğini de görürsünüz.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – O yüzden onları hapsederiz.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Öyle değil işte, o senin hükmün. Ben
bu hükme katılmam, bu değerlendirmen çok yanlış.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Bu bir tartışma konusu değil, hapishane
aydın dolu.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Aydınlara her ülkenin ihtiyacı
vardır, Türkiye'nin daha fazla vardır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bizim bu eleştirilerden
gocunacak bir tarafımız yok. Bizim istediğimiz, hakkaniyet ve
adalet. İktidar kusurludur ama iktidar,
halkın katında yapıp ettikleriyle mukayeseli bir şekilde
değerlendirildiğinde hiç şüphesiz diğerlerinden daha az
kusurlu olduğu için iktidardır, kusursuz olduğu için değil.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) O yüzden ideal
normlar üzerinden bize yapacağınız eleştirilerin bir
kıymetiharbiyesi yok, hayat bunu reddeder. Sayısız örneği
vardır, size şunu söyleyeyim: Bu iktidar, şüphesiz, ne yaparsa
yapsın, en güzel işleri bile yapsa eleştireceksiniz. Bu iktidar
suyun üzerinde yürüse herhâlde dönüp halka dersiniz ki: “Gördünüz, yüzme
bilmiyorlar.” Eleştiriniz böyle olur. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Kıymetli arkadaşlar, bizim
coğrafyamız zor bir coğrafya. Bu coğrafyada terör emperyal
hegemonyanın stratejik bir aracıdır. Demokrasi isteyen, özgürlük
isteyen, halkların kardeşliğini isteyen herkesin bu
coğrafyada teröre karşı olması lazım. Bu
coğrafyada kardeşlik isteyen herkesin demokratik zeminleri
desteklemesi, güçlendirmesi, özgürlüklerin yanında olması lazım.
AK PARTİ 2002’den bu yana, bu Türkiye
şehirleşsin, bu Türkiye büyüsün, daha demokratik, daha özgür olsun
diye çalıştı. Ama emin olun AK PARTİ’nin bu on altı
yıllık iktidarı döneminde bu iktidarın başına
gelenler de pişmiş tavuğun başına gelmedi, görelim.
Bunları değerlendirirken biz hepimiz demokrasiye ve özgürlüklere
sahip çıkarsak burada emperyal hayaletler dolaşmaz. Eğer terörün
şöyle veya böyle yanında yer alırsak emperyal…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – …siyasetlerin
lejyonu olan çeşitli grupların aparatı oluruz, onlar
tarafından araçlaştırılırız.
Şunu da unutmayalım: Dünyanın
geleceğine ilişkin George Orwell’den
bahsedilir; “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”, diktatörlük… “Büyük Ağabey
Herkesi Takip Edecek.” Öyle bir şey yok. Tam tersi şu var: Yeni dünya
düzeninde emperyal siyasetler insanların arzuları ve istekleri
üzerinden, onların talepleriyle kendi egemenlik taleplerini
birleştirerek hegemonyalarını kuracaklar. Şu bölgemizdeki
etnisiteye ve mezhep meselesine ilişkin sanki kendini
kurtarıyormuş gibi davranan, kendi arzuları, istekleri,
özgürlüğü için uğraşıyormuş gibi görünenler,
aslında büyük resmin içinde o emperyal hayaletin parçası olma
gerçekliğiyle karşı karşıyalar. Bu coğrafyada
Türk’ün, Kürt’ün, Arap’ın, Acem’in, herkesin kardeşliği ortak
iradelerinde. Bunu unutmayalım ve teröre karşı
çıkalım.
Çok
teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından “Bravo Hocam.” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bostancı.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan…
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan…
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.21
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.45
BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN
KÂTİP ÜYELER : Mücahit
DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Mehmet Necmettin AHRAZOĞLU (Hatay)
----0-----
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45’inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2018
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki
görüşmelere devam ediyoruz.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bir dakika.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Başkanım…
BAŞKAN
- Söz talebiniz vardı, buyurun söz vereyim efendim. Yerinizden rica
edeyim.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – 3 kişiyiz, hangimiz?
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, bu oturumu kapatmadan önce zatıalinizden söz
istemiştim. Aynı oturum içerisinde sataşmadan söz
istemiştim.
BAŞKAN
– Rica ediyorum, oturduğunuz yerden buyurunuz.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Zatıaliniz de sataşmadan söz vereceğim
dediniz.
BAŞKAN
– E, söz veriyorum.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Müsaade ederseniz kürsüden.
BAŞKAN
– Veriyorum, lütfen yerinizden konuşunuz çünkü İç Tüzük’e göre
birleşim oturumla bölündüğü zaman, yeni
açıldığında oturarak konuşma hakkı var, İç
Tüzük’te öyle efendim.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Öncesinde talebimiz ama.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Ben de sizin adil yönetiminize dayanarak böyle bir
eleştiriden sonra hemen kalkıp da sizden söz istedim ki siz bunu
söylemeyin diye, siz de büyük bir nezaketle “Ben size, gelince sataşmadan
söz vereceğim.” diye bana işaret ettiniz.
BAŞKAN
– Size söz vereceğim dedim efendim, sözümde aynen duruyorum.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Tamam, ben de o oturum içerisinde söz istedim.
BAŞKAN
- Aniden de kalkma hadisesi şöyle: Belli bir zaman içinde kalkmam
gerekiyordu, herhâlde hoş görmüşsünüzdür. Dolayısıyla
kalkmak zarureti de vardı, ondan dolayı kalktım.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Onda hiçbir beis yok efendim.
BAŞKAN
- Ben rica ediyorum, buyurun oturun, mikrofonunuzu açıyorum Sayın
Grup Başkan Vekili.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, iktidara tanıdığınız
hakları muhalefete de tanırsanız hepimiz sizi saygıyla
sevgiyle anarız. Ben de sizden, kürsüden konuşmayı rica ediyorum
efendim.
BAŞKAN
- E, ben de diyorum ki efendim: İç Tüzük’e göre birleşimler
oturumlarla bölünür
malumualiniz. Aynı şekilde
hakkınızı kullanın. Rica edeyim. Mikrofonu açalım
efendim.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ama yani bu…
BAŞKAN
- Bir şey yok, istediğiniz gibi konuşacaksınız. Süre
de size aynı buradaki gibi olacak. Oturum, yeni bir oturum olduğu
için –İç Tüzük böyle diyor- öyle yapalım lütfen. Bir kastım yok
efendim. Buna inanınız, bir kastım yok.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ama talebimiz öncesiydi.
BAŞKAN
- Buyurun. Hem zapta geçiyor hem takip ediliyorsunuz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Doğru olmadı Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Beyefendi, buyurun efendim.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
13.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un,
İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in
yaptığı konuşmaların hiçbirine
katılmadığına ilişkin açıklaması
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Ben Filiz Hanım’ın, HDP Grup Başkan Vekilinin
burada yaptığı konuşmaların hiçbirine
katılmıyorum, doğru konuşmalar değildir. Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına kendisini eleştiriyoruz efendim. Gerçek
dışıdır.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sataşıyoruz efendim.
BAŞKAN
- Filiz Hanım, buyurun efendim.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Açıktan bir
sataşma söz konusu. O nedenle, sataşmadan söz istiyorum efendim.
Oturumu açmışsınız madem.
BAŞKAN
– Bu bir hülle mi oldu yani?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Size yardımcı olmaya çalışıyoruz
efendim.
BAŞKAN
– Ama sataştığınız husus, yine konu
dışına çıkmamak üzere, o şartla çerçevelidir. Oysa
siz, herhâlde bütün diğer konuşmalara da cevap verecektiniz.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Vallahi ben karar veririm
neye cevap vereceğime Sayın Başkan, yeterli şeyim var.
BAŞKAN
– Yani oturduğunuz yerden, mikrofonunuz da açık, istediğiniz
kadar da, üç dakikalık konuşma hakkınızı
kullansanız ne olur?
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Efendim, siz zaten
verseydiniz bitmiş olurdu. Yani sonuçta biz öncesinde talep ettik.
İhtiyaçlar olabilir, buna hiçbirimizin bir itirazı yok. Ama sizin de
aynı şekilde, iki grup başkan vekili ayağa
kalkmıştı ve söz istedi. Yani sizin nezaketiniz de, Meclis usulü
de oradan söz vermekti.
BAŞKAN
– Sayın Grup Başkan Vekili, kabul ediyorum, ben mazeretimi ifade
ettim.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ona bir
itirazımız yok efendim.
BAŞKAN
– Dedim ki, oturumlar arasındaki farklılık yüzünden
oturduğunuz yerden konuşmanız gerekiyor. Fakat Engin Bey, siz
yol açtınız, bir hülle oldu bu. Bir zamanlar hülle partileri
vardı hani, davulu delen jaguar filan...
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Doğru efendim.
BAŞKAN
- Şimdi, buna benziyor. Buna lüzum yoktu. Ben mikrofonunuzu açıyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hâlâ vermiyor.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Yani efendim…
BAŞKAN
- Hayır, bir dakika… İlle burası o kadar mühimse -ki mühimdir-
orası da en az burası kadar mühimdir. Siz illa burası diyorsunuz.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Evet.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Evet.
BAŞKAN
– Vazgeçmiyorsunuz.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Evet efendim.
BAŞKAN
– Allah Allah.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Hayır, sizin
ısrarınızı anlamak zor yani.
BAŞKAN
– Buyurun efendim. (HDP sıralarından alkışlar)
Mesele
etmeyelim. Hayır, bunlar için mesele etmeyelim, mesele değil.
Reçeteyi
siz buldunuz, Tüzük demek ki biraz eksik.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Filiz
Kerestecioğlu Demir’in, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un
yaptığı açıklaması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Yani, gerçekten, sizin
ısrarınızı anlamak mümkün değil.
Sayın
CHP Grup Başkan Vekili, konuşmalarımızı eğer
yeterince dinlemiş olsaydınız, siz de gerçekten
anlardınız ne demek istediğimizi.
Şimdi,
ben özellikle şunu söylemek istiyorum: Şimdi, sınırlı
kelime haznemiz olduğundan, imaj yaratma sanatını
yaptığımızdan… Bütün muhalefet için bu sözleri
kullandı Sayın Naci Bostancı ve…
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bütün muhalefet için değil.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Bize de aynı şekilde
yönelerek söylediniz.
“A4
kâğıdına da sığan sözler.” dediniz. Şimdi, bunu
baştan reddediyorum ama A4 kâğıdına, gerçekten, demokrasi
talebi sığar, özgürlük talebi sığar, eşitlik talebi
sığar; bunlar yoksa bir ülkede, tekrar tekrar, o A4
kâğıdına sığan şeyler tekrar edilir, aynı
zamanda böyle bir şey de var.
İkinci
nokta ise “millî politika” diyorsunuz. Antiemperyalizm olmadan, aslında
antikapitalizm de olmadan millî politika falan olmaz. Yani ülkenin her
tarafı Amerikan üsleriyle doluyken, siz Adıyaman tütününü Philip
Morris kazansın diye kalkıp yasaklarken ya da altında “Kudüs”
yazan Mavi Marmara Anlaşması’na imza atarken millî politika olmaz;
bunun adı algı operasyonudur, işte o sizin dediğiniz
şeydir, bağırıyormuş gibi yapıp aslında
bağırmamaktır.
Şimdi,
biz Filistin’de Filistin halkıyla beraber mücadele etmiş
insanların geleneğinden geliyoruz. Biz, ölüme giderken, idama
giderken “Yaşasın halkların kardeşliği!” diye
bağırmış olan Deniz Gezmiş’in geleneğinden
geliyoruz. Yani antiemperyalizm, öyle, bugün her türlü anlaşmayı, her
türlü şeyi yabancı sermayeyle yaparak olacak bir şey
değildir. Biz, Batı’nın sömürgeci politikalarına
karşı gelen sol gelenekten de geliyoruz, bunu ifade etmek istedim.
Teşekkür
ediyorum.
HALİS
DALKILIÇ (İstanbul) – Biz de “Dünya 5’ten büyüktür.” geleneğinden
geliyoruz efendim. İtiraz ediyoruz “Dünya 5’ten büyüktür.” diye,
gerçekleştiriyoruz.
BAŞKAN
– Engin Bey, buyurun.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, sayın grup sözcüsü…
BAŞKAN
– Tabii tabii, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Yolu
açtınız, ikinize ait ama.
2.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, İstanbul
Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – AK PARTİ Grubunun Sayın Grup Başkan Vekilinin
çok veciz konuşmalarını büyük bir dikkatle dinledik değerli
arkadaşlar.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bizi eleştirirken, gerçekten,
üç yüz kelimelik bir A4 kâğıdına sığacak kadar bir
muhalefet anlayışımızın olduğunu söyledi ve bu
Batı hayranlığından da bahsederken Batı
hayranlığında “oryantalist” “hegemonik” gibi bazı
kavramları kullanarak, Batı dilinden uzak, tüm
halkımızın net bir şekilde anlayacağı bir dil
kullandığı için kendisine çok teşekkür ediyoruz(!)
Öncelikle bu.
İkincisi:
“Biz halktan alıp halka veriyoruz. Eğer bunu
yaptığımız için eleştiriliyorsak bu
yanlıştır.” dedi. Bakın, Muammer Güler’in oğlu
Barış Güler’in 400 bin TL, 320 bin eurosunu alıp, el koyup ondan
sonra halktan aldıkları paralarla, 90 bin dolar faizle iade
ettiklerini hepiniz hatırlıyor musunuz? (CHP sıralarından
alkışlar) İşte bu, onların kendi
yandaşlarına halktan alıp da verdikleri bir paradır.
Rıza Sarraf’ın 17 Aralıkta el konulan paralarının iade
edildiğini milletimiz gayet iyi, net hatırlıyor. Bu Rıza
Sarraf şimdi Amerika’da, Bakanlara rüşvet vermekten
yargılanıyor. 1 milyon 800 bin euro
karşılığında 60 bin dolar faiz ödenmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, siz, Kemal Kılıçdaroğlu için her
şeyi söylersiniz de Allah aşkına, kimin emperyalizme
karşı olduğunu söylerken ayağınız yere
bassın. Sizin dünya lideriniz değil miydi “Ben BOP’un eş
başkanıyım, Amerika Birleşik Devletleri’nin biricik
evladıyım.” diyen? Yazıklar olsun! (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Evet, buyurun Sayın Kürkcü.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, Sayın Bostancı
konuşması sırasında şahsen adımı zikrederek
suçluluğumdan söz etti. Buna yanıt vermem gerekir.
Sataşmadan
söz istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun, yerinizden lütfen.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Neden yerimden?
BAŞKAN
– Yerinizden. Ben iki grup başkan vekiline evet dedim ve konuştuk.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Grup başkan vekilleri ayrı bir statü…
BAŞKAN
– Size sataşmadan dolayı söz hakkı veriyorum. Lütfen
oturduğunuz yerden söyleyin.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sataşma karşısında…
BAŞKAN
– Sayın Kürkcü, lütfen buyurun.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sataşmadan söz ediyorum.
Herkesin durumu eşit, grup başkan vekilleri daha eşit
değiller.
BAŞKAN
– Çok farklı, farklıdır efendim.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Nasıl farklı?
BAŞKAN
– İç Tüzük’e bir bakın, farklı olduğunu görürsünüz.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – İç Tüzük’te böyle bir şey yok. Ben
şahsıma yönelik…
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Şahsına
sataştığı zaman onun adına ben cevap veremem.
BAŞKAN
– Filiz Hanım, ben söz hakkına mani olmuyorum. Ama rica ediyorum,
buyurun…
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, bu hiyerarşik tavrı
bırakın lütfen. Grup başkan vekilleri ayrı, vekiller
ayrı diye bir şey yok çünkü şahsen muhatap oldum, buna
yanıt vereceğim.
BAŞKAN
– Ayrıdır efendim. Türkiye'deki, demokratik ülkelerdeki sistem budur,
grup sistemi budur. Grup başkan vekilleri farklıdır, istedikleri
zaman konuşurlar.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, ben grup adına söz
istemiyorum, şahsıma sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN
– Ben de size sataşmadan dolayı söz veriyorum. Lütfen…
Açacağım mikrofonunuzu.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sataşmadan söz oradan cevaplanıyor. Hiç ben
buradan cevaplamadım bugüne kadar.
BAŞKAN
– Efendim?
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Hep oradan cevaplıyoruz.
BAŞKAN
– Hayır, hayır.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Nasıl hayır?
BAŞKAN
– Bulunduğu yerden de olur.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan,
grubumuza sataşmadan dolayı ben söz aldım, grubumuza.
BAŞKAN
– Evet.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ama bir vekil, bir
milletvekili, buraya kadar gelmiş bir vekil kendi adı zikredilerek
kendisine sataşılıyorsa onun adına grup başkan vekili
cevap vermek durumunda değildir.
BAŞKAN
– Vermez, tabii. O sizin takdiriniz.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – O zaman Ertuğrul Bey…
BAŞKAN
– Şimdi, ben size şunu söylüyorum: Bakınız, bir kişi,
bir milletvekili, önceki toplantıda, bir önceki toplantıda kendisine
ait bir sataşma var ise buna karşı cevap verme hakkına
sahiptir…
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – E, kalktı ayağa,
vermediniz kimseye.
BAŞKAN
– …o hakkını ben tanımak zorundayım ve rica ediyorum,
oturduğunuz yerden lütfen konuşunuz.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, benim söz istediğimi
bildiğiniz hâlde toplantıyı kapattınız. Gördünüz benim
söz istediğimi.
BAŞKAN
– Hayır, hayır, ben Filiz Hanımefendi ile Beyefendi’yi gördüm.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Hayır, üçümüz birden
kalktık efendim.
BAŞKAN
– Efendim, sanki bir mesele varmış…
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Yani bir vekilin sözünü…
BAŞKAN
– Yapmayın, rica ediyorum.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ama işte mesele
yaratan sizsiniz.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Divan ne işe yarıyor Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Neden yani, neden?
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Bir vekilin sözüne itibar
edin yani üçümüz birden ayaktaydık.
BAŞKAN
– Sizin hakkınız oradan konuşmaktır,
hakkınızı tanıyoruz.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Hayır Başkan, ben usullerin bu şekilde her
durumda değiştirilmesine itiraz ediyorum.
Evet,
söz hakkımı istiyorum fakat bütün arkadaşlara da soruyorum: Usul
nedir arkadaşlar?
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Hep bize oradan veriyorlardı bugüne kadar.
Ayrımcılık yapıyorlar ya!
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Siz de elinizi vicdanınıza koyun, buradan
vermiyor muyuz yanıtları? Buradan veriyoruz.
BAŞKAN
– Beyefendi, buyurunuz, yerinizden sataşmaya cevap…
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Hayır Başkan…
BAŞKAN
– Allah Allah!
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – …oradan konuşmam gerekiyor.
BAŞKAN
– Efendim, konuşma hakkınız doğrudur, lütfen buyurun,
konuşmanızı yapın.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, Meclisin bütün, hem
kurallarını…
BAŞKAN
– Burayı ben idare ediyorsam, ben de bunu söylüyorsam, bir İç Tüzük’e
göre de söylüyorsam lütfen buyurun efendim.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – “Diktatör” deyince de ağlıyorsunuz o zaman.
BAŞKAN
– Değilim ki hem canım.
ZİYA
PİR (Diyarbakır) – Konuşmanın içeriğini de belirleyin
o zaman.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Kürkcü.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
14.- İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün,
Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 503 sıra
sayılı 2018 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504
sıra sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, hakikaten Meclisin konuşmaya
dayalı bir yer olduğuna dair bütün şüphelerim ayaklandı.
Yani konuşmamaya dayalı bir Meclisimiz mi olacak?
Şimdi
ben Naci Bey’e şunu söylemek istiyorum: Benim söylediklerim eğer çok
zorlarsa anlamış olduğu gibi telaffuz edebilir.
İki
şey; birincisi, ben doğrudan doğruya kendileri ve
müttefiklerinin kullandığı kavramları onlara iade ediyorum.
“Suç” lafını ben atmadım ortaya,
“Cumhurbaşkanının daimi olarak suç işlemesi kabul edilemez.”
diyen ben değilim. Ben bunun üzerine o zaman suç üzerine bir yeni rejim
tesis edildiğini ister istemez söyledim. Dolayısıyla
alınganlık yapacak bir şey yok.
İkincisi:
“Atı alan Üsküdar’ı geçti.” menkıbesi bir at
hırsızlığı menkıbesidir, atını çalanın
atını gidip çalmakla ilgilidir. Dolayısıyla bunun bir
başarı öyküsü olarak anlatılmasındaki garabete dikkat
çektim.
Nihayet
üçüncüsü: Suçluluğa gelince, evet ben Naci Bey’in nezdinde ve müesses
nizam nezdinde çok suç işlemiş bir insanım. Şu an 15 ayrı
davadan yargılanıyorum, dolayısıyla beni suçlu olarak
görmesinde bir şey yok. Ben kendimi suçlu görmüyorum ama daimi olarak
suçsuz, haklı ve herkesi yargılayan bir konumdan aslında suç
üzerine bir yeni rejim tesis edilmesindeki ironiyi dile getirmek o kadar
üzülecek bir şey değil.
Nihayet
sonuncusu: Ya, ben Naci Bey’in konuşmasının içeriğinin
tamamına baktığımda muhalefet yani biz ve diğer
muhalefet partileri o kadar lüzumsuz işlerle uğraşıyoruz ki
Naci Bey otuz dakika bunun üzerine konuşuyorsa aslında…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Bitireyim.
BAŞKAN
– Buyurun.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Şunu söyleyerek bitireyim…
BAŞKAN
– Lütfen.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Aslında, dediği kadar önemsiz ve değersiz
göremez ve görmüyor da zaten. Öyle olmasaydı, bu kadar değersiz ve
önemsiz bir muhalefet ve onların değersiz içeriklerine otuz dakika
yetmedi, ödünç dakikalarla yanıt vermeye gerek olmazdı. O yüzden,
ben, muhalefetten de bir şey öğrenilebileceğini bir kenara
yazmasını not ederim.
Nihayet,
sonuncusu, Marx’ın dediği gibi “Acı hakikatler tatlı dille
anlatılamaz.” Acı hakikatlerden konuşuyoruz.
Teşekkür
ederim. (HDP sıralarından alkışlar)
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Naci Bey, buyurun efendim.
15.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci
Bostancı’nın, muhalefetin söyleminin önemsiz ve değersiz
olduğu şeklinde bir görüş beyan etmediğine ilişkin
açıklaması
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, ben muhalefetin
tüm söylemine ilişkin “önemsiz, değersiz, bir kıymeti yok”
şeklinde bir görüş beyan etmedim, tutanaklara bakabilirler. Aksine,
muhalefetin demokrasiler için ne kadar önemli olduğunu, bütçe
görüşmeleri dâhil çok kıymetli konuşmalar
yapıldığını da söyledim. Benim itiraz ettiğim,
burada kimi görüşmelerde 300 kelimeye dayanan ve tekrarlar üzerinden
ajitatif, provokatif bir dille müzakere yapılamayacağına
ilişkin bir eleştiridir, bunun örnekleri var. Bu, sonuçta kıymet
hükmüyle anlaşılacak bir husus değil; Meclis müzakereleri,
zabıtlar üzerinden bir söylem analizi yapalım, ayan beyan ortaya
çıkar.
Ayrıca,
benim reddettiğim, provokatif üsluptur ve Sayın Ertuğrul Bey’e
Sayın Kürkcü’ye itiraz ederken böyle bir dilin böyle bir dili
çağıracağını söyledim. Derdimiz müzakere etmekse
kavramları dikkatli kullanacağız, söylemek istediğim budur.
Diğer
taraftan, halktan kaynakları toplama ve ona geri verme. 200 milyar
doları aşkın bir bütçeden bahsediyoruz. Bu iktidar on
beş-on altı yıldan bu yana bunu halkın teyit ettiği
bir adalet ve hakkaniyet üzerinden gerçekleştiriyor; bunun da somut,
nesnel ölçütü seçimlerdir. Şimdi, bu 200 milyar doları
aşkın bütçenin harcanmasına ilişkin gerçekliği,
eğer adalet anlayışınız var ise bir şayiaya ve
iddiaya indirgeyici bir dille değerlendirmeniz doğru olmaz.
Öte
yandan, demokrasi hiçbir biçimde 300 kelimeye sığmaz. Sadece
Sartori’nin Demokrasi Kuramı kitabı bile sığmaz.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ben, işte, o yüzden
yani… Biz de sığdıramıyoruz.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Demokrasi tecrübesi ve buna ilişkin literatür
inanılmaz ölçüde zengindir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Bir dakika, açıyorum.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ve siz demokrasiyi talep ederken, demokrasiye
ilişkin talepte bulunurken elbette sınırlı süre içerisinde
belli kavramlarla konuşursunuz ama arkasına bu müktesebatı
koyarsınız. Yoksa, sürekli kendisini tekrar eden 300 kelimelik bir
dil konuşma değil nara atmaktır. Söylediğim bu.
Teşekkürler.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı (1/887) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(S.Sayısı: 503) (Devam)
2.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı (1/861), 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2016
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin, 2016 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun ve 6085 Sayılı
Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 174 Adet Kamu
İdaresine Ait Sayıştay Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/1187), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca
Hazırlanan 2016 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun
ve 2016 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu ile
2016 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/1188) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (S.Sayısı: 504) (Devam)
BAŞKAN
- Efendim, şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci
söz Grup Başkan Vekili ve Çanakkale Milletvekili Sayın Bülent Turan’a
aittir.
Buyurun
Sayın Turan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz
yirmi beş dakikadır.
AK
PARTİ GRUBU ADINA BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Gazi Meclisimizi, ekranları
başında bizleri izleyen yüce milletimizi saygıyla
selamlıyorum.
2018
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı için AK
PARTİ Grubu adına söz aldım. Bu bütçenin
hazırlanmasında, on beş günden beri görüşülmesinde ve son
güne getirilmesinde büyük pay sahibi olan Maliye Bakanımıza ve
ekibine, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun Başkan ve üyelerine,
bürokratlarımıza, iki haftadan bugüne sürekli katkı
sağlamaya çalışan muhalefet partilerine, iktidar partimize
canıgönülden teşekkür ediyorum. Şehitlerimizi rahmetle
anıyorum. Gazilerimizi minnetle anıyorum. Rabb’im bizi onlara
layık kılsın.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamı üç ana bölüme
ayırmaya gayret edeceğim. Bir tanesi, bütçenin anlamı,
ehemmiyeti üzerine. Bir diğeri, on beş günden beri yapılan
eleştirilerle beraber bütçe verilerine ilişkin bölümümüz olacak.
Ardından da, yine, on beş günden beri çok sert bir üslupla bizi
eleştiren muhalefetin iddialarına cevap vermeye
çalışacağım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe, devletin kendi
kaynaklarını ve imkânlarını rasyonel bir şekilde
gözeterek geleceğe dönük ortaya bir plan çıkarma
iddiasıdır, bir iktidar için yöneticilik
başarısıdır, bir liyakat ölçüsüdür, bir güvenoyudur. Bütçe,
güvenoyu olmanın yanında, demokrasinin özüdür, hesap verilebilirlik
sisteminin de kendisidir ama bütün bunların ötesinde, bütçe, milletimizin
bizlere teslim ettiği bir emanettir. Biz, siyasi
ahlakımızın gereği olarak bütçeyi bir emanet olarak
görürüz. Bütçede tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır diye
biliriz. Asgari ücretle çalışan temizlik görevlisinin de, Van’daki
bir çoban kardeşimizin de Çanakkale’deki bir sanayicinin de, Adana’daki
bir çiftçinin de bütçede payı vardır. Bundan dolayı, bütçemizi
hazırlarken her türlü etkeni düşünmek durumundayız. Mali
disiplini şimdiye kadar bozmadık ve bozmayacağız. Seçim de
olsa, kriz de olsa, uluslararası sorunlar da olsa hiç şimdiye kadar
mali disiplinden taviz vermedik, bu dönemde de vermeyeceğiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türk siyasetinde AK PARTİ bir
ilki başardı. Bütçe hazırlamak bir onurdur, kabul ancak on
altı yıl boyunca bütçe hazırlamak başka bir onurdur.
Demokratik yaşama geçtiğimiz 1950’den bugüne
baktığımızda, en fazla, en uzun bütçe hazırlama
imkânını Demokrat Parti on yılla bulmuş yani bu ülkede, on
yıl bir parti bütçe hazırlama imkânı bulmuş ancak sadece AK
PARTİ on altı yıl gibi -dile kolay- çok uzun bir süre bütçe
hazırlama imkânı bulmuş. Dünya örneklerine
baktığınızda, Japonya, Kanada, İsveç gibi birkaç ülke
dışında hiçbir ülkede bu tarz uzun boylu bütçe hazırlama
imkânı olmamış. Siyasal bilimde bu iddiaya da “hâkim parti”
adı verilmiş. Hâkim parti, kendi içerisindeki dönüşümü
sağlayan, lideriyle ciddi yol yürüyen, neticede, güvenilen parti demek.
Dolayısıyla, on altı yıl boyunca bu iktidar bütçe
hazırlıyorsa artık dünya siyasal kültüründe de hâkim parti olma
hakkını kazanmış yani Türkiye'nin markası olan AK
PARTİ bir dünya markası hâline gelmiştir. (AK PARTİ ve
Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
On
altı yıllık bütçe ancak bizim sorumluluğumuzu
artırır, daha çok boynumuzu eğmemizi, milletimize hizmet etme
zorunluluğumuzu artırır. Çünkü bugüne kolay gelmedik. Zaman
içerisinde hakaret edildi, milletimiz sahip çıktı; iftira
atıldı, milletimiz sahip çıktı; partimiz kapatılmak
istendi, milletimize sığındık, milletimiz sahip
çıktı; Cumhurbaşkanı seçtirmediler, milletimiz sahip
çıktı; 27 Nisan muhtırası oldu, milletimiz sahip
çıktı; 15 Temmuz oldu, her vatan evladı bir Ömer Halisdemir
oldu, meydanlara çıktı ama aynı şekilde bu millete, bu
devlete, bu Hükûmete sahip çıktı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2000’li yılların
başına baktığımızda âdeta dört duvarı örülü
bir ülke idik. Edirne-Kars sınırını aşmayan, vizyonunu
yukarıya kaldırmayan, kısır döngüler, kavgalar,
koalisyonlar, seçimler, IMF’nin her hafta geldiği, ekonomiye ayar
verdiği, işçinin, memurun, çiftçinin enflasyona ezdirildiği
dönemler yaşadık. 1990’lara girmeyeceğim vaktim az diye ama
2000’li yıllar siyaset tarihinde maalesef devalüasyonların
yaşandığı, faizlerin arttığı, enflasyonun
patladığı yıllar olarak gündeme geldi. Ama 3 Kasım 2002’de
millet bu vizyonsuzluğa, bu yanlışlığa bir anlamda el
koydu ve tekrar kendine gelme süreci başladı.
Tabii
ki, şimdiye kadarki her hükûmetin, her partinin bu yıllar içerisinde
katma değeri olmuştur, önemli değerler üretmişlerdir ama
sayısal verilere baktığımızda da bunları
söylemeye hakkımız var diye düşünüyorum.
Hepiniz
hatırlarsınız, IMF’siz hafta olmazdı. IMF’nin,
maaşları belirlediği, şartlı kredi verdiği
zamanları hep beraber yaşadık. Şimdiki gençlerimizin “IMF”
diye bir örgüt var mı yok mu bilgisi bile yok tabiri caizse. Neden? IMF
başka bir yerde, Türkiye başka bir yerde. Artık kendi
ayağını yere sağlam basan, ekonomisini büyülten başka
bir Türkiye var.
Biz
2002’de bu yola başlarken “Uzun boylu bir adam var, endamı güzel,
bugün var, yarın yok.” dediler. “Bir rüzgâr var, gelir geçer.” dediler.
Ama Türkiye'de ilk defa on altı yıl arka arkaya bütçe hazırlama
imkânını, şerefini bu millet AK PARTİ’ye verdi. Ben tekrar
bize bu imkânı veren milletimize teşekkür etmek istiyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütçemize biraz daha yakından
bakacak olursak: Bakınız, sizi böyle çok uzun rakamlara, grafiklere
boğacak değilim. Ama anlaşılsın diye birkaç hususu
tekrar etmek istiyorum çünkü on beş gün, burada “Başarısız bütçe
var.” “Batıyoruz.” “Kriz var.” gibi anlamadığımız,
şaşırdığımız bir iddia ortaya konuldu.
Bütçeye baktığımızda bambaşka bir iddia var ama
anlatılanlara bakılınca başka bir iddia var. Fakat
şaşırmayın, üşenmedim, 2016 yılındaki bütçe
görüşmelerinde ne demiş muhalefet diye baktım, 98’i aynı;
Cumhurbaşkanı düşmanlığı, “Batıyoruz.” “Kriz
geliyor.” Ne demişlerse tersi olmuş. Allah’tan ki milletin
irfanı var, izanı var; etrafına bakıyor, hastaneleri,
yolları, okulları, köprüleri görüyor ve
batmadığımızı görüyor; doların, ihracatın,
enflasyonun hepsinin makul bir seviyede devam ettiğini görüyor.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, 2002 yılında ilk bütçeyi
aldığımızda -bunu unutmayalım lütfen- AK PARTİ
ilk bütçeyi eline aldığında 120 milyar Türkiye'nin bütçesi
vardı, 120 milyar. Şu an eğitim bütçemiz sadece 134 milyar
arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ 2002’de işbaşına geldi, Türkiye'nin bütçesi 120
milyar, sağlık bütçesi 127 milyar şimdi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Düşünebiliyor
musunuz, on altı yıl önceki bütçemizin sadece toplamı kadar bir
kalemimiz var şimdi; eğitim toplam bütçeden fazla, sağlık
toplam bütçeden fazla.
Bunu
niye söylüyorum? Eğitim, sağlık direkt halk demektir, millet
demektir. Hani, her gün bize dediler ya, “Zengine çalışıyor bu
devlet.” “Hükûmetimiz sürekli zenginlere çalışıyor.” Hayır,
sağlık gibi, eğitim gibi ana başlıklar, bu Hükûmetin
en çok iddia ettiği oranlar oldu.
Bakınız,
bütçe açığı 2002 yılında yüzde 11,5. Bugün kaç? Yüzde
2. Hani batıyorduk? Hani enflasyon, faiz, devalüasyon, bütçe
açığı fazlaydı? Rakamlar sizi baştan
aşağı yalanlıyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KAZIM
ARSLAN (Denizli) – Piyasaya bak, piyasaya!
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Millî gelir o yıllarda 3.500 dolar, bugün 11 binleri
geçti. O yıllarda Türkiye'nin uluslararası arenada ekonomik
karşılığı alt orta gelir seviyesi, bugün üst orta
gelirdeyiz ama bizim bu millete borcumuz var; inşallah, yüksek gelir
seviyesine çıkaracağız bu milletimizin ekonomik
gelişmişliğini. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Türkiye'nin
dışında tüm dünyada ekonomiler küçülürken, krizler varken, Çin
ve Hindistan hariç, tüm Avrupa’da ortalama yüzde 1 büyüme, ABD’de 3 büyüme
varken Türkiye 5’leri geçti, 6’ları geçti, 11’lere geldi. Türkiye'nin bu
ekonomik büyümesi bir başarı hikâyesidir. Kimin zerre kadar
emeği varsa, oy verenden mahalle başkanına, ilinden, ilçesinden
bakanına, Başbakanına, Cumhurbaşkanına kadar
teşekkür borcumuz var.
Değerli
arkadaşlar, dünyanın şu an 13’üncü büyük ekonomisiyiz.
Cumhuriyetimizin 100’üncü kuruluş yıl dönümünde inşallah 10’uncu
büyük ekonomiye sahip olmak için gece gündüz gayret ediyoruz.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Hangi ülkeden bahsediyor ya?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, en çok dile
getirilen bir eleştiri de “Kamu borç yükü orantısız.” denildi.
Çok zor değil, baktık, bize benzeyen Arjantin yüzde 52, Brezilya 69,
Çin 46 diye devam ediyor. Gelişmiş ülkelere bakıyoruz: Fransa
96, Japonya 250, İtalya 132 ama Türkiye sadece yüzde 28.
Bakınız, yüzde 28 kamu borç yükümüz var.
LALE
KARABIYIK (Bursa) – Özel sektör borçlarına da bakın.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Bundan daha sağlam bir ekonomi olabilir mi? Bundan daha
güçlü bir ekonomi iddiası olabilir mi?
LALE
KARABIYIK (Bursa) – Özel sektörden de bahsedin.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Ama o kadar yalan söylediniz ki artık siz de
inanmıyorsunuz bunlara. Hiçbir karşılığı
kalmadı, hiçbir inandırıcılığı kalmadı.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Biz rakamlarla konuşuyoruz.
LALE
KARABIYIK (Bursa) – Özel sektörü söyleyin, ihracatı ve ithalatı
söyleyin.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – “Bütçe açığı var.” dediler. Bakıyoruz,
hiç zor değil, 1992-2002 yıllarında yüzde 6,5
açığımız varken, bugün OECD ülkelerinde 4,8’ken şu an
bizim yüzde 2’lerde. Şunu demek istiyorum: Bütçe
kitapçığını yırtacağınıza
okusaydınız, bunları görseydiniz. Şov
yapacağınıza ders çalışsaydınız, bunu
görseydiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, biz bunları yaparken ekonomiyle beraber demokrasimizi de
büyüttük. Demokrasi ile ekonominin ayrılmaz bir ikili olduğunu
düşündük.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Demokrasinin “d”si kalmadı Bülent, demokrasinin
“d”sini bırakmadınız.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Her alanda iddiamızı ortaya koyduk. 1990’lı
yıllarda dünyada sadece yüzde 13 şehirlerde yaşarken bugün yüzde
50’lere çıktı. Biz bu dönüşümün ne olduğunu biliyoruz, buna
göre ekonomik tedbirler alıyoruz, şartlarımızı revize
ediyoruz. Anadolu’nun artık her yerinde, Osmaniye’sinde, Çorum’unda,
Çanakkale’sinde, Antep’inde yerel insanlarımız…
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Sanki Norveç’te yaşıyorsunuz.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – …küçük KOBİ’lerimiz büyümeye başladı, sanayi
sitelerimiz ayağa kalkmaya başladı, tüm dünyaya ihracat yapan
bizim kendi müteşebbisimiz olmaya başladı.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Üniversite mezunları arasında işsizlik
yüzde 43.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – On beş gün dinledik; bağırdınız,
sustuk; hakaret ettiniz, sustuk; kapatıyoruz…
LALE
KARABIYIK (Bursa) – Doğru rakamları söyleyin, doğru rakamları.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Rakam söylüyorum, bir şey söylemiyorum. Lütfen on dakika
sabredin.
LALE
KARABIYIK (Bursa) – Vatandaşa gerçek rakamları söyleyin.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Sataşıyorsunuz, cevabımdan incinirsiniz. Bence
sataşmayın, incinmeyin.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Yok, biz incinmeyiz. Doğruları söylüyoruz.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Bakınız, bunu yaparken işin özü, sadece
millete güvenmek. Millete güvendik ve bunları yapma imkânı bulduk.
LALE
KARABIYIK (Bursa) – Dış ticaret açığını söyleyin.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Bakınız değerli arkadaşlar, İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra,
savaşın etkisiyle beraber, savaştan
çıkmadığını zanneden, otuz yıl boyunca
savaştaymış gibi davranan Japon askerleri vardı, aynı
size benziyor, aynı şeyleri tekrar ediyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Dünya başka,
değişmiş, savaşlar bitmiş ama hâlâ dağ tepe gezip
savaş var zanneden Japon askerleri gibisiniz. Siyaset yok, dedikodu var;
vizyon yok, felaket tellallığı var; inanç yok, kötümserlik var.
LALE
KARABIYIK (Bursa) – Hayal dünyasında yaşıyorsunuz!
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Hayal görüyorsunuz hayal!
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Madem ülke bu kadar kötü niye iktidar olamıyorsunuz?
Madem bu kadar başarısızız, batıyoruz niye iktidar
olamıyorsunuz arkadaşlar? Demek ki bir yerde bir yanlış
var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız,
bütçemizde bir adım daha öne geçip birkaç ana başlığı
beraber değerlendirelim.
Eğitim
ilk defa AK PARTİ’li yıllarda en büyük kalem hâline geldi. Önceden
sadece millî savunmaydı, şimdi millî eğitimle ilgili önemli
adımlar attık. Neredeyse seksen yılda yapılandan fazla
derslik yapma imkânı bulduk. Eğitim alanını
demokratikleştirdik. Artık bu ülkede, kat sayı
meselesiymiş, başörtüsü meselesiymiş, çok farklı dillere
imkân verme gibi meselelermiş, hiçbir sorunumuz kalmadı, hem
ekonomimizi büyütürken hem demokrasimizi büyüttük.
Bakınız
değerli arkadaşlar, sağlıkla ilgili sayfalarca
anlatabilirim.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Gemiler…
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Her ilimizde hastaneler, aile hekimliği, birçok mesele
var ama somut veri olsun diye söyleyeceğim: Son on beş yılda
bebek ölümlerine baktığımızda -ki bu, sağlık
gelişiminde önemli bir parametredir- ölüm hızı binde 31’den
binde 7’ye düşmüş, anne ölümlerimiz binde 64’ten binde 14’e
düşmüş. Her alanda attığımız adımın
karşılığı var, hamdolsun
sağlığımızda da aynı şekilde. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Aile
hekimliği, yaşlılara evde bakım, engellilere hizmet gibi
çok fazla yeni alanda da ciddi iddialarımız oldu.
LALE
KARABIYIK (Bursa) – Vatandaşın borcu ne kadar artmış?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Ama şunu söyleyeyim: Eğitim ve sağlık,
iki ana başlığı toplayın, Türkiye’de bu, bütçenin
yüzde 35’i anlamına geliyor. Altını çiziyorum, eğitim ve
sağlık yüzde 35. Hani halk yoktu, hani zengine vardı? Zengine
siz verdiniz zamanında. Yüzde 85 faizler vardı, şu an yüzde 12’lerde. Bütçenin yüzde
85’i faize giderdi, şimdi yüzde 12’si faize gidiyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
LALE
KARABIYIK (Bursa) – 150 milyar lira faize para ayırdınız.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, eskiden sağlığa
erişim olmayınca hele ki malum, meşhur, maruf SGK genel müdürü
varken sağlık olsun der geçerdik (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ama şimdi, sağlık olması
için gayret ediyoruz, bunun için uğraşıyoruz.
Sosyal
yardımlarla ilgili çok eleştiriler oldu. Bakıyoruz, sayılar
muazzam artmış. Bunun halkımız nezdinde ne olduğunu
biliyoruz.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sosyal yardımları
arttırdığı için övünen bakanınız var sizin!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - İlk kez konut sahibi olanlar, TOKİ’yle ilgili
imkânlar, çeyiz hesapları, evde gündüz eğitimleri gibi çok önemli
sayıda işler yaptık ama siz, bizim garibanla ilişkimizi
bilemezsiniz. Biz Tayyip Erdoğan’ın siyasal hayattaki örneğini
çok iyi değerlendiririz. Dışarıya çıkar “...”(x)
der İsrail’e, dışarıya çıkar Amerika’da bacak bacak
üstüne atar ama hiçbir garibanın evinde ayak ayak üstüne
attığını gördünüz mü? Hiçbir garibanın evinde
bağırdığını, çağırdığını
gördünüz mü? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Mavi Marmara’da ne oldu, Mavi Marmara’da, İsrail?
Mavi Marmara’da ne oldu?
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Ama siz, garibanın evine ayakkabıyla girenler bunu
anlayamazlar, bilemezler. O yüzden, bağırmanıza gerek yok.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Rusya’da ne oldu? Mavi Marmara ne oldu, Mavi Marmara,
anlatır mısın?
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Bir daha söylüyorum, sözünü tartmayan cevabından
incinir. Bence yapmayın, iki dakika durun sabredin, fazla değil.
Değerli
arkadaşlar, ulaşımla ilgili şimdi sizlere bölünmüş
yolların kilometresini vereceğim, “Yine mi yol?” diyeceksiniz. Evet,
yine yol. O yolların bitiminde yüzde 62 ölüm azalmış; araba
arttığı hâlde, ekonomik gelişmişlik
arttığı hâlde, kilometre arttığı hâlde ölüm
oranı azalmış. Biz yollara böyle bakıyoruz. Bu yollardan
geçen insanlarımızın rahat ulaşımı için büyük bir
imkân olduğunu düşünüyoruz.
Şimdi,
birçok uluslararası markamız var. Ben Çanakkale vekiliyim, köprüye
başlıyoruz; çatlasanız da patlasanız da dünyanın en
uzun köprüsünü, en güzel köprüsünü, en şık köprüsünü Çanakkale’de
yapacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – En pahalısını yapmayın da!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Geçen hafta Başbakanımızla Güney Kore’ye
gittik.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Biz ranta karşıyız, ranta
karşıyız!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Güney Kore’de her toplantıda Koreliler köprüyü sordular.
Kore kıskanıyor, heyecan duyuyor, mutlu oluyor hâlâ
bağırıyorsunuz. Gurur duyun bu ülkenin
gelişmişliğiyle.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Biz kamu-özel ortaklığına
karşıyız! Çocuklarımızın parasıyla
yapmayın!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Ama sizin için kolay, seçim beyannamesi şöyle: Yol yok,
köprü yok, havalimanı yok; ona karşıyım, buna
karşıyım; “cumhuriyet yok partisi” hâline gelmiş...
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Ranta karşıyız, ranta, yolsuzluğa
karşıyız!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - ...tabii ki o zaman karşı
çıkacaksınız.
Bakınız,
değerli arkadaşlar, çok gurur duyduğumuz bir meselemiz de...
KAZIM
ARSLAN (Denizli) – Yapılma şekline karşıyız!
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Kamu-özel ortaklığına
karşıyız!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - ...savunma sanayisindeki millîlik oranının
artması. Yüzde 20’lerle aldığımız yerlilik oranı
bugün 65’leri geçti, 85’leri hedefliyoruz. SİHA’yla ilgili
gelişmeleri takip ediyorsunuz. Yerli SİHA’larımız,
İHA’larımız dünyaya örnek olmaya başladı. Dünyadan
alırdık, tamir edemezdik; alırdık, istihbarat
alamazdık. Şimdi, biz yapıyoruz, teröristi vuruyoruz. Ama
ilginç: Kandil’i bombalıyor, ses Ankara’dan geliyor; Kandil’e ateş
ediyor, ses buradan geliyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) O yüzden bir daha diyorum: Bizim millî savunmadaki
hedefimiz, göreceksiniz çok daha büyük hâle gelecek.
Değerli
arkadaşlarım, bir diğer meselenin altını çizmek
isterim: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan farklı
dünya modelinde Sovyetler’in dağılmasıyla ve tek kutuplu hâle
gelmemizle yeni bir rüzgâr başladı. Arap Baharı’nı
anlatabiliriz, devamını anlatabiliriz ama şu an gördüğümüz,
dünyanın son yüz yıldaki en zor günlerini geçirmesi; bölgemizde de
öyle, dünyada da öyle. İttifaklar çatırdıyor. İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra sözüm ona barışa hizmet edecek olan AB
gibi, BM gibi uluslararası yapılar âdeta -tırnak içerisinde-
“zalim” diye ifade edilen devletlerin bir aparatı hâline gelmeye
başladı.
KAZIM
ARSLAN (Denizli) – Her şeyi birbirine
karıştırdınız.
BÜLENT
TURAN (Devamla) - O yüzden -anlatmaya çalışacağım- iki
yolumuz var: Ya bu dövüşen, değişen dünyada “…”(x)
diyen, her önüne konulanı imzalayan,
Edirne’yi, Kars’ı aşamayan bir devlet olacağız ya da
ayağa kalkıp lideriyle, milletiyle 80 milyon yekvücut olup bu yeni
yapılanmada Türkiye’yi her yerde hissettireceğiz. Son Kudüs
meselesinde Türkiye'nin atmış olduğu adımın nasıl
bir karşılık bulduğunu tüm dünya gördü. Biz bununla gurur
duyuyoruz. O yüzden bu yeni yapılanmada çok iddialı bazı
gelişmeler var. Bakınız, katılmıyorsunuz ama en
azından CHP’den bir örnek vereyim de belki
katılırsınız diye söyleyeceğim. Uzun yıllar
CHP’de vekillik yapmış, önemli görevler yapmış Şükrü
Elekdağ diyor ki: “Ben altmış beş yıl görev
yaptım. Bu dönem zarfında Türk liderinin, Tayyip Erdoğan’ın
dışında Amerikan ve Batı medyasından bu kadar
ortaklaşa bombardımana tutulan görmedim.” Bunu kim diyor?
İnsaflı, vicdanlı bir CHP’li söylüyor. Türkiye’de şu an
istenmeyen, Tayyip Erdoğan değil; istenmeyen, bu milletin kendisi.
Tayyip Erdoğan da iddianız gibi “…”(x) dese, “…”(x)
demese, “Dünya 5’ten büyüktür.” demese, etliye sütlüye karışmasa
ondan daha büyük lider olmaz sizin gözünüzde.
KAZIM
ARSLAN (Denizli) – Ya, herkesle kavga ederek…
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Etliye karışacağız, sütlüye karışacağız;
dünya mazlumlarının vicdanı olmaya devam edeceğiz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Siz
bağırın çağırın, biz bu yeni gelişen dünyada
önemli işler yapacağız.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – “Esad” ne oldu, “Esad?” “Esad” “Esed” oldu.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Bilmedikleri bir şey var: Gezi oldu, 17 Aralık
oldu, 15 Temmuz oldu, Kobani oldu, bütün bu operasyonları Türkiye
lideriyle beraber bertaraf etti.
Şimdi,
size yeni bir görev verdiler. Şimdiye kadar yolsuzlukla ilgili en büyük
şaibesi olan partinin gelip de bize ahlak dersi vermeye, gelip de bize
evrak sallayıp ayar vermeye asla yetkisi ve haddi yok. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Mesele, uluslararası güçlerin
-yeni iddiasında diktatör iddiası olan, yolsuzluk iddiası olan-
bir lideri zayıflatma görevi. Bu oyuna gelmeyin, bu oyuna gelmeyin.
Eğer samimi olsaydınız çok daha farklı imkânlar vardı.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Rıza Sarraf olayı yüzde yüz gerçektir Sayın
Turan.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – 4 Bakan nerede, 4 Bakan?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – “İktidarın yaptığı her şey
kötüdür.” yaklaşımı size bir şey kazandırmaz.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – 50 milyon dolar…
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Dün grup başkan vekiliniz ifade etti, “En iyi işi
yapsanız da ‘hayır’ diyeceğiz.” Bu, muhalefet değil; bu,
düşmanlık.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Çıkarın, çıkarın; 60’ıncı,
61’inci Hükûmetleri yargılayın.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Zafer Çağlayan nerede? Diren Zafer Çağlayan!
50 milyon dolar alan Zafer Çağlayan nerede?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Bu doğru değil. Muhalefet iyi işe “iyi” der,
kötüye “kötü” der; bu, ülkeyi büyütür, sizi de büyütür ama her şeye
“hayır” demek kimseyi büyütmez.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Rıza Sarraf nerede?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarımız,
bakınız, AK PARTİ kendi kurumsal kimliğinde “AK PARTİ”
diye ifade edilir. Referanduma birkaç gün kala CHP’nin bir genel başkan
yardımcısı çıktı, “AKP” diyoruz, seçmeni
kırıyoruz; gelin, ‘AK PARTİ’ deyin.” dedi.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Bülent, saat kaç, saat saat?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Şaşırdık, “Seçmene saygı duyacak
bunlar, ne güzel bir gelişme.” dedik. Aradan bir ay geçti, baktık ki
aynı partinin bu yetkilisi hem “AKP” dedi hem “diktatör” dedi hem
“faşist” dedi.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Bülent saat kaç? Saat kaç? Zafer Çağlayan’ın
saati nerede?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Şunu diyeceğim: Değerli arkadaşlar,
hepinizin bildiği bir hikâyedir. Kurbağa nehrin kenarında durur,
akrep gelir “Beni karşıya geçir.” der. Kurbağa der ki: “Ya
sokarsın sen.” “Hayır, söz, sokmayacağım.” der. Akrebi
alır kurbağa üzerine ve karşıya geçirmeye gider. Tam
inerken sokar kurbağayı, öyle iner aşağıya.
Kurbağa der ki: “Hani, konuşmuştuk,
anlaşmıştık.” Akrep der ki: “Çok üzgünüm, cibilliyetim bu.”
der. Döner dolaşır aynı işi yapar.
Yaptığınız bu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MEHMET
GÖKER (Burdur) – Onlarda “ak” var bak, ak-rep, “ak”.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Karar verin, karar. Nerede olacaksınız? Milletin
yanında mı, karşısında mı olacaksınız?
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – “Ak” var orada, “ak”.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlar 15 Temmuzda
Yenikapı’ya geldiniz…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Akrep sokmuş da “ak-rep.”
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Akrep sokmuş mu?
BÜLENT
TURAN (Devamla) - …gurur duyduk, keyif aldık, dedik ki: “Ya, CHP 27
Mayıstan, 28 Şubattan, 27 Nisandan ders almış; darbeye
karşı bizimle beraber, Yenikapı’ya geliyor.” Bir hafta geçti,
“kontrollü darbe” dedi. Arkadaş, Yenikapı’ya gelen CHP mi doğru,
“kontrollü darbe” diyen mi doğru? O yüzden diyorum, bu, cibilliyet
meselesi, isteseniz de değişmiyor, istemeseniz de değişmiyor.
KEMALETTİN
YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Cibilliyet bu, dayanamıyorlar.
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Bakınız, Rıdvan Dilmen –seversiniz,
sevmezsiniz- geçen gün dedi ki: “Tayyip Erdoğan parka giymemiş Deniz
Gezmiş’e benziyor.”
Bir
defa, Tayyip Erdoğan’ın bu benzetmeye ihtiyacı yok. Tayyip
Erdoğan bu ülkenin kabul olmuş duası, hiç buna ihtiyacı
yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ancak bir
şey söyleyeyim size: Bu ifadeyi kullandı Rıdvan Dilmen, 40 CHP
milletvekili toplantı yaptı “Nasıl benzetir? Deniz Gezmiş
kahraman, odur, budur…” Bir dakika… Deniz Gezmiş kahraman da Tayyip
Erdoğan’a benzetilmez de o zaman niye astınız bu adamı?
Asan sizsiniz, savunan sizsiniz! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) 28 CHP vekili Deniz Gezmiş’in asılmasına
“evet” demeseydi belki bugün vekilinizdi. Hem asacaksın hem sahip
çıkacaksın! Ama cibilliyet meselesi.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Sen kendi cibilliyetine bak ya!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, Kudüs meselesiyle
ilgili son bir hafta on günden beri güzel şeyler söylediniz “Kudüs bizim
için özel bir mekân, özel bir yer.” “Mekke, Medine kalbimizin
yarısıysa Kudüs de üzerindeki şaldır.” der Nuri Pakdil,
“Kırmızı çizgidir.” der. Baktık ki CHP “evet” diyor ama on
dakika sonra buradaki arkadaşlar yine bağırmaya
başlıyor.
MEHMET
TÜM (Balıkesir) – Bu ülkenin ordusunu o yüzden mi FETÖ’ye teslim ettiniz?
BÜLENT
TURAN (Devamla) - O yüzden diyorum ki: Milletimiz bilsin, İsrail’i ilk
tanıyan hükûmet, CHP hükûmeti arkadaşlar. Bir daha söylüyorum,
Kudüs’ün yanında olan CHP’ye mi inanacağız, İsrail’i ilk
tanıyan CHP’ye mi inanacağız? Ama mesele, cibilliyet meselesi.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, DHKP-C iltisakı olan 2 kişi
açlık grevine başladı, her gün burada toplantı
yaptınız.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ama beraat etti...
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Dedik ki: “Ya, mesele işçiyse neden siz, İzmir’de
açlık grevine başlayan işçilere sahip çıkmıyorsunuz?”
İzmir’de açlık grevi var, buna niye sahip çıkmıyorsunuz?
Açlık grevinde olanlara sahip çıkmak için onların illa DHKP-C iddiasının
mı olması lazım? Ama mesele cibilliyet meselesi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) “Hedef yüzde 40, almazsam istifa
ederim.” Kim diyor? Kılıçdaroğlu diyor ama mesele cibilliyet
meselesi. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Tüm, lütfen efendim, müdahale
etmeyiniz.
BÜLENT TURAN (Devamla) – Bakınız değerli
arkadaşlar, en son bir yalanınızı daha söyleyeyim. Bir
çalışma yaptınız, dediniz ki: CHP’de bundan sonra yüzde 40
kadın kotası olsun.
BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Deniz Gezmiş’i Deniz
Gezmiş yapan parkası değil, yüreğidir, o yürek de sizde
yok.
BÜLENT TURAN (Devamla) – Güzel, hoşumuza gitti.
Yüzde 40, yüzde 35 kadın kotası olsun. Soruyorum, bir tane kadın
grup başkan vekili var mı? Bir tane kadın idare amiri var
mı? Bir tane kadın Meclis başkan vekili var mı? Soruyorum
şimdi, soruyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Kadın kotası isteyen CHP’ye mi
inanacağız, hiç kadına görev vermeyen CHP’ye mi
inanacağız? O yüzden millet sizin yüzünüzü bildiğinden
dolayı oy vermemeye devam ediyor. Biz memnunuz, yüzde 25 CHP, yağmur
da yağsa yüzde 25, kar da yağsa yüzde 25, değişen bir
şey yok. Alın Kılıçdaroğlu’nu, genel
başkansız girin seçime, yine alırsınız.
KAZIM ARSLAN (Denizli) – Yok ya!
BÜLENT TURAN (Devamla) – CHP’nin hatırası var,
altı ok var, o var bu var. İnönü var, Atatürk var falan. Hepsiyle
ilgili hatıradan dolayı zaten yüzde 25’i alırsınız.
Kerhen bir parti, kerhen oy verilen bir parti, bu doğru bir
yaklaşım değil.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Bak
Davutoğlu’yla yüzde 49 aldınız.
BÜLENT TURAN (Devamla) – Bakınız,
yolsuzluklarla ilgili daha önce arkadaşımız
anlattığı için girmeyeceğim ama şunu biliyorum…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Başkan,
fazla yüklenme, düzen bozulmasın, böyle iyi muhalefetle aramız ya.
BAŞKAN – Üç dakika ekliyorum.
BÜLENT TURAN (Devamla) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yolsuzluklarla ilgili iddialara
girmeyeceğim, vaktim yok. Arkadaşımız anlattı ama
şunu söyledi Genel Başkan, dedi ki…
MEHMET TÜM (Balıkesir) – Sayın Turan…
BAŞKAN – Sayın Tüm, müdahale etmeyiniz lütfen.
BÜLENT TURAN (Devamla) – “Başvurdu mahkemeye, beni
araştırın, beraat etti.” dedi. Yalan, yalan, yalan! Dava devam
ediyor, “13 milyon nerede?” diyor bilirkişi, bunu vereceğim size.
MEHMET TÜM (Balıkesir) – Beraat etti, beraat.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Beraat etti.
BÜLENT TURAN (Devamla) – Ataşehir Belediye
Başkanı istifa edecek. Ataşehir Belediyesi asla beraat etmedi.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) 13 milyon kayıp,
bunu söyleyeceksiniz. Kimin 1 yaşındaki oğluna yer
aldığı…
BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sizin belediyeleriniz ne
yaptı? Görevi kötüye kullandı. Ne yapacaksınız?
BÜLENT TURAN (Devamla) – …kimin kızına yer
aldığı, kimin danışmanına yer
aldığı, Ataşehir’in fitil fitil burnundan gelecek. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bir daha söylüyorum, daha
vahimi, yeni birini seçtiler…
BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sizin belediye
başkanınız ceza aldı hâlâ görevine devam ediyor.
BÜLENT TURAN (Devamla) – …yeni seçilen kişinin de
davası devam ediyor, yenisi eskisinden daha kötü.
Değerli arkadaşlar, çok örneğim var,
Anayasa Mahkemesi hesaplarınızı inceliyor…
BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sizin belediye
başkanınız ceza alıyor, hâlâ görevine devam ediyor, ona ne
diyorsunuz?
BÜLENT TURAN (Devamla) – …sucuk, sakız, iç
çamaşırı gibi kişisel eşyalar çıkıyor.
ÖZKAN YALIM (Uşak) – Bülent Arınç bile dedi.
Parsel parsel sattınız.
BÜLENT TURAN (Devamla) – Bir sürü böyle yolsuzluk var. 1
yaşındaki torun SGK’li; 1 yaşında yahu, 18 falan
değil. Bir başka vekilinizin aynı şekilde belediye
yolsuzluğu var, bir sürü örneğimiz var. O yüzden diyorum ki:
Yolsuzlukları araştırma iddianıza saygı duyalım
ama gelin başkalarının size verdiği evrakları burada
sallamaktan vazgeçin. Man Adası evraklarını salladı. Merak
ettik “Ne bunlar?” diye. Bir baktık tam altı ay önce FETÖ’nün Fuat
Avni’si bunu yayınlamış. FETÖ sizden daha çok
çalışıyor. (CHP sıralarından gürültüler)
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Kendin kabul ettin, parayı kendin kabul ettin.
BAŞKAN
– Sayın Yalım...
Bir
dakika, Sayın Turan, bir dakika.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Soruyorum şimdi: FETÖ’ye mi inanacağız, size
mi inanacağız?
BAŞKAN
– Sayın Turan, bir dakika efendim.
Sayın
Yalım, Sayın Tüm, Sayın Köksal; lütfen müdahale etmeyin,
insicamı bozmayın. (CHP sıralarından gürültüler)
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Man Adası’yla ilgili paranın geldiğini kendi
kabul etti Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Müsaade edin. Herkesin fikri kendine aittir ve fikirler muhteremdir, tahammül
edeceksiniz.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Çok özür diliyorum, öküzün gamsızı, kasabın
bıçağını yalarmış. Yapma, yapma, yapma!
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Kabul ettiniz.
BAŞKAN
– Lütfen, bak tekrar ediyorum; Sayın Yalım, lütfen.
Buyurun
Sayın Turan.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Özet olarak şunu söylüyorum değerli
arkadaşlar: Yolsuzluk iddiası da diktatörlük iddiası da size
verilen iki görev. Yeni seçimlerde CHP’nin oy alması için değil, AK
PARTİ’nin güçlü yürüyen liderinin yavaşlaması, “...”(x)
demesi için size verilen bir görev. Bu görevi yerine getirmeyin.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Biz BOB eş başkanı değiliz ki!
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Sizler bu milletle beraber yürümeye destek olun. Biz milletle
uzlaşmacı olacağız, biz halkımızla
uzlaşacağız ama Türkiye’nin sınırlarını
zorlayan, devlet kuran, her türlü örgüte yardımcı olan adamlarla,
liderlerle uzlaşmayacağız.
Değerli
arkadaşlar, bu ülkede kutuplaşma falan yok. 80 milyon her zamankinden
daha müteyakkız; ne olduğunu biliyor, ne olduğunu anlıyor.
Siz trafikte ters giden Temel meselesi; 80 milyon burada, siz başka bir
yerdesiniz. Biz kutuplaşmanın olmadığını
düşünüyoruz. Başörtülü insanlar seksen sene buraya giremediler,
aştık, rahatladık; kutuplaşma nerede oldu? Katsayı
kalktı, o kalktı, bu kalktı; nerede kutuplaşma oldu? Siz
yapmayacaksınız, devlet ve millet barışacak.
Kutuplaşma bir tarafa, kucaklaşma olacak, size rağmen olacak.
Kutuplaşmayacağız, kucaklaşacağız.
Bakınız,
bu iki iddianın, yolsuzluk ve diktatörlük iddiasının size
verilen görev olduğunu söyledim. Bir örnek daha vereyim. Mustafa Kemal’in
doksan yıllık partisine yakışmadığı için
söyleyeceğim. Diyor ki vekiliniz: “Suudi Arabistan değişim
başlattı...
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – İsim ver, isim; isim ver, isim.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – “...çok yakın zamanda İsrail’le ilgili diplomatik
ilişkiler başlayacak. İran da bu değişimden nasibini
alacak, Türkiye de bu değişimden nasibini alacak. Ne olacak? Amerika,
Tayyip Erdoğan’ı götürecek.” diyor? Kim diyor? CHP’liler diyor,
“Amerika götürecek.” diyor.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Kim diyor, kim? Adı ne, adı? Adı ne?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, yedinci ok,
“Amerikancılık oku” mu oldu? Altı ok vardı, yedincisi
“Amerika” mı oldu? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) O yüzden, bir daha söylüyorum, bu millete dönün, bu
milletle beraber yol yürümeye devam edin.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Adını söyle, adını söyle!
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Sayın Başkanım, bir dakika daha alabilir miyim
çok sataşma oldu.
BAŞKAN
– Lütfen toparlayınız.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerimi toparlarken….
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Adını söyle. Yalan onlar, yalan! Yalan
konuşuyorsun!
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Abuzittin mi, kim o?
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Bağır bağır, duymuyorum, bağır.
Sayın
Başkanım, bir dakika daha alabilir miyim.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Güneş gazetesini referans alıyorsun.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Adı ne, adını söyle! Yalan
söylüyorsun! Yalan yahu!
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyaset
cesaret ister, samimiyet ister, dürüstlük ister.
HİŞYAR
ÖZSOY (Bingöl) – Az önce yaptığınız gibi mi?
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Az önce yaptığınız gibi,
aynen.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Bu millet, emanete hakkıyla sahip çıkana oy verir.
Bu millet, sözünü tutana oy verir. Bu millet, korkmayana, 15 Temmuzda meydana çıkana
oy verir, kaçana değil. Bu millet, millî güçlerle beraber, oyunları
görenlerle beraber tüm oyunları bozacak, göreceksiniz. Biz bu
bağımsızlık, egemenlik kavgasında, hâkimiyet
kayıtsız şartsız milletin olsun kavgasında hiç
olmadığı kadar çok çalışacağız, on altı
yıl değil, yirmi altı yıl olsun isteyeceğiz. Esen
yelin getirdiği siyasiler değiliz, her şey güzel olmayacak ama
hepimiz imtihan oluyoruz. Türkiye’nin ne anlama geldiğini, bu coğrafyanın
ne demek olduğunu iyi biliyoruz. Rüzgâr esiyormuş, bırakın
essin, bundan söğüt korkar, çınar değil. O yüzden, umutsuzluk
yok, gün gelir bülbül de öter, gün gelir gül de açar.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Yeni
bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.
Sağ
olun, var olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Turan.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurunuz Beyefendi.
Evet,
Özgür Bey…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, Sayın Turan yapmış
olduğu konuşmasında grubumuza sayısız sataşmada
bulundu. Örnek vermemi ister misiniz yoksa takdir ettiniz hemen…
BAŞKAN
– Yok, örnek vermeyeceksiniz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Verebilirim isterseniz.
BAŞKAN
– Sizin deminki talebinize de uyacağız, üç dakika
yapacağız.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Tamam efendim, teşekkür ederim, sağ olun.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
3.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın 503 sıra sayılı 2018
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504 sıra
sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Bülent Turan, bir konuşma yaptı, konuşmasında Cumhuriyet
Halk Partisi Grubuna döndü ve yalan söylemekle itham etti, “On beş gün
boyunca yalanlar söylediniz.” dedi.
Şimdi,
Bülent Turan’ın yaptığı konuşmaya bir bakalım:
“Dünyanın en büyük 13’üncü ekonomisi olduk.” dedi, AKP Grubu
alkışladı.
VEDAT
DEMİRÖZ (Bitlis) – Evet, satın alma paritesi, satın alma
paritesi.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Ben şaşkına döndüm, “Nasıl olur?” dedim.
Konuyu bilen arkadaşlara sorduk, dediler ki: “Hayır, hâlâ 17’nci
ekonomiyiz ama o, satın alma gücü paritesi üzerinden bir illüzyon yapmaya
çalışıyor.”
VEDAT
DEMİRÖZ (Bitlis) – Tamam, satın alma paritesi.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Ama bunu CHP söylese “yalan” oluyor, AKP söyleyince herhâlde
“söz sanatı” oluyor.
VEDAT
DEMİRÖZ (Bitlis) – Onu anlıyoruz, satın alma paritesi, Allah
Allah… 13’üncüyüz satın alma paritesinde.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Şimdi, “Yolsuzlukla mücadelede en kirli partisiniz.”
dedi. Bizim geçmişimizde yolsuzlukla ilgili olan olay İSKİ
meselesidir. İSKİ meselesinde bizim büyükşehir belediye
başkanımız, suçluyu kulağından tutup
savcının önüne koymuştur. (CHP sıralarından
alkışlar)
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Ya, ne İSKİ’si ne çöplüğü,
destan var, kütüphane var kütüphane. Ne İSKİ’si ya!
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – On beş yıldır ülkeyi yönetiyorsunuz, bütün
belediyelerimizde haftanın 7 günü, günün 24 saati, kiminde 180, kiminde
200 müfettiş; bu kadar acımasız bir denetim. Bir tane de
çıkarıp, bir tane de -Man Adası’na misilleme
yaptığınız iftira hariç- şu belediyenizde şu var,
on beş yılda diyememişsiniz. Biz kirliyiz, siz temizsiniz…
Yazıklar olsun! (CHP sıralarından alkışlar)
Bunun üstüne bir itham, bir
bühtan, bir yalan daha. Efendim, elbette Deniz Gezmiş bu grubun onurudur.
(CHP sıralarından alkışlar) Diyorsun ki:
“Yaşasaydı, sizde milletvekili olurdu.” Elbette olurdu.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) –
Niye astınız diyoruz?
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – “Niye
astınız?” diyorsunuz. Yalan sevmez ya arkadaşlar… Oylama
yapılır, oylamada uzun süredir parti içinde çelişki yaşanan
bir grup, idamda, partinin kurumsal kararına rağmen… Kurumsal karar:
Ecevit “hayır” oyu verir, İnönü “hayır” oyu verir, bütün CHP
grubu “hayır” oyu verir ancak 28 CHP’li “evet” oyu verir.
AHMET HAMDİ ÇAMLI
(İstanbul) – Grubunuza hâkim olamadınız mı?
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Bu,
bir ayrışmaya götürür. Kemal Satır, bu oy verenlerle birlikte gider
Cumhuriyetçi Partiyi kurar, sonra Güven Partisiyle birleşir. Kurumsal
tavra uymadıkları için bir başka siyasi harekete
dönüşürler.
Cumhuriyetçi Partinin ve
Kemal Satır’ın cevap hakkını kullandıracaksan, sen
istediğinde onları bulabiliyorsun, git onlara sor. Bu grup, Deniz
Gezmiş’in onuruna da, tarihine de sahip çıkmaktadır. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Son olarak şunu
söyleyeyim, dediğiniz durum şu: Durumu anlattınız ya,
kayıp Japon askerleri kendisini savaşta sanıyormuş. Sizin
durum da Goebbels medyası. Berlin sınırındaydı Ruslar
ama hâlâ daha Alman radyosu zafer şarkıları söylüyordu. Sizin
durumunuz, birazdan kaybedeceğiniz bir seçime rağmen elinizdeki
kitleyi tutmak için yalandan zafer şarkıları söyleyen Goebbels
medyası durumudur. (CHP sıralarından alkışlar)
ENGİN ALTAY
(İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Altay.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) –
Sayın Başkan, sataşma bize oldu şimdi.
BAŞKAN – Müsaade
buyurursanız Engin Bey’in daha önceden bir söz isteği var.
ENGİN ALTAY (İstanbul)
– Sayın Başkan, biraz önce konuşan iktidar partisi Grup
Başkan Vekili Sayın Turan beni kastederek –ki benzer bir sözü ben dün
söyledim- “En iyi şeyi de yapsanız ‘hayır’ diyeceğiz.”
dediğimi söyledi. Bu yanlıştır, bu bir
saptırmadır, konuşmamı tahrif etmektir. Söz talep ediyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) –
Demedim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hayır,
hayır, sataşmadır.
ENGİN ALTAY
(İstanbul) – Söylediğinizi de inkâr ediyorsunuz ya, ayıp ya!
BAŞKAN - Buyurun.
4.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın,
Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın 503 sıra sayılı 2018
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504 sıra
sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ENGİN ALTAY
(İstanbul) – Dün söylediğim her şeyin kelime kelime
arkasındayım ama siz gene Tayyip Erdoğan’ı
yanıltmışsınız,
kandırmışsınız. Kandırılmaya çok meyilli
olan Erdoğan’ı dün yaptığım yüz yirmi saniyelik
konuşmanın yedi saniyelik kısmını önüne koymak
suretiyle kandırmışsınız. Çok da umurumda değil.
Dün Mehmet Muş’un konuşan her muhalefet partisi milletvekilinin
konuşmasından sonra sataşmadan söz alması, “Hakaret var.”
demesinden kaynaklı olarak ve herkese savcıyı adres göstererek
Meclisi âdeta bu işlerin konuşulacağı yer değil
havasına sokan bir yaklaşımına karşılık tam
olarak dedim ki… Buradan okuyayım daha güzel olsun…
TAMER
DAĞLI (Adana) - Sayın Başkan, daha önce söyledin, daha önce,
dünkü değil.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Videosu var kardeşim, oynattığı videoyu
söylüyoruz.
ENGİN
ALTAY (Devamla) – Diyorum ki: “Öte yandan, Sayın Muş bilmelidir ki,
Hükûmet dünyanın en doğru işini bile yapsa bizim bu Hükûmeti
alkışlayacak hâlimiz yok.”
Siz
hiç hükûmeti alkışlayan muhalefet gördünüz mü? Ama nankör
değilseniz bu Mecliste bu milletin menfaatine, bu ülkenin menfaatine bir
sürü büyüklü küçüklü kanunun çıkmasında Cumhuriyet Halk Partisinin
verdiği desteği herhâlde inkâr etmezsiniz. Nankörlük ve inkâr da bir
cibilliyet meselesidir Sayın Turan. (CHP sıralarından
alkışlar)
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – “Dünyanın en doğru işini
yapsanız…”
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Bunun altını çizmek istiyorum. Sonra devam
etmişim: “Kaldı ki Hükûmetin doğru yaptığı bir
şey yok.” demişim. Bu tartışma şuradan
çıkmış ya: Halk Bankası Genel Müdürünün bir süreliğine
el koyulan aldığı rüşvet parasına milletin kesesinden
bu Hükûmet faiz verdi." demişim. (CHP sıralarından
alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) “Maliye
Bakanı çık, kaç lira rüşvet parasına milletin kesesinden
faiz verdiğini bu millete söyle.” demişim. Sizin doğru
yaptığınız iş pek yok da, doğru
yaptığınız işleri de muhalefet daha iyisini yapmanız
bakımından sizi uyarmak zorundadır. Milletin verdiği bir
görevdir bize bu. Sakın ola şu havaya girmeyin: “Biz doğru
iş yaptık da muhalefet bizi karaladı.”
Yaptığınız her doğru işe “Evet, bu doğru.”
dedik. Ama Erdoğan’ı daha fazla kandırmayın; bunu da
tavsiye ediyorum.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Sayın Başkanım, Sayın Grup
Başkan Vekili, resmimi göstererek bana atılan bir iftirayı, daha
önce yalanladığım bir iftirayı söz konusu
yapmıştır ve benim emperyalistlerle birlikte Türkiye’nin
işgalini istediğimi iddia etmiştir. Sözlerine yanıt vermek
istiyorum.
BAŞKAN
– Ben evvela Sayın Bülent Bey’e söz vereceğim. Bilahare bakayım
sizin beyanınıza.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Efendim, resmimi gösterdi kendisi.
BAŞKAN
– Anladım efendim, bakacağım.
Sayın
Turan, buyurun… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ENGİN
ALTAY (İstanbul) – Turan’a niye söz verdiniz?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, yalnız…
MUSA
ÇAM (İzmir) – Söz istemedi Sayın Turan.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Bana dair gösteriyor, bana yanıt versin.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, şöyle, özür dilerim, tutanağa
bakmak yerine bir yol var. Fotoğraf gösterip “milletvekiliniz” dedi.
Kendisi “Tuncay Özkan’ı kastettim.” derse…
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Kardeşim, söylesene, sen namuslu bir
insansın.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) - Söyleyeceğim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) - Tamam, “söyleyeceğim” diyor, “söyleyeceğim” diyor.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Söyle adımı, ben de söz hakkımı
kullanayım.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Turan.
5.- Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın,
Manisa Milletvekili Özgür Özel’in sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına ve Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) - Gösterdiğiniz fotoğraf…
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Söylediğim her şeyin arkasındayım.
Türkiye’nin büyümesini tüm rakamlarla beraber, satın alma paritesine göre
tüm dünya biliyor ki şu an 13’üncüyüz; beğenmeseniz de böyle,
beğenseniz de böyle.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) - Öyle demedin ki “Dünyanın en büyük 13’üncü ekonomisi
olduk.” dedin.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – O yüzden bir daha söylüyorum: Satın alma paritesine göre
Türkiye, dünyanın 13’üncü büyük ülkesi.
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Satın almada, satın almada.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Demedi ki öyle, şimdi söylüyor. Yalanını
söyleyince söylüyor. “Satın almada” dedi mi?
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Söyledi.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – İki; dedi ki Sayın Grup Başkan Vekili:
“Yolsuzluğumuz yok.”
Arkadaşlar,
gösterince söz alıyorsunuz. Hangisini anlatayım? Anayasa Mahkemesinin
verdiği partinin hesaplarına ilişkin belgeleri mi göstereyim,
Genel Başkanın torununu, çocuklarını,
kızlarını mı göstereyim? Daha vahimi, Ataşehir’de daha
konuşulmayan yeni belgeleri mi göstereyim? Devam eden mahkeme… Bir sürü
örnek var ama o yüzden diyorum ki ne yaptığımızı
biliyoruz.
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Kütüphane var, kütüphane!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Bakınız, değerli arkadaşlar, Deniz
Gezmiş’in sizin grubunuza rol model olmasına saygı duyuyorum,
sizin takdiriniz ama “Bu, CHP’den kopan bir gruptu.” oydu buydu bir tarafa,
Deniz Gezmiş’in asılmasına “evet” diyen vekiller, CHP’li
vekiller olmasaydı asılmazdı. Bu tarihî hakikat değişmez
ki.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – O da doğru değil ya!
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Sayısal olarak ihtiyaç kadar CHP’li kapıdan
giriyor, gönlü yatmayan çekimser kalıyor, asılacağına
yetecek sayı kadar “evet” diyor; tam 28.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Adalet Partisinin oyu yetiyordu.
BÜLENT
TURAN (Devamla) – Dosya burada; çekimserler belli, oy verenler belli,
hayır diyenler belli. Anlaşmanın sonunda ihtiyaç kadar CHP’li
“evet” diyor; kullanışlı CHP! Yazık, günah!
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Yalan!.. Yalan!
BÜLENT
TURAN (Devamla) – O yüzden bir daha söylüyorum, siz diyorsanız ki kurumsal
olarak “Biz astık ama pişmanız.” Buna saygı duyuyorum;
diyorsanız ki “Hata yaptık.” Eyvallah ama herkes bilsin ki Deniz
Gezmiş’in asılmasını engelleme imkânı varken
engellemeyen, sayısı yetmeyen partilere 28 tane “evet” diyerek destek
olan, CHP’nin kendisidir.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
AHMET
HALUK KOÇ (Ankara) – Sayın Başkan…
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Haluk Bey, söz vereceğim efendim ama önce buyurun beyefendi, sizin
resminizi gösterdiler Tuncay Bey. (CHP sıralarından
alkışlar)
Lütfen,
iki dakika…
6.- İzmir Milletvekili Ahmet Tuncay
Özkan’ın, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın 503 sıra
sayılı 2018 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504
sıra sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Antiemperyalist olmak benim…
ÖZNUR
ÇALIK (Malatya) – Meclisi selamlayın önce.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer
milletvekillerini saygıyla selamlarım efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
Antiemperyalist
olmak, benim dedelerimin bana bıraktığı bir miras.
Çanakkale’den, Kurtuluş Savaşı’ndan ve bu toprakları
savunmak için canını her defasında feda etmeye kendini mecbur
görmüş bir kuşaktan geliyorum, bir aileden geliyorum. Bir dedem
Çanakkale’de Ali Çavuş, bir dedem Dumlupınar’da.
Şimdi,
buraya gelip, böyle “cibilliyetsiz” falan…
Sayın
Başkan, siz nasıl “cibilliyetsiz” dediğinde itiraz etmezsiniz? O
bilmiyor hadi, o yetişememiş, çocuk, bilmiyor. (CHP
sıralarından alkışlar) Siz nasıl demezsiniz
“cibilliyetsiz” demesine…
BAŞKAN
– O, çocuk değil Beyefendi; o, bir grup başkan vekili. Beyanınızı
yazın, ben ne yapacağımı bilirim.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - O zaman neden hakaret ederken müdahale etmediniz
Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Siz beyanınızda bulunun, tutanaklara geçirin.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Biz, antiemperyalist duruşumuzu…
BAŞKAN
– Karşınızda çocuk yok.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Biz antiemperyalist duruşumuzu sokak sokak “Ne
ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye!” diye bağıran
meydanlardan getiriyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Biz
antiemperyalist duruşumuzu… 6’ncı Filoya “kıble” diye namaz
kılanlardan gelmiyorum ben! (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Bir şey söylerken doğru düzgün söyleyeceksiniz!
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Bırak bu işleri ya! 6’ncı
Filoya “kıble” diyen kim ya?
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Ben televizyon programında aklımı trol
aklına indirgemek zorunda değilim.
Eğer
bu ülkeye bir gün Amerika saldırırsa belki bir
kısmınız kaçabilir; ben onların karşısına
çıkacak güçte ve cesaretteyim, her zaman olduğu gibi! (CHP
sıralarından alkışlar) Ve eğer bir gün
iktidarınızı demokratik olmayan bir yöntemle, işgalle
devirmeye kalkarlarsa sizden önce sizi savunmaya
çalışacağız!
TAMER
DAĞLI (Adana) - Genel Başkanın da “Tanka çıkarım.”
diyor.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – “Ordu göreve!” mi diyeceksin?
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - “Vatan savunması” diye yapacağız, sizin
için değil!
TAMER
DAĞLI (Adana) - Genel Başkanın da “Tanka çıkarım.”
diyor, tanka.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – “Ordu göreve!” mi diyeceksin?
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Artı, size bir şey daha söyleyeyim:
Söylenmemiş sözleri burada “söylenmiş” kabul ederek…
GÖKCEN
ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Darbeye karşı ne
yaptığını gördük Genel Başkanının.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - …düzeltilmiş sözleri kabul ederek burada konu
yaratmak…
TAMER
DAĞLI (Adana) - Genel Başkanın da “Tanka çıkarım.”
diyordu.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Sen benim Genel Başkanımın
vatanperverliğine laf bile söyleyemezsin, hadi oradan!
Bir
başka şey daha söyleyeyim: Vatan, sizin parsel parsel
sattığınız arazi değil! Benim de babamın
malı, sizden önce ben savunurum onu! Bu kadar! (CHP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bir dakika… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Yalan o, yalanladım, üç kere…
BAŞKAN
- Bülent Bey, lütfen oturun. Zira, Haluk Bey de konuşacak, ondan sonra
size söz vereceğim.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, zabıtlara geçsin, bir şey
diyeceğim.
BAŞKAN
- Haluk Bey’den sonra söz vereceğim.
Beyefendi,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
7.- Ankara Milletvekili Ahmet Haluk Koç’un, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına ve Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
AHMET
HALUK KOÇ (Ankara) – Sayın Başkan, öncelikle, söz verdiğiniz
için teşekkür ediyorum.
Daha
önce de Sayın Elitaş dile getirmişti; şimdi de genç,
siyasette polemik potpurisi yaparak bir yerlere varmak isteyen bir grup
başkan vekili, aynı sözü ifade etti. (CHP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
AHMET
HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Yakışmadı, bu
yakışmadı bak. Bu yakışmadı.
AHMET
HALUK KOÇ (Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisinin dört yıldır
saymanlık görevini yapıyorum. Şu anda Venedik Komisyonunun ne
olduğunu da ifade edeyim: Avrupa Konseyinin önemli bir hukuk alt dal
komisyonudur. Siyasetin finansmanı noktasındaki kriterlerine şu
anda en net uyan parti, Cumhuriyet Halk Partisidir; sıfır borcu
vardır.
Konu
şudur: Afyon’da bir il kongresi sırasında, yerel bir siyasi
mücadelede il başkan adayları birbirlerine mali ibra
sırasında bu suçlamaları yapmışlardır ve bunlar
bir günlük gazetede manşet olarak -biliyorsunuz, Cumhuriyet Halk
Partisiyle ilgili haberlerin büyütülerek yayınlanması, aleyhte bir
boyut kazandırılması bir gelenek hâlini almıştır
bugünkü medya düzeninde- kullanılmıştır. Olay bundan
ibarettir.
Ben
de saymanlık görevini namusuyla sürdüren bir
arkadaşınızım. (CHP sıralarından
alkışlar) Ve Cumhuriyet Halk Partisinde bugün 10 bin liranın
üzerinde olan her şey ihaleyle yapılmaktadır. Cumhuriyet Halk
Partisi, örtülü ödeneğe gözünü diken, oradan gelir bekleyen bir parti de
asla olmamıştır. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
CAHİT
ÖZKAN (Denizli) – Ataşehir… İş Bankası…
AHMET
HALUK KOÇ (Devamla) – Ve bu kamudan gelen 3 kuruş para, namusuyla
kullanılmaktadır, bunun hesabını da
alnımızın akıyla veririz.
Son
söz: Sayın Adalet Bakanı burada. Benzer bir Anayasa Mahkemesi
kararıyla Cumhuriyet Halk Partisinden 3 milyon lira civarında bir
para kesilmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bunun
haksızlığı konusunda başvurduk. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
siyaset yapma özgürlüğünü kısıtlıyor.” diye 17 yüksek
hâkimin 17-0 verdiği kararla bu paranın iadesi
sağlanmıştır. (CHP sıralarından
alkışlar) Sayın Bekir Bozdağ da Adalet Bakanı olarak
bu parayı Cumhuriyet Halk Partisine iade etmiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET
HALUK KOÇ (Devamla) – Allah size namusunuzla hayırlı bir siyaset
yapma dönemi nasip etsin. Çok gençsiniz.
CAHİT
ÖZKAN (Denizli) - Hamdolsun, hamdolsun.
AHMET
HALUK KOÇ (Devamla) – Bu şekilde siyasete devam etmeniz sizi bir dönem
alkışlatır, ikinci dönem çok çabuk unutturur Sayın Turan.
Saygılar.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bir dakika efendim.
Özgür
Bey…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Benim cevabımdan sonra Sayın Turan kürsüye
çıkmıştı ve partimizle ilgili son derece ağır
sözler söyledi. Kendisine şimdi söz verdiğinizde yenilerini söylerse
kalan sürede cevap yetiştirmemiz mümkün değil, bazı hususlar
eksik kalır. Bence kendisinden önce kürsüye çıkmam gerekiyor. Cevap
hakkı istiyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, biraz sonra Cumhuriyet
Halk Partisinin grup adına konuşması var. Efendim, orada
söyleyebilirler. Biz burada sataşmalara cevap mı verdik?
BAŞKAN
– Buyurun.
8.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Polemik,
yalan söylemekten çıktı. Ben hangi şeyleri yanlış
söylediğini, yalan söylediğini ifade etim. Cevap vermek için
çıktığında ne dedi? “Cumhuriyet Halk Partisinden idamlara
yetecek kadar milletvekili idamlara evet dedi…”
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Aynen. Sayı olarak.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – “…sayı olarak ve bunun sonucunda da idamlar oldu.”
Olayın bütün şahitleri bir anda isyan etti ama tutanağa
bakın. Sıkıntı, tutanağın bir sayfasını
elinde tutmasında. Meclis tutanakları; evet, kabul oyu verenlerin
sayısı 270, ret oyu verenlerin sayısı 42. Aradaki
sayıyı, 28’i 42’ye eklerseniz 70’e karşı, öbür taraftan
düşürdüğünüzde 242’yle geçiyor. Şimdi, yalan söyleyen, Bülent
Turan mı, Özgür Özel mi arkadaşlar? (CHP sıralarından
alkışlar, AK PARTİ sıralarından “Özgür Özel” sesleri)
O
zaman, eğer Bülent Turan’a inanabiliyorsanız şu
fıkrayı anlatayım, ortam yumuşasın, gidelim: Waterloo
faciasından sonra, kaybından sonra Napolyon -fıkra bu ya-
dünyayı gezmeye başlar hatayı nerede yaptık diye, gider
Rusya’ya ve Putin’le görüşür, der ki ayrılırken: “Tebrik ederim.
Sendeki bu istihbarat teşkilatı bende olsaydı Waterloo’yu
kaybetmezdim.” Daha sonra Almanya’ya gider, Merkel’e der ki
ayrılırken: “Tebrik ederim. Bu savunma sanayisi, bu güçlü silahlar
bende olsaydı kesinlikle Waterloo’da hezimete uğramazdım.”
Türkiye ziyaretinden sonra -fıkra bu ya- Recep Tayyip Erdoğan’la,
Genel Başkanınızla vedalaşırken “Sizi özellikle tebrik
ederim.” der, “Ben sizdeki gibi bir medyaya sahip olsaydım,
savaşı yine kaybederdim ama kaybettiğimi kimse duymazdı.”
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Hayrola, Waterloo, ta ne zamanki hadise. Nasıl da
bağladınız? Allah, Allah! (CHP ve HDP sıralarından
“Oo!” sesleri)
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Oo, Başkan…
BAŞKAN
– Bu, büyük kabiliyet Özgür Bey. Hadi Hitler’i anladık. Yani Waterloo
savaşını yapanların kendi aralarındaki
konuşmayı anladım da ta Tayyip Bey’e kadar bunu getirdiniz ya…
MEHMET
GÖKER (Burdur) – Fıkra, fıkra Başkan.
BAŞKAN
– Vay anasını… Fıkra ya, fıkra.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Başkan, bu fıkra daha başka ya!
BAŞKAN
– Sayın Turan, buyurun beyefendi. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
9.- Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın,
Manisa Milletvekili Özgür Özel’in sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir
şeyi anlatmak istiyorum.
KAZIM
ARSLAN (Denizli) – Doğruları anlat, doğruları.
BÜLENT
TURAN (Devamla) - On beş gün boyunca her türlü eleştiriyi grubumuz
sakinlikle dinledi.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – On beş gün değil, on bir gün ya. Neresi on
beş gün ya!
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Bir iki tane belge gösterdim, hâle bakın. Bu kadar fazla
alınacak, uzatacak olacaksanız göstermeyeyim o zaman. Deniz
Gezmiş’in nasıl asıldığını Google’a girin ve
görün. Bunu kapatıyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Kapatırsın tabii, tutanak yalan söylemez, tam
tutanak.
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, az önce kadın
kollarıyla ilgili kotada dedim ki: “Sizin görevli
kadınlarınız yok, kota istiyorsun.” dedim. Aslında sürem
olsaydı gençler için söyleyecektim. Bakın, yaşım 42, iki
konuşmacı da “çocuk” diye hitap etti. Bu grup diyor ki: “18 yaş,
seçilme yaşı olsun” burası “40 yaş daha çocuk” diyor.
ZİYA
PİR (Diyarbakır) – Biz de 16 diyoruz.
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Bu terbiyeye, bu edebe cevap vermeyeceğim. Akıl,
yaşta değil, baştadır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Buraya genç gelmek, bir onur
vesilesidir.
MEHMET
GÖKER (Burdur) – Aklı başa getiren yaştır.
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Buraya genç gelmek, bir gurur vesilesidir ama ben “35
yaş, yolun yarısı” diyen şiirlerle büyüdüm, yaşım
42. Siz hâlâ 40’lara aldığınız edep ve terbiyeyle “çocuk” diyerek
güya aşağılayacaksınız. Siz
aşağılayın.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Biz çocukları
aşağılamıyoruz.
BÜLENT
TURAN (Devamla) - Biz 18 yaşında vekillerimizi buraya
getirdiğimiz zaman “bebek” deyin o zaman, olur mu?
Değerli
arkadaşlar “Ordu göreve!” diye toplantı yapan, ne zaman nerede
olduğu, nerede durduğu belli olmayan, bu kürsüye çıkıp da
en üst perdeden ahlak sınırlarını zorlayarak, hakaret
ederek, tükürerek bağıran bir adama cevap vermekten mahcubum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Özgür, sana demiyorum.
BAŞKAN
– Özgür Bey ne oldu?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bu böyle sürmez.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sürdürmeyeceğim sadece…
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Ben “Ordu göreve!” falan demedim.
BAŞKAN
– Hayrola Tuncay Bey?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Bir dakika hemen.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Çok uzadı Sayın Başkan bu iş.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, aslında söylediğinde kürsüye
çıkacak şey de var ama tutanaklara geçsin ve bunu birazdan yüksek
müsaadenizle kendi ellerimle hem zatıalinize hem de dört grubun
değerli başkan vekillerine takdim edeceğim.
BAŞKAN
– Verirsiniz efendim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Elimdeki Meclisin tutanaklarında –şimdi kavga
çıkarmak işine gelir Bülent Turan’ın ama dinlemesi lazım-
üye sayısı 450, oy veren 323, kabul ediyor 273, reddedenler 48.
Kendini hataya iten, tutanağın sadece ilk sayfasına sahip
olmasıdır efendim, ilk sayfasına. (CHP sıralarından
alkışlar) Şimdi, bu fotokopiler gruplara
dağıtılacak. Bülent Turan’ı bu konuda kamuoyunu
yanıltmaktan ve Cumhuriyet Halk Partisine hakaretten özre davet ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Efendim, verirsiniz.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Sayın Özkan, görüştünüz, siz konuştunuz.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Sayın Başkan, bana hitaben “Ordu göreve!”
diye meydanlarda konuştuğumu, ayrıca “çocuk” diyerek kendisine
hakaret ettiğimi, ayrıca nerede durduğumun belli
olmadığını, bir orada, bir burada olduğumu söyleyerek
hakaret etmiştir.
BAŞKAN
– Efendim, siz cevap verdiniz, zabıtlara da geçti.
HALİL
ETYEMEZ (Konya) – İsim vermedi Sayın Başkan, isim vermedi.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, böyle bir şey olabilir mi?
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Hayır efendim, ben de verdim, o da verdi.
BAŞKAN
– Hatta biraz tuhaf laflar ettiniz...
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Hayır efendim...
BAŞKAN
– ...ve bir grup başkan vekiline, bir milletvekiline “çocuk” dediniz.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Terbiyesi olmayan bir adam, Sayın Başkan!
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Sayın Başkanım, bu sataşmaya
karşı söz istiyorum.
BAŞKAN
– Yani bırakınız, ben sizin itirazınıza bakayım.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Sayın Başkanım, bakın, biraz
önce kürsüye geldi sayın grup başkan vekili, bir iddiada bulundu,
kalktım yanıtını verdim. Sonra kalktı, başka bir
hakarette bulundu. Eğer bu sözü bana vermezseniz, o zaman o grup
başkan vekilini tutuyorsunuz demektir. Ben halka milletvekili olarak neyi
söyleyip neyi söylemediğimi söyleyemeyecek miyim Sayın
Başkanım?
BAŞKAN
– Söylediniz beyefendi.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Ben söylemedim efendim. Şimdi, gene, itham
etti.
BAŞKAN
– Hayır, hayır, siz söylediniz.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Yeniden itham etti.
BAŞKAN
– Yeni bir sataşma olmuşsa ben bunu zabıtlardan
inceleyeceğim, sizin beyanınızla değil.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Hayır efendim. Ben “Ordu göreve!” dedim mi,
demedim mi Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Sayın Özkan...
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Ben “Ordu göreve!” dedim mi, demedim mi? Sayın
Başkan diyor ki: “Dedi.” Ben de diyorum ki: “Demedim.” Anlatmayacak
mıyım bunu efendim?
BAŞKAN
– Bir dakika, siz bu iddiada bulunuyorsunuz.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Ben değil efendim, başkan bulunuyor.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – “Başkan” mı olduk şimdi?
BAŞKAN
– Efendim, şu anda söylediğiniz söz, kendi iddianız.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Evet efendim, benim iddiam.
BAŞKAN
– Ben bu iddianıza zabıtlara bakarak, tutanaklara bakarak karar
vereceğim.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Efendim, ne alakası var?
BAŞKAN
– Lütfen buyurun.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Sayın Başkan, bana iki dakika, hiçbir...
BAŞKAN
– Bilahare, bilahare.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Bakın Sayın Başkanım, eğer
bana bu söz hakkını verirseniz hiçbir sataşmaya mukayyit
olmadan, sadece olayla ilgili açıklama yapıp iki dakikayı
doldurmadan yerime oturacağım.
BAŞKAN
– Hayır, bakacağım efendim.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Efendim, bakın...
BAŞKAN
– Bakacağım beyefendi, tutanaklara bakacağım dedim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Biz de tutanak talep ediyoruz efendim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Meclisi kim idare ediyor? Olur mu böyle şey!
Bak, Başkan “Bakacağım." diyor.
BAŞKAN
– Bir de değerli hazırun, sayın milletvekilleri, Deniz
Gezmiş hadisesini burada mevzu etmek çok tuhaf.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Kim etti efendim?
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Siz ettiniz?
BAŞKAN
– Deniz Gezmiş’in idamı hadisesi, bir mahkeme kararıdır.
Onu ideal ve idol kabul edebilirsiniz. Onu haksız gören ve idam eden, idam
hükmünü veren, Türkiye Cumhuriyeti muhakemesidir.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Ya, olur mu, Meclisin kararı!
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partili olsun, Adalet Partili olsun milletvekillerinden
“evet” diyenler vardır. Bunun savcısı vardır, ön tahkikatı
vardır. Bu mevzuyu eşeleyip de bir kişiyi aklamak gibi bir
hadiseye dökmeyiniz. Bu sefer, ölen bir kişi hakkında menfi durumlar
ortaya çıkar.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Bülent Bey’e söyleyin.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, bu kararı Meclis verdi,
infaz kararını Meclis verdi.
BAŞKAN
– Bırakın, böyle mevzuları bırakınız efendim.
Türkiye aştı bunları, Türkiye aştı. Onun için
tırmandırıcı sözler söylemeyelim lütfen, tahrik etmeyelim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, özür dilerim…
BAŞKAN
- Ben o günleri yaşayan bir insanım, yakından bilen bir
insanım.
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Biz de biliyoruz sizin
yakından yaşadığınızı.
BAŞKAN
- Onun için, uzatmayalım, yanlışlara girmeyelim ve
yanlış emsal yapmayalım.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, yanlış mı duydum
bilmiyorum ama şöyle bir ifade kullandınız; zaten İç
Tüzük’e göre tartışmanın esasına girmemeniz gerekir
Başkanlık makamı olarak da; “Deniz Gezmiş’le ilgili bu
konuyu gündeme getirerek ve eşeleyerek aklama gayretine girmeyin.”
dediyseniz bu, felaket bir durum ama bir sürçülisan varsa ve “Bu, kötü olur;
ölmüş kişilerin arkasından konuşulmasın.” gibi derken
“…aklama gayretine girmeyin.” dediniz. Orada bir yanlışlık varsa
lütfen düzeltin. Eğer, yanlışlık yok, bizim Deniz
Gezmiş’in hatırasına saygı duymamızı ifade
etmemizi “aklama” olarak diyorsanız çok büyük bir felakete ve çok büyük
bir yanlışa dâhil olmuşsunuz demektir.
BAŞKAN
– Teşhisler, tespitler, kanaatler şahsidir.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Tamam.
BAŞKAN
– Ne söylediğimi biliyorum.
Yemek
arası veriyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Olur mu Sayın Başkan. Yakıştı mı,
yakıştı mı?
BAŞKAN
- Kırk dakika sonra toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
(Gürültüler)
Kapanma Saati: 18.59
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.46
BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN
KÂTİP ÜYELER : Mücahit
DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Mehmet Necmettin AHRAZOĞLU (Hatay)
----0-----
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45’inci
Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
2018
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki
görüşmelere devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Beyefendi buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
iki dakika.
Yeni
bir sataşmaya meydan vermeyiniz.
10.- İzmir Milletvekili Ahmet Tuncay
Özkan’ın, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın sataşma
nedeniyle yaptığı konuşması sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (İzmir) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekili
arkadaşlarım; söz alma gerekçem sayın grup başkan vekilinin
beni kastederek “Ordu göreve!” diye pankart açtırdığım
şeklindeki beyanıdır. “Ordu göreve!” pankartı 2003
yılında bir üniversite yürüyüşü sırasında
açılmıştır. Açan grup Türk Solu adlı bir gruptur. Bu
grubun Gökçe Fırat diye bir lideri vardır. Bu lider benim de içeri
alınacağım tarihi –altı yıl cezaevinde kaldım- ve
operasyonu da dergisinde yazmıştır. O zaman kendisi
hakkında suç duyurusunda bulunuldu, bu kişi beraat etti, 2004
yılında. Sonra bununla ilgili itirazlar 2005 yılında
tekrarlandı, yine takipsizlikle sonuçlandı. Bu kişi 15 Temmuzdan
sonra Fetullahçılıktan tutuklandı ve içeri atıldı.
Cumhuriyet
mitingleri yani benim tertip ettiğim cumhuriyet mitingleri demokrasinin
şahika noktalarından biridir, beğenirsiniz beğenmezsiniz.
Orada bir tek burun kanamamış, bir tek cam kırılmamış,
4 milyon kişi gelmiş gitmiştir, burada demokrasi
dışı tek söylem yoktur. O mitingler 2007 yılında
yapılmıştır. Bu nedenle…
HASAN
BASRİ KURT (Samsun) – Talimatla oraya gelen bürokratlara ne diyeceksiniz?
Oraya talimatla gelen bürokratlara ne diyeceksiniz?
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Talimatla gelen bürokrat falan yok, bak, gene
karıştırıyorsun.
HASAN
BASRİ KURT (Samsun) – Talimatla gelen bürokratlar yok muydu oraya?
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Kardeşim, bak, gene
karıştırıyorsun. Bak, doğruyu söyle, burada her
şeye hazırım, özür dilerim; yaptığım bir
şeyi söyle, özür dilerim.
HASAN
BASRİ KURT (Samsun) – Sen yaptığın şeyleri kendi
ağzınla söylüyorsun.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – “Çocuk” dedin, özür dile.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Çocuk kelimesi kötü bir… Beyefendi çocuk
değilmiş efendim, sözümü geri alıyorum. Beyefendi bir
olgunmuş, bir olgun kişi olarak “cibilliyetsiz” dediği için özür
dilemeye davet ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Çok terbiyesizlik ediyorsun.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Özür dilemeye davet ediyorum, “terbiyesiz” kelimesini
iade ediyorum.
KEMALETTİN
YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Özrün kabahatinden büyük.
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Tekrar söylüyorum: Yaptığım bir
şeyle ilgili olarak, başüstüne. Bana öyle kaş göz falan yok,
yaptığım bir şey, başüstüne ama
yapmadığım şeyden dolayı hiçbir şey söylemem.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET
TUNCAY ÖZKAN (Devamla) – Tarihleri ve olayları
karıştırmayalım, tarih ve olaylar budur.
Saygıyla
selamlarım efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Evet,
Özgür Bey…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, oturuma ara vermeden önce, daha
doğrusu oturumu tamamlamadan, birleşime ara vermeden önce bir
ifadeniz olmuştu, ben o ifadeye daha sonra tutanaklardan baktım. O
ifadede Deniz Gezmiş’le ilgili kullandığınız ifadeler
kanaatimce düzeltilmeye muhtaç. Eğer şahsi kanaatinizse, bu konuda
zaten İç Tüzük’e aykırı bir şekilde, konunun özüne
girdiğiniz için grubumuzun cevap vermesi ve düzeltmesi gerekiyor, o konuda
bir açıklama… Ama “Benim ‘Deniz Gezmiş’i eşelemek suretiyle
aklayamazsınız.’la öyle bir kastım yok, yanlış oldu.”
veya “Tutanağa yanlış geçmiş.” derseniz, o ayrı bir
husus.
Takdir
sizin.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Efendim,
müzakereye, görüşmelere devam ediyoruz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, bir açıklama yapmazsanız, o
zaman cevap hakkı istiyorum doğal olarak yani.
BAŞKAN
– “Cevap hakkı” diye bir şey yok efendim, konuştuk, bitti.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Özgür Bey, bu uzun müddet devam edecek bir hadise, bırakın, bu
maziyi eşeleyerek ve kazıyarak aradaki hukuksuzluğu devam
ettirtmeyin. Bırakınız, bırakınız.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Efendim, ama siz yaptınız onu, siz
karışmayabilirdiniz.
BAŞKAN
– Bırakınız efendim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Fikirler şahıslara aittir, muhteremdir, kendilerine aittir, öze de
girmeye gerek yok. Burası bir mahkeme değildir, bir yeri aklama
zamanı, yeri değildir; bütçe görüşmeleri yapıyoruz. Lütfen,
sizden anlayış rica ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, bakın, o zaman bu konuda
düşüncelerimi ifade etmem gerekiyor. Aksi takdirde…
BAŞKAN
– Ettiniz efendim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Siz bir grup başkan vekili edasıyla bir şey
söylediniz.
BAŞKAN
– Hayır.
Efendim,
ettiniz, çok geniş ettiniz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hayır, edemedim efendim.
BAŞKAN
– Gayet iyi takip ettim ve zabıtlara da geçti.
Teşekkür
ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Efendim, o zaman şöyle: Kürsüden söz vermiyorsanız,
hiç olmazsa İç Tüzük 60’a göre yerimden söz verin, kanaatimizi, bu konuyla
ilgili söyleyeceklerimizi…
KEMALETTİN
YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – 60’la ne alakası var ya? Sizinle
ne alakası var?
BAŞKAN
– Özgür Bey, kanaatinizi ifade ettiniz.
Bir
dakika buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
16.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Oturum
Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, öncelikle, bir ifade var “İdam
kararı mahkeme kararıdır.” dediniz. Öyle bakacak olursanız,
Menderes’in idamı da bir mahkeme kararıdır. Menderes’i
asanların da Denizleri asanların da Allah belasını versin,
önce onu söyleyelim. (CHP sıralarından alkışlar)
İkincisi:
Cumhuriyet Halk Partisinin kurumsal tavrı, ilk oylamadan sonra Anayasa
Mahkemesine gidip usul yönünden bozdurmak olup ikinci oylamaya da “hayır”
oyu verme yönünde olmuştur, bunun da altını çizmek istiyoruz.
Üçüncüsü:
“Eşeleyerek Denizleri aklayamazsınız.” dediniz. 16 Şubat
1969’da Denizler “emperyalizme ve sömürüye son” mitingi yaparken Kanlı
Pazar yaşanmış, Başkanlığını
yaptığınız ve öncesinde bir konuşma
yaptığınız bir ekip Denizlere saldırmış, Ali
Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan öldürülmüş, 200 kişi de
yaralanmıştır. Şimdi, sizin Beyazıt Camisi’nde
yaptığınız konuşmadan sonra aynı husumeti,
hayatını kaybettikten yıllar sonra Deniz Gezmiş, Yusuf
Aslan ve Hüseyin İnan için sürdürmenizi Cumhuriyet Halk Partisi olarak
kınıyoruz, telin ediyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Tekrar ediyorum: Fikirler şahıslara aittir, şahsidir. Herkes
fikrinde hürdür, kimse kimseye hükmedemez, etmemelidir, demokrasinin de
gereği budur. O 16 şubattaki hadiseyle
Başkanlığını yaptığım
teşkilatın bir alakası yoktur. Bu arada, bir cehaleti de
gidermek isterim. Türkiye’de hiç kimse bir filoya secde etmez.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Ettiniz, ettiniz, fotoğraflarınız
var.
BAŞKAN
- Ne yazık ki filo Boğaziçi… İstanbul Boğazı güneyde,
gemiler de orada. Orada kalanlar kim bilmem. Caminin dışına
cemaat demek ki taşmış. Yani bugün de yine Boğaz’a
doğru oluyor, Kâbe o istikamette. Kıbleyi bilmeyenler bundan habersiz
olabilirler, cehaletlerine veriyorum. (AK PARTİ sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar) Yoksa kimse 6’ncı Filo’ya veya bir
başkasına secde etmez.
BARIŞ
YARKADAŞ (İstanbul) – Kıbleniz 6’ncı Filoydu, tarih
biliyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Şunu da ifade edeyim: Siz demin bir söz söylediniz, zannediyorum
Sayın Özkan söyledi. Biz bu vatanı seven insanlar olarak komünizme de
karşıyız, “ne Amerika ne Rusya” diyen insanlarız, biz millî
insanlarız. Hepimiz bu bayrağın altındayız. O gece
nasıl burada beraber olduysak gene hep beraberiz. Bir bütünüz, ayrım
yok, ayrılık yok. O bakımdan, şucu ya da bucu diye
ayırmamıza gerek yok, zaten ayırdılar ve birbirine girdi
insanlar. Bize düşen, bunu önlemektir, o hatalara düşmemektir.
Teşekkür
ediyorum.
BÜLENT
TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, gündeme geçelim artık.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, “Kıbleyi bilmeyenler anlamaz.”
derken kimi kastettiniz?
BAŞKAN
– Neyi efendim?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) - “Kıbleyi bilmeyenler bunu anlamaz.” derken kimi veya
kimleri kastettiniz?
BAŞKAN
– Bilmeyenleri kastettim?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Peki, bir şey söyleyeceğim…
BAŞKAN
– Bilmeyenler çünkü… Yani hiçbir Müslüman gemiye, bir filoya alıp da
“Allahuekber” demez. Yani Afrika’daki bir adam demez, Kızılderili
toteme demez. Bu kadar cehalet olur. Fakat ne yapalım ki cahiller çok.
KEMALETTİN
YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Lütfen gündemimize geçelim Sayın
Başkanım, Meclisi mi yönetecekler?
ŞİRİN
ÜNAL (İstanbul) – Başkanım, gündeme geçelim, yeter bu kadar.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Özkan’a “6’ncı Filoya dönüp onu kıble
kabul edenler” ifadesini kullanan kişi olarak doğrudan sataşmada
bulunuyorsunuz o zaman.
BAŞKAN
– Hayır efendim, bulunmuyorum, Sayı Özkan’ı tenzih ediyorum.
Teşekkür
ederim.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı (1/887) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(S.Sayısı: 503) (Devam)
2.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı (1/861), 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2016
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin, 2016 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun ve 6085 Sayılı
Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 174 Adet Kamu
İdaresine Ait Sayıştay Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/1187), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca
Hazırlanan 2016 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun
ve 2016 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu ile
2016 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/1188) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (S.Sayısı: 504) (Devam)
BAŞKAN
– Komisyon? Yerinde.
Hükûmet?
Yerinde.
Şimdi,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ilk söz Denizli Milletvekili
Sayın Emin Haluk Ayhan’a aittir.
Buyurun
Sayın Ayhan, (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
otuz dakikadır.
MHP
GRUBU ADINA EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 2018 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin
görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Yüce heyeti ve aziz Türk
milletini saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bütçeler bir devletin
bağımsızlığının ve egemenliğinin
simgesidir. Bütçelerin her ne şartla olursa olsun titizlikle
hazırlanıp uygulanmaları gerekir. Bizim için bu bütçe, geçici
bütçeler hariç, Türkiye Cumhuriyeti’nin 95’inci bütçesidir.
Dolayısıyla hepimizin sorumluluğudur. Bütçe döneminde,
gerçekten, Komisyon çalışmaları bir olgunluk içinde
geçmiştir. Son dönemlerde özellikle orta vadeli programların çok
çabuk revize edilmeleri ve sıklıkla hedeflere
ulaşılamaması nedeniyle bütçe hedefleri ve gerçekleşmeleri
arasında büyük farklar, ödenek üstü harcamalar ortaya
çıkmıştır. Bu durum zaman zaman Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bütçe hakkının zedelenmesine sebep olmaktadır.
Bütçede alenilik, doğruluk ve samimilik ilkelerine önem verilmelidir.
Bunların altını önemle çizmek istiyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bölgemiz ve ülkemiz olağanüstü
zor bir süreçten geçmektedir. Çok ciddi sonuçları olabilecek
gelişmeler yaşanmaktadır. 15 Temmuz darbe girişimi
sonrasında ülkemizin istikrarını, itibarını ve
bütünlüğünü bozmaya, Türkiye’yi siyasi alanda
yalnızlaştırmaya yönelik çabalar, ekonomik alanda zorda
bırakmaya yönelik hamleler art arda gelmeye başlamıştır.
Bölgemizde yaşanan gelişmeler, DEAŞ’ın tasfiyesinin
ardından PYD ve PKK Suriye’den çıkmadan yeni siyasi yapı
konusundaki diğer ülkelerin ikircikli tavırları, terör
örgütlerinin müttefiklerimiz tarafından alenen desteklenmesi, Barzani’nin
referandum girişimi ve son olarak ABD’nin Kudüs kararı bölgede siyasi
zemini Türkiye'nin altından kaydırmayı amaçlayan, ülkemizin
bölgesel güç niteliğine yönelik suikast girişimleridir. Tüm bu
süreçlerin hem iyi yönetilmesi hem sağduyu ve asgari bir iç uzlaşma
temelinde, birlik ve beraberlik ruhuyla atlatılması gerekmektedir. Bu
ahval çerçevesinde, ülkemizin beka sorunu olarak gördüğümüz bölgesel
dış politika gelişmelerinde ve terörle mücadelede Hükûmete olan
desteğimiz devam edecektir.
Anayasa
değişiklikleri sırasında Milliyetçi Hareket Partisi
sağduyulu, sorumlu bakışıyla siyasi, sosyal, ekonomik
anlamda uzlaşmanın tarafı olmuş, öncülüğünü
yapmıştır. “Önce ülkem ve milletim”
anlayışının bir tezahürü olarak “sonsuza kadar devlet,
sonsuza kadar millet” şiarıyla 2019 seçimleri ertesinde fiilen
yürürlüğe girmek üzere cumhurbaşkanlığı hükûmet
sistemi tesis edilmesine katkı vermiş ve öncülüğünü
yapmıştır. Bunun iki temel dayanağı vardır. Bir
tanesi, milliyetçilik, beka meselesiyle ilgili; diğeri ise demokrasi
içinde bu işin çözüme kavuşturulması. Zira, büyük resim oldukça
korkunç ve ürkütücüydü. Öncelikle, ülkenin kurumsal kapasitesindeki gerileme ve
tahribatın giderilmesi gerekiyordu, ülkemizi saran örgütlerle mücadele
edilmesi gerekiyordu.
Türk
Silahlı Kuvvetleri sıkıntı içindeydi, bir taraftan FETÖ
temizliği yapılıyor, diğer taraftan, Suriye’de PKK ve
IŞİD’e karşı askerî operasyonlar yapılıyor, güney
sınırımızda üzeri kirli hesaplar bozulmaya
çalışılıyordu.
Adalet
mekanizması sıkıntı içine tarumar olmuştu, 12 bin
hâkim, savcının 4 bini uzaklaştırıldı.
Yargıya güvenin zedelenmemesi, devlet aklına zarar verilmemesi
gerekiyordu. Eğitim sistemi sıkıntılar içindeydi. FETÖ'nün
yıllar içinde kurduğu çok büyük, özel bir eğitim ağı
vardı.
AKP
döneminde epey bakan da değişti. Her gelen reform, devrim,
değişim gibi efsunlu kavramlardan söz etti. Neredeyse her sene bir
sınav sistemi değişti. Sorular çalınmakta, Anayasa'nın
eşitlik ilkesi ayaklar altına alınmaktaydı. Emniyet güçleri
de çok büyük yara almıştı. İş dünyası sıkıntı
içindeydi. İş âlemine FETÖ sızmış, iş yapan
şirketleri neredeyse haraca bağlamış; ne kadar ihale, ne
kadar yatırım teşviki aldığını bilmiyoruz,
bileni de görmedik. Kamu kurum ve kuruluşlarında liyakat
çökertilmiş, dışişleri camiasının yüzde 25’i
kamudan uzaklaştırılmıştı. Basın-yayın
organları eliyle propaganda ve algı yönetimi yapılmış,
kumpaslara zemin oluşturulmuştu. Nihayet siyaset kurumu ve siyasi
partiler içinde kendilerine alan açmaya çalışmışlar, siyasi
partilere âdeta operasyon çekmişlerdi.
Tüm
bu gelişmeler neticesinde ülke ve devletin bekası için asgari
müştereklerde uzlaşmanın gereği ortaya
çıkmıştır. Esasen, uzlaşmaya teşebbüs etmeden
önce neyin veya nelerin risk altında olduğunu bilmemiz lazım.
Bugünkü koşul ve ortamda millî bekamızın risk altında
olduğunu görmek, buna uygun bir uzlaşma hukukunu
kurumsallaştırmak gerektiğini düşünüyoruz. Terör
örgütleriyle mücadelede atılan adımları bir beka sorunu olarak
görüyor ve Hükûmetin bu konuda alacağı kararları destekliyoruz.
Ancak bu, bizim, AKP’nin uyguladığı politikaları
eleştirmeyeceğimiz, bunları tenkit etmeyeceğimiz
anlamına gelmiyor.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; son dönemde terör örgütlerine arka
çıkarak ülkemizi siyasi ve ekonomik olarak ablukaya almak ve birtakım
spekülasyonlarla ekonomiyi manipüle etmek gayretlerine şahit oluyoruz.
Türkiye'yi hedef alan komplo, kumpas ve suikastlar karşısında
millî birlik duruşu sergilemek herkes için ahlaki ve vicdani bir
sorumluluk ancak Türkiye ekonomisinin kendi dinamiklerinden, ekonomi yönetimindeki
çok başlılıktan, gelişmeleri iyi okuyamamaktan ve
sorunları günübirlik tedbirlerle geçiştirmeye çalışmaktan
kaynaklanan sıkıntılar içinde olduğumuzu da görmezden
gelemeyiz.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; AKP, millî gelir hesaplarında 3
kez revizyon yaptı, son olarak geçen aralık ayında yaptı.
Yeni OVP’yle belirlenen makroekonomi ve 2018 yılı bütçe hedefleri bu
yeni seri kullanılarak belirlendi. Detaylarına girmeyeceğim,
ancak pek çok makro değişken yeni seriyle
hesaplandığında, bir gecede ya 2 katına çıktı ya
da yüzde 30-40 yükseldi. Örneğin millî gelir yaklaşık 100 milyar
dolar arttı, kişi başına gelir yaklaşık bin dolar
arttı. Yurt içi tasarruflar bir gecede ne yaptı? Eski seriyle yüzde
13,5’tan millî gelirin yüzde 25’ine çıktı. Burada ekonomik verilerde
ciddi anlamda makyajlama yapıldığını söylemek
yanlış olmayacaktır.
Hükûmet,
devamlı olarak, son dönemde hep 2002’yle mukayese ediyor. Neyle mukayese
ederseniz edin, haklısınız, mutlaka mukayese etmek sizin
hakkınız ancak şunu özellikle ifade etmek istiyorum. Bunu
mukayese ederken nereden nereye geldiğinizi çok iyi bilmeniz lazım.
2002 yılında geldiğinizde ortada bir program vardı, bunu
sürdürdünüz ve bu programı da devam ettirdiniz, ikinci bir anlaşma
yaptınız. Sayın Babacan burada, o günün Hazine
Müsteşarı burada, o günün Başbakan
yardımcılığı yapan arkadaşlar da bu salonda. Biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak üstlendiğimizi sonuna kadar
üstleniyoruz.
Bakın,
siz, 2002 yılından 2008 yılına kadar millî geliri, nereden,
3 bin dolardan 9-10 bin dolara çıkardınız IMF’le
yaptığınız anlaşmalar, sizden önce uygulanan
programlarla beraber. Bunda hiçbir şüphe yok. Teşekkür de ediyoruz o
dönemde görev alan herkese. Yalnız, 2008 yılında o
programın bitişinden 2017 yılına kadar dolar bazında
millî gelirin 10.444 dolardan 9.529 dolara düştüğünü görüyoruz. Biraz
önce söyledim 100 milyar dolar diye. Bunu özellikle getirdim. Sayın
Babacan burada, bunları konuşmayı da çok arzu ederim gerek
burada gerek dışarıda. Şimdi, burada, tabii “eski seri”
yazıyor. Arkadaşlar, doğal olarak, bundan belki, ne yapacaklar,
rahatsız olabilecekler. Buyurun, bu da yeni serisi. Bakın,
arkadaşlar, 2008 yılında 10.931 dolar, geliyoruz, 2017
yılında 10.579 dolar yani düşmüş. Sayın Babacan
bunları bilir. Bunları söylemeyecek bir şey yok. O gün, o
konuda, o sırada görev almış bütün arkadaşlar bu olayı
net bir şekilde bilirler.
Şimdi,
Sayın Başbakan da burada konuşurken bütçenin ilk günkü
konuşmalarında söyledi. Onların üzerinde fazla durmak
istemiyorum. Hakikaten 2002’den 2008’e gelişi nasıl olursa olsun,
hangi hükûmetin aldığı kararla olursa olsun, siyasi bedeli
ödenmiş bir programın üstüne ne yaparsanız yapın yine de
teşekkür ederiz ama hakkını da vermek lazım.
Siz
2008’den 2017’ye kadar… Arabaların eskiden krank mili olurdu,
çalışmazdı. Muavinler ha bire asılırdı ama, ne
olurdu, arada eğer şoför iyiyse o gazla giderdi. Şimdi, bunu
ifade etmek istiyorum, bunu söylemek mecburiyetindeyiz. Eli vicdanında
olan herkes bunu düşünür. Fakat bir şey söyleyeceğim, bu yüzde
11’lik büyümeye seviniyoruz, teşekkür ediyoruz ama bunun detayına
bakalım.
Bakın,
dolar bazında millî gelir ilk üç çeyrekte düştü. Bu büyüme
sürdürülebilir ve hissedilebilir değildir arkadaşlar, kalitesi
maalesef düşüktür. Buradan neyi ifade ediyoruz? Geçici vergi
teşvikleriyle tüketimi artırdınız Sayın Bakanım,
Garanti Fonu desteğiyle yatırım harcamalarını üçüncü
çeyrekte artırdınız fakat bu, ihracata ve yatırımlara
dayalı bir büyüme değil. Net ihracatın büyümeye
katkısı binde 3, ha var ha yok. İki yıldır azalan
sabit sermaye yatırımlarında üçüncü çeyrekte, nihayet çok
şükür, yüzde 15’lik bir artış oldu, tebrik ediyorum. Ancak,
bunun yüzde 55’i nereden, inşaat sektöründen geliyor hâlen.
Büyüme
istihdama yansımadı, kişi başına gelir artmadı,
devlet gelirlerinde bütçesine yansımadı, çiftçiye verilen desteklere
yansımadı, çalışanlara verilen zamlara yansımadı.
İşsizlik oranı yüzde 10,6; tarım dışı
işsizlik oranı yüzde 12,8, gençlerde işsizlik oranı yüzde
20, hele çalışmayanlar ile okumayanları dikkate
alırsanız işsizlik oranı yüzde 26’dan yüzde 30’a kadar
gider. Bu vahim tablo ne yıllık yüzde 6-7 büyümeyi ne de üçüncü
çeyrekte dünya rekoru kırdığımız söylenen yüzde 11’lik
büyümeyi açıklamıyor. Açıklayalım, teşekkür ederiz,
yüzde 11 ama yansısın.
Şimdi,
asıl önemli olan, bunu 2018’de nasıl sürdüreceğiz Sayın
Bakanım? Gelecek yıl baz etkisi olmayacak, vergi teşvikleri
olmayacak, KGF kredilerini aynı şekilde devam ettiremeyeceksiniz.
Cari açığı, bütçe açığını ve enflasyonu daha
da yükseltecek şekilde büyümenin gazına basmak büyümenin bütün
faydalarını yok edebilir. Burada dikkatli olmak lazım.
Bir
arkadaşı tebrik etmek istiyorum, Başbakan
Yardımcısı Mehmet Şimşek’i. Ne dedi? “Büyümenin
sürdürülebilirliği açısından dengeli olması lazım.”
dedi. Şimdiye kadar yaptığınız büyüme dengeli olmayabilir
ama bundan sonraki gayretinizi görmek istiyoruz.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; enflasyon kasım ayı
itibarıyla yüzde 12,9, ÜFE yüzde 17,3 yani kazığı arkadan
geliyor, enflasyonun aşağı çekilmesi ve fiyat
istikrarının sağlanması önemli. Merkez Bankasının
yüzde 7 hedefle başladığı yılı yüzde 13’le
kapatması; bu, hiçbir şekilde piyasalara güven vermeyecek. Fiyat
istikrarı olmadan finansal istikrar ve sürdürülebilir bir büyüme ve refah
sağlamak mümkün değildir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; cari açık, ekonominin en önemli
kırılganlık noktalarından bir tanesi olmaya devam ediyor.
Ekim ayı itibarıyla 42 milyar dolarlık cari açık, yurt içi
hasılanın yüzde 5’ine tekabül ediyor. Türkiye, enflasyonda
olduğu gibi, cari açıkta da gelişen ülkeler arasında en
yüksek açığa sahip. Cari açığın finansmanı
oldukça sağlıksız, doğrudan yatırım
girişleri azalmakta. Cari açık, borçlanma, portföy
yatırımları ve kaynağı belirsiz son derece
kırılgan unsurlarla finanse ediliyor.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; dış ticarette açık
üretme dinamiklerini yok etmiş değiliz, devam ediyor. Dış
ticaret açığı, ihracattan 3 kat daha hızlı büyüyor,
sanayimizin ve ihracatımızın dış girdi
bağımlılığı ayağımıza
dolanmış vaziyette. Kur yükseldikçe ihracatçının girdileri
yükseliyor. Kur artışı ihracatımıza rekabet
avantajı getirememektedir.
AKP
Hükûmetinin hem sevdiğim hem tenkit ettiğim bir alanı var,
onunla da ilgili bir şey getirdim değerli kardeşlerim.
Şimdi, AKP döneminin tamamında 1,7 trilyon dolar ihracat
yapmışsınız, çok güzel ama yaptığınız
ithalat 2,7 trilyon dolar. Aradaki fark 952 milyar dolar yani Türkiye'nin
şu anda bir yıllık millî geliri olan 847 milyar TL’den daha
yüksek. Yani çoluk çocuk, kızan, ahbap, eş dost bir sene
kazandığımızı yemesek içmesek bu dış ticaret
farkını ne yapmıyor, kapatmıyor. Şimdi, ben bütün
bunların arkasındakilerini de getirdim, hepsinde var; nereden
aldık, hangi programdan aldık. Yani “Nereden aldınız?” diye
de uğraşmayın, hepsi var.
Şimdi, bütün
bunları söyledikten sonra… Yatırım ithalatı düşüyor,
ara mal ithalatı artıyor, ihracatımızın toplam
değerini de aşmış vaziyette, üretimin ithalat
bağımlılığı yükseliyor. Bakın, tekstilde,
tarımda, otomotivde ithalat-ihracat farkı lehimize ama
diğerlerinin tamamında önemli sektörlerde ticaret açığı
veriyoruz. Bu durumu doğru okuyup gereken tedbirleri hep birlikte
almamız lazım Sayın Bakanım. Getirin buraya, destek
verelim; neyi getirirseniz destek verelim, gecikmeyelim. Sadece ihracata
bakıp rekor hikâyeleri anlatmak en hafif ifadeyle miyopluktur. Hakikaten,
AKP’nin ihracata karşı çok büyük bir ilgisi var, çok güzel.
Bakıyoruz, ilginiz bu tarafa ama terakki ithalatta gelişiyor, cari
işlemlerde gelişiyor, dış ticaret açığında
gelişiyor. Bütün bunları düzenlememiz lazım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; iç ve dış borç stokundaki
artış sürmekte. Bunu da bir grafikle -bu son, bundan başka
göstermeyeceğim- gösterelim: Bakın, 2002’de özel sektörün borcu
nedir? 43 milyar dolar. Nereye gelmiş? 302 milyar dolara. Toplam
dış borcumuz 2002’de 130’muş, şimdi 432’ye gelmiş.
Şimdi, bütün bunları söylerken, ifade ederken doğruları
tebrik ediyoruz, başarılar diliyoruz ama yanlışları,
hatalarımızı, eksiklerimizi de ne yapacağız, kabulleneceğiz.
Şimdi, bakın, bir
yıl veya daha az kalmış dış borç stoku 173,5 milyar
dolar, bunun yüzde 85’i özel sektörün dış borcu.
Ekonomimizin
yıllardır güçlü iki yönünden bahsediyoruz; biri bankacılık,
bir tanesi de kamu mali disiplini, bütçe. Fakat maalesef her ikisi de son
birkaç yıldır kırılgan bir seyir izliyor. Şimdi küresel
likiditenin daralmasıyla birlikte, kur istikrarımız riskli bir
görünüm sergiliyor. Merkez Bankası “Yabancı para cinsinden borçlu 800
civarında şirket var.” diyor. Bu şirketlerden döviz
açıkları azalmayan ve giderek artan şirketlerin hangileri
olduğuna lütfen bir bakın. Bunlar işlevsiz olur da, olur
olmadık şekilde bu dövizleri kullanırsa sıkıntı
olur, hem kamu bankaları hem de piyasaları kene gibi emerler.
Sayın Bakanım, buna bir bakalım.
Diğer taraftan, yüksek
özel sektör borçluluğu dikkate alındığında,
bankacılık sistemimiz kaynak yetersizliğiyle karşı
karşıya, hakikaten kredi vermekte zorluk çekiyor. Bir bankanın
genel müdürü aynen şunu söyledi: “Yakıt deposuna bakarak gidiyoruz.”
Yani verecek kaynak yok, siz hazineden garanti verirseniz öyle veriyorlar,
yoksa vermiyorlar; sıkıntılı. Yakıt deposunu gözlüyor,
10 liralık, 20 liralık yakıt alıyor.
Bankacılık
sisteminde döviz mevduatları da hızla büyüyor. Ekonomide dolarizasyon
2012 yılından bu yana hızla arttı. Yurt içi
yerleşiklerin döviz tevdiat hesapları 120 milyar dolardan 200 milyar
dolara çıktı. Siz “faiz” dedikçe -hangi bakanlar söylüyordu- dolar
artıyor.
Türkiye
1999 yılından itibaren alınan tedbirlerin etkisiyle kamu
maliyesi alanında ciddi başarı gösterdi, kabul ediyoruz. Bugün
geldiğimiz nokta, hatta iki yıl öncesinden başlayarak sizin kamu
maliyesi, hızla bozulma sürecine girdi. Buna kamu adına iş
yapan, “gölge kamu” denilenlerin yükünü dâhil ederek söylemiyorum, onları
söylediğinizde -bu kamu-özel ortak iş birliği vesaire- bunun
altından kalkılmaz boyutlarda. Endişemiz bütçenin büyümeyi
değil, ekonomideki açıkları ve enflasyonu artıracak bir
bütçe olmasıdır.
Bakın,
sosyal güvenlik kuruluşları kötüye gitmeye başladı, tekrar
açık… Hep beraber yaptık kanunu. Taşeron düzenlemesiyle bu
açığın daha da büyüyeceğini öngörebilirsiniz. KİT
finansman dengesi 2018 yılında kötüleşiyor. Program
tanımlı faiz dışı kamu dengesinde açık var. Nakit
açıkları ve borçlanma hızlı bir şekilde yükseliyor.
Sayın
Bakanım, özellikle size söylemek istediğim bir şey var. Bütçede
alenilik, samimilik, doğruluk ilkesi önemli. Bakın, kasım
ayı sonu itibarıyla açık 26 milyar lira. Bütçe
açığı başlangıç ödeneği 46,8 milyar lira. Bütçe
gerçekleşme tahmininiz –daha iki ay önce söylediniz, kitap burada- 61,7
milyar TL. Şimdi, aralıkta 36 milyar açık mı
vereceğiz? Bunu bir konuşmamız lazım. Şimdiye kadar
net 78 milyar borçlandınız, bunu, 90’a kadar yetki alıp
götürürsünüz ama 26 milyar açık var. Bunu hâlâ açıklayamıyoruz.
Buna bir bakılması lazım Sayın Bakanım.
MALİYE
BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Bakarız.
EMİN
HALUK AYHAN (Devamla) – Bunu, Sayın Şimşek açıkladı
ama onun çok tatmin edici olduğu kanaatinde değilim. Sık
sık çıkartılan af ve yapılandırmalarla, bakın,
vergi davranışları, ahlakı bozuldu. Vergisini
zamanında ödeyen mükelleflere âdeta ceza yağdı. Vergi adaleti
mutlaka gözetmemiz gereken bir husus.
Bu
bankalar, hakikaten, özellikle kamu bankaları takibinde iyi. Geçen bir
telefon geldi bana. “Haluk Ayhan siz misiniz?” “Ben.” “Hangi isminizle hitap
edeyim.” “Hangisini istersen et.” dedim. “Kayıt alıyoruz.” “Tamam,
al.” “Efendim, bize 15 kuruş borcunuz var, ne zaman ödeyeceksiniz?” dedi,
“Hemen bugün öderim.” dedim. Vallaha, dekontu burada, gittim, ödedim.
MALİYE
BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Bravo.
EMİN
HALUK AYHAN (Devamla) – Ama, Allah rızası için –ben bunun neden
olduğunu biliyorum, ek hesap, elektrik, su parası kesiliyor, kalan 15
kuruş orada çalışmış- şu milletin
hakkını yiyip o kamu bankalarından kredi alanların da böyle
bir takibini yapalım inşallah.
Şimdi,
bütün bunları söylüyorum. Bakın, yüzde 30’u nedir bu olayın?
Yüzde 30’u doğrudan aldığınız vergiler, yüzde 70’i
dolaylı vergiler, ÖTV, KDV, MTV, hepsi devam ediyor. Buna adaletli bir
sistem demek mümkün değil. Vergi sisteminin gelir ve kazanç
farkını ayrıştıran ve gözeten adil bir yapıya
kavuşması acilen gerekiyor. Kamu tüketimi hızlı bir
artış gösteriyor. Bakın, yatırım yapacaklar
sıkıntıda. Bir hukuk rejimi koyunuz. Bunu bilerek söylüyorum,
sizin arkadaşlarınızla konuştuğum için de söylüyorum,
adam yarın ne yapacaksa onu bilmesi lazım.
Tarıma gelelim. Tarım tüm ekonomik sektörlere
katkı sunan stratejik bir sektör. Bunun yanında sosyal yönü var,
çevre yönü var, millî güvenlik yönü var. Bizim Mevlüt Bey, Allah razı
olsun çok detaylı anlattı ama burada ifade etmek istediğim husus
şu: Çiftçinin kredi borçları siz geldiğinizden beri 150 kat
artış gösterdi, yalanım varsa söyleyin. Çiftçimiz bankadan
bankaya kredi kuyruklarında maalesef kredi alma yarışı
içine girdi, ipoteksiz arazi kalmadı neredeyse. Bu tablo kaygı
verici.
Bakın, canlı hayvan, et, buğday,
mısır başta olmak üzere tarımda ithalatla fiyatları
kontrol etme yaklaşımı üreticimizi cezalandıran, yerli
üretimimize darbe vuran, faturayı çiftçimize kesen kabul edilemez bir
yaklaşım. İlgili bakanlar burada mı bilmiyorum. Vallahi de
vebali var, billahi de vebali var.
Şimdi, size de geleceğim Sayın Millî
Eğitim Bakanım. Sayın Cumhurbaşkanının
söylediği gibi eğitim sisteminden hiç kimse memnun değil;
gençler memnun değil, ana baba değil, öğretmen değil,
gidiyor. Bu temel sorunlar çözülememekle daha da karmaşık hâle
geliyor. Her gelen bakana göre değişen sınav sistemleri hem
öğrencileri hem de aileleri perişan etmiş.
Bakın, Sayın Bakanım, Sayın Genel
Başkanımız bu kısır döngüden kurtulmamız için
“Üniversite giriş sınavlarını kaldıralım.” dedi.
Hadi kaldıralım. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı
yarın bir gün “kaldıralım” dediği zaman iki
ayağınız bir pabuç olacak, gelin
hazırlığını şimdiden yapalım;
kaldıralım, gençler rahat etsin. (MHP ve CHP sıralarından
alkışlar) Şimdi, bütün bunları sürdürmek istiyorum. Bu
döngüden kurtulmamız lazım.
Sonuç
olarak, Milliyetçi Hareket Partisi olarak yaptığımız
eleştiriler Türkiye ekonomisinin sorunlarının çözümüne,
toplumsal huzur ve refahın artırılmasına yöneliktir.
Ülkemizin kalkınması ve milletimizin hak ettiği refah seviyesine
ulaşılması için Türkiye, ekonomi alanında hızla bir
reform gündemi oluşturmalıdır ve bunu uygulamalıdır.
MHP olarak uyarılarımızı şimdiye kadar yaptık,
yapmaya devam ediyoruz. Gelin bu sorunları yönetilebilir olmaktan
çıkaralım, gerekli yapısal tedbirleri alalım, getirin
burada konuşalım. Biz size bu konuda destek vermeye
hazırız. Polisi telefon ediyor, öğretmeni telefon ediyor,
telefon etmeyen yok taşerondaki... Bunların meseleleri birikti. Bu
kadar sayıyla iktidar olsanız da çözümü zor oluyor. Gelin
bunları bir çözelim birlikte, getirin.
MHP
olarak seçim beyannamemizde yer alan ve ekonomide ivedilik arz eden 7 alanda
reformların başlatılması gerektiğini ifade etmek
istiyorum. Bir tanesi katma değerli, yüksek teknolojili üretimin
özendirilmesi ve ithalat bağımlılığının
azaltılması, bu şart. Yurt içi tasarrufları
artıracağız, başka çaremiz yok. Yatırımları
artıracağız. Bunlar da bir reform alanı. Adaletli bir vergi
sistemi tesis edeceğiz. Verginin tabana yayılmasını
sağlayacağız. Kamuda harcama reformu yapılması, kamu
yatırımlarının rasyonel şekilde yenilenmesinin
önceliklendirilmesi, gelirin adil bölüşümü ve yoksullukla mücadelenin
sağlanması, tarım ve hayvancılık reformu, iş gücü
piyasası ve çalışma hayatı reformu.
Son
olarak ifade etmek istediğim bir şey var. Selçuklu Veziri
Nizamülmülk’ün öğütlerinden birkaçını hatırlatarak
sözlerime son vermek istiyorum: “Devlet kolay kolay kimseye nasip olmayacak bir
nimettir. Bu nimete sahip olan kimse ahirette büyük bir külfetle de karşı
karşıya olduğunu bilmelidir. Fırsat eldeyken devletin
malını devlet için harcamalı, yaptıkları her işi
kayıt altında tutmalıdır.”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Efendim, Sayın Hatip, iki dakika daha konuşabilirsiniz.
EMİN
HALUK AYHAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
“Devletin
bekası için ehil olmayan kimselere iş buyurulmamalıdır.”
Bu
duygu ve düşüncelerle 2018 yılı merkezî yönetim bütçesinin
memleketimize ve Türk milletine hayırlar getirmesini diliyorum. Sizlere saygılar
sunmadan önce, konuşmalarda kişilere ve hususlara kayda değer
olduğunu görmediğimiz zaman cevap verme ihtiyacını
hissetmediğimizi de ifade etmek istiyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Bütçenin
hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
Efendim,
şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
ikinci söz Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı Beyefendi’ye
aittir.
Buyurunuz
Sayın Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
otuz dakikadır.
MHP
GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçe ve kesin hesap tasarılarının tümü
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi
açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle yüksek
heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi
hürmetle selamlıyorum.
Konuşmamın
ilk bölümde dış politika, ikinci bölümünde de sosyal politikayla
ilgili gelişmeler hakkında değerlendirmeler yapacağım.
Türkiye’nin
öncülüğünde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun gündemine gelen
Kudüs tasarısı hakkında dün alınan karar ülkemizde ve
İslam âleminde sevinçle karşılanmıştır. ABD’nin
ilk kıblemiz Kudüs üzerinde oynadığı oyun fiilen
bozulmuştur. Kudüs’ün tarihî statüsü, manevi hakları teyit ve tescil
edilmiştir. ABD, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma
kararıyla Orta Doğu barış sürecini dinamitlemiş,
uluslararası hukuku, Birleşmiş Milletler kararlarını
hiçe saymış ve İslam dünyasına meydan okumuştur. Bu
karara karşı İslam dünyası, dayanışma içinde
ortak ve kararlı bir tavır almıştır. 13 Aralık
2017 tarihinde İstanbul’da yapılan İslam
İşbirliği Teşkilatının zirve toplantısı
Kudüs’ün ve Filistinli kardeşlerimizin yalnız ve çaresiz
olmadığını ABD’ye ve işgalci İsrail’e somut
olarak gösteren ilk adım ve tarihî bir uyarı olmuştur.
İslam
dininin kutsallarının işgalci Arap-İsrail’in
egemenliği altına sokulması hiçbir şart altında kabul
edilmeyecektir. İslam dünyasının Doğu Kudüs’ü Filistin
devletinin başkenti olarak tanıması Arap-İsrail
ihtilafında çok önemli bir dönüm noktasıdır. İşgalci
İsrail’in en büyük cesaret kaynağı ABD’dir. Birleşmiş
Milletler toplantısı öncesi ABD’nin veto, tehdit ve şantaj
silahına sarılması bu gerçeği bir kez daha gözler önüne
sermiştir. Ancak, ABD’nin tehdit ve şantajları,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun vicdan duvarına
çarpmıştır. Dün yapılan oylamada 128 ülke, ABD’nin
uluslararası hukuku hiçe sayan saldırgan tutumuna karşı
çıkmıştır. Türkiye'nin öncülüğünde Genel Kurulda
alınan karar, İsrail ve hamisi ABD’ye milletlerarası
camianın attığı çok anlamlı bir tokat olmuştur.
Kudüs davasının dünya gündemine gelmesini ve geniş bir destek
bulmasını sağlayan başta Sayın Cumhurbaşkanı
olmak üzere AKP Hükûmetini ve diplomatlarımızı kutluyoruz.
Kudüs, İslam âleminin namusudur. Doğu Kudüs’ün başkent
olduğu bağımsız Filistin devleti er ya da geç tarih
sahnesinde mümtaz yerini alacaktır.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye, varlığımızı ve
geleceğimizi hedef alan tehdit, tehlike ve tuzaklarla dolu çok zor ve
sancılı bir dönemden geçmektedir. Dış politikada kriz
riskleri artmış, sorun ve sıkıntılar
derinleşmiştir. Güney komşularımız Irak ve Suriye’de
yaşanan gelişmelerin millî güvenliğimiz üzerindeki etkileri yeni
boyutlar kazanmıştır. Avrupa ve ABD’yle ilişkilerde çok
ağır bir kriz ve gerginlik ortamına girilmiştir. Türkiye,
küresel saldırı ve husumet kuşatması altındadır.
Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler, Türkiye’yi çok ciddi millî
güvenlik tehlikeleri ve tehditleriyle karşı karşıya
bırakmıştır. Bu çok yönlü tehditlerin birincisi terör
tehdididir. Kanlı terör örgütü PKK, Kuzey Irak’ı Türkiye’ye
karşı bir saldırı cephesi olarak kullanmayı
sürdürmektedir. Kandil’den ve Kuzey Irak’taki terör kamplarından sonra PKK
Sincar’a da yerleşmiştir. Ayrıca Telafer’den başlayarak
Musul ve Kerkük’e uzanan hatta da yuvalanmıştır. PKK’nın
Suriye kolu PYD, YPG de Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’ye karşı yeni
bir terör cephesi oluşturmaktadır. PYD’nin Kuzey Suriye’ye
kurduğu üç sözde kantonun birleştirilerek güney
sınırlarımız boyunca kesintisiz bir terör koridoru
oluşturması çabaları sürmektedir. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Fırat Kalkanı harekâtı ve İdlib misyonuyla bu
kantonların birleştirilmesinin şimdilik önüne geçilmiştir
ancak tehlike henüz sona ermemiştir. Bu kapsamda Afrin’den kaynaklanan
terör tehdidi ciddiyetini korumaktadır. Türkiye, bu konuda gereken askerî
tedbirleri almak ve bu bölgeyi terör yuvası olmaktan çıkarmak
durumundadır.
Türkiye’nin
karşısındaki ikinci tehdit, Irak ve Suriye’nin etnik ve mezhep
temelinde bölünme dinamiklerinin harekete geçmiş olmasıdır.
Barzani’nin nihai hedefi olan Kerkük’ün başkent olacağı
bağımsız devlet kurmak amacıyla 25 Eylül 2017’de
yaptığı referandum ters tepmiş ve Barzani için hüsranla
neticelenmiştir. Başta Kerkük olmak üzere fiilî kontrolüne
aldığı bölgelerde kontrolünü kaybetmiş, buralardan çekilmek
zorunda kalmıştır ancak nihai hedef olan
bağımsızlık fikrinden vazgeçmemiştir. Bunun için uygun
bir zaman kollamakta, yeni şartların oluşmasını
beklemektedir.
Suriye’de
de benzer oluşumlar adım adım ilerletilmektedir. PKK’nın
Suriye kolu PYD’nin amacı da ileride bir devlete dönüştürmek üzere
Suriye’nin kuzeyindeki üç kantonu birleştirip ilk adım olarak
buralarda özerk bölge oluşturmaktır. Irak ve Suriye’den sonra
ülkemizin güneydoğu bölgesinde benzer bir oluşum için her
zorlamanın yapılacağı açıktır. Barzani, Kuzey
Irak’taki diğer siyasi partiler, PKK ve PYD bu konuda amaç ve hedef
birliği içindedir. Türkiye’nin Irak ve Suriye’den kaynaklanan millî
güvenlik tehditlerine karşı gereken önleyici tedbirleri alması
ve bu konuda caydırıcı bir strateji izlemesi millî bekamız
için hayati önem taşımaktadır. Bu stratejinin amaçları Irak
ve Suriye topraklarının Türkiye için güvenlik tehdidi olmaktan
çıkarılması, terör saldırıları için üs olarak
kullanılmasının önüne geçilmesi ve Türkiye’nin toprak
bütünlüğünü ve millî birliğini hedef alan oluşumların
buralarda yuvalanmasının önlenmesi olmalıdır. Türkiye bu
amaçlar doğrultusunda fiilî askerî güçle desteklenen kapsamlı bir
siyasi caydırıcılık stratejisi izlemelidir.
Irak
ve Suriye’deki gelişmelerin Türkiye için endişe verici bir diğer
boyutu da Türkmen kardeşlerimizin durumudur. Irak ve Suriye Türkmenleri
çok zor şartlar altında millî varlıklarını sürdürme
mücadelesi vermektedir. Türkmen kardeşlerimizin hak ve
hukuklarının korunması ve güvenliklerinin sağlanması
Türkiye için millî bir görevdir. Türkmenlerin tek umudu Türkiye’dir.
Türkiye’nin Türkmen kardeşlerini yalnız ve çaresiz
bırakması düşünülemeyecektir. Bu nedenle Irak ve Suriye
konusunda Türkiye’nin izleyeceği caydırıcılık
stratejisinin bir diğer ayağı da Türkmenlerin güvenliğiyle
hak ve hukuklarının teminat altına alınması
olmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde her alanda bir
gerginlik ve kriz ortamına girilmiştir. Göstermelik Avrupa
Birliğine katılım müzakereleri tıkanmıştır.
Avrupa Birliği, başından beri Türkiye konusunda riyakâr ve
samimiyetsiz bir tutum sergilemiştir, Türkiye’nin AB üyeliği nihai
hedef olmaktan çıkarılmıştır. AB’nin
amacının Türkiye’nin AB’nin yörüngesinde tutunacağı bir
ortaklık ilişkisi olduğu artık bütün
çıplaklığıyla anlaşılmıştır.
Son
dönemde AB üyesi ülkelerle ilişkilerimizi zehirleyen diğer bir konu,
Avrupa’nın teröre sağladığı himaye olmuştur. AB,
güya PKK’yı terör örgütleri listesine almıştır, ancak bu
kâğıt üzerinde kalmıştır. PKK, Avrupa’da serbestçe at
koşturmaktadır, Avrupa’nın başkentleri PKK’nın bölücü
propaganda karargâhına dönüşmüştür, Avrupa Birliğinin
bazı üyeleri PKK’nın siyasi hamisi olmuştur. Terör
kutsanmış, teröristler kucaklanmış ve Avrupa değerleri
ayaklar altına alınmıştır.
Avrupa,
PKK’dan sonra FETÖ’ye de kucak açmıştır. 15 Temmuz FETÖ darbe
girişimi sonrası FETÖ hainlerini de siyasi himayesi altına
almıştır. FETÖ’cü kaçak hainler Avrupa’ya
sığınmaktadır; Almanya ve Yunanistan başta olmak üzere
bazı Avrupa ülkeleri bu hainleri Türkiye’ye iade etmemekte, siyasi
sığınma hakkı vermektedir.
Avrupa’da
Türk düşmanlığı ve İslam
düşmanlığının giderek güç kazanması ve
yaygınlaşması çok vahim bir gelişme olarak
karşımızdadır. Yüce İslam dinine karşı bir
husumet seferberliği başlatılmıştır. Türk
düşmanlığı bazı Avrupa ülkeleri yöneticileri
tarafından âdeta siyasi hedef hâline getirilmiştir.
Avrupa
Birliğinin Türkiye’yi dışlayan tutumunun sürmesi ve AB’ye tam
üyelik kapısının tamamıyla kapanması Türkiye’yi bir
yol ayrımına getirmiştir. Türkiye, AB’nin vesayeti altında
alınacak ve yörüngesinde tutulacak bir ülke değildir; Avrupa
Birliği bu gerçeği bir an önce anlamalıdır. Türkiye Avrupa
Birliğine muhtaç, mecbur ve mahkûm değildir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde çok ciddi
kriz dönemine girilmiştir. Obama döneminde başlayan ve Başkan
Trump döneminde giderek ağırlaşan sorunlar yumağı
ilişkileri zehirlemiş ve güven ortamının temellerini
dinamitlemiştir.
ABD’nin,
IŞİD terörüyle mücadelede “taktik ittifakı” adı
altında PYD’yle ortaklık yapmasının teröre ortaklıktan
başka bir anlamı yoktur. ABD’nin, PYD teröristlerini Suriye’de kara
ordusu olarak kullanması, 4 bin tır dolusu ağır silahlarla
donatması ve siyasi, askerî koruması altına alması ABD’nin
Suriye’nin geleceği hakkındaki düşünce ve niyetleri
hakkında haklı ve meşru şüphelerin doğmasına yol
açmaktadır. Buradaki temel soru ve sorun, ABD’nin Suriye’nin yeni siyasi
mimarisinde kuzeyde özerk bir PYD terör bölgesi kurulmasını isteyip
istemediği noktasında düğümlenmektedir.
Türkiye’nin
sınırları boyunca bir terör koridoru oluşması millî
güvenliğimize açık bir tehdit oluşturacaktır. ABD’nin bunu
çok iyi anlaması ve siyasi tutumunu buna göre yeniden ayarlaması dostluk
ve müttefikliğin gereği olacaktır. Türkiye bu konuda sonuna
kadar kararlı bir tutum izlemeli ve elindeki tüm imkânları, tereddüt
etmeden, kullanmalıdır.
ABD’nin
FETÖ’nün elebaşını Pensilvanya’da hâlâ misafir etmesinin ve
korumasının hukukla, dostlukla, ahlakla ve vicdanla izah edilebilecek
bir yönü bulunmamaktadır. “İran’a Amerikan ambargosunu deldiği
gerekçesiyle Türkiye’nin bir millî bankasından hesap soran ABD’nin, 15
Temmuz darbe girişiminin elebaşı Pensilvanya iblisini
yargılamak için Türkiye’ye iade etmemesinin gerçek nedenleri nedir?”
sorusunun cevabını Türk milleti merak etmektedir. ABD FETÖ’yle
iş birliği yaptığı için mi bu haini korumaktadır?
“Bunlar açığa çıkar.” endişesiyle mi bu haini Türkiye’ye
iade etmemektedir? Bu soruların cevabı bir gün mutlaka verilecek,
gerçekler bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.
ABD’de
süren Zarrab davasında hukuk hiçe sayılmış, mahkeme süreci
siyasallaştırılmıştır. Zarrab denilen
şarlatan kullanılarak Türkiye’ye tezgâh kurulmakta, sanık
sandalyesine Türkiye oturtulmak istenmekte, Türk ekonomisinin çökertilmesi
hedeflenmektedir. İddia edilen suçlar Türkiye'de işlendiğinden
bu şarlatan Türkiye'ye iade edilmeli ve burada
yargılanmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde,
Amerikan Mahkemesinin siyasi saiklerle vereceği kararın hiçbir hükmü
olmayacaktır. ABD yönetimi şu gerçekleri artık
anlamalıdır: Türkiye, ABD’nin 51’inci eyaleti değildir,
sömürgesi de değildir. Türkiye üzerinde Amerikan yargı vesayeti
kurmak tam bir hayaldir. Türkiye'yi şantaj, baskı ve tehditlerle
boyunduruk altına almak da mümkün değildir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye çok yönlü saldırılar altındadır.
Türkiye'nin millî birliği, millî güvenliği ve millî
çıkarları hedef alınmıştır. 15 Temmuz hain FETÖ
darbe girişimiyle hedeflerine ulaşamayanlar bu defa sinsi yöntemli
hamleleri devreye almışlardır. Son dönemde Türkiye ekonomisini
hedef alan spekülatif nitelikli, uluslararası kaynaklı haberler
yapılmaktadır. Ülkemiz, piyasaları manipüle etmeye yönelik
spekülatif saldırılara maruz kalmakta, kur üzerinde baskı kurularak,
sıcak para kozu kullanılarak köşeye
sıkıştırılmak istenmektedir. Türkiye, bu alçak
senaryonun bir benzerini 2000 ve 2001 yıllarında da
yaşamıştı. Hatırlarsanız, Türk milletine ekonomik
savaş açılmıştı. Bir gecede faiz ve döviz ne
yazık ki fırlamış, tüm makroekonomik parametreler
bozulmuştu. Türkiye, bölgesel ve küresel ilişkilerde tavizler vermeye
zorlandı. Aynı oyun, aynı tertip, aynı tezgâh şimdi
yeniden tedavüldedir.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak dün yaşananlardan dolayı bizi
acımasızca eleştirenlere, yıllarca haksız yere
aleyhimize kullananlara bakmaksızın bu oyunlara millî, duyarlı
ve ahlaki bir siyasi üslupla yaklaşıyoruz ve diyoruz ki: Krizden
medet ummak, kurulan ekonomik tuzaklarda yabancıların lehine iş
birlikçilik yapmak, millete husumet, Türkiye’ye ihanettir. (MHP
sıralarından alkışlar) Türkiye zorlu,
yıpratıcı, sosyal ve ekonomik maliyeti oldukça ağır
bir terörle mücadele sürecinin içindedir. Türkiye’nin her cepheden önü
kesilmek, iradesine ipotek konulmak istenmektedir. Türk milleti terörle
yıldırılmak, terörle korkutulmak, kanlı eylemlerle
susturulmak istenmektedir. FETÖ, PKK/PYD-YPG, IŞİD, DHKP-C aynı
hain amaca odaklanmış, aynı karanlık cepheye sürülmüş
Türk ve Türkiye düşmanlarıdır. Türkiye, devlet olmaktan
kaynaklanan hak ve tarihsel çıkarlarını canı pahasına
savunmaktadır. Türkiye, millî bekasını korumak için bütün millî
güç unsurlarını seferber etmektedir. Terörizmle mücadele çok boyutlu
icra edilmektedir. Ülke topraklarıyla birlikte sınır ötesinde
süren operasyonlarımız millî güvenliğimizi sağlamaya
dönüktür ve kesinlikle ara verilmeden devam ettirilmelidir. Türkiye’yi hedef
alan komplo, kumpas ve suikastlar karşısında millî bir
duruş sergilemek, herkes için ahlaki ve vicdani bir zorunluluktur,
vatanseverliğin asgari bir icabıdır. Türkiye Cumhuriyeti tam
bağımsızdır, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür,
ilelebet böyle de kalacaktır. İster ekonomik saldırılarla
ister silahlı eylemlerle isterse de farklı vasıtalarla olsun
millî güvenliğimizi açıktan hedef alan, toprak bütünlüğümüze ve
millî birliğimize acımasızca suikasta yeltenen kim olursa olsun
kaybetmeye mahkûmdur.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye ekonomisi ciddi sorunlarla karşı
karşıyadır. Ekonomimizde yapısal sorunlar her alanda devam
etmektedir. Yükselen enflasyon ve işsizlik, büyüyen bütçe
açığı ve cari açık, bozulan vergi ve gelir
dağılımı adaletsizliğiyle birlikte borçlarda ve
faizlerdeki yükselme ekonomi açısından endişe vermektedir.
Türkiye ekonomisinin üçüncü çeyrekteki büyüme performansı, baz etkili ve
tüketim kaynaklı olsa da, ekonomideki karamsar havayı kısmen
dağıtmıştır. Özellikle uzun süredir negatif
gerçekleşen makine, teçhizat yatırımlarında yüzde 15,3
artış olması gelecek için umut vermiştir.
Ancak,
büyümenin ağırlıklı olarak inşaat
yatırımlarına, vergi teşvikleriyle ivmelenen
dayanıklı tüketim harcamalarına ve Kredi Garanti Fonu'yla artan
kredi hacmine dayalı olduğu görülmektedir. İnşaat
yatırımlarının millî gelire oranı yüzde 17,5 düzeyine
çıkmıştır. Bu durum, sağlıklı ve
sürdürülebilir büyüme konusunda kaygıları da beraberinde
getirmektedir.
Sayın
Başbakan bütçe konuşmasında “Son on beş yılda
Türkiye'yi 3 kat büyüttük.” dedi, Maliye Bakanı da kişi
başına millî geliri 3 kat artırdıklarını söyledi.
Birçok bakan ve AKP milletvekili de millî geliri 3 kat
artırdıklarını övünerek ifade ettiler. “Ne var bunda,
övünmekte haklı değil miyiz?” diyen arkadaşlarımız
olabilir. Elbette millî gelirin artırılması önemlidir. Ama
sormak lazımdır, millî gelir 3 kat ne zaman arttı? 2016
yılında da kişi başına millî geliri 3 kat
artırdığınızı söylemişsiniz. Geriye
doğru ta 2008 yılına kadar gidiyorum. Dokuz yıl boyunca her
sene yine millî geliri 3 katına çıkardık, millet olarak hepimiz
zenginleştik demişsiniz. Bir taraftan böyle övünülürken diğer
taraftan bir itirafta bulunulmuyor mu? Demek ki dokuz yıl genel anlamda
boşa gitmiş. Demek ki dokuz yıldır havanda su
dövülmektedir. Neticede dokuz yıl öncesine göre bu yıl beklenen
kişi başına düşen millî gelirimiz daha düşüktür.
Halihazırda
vatandaşlarımızın en büyük sorunu geçim zorluğudur.
Geliştik, büyüdük ve zenginleştik iddialarının
vatandaşlarımız nezdinde yeterli
karşılığı olmamıştır. Özellikle son
beş yıldır işsizlik artıyor, kişi
başına millî gelirimiz azalıyor.
Türkiye,
genç işsizlikte bir numaradır. OECD'nin Eğitime Bir Bakış
2017 Raporu’na göre ülkemizde 15-29 yaş arası genç nüfusta ne
eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı yüzde 28.8 olup,
Türkiye OECD ülkeleri içerisinde bir numaradır.
İşsizlik
kronik bir sorun hâline gelmiştir. Özellikle genç işsizlik ürkütücü
boyutlardadır. TÜİK verilerine göre, genç nüfusta resmî işsizlik
oranı yüzde 20'dir. 15-24 yaş arası yükseköğretim mezunu
nüfusta ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı ise yüzde
39,5 düzeyindedir. Ne yazık ki yükseköğretim mezunu 505 bin gencimiz
atıl vaziyettedir.
Türkiye'de
gelir dağılımı adaletsizliği de artmaktadır.
Ülkemiz, OECD'de gelir dağılımı en bozuk ülkeler
arasında 3’üncü sıradadır.
Sayın
Başbakan bütçe konuşmasında “Gelir
dağılımındaki adaletsizliği gösteren Gini
katsayısı 2002 yılında 0,44 hesaplanmıştı.
2016 yılında Gini katsayısı 0,40 seviyesine geriledi.”
diyor. Sayın Maliye Bakanı da yüzde 10'luk gelir gruplarını
karşılaştırarak en yüksek gelirli grubun ortalama geliri,
en düşük gelirli grubun gelirinin 2002 yılında 18,3 katı iken,
2016 yılında 12,8'e gerilediğini ve gelir
dağılımının düşük gelir grubunun lehine
düzeldiğini söylemiştir. Bir defa, TÜİK, 2006 yılında
anket ve yöntem değişikliği yaptığından önceki
yıllarla mukayese yapmak doğru sonuçlar vermeyecektir. O nedenle sonraki
yıllara bakmak lazımdır. Gini katsayısı, hane
halkı kullanılabilir gelire göre, 2008 yılında 0,386 iken
2016'da 0,396'ya yükselmiştir. Yine, yüzde 10'luk gelir gruplarına
göre de en yüksek gelirli grubun geliri, en düşük gelirli grubun gelirinin
2008 yılında 11,9 katı iken, 2016 yılında 12,8
katına yükselmiştir.
Dolayısıyla
ülkemizde gelir dağılımı 2008 yılına göre daha
bozuk durumda olup özellikle 2015 ve 2016 yıllarında gelir
dağılımı adaletsizliği yüksek oranda artış
göstermiştir.
Hükûmete
tavsiyemiz şudur. 2002 yılına takılıp kalmayın,
bugüne gelin. Birçok makroekonomik gösterge 2008 yılına göre daha da
bozulmuş, hatta bazıları 2002 yılından daha kötü
duruma gelmiştir. Türk ekonomisi dokuz yıldır patinaj
yapmaktadır. Bizim de koalisyon ortağı olduğumuz 1999-2002
döneminde gerçekleştirdiğimiz reformlarla 2008 yılına kadar
sıkıntısız gelinebilmiştir ancak bu dönemden sonra
ortaya çıkan reform ihtiyaçlarına tam cevap verilmemiştir.
Ülkemizin
borç düzeyi sürekli olarak artmıştır. AKP, en fazla borçlanan ve
en fazla faiz ödeyen iktidar olmuş, cumhuriyet tarihinin
rekorlarını kırmıştır. AKP iktidarından
önceki 1989-2002 dönemini içeren on dört yılda ödenen faiz 65,5 milyar
dolar iken, 2003-2016 dönemini içeren on dört yıllık AKP döneminde
ödenen faiz 132,3 milyar dolardır. Tüketici kredisi borçları on
beş yılda 186 kat artmıştır. Bankalar Birliği
Risk Merkezi verilerine göre ekim ayı itibarıyla, bireysel tüketici
kredisi ve kredi kartı borçları 519 milyar liraya, kullanan kişi
sayısı da 29 milyon 479 bine ulaşmıştır.
Milletimiz dipten tepeye faize bulaştırılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, 2018 yılı bütçesinde, başta çiftçi, esnaf,
işçi, memur, emekli olmak üzere dar ve sabit gelirli
vatandaşlarımızın refahına yansıyacak önemli bir
gelişme öngörülmemekte, 2018 yılının da çok zor
geçeceği görülmektedir. Çiftçimiz yine kaderi ile baş başa
bırakılmaktadır. Hükûmet, ithalat politikasıyla da çiftçiyi
ve üreticiyi cezalandırmaktadır. Çiftçimiz gırtlağına
kadar borçludur, borç ekip faiz biçmektedir, ürünlerinden elde ettiği
gelir faizle kabaran borçlarını karşılamamaktadır.
Çiftçimiz dünyanın en pahalı elektrik, mazot, gübre ve
ilacını kullanmaktadır. Sayın Başbakana soruyorum:
Çiftçiye "Deponun yarısı sizden, yarısı bizden.
Hayırlı uğurlu olsun.” demiştiniz. Ne oldu? Bir
yılı geçti, ortada hayır da yok, uğur da yok. Sayın
Başbakanın çiftçimize “deponun yarısı bizden” dediği
14 Kasım 2016'dan beri mazota yüzde 25 zam
yapılmıştır. Bugüne kadar çiftçi bir şey
alamadığı gibi, deposu dörtte bir daha eksilmiştir.
2018 yılı bütçesi emeklilere ve
çalışanlara da umut vermemektedir. Emekliler ve çalışanlar
2018 yılında da resmî enflasyon kadar zamma talim edecektir.
Yaptığı zamlarla vergi gelirlerini yüzde 15 artırmayı
hedefleyen Hükûmet, çiftçiye, memura, işçiye, emekliye gelince
cimrileşmektedir. Soruyorum: Emeklilere ve kamu
çalışanlarına aynı oranda maaş zammı niye
vermiyorsunuz? Lafa gelince "Ekonomiyi büyüttük, zenginleştik."
deniyor. Öyleyse emekliler ve çalışanlar refah payını niye
alamıyor?
Hükûmet, taşeron, geçici işçi ve 4/C'li
çalışanlara yönelik yılbaşına kadar bir düzenleme
yapılacağını açıklamıştır. Bu yönde bir
düzenlemeye gidilmesinde Milliyetçi Hareket Partisinin etkisi büyüktür. Zira,
bu konuda kadro vadeden, gerekli teklif ve önergeleri veren ve sürekli gündeme
taşıyan Milliyetçi Hareket Partisidir. Bunu da en iyi bilen
taşeron işçisi, 4/C'li ve geçici işçi kardeşlerimizdir.
Düzenleme yapılırken KİT'ler de dâhil tüm
kamuda taşeron, sözleşmeli, 4/C'li, geçici, fahri, ücretli ve vekil
statüsünde çalışanların tamamı kapsama alınmalı
ve tüm hakları verilmelidir. Personel çalıştırmaya
dayalı ihalelerle kamuya hizmet veren binlerce firmanın geleceği
ve imzaladıkları sözleşmelerin durumu da mutlaka dikkate
alınmalıdır. Konu tüm boyutlarıyla ve tüm taraflarıyla
değerlendirilmeli, yeni mağduriyetler yaşatılmamalı ve
düzenleme mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmelidir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin en
güçlü yanı olan kamu maliyesi de alarm vermektedir. Bütçe
açıkları iki yıldır yüksek oranda artış
göstermektedir. Bütçe açığındaki hızlı
artışın, bazı vergilerin ve borçlanmanın
arttırılmasıyla telafi edilmeye çalışılması
kalıcı bir çözüm değildir.
Sayın Başbakan bütçe konuşmasında,
2018 yılı bütçesini mali disiplini sürdürmek, enflasyonu
düşürmek, büyümeyi hızlandırmak, istihdamı artırmak ve
gelir dağılımını iyileştirmek hedefleri
çerçevesinde hazırladıklarını ifade etmiştir. Bu hedefler elbette önemlidir. Ancak, 2018 yılı
merkezî yönetim bütçesinin bu hedeflere ulaşmada ve milletimizin biriken
sorunlarını gidermede yetersiz olduğunu düşünüyoruz. 2018
bütçesi ekonominin yapısal sorunlarına çözüm getirecek bir
yaklaşım da içermemektedir.
Sonuç
itibarıyla 2018 yılı bütçesine Milliyetçi Hareket Partisi olarak
ret oyu vereceğimizi ifade ediyorum. Konuşmama son verirken 2018
yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve milletimize
hayırlı olmasını diliyor, sizleri ve ekranları
başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımızı
saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.
Şimdi,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ilk söz İstanbul Milletvekili
Sayın Bihlun Tamaylıgil’e aittir.
Buyurun
Sayın Tamaylıgil. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
yirmi dakikadır.
CHP
GRUBU ADINA BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; uzun bir bütçe maratonu ve onun
sonrasında bugün artık son görüşmeleri gerçekleştiriyoruz.
Aslında,
tabii, bütçe ve bütçeye bağlı olarak ortaya konulan vizyonu beraberce
değerlendirmek, Türkiye’nin geleceğinde neler olması gerektiğini
birlikte, beraberce paylaşmanın bir zemini olarak gördüğüm bir
bütçe görüşmesiydi. Ancak, gördüm, dinledim; ne söylesem dinleyen olur mu,
söylediğimi anlayan olur mu, onun da şüphesindeyim.
Değerli
dostlarım, ben 22’nci Dönemden beri milletvekilliği yapan bir
kişiyim ve 22 Dönemde, o zaman da -biraz önce konuşan genç
arkadaşım gibi- büyük bir heyecanla bu millete hizmet etmek için
burada görev aldık ve yaptığımız çok önemli bir Meclis
çalışması vardı. Hani, deniliyor ya “Emperyalist ve
Batılı güçlerin Türkiye’de sözcülüğüne soyundunuz.” diye, ben 1
Mart 2003 yılında 1 Mart tezkeresine “hayır” veren
milletvekillerinden biriyim. Onların içinde, “hayır” verenler içinde
sizlerden de arkadaşlar vardı ve o gün neye “hayır”
demiştik biliyor musunuz? “Türkiye coğrafyasının
güneydoğusuna 60 bin Amerikan askerinin gelip buradan güneye
saldırmasına izin vermeyeceğiz.” diyerek (CHP
sıralarından alkışlar) barışı,
komşuluğu ve bölgesel ortak bir geleceği konuşmuştuk.
O zaman “hayır” verdik. İsrail’i tanımış CHP! İsrail’i
tanımış da İsrail’den cesaret madalyası alan
Cumhuriyet Halk Partisi değil. O madalyanın ne olduğunu da ben
aslında merak etmiyorum, alanlar düşünsün.
Diğer
taraftan, çok uzatmayacağım aslında, çok uzatmak istemiyorum ama
yine geçmişe dönmek istiyorum bazı konularda. 2004 yılında
sizi çok uyardık “Yapmayın, etmeyin, Kıbrıs’ı Avrupa
Birliğine üyelik sürecine dâhil ettirmeyin.” dedik ama onun altına
imzalar atarak Kıbrıs bir şart olarak kondu. Burada verilecek
çok şey var ama unutmayın, biz her zaman için bu ülkede “tam
bağımsız Türkiye” demekten övündük, Büyük Ortadoğu
Projesi’nin eş başkanı olmaktan övünmedik. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli
dostlarım, arkadaşımız biraz önce bir şey daha
söyledi, dedi ki: “Kadın üyelerimiz Mecliste farklı görevlerde yer
alıyor.” Büyük bir mutluluk, onlara başarılar diliyorum ama bir
kadının bir görevde yer almasını önemsediğim gibi
kadına bakış açısının müfredata bile
yansıyan başlıklarını da çok önemsiyorum. Müfredat
içinde kadının itaatini, kadının hangi sorumlulukları
yüklendiğini, erkek karşısındaki konumunu anlatan ders var
ve maalesef bizim Bakanımız bu “Kocanıza itaat edin.”
söylemiyle, kadının aile içindeki konumuna ve sorumluluğuna
işaret ediyordu. Burada kadının konumunu tek şey
işaret eder, o da Türk Medeni Kanunu’dur. Medeni Kanun’da ne derse,
Anayasa’da ne derse onun karşılığı vardır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Burada
bir yanılgısı daha var. Cumhuriyet Halk Partisinde kadın
kotası değildir var olan, cinsiyet kotasıdır. O cinsiyet
kotası da der ki “Farklı cinslerden oluşacak olan
katılımcı bir demokrasinin bir eşiği oluşsun.” Bu
hassas eşiktir ve cinsiyetlerden herhangi biri, kadın değildir,
bunu da iyi öğrenip bir köşeye not etmesini tavsiye ederim.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, ben burada pek çok konuda farklı farklı
değerlendirmelerle sizleri aslında aydınlatmak istiyorum. Ha,
bunların içinde sadece benim tespitlerim yok, hatta tespitlerimin
arkasında uluslararası veriler, rapor, beyan ve sıralamalar var.
Şimdi
gelin şuradan başlayalım: Devletin yönetim karnesi ne durumda?
Dünya Bankası var. Hepimiz biliyoruz, Dünya Bankasıyla ortak
çalışıyoruz, oradaki uzmanlarımızla övünüyoruz. Dünya
Bankası her yıl dünya yönetişim göstergeleri yayınlıyor,
bu sene de yayınlandı ve bu yönetişim göstergelerinde Türkiye
maalesef ciddi geriye gidiş yaşıyor. Nedir bunlar? Hükûmete
karşı söz hakkı ve Hükümetin hesap verebilirliği hızla
aşınıyor. Hukukun üstünlüğü notu son yıllarda
hızla geriye gidiyor. Mevzuat kalitesindeki düşüklük ve bununla
beraber kamu yönetiminin etkinliği ve bunun yanında, ayrıca,
siyasi istikrar notu. Şimdi, bu notları tek tek size verirken
-örnekler o kadar acı ki- hukukun üstünlüğüyle başlayalım.
Türkiye iki yılda hukukun üstünlüğünde 18 sıra geriye gitti ve
bugün geldiği yer 209 ülke içinde 108’incilik. Tabii, nasıl
olmasın. “Millî irade” diyoruz, “Evrensel hukuk” diyoruz ama millî
iradenin oylarıyla seçilmiş milletvekillerini hapiste tutmayı
maharet görüyoruz. Selam olsun buradan Enis Berberoğlu kardeşime. (CHP
sıralarından alkışlar) Onun da temsil ettiği
düşünceleri hep beraber burada paylaşmaya, anlatmaya devam
edeceğiz.
Peki,
söz hakkı ve hesap verebilirlikte nereye gelmişiz? Türkiye, 204 ülke
arasında 144’üncü. Arkasında kim var biliyor musunuz? Bangladeş,
Zambiya, Kenya ve Mali. Yani bizim önümüzdeler. Bu ülkelerin
arkasındayız, bu ülkelerin arkasındayız.
Peki,
kamu yönetiminin etkinliğine baktığınızda, yine, 209
ülke arasında 27 sıra birden geriye düşüyoruz ve Bulgaristan,
Karadağ, Meksika, Güney Afrika ve Botsvana gibi ülkelerin bile altında
yer alıyoruz.
Peki
“Siyasi istikrar ve şiddetin, terörün yokluğu notunda neredeyiz?”
dediğinizde Türkiye, 211 ülke içinde yani bu iki yılda 13 sıra
birden düşerek 199’uncu sırada. Yani 211 ülke içinde önümüzde 12 ülke
var. “Kimdir bunlar?” diye baktığınızda da, içinde
Afganistan var, Libya var, Somali var, Sudan var. Bir onları
geçmişiz. Ha, bunları ben size -dediğim gibi- Dünya
Bankasının çok geniş bir değerlendirme
çalışmasının içerisinden çıkan rakamlar olarak
veriyorum. İsteyene de gelir, tekrar açıklarım.
Şimdi,
Türkiye’de büyüme… “Büyüme, büyüme, büyüme…” Güzel, büyüme ekonomik gösterge
olarak çok önemli ama büyüme refah yaratıyor mu? Büyüme gelir
dağılımındaki adaletsizliği çözüyor mu Türkiye’de?
Veya karşımıza çıkan büyüme tasarruf olarak ne bırakıyor
ya da neleri alıyor, neleri götürüyor? Ortada kalan tasarruf ve onun gücü
ne?
Şimdi,
dünyada, tabii, büyümeyle ilgili değerlendirdiğinizde sadece
büyümeyle kalmayıp bunun sosyal bütünleştiricisi olarak bakıp
kalkınmayla değerlendirmek lazım. Gelişmiş ülkelere
büyüme bir gösterge ama bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için
kalkınma öncelikle dikkate alınması gereken seviye. Peki, orada
neredeyiz? Orada da farklı ölçülerle değerlendirmeleri sizlerle
paylaşacağım ve gelin “Doğru muyuz, neredeyiz, büyüyerek
oluşturduğumuz, hani, şimdi çok subliminal bir motto
oluşturma var ya onu mu kullanıyoruz, nasıl kullanıyoruz?”u
beraberce paylaşalım.
Değerli
arkadaşlar, bir büyüme olduğu zaman, burada, ekonomik model olarak
kalkınma aşamasında baktığınızda,
işsizliğin çözülmesi gerekiyor, eşitsizliğin çözülmesi
gerekiyor, ağır borçlanma gerçeğinin çözülmesi gerekiyor. Bu
aşamada yapılan bir kalkınma programıyla gerçekleşen
bir ekonomik süreç mi? Maalesef hayır.
Şimdi,
ekonomi politikaları açısından baktığınızda,
eğer büyüme ve bunun karşılığında ödenen bir
bedel varsa bunu hepimizin çok iyi görmesi lazım; ki bu bedeli ödetmeden
büyüyelim. Hani “2002’de şöyleydi, böyleydi diyorlar” ben, 2002’de bizimle
yoldaş olan 15 tane gelişmekte olan ülkeyle gelin, beraber bugüne bakalım
demek istiyorum. Biraz sonra bunu da anlatacağım.
Tabii,
Sevgili Başkan, bu kadar kadın koruyucu, kadın
haklarını koruyucu söylemler olduktan sonra bana ek süre verecekler
umuyorum ve ben, konuşmama devam edeceğim.
Şimdi,
bakıyoruz, büyüyoruz. Evet, büyürken neyi ödüyoruz? Büyüyoruz çünkü insan
yaşamı üzerindeki etkileri nedir diye
baktığınızda, bunu dışsallık olarak gören
bir anlayışla karşılaşıyoruz. Canım,
büyüyoruz “Büyürken refah artışı oluyor mu?”
sorgulamasını yapıyor muyuz? O biraz lüks geliyor. Diyoruz ki:
Büyüyelim ama bir fedakârlık olsun, çevre kirlensin, fedakârlık
olsun, asgari ücret belirlenirken işçi fedakârlığını
yapsın. Ama zaten “asgari” demek azami fedakârlıktır. Daha
kimlerden neyin fedakârlığını bekleyerek bir büyüme
geleceği planlıyorsunuz? (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, bakın, bütçede giderleri değerlendirirken buradaki
tercihler çok önemli. Ya, neyi tercih ediyorsunuz? İsraf var mı bunun
içinde? Ve burada kamusal israf varsa zaten kalkınmanın da baş
düşmanı olarak onu görürüz.
Şimdi,
gider kalemlerini değerlendirdiğimizde, acaba giderler ego tatminli
lüks yatırımlara mı harcanıyor? Veya hesap vermeme
endişesi var da üstü örtülü kaynaklardan mı, hesaplardan mı
yapılıyor? Veya kimlere sermaye transferi sağlayacak ekonomik,
politik ve siyasi tercihler oluyor?
Şimdi,
size bir örnek anlatacağım: Beyaz fili bilir misiniz? Beyaz filin
hikâyesini bilir misiniz? Beyaz fil ne biliyor musunuz? Uzak Doğu’da
zengin aileler durumları hakkında seviyelerinin referansı olsun
diye semptom bozukluğu olan –yani hep gridir- beyaz filleri alırlar,
bu beyaz filleri beslerler. Kıt olduğu için, masrafı çok, yükü
çok ama hiçbir işe yaramayan beyaz fillerdir.
Şimdi,
bu beyaz filler Nasrettin Hoca fıkralarına girmiştir. Aynı
zamanda, Timur’un ataklarında önde giden beyaz filler vardır. Önce, o
semptomlardaki bozukluk dışa vurduğunda üstündekini atar, ezer,
yoluna devam eder. Bu, İktisat Teorisi’ne de girmiştir. Maliye
politikalarında da Beyaz Fil Teorisi vardır ve der ki: Bir
yatırım yapılıyorsa ve bu yatırım sürekli
kullanılmayacaksa sonraki dönemde devletin sırtına mali anlamda
ciddi yük bindirir. Burada yapılan yatırımın faaliyet
dönemi sonrasında net maliyet artışı oluşturduğu
ve o artışın da gelecek nesillerce ödendiğinin özellikle
altı çizilir.
Peki,
devletin harcama yaparken uluslararası prestij kazanmak için, halk
tabiriyle de hava atmak için, böyle beyaz fil politikasıyla bir referans
oluşturması Türkiye'ye yabancı mı? Bana hiç yabancı
gelmiyor ve şunu görüyorum: On beş yıldır Türkiye
yönetiliyor ve Türkiye'nin içinde, baktığınızda, bir
züccaciye dükkânı gibi büyümesi, borcu, cari açığı,
dış ticareti, bölgesel dış politikası, uygulanan
tercihlerle bir sürü kırılganlık var ama biz, başta büyük
gökdelenler, yaptığımız lüks harcamalar ve tamamen tüketime
ve insanları borçlandıracak tercihlere öncelik veren
yatırım politikalarıyla beyaz fil sürüsünü genişletiyoruz
ve bu kırılganlık içerisinde çok büyük korkum şudur ki
sağlam ve güçlü olarak yolumuza devam edeceğimiz pek çok
başlıkta ezip geçecekler. Hani şu gökdelenler var ya, Sayın
Cumhurbaşkanı şikâyet ediyor, kime ne verimliliği var?
Akıllı bina yapıyoruz. Yahu, akıllı binaya para
vereceğimize toplum olarak bilgi toplumu için yatırım
yapalım… (CHP sıralarından alkışlar) …gayrisafi millî
hasılanın yüzde 1’i için “İyi artırdık AR-GE’yi.”
deyip övünmeyelim.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, sizlerle yine başka bir konuyu
paylaşmak isterim. Diyoruz ki büyüme, Türkiye büyüyor, hatta o kadar
değiştiriyoruz ki büyümeyle ilgili o mottolarımızı,
orta vadeli planı eylülde hazırlıyoruz, arkasından iki ay
geçiyor, “Büyümemiz 7 olacak, 7,5 olacak.” söylemine başlıyoruz.
Ee,
peki, kardeşim, eylülde siz orta vadeli planı
hazırladınız. O gün, Türkiye'nin ilk 2 çeyrek büyümesi ortada,
gelişen aylardaki süreç ortada -bilgi sizde- niye plana 5,5
yazıyorsunuz? Ve ortada -bırakın iktisadı bileni- geçen
sene, o hain darbe girişiminden sonra bozulmuş datalar ve ondan sonra
artan borçlanma ve pompalanan KGF dâhil kaynakla bir büyüme var. E niye 5,5
diyoruz? Bence şu yaratılıyor: “Evet, 5,5 tahmin ettik ama 10’u
da aldık, süpürdük, gitti.” Yapmayın bunu, birbirimize, halka
objektif ve doğru anlatalım her şeyi. Hani bazen
eleştiriyoruz rakamları değiştiriyor diye ama bu yönde
TÜİK’in bir “Daha İyi Yaşam Endeksi” var. Bunu alıyor,
kullanıyor… TÜİK raporlarından aldım bunları yani
kendim başka yerlerden toparlamadım, birileri de bana yollamadı
ha. (CHP sıralarından alkışlar) Bunların hepsini
TÜİK’in sayfasından aldım. Orada Brezilya, Rusya Federasyonu ve
Güney Afrika’yı da dâhil ederek bir sıralama yapıyor 35 ülke
arasında ve o sıralamada konut, gelir, istihdam, toplum, eğitim,
çevre, sivil katılım, sağlık, yaşam memnuniyeti,
güvenlik, iş yaşamı dengesi tak tak geliyor ve bunlardan bir
puan çıkarıyor. Türkiye nerede biliyor musunuz? Bu 35 ülke içinde
Meksika’yla beraber sonda. Yani birtakım söylemleri, birtakım
öyküleri… Tabii övünelim, hep beraber övünelim ama onun arkasındaki
gerçeklerle beraber değerlendirmekten de vazgeçmeyelim.
Şimdi,
dedim ya işte, biz 2002-2003’e bakıyoruz. 2002-2003’ten itibaren biz
birlikteyiz. Biz hep deriz ki: İşte, gelişmekte olan ülkeler,
yükselen ülkeler… Peki, bu yükselen 15 ülke ile hep beraber yola
çıktık. Şimdi, şöyle dolar, şu oran… O oranlara girmeyeceğim
ama size bir şey söyleyeyim mi, o dönemde yola
çıktığımız ülkeler içerisinde Çin, Hindistan, Tayland
ve Güney Kore almış başını gitmiş, bütün
sıralamalarda ilk 15’in ilk 4’ünü paylaşıyorlar. Burada
enflasyon da var, istihdam da var, dış açık da var. Biz
neredeyiz? Yani, Allah, ne diyeyim, hep en sonunda bunu söylediğim için
gerçekten üzülüyorum ama bu gerçeği de görelim diyorum.
Süre
bitiyor ama Başkandan sözü aldım sesi çıkmasa da.
Şimdi,
bizim her şeyimiz iyi, her şey bu kadar iyi gidiyor da ya,
kardeşim, bu kadar pembe iflaslar niye çıkıyor ortaya?
Bakıyorsunuz açılan kapanan şirketlere -tarımda, imalatta,
hizmette bile- maalesef açılan şirket sayısı yüzde 13 küsur
artarken kapanan şirket sayısında artış yüzde 40’lara
gelmiş. Bir yıla bakıyorsunuz, yüzde 25’e yakın
ayrılma ve ticari hayattan geri çekilme var. Burada, tarımda iflas
edenleri söylemekten içim yanıyor çünkü bırakın yeni
kurulmayı, yeni kurulan şirket sayısındaki artım bile
negatif yani kapanıyor, bunun yanında açılmıyor, negatife
düşüyor.
Tarım
deyince, uzun bir süreç anlattı arkadaşlarım ama beni etkileyen
bir şey söyleyeyim mi, biz çocukken, ilkokulda Yerli Malı
Haftası’nı kutlardık; yakında, aralıkta
kutlanıyor. Maalesef bu sene Yerli Malı Haftası’nı ithal
ürünlerle kutlayan bir Türkiye’yle karşı karşıya geldik. Bu
tarım politikasını da yine hep beraber değerlendirelim.
Şimdi,
enflasyon, enflasyon, hep suçlu arıyoruz. Ben merak ediyorum, şimdi,
bizim ekonomiyle ilgili bir değerlendirme yapan, sahiplenen bir yapı
var, kimdir bu? Çünkü, bakıyorum, bakanlar kendi arasında ayrı
konuşuyor…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Efendim, ne dersiniz, üç dakikayla bu işi bağlayalım mı?
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Beş dakika verdiniz Sayın Turan’a, o
gençti, hadi ben de ablayım, onun için beş dakika daha…
BAŞKAN
– Ama biliyorsunuz, o, otuz dakika…
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Siz verirsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hayır yani…
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Üç artı iki verdiniz, ben takip ediyorum
sürekli. Onun için beş dakika.
BAŞKAN
– Ne yapacağız şimdi?
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Sorun, arkadaşlarımız da belki
destekler. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Efendim, herkesin talebi bu, beş dakika olarak veriyoruz…
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
– …ama beş dakikada mikrofon kapanırsa devam etmeyeceksiniz.
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Toplayacağım.
Şimdi,
biz yine ülkelerle beraber bakıyoruz, enflasyon farklı
boyutlardadır yani hiperenflasyon vardır, yine sürünen bir
yapıdır, dörtnaladır ama her ülke bir hiperenflasyonu görür ve
bizim gibi gelişmekte olan ülkeler de bu enflasyonu gördüler. Bugün durum
ne diye baktığınızda, bu ülkeler enflasyonla ilgili
sorunlarını çözdüler ve bundan sonra ortalamalarına
baktığınız zaman, şu anda yüzde 2, 3 ve 4, bir
Arjantin’de durum kötü ama bunu çözdülerse, bir şey yaptılar.
Şimdi, dediğim gibi, ekonomik sahiplenme -biraz önce sesim kesildi-
ekonomik sahibi kim bu yapının? Bir bakıyorsunuz bakanlar
ayrı, saraydan ayrı, danışmanlar ayrı. Bir yorum
yapılıyor enflasyon nedeni faiz, bir yorum yapılıyor salatalık,
domates. Ya, bakıyorum, son beş seneye baktım, altı seneye
baktım her sene ya biber olmuş ya domates olmuş ya
salatalık olmuş, hiç değişmemiş. Ama sonra
bakıyorsunuz, biz bu ürünlerde kendine yeten bir ülkeyiz, hep suçlu ona
gönderilmiş. Bir hesap hatası var, bir teşhis hatası var,
bir öngörü ve ona göre karar verme hatası var.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, size bir tane daha örnek vereceğim, net
uyarlanmış tasarruf. Bu nedir biliyor musunuz? Bir ülke, eğer
gerçekten büyüyorsa ve kalkınıyorsa tasarrufları artar ama
artık dünya bir başlığa bakıyor. Bu, “net
uyarlanmış tasarruf”, öyle karton falan almadım, siz buradan
görürsünüz, bakın Türkiye'nin yaşadığı süreç.
Size
bir şey daha ekleyeyim, şunu da göstereyim ne olduğunu anlatmak
için; bu, büyümemiz, bu da tasarrufumuz. Yani burada ne var biliyor musunuz?
Her ülkenin bir kendi ulusal tasarrufu var. Buna eğitimle ilgili cari
harcamalarını koyuyor ama bunun içine de doğal kaynak erimesini
ve kirleticinin zararının değerini koyuyor ve bakıyor
burada, ne kadar eğitim harcaması, ne kadar enerji tüketimi, ne kadar
maden tüketimi, ne kadar karbondioksit zararı, partikül madde zararı
var. Biz, tasarruf nerede? Sürekli geri gidiyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, size bir konudan daha bahsedeceğim çünkü
artık süremi belli ölçüde kullandım. Bir, OHAL çıktı, hain
darbeden sonra bir anda Türkiye'nin yönetim anlayışı
değişti. OHAL kararnameleriyle, bir gecede alınan kararlarla
Türkiye yönetilir, sizin, benim buradaki Meclise katılıp, katkı
sağlayıp, demokrasiyi işletme imkânımız elden
alınıp, baypas edilir oldu.
Bakın,
OHAL sürecinde tam 1.048 tane madde değişti, bunların içerisinde
400 küsur, 470’e yakın madde OHAL’in süre, kapsam ve amacıyla uyumlu
değil. Bir de Anayasa Mahkemesi verdiği karardan sonra önünüzü daha
da açtı, çıkardınız farklı farklı maddeleri.
Cazibe merkezi, kamu arazileri, şans oyunları, arkadaşlık
siteleri, kar lastiği, Varlık Fonu vesaire vesaire, bunların
hepsini kararnameyle çıkardınız, şimdi sıra
taşerona geldi.
Değerli
arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi, taşeronu, ekonomi programı
olarak -aynı asgari ücrette olduğu gibi- size hatırlattı,
unutmamanız için de yıllardır tekrarladı. Şimdi
taşeronu dikkate almaya başladınız ama “Kararnameyle olsun,
anayasal, hukuki çerçevesinde bir problem yaşamayalım.” diye kanun
hükmünde kararnamelere gidiyorsunuz. Yapmayın, getirin bu Meclise,
artısıyla eksisiyle beraberce konuşalım ve taşeronun
bunca yıldır çektiği cezayı hep beraber çözmüş
olalım. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi,
bir konum daha var vergiyle ilgili. Vergi hukuksal bir yapıdır, vergi
anayasaldır, 73’üncü madde “Herkes vergi ödemek zorundadır.” der.
Benim vatandaşım gelir elde ediyor, vergi veriyor, hava alırken
bile artık neredeyse vergisini ödeyecek; suyu kullanıyor,
elektriği kullanıyor, her yerde vergi. Yüzde 70 dolaylı vergi
diyoruz. Gelir adaletsizliği vergideki çözülmeyen bir yapısal
problemle karşımıza çıkıyor. Şimdi, benim
vatandaşım, hepimizin eşi dostu, sizler, verginin getirdiği
cehennem azabını yaşarken birilerinin vergi cennetlerinde sefa sürmesi
ne ahlaka ne vicdana ne de Anayasa’ya sığar. (CHP
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, size bir de Mali
Eylem Görev Gücünün şu raporunu hatırlatacağım. Hani, her
şeye “Hadi bakalım.” diyorsunuz ya, 2012 yılındaki tespit
ve öncesindeki, 2009 yılındaki 40 tavsiye var. Bu tavsiyede ne diyor,
biliyor musunuz? Siyasi nüfuz sahipleri ve onlarla ilgili -akrabaları
dâhil olmak üzere- yapılan işlemler için, FATF tavsiyesinde 5549
sayılı Kanun’un 27’nci maddesi uyarınca, basit bir yönetmelik
çıkarılıyor. Çünkü 2012’de gelmişler, FATF’ın bir
listesi var, 12’nci maddeye uyulmadığı… Ki bu 12’nci madde ne?
Dediğim gibi, siyasi nüfuz sahibi kişilerle –bu siyasetçi, bürokrat,
asker, herkes- ilgili bir yönetmelik ve buna bağlı olarak
yapılan işlemlerin denetlenmesi.
Hadi,
şimdi size çağrım… Aslına bakarsanız yönetmeliğe
bile gerek yok çünkü biz tarafız. Herkes bu madde ve bu listenin
getirdiği sorumluluk dâhilinde incelensin, bu listenin de gereği
yapılsın diyorum.
Sayın
Maliye Bakanı burada değil ama ona da bir sözüm var.
YUSUF
BAŞER (Yozgat) – Böyle bir şey yok!
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Bitiriyorum, son söz, bitiriyorum.
Rahatsız
mı ettim?
YUSUF
BAŞER (Yozgat) – Altı dakikadır konuşuyorsun. Adaletten
bahsediyorsun, haktan bahsediyorsun…
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Yani yanlış bir şey söylemiyorum.
YUSUF
BAŞER (Yozgat) – Haklarını yiyorsun bak.
BİHLUN
TAMAYLIGİL (Devamla) – Başkan var, Başkan var.
Şunu
da söylüyorum: Bütçe şeffaflığında da 24’üncü sıradan
48’inci sıraya geldik Sayın Maliye Bakanı. Bütçeyle ilgili de
diğer başlıkları arkadaşlarım anlatacak.
Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum.
Her
aşamada, her şartta bizi, birbirimiz içerisinde, eleştiriyoruz
diye veyahut doğru şeyleri paylaşıyor diye farklı
yönlere çekmeye çalışanlar olabilir -uluslararası, kendi içinde-
ama şunu bilin ki sonuna kadar vatansever, yurtsever ve Mustafa Kemal
Atatürk’ün kurduğu bu Meclisin ilkeleriyle yürüyecek olan bir
anlayıştayız.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Tamaylıgil.
Efendim,
buna pozitif ayrımcılık diyorlar, biraz da fazla
ayrımcılık. Mazur gördünüz herhâlde…
(İstanbul
Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in Meclis Başkanıyla
tokalaşması)
BAŞKAN
- Nezaketinize teşekkür ediyorum, çok naziksiniz. (CHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci söz Tekirdağ Milletvekili
Sayın Faik Öztrak Beyefendi’ye aittir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun
Sayın Öztrak.
Süreniz
yirmi dakikadır.
CHP
GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizleri
izleyen kıymetli vatandaşlarım; görüşülmekte olan bütçe ve
kesin hesap kanunu tasarılarının tamamı hakkında Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun görüşlerini aktarmak üzere huzurunuzdayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı
olmayan bir milletvekilinin hapiste tutulması millî iradenin tutsak
alınmasından başka bir şey değildir. (CHP
sıralarından alkışlar)
ZİYA
PİR (Diyarbakır) – 10… 10…
FAİK
ÖZTRAK (Devamla) – Milletin ve onun vekilinin hukuku aynı zamanda Türkiye
Büyük Millet Meclisinin de hukukudur ve Sayın Başkan, bu,
zatıalilerini de çok yakından ilgilendirir. Ama ne yazık ki
biraz önceki müzakerelerde halı konusunda gösterdiğiniz hassasiyeti
milletvekillerinin hukuku hakkında göstermediğinizi de üzüntüyle
görmüş bulunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu
vesileyle, yüz doksan bir gündür demir parmaklıklar arkasında tutulan
değerli arkadaşım Enis Berberoğlu’na buradan sevgilerimi ve
saygılarımı göndermek istiyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, eskiden Çinliler “İlginç zamanlarda yaşayasın.”
diye birbirlerine beddua ederlermiş. Bugün, ülkemizde, dünyada bu bedduaya
uğramış gibi ilginç zamanlarda yaşıyoruz.
Yaşadığımız zamanın ilginçliğini
geçtiğimiz yıl Oxford Sözlüğü’nün yılın sözcüğü
olarak seçtiği “post-truth” yani “gerçek ötesi” kelimesi en iyi
anlatıyor.
Değerli milletvekilleri, neoliberal politikalarla
yönlendirilen, küreselleşme ve ekonomide hızlanan dijitalleşme
dünyada ciddi sosyoekonomik sorunlara neden oldu. İşsizlik, borç,
gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlikler, kitlelerde çaresizlik,
korku ve öfke duygularını uyandırıyor. Bu durum, komplo
teorilerinden, korkulardan beslenen, düşman yaratarak toplumu
kutuplaştıran, gerçek yerine yalanı ikame eden gerçek ötesi
popülist siyasetçiler için uygun bir zemin hazırlıyor. Bu siyaset
tarzı demokrasinin imkân ve araçlarını kullanarak demokrasiyi
tahrip ediyor. Aristoteles, demagogların küstahlığının
demokrasileri yozlaştırdığını söylüyor. Bu
politikaların en güncel örneklerinden bir tanesi Trump yönetiminin Kudüs
kararıdır. İçeride sıkışan yönetim seçmenlerinin
desteğini alabilmek için halkın dinî duygularına ve
korkularına hitap eden bir karar almıştır. Tarihî, sosyal
ve hukuki hakikatleri yok sayan bu karar bütün dünyanın huzurunu
kaçırmıştır. Peki, demagogların küstahlığıyla
ve yozlaşmayla nasıl mücadele edeceğiz? Vaclav Havel’in ifadesiyle
eğer sistemin temel direği yaşayan bir yalansa sistemi tehdit
eden şeyin gerçekler olması şaşırtıcı
değildir. Demek ki bu mücadeleyi gerçeğin gücünü kullanarak
yapacağız.
Değerli milletvekilleri, bu gerçek ötesi siyaset
yöntemi Türkiye’de de iktidar tarafından uzunca bir süredir
kullanılıyor. AKP ve artık AKP siyasetinin tek belirleyicisi
olan saray kadroları, üst akıl, operasyonel akıl gibi ne
olduğu belirsiz ve arızalı kavramlarla, komplo teorileriyle,
vatandaşlarımızın zihnini bulandırıyor. İç
ve dış düşmanlar göstererek, halkın korku ve
kuşkularını tahrik ederek, kutuplaştırarak ülkeyi
yönetmeye çalışıyor. Halkın günlük yaşamındaki
gerçeklerle iktidarın kurguladığı fantezi dünyası
arasındaki makas giderek açılıyor. Doğru olmayanı
gerçekmiş gibi sunan ve duyguların istismarına dayanan siyaset
tarzının faturası halkımıza çıkıyor.
İktidarın “Kardeşim Esad” diye başlayan, “Katil Esed” diye
devam eden, şimdilerde de yeniden “Kardeşim Esad”a dönmek için
dolaylı görüşmeler aşamasına geldiği söylenen, Emevi
Camii’nde cuma namazı kılma fantezisi cumhuriyet tarihin en büyük
dış politika facialarından birine neden oldu. 4 milyona
yakın mülteci kaçarak ülkemize geldi, büyük bir sosyoekonomik sorun
sınırlarımıza taşındı.
Sınırlarımızda emperyalistlerin himayesinde terör
derebeylikleri oluştu. En önemlisi bu süreçte can güvenliğimiz tehdit
altına girdi, yüzlerce masum vatandaşımız terör
saldırılarında hayatını kaybetti. Fatura yine
milletimize çıktı. Bunların sorumlusu olan iktidar ise
sıkılmadan, Suriye’de millî çıkarlarımızı,
güvenliğimizi ve milletin refahını ne kadar iyi koruduğuna
dair başarı hikâyeleri anlatıyor.
Değerli
milletvekilleri, iktidarın gerçekleri saklama ve kendi
kurgularını gerçek gibi anlatma siyasetinin milletimizin
başına açtığı en ciddi sorunlardan biri de Reza Zarrab
meselesidir. 2012 sonlarından itibaren bu kürsüden ve Plan ve Bütçe
Komisyonunda yaptığım konuşmalarda İran’la
yapılan olağan dışı altın ticareti konusunda
Hükûmeti defalarca uyardım. O uyarıları yaparken 17-25
Aralık daha ufukta yoktu. Biz uyardık, dönemin Ekonomi Bakanı
“Yağ satarım, bal satarım, altın da satarım.” dedi.
17-25 Aralıkta iktidardaki koalisyonun bir ortağının
diğerini tasfiye etmek için kurduğu kumpas bu işin
arkasında dönen çarkı da ortaya döktü. Peki, bununla ilgili olarak
iktidarın büyük ortağı ne yaptı? Sapla ile samanı
karıştırdı, kumpasın üstüne gitti ama rüşvetin de
üstünü örttü. O gün dönemin Başbakanının hayırsever iş
adamı ilan ettiği Zarrab daha birkaç gün önce Amerika Birleşik
Devletleri mahkemelerinde ambargoyu İranlı yetkililerden
aldığı talimatlarla nasıl deldiğini anlattı. Bu
çarkı döndürmek için de bazı AKP’li bakanlara ve bürokratlara
rüşvet verdiğini itiraf etti. Bunun sonunda iktidar daha önce Türk
adaletinden kaçırdığı, önünde ceket ilikleyip ödül
verdiği, şanlı bayrağımızın önünde
televizyonlara çıkardığı, Washington’daki resmî
temasların ana gündemi hâline getirdiği, sağlık durumunu
öğrenmek için Amerika Birleşik Devletleri’ne 2 kez nota verdiği
devşirme rüşvetçiyi casus ilan etmek zorunda kaldı. Bu
davanın sonucu ne olursa olsun Türkiye, İran’ın yeni yönetiminin
yargılayıp cezalandırdığı bir şebekeyi
koruyan, kara para aklayan bir ülke durumuna düşmek üzere.
Diğer
taraftan, Başbakanın, bakanların ve hatta
Cumhurbaşkanının ifadelerinden bu saklanan, konuşulmayan
günahın milyarca dolar tutabilecek kefaretini de milletimizin vergileriyle
ödemeye hazır olduklarını anlıyoruz. Yani, ne
yaparsanız sonuç değişmiyor, taş da yumurtanın üstüne
düşse, yumurta da taşın üstüne düşse olan hep yumurtaya
oluyor; fatura hep halkımıza çıkıyor. Dün hayırsever
iş adamı dediğini bugün casus ilan eden iktidar ise
sıkılmadan millî çıkarlarımızı,
güvenliğimizi ve milletimizin refahını ne kadar iyi
koruduğunu anlatmaya devam ediyor.
Değerli
milletvekilleri, gerçekmiş gibi sunulan kurmacalarla, duygusal ve
ideolojik söylemlerle iktidar tarafından gerçeklerin
karartıldığı önemli alanlardan biri de ekonomi. Bakın,
bu yılın üçüncü üç aylık döneminde kaydedildiği söylenen
yüzde 11’lik büyümenin normalde herkesi sevindirmesi gerekirdi. Ama, bu büyüme
Hükûmetin onca alayişine rağmen ne piyasalarda ne sokakta ne de
evlerimizde bir coşku yaratmadı. Neden? Çünkü büyümenin sapı
samanı çok, millete dağıtacak danesi yok yani bereketsiz bir
büyüme. Büyümenin yarıdan fazlası, iktidarın yağmurda
beraber ıslandığı yol arkadaşının darbe
girişimi nedeniyle ekonominin geçen yıl bu dönemde küçülmesinden yani
baz etkisinden kaynaklanıyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Kalanı da Hükûmetin gayrimeşru referandumdan “evet” çıksın
diye kamu dengelerini bozarak, mali piyasalarda riskleri görmezden gelerek gaza
basmasından geliyor. Sonuçta, şişen ekonomi cari açığı
ve enflasyonu coşturarak riskleri artıyor ama işsizlik çift
hanelerde kalmaya devam ediyor. Gençlerimizin dörtte 1’i ne
çalışıyor ne okuyor, aylak geziyor. Bu büyüme halka
yansımıyor, bir avuç zengini daha zengin ediyor.
Çalışanlar, memurlar, emekliler, esnaflar, çiftçiler; kime
sorsanız işlerin iyi gitmediğini söylüyor. Ama diğer
tarafta yüzde 11’lik bir büyüme var.
Sayın
milletvekilleri, yılın üçüncü çeyreğinde enflasyonu da
kattığımızda büyüme yüzde 24 oluyor; biz buna “cari
fiyatlarla” diyoruz. Aynı dönemde rant ve sermaye kesiminin gelirindeki
artış ise yüzde 30. Emeğiyle geçinenlerin gelirindeki
artış ise sadece yüzde 14. Yani, emeğin gelirindeki
artış, rant ve sermaye kesiminin gelirindeki artışın
yarısından da az. Yetmez, emeğin gelirindeki artış
millî gelir artışının 10 puan altında. Çift haneli
büyümenin nasıl bereketsiz olduğu, neden sokağı, aileleri
mutlu etmediği buradan da açıkça görülüyor. AKP’nin sıcak paraya
yaslanan büyüme stratejisi, zengini daha zengin ediyor ama halka bir şey
vermiyor. Büyümenin nimetleri millete adil bir biçimde
dağılmıyor.
2017
Küresel Servet Raporu’na göre Türkiye’de serveti 500 milyon doları
aşanların sayısı 76’ya çıkmış. Dünyanın
17’nci büyük ekonomisi olan Türkiye, dünyanın en çok ultra zenginine sahip
10 ülkesinden biri. Dünyanın 3’üncü büyük ekonomisi Japonya bile bu yarışta
bize yetişemiyor. Diğer taraftan da Türkiye’de 29 milyon
vatandaşımız iki günde bir sofrasına bir kap et
yemeğini koyamıyor. 19 milyon vatandaşımız soğuk
kış günlerinde evini yeterince ısıtamıyor. Son on
beş yılda vatandaşın borcu 4 milyar dolardan 129 milyar
dolara çıkmış; 30 kattan fazla artmış. 17 milyon
yurttaşımız “Borcumu ödemekte zorlanıyorum, borcun
altında eziliyorum.” diyor. Alın teriyle geçinen, verginin ve borcun
altında ezilen vatandaşımız bu hâldeyken iktidar
sahiplerinin yakınlarının vergi cennetlerinde şirket kurup
vergi ödemekten kaçınmaları benim de,
vatandaşlarımızın da içini acıtıyor. Ne
demiş çeşmesinden su içmekle övündüğünüz şair:
“Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz,
dokuz kişiye bir pul.” (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, kurt kuzlara şah olsa böyle taksim yapmaz.
İşte, milletin durumu bu ama bakıyorum, AKP Genel
Başkanı meydanlarda “Ekonomide işler tıkırında,
IMF’ye borç verecek duruma geldik.” diye konuşuyor. Ben de merak ettim,
IMF’ye borç veren veya vermeyi taahhüt eden ülkelerin listesine baktım.
Listede, iflas eden Yunanistan var ama Türkiye yok. AKP iktidarında
Türkiye’nin IMF’ye verdiği bir borç ya da borç sözü yok ama ülkede finans
dışında kalan tüm kesimlerin on beş yılda yüzde 313
artarak 857 milyar dolara ulaşan iç ve dış toplam borcu var.
Hadi sizin sevdiğiniz hâliyle millî gelire oran olarak söyleyeyim: 2002’de
yüzde 94 olan borcun gelire oranının 2017’de yüzde 100
sınırını aşarak 107’ye çıkması var. Millete
anlattığınız, IMF’ye borç veren Türkiye. Gerçek, geliri
borcuna yetmeyen Türkiye.
Değerli
milletvekilleri, hızla artan borçların ve yüksek dış
finansman ihtiyacının artık yatırımcıların
daha çok dikkatini çekeceği bir döneme giriyoruz. 2018’de ekonomide
çarkların dönmesi için 210 milyar dolar dış finansmana
ihtiyacımız olduğunu Sayın Mehmet Şimşek söyledi.
Bu, Türkiye’nin dolarkolik bir ekonomi hâline getirildiğinin açık bir
itirafıdır. AKP döneminde sıcak paraya yaslanan büyüme
stratejisinin dövizle borçlanmayı TL’ye göre daha ucuzlatması,
dövizle yapılan kamu ihaleleri, kamu-özel iş birliği projeleri,
döviz geliri elde etmeyen şirketlere dövizle borçlanma
imkânlarının getirilmesi ülkeyi dolar bağımlısı
yapmıştır.
Dünyada
sermayenin risk iştahı azalıyor. 2017’de ABD Merkez
Bankası, faizleri 3 kez artırdı, gelecek yıl da en az 3 kez
artırması ve 400 milyar doların üzerinde bir fonu küresel
piyasalardan geri çekmesi, likidite havuzundan geri çekmesi bekleniyor.
Dolayısıyla küresel sermayeyi gelişmekte olan ülkelere iten risk
iştahı artık kaybolacak. Yeni dönemde iştahın yerini
ülkelerin sermayeyi kendilerine çekmek için yaptıkları doğrulara
odaklanan seçicilik alacak. Gelecek yıllarda bize benzer ekonomilerle
gireceğimiz güzellik yarışı çok daha zorlu geçecek. Bu nedenle
son dönemde şirketleri aşırı borçlu ve dolarkolik
olmuş, OHAL rejimiyle yönetilen Türk ekonomisi benzer ekonomilerden
negatif ayrışıyor, en kırılgan beş ekonomi
listelerinin değişmeyen oyuncusu oluyor. Sadece Türk
lirasının değer kaybına bakmak bile bunu görmek için
yeterli. Yılbaşından beri Türk lirası dolar
karşısında yüzde 8 değer kaybetti. Bize benzer pek çok ülke
para birimi dolar karşısında değer kazanırken Türk
lirası en fazla değer yitiren para oldu. Rusya, Brezilya gibi pek çok
benzer ekonomi faizleri aşağı çekti. Amerikan tahvilinin
faizinin yüzde 1,8 olduğu bir konjonktürde biz aynı vadedeki tahvile
yüzde 13,4 faiz veriyoruz. Vatandaşa “Faize karşıyız.”
hikâyesi anlatıp sıcak paracıya tefeci faizi vermenin
başarısı da bu iktidara ait. Ama bu bile sorunları
örtemiyor; TL’deki değer kaybını engelleyemiyor. Türkiye’ye
sıcak para getiren yatırımcıların ülkemize dönük risk
değerleme vadelerinin bir aya düştüğü duyumları var. Saray
hâlâ Merkez Bankasının araç
bağımsızlığını vesayet altına alarak
sorunları çözebileceğine inanıyor. Gelecek yıl da bütçe
dengelerini gevşeterek, Kredi Garanti Fonu’yla kredileri
şişirerek ekonomilerin çarklarının döndürülebileceği
zannediliyor. Borcu devletin sırtından alıp milletin
sırtına yüklerken “Özel kesim hesap kitap bilir.” dediniz.
“Dolayısıyla devletin borcu azalıyor, diğer borç problem
olmaz.” dediniz. Ben de size şunu söyledim: “Bu borç, kriz
çıktığı zaman, işler
sıkıştığı zaman bir gecede devletin olur.” Ben
bunu dediğimde Sayın Babacan demişti ki: “Ekonomide paradigmalar
değişti.” Şimdi hazine kefaleti olmadan ekonomide çarkları
döndüremiyorsunuz. Bu yıl Kredi Garanti Fonu kefaletiyle 221 milyar Türk
lirası kredi kullandırdığınızı
açıkladınız. Demek ki bankalar millete verdikleri her 100
liralık kredinin 11 lirasına devletin kefaletini alarak kredi vermeyi
sürdürebilmişler. Kamu-özel iş birliği projelerinde
dış borçlara, geçecek araca, gelecek yolcuya, yatacak hastaya hazine
garantisi verdiniz, bunu bir de dövize endekslediniz. Sonunda “Hazine
kasasından tek kuruş çıkmadan yaptık.” dediğiniz bu
projelere verdiğiniz garantileri ödemek için önümüzdeki yılın
bütçesine 6,2 milyar Türk lirası ödenek koymak zorunda kaldınız;
geçmeyen aracın, gelmeyen yolcunun, yatmayan hastanın
parasını milletten alacaksınız.
“İstihdam
seferberliği” diyorsunuz, işadamlarına ilave işçi
çalıştırma talimatları veriyorsunuz, teşvik üstüne
teşvik veriyorsunuz ama işsizlik çift hanenin altına
düşmüyor. “İşler tıkırında” diyorsunuz, çiftçiye
ödemediğiniz destekler nedeniyle taktığınız 99 milyar
Türk lirası borcu bir türlü ödemiyorsunuz.
Anlattıklarınızla gerçekler birbirini tutmuyor.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’nin yaşadığı en derin ekonomik
krizlerden birini yöneten takımın Hazine Müsteşarı olarak
gördüğüm temel bir zaafı ifade etmek isterim. Bugün ülkeyi yöneten
kadrolar küresel sermayenin kıt olduğu, risk iştahının
azaldığı bir dönemde hiç çalışmadı. Bu nedenle,
ekonomide işler kötüye gittiğinde hemen birilerinin kendilerine
kumpas kurduğunu düşünme eğilimindeler. Bu, gerçek ötesi popülist
siyaset yapma tarzlarına da uygun düşüyor ancak dünya ve Türkiye
örnekleri bize şunu söylüyor: Bu yaklaşım milletin cebindeki
yangını büyütür, dış politikada elini zora sokar.
Diğer
taraftan, böyle dönemlerde demokrasiye dönük tehditlerin
artacağını, iktidarların sertleşeceğini hatta
“demokrasinin namusu” denilen sandığın namusuna bile göz
dikilebileceğini, kaos, kavga ve gözyaşıyla milletin ufkunun
karartılabileceğini yaşanmış acılardan biliyoruz.
Bu
acılar ülkemizde yaşanmasın, halkın ağzının
tadı kaçmasın, ekmeği küçülmesin diye biz
uyarılarımızı yapıyoruz; bu bizim görevimiz. Elbette
iktidarla siyasette rekabet edeceğiz, ülkeyi daha iyi yönetmek
iddiasıyla iktidara gelmek için demokratik bir yarışı
sürdüreceğiz ancak bu yarışın zemininde oynama olursa,
yarışmanın adil, dürüst ve eşit koşullarda
yapılması engellenirse demokratik rekabet yerini diktaya
bırakır; buna da tüm gücümüzle karşı koyarız.
Değerli
milletvekilleri, ilginç zamanlara tuhaf, ucube bir rejimle giriyoruz.
Gayrimeşru bir referandumla ülke yetmiş yıl geriye gitti.
Tarafsız olacağına namusu ve şerefi üzerine yemin eden
Cumhurbaşkanı bir anda partisinin Genel Başkanı oldu.
Ülkede uygulanacak politikaları tespitte tek yetkili olurken, tüm
sorumluluk da Hükûmetin sırtında kaldı. Bu ucube rejim nedeniyle
Cumhurbaşkanı ve saray erkânı son dönemde devleti de, partisini
de sadece kendinden, milleti de yandaşlardan ibaret saymaya
başladı. Saray erkânı Türkiye Cumhuriyeti devletinin
çıkarlarına, güvenliğine karşı her türlü girişimi
“Erdoğan düşmanlığı” olarak göstermekte giderek
ustalaşıyor. AKP Genel Başkanının, partisindeki
diğer yöneticilerin “Bu işi tek adam değil, ekip olarak
başardık.” demesine dahi tahammül edemediği söyleniyor. Hem AKP
Genel Başkanı hem de Cumhurbaşkanı
şapkalarını taşıyan Sayın Erdoğan milletin
görevlendirdiği ana muhalefet partisini vatana ihanetle suçlama
noktasına kadar gidebiliyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– İki dakika içinde toparlayın efendim.
FAİK
ÖZTRAK (Devamla) – Bu çok tehlikeli bir söylemdir; sonu, çıkmaz
sokaktır. Bu gidişi yatırımcılar da görmektedir.
Ülkenin yabancı paraya bu kadar bağımlı hâle geldiği
bir ortamda, siyasi riske zirve yaptıran bu siyaset tarzı sürdürülebilir
değildir.
Herkes
şunun idrakinde olmalıdır: Ne Sayın Erdoğan Türkiye
Cumhuriyeti devletidir ne de 80 milyonluk milletimiz yandaşlardan
ibarettir. Sıfatı ne olursa olsun herkes toplumda
kutuplaşmayı önleyecek, özenli bir dili kullanmak zorundadır.
Değerli
milletvekilleri, konuşmamı milletimin huzuru daha fazla
kaçmasın; borcun altında ezilmesin; evinin tapusunu,
arabasının ruhsatını bankalara kaptırmasın;
refahı, aşı, işi azalmasın diye iktidara bazı
tavsiyelerde bulunarak tamamlamak istiyorum.
Hukukun
üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, seçim güvenliği,
demokrasinin kalitesi, iyi işleyen bir ekonominin vazgeçilmezleridir.
Bunun farkına varın ve Cumhurbaşkanının aynı
zamanda partisinin Genel Başkanı olmasından, tek adam rejimi
sevdasından vazgeçin. OHAL’i hemen kaldırın, ülkeyi
normalleştirin. Değişen küresel iklimi görmezden gelmeyin.
Ekonomide çapaları gevşetmek yerine
sıkılaştırın. Ekonominin çekiciliğini ve rekabet
gücünü artıracak önlemleri alın. Ekonomide gerçek üstü siyaset
felakete götürür. Ekonomideki oyuncuların gözünü çok uzun süre
boyayamazsınız. Gerçekleri gizlemek yerine sorunları hızla
çözmeye başlayın. Bunu yaparken sadece sarayın aklından
değil, herkesin aklından yararlanın.
Sözlerimi
tamamlarken 2018 bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı
olmasını diliyor, Genel Kurulu ve bizleri izleyen vatandaşlarımızı
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
(Devam)
3.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı
İsmail Kahraman’ın, Meclis Başkanı olarak yasamanın
başında olduğuna ve demokrasiyi özümseyen bir kişi olarak
kuvvetler ayrılığına kesinlikle inandığına
ve bir adli konuda yön gösterici, müdahale edici olmayacağına
ilişkin konuşması
BAŞKAN
– Evet, Sayın Öztrak, efendim, sözlerinize başlarken “Halı
hususundaki hassasiyeti milletvekilleri için de göstermeniz gerekir.” diye bir
beyanınız var. Ben o hassasiyeti gösteriyorum. Hassasiyet hepimizin
üzerinde duracağı, yanlışlıklara karşı
“Hayır, haklıdır, haklı budur, hak budur.” diyeceği
bir husustur, bir durumdur. Halı mevzusunu geçiyorum. Zaten 1890’dan beri
üretilen gündelik bir hadise. O bir köpürtme hadisesi, bir yanlış
hadise. Fakat milletvekilleriyle ilgisizlik meselesini kabul etmiyorum.
Siz
iki bin dört yüz yıllık bir kişiden, Aristo’dan bahsettiniz. Çok
eseri var; etik noktasında var, felsefe noktasında var, ruh bilimi
noktasında var. Doğrudur söylediği söz. “Demagogların
küstahlığı, demokrasileri yozlaştırıyor.” Evet,
demagog olmamak lazım ve demagog küstahlığı göstermemek
lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ben
Meclis Başkanı olarak teşrinin yani yasamanın
başındayım ve demokrasiyi özümseyen bir kişi olarak da
kuvvetler ayrılığına kesinlikle inanıyorum. Bir adli
konuda yön gösterici, yol gösterici, müdahale edici olmam. Yargı, yürütme
ve yasama demokrasiyi savunanların üç ayrı güç üzerinde
ayrılığı muhafaza etmesi gereken, müdafaa etmesi gereken üç
nokta, ana nokta. Meclis Başkanı olarak yargıya müdahale ederek
polis, savcılık, mahkeme, temyiz safhaları aşılarak
yapılan işlemlerden sonra benim kalkıp ne dememi bekliyorsunuz?
Olmaz, yanlıştır.
KEMAL
ZEYBEK (Samsun) – Ne ilgisi var Başkan?
BAŞKAN
– Yani hürriyetler layüsellik sağlamaz. Herkesin hürriyeti diğerinin
hürriyetiyle sınırlıdır.
BARIŞ
YARKADAŞ (İstanbul) – Tutuklu vekilleri ziyaret edecek misiniz?
Tutuklu vekilleri ziyaret edecek misiniz? Madem hassasiyetiniz var, bir görelim
hassasiyetinizi.
BAŞKAN
– Lütfen, oturur musunuz?
KEMALETTİN
YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Otur yerine.
BARIŞ
YARKADAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Lütfen, oturur musunuz? Beyefendi, oturur musunuz yerinize?
BARIŞ
YARKADAŞ (İstanbul) – Soru soruyorum, soru soruyorum size.
BAŞKAN
– Oturur musunuz? Lütfen, oturur musunuz? Müsaade buyurun.
ŞAHİN
TİN (Denizli) – Otur yerine. Söz al önce.
BAŞKAN
– Yani yargının icraatına, safhalardan geçirilerek verilen
karara Meclis Başkanı olarak ben ne yapacağım?
Karşı mı kalacaklar? Bunu mu teklif ediyorsunuz?
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Yok, Anayasa Mahkemesine
gölge etmeyin, başka bir şey yapmayın da.
BAŞKAN
– Bu mu demokrasi anlayışı? Sofokles bunu mu söyledi?
Aristoteles bunu mu söyledi?
HALUK
PEKŞEN (Trabzon) – Yargıyı FETÖ’cüler ele geçirdi. FETÖ’cülerde
yargı.
BAŞKAN
– Olmaz, yanlış var, yanlış var. Bunu lütfen dile getirip
de toplumda gerginliğe sebep olmayın.
Ben
kuvvetler ayrılığına inanıyorum, yasama, yürütme,
yargı birbirine karışmamalıdır. Demokrasinin temel
ilkesi budur ve bu noktadaki hassasiyetimi devam ettireceğim. (CHP
sıralarından gürültüler)
Teşekkür
ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerlendirmelerinizi dinledik.
Daha önceki değerlendirmelerde öyle değildi, bunu kişisel
savunma hakkı olarak kullandınız İç Tüzük’e göre, öyle
anlaşılıyor. Ancak yaptığınız bütün
değerlendirmeler, yargının tam olarak bağımsız
olduğu bir ülkede ve gerçekten yasamanın da yürütmenin emrine
girmediği bir ülkede rahatlıkla bir Meclis Başkanının
sarf edebileceği cümlelerdir. Ancak bir milletvekiline “Daha onu öyle
bırakmam.” veya hakkında verilen serbest bırakma kararına
“Ben bu Anayasa Mahkemesinin kararını da kendisini de
tanımıyorum.” ifadelerinin kullanıldığı bir
ülkede sizin Meclis Başkanı olarak “Yargı
bağımsızdır ve kuvvetler ayrıdır.” demeniz, olsa
olsa Türkiye'de ayaklar altına alınmış bu evrensel
kavramların arkasına saklanarak sorumluluktan kaçmaktan ibarettir.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Beyefendi, Özgür Bey, bunlar sizin şahsi görüşlerinizdir. Buna
inanarak söylemiş olabilirsiniz ama buna ben inanmıyorum, bu beyanlarınızın
zıddına inanıyorum. Türkiye, bir hukuk devletidir ve bu hukuk
devleti olarak biz, kuvvetler ayrılığını tatbik
edersek çok daha ileri gideceğimize inanıyorum.
Teşekkür
ediyorum.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı (1/887) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(S.Sayısı: 503) (Devam)
2.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı (1/861), 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2016
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin, 2016 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun ve 6085 Sayılı Sayıştay
Kanunu Uyarınca Hazırlanan 174 Adet Kamu İdaresine Ait
Sayıştay Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/1187), 6085
Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2016
Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun ve 2016
Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu ile 2016
Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/1188) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (S.Sayısı: 504) (Devam)
BAŞKAN
– Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü söz İzmir
Milletvekili Sayın Selin Sayek Böke’ye aittir.
Buyurun
Sayın Böke. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
yirmi dakikadır.
CHP
GRUBU ADINA SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2018 bütçesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Burada,
bizimle bu müzakerelerde bulunması gereken, milyonların verdiği
temsil yetkisini kullanabilmesi gerekenlerin önünde tutuklulukla
oluşmuş bir engellilik var. Buradan yol arkadaşımız
Enis Berberoğlu’nu ve tutuklu diğer milletvekillerini selamlayarak
başlamak istiyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)
Bütçeler
çok ekonomik görünürler ama esasında bütçeler siyasi metinlerdir. Bütçeye
baktınız mı iki şey çok açık gözükür: Bir tanesi, bir
iktidarın ülkeye baktığı zaman hangi sınıfları
tercih ettiği ve kimi cezalandırmak istediği bütçelerden çok
açık çıkar. Yani emekten mi yana yoksa sermayeden mi yana, üreticiden
mi yana yoksa rantçıdan mı yana, bütçeden açıkça gözükür.
İkincisi,
bütçeye baktığınız zaman bir hükûmetin hangi sorunları
dert edindiğini; kalkınmadan, büyümeden, refahtan ne
anladığını da çok açıkça görürsünüz. Yani
okumasını bilene bütçeler olabilecek en temiz siyasi metinlerdir ama
doğrusu bu bütçe kadar siyasi olanını da bulmak zor.
Şimdi,
her şeyden önce bu bütçenin bir adını koymak gerekiyor. 2018
bütçesi tam bir olağanüstü hâl bütçesidir. Bunu sadece OHAL döneminde
hazırlandığı için söylemiyorum veya bunu güvenlik
harcamalarında rekor artış yapıldığı için de
söylemiyorum. Bunu, olağanüstü tedbirleri her ne pahasına olursa
olsun bu vatandaşa dayatan bütçe olduğu için söylüyorum. Bunu,
baskıcılığı,
dışlayıcılığı, emeğe karşıt
bir görüşü, yandaşçılığı, olağanüstü hâlin
bütün bu baskıcı ortamını bu bütçenin içerisine
yedirdiği için de söylüyorum. O yüzden de baktığınız
zaman bu bütçeye, emekçi yok, bu bütçenin içerisinde eğitimliler yok,
beyaz yakalılar yok, çalışanlar yok, orta sınıf yok,
kadın hiç yok, genç zaten yok ama ne var? Bu bütçede inşaat var, bu
bütçede rantçı sermaye var; üretici deseniz, o yok, üretim zaten yok,
teknoloji yok, AR-GE’yi ara da bulasın. Ama ne var? Yine, kamu
kaynaklarıyla büyütülen yandaşlar var. Bilim yok, eğitim yok,
kültür ve sanatı insanların zaten aramaya mecali kalmamış.
Ama ne var? Doğa talanı var. Ama ne var? Açık emek sömürüsü var.
Bunlar yetmiyor, daha daha da bolca vergi var, bolca borçlanma var, bolca
enflasyon baskısı var, bolca da yüksek faiz getirecek unsur var
içinde.
Şimdi
dedik ya “Bu bütçede emekçi yok, orta sınıf yok." diye;
dünyanın her yerinde, özellikle bizim gibi orta gelirli ülkelerde orta
sınıf kalkınmanın motor gücüdür. Yani en temel üretici
faktördür esasında emekçi ve orta sınıf ama sadece üretici
değildir, aynı zamanda en temel tüketici faktördür de ve böyle olduğu
için de özgürlük talep eder, demokrasi talep eder ve onun için de zaten siz
orta sınıftan korkarsınız, korkuyorsunuz çünkü özgürlük
talep ediyor, çünkü demokrasi istiyor. Onlardı Gezi’de bu ülkede demokrasi
isteyenler, onlardı Yırca’da zeytinde bir hayat olduğunu
söyleyenler, onlardı cinsel taciz yasasında “Ya,
çocuklarımıza dokunmayın, bunlar geleceğimiz.” diyenler.
(CHP sıralarından alkışlar) Korktuğunuz için de bu
bütçede açıkça onlara bir fatura kesiyorsunuz. Peki ilk fatura ne?
Vergiler. Bu bütçe zaten sizin daha önceki bütçelerinizde de olduğu gibi,
vergi politikasına bakıp açıkça kimden yana olduğunuzu ve
kime karşı olduğunuzu ortaya çıkarabilecek bir tablo
seriyor önümüze ve iktidarınızın gelmiş geçmiş en
sermaye yandaşı, en emek karşıtı iktidar olduğunu
da çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Verilerle konuşmak gerek.
Sayın Maliye Bakanı, elinizi vicdanınıza koyun -burada
değilsiniz ama o vicdan bir yerde duruyor diye umuyoruz- sizden şuna
yanıt vermenizi rica ediyorum: Bir ülkede verginin yüzde 70’ni dolaylı
olarak yani tüketimden, yani zengin-fakir ayrımı yapmadan topluyorsa
eğer bir iktidar, üstelik gelir üzerinden topladığı
verginin de üçte 2’sini bordrolu çalışan asgari ücretliden, emekçiden
topluyorsa, Allah aşkına, böyle bir ülkede adaletten bahsetmek mümkün
olabilir mi? Böyle bir ülkede vergi düzeni mi vardır yoksa soygun düzeni
mi? Soruyorum size: Bir ülkede eğer asgari ücretli veya bursla geçinen bir
genç, sizin kamu kaynaklarıyla besleyip büyüttüğünüz o rantçı
sermayeyle aynı dolaylı vergiyi ödüyorsa bu düzende adaletten söz
etmek mümkün mü?
Şimdi,
orta sınıfa ve emekçiye tek kesilen fatura vergide değil,
aynı sıkıntıyı ücretlerde de görüyoruz. Şimdi,
var olan ücret politikası zaten müthiş bir eşitsizlik
yaratıyor bu ekonomide; ücretlilerin aleyhine, sermayenin lehine
eşitsizlik yaratıyor. Ücretli çalışanlar bu toplumun en
yoksul yüzde 50’sine giriyor ve işte o yüzde 50’nin, emek emek
çalışan yüzde 50’nin kazancı, toplam gelirden
aldığı pay, o yukardaki kaymak tabaka var ya yüzde 1, onlardan
daha az. Müthiş bir adaletsizlik var. Şimdi, zaten gelirden
aldığı pay düşük, bu da yetmiyor, sizin ekonomiyi bunca
kötü yönetiyor olmanız sebebiyle ücretler de günden güne eriyor. Enflasyon
olmuş yüzde 13. Ha, bir de resmîsi bu ama siz pazara gitseniz enflasyon
çok daha yüksek. Yani, o sofraya o yemeği getirmek için, o arabaya o
benzini koymak için, çocuğunu okula göndermek için ödedikleri para her gün
ceplerini eritiyor ve biliyoruz ki enflasyon da bir vergi olarak
vatandaşın cebine bir yük olarak dönüyor. Ha, bir de üstüne dediniz
ki “Ekonomi yüzde 11 büyümüş.” Ee, sonra da dönüp memura yüzde 4+3,5 diye
hakikaten akılla alay eden bir zam verdiniz.
Sayın Maliye Bakanına, Sayın Çalışma Bakanına ve
Sayın Başbakana soruyorum: Büyüdüğü iddia edilen bir ekonomide
eğer ücretliler bırakın ücretlerinin erimemesini, ücretlerinin
düşüşüyle reel anlamda karşı karşıyaysa bu
açıkça bir sömürü düzeni değil de nedir? Bu açıkça emek
karşıtlığı değil de nedir? (CHP
sıralarından alkışlar) Verilerin kendisi söylüyor ve bunu
80 milyona izah etmekle siz yükümlüsünüz.
Peki, durum böyleyken belki de şu denebilir: “Ya,
öyle bir sosyal devletimiz var ki biz çalışanlarımıza
müthiş bir sosyal politika uyguluyoruz.” Peki, öyle mi? Öyle de
değil. Çalışan yoksullara yönelik, orta sınıflıya,
emekçiye yönelik tek bir sosyal programınız yok, bu bütçede de yok.
Yani bu bütçede de esasında emek yok.
Peki, bunlar kaynak olmadığı için mi yok?
Yo, kaynak orada var. 110 milyar lira birikmiş işçinin ve
işverenin katkısıyla İşsizlik Sigorta Fonu’nda ama o
110 milyar lira işçinin, emekçinin ihtiyacını gidermek için
değil, sermayeye teşvik olarak veriliyor. Sonra, sermaye
aldığı istihdam teşvikini ne yapıyor? Güya iş
yaratıyor. Güya diyorum çünkü kursiyer işe alıyor, stajyer işe
alıyor, bursiyer işe alıyor. Şimdi, şunu bir kere çok
açıkça ortaya koyalım: Bu iktidar bütçede bilerek, isteyerek bir
siyasi tercihle tercihini halktan yana değil, ranttan yana koyuyor.
Değerli milletvekilleri, bu bütçede emekçi
olmadığı gibi bir gelecek de yok, bir umut yok. Bu bütçede
gençler yok. Bir ülkenin yarınları gençleriyle kurulur ve siz
işte o yarınları kuracak gençten korktuğunuz için bu
bütçede yoklar. Hangi gençten korkuyorsunuz? Özgür düşünecek gençten,
bilimsel düşünecek gençten, iyi eğitilmiş ve bu özgürlüğünü
talep edecek gençten korkuyorsunuz. Korktuğunuz için de yıllarca
“bizim gençler” diye düşündüğünüz insanlar sınav soruları
çalarken böyle izlediniz. Bugün de atamalarda, mülakatlarda bilimini
sınayan değil, çocuklarımıza bakıp “Bizden mi,
değil mi?” diye ayrıştıran bir anlayışla işi
yürütüyorsunuz. Yani siz bu yaptığınızla hem gençlerin hem
de o gençler yetişsin diye
kendinden fedakârlık yapmış o gençlerin anne ve
babalarının hayatlarını çalıyorsunuz. Ne uğruna?
Partizanca bir hedef uğruna. Çünkü derdiniz Türkiye değil, derdiniz
kendi siyasi ikbaliniz.
Şimdi,
eğitimi altüst ettiniz. Eğitimi altüst ettiğiniz için; bilimsel,
rasyonel düşünen çocuklar, eşit fırsatlarla okuyabilen ve
eğitime eşit imkânlarla erişen çocukların olduğu bir
Türkiye olmaktan çıkardığınız için Türkiye artık
teknoloji de üretemiyor. Teknoloji üretemediğimiz için zaten gelir
yaratamıyoruz. İster dönün PISA skorlarına bakın, onu
istemezseniz bilimsel üretime bakın, Türkiye’de eğitim sizin
yüzünüzden dökülüyor.
Değerli
arkadaşlar, bu, gencin, kadının, emekçinin, orta
sınıfın, üretici sermayesinin bütçesi değil ama açıkça
rant sermayesinin bütçesi. (CHP sıralarından alkışlar) Rant
sermayesi bütçesinde dört temel unsur var; ihale var, vergi afları, vergi
kıyakları var, kamu-özel iş birliği var, bir de Varlık
Fonu var.
Birinci
ayak, bütün dünyada zaten ahbap çavuş ilişkisi dönen ülkelerde simge
bir şey vardır, ihaleler, adrese teslim ihale. Ne
yaparsınız? E, Kamu İhale Kanunu’nu ayda bir
değiştiririz. Yaptınız mı? Vallahi, yaptınız,
adrese teslim ihale sistemi. Teslim edilen adresler de zaten belli, üç beş
tane yandaş şirkete gidiyor, artık bütün Türkiye isimlerini
biliyor. Kime gideceğine de tek bir kişi karar veriyor zaten.
Düzenin
ikinci ayağında bu şirketlere vergi kıyakları var.
Yetmedi mi af? O zaman indirim yaparız. O da mı yetmedi? Merak etme,
bir tane daha af yaparız.
Üçüncü
ayakta “kamu-özel iş birliği” denen model var. Şimdi, güya
projeyi özel sektör yapıyor ama özel sektör o kadar ballı ki zaten
ihale adrese teslim gelmiş, ihalenin adrese teslim olması
yetmemiş kredi de kamudan verilmiş, o da yetmemiş bir de garanti
verilmiş, “Vallahi, insanlar hasta olacak gelecek, gelmezlerse biz
öderiz.” denmiş, “İnanın bu yoldan geçecekler, geçmezlerse biz
öderiz.” demiş kamu. Yani esasında garanti edilen, özel sektörün
kârı ve kazancı olmuş.
Şimdi,
bu “Kamuya hiç yük olmayacak.” denen projelerin yüklerini işte bu bütçede
görmeye başladık; 6,2 milyar lira. Bu bütçede daha yeni görüyoruz,
buz dağının görünen ilk parçası bu, 6,2 milyar lira 80
milyona yüklendi yani siz Türkiye ekonomisini üç beş yandaşa ipotek
ediyorsunuz.
“İpotek”
deyince, bu, rantın son aşamasını da ortaya
çıkarıyor; vallahi yandaşa kaynak bulurken nerede
tıkandıysanız aklınıza cin fikirler geldi, en son cin
fikir de Varlık Fonu oldu. O Varlık Fonu “ipotek fonu”ydu zaten ilk
kurulduğunda, sonra torbaya “ipotek fonu” olarak girdi, torbadan “paralel
hazine” olarak çıktı ve bu paralel hazineden de doğrudan
hazineye ödenmiş vergilerimizi yandaş şirketlere aktaracak bir
hortum koydunuz. Özetle, bu bütçe bir yandaş rantçı bütçesidir, bu
bütçe halkçı bir bütçe değildir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi,
bu olağanüstü hâl bütçesinin ortaya çıkardığı
birtakım sonuçlar var. Vatandaşın derdi eşitsizlik,
vatandaşın derdi işsizlik, vatandaşın derdi yoksulluk,
onun derdi ortalıktaki talandan rahatsızlık. Şimdi izin
verin, rakamlarla bu tabloyu bir çizeyim: 2002’de Türkiye'de en zengin yüzde 1
servetin yüzde 38’ini elinde tutuyor, en güncel veriye göre aynı yüzde 1
bugün servetin yüzde 54’ünü elinde tutuyor. Yani ne olmuş? Asgari ücretliden
alınmış, yüzde 1’e verilmiş. Ne olmuş? Çiftçiden
alınmış, yüzde 1’e verilmiş. Ne olmuş? Emekçiden
alınmış, yüzde 1’e verilmiş. Ne kadar? Servetin yüzde
16’sı, biraz önce tarif ettiğim o rant düzeniyle. 6 milyon kişi
işsiz. 31 milyon kişinin bankaya borcu var, 31 milyon kişi. 6
milyarmış hane halkının borcu 2002’de, bugün 470 milyara
çıkmış. Türkiye'nin millî gelirine dış borcunun
oranı yüzde 50’yi aşmış durumda. Üretim yok, beton var.
Sanayinin millî gelirdeki payı yüzde 19’a düşmüş.
İhracatımızın içinde de sadece yüzde 3’lük bir yüksek katma
değerli, teknolojili ürün satışı var.
Yani
saray rejimi belki bu bütçeye ve bu düzene mahkûm ama Türkiye bu bütçeye de bu
düzene de mahkûm değil. Hani “E, hani, nerede öneri?” dediniz ya izin
verirseniz konuşmanın kalanını da alternatif bir
halkçı bütçenin ne olması gerektiğini anlatarak bitirmek
istiyorum.
Bugün
Türkiye’de bir halkçı bütçeye ihtiyaç olduğu çok açık ve bu
halkçı bütçenin yeni bir bütüncül politikaya ihtiyacı olduğu da
açık. Bunun ayrılmaz parçaları; yeni bir vergi politikası,
olmazsa olmazı yeni bir ücret politikası, olmazsa olmazı yeni
bir kalkınma anlayışı ve yeni bir sosyal politika. Peki, bu
yeni bütüncül programın vergi politikası ne olmalı? Açıkça
tercihini emekten yana kullanmalı. Asgari ücretten vergiyi
sıfırlamalı. (CHP sıralarından alkışlar)
Onun yerine, sizin besleyip büyüttüğünüz rantçı sermayeden rant
vergisi almalı. Hani “Kaynak nerede?” diyorsunuz ya, kaynak orada duruyor
işte. Rant vergisini alırsınız, asgari ücretliden vergi
almazsınız. Bu kadar somut, bu kadar açık politikalar.
Tüketenden
değil, kazanandan vergi toplayan bir düzene geçişin reformları
hızla yapılmalı. Nasıl olacak bu? Dolaylı vergileri
azaltın, kazanandan vergisini alın. Toplayın vergiyi
kazananlardan, toplayın vergiyi rantçıdan. O zaman
vatandaşın ÖTV’sini ve KDV’sini düşürmek için kaynak da
çıkacaktır ortaya. Ha, bu kaynak size yetmedi mi? O zaman halkçı
bir bütçenin bakanlar kurulunun ne yapacağını söyleyeyim size:
Vergi cennetleri listesini yayınlar ve oralara giden gelen paralardan
olması gerektiği gibi vergiyi toplar. (CHP sıralarından
alkışlar)
Bugün
uluslararası veriler bize şunu gösteriyor: Cennetlere, offshore’a
gitmiş olan Türkiye’nin serveti, millî gelirinin yüzde 20’si,
uluslararası veriler söylüyor. Hani, “Çok büyümüşüz, esasında
daha çok gelirimiz vardı.” demiştiniz ya, o gelir o cennetlerde
duruyor. Vergilendirin o cennetteki paraları, vergilendirin kendinizi, o
zaman toplarsınız kaynağı, o zaman halkçı bir bütçe
yapmak mümkün olur.
Peki,
bu bütçenin dayanacağı yeni ücret politikası ne olmalı? Çok
açık. Ücretlilerin emekle ortak oldukları refahtan pay
aldıkları bir düzen kuracak bir halkçı bütçe. Yani kamu
emekçisi, memur müzakere ederken sadece enflasyona karşı
korunmayacak, refaha da ortak edilecek. Aynı şey asgari ücretli için
yapılacak. Halkçı bir bütçede hem asgari ücretli hem de memurlar
sadece enflasyona ezdirilmeyecek, refah payına ortak edilecek ve asgari
ücret bir halkçı bütçede asla açlık sınırının
altına düşmeyecek. Onun için, bugün, en az 2 bin lira olması
gerek diyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
Tabii,
ücretleri artırmak için üretim yapısını da
değiştirmek gerekiyor, ki bu ücret artışı
kalıcı olabilsin, bu ücret artışının yükü
ekonomide ortak paylaşılabilsin. Onun için de, yeni bir kalkınma
programına ihtiyaç var. Dikkatinizi çekerim “yeni bir büyüme” demedim,
“yeni bir kalkınma programı” dedim. Bunun için de, her şeyden
önce, verimsiz alanlara yatırım yapan değil verimli alanlara
yatırım yapan bir kamuya ihtiyaç var. Bu halkçı bütçe hemen kamu-özel
iş birliği modellerinden vazgeçer, vazgeçmelidir zaten. Peki, nereye
yatırım yapar? Çok açık: Sosyal bakım hizmetlerine
yatırım yapar ve bugün dünyada yaşanıyor olan teknolojik
dönüşümü bir Türkiye gerçeğine dönüştürecek teknolojik
altyapı yatırımlarına yapar. Mesela, sosyal bakım
hizmetleri. Halkçı bir bütçe her mahalleye kreş açar. Her mahalleye
geceli-gündüzlü bakımevleri açar. Yani rantçı, verimsiz inşaat
projeleri yerine annelerin çocuklarını güvenle
bırakacakları kreş, çocukların anne ve babalarını
güvenle bırakacakları bakımevleri inşa eder ve bu
anlayışla ülkeyi kalkındırır. “Kaynak yok.” mu
diyorsunuz? Kaynak var, mesele bir siyasi tercih meselesi. Şu anda kamu
yatırımları içerisinde en büyük payı alıyor olan
ulaştırma sektörü, 29 milyar lira alıyor bütçeden.
Yarısını, yarısını, o verimsiz köprülere harcamak
yerine -yine köprüler yapılır, yine yollar yapılır ama-
yarısını sosyal bakım hizmetleri üretecek bir altyapıya
harcasak o zaman sadece ekonomi daha çok büyümeyecek, istihdam da 2,5 katı
artacak. Bütün çalışmalar bunu gösteriyor. Yani sadece o bütçenin
yarısını kreş yapmaya, o bütçenin yarısını
sosyal bakım hizmetleri sağlamaya aktarırsak ek 500 bin istihdam
sağlayabiliyoruz. 500 bin aile demek bu. Bu bir siyasi tercihtir. Bizim
halkçı bütçemizin tercihi budur. Üstelik de stajyer değil, kursiyer
değil, bursiyer değil, açıkça güvenceli çalışacak;
esnek değil, tam zamanlı çalışacak ve bu, güvenceli
çalışmayla yarına umutla bakacak emek anlamına geliyor.
Sayın
milletvekilleri, bu halkçı düzen hakiki bir sosyal devleti içerir. O
sosyal devletin yasal altyapısı hak temelli kurulur, partizanca
değil. Bir halkçı bütçe bunu yapar. İhtiyacı olanın
ihtiyacını partizanca değil, bu ülkenin vatandaşı
olmaktan doğan hakkı sebebiyle o yardımı
aldığı bir düzeni kurar. Evrensel standartlarda bir çocuk geliri
programıyla bütün çocukların hayata yoksullukla değil eşit
fırsatlarla başlamasını sağlar. İşsizlik
Sigortası Fonu’nun kullanım koşullarını
rahatlatır; 3,5 milyon işsiz varken sadece 385 bin kişinin faydalandığı
değil, bütün işsizleri rahatlatan bir iş yapar.
Vatandaşını yeniden üretime katacak aktif istihdam
politikalarını uygular.
Değerli
milletvekilleri…
Ben,
biraz süre istiyorum.
BAŞKAN
– İki dakika ilave ediyorum.
SELİN
SAYEK BÖKE (Devamla) – Herhâlde beş dakika alabiliyorum kadın
olmaktan kaynaklı.
BAŞKAN
– Yok efendim. Öyle bir kaide yok.
SELİN
SAYEK BÖKE (Devamla) – Kadınlar arası ayrımcılık
mı oluyor?
BAŞKAN
– Selin Hanım, öyle bir kaide yok.
İki
dakika, lütfen… (CHP sıralarından “Beş, beş” sesleri)
SELİN
SAYEK BÖKE (Devamla) – Beş dakika gibi devam ediyorum o zaman.
Bütün
dünyada üretim biçimleri değişiyor ve Türkiye’de KOBİ’lerin bu
teknolojiyle uyumlu hâle gelmesi için ciddi bir altyapı
yatırımına ihtiyaç var. Gelin o zaman, bir halkçı bütçede
ne yapacağımızı ben size söyleyeyim: Biz, halkçı
bütçede sadece yol yapmayacağız, Türkiye’yi fiber optik bir otoban
ağına çevireceğiz çünkü biliyoruz ki yarının
teknolojisi o fiber optik otoban ağından geçiyor ve bu yüksek katma
değerli üretim için eğitim reformu olacak bu halkçı bütçenin
içerisinde. Yatırım bütçesi artırılacak, atanamayan
öğretmenler öğrencileriyle buluşacak, YÖK kalkacak,
akademisyenler üzerinde hapis tehdidi olmayacak, “barış” dediği
için akademisyenler işinden atılmayacak (CHP sıralarından
alkışlar) Üniversiteler özgürleşecek ve gençler gençliklerini
yaşayacak. Bunlar verimliliği artıracaktır ama tabii,
Türkiye’de herhangi bir üretim olabilmesi için her şeyden önce OHAL’in kalkması
gerekiyor, her şeyden önce kurallı işleyen bir düzenin inşa
edilmesi gerekiyor. Bunun için de bağımsız kurumlar gerekiyor.
Mesela,
bu halkçı bütçe ne yapar? Merkez Bankasını rahat
bırakır, Sayıştayı çalıştırır,
hukuka dokunmaz, kutuplaştırmaz, barış sağlar, ülke
ekonomisine güveni artırır. O zaman ne olur? Varlık Fonu
saçmalığından vazgeçer, paralelini değil hazinesini
güçlendirir. Sonuç ne olur biliyor musunuz? Faizler düşer. Bugün ihtiyaç
faizleri son yetmiş ayın en yüksek düzeyine ulaşmış.
Neden? OHAL olduğu için. Neden? Hukuk yok sayıldığı
için. Neden? Ülke işlemez hâle getirildiği için. Yani başka bir
kamuyla yeni bir kalkınma mümkün. Ama bunu siz yapamazsınız.
Çünkü bu bir siyasi tercihtir. Sizin tercihinizin kimden yana olduğu
belli. Ama biz yapacağız. Biz halkçı bir bütçeyi bu çatı
altında bir Türkiye gerçeğine dönüştüreceğiz.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Böke.
Efendim,
bütçenin tümü üzerinde ilk söz, lehinde olmak üzere, Adana Milletvekili
Sayın Mehmet Şükrü Erdinç Beyefendi’ye aittir.
Buyurun
Sayın Erdinç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz
on dakikadır.
MEHMET
ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
VEDAT
DEMİRÖZ (Bitlis) – Senden korktular, ne yaptın ya?
MEHMET
ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Devamla) – Sayın Başkanım, bir
uğultu var herhâlde, salonu terk ediyorlar. Süremizi baştan
alırsanız.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Baştan alın efendim, baştan alın.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sizinle ilgisi yok. Başbakan da bizi dinlemedi de.
BAŞKAN
– Tabii, baştan başlatırız efendim.
MEHMET
ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
2018
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü
üzerindeki görüşmelerin ülkemize, milletimize, ekonomimize hayırlar
getirmesini Allah’tan temenni ediyorum.
Genel
Kuruldaki aralıksız, on iki günlük mesainin sonuna geliyoruz
artık. İnşallah birazdan kanunun tümünü oylayıp
milletimizin hizmetine sunacağız. 2018 Bütçe
Tasarısı’nın hazırlanmasında emeği geçen
başta Maliye Bakanımıza, Maliye Bakanlığı
bürokratlarına, özellikle Komisyon çalışmalarında
eleştirileriyle, katkılarıyla Bütçe Tasarısı’nın
şekillenmesine katkı koyan Plan ve Bütçe Komisyon üyelerimize, tüm
bakanlarımıza, milletvekillerimize teşekkür ederek sözlerime
başlamak istiyorum.
Öncelikle,
AK PARTİ iktidarının en büyük başarılarından
birisi, milletimizin kendisine ve ülkesine olan güvenini yeniden tesis
etmesidir. Devletimizle milletimiz arasına örülen duvarları
yıkması, büyük bir sosyal restorasyon dönemini
başlatmış olmasıdır.
Bütçenin
bu son gününde rakamlara çok girmeyeceğim ancak bilhassa bu yıl
3’üncü çeyrek büyümemiz yüzde 11’i aştı. Bu yüksek rakamlar,
Türkiye'nin alışık olmadığı rakamlar değil,
AK PARTİ hükûmetleri süresince oluşan bu rakamlar, istikrarlı
şekilde ileride de belirmeye devam edecek.
Benim
burada altını çizmek istediğim önemli bir nokta var.
Gelişmekte olan bir ülke olmamız münasebetiyle, işsizlik
oranlarımız yüzde 2, yüzde 3 seviyelerine inene dek yani
gelişmiş ülke parametrelerine yetişene dek, yüksek büyüme
oranlarımızı aynı hızla sürdürmek zorundayız.
Global yıllık büyüme oranlarının yüzde 3 oranlarında
oluşması, büyük oranda gelişmiş ülkelerin büyüme
oranlarından kaynaklanır, bizim de bir zorunluluk olarak her daim bu
rakamın yani ortalamanın üzerinde büyümemiz şarttır çünkü
bizim bir vizyonumuz, 2023 hedeflerimiz var. Tüm dünya
karşımızda olsa da, etrafımız çepeçevre kaynar kazan
da olsa, biz, ekonomik istikrarı, huzuru ve emniyeti tesis etmeye devam
edeceğiz. Bunun için de sağlam bir kamusal yönetim gereklidir ve onun
koşulu da sağlam bir bütçedir ki biz, bunu, Genel Kurulumuzdan
inşallah bugün geçiriyoruz.
Değerli
milletvekillerimiz, malumunuz, bütçeler siyasi metinlerdir. Ülkelerin,
iktidarların yarınlara bakışlarını, hedeflerini
bütçeye bakarak anlamak mümkündür. Bakınız, bu bütçe, en çok
kaynağı eğitime aktararak “Ben eğitimi merkeze
alacağım.” diyor. Bütçemiz yatırımlara
ayırdığı kaynağı artırarak “Bu ülke
büyüyecek; kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın istihdam üretecek.”
diyor.
Bütçe
meselesi, bu ülkenin tarihinde öz güven inşası anlamında çok
hayati bir yer tutuyor. Bizim aziz milletimiz, son iki yüz yılda kendi
bütçesinde söz sahibi olmadığı günleri yaşadı.
Osmanlının Düyun-ı Umumiyeyle yaşadığı
acı tecrübeyi bu millete AK PARTİ iktidarı öncesi IMF’yle
yaşattılar. Allah, bu millete dışarıdan gelecek
reçetelere bel bağlanan, kimsenin yarına umutla
bakmadığı, bakamadığı o günleri bir daha yaşatmasın.
Allah, seçilmişlerin değil, IMF memurlarının yönettiği
bir çaresizlikle bu milleti bir daha imtihan etmesin.
Biliyorsunuz
ki Sayın Cumhurbaşkanımızın her fırsatta faiz
oranlarının yüksek olduğunu, faiz sisteminin ekonominin
çarklarına verdiği zararı dile getirmesi önemli bir husustur.
Faiz, üretimin, ticaretin, istihdamın, AR-GE’nin, kalkınmanın
önündeki en büyük engeldir. Oyunun kuralları ne yazık ki global
ekonomik sistemde faiz üzerine kuruludur ancak güç, bugün, bu sistemin
kurucularının elinde. Elbette, bizim de, Hükümetimizin de buna karşı
planları, programları vardır. Evet, faizsiz sistemle
çalışan, ticareti odağa alan bankacılık sistemi
Türkiye’de hiç olmadığı kadar hızlı yükseliyor.
Hatırlatırım, kamu bankalarımız bu yolda tecrübelerini
iyi kullanıyorlar. Yol haritamız hazır. Hiçbir düzen ebediyen
sürmez. Biz, her fırsatta, faiz düzeninin sakıncalarını,
paranın üzerindeki hâkimiyetini, alışverişi yani ticareti
tökezlediğini, sanal hareketlenmelerle para birimlerini
itibarsızlaştırdığını, toplumları suni
fakirleşmeye yönelttiğini, zorladığını, üretim
yerine tembelliği teşvik ettiğini dile getireceğiz.
Değerli
milletvekilleri, paranın, insan gücünün, teknolojinin
küreselleştiği anlayışıyla ekonominin on
yıllardır global olarak krizlere sürüklendiği, kontrol
edildiği dönemlerden geçtik. Artık bu sistemin yürümeyeceği çok
açıktır. Tüm dünyada ekonomi politikalarıyla, parasıyla,
insan kaynağıyla içine kapandığı bir süreç ister
istemez yaşanmaktadır. Bizim de millî sistemimiz, millî ekonomik
sistemimiz kapsamında paramızı, insan gücümüzü,
kalkınmamızı millîleştireceğimiz, iktisadi
bağımsızlığımızı
sağlayacağımız 2023 hedeflerimiz, 2053 ve 2071
vizyonlarımız var. Bu anlamda, cumhurbaşkanlığı
hükûmet sistemiyle ülkemizin kaderinin nasıl da
değişeceğini, prangalarından kurtulup millî hedeflere
nasıl da odaklanabileceğini göreceğiz inşallah.
İşte gözümüzün önünde Suudi Arabistan, işte diğer
zavallı emirlikler; baştan ayağa Amerika’ya
bağlanmış, kendi parasını dahi yönetemeyen mahkûm
birer ekonomi. Parası cebinde bile değil, ülkece maaşa
bağlanmış, parasıyla alabildiği tek şey silah. Bu
oyuna gelmemek için millî ekonomiyi hayata geçiriyoruz. Bütün anahtarı da,
dediğim gibi, cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin
hayata geçmesiyle mümkün olacak inşallah.
İktisadi
bağımsızlık süreci, Türk lirasından 6 sıfır
atılarak başlanan ekonomik reform sürecinin devamıdır.
Bilindiği üzere, dünyada Amerikan doları küresel para birimi gibi
dolaşımda. Çok öncesinde Amerikan Merkez Bankasında doların
karşılığı altın olarak yer almaktaydı ama
bugün kâğıt olarak bile bir değeri söz konusu değil.
Şunu
ifade etmek isterim: Para ve iktisadi sistemlerde
bağımlıysanız işiniz yaş ancak kimsenin
dışarıdan müdahale edemeyeceği,
değersizleştiremeyeceği para ve iktisadi sisteme sahipseniz
durum farklı. Kısacası, millî ekonomi süreci iktisadi
bağımsızlığımızı tesis etme yolunu
açacaktır.
Bugün,
Türkiye öz güvenle, istikrarla yoluna devam ediyor. Günlük, geçici siyasi
krizlerden, jeopolitik gerginliklerden, yapay gündemlerden etkilenmeden
ülkemizi yarınlara taşıyoruz. Darbe girişimini kahramanca
savuşturmuş milletimizle el ele, yarınların Türkiye’sini
daha güçlü bir şekilde, titizlikle hazırlanmış bir bütçeyle
oylayacağız. Bizler, bugün, dünya siyasetinde bütçesinin
toplamından çok daha derin bir etki oluşturabiliyorsak, burada hiç
kuşkusuz, medeniyetimize yaslanan siyaset ahlakımız vardır.
İşte bu siyasal ahlak, bu bütçenin merkezine insanı koyarak daha
adil bir yaşam vadediyor. Eğitime, sağlığa kolayca
erişebilirlik, her türlü kamu hizmetinde yüksek kalite vadediyor. Bizim
hedefimiz, çağa ayak uyduran, geleceği okuyabilen, bilgi toplumuna
dönüşmüş, katma değer zincirinde yukarı
çıkmış, rekabet gücü yüksek güçlü Türkiye.
Değerli
milletvekilleri, dün Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Kudüs’le
ilgili tarihî bir karar alındı. Kabadayılığa meydan
okuyarak ABD’nin Kudüs’le ilgili kararının karşısında
durdu hem de ezici bir çoğunlukla. Çok uzunca zamandır
işlevsizleşmiş, sessiz kalmayı tarafsızlık
addeden siyasetsizliğe gömülmüş uluslararası kuruluşlar,
Kudüs meselesinde nihayet net tavır aldılar. Önce İslam
İşbirliği Teşkilatı, sonra Birleşmiş
Milletlerde alınan bu kararlarda ülkemizin oynadığı tarihî
rol son derece önemlidir.
Sayın
Cumhurbaşkanımızın liderliğinde dünyanın
vicdanı olmak, haksızlığa karşı yüksek sesle
itiraz edebilmek de bu ülkeye ve bizim insanımıza
yakışır. Kudüs meselesinde ülkemizin aldığı
inisiyatif, birkaç basit cümleyle geçiştirilebilecek kadar hafif bir
mesele değildir, toptan bir sistem itirazını da içinde
barındıran bir net duruş, yeni bir siyaset, dil
inşasıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Devamla) – Teşekkür etmek için Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Lütfen bağlayın efendim.
Bir
dakika ekliyoruz.
MEHMET
ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bütçe
görüşmeleri neticesinde Türkiye'nin büyüme öngörülerine ayak
uydurabilecek, kamu yatırımlarını destekleyebilen, oldukça
sağlam, güçlü ve nitelikli bir bütçeyi
yasalaştıracağız inşallah.
Bu
vesileyle 2018 yılı bütçesinin hayırlara vesile
olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Erdinç.
Şimdi
Hükûmet adına ilk söz, Başbakan Yardımcısı Gaziantep
Milletvekili Sayın Mehmet Şimşek Beyefendi’ye aittir.
Buyurun
Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Süreniz
otuz dakikadır.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi sevgi ve saygıyla
selamlıyorum.
Bugün
2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
tümü üzerindeki müzakerelerimizi tamamlıyoruz. Başta Meclis
Başkanımız ve başkan vekillerimiz olmak üzere Divan
üyelerimize, parti gruplarımıza, komisyon
başkanlarımıza ve bütün milletvekillerimize bugüne kadarki
özverili çalışmaları için teşekkürlerimi ve
şükranlarımı sunuyorum. Yapıcı ve yol gösterici
eleştiriler, öneriler için de teşekkür ediyorum.
2018 yılı
bütçesinin hazırlanmasında ayrıca emeği geçen tüm kamu
kurumlarının temsilcilerine, uzmanlarına ve Meclis
çalışanlarına da teşekkür ediyorum. Kabinedeki bütün bakan
arkadaşlarıma da teşekkürü borç biliyorum. Bu süreçte verdikleri
destek için Sayın Başbakanımıza, Sayın
Cumhurbaşkanımıza da şükranlarımı sunuyorum.
Bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını
diliyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütçe görüşmelerinde çok şey söylendi.
Hükûmetimizin performansına, ekonomi politika ve
uygulamalarımıza yönelik birçok eleştiri yapıldı,
teşekkür ediyoruz ancak hiç kimsenin yadsıyamayacağı bir
gerçek var ki o da son on beş yıllık dönemde, AK PARTİ
hükûmetleri döneminde Türkiye ekonomisi güçlü bir performans ortaya
koymuştur. Peki, bunu destekleyecek ne tür veriler vardır? Ben bu
konuyu iki türlü anlatacağım: Bir, cumhuriyet tarihimizdeki dönemsel
karşılaştırmayı yapacağım ama daha önemlisi,
dünyayla karşılaştıracağım on beş
yıllık performansımızı.
Hayata geçirdiğimiz
reformlar ve doğru politikalar sayesinde ülkemiz son on beş
yılda yaşanan birçok iç ve dış şoka karşı
muazzam bir direnç göstermiştir. Cumhuriyetimizin kuruluşundan 2002
yılına kadar ülkemiz yıllık ortalama yüzde 4,7
oranında büyümüştür. Türkiye ekonomisi 2003-2016 döneminde yüzde 5,6;
küresel kriz sonrası dönemde ise yüzde 6,7 büyümüştür. Şimdi
şunu söyleyebilirsiniz, “Türkiye 1 puan daha fazla büyümüş, o kadar
da önemli bir fark değildir.” diye düşünebilirsiniz ancak bunu
küçümsemeyelim, büyük bir farka işaret ediyor.
1924’ü 100’e eşitlersek
ve reel olarak yüzde 4,7’yle 1924’te 100 lira olan millî geliri 2016’ya
taşırsanız yaklaşık 6.800 olur ama aynı sürede
Türkiye 5,6 büyüseydi bu rakam 15 binleri aşardı.
Dolayısıyla 1 puanlık ilave büyüme, net, çok güçlü bir performanstır.
Kısaca, on beş yıllık iktidarımız iç ve
dış şoklara rağmen Cumhuriyet Dönemi’nin en güçlü büyüme
performansını göstermiştir.
Şimdi
müsaade ederseniz, başka ülkelere oranla da bu performansın güçlü
olduğunu sizlere açıklamak istiyorum, rakamlarla bunu ortaya koymak
istiyorum.
2002’yi
100 kabul edelim ve reel olarak 2016’da dünya ekonomisi 100’den 172’ye, Avrupa
Birliği 100’den 121’e, Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkeler
100’den 183’e çıkmış. Peki, Türkiye 100’den kaça
çıkmış? Türkiye 100’den 215’e çıkmış. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla çok
net olarak, Türkiye'nin bu dönemdeki performansı kıta
büyüklüğünde olan Çin ve Hindistan hariç, bütün diğer ülke ve ülke
gruplarına oranla çok daha güçlü bir performans ortaya koymuştur.
Peki, bunun sonucunda ne olmuştur? 2002 yılında Türkiye'nin satın
alma gücü paritesi ile kişi başına millî geliri Avrupa
Birliğinin yüzde 37’si civarındaydı, bu sene muhtemelen yüzde
64’ünü aşmış olacak. Bakın, Avrupa Birliğiyle biz
arayı kapatmışız. Atatürk’ün bize verdiği hedef
doğrultusunda gerçekten Türkiye bu dönemde çok güçlü bir ilerleme
kaydetmiştir, Batı’yla arayı kapatmıştır.
Şimdi,
büyüme reel midir, değil midir? Büyüme reeldir,
vatandaşlarımıza yansımıştır. Müsaade
ederseniz birkaç rakam vereyim. On beş yıl önce bu ülkede
yıllık 91 bin otomobil satılıyordu, geçen sene 757 bin
otomobil satıldı. On beş yıl önce Türkiye’de 3 milyon
civarında beyaz eşya satılıyordu, geçen sene 7,5 milyon
beyaz eşya satılmış. 2000’li yılların başında
çiftçimiz yıllık 7 bin traktör alıyordu, geçen sene 70 bin
traktör almış, 70 bin. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Borçlar ne kadar artmış Sayın Bakan,
borçları bir söyler misiniz?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) - Yurt
dışını ziyaret eden, iş için, turizm için seyahat eden
vatandaş sayımız 2003 yılında 3,4 milyon kişiydi,
geçen sene 7,9 milyon, bu sene 8,5 milyon. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) 2002 yılından bu yana
asgari ücret dolar bazında 3 kat artmıştır, reel olarak
yüzde 111 artmıştır, yüzde 111, en düşük memur
maaşı reel olarak yüzde 88 artmıştır, engelli
vatandaşlarımıza ödenen aylıklar reel olarak yüzde 509
artmıştır, öğrencilere verdiğimiz öğrenim
kredileri reel olarak yüzde 161 artmıştır. Evet, büyüme
gerçektir, büyüme vatandaşa yansımıştır.
Büyüme
sayesinde yoksulluğu azalttık, eğitimde fırsat
eşitliği, sağlıkta bir devrim gerçekleştirdik. Bu sene
bütçeden en büyük payı -son on beş yılda olduğu gibi-
eğitime ayırıyoruz, ikinci en büyük payı sağlığa
ayırıyoruz. Milletin vergileri 80 milyonun eğitimine ve
sağlığına gidiyor.
2002
yılında, yine -AK PARTİ hükûmetleri o dönemde
başladığı için söylüyorum- Birleşmiş Milletlerin
birtakım kriterleri var yoksullukla ilgili, günlük 4,3 doların
altına yaşayanların toplam nüfus içerisindeki payı yüzde
30’du yani her 100 kişiden 30’u günlük 4 dolar 30 sentin altında bir
gelirle, bir harcamayla yaşıyordu, bugün bu oran yüzde 1,6’ya
gerilemiştir.
Evet, gelir dağılımını da
iyileştirdik. Hangi göstergeyi kullanırsanız kullanın,
hangi göstergeyi, OECD’nin raporuna bakın, 2002-2016 döneminde gelir dağılımını
iyileştiren nadir ülkelerden bir tanesiyiz. Evet, Gini katsayısı
0,44’ten 0,40’ın altına inmiştir. Bakın, bu Hükûmet, bu
bütçe, kimden yanadır anlamında bunun altını özellikle
çizmek istiyorum, bu dönemde millî gelirden ücretlilerin aldığı
pay yüzde 26,2’den yüzde 32,7’ye çıkmıştır. Evet,
hükûmetlerimiz emekçiden, çalışanlardan yana net bir politik
tavır koymuştur. Evet, bir şeyi daha söyleyeyim. Net
işletme artığının payı ise yüzde 56,5’ten yüzde
52,2’ye gerilemiştir. Tercihimiz nettir, biz çalışandan,
üretenden yanayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
geçen sene Türkiye ekonomisi hain darbe girişimi ve terör nedeniyle çok
ciddi bir şokla karşı karşıya kaldı. Buna
rağmen yüzde 3,2 büyüdü çünkü işin başında basiretli,
tecrübeli ve güçlü bir Hükûmet var. Yaşanan bu olumsuzlukların reel
ekonomiye sirayet etmemesi için, en az düzeyde etkilenmek için Hükûmetimiz çok
hızlı bir şekilde zamanında ve doğru tercihlerle
ekonomide yaşanan bütün bu şokları bertaraf edecek bir dizi
adımı attı. Reel sektörün finansmana erişimini
kolaylaştırmak amacıyla hazine destekli Kredi Garanti Fonu’nu
evet, devreye soktuk ve sistem çok iyi çalıştı ve birçok ülke
şu anda bunu örnek alıyor ve bizden bunun uygulamasına ilişkin
zaman zaman bilgi talep ediliyor. Çünkü şu ana kadar bu verdiğimiz
kredilerden geri dönüşü olmayan oranı yüzde 0,3 ve son derece
başarılı oldu.
Evet,
geçen sene Türkiye’nin başına gelen terör ve hain darbe girişimi
gibi şoklar başka ülkelerde yaşansa bu ülkeler muhtemelen
resesyona, muhtemelen depresyona girerlerdi. Bakın, son yıllarda
içeride veya dışarıda birtakım şokları
yaşayan Rusya ve Brezilya son altı yılda yıllık
ortalama yüzde 1 dahi büyüyememiştir. Bu, aramızdaki farkı
göstermektedir. Oysa biz ülkemizi aldığımız doğru
tedbirlerle 2017 yılının ilk dokuz ayında yüzde 7,4
büyüttük. Üçüncü çeyrek itibarıyla yakaladığımız yüzde
11,1’lik büyüme oranı ve ilk üç çeyrek performansımız verisi
açıklanan OECD, Avrupa Birliği ve G20 ülkeleri arasında en güçlü
performanstır. Üçüncü çeyrek ekonomideki yüzde 11’lik büyümeyi sadece ve
sadece baz etkisiyle açıklamak yanıltıcıdır çünkü
çeyrekten çeyreğe de üçüncü çeyrekte büyüme devam etmiştir. Mevsim ve
takvim etkisinden arındırılmış gayrisafi yurt içi
hasıla rakamlarına göre ekonomide üçüncü çeyrekte net olarak büyüme
ivmesi devam etmiştir. Son on beş yılda olduğu gibi 2017’de
de büyüme gerçektir, vatandaşlarımıza
yansımıştır.
Yüzde
11,1’lik büyümeyi sorgulayanlara müsaade ederseniz ben birkaç rakam vermek
istiyorum. Üçüncü çeyrekte sanayi üretimi yüzde 13,7 artmıştır.
Üçüncü çeyrekte 1,4 milyon vatandaşımıza -yıllık
olarak- iş imkânı sağlanmış, üçüncü çeyrekte ihracat
yüzde 15,7 artmıştır, gerçektir. Aynı dönemde Türkiye’de yıllık
yüzde 38,1 oranında turizm artmış, üçüncü çeyrekte Türkiye’ye
16,7 milyon turist gelmiştir. Üçüncü çeyrekte 376 bin konut
satılmıştır. Önceki yıla göre yüzde 23,4’lük
artışa tekabül etmektedir. Üçüncü çeyrekte 2,5 milyon beyaz eşya
satılmıştır, yıllık artış yüzde 16,4.
Üçüncü çeyrekte ülkemizden seyahat amaçlı yurt dışına
toplam 2,5 milyon vatandaşımız gitmiştir, yıllık
artış oranı yüzde 12,5. Bakın, bu rakamların
tamamı reeldir ve yüzde 11,1’in de üzerindedir dolayısıyla
büyüme verilerimizi sorgulayanlara ithaf olunur. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Üçüncü
çeyrek büyümesi sadece yüksekliğiyle değil, kalitesiyle de fark
yaratmıştır. Makine teçhizat yatırımlarımız
yüzde 15,3 gibi güçlü bir artış göstermiştir. Makine teçhizat
yatırımlarının güçlenmesi üretken kapasitenin ve potansiyel
büyümenin de yükseldiğine işaret etmektedir. Net ihracatın
katkısı pozitif olmuştur. Evet, büyüme bu sene tahminlerimizin
üzerinde. Ama, şunun altını çizmek istiyorum: Büyüme 2018’de de
ve sonrasında da devam edecektir, güçlü bir şekilde devam etmesi için
gereken reformları yaptık, yapıyoruz.
Kısa
vadede güçlü istihdam artışı, yüksek kapasite
kullanımının getireceği yatırım
artışı ve destekleyici dış talep büyümeyi destekliyor.
Ama, orta-uzun vadede bizim demografik yapımız, elverişli,
verimliliği artıran AR-GE ve altyapı eğitim
yatırımlarımız sayesinde büyüme artmaya devam edecektir.
Bakın, uluslararası kuruluşların tahminlerine göre, Türkiye
2017 yılında satın alma gücü paritesiyle yaklaşık 2,1
trilyon dolarlık bir ekonomiye sahiptir. Satın alma gücü paritesine
göre, gayrisafi yurt içi hasıla 2030 yılında 3 trilyon dolar,
2050 yılında da 5,2 trilyon dolara çıkacaktır. Bunlar benim
rakamlarım değil, bunlar küresel tahminlerdir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gördüğünüz gibi, Türkiye’nin
performansı AK PARTİ’yle güçlenmiş ve bu büyüme
kapsayıcı bir büyüme olmuştur. Bakın, istihdam
ayağı son derece güçlü bir büyümeden bahsediyoruz. Küresel krizden bu
yana avro bölgesinde 3,5 milyona yakın istihdam oluşturulmuştur.
Türkiye tek başına, küresel krizden bu yana 8,3 milyon
vatandaşına iş bulmuştur, 8,3 milyon. (AK PARTİ ve
Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Peki, bu ülke
büyümese 8,3 milyona istihdam sağlanabilir mi? Eylül itibarıyla
yılbaşından bu yana 1,2 milyon vatandaşımıza
iş bulduk. İstihdam artışı devam edecektir. Evet,
işsizlik oranımız hâlâ yüzde 10’un üzerinde ama Türkiye'nin
nüfusu genç, çalışma çağındaki nüfus Avrupa Birliğinin
17 katı hızla artıyor, OECD ülkelerinin 3 katından daha
hızlı artıyor. Evet, ondan dolayı zorlanıyoruz ama
inşallah, reformlarla, büyümeyle, yatırımla bunu da
başaracağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu başarı hikâyesinin
yanında tabii ki üzerinde çalışmaya ihtiyaç duyduğumuz
sorun alanlarımız var, her şey güllük gülistanlık
değil; bunların başında cari açık gelmektedir. Son
yıllarda cari açığımızı azalttık ama bu sene
cari açık gerek iç talebin güçlü olması gerek petrol
fiyatlarının yükselmesi gerekse altın ithalatı nedeniyle
bir miktar yükselecek ve gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 4,7’si
civarında şu anda. Ancak şunun altını çizmek
istiyorum: Geçmişte bu büyüklükteki büyümeyi yani yüzde 7’nin üzerindeki
büyümeyi genelde bugünkü cari açığın 1,5 katına yakın
bir cari açıkla ancak sağlayabiliyorduk; yakın dönemden
bahsediyorum. Son dönemde yaptığımız reformlar işe
yarıyor, enerjide dışa
bağımlılığımız azalıyor ve AR-GE
çabalarımız sonuç veriyor. Dolayısıyla cari
açığın azaltılması için reform
çalışmalarımıza devam edeceğiz ve bunu da
başaracağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe müzakereleri boyunca
sıklıkla gündeme gelen diğer bir iddia da ülkemizin borcunun
yüksek olduğu iddiasıdır. Kamudan bahsetmiyorum, artık
herkes kabullendi, kamunun borcunun düşük olduğunu herkes kabullendi.
Türkiye'nin borcu da yüksek değildir. Türkiye’de tüm kesimlerin,
bakın, bütün vatandaşlarımızın, bütün
şirketlerimizin, finans sektörünün, devletin toplam borcunun millî gelire
oranı yüzde 144. Peki, gelişmekte olan ülkelerde ne? Gelişmekte
olan ülkelerde yüzde 219. Dolayısıyla iddia edildiği gibi
Türkiye’de borç düzeyi, borç oranı yüksek değildir.
Bir
rakam daha söyleyeyim size: 2002 yılında toplam dış borç
faiz ödemesinin millî gelire oranı yüzde kaçtı? Yüzde 1,9’du.
2017’nin üçüncü çeyreği itibarıyla bu oran yüzde 0,7’dir,
dolayısıyla yönetilebilir bir borçtur. Ama özel sektörün kur riskini,
döviz riskini daha iyi yönetebilmesi için makro ihtiyati bir reformu bu hafta
içerisinde veya önümüzdeki hafta içerisinde hayata geçireceğiz. Biz
sorunlara karşı tabii ki duyarlıyız, gerekeni
yapıyoruz. Son birkaç yıldır yaptığımız
vergi düzenlemeleriyle, borçla değil, öz kaynakla finansmanı
teşvik ediyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; enflasyon, iyileşme
ihtiyacı olan diğer önemli bir alanımızdır. 2016
Kasım ayında yüzde 7 düzeyinde seyreden tüketici enflasyonu
aralık ayından itibaren yükselişe geçmiş ve bu sene çift
haneye ulaşmıştır. Bu gelişmede döviz kuru, petrol
fiyatlarındaki yükseliş ve gıda fiyatlarındaki baz etkisi
belirleyici olmuştur. İnanıyorum ki enflasyonda en kötüsü geride
kalmıştır. Aralık ayından itibaren enflasyon
düşmeye başlayacaktır. Hükûmetimiz, gıda
fiyatlarındaki katılığı azaltmak, fire
oranını azaltmak için Gıda Komitesi üzerinden çok güzel
çalışmalara imza atıyor. Ekim ayı başında bu
çalışmaların birçoğunu hayata geçirdik. Merkez Bankası
da üzerine düşeni yapıyor, yapacak.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce ifade ettiğim gibi,
ekonomimizi şoklara karşı dirençli kılan sağlam
makroekonomik temellerimiz var. Örneğin, bankacılık sektörünün
sermaye yeterlilik oranı ekim itibarıyla yüzde 17
civarındadır. Bu küresel normlara göre 2 kattan fazladır, aktif
kalitesi son derece yüksektir. Tahsili gecikmiş alacakların toplam
kredilere oranı yüzde 3 civarındadır, Avrupa Birliğinde
bile yüzde 5 civarındadır. Sektör 2002 sonrasında asli
işlevine dönmüştür, firmalara kredi vermeye
başlamıştır. Kredilerin gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı yüzde 13’lerden neredeyse yüzde 70 civarına
ulaşmıştır. Biz geçen sene hazine destekli kredi garanti
sistemiyle bu süreci daha da başarılı kıldık, KOBİ’lere
kredi imkânını sunduk. Ve şunu söyleyeyim; 202 bin firmaya biz
kredi kullanımının önünü açtık. Burada devlet her şeyi
garanti etmiyor, hazinenin garantisi maksimum yüzde 7’yle
sınırlıdır.
Türkiye
ekonomisinin diğer bir sağlam tarafı da kim ne derse desin kamu
maliyesidir. Maliye Bakanımız bu rakamları çok net bir
şekilde ortaya koymuştur. Son on beş yılda yürütülen mali
disiplin sayesinde bütçe açıklarımız çift haneden geçen sene
yüzde 1,3’e, bu sene reel ekonomiyi desteklemek için yüzde 2’nin bir miktar
üzerine çıkmıştır ama tekrar biz bunu yüzde 2’nin
altına düşüreceğiz, bu konuda kararlıyız. Ama
şunu da söyleyeyim; şu anda Türkiye’nin bütçe açığı da
gelişmekte olan ülkelerin yarısından daha az ortalama. Devletin
borcu da gelişmekte olan ülkelerde yüzde 47 ortalama, Türkiye’de yüzde
28,5.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; son on beş yıldaki en
önemli kazancımız faiz yükünün önemli ölçüde
azaltılmış olmasıdır. Bakın, bu çok önemlidir.
Türkiye’de şu anda reel faiz oldukça düşüktür. Biz geldiğimizde
reel fail yüzde 25’in üzerindeydi, yüzde 25’in üzerinde reel faizden
bahsediyoruz. Bakın, faiz harcamalarının gayrisafi yurt içi
hasıla içindeki payı on beş yıl önce yüzde 14,4 idi,
2018’de yüzde 2,1 olacak. Yüzde 14 nere yüzde 2 nere. Benzer şekilde 2018
yılında bütçenin sadece yüzde 9,4’ü faize gidecek, oysa on beş
yıl önce bu oran yüzde 43’ün üzerindeydi. Topladığımız
her 100 liralık verginin 22 lirasını 80 milyonun eğitimine
harcıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Her
100 liralık verginin 21 lirasını sağlığa
harcıyoruz. Her 100 liralık verginin 14 lirasını yatırımlara
harcıyoruz. Evet, vergileri milletten topluyoruz, millet için
harcıyoruz; çiftçimize, reel sektöre, emekçilerimize. Hiçbir
çalışanımızı, emeklimizi son on beş yılda
enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz; reel olarak rakamlar
ortadadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ekonomisinin temelleri
sağlam olmasaydı yakın coğrafyamızda bu kadar şok
olacak, Türkiye’de hain bir darbe girişimi olacak, terör örgütlerinin
tamamı Türkiye’ye musallat olacak ve biz bu rakamlardan bahsedeceğiz
öyle mi? Mümkün değil. Türkiye’nin temelleri sağlam. Birçok iç ve
dış şoka karşı
dayanıklılığını
kanıtlamıştır. Hiç karamsarlığa yer yoktur,
Türkiye’nin temellerini daha da sağlamlaştıracağız; en
önemli konumuz bu. Önümüzdeki dönemde ekonominin
dayanıklılığını daha da artıracak yüksek
katma değerli güçlü büyüme hedefimizi yakalamak için reform
yapacağız.
Evet,
işsizlik oranını kalıcı olarak düşürmek, fiyat
istikrarını sağlamak, cari açığı daha
sürdürülebilir düzeylerde tutmak için yapısal reformları
kararlılıkla sürdüreceğiz. Bu konuda Hükûmetimizin iradesi
güçlüdür ve biz günübirlik, kolaycı tedbirlerle çözüm
arayışında olmadık, olmayacağız; böyle çözümlerin
de olmadığını biliyoruz. Yapısal reformlarda ilerleme
sağladık, bundan sonra da sağlayacağız.
Birkaç
rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakın, İnsani
Gelişme Endeksi’nde 188 ülke arasında 71’inci sıradayız. Bu
ne demek biliyor musunuz? 117 ülkeden daha iyiyiz. Dünya Bankası
İş Yapma Kolaylığı Endeksi’nde 190 ülke arasında
60’ıncı sıradayız. Bu ne demek? 130 ülkeden daha iyiyiz.
Ama biz buraları beğenmiyoruz, buraları yeterli görmüyoruz; o
nedenle reform yapacağız, o nedenle Türkiye’ye sınıf
atlatacağız. Dünyada patent başvuru sayısında 38’inci
sıradaydık on beş yıl önce, 21’inci sıradayız;
yakışmıyor bize, ilk 10’u hedefliyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; birçok alanda reform yaptık,
yapmaya devam edeceğiz. En çok eleştirilen konu, eğitim; çok
mesafe kat ettik. Eğitim harcamalarının bütçedeki
payını 2’ye katladık. Geçen gün açıklandı, Türkiye’de
eğitim harcamalarının millî gelire oranı yüzde 6’nın
üzerine çıkmış; OECD’de ortalama yüzde 5,1. Diyeceksiniz ki:
Kalite? Kaliteyi artırmak için 580 bin öğretmen aldık, 270 bin
derslik açtık; bunun sonucunda kalite artacak. Okul öncesinde -bakın,
okul öncesinde- 5 yaşta yüzde 11 civarlarında olan okullaşma
oranını şimdi yüzde 80’lere taşıdık.
Bunların hepsi “kalite” diye dönecek ve Türkiye’de eğitim
sınıf atlayacak.
Meslek
liselerinin toplam liseler içerisindeki payını yüzde 34’ten 50’nin
üzerine çıkarttık ama yetmez, hedef yüzde 60.
Önümüzdeki
dönemde öğretmenlerimizi yeniden eğiteceğiz, mesleki ve teknik
eğitim payını artıracağız, özel sektöre
teşvik ve destek vereceğiz, okul öncesini
yaygınlaştıracağız ve yoğun yabancı dil
eğitimine öncelik vereceğiz.
İş
gücü piyasası… Evet, bizim nüfusumuz genç; evet, çalışma
çağındaki nüfus hızla artıyor. Bunlara iş lazım;
bunun için reform yapacağız, reform yaptık. Bakın, son on
yılda kadınların iş gücüne katılım
oranını 10 puan iyileştirmişiz. Peki, bu bütçede kadın
olmazsa, bu teşvikler olmazsa sizce bu oran sağlanabilir mi?
Gelişmekte olan ülkelerde en güçlü performans bizde.
Yine,
bir şey daha söyleyeyim: İstihdam oranını da 8,4 puan
artırdık. Geçen sene birçok reform yaptık. Önümüzdeki dönemde de
aktif iş gücü programlarını geliştireceğiz, kısmi
zamanlı çalışma üzerindeki engelleri
kaldıracağız, iş gücü piyasasını daha da esnek
hâle getireceğiz.
Yatırım
ortamını iyileştirdik, rekabet gücümüzü artırdık; az
önce rakamları verdim. Bunları yapmasaydık Türkiye son on beş
yılda 190 milyar dolara yakın küresel doğrudan yatırım
çekebilir miydi, küresel firma sayısı 5 binden 57 bine çıkabilir
miydi? Mümkün değil. Demek ki doğru şeyler
yapmışız; evet, bu Hükûmetin doğru yaptığı
birçok şey var.
Geçen
sene içerisinde taşınır rehni reformu yaptık, yeni
teşvik sistemini getirdik. Proje bazlı yatırımları
desteklemek için süper teşvik sistemini uygulamaya koyacağız ve
özellikle teknoloji, bilgi yoğun alanlara odaklanacağız.
Söylenecek
çok şey var. AR-GE ve yenilikçilik ekosistemimizi güçlendiriyoruz.
Bakın, AR-GE’nin millî gelir içerisindeki payını 2’ye
katladık, AR-GE personel sayısını 4’e katladık ama
yetmez, daha da yapmamız lazım çünkü OECD ülkelerine göre gerideyiz.
Geçen sene patent kanunu çıkardık, AR-GE desteklerini
artırdık ve kitle fonlamasını hayata geçirdik, hazine
olarak teknoloji firmalarına destek için fonların fonuna kaynak
aktardık. Önümüzdeki dönemde TÜBİTAK’ı yeniden
yapılandıracağız, Yatırım Bankasını
yeniden yapılandıracağız.
Bakın,
Türkiye'de yenilikçi firmaların toplam firmalar içerisindeki payı
-yani 10’dan fazla işçi çalıştıranlar için söylüyorum- 2010
yılında yüzde 48,5’tu, şimdi yüzde 61,5’a çıktı.
Sermaye piyasalarını derinleştiriyoruz. Birçok reform
yaptık. Yargı sisteminde geçen sene çok önemli reformlar yaptık.
Bilirkişi reformu, istinaf mahkemeleri, modern ara buluculuk, ihtisas
mahkemeleri, bunların hepsi iş hayatını
kolaylaştırmak içindir, yatırımları artırmak
içindir. Önümüzdeki dönemde özellikle İcra ve İflas Kanunu, ihtisas
mahkemelerinin sayılarının artırılması,
elektronik tebligat sisteminin geliştirilmesi, vatandaşın
idareyle uyuşmazlıklarının azaltılması
konularına ağırlık vereceğiz. Kamu maliyesinde de reform
yapacağız. Maliye Bakanımız bütün detayları söyledi.
Evet, bir vergi reformuna ihtiyacımız var. Mükellef
haklarını daha da artıracağız. Performans bazlı
bütçelemeye geçeceğiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tüm bu reformlar sayesinde ülkemizin
büyüme performansı ve potansiyeli artacaktır. Büyüme potansiyelimiz
yüksektir. Hükûmetimiz milletimize güveniyor. Büyüme potansiyelimize biz
inanıyoruz ve bunu başaracağız. Demografik
avantajımız var. Evet, reformla biz verimliliği
artırıyoruz. Bakın, üç temel önceliğimiz var: Eğitim,
AR-GE, altyapı. Bunların hepsi daha fazla rekabet gücü, daha fazla
verimlilik. Bakın, Türkiye son on beş yılda altyapıya 362
milyar liralık yatırım yapmış. Türkiye şu anda
160 ülke arasında lojistikte 30’uncu sıraya yükselmiş.
Bunların hiçbiri tesadüf değildir. Türkiye bunlar sayesinde
gelişmesini, kalkınmasını devam ettirecektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gelecek, yapay zekâyı üreten,
dijitalleşmeyi ve 4. Sanayi Devrimi’ni üretimlerine, ekonomilerine en
hızlı entegre edebilen ülkelerin olacaktır, bunun
farkındayız. Bu nedenle dijitalleşme seviyemiz belki şu
anda biraz düşük ama artış hızımız yüksek,
başaracağız. 4. Sanayi Devrimi’ne yönelik özel sektör
paydaşlarımızla yol haritamızı hazırlıyoruz.
Evet, ülkemizin potansiyeli yüksektir, geleceği parlaktır…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Efendim, üç dakika ekliyoruz müddetinize.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
…geçen
sene yazılan karamsar senaryoların hepsi çökmüştür, hepsi
çökmüştür. Hükûmetimiz, Türkiye’nin potansiyeline inanıyor ve bu
doğrultuda hedeflerini gerçekleştiriyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken bu vesileyle
bütçemizin tekrar vatanımıza, milletimize hayırlı
olmasını temenni ediyorum. 2018 yılının şimdiden
milletimiz ve tüm insanlık için, huzur, barış ve kardeşlik
için refah dolu bir yıl olmasını diliyor, hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şimşek.
Hükûmet
adına ikinci söz Başbakan Yardımcısı Yozgat Milletvekili
Sayın Bekir Bozdağ Beyefendi’ye aittir.
Buyurun
Sayın Bozdağ. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından alkışlar)
Süreniz
otuz dakikadır.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2016 yılı kesin hesabı ve 2018
yılı bütçesi görüşmelerinin sonuna geldik. Bu vesileyle yüce
Meclisimizin saygın üyelerini saygıyla selamlıyorum. 2018
bütçemizin aziz milletimize, Meclisimize, Hükûmetimize, devletimize,
ekonomimize, hasılı hepimize hayırlı olmasını,
bereketli olmasını Cenab-ı Allah’tan temenni ediyorum.
Tabii,
bütçeye ilişkin ekonomik veriler ve diğer konular üzerinde ekonominin
ustalarından biri olan Başbakan Yardımcımız Sayın
Mehmet Şimşek çok önemli değerlendirmeler yaptı ve bugüne
kadar bütçenin bu aşamaya gelmesi sürecinde pek çok önemli
değerlendirmeler yapıldı. Ben bütün bu değerlendirmelere
ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hükûmetimizin yasalaşan bu
bütçenin uygulanması sürecinde yapılan eleştiri ve önerileri
dikkate alacağını ve bütçeyi milletimiz ve devletimiz için en
uygun şekilde kullanacağını bir kez daha buradan ifade
etmek isterim.
65’inci
Cumhuriyet Hükûmetinin 2’nci, AK PARTİ hükûmetlerinin ise 16’ncı
bütçesi bu. On altı yıllık süre içerisinde ülkemizi her alanda
büyüttük, ekonomimizi büyüttük, geliştirdik ve ileri bir noktaya
taşıdık. Türkiye, her alanda büyük başarıların
altına imza attı ve ülkemiz, bugün hem bölgesinde hem de dünyada
saygın, güçlü bir aktör hâline gelmiştir. Vatandaşımız
bu değişim ve gelişmeden büyük bir memnuniyet duymuştur ve
bu nedenle de hükûmetlerimize her seçimde büyük bir destek vermiştir. Biz
de milletimizden aldığımız emaneti hep namusumuz bildik ve
canımız pahasına bugüne kadar koruduk; çiğnemedik, kimseye
de çiğnetmedik. Halkımızın sandıkta verdiği oya
Ankara’da yeni ortaklar edinmedik, birilerinin ortak olmasına da izin
vermedik. Vesayetin her çeşidine karşı dik durduk, mücadelenin
en doğrusunu, en iyisini yaptık ve milletimize verdiğimiz
sözlerin bir bir takipçisi olduğumuz gibi gereklerini de yerine getiren
bir Hükûmet olduk. Sözümüzün arkasında durduk, sözlerimizi bir bir hayata
geçirdik ve bugün Türkiye, gelinen noktada gerçekten her alanda büyük
değişimleri, büyük reformları hayata geçirmiş bir ülkedir.
Etrafımızda yaşanan hadiseleri ve ülkemizin içerisinde mevcut
durumu birlikte ele aldığımızda bu değişimin
somut sonuçlarını birlikte görmek mümkündür.
Son
günlerde bildiğiniz gibi ABD Başkanı Sayın Trump’ın
Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma ve ABD’nin Tel
Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma açıklaması
çok büyük bir yankı uyandırdı. Bir oldubittiyle böylesi bir
adımı hayata geçireceğini düşündü ve bir adım
attı ama bu adıma karşı bütün dünya ortak bir tavır
ortaya koydu. Özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı ve İslam
İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı
sıfatıyla Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi’nin ortaya
koyduğu dirayetli duruş ve Türkiye’nin öncülüğünde yapılan
çalışmalar bu sürecin başarısızlığa
uğramasında önemli rol oynamıştır.
Türkiye,
daha karar alınmadan, Kudüs konusundaki tutumunu bütün dünyaya ilan etti.
Karar alındıktan sonra da Sayın Cumhurbaşkanımız
İslam İşbirliği Teşkilatını toplantıya
çağırdı ve İstanbul’da İslam İşbirliği
Teşkilatı olağanüstü toplandı. İslam
İşbirliği Teşkilatı belki kurulduğu günden bu
yana kuruluş hedefleri doğrultusunda en önemli, en tarihî
toplantısını yaptı, tarihî kararların altına imza
attı ve o toplantıda tarihî bir bildiri de yayınlandı.
Bildiride “Doğu Kudüs'ü Filistin devletinin başkenti ilan ediyor,
bütün devletleri Filistin devletini ve Doğu Kudüs’ün onun işgal altındaki
başkenti olduğunu tanımaya davet ediyoruz.” diyerek hem Filistin
devletinin tanınmaya davet edilmesi hem de Kudüs’ün başkent ilan
edilmesi böylesi bir uluslararası toplantıda
yapılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız
zirve sonrası yaptığı açıklamada ise “Biz bugün
Kudüs'ü Filistin devletinin başkenti olarak
tanıdığımızı ilan ettik. Artık, Kudüs bizim
nazarımızda Filistin devletinin başkentidir ve öyle de
kalacaktır...” Bu açıklamayla Trump’ın aldığı
kararın ötesinde yeni bir durum ortaya çıktı, Tel Aviv’den
başkent olarak ilan ettiği Kudüs’e büyükelçiliğimi
taşıyayım derken, öte yandan İslam ülkeleri Doğu
Kudüs’ü Filistin devletinin başkenti olarak ilan etmiştir. Bu
toplantıyla, İslam İşbirliği Teşkilatı
üyeleri teşkilatın kuruluş gayesine matuf büyük ve tarihî bir
karara imza attılar, Kudüs ve Filistin konusunda yeni bir dönemin
kapısını araladılar; birlik ve
dayanışmalarını güçlü bir şekilde gösterdiler, ABD
Başkanı Trump’ın aldığı başkenti Kudüs’e
taşıma kararını yok saydılar ve geçersizliğini
ilan ettiler, bölgede kabadayılığa, kural
tanımazlığa, oldubittilere, Kudüs’ün statüsünün
değiştirilmesine ve değiştirilmesine yol açacak
adımlara izin vermeyeceklerini gösterdiler. Bu, büyük bir başarıdır.
Bu büyük başarı Türkiye Cumhurbaşkanı ve İslam
İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye'nin ve
İslam ülkelerinin ortak başarısıdır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Tabii,
bu başarı burada kalmadı, konu Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin de gündemine taşındı. Orada da
bildiğiniz gibi, 15 üyenin 14’ü, diğer bir anlatımla, 5 daimî
üyenin 4’ü, 10 geçici üyenin tamamı Trump’ın bu kararının
aleyhine oy kullandılar. Resmiyette vetoyu ABD yaptı, resmiyet onun
dediği gibi oldu ama iş fiiliyatta Trump’a, ABD yönetimine burada
ortak bir tavır konuldu, âdeta bir kırmızı kart gösterildi.
Konu daha sonra Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna
taşındı. Bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletler
Genel Kurulunda da tarihî bir kararın altına imza atıldı;
128 Genel Kurul üyesi, ABD yönetiminin aldığı bu kararı
tanımadığını, başka ülkelerin de
tanımamasını ilan etti ve herkesi bu konudaki ortak tutuma
destek vermeye davet etti. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Tarihî bir karar, tarihî bir
adım atıldı ve ABD’nin kararının geçersizliği
ilan edilerek bu karar âdeta yok sayıldı.
BM’nin bu kararı hem İslam ülkelerini ve hem de
BM üyelerinin büyük bir çoğunluğunu haksızlık
karşısında birleştirdiği gibi Kudüs ve Filistin
meselesinin sadece Müslümanların meselesi olmadığını,
bütün ülkelerin, bütün başka dinlere mensup insanların da ortak
meselesi olduğunu bir kez daha dünyaya göstermiştir. BM bu
kararıyla kural tanımayan, hak tanımayan, adalet tanımayan
ABD yönetimine kuralı, hakkı ve adaleti öğretmiştir.
Umarım ki bu eğitimden onlar da gerekli dersi alırlar ve bu
yanlış adımı bir daha tekrar etmekten kaçınırlar.
Değerli milletvekilleri, Kudüs’te, bildiğiniz
gibi, Osmanlı Devleti döneminde ve İngiliz mandası döneminde
açılmış 9 yabancı başkonsolosluk var, bunlardan biri
de Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkonsolosluğudur. 1925
yılından beri bizim Başkonsolosluğumuz var ve
Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak
faaliyette bulunuyor. Doğrudan, büyükelçilik gibi bağlı olarak
faaliyette bulunuyor. 2005 yılından bu yana ise oraya büyükelçi
unvanlı başkonsoloslar atandı, 2012 yılından bu yana
ise Filistin devletinin BM Genel Kurulunda üye olmayan gözlemci devlet kabul
edilmesinden bu yana da orada bulunan büyükelçi unvanlı
başkonsolosumuz Filistin Devlet Başkanına Ramallah’ta güven mektubunu
sunmakta, âdeta fiilen bir Türkiye büyükelçisi olarak görev yapmaktadır.
Bugün Kudüs’te başkonsolosluğu olan tek İslam ülkesi Türkiye
Cumhuriyeti devletidir. Bundan sonra da hizmet vermeye devam edecektir.
Ayrıca Dışişleri
Bakanlığı bu son
gelişmelerden sonra Kudüs’ü Filistin devletinin başkenti olarak
tanıdığını gösteren açıklamasını da
sitesine koymuştur, buradan da gösteriyorum: Filistin devleti,
başkent Doğu Kudüs. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Bu da son derece önemli ve tarihî bir adımdır.
Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti devleti
Cumhurbaşkanının itibarının ve uluslararası
politikaları yönlendirme konusundaki etkisinin somut bir göstergesidir.
Hepimizin bununla iftihar etmesi gerektiğine ben yürekten inanıyorum.
Ayrıca,
Türkiye Büyük Millet Meclisini de Hükûmetimizin ve İslam ülkelerinin
ortaya koyduğu bu irade sonucu ortaya çıkan BM kararı
doğrultusunda aldığı destek kararlarından dolayı
da kutladığımızı buradan özellikle ifade etmek
isterim. Çünkü bu dava hepimizin ve Meclisimizin de ortak davasıdır.
Tabii,
bu konu üzerinden AK PARTİ’yi eleştirmek kolay değil; bizim
hükûmetlerimizi, Cumhurbaşkanımızı eleştirmekse hiç
kolay değil çünkü biz Filistin davasına gönülden bağlı bir
kadroyuz, gönülden bağlı bir ekibiz. Bunu her defasında, sadece
sözlerimizle değil, davranışlarımızla da ortaya
koyduk. Geçmişten birtakım hadiseler bahane edilerek, buradan AK
PARTİ’ye, Cumhurbaşkanına gol atacağım diye
düşünürsek hata ederiz, buradan gol atılamaz. Neden atılamaz?
Çünkü bu konuda bizim ortaya koyduğumuz irade, tartışmasız
bir şekilde, milletimiz tarafından başarılı görülen ve
kabul gören bir iradedir. İsrail’in Cumhurbaşkanına bütün
dünyanın gözü önünde “…”(x) diyen, “Siz insan öldürmeyi çok iyi
bilirsiniz.” diye çıkışan ve ona bütün dünyanın gözü önünde
bir insanlık dersi veren Cumhurbaşkanını buradan
vuramazsınız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Buradan zayıflatacağız diye
düşünürseniz, zayıflatamazsınız.
İsrail’in
bir devlet olarak tanınması 1949’da oldu ama İsrail’in bir
devlet olarak başka bir devletten ilk defa özür dilemesi ise yakın
bir zamanda oldu. İkisi arasındaki fark şu: Birinde Cumhuriyet
Halk Partisi iktidar, birisinde ise AK PARTİ iktidar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Tanıyan Hükûmet Cumhuriyet Halk
Partisinin Hükûmeti, özür dileten Hükûmet de AK PARTİ Hükûmeti. Elbette
ikimizin arasında böylesi bir klas farkı olacaktır, bunu da
herkesin teslim etmesi gerektiğine ben yürekten inanıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye PKK, KCK, PYD, YPG, FETÖ, DHKP-C ve pek çok
farklı isim altındaki terör örgütleriyle eş zamanlı,
dünyada mücadele eden tek ülkedir. Türkiye, sadece bu terör örgütleriyle
mücadele etmiyor; aynı zamanda bu terör örgütlerini kuran, kurduran her
türlü lojistik desteğini sağlayan ve bu örgütlerin yularını
elinde tutan, bunların arkasındaki karanlık güçlerle de
amasız ve amansız kararlı bir mücadeleyi sürdürmektedir. Bundan
sonra da hem terör örgütleriyle hem de onların eli kanlı
teröristleriyle ve onların arkasında onlara her türlü desteği veren
güçlerle kararlı bir şekilde mücadeleye devam edeceğiz.
Türkiye'de terör eylemi yapanlara, yaptıranlara ve onlara destek verenlere
Türkiye'yi ve dünyayı dar edeceğimizden hiç kimsenin şüphesi
olmamalıdır. Güvenlik güçlerimiz büyük bir uyum içerisinde, askeriyle,
polisiyle, istihbaratıyla, jandarmasıyla terörle etkin ve
başarılı bir mücadeleyi destansı bir şekilde
sürdürmektedir. Bu konuda terör bitene kadar mücadeledeki kararlılık
devam edecektir.
Bu
mücadele sadece güvenlik boyutlarıyla devam eden, sürdürülen bir mücadele
değildir. Aynı zamanda, terörü doğuran nedenleri ortadan
kaldırmak maksadıyla da Hükûmetimizin attığı ciddi
adımlar, yaptığı ciddi çalışmalar vardır.
Bunları eş zamanlı, birbiriyle paralel bir şekilde
yürüttüğümüzü Meclisimizin ve aziz milletimizin özellikle bilmesini
buradan istirham ediyorum ve Hükûmetimiz bu konu üzerinde de
çalışmalarını aynı kararlılıkla bundan sonra
da sürdürecektir.
Değerli
milletvekilleri, 2017 yılı 16 Nisanında aziz milletimizin
iradesiyle Türkiye’de tarihî bir reform yapılmıştır.
Parlamenter hükûmet sisteminden cumhurbaşkanlığı hükûmet
sistemine geçişi öngören bir Anayasa değişikliği kabul
edilmiştir. Artık yeni bir dönemin kapısı
aralanmıştır. Millet, hükûmet sistemini değiştirmiştir.
Hükûmet sistemi değişmemiş gibi, değiştirilmemiş
gibi davranmanın kimseye bir faydası yoktur. Biz artık önümüze
bakıp yeni hükûmet sistemiyle ülkemizi gelecekte daha
başarılı nasıl yaparız, daha ileri nasıl
taşırız, bu sistemin sağlıklı ve daha iyi bir
şekilde işlemesi için hangi katkıyı veririz, bunun üzerinde
el birliğiyle durmamız gerekmektedir.
Yapılan
seçim meşrudur, aziz milletimizin iradesi sandıkta doğru bir
şekilde tecelli etmiştir ve biz bu irade doğrultusunda
adımlarımızı atmaya başladık ve bundan sonra da
bu adımları uyum yasalarını çıkararak daha güçlü bir
şekilde atacağız. Uyum yasaları konusunda çok geniş
bir ekibin çalıştığını, bütün
yasalarımızın tarandığını, yeni sisteme uyum
için neler yapılması gerektiği hususunda önemli tespitlerin
yapıldığını ve bunların önümüzdeki yıl
içerisinde Parlamentoda bir kısmının görüşülerek
yasalaştırılacağını buradan özellikle ifade etmek
isterim.
Cumhurbaşkanının
partili Cumhurbaşkanı olması, bildiğiniz gibi, Anayasa
değişikliğinden sonra yürürlüğe girmiştir ve o nedenle
de Sayın Cumhurbaşkanımız önce AK PARTİ üyesi
olmuş, daha sonra olağanüstü büyük kurultayda AK PARTİ Genel
Başkanı seçilmiş ve Anayasa’ya uygun bir şekilde de hem
Genel Başkan olarak hem de Türkiye Cumhurbaşkanı olarak
vazifesini yerine getirmektedir. Cumhurbaşkanımızın gerek
hükûmet sistemi değişikliğinden önce gerekse hükûmet sistemi
değişikliğinden sonra yaptığı bütün görevler
Anayasa ve yasalara uygundur. Anayasa’yı çiğneyen, yasaları
ıskalayan bir uygulaması ve adımı yoktur.
MUSA
ÇAM (İzmir) – İnanıyor musunuz?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – İnanıyorum ve
Anayasa’ya bakarak söylüyorum bunu da. Musa Bey, sen de Anayasa’ya
baktığında benim gördüklerimi göreceksin.
MUSA
ÇAM (İzmir) – 299 ne olacak, 299?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Orada ne diyor: “Yürütme yetkisi
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılır
ve yerine getirilir.” Yürütmenin içinde mi, ortağı mı,
yürütmenin başı mı? Anayasa diyor. Başbakanı,
bakanları kim seçer? Başbakanı Cumhurbaşkanı seçiyor,
bakanlarıysa Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanı
atıyor. İstediği zaman Bakanlar Kurulunu toplantıya
çağırıyor. Bakanlar Kurulu kararları
Cumhurbaşkanı imzalamadan yürürlüğe giremiyor. Yasamaya,
yürütmeye, yargıya dair görevleri var. Millî Güvenlik Kurulunun Başkanı.
Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu olağanüstü hâl
ilan edebiliyor. İstediği zaman Bakanlar Kurulunu
başkanlığında toplantıya çağırıyor.
Sayın Cumhurbaşkanımız ne yaptı? Bakanlar Kurulunu
başkanlığında toplantıya çağırdı
farklı olarak. Ondan öncekilerin hepsi diğer
Cumhurbaşkanları tarafından da uygulandı. Kaldı ki,
Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırması da pek çok
Cumhurbaşkanımız tarafından uygulanmıştır ve
bunların hepsi de Anayasa’ya uygundur, Anayasa’nın çiğnenmesi
veyahut da anayasal bir suçun işlenmesi kesinlikle değildir.
Kaldı ki, bizim Anayasa’mız Cumhurbaşkanlarını
sembolik bir Cumhurbaşkanı olarak da -demin anlattığım
görevler nedeniyle- dizayn etmemiştir; güçlü, etkin bir
Cumhurbaşkanı olarak dizayn etmiştir. 2007’de yapılan halk
oylamasından sonra Cumhurbaşkanlarını halkın
doğrudan sandıkta seçecek olması da Cumhurbaşkanlarına
ayrı bir güç katmıştır. Bunu hepimizin birlikte görmesi
lazım. Biz ta 2007’de Cumhurbaşkanı seçimine dair usulün
değişmesi sırasında bunu söyledik. Artık bu konu,
Cumhurbaşkanlığı seçimi konusu Türkiye’de kriz ve kaos
sebebi olmaktan çıkıyor ama yeni dönemde, bilmemiz lazımdır
ki halkın seçtiği Cumhurbaşkanları Meclisin seçtiği
Cumhurbaşkanları gibi olmayacaktır, çok farklı
olacaktır ve bu farklılığı da biz hep beraber gördük,
bundan sonra da göreceğiz ve yeni hükûmet sistemi,
cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi milletimizin her alanda
daha güçlenmesine katkı sağlayacaktır.
Burada
şunun da altını çizmekte fayda görüyorum:
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi kuvvetler
ayrılığının tam olduğu bir hükûmet sistemidir.
Şu anda, yasama, yürütme iç içe geçmiş durumda ama
cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde yasama ve yürütme
birbirinden hem tam ayrı hem de birbirine karşı tam
bağımsız durumdadır. Bunu hep beraber görüyoruz, hep
beraber biliyoruz ama farklı anlatımlar bu gerçeği değiştirir
mi? Bu gerçeği değiştirmez, değiştirmeyecektir de.
Bugün, Parlamentoda çoğunluk kimde? AK PARTİ’de. Hükûmet kimde? AK
PARTİ’de. Kanunlar neye göre çıkıyor? Çoğunluğun oyuna
göre çıkıyor. Hükûmet olmadığı zaman bütçeyi de
kanunları da görüşmüyoruz. Baktığımızda “Hükûmete
karşı yani yürütmeye karşı tam bağımsız bir
Parlamento var.” dersek Anayasa’yı ya okuyoruz anlamıyoruz demektir
ya da farklı yorumluyoruz demektir. Bugün, Hükûmetle iç içe, esasında
Hükûmetin kontrolünde bir yasama-yürütme ilişkisi vardır.
İşte bu çarpık ilişkiye
cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi son veriyor, yasama ve
yürütmeyi birbirinden tam ayırıyor, kuvvetler
ayrılığını güçlü bir şekilde hayata geçiriyor.
Artık, bundan sonra, siyasi istikrar, güçlü iktidar sadece zaman zaman
halkın sandıkta verdiği reylerle değil doğrudan,
sistemin doğal sonucu olarak tesis edilecektir ve güçlü bir şekilde
milletimiz, devletimiz geleceğe güvenle bakacak, güvenle yürüyecektir.
Değerli
Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanımıza
zaman zaman saldırılar yapılıyor, itibarına
karşı, ailesine karşı, şahsına karşı
saldırılar yapılıyor ve
Cumhurbaşkanımızı itibarsızlaştırma gayretleri
görülüyor. Ben, hep şunu söylüyorum: Esasında bu yapılanlar
sataşarak itibar elde etme çabalarından başka bir anlam ifade
etmiyor. Sataşarak itibar elde edelim. Bu mümkün değil. Herkes
itibarını alın teri dökerek, iyi şeyler, doğru
şeyler yaparak, çok çalışarak kendisi kazanır, böyle yapar.
Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’ın hayat hikâyesine baktığınız zaman,
engelleri aşa aşa, alın teri döke döke, milletinin
duasını ve desteğini kazanarak bugünlere geldiğini ve
itibarını, döktüğü alın terine borçlu olduğunu hepimiz
yakinen görür, yakinen biliriz.
Siyasilerin
itibarını kim ölçer? Bana göre halk ölçer. Neyle ölçer? Reyleriyle
ölçer. İşte, seçimler ortada. 2002 seçimleri, 2004, 2007, 2009, 2011,
2014 Cumhurbaşkanlığı -mahallî idareler- ve 2015 seçimleri,
ayrıca yapılan halk oylamaları hepsi ortada. Milletimiz kimin
yanında saf tuttu? Her defasında itibar suikastine muhatap olan ama
itibarı milletin nezdinde asla bugüne kadar yok edilememiş olan
Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’ın yanında durdu ve onun işaret ettiği yönde
oy kullandı. Değişimleri hep onunla beraber yaptı, hep onun
gösterdiği istikamette Türkiye'miz gelişti, değişti. Bu,
milletimizin verdiği itibarın, değerin somut bir göstergesidir.
Cumhurbaşkanımıza
karşı yapılan saldırılara
baktığınızda, esasında bu saldırıların
Türkiye'nin her alanda büyümesi ve gelişmesi nedeniyle bunu sağlayan
lideri Türk halkının gözünden düşürme ve onun ile halk
arasına duvar örme çabaları olduğunu görüyoruz. Çok net bir
şekilde, pek çok ülkenin yöneticileri, siyasi partileri, STK'ler ve
Türkiye içerisinde de pek çok çevre bunlarla iş birliği içerisinde bu
itibar suikastlerinde görev aldığını görüyoruz.
Ben
şimdi birkaç örnek vermek istiyorum: Türkiye'nin Cumhurbaşkanı
olarak Sayın Cumhurbaşkanımız bu millete hangi
kötülüğü veya hangi yanlışı yaptı da bu kadar
saldırıya muhatap oldu? Ee, şimdi, bakalım, Türkiye'de
KÖYDES, BELDES projelerini hayata geçirip köyleri yolla, suyla, kanalizasyonla
buluşturarak Türkiye'ye, Türk milletine ihanet mi etti? 76 olan
üniversiteyi 186’ya çıkararak bu milleti aldattı mı,
yanılttı mı? Kaynaklarını kötüye mi kullandı?
Türkiye’ye 2000-2002 arasında gelen yabancı sermaye 11,6 milyar
dolarken bizim iktidarımız döneminde bunu 187 milyar dolara
çıkararak Türkiye'nin itibarını mı azalttı? Hangi
yanlışı yaptı, hangi kötülüğü yaptı?
Baktığınız zaman, Türkiye'yi her alanda büyüttüğü,
geliştirdiği, değiştirdiği,
kalkındırdığı, emir alan bir ülke olmaktan
çıkardığı için, Sayın Cumhurbaşkanımıza
karşı, bu anlamda uluslararası bir cephenin de
oluştuğunu görüyoruz ve bunların bütün derdi Türkiye'nin
başından Türkiye'nin Cumhurbaşkanını
uzaklaştırmak. Onu hepimiz görüyoruz, aziz milletimiz de görüyor, o
nedenle de her defasında Sayın Cumhurbaşkanımıza sahip
çıkıyor. Biz, milletimize ve devletimize ihanet ederek, millet ve
devlet düşmanlarıyla iş birliği yaparak itibar
arayanlardan, yabancı ülkelerde itibar arayanlardan hiç olmadık,
olmayacağız da. Milletimizin ve devletimizin hukukunu her şeyin
üzerinde tutarak, milletimize ve devletimize her zamankinden daha fazla hizmet
ederek itibarımızı öyle artıracağımıza
inanıyoruz ve bugüne kadar bunu yaptık, bundan sonra da yapmaya devam
edeceğiz.
Karadağ’da
Tuzi kasabası var, oraya gitmiştim, Fatih Sultan Mehmet Han döneminde
bir cami yapılıyor ve bu cami uzun yıllar orada ibadet için
hizmet veriyor. 1908 yılında buradakiler, devrin Osmanlı sultanına
mektup yazıyorlar “Biz camiyi tamir edemiyoruz, bize yardım edin.”
diye. Fakat araya Balkan Savaşları giriyor, bölge bizden
ayrılıyor, yardım gitmiyor. Cumhuriyet Dönemi’nde de bu talepler
dile getiriliyor ancak 1908’deki bu mektubun cevabı 2008 yılının
ramazan ayı Kadir Gecesi’nde yerini buluyor ve o cami tamir edilip yeniden
ibadete açılıyor. 2012’de oraya gittiğimde Karadağ Reis-ül
Uleması, Türkiye’deki Diyanet İşleri makamında bulunan kişi,
Sayın Rıfat Feyziç oradaki Osmanlı şehitliğini bize
gezdirdi ve camiye gittik. Caminin hikâyesini, bu mektup olayını,
caminin 1933’e kadar ibadete açık olduğunu ve 1933’te caminin
imamının şehit edildiğini anlattı. Yanında birini
gösterdi, “Bu da şehit imamın torunudur.” diye bize tanıttı
ve arkasından döndü dedi ki: “Sayın Bakanım, bir daha bizim
mektuplarımıza cevap vermek için lütfen yüz yıl beklemeyin.” (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Hamdolsun, bugünün
Türkiye'si yüz yıl önce ecdadımıza yazılan mektuplara cevap
verebildiği gibi bugün yazılan mektuplara da anında cevap
verecek bir güçtedir. İtibar böyle elde edilir. Siz elinizi, kolunuzu,
kanadınızı her yere uzatabildiğiniz zaman itibar elde
edebilirsiniz. Eğer bunları yapmazsanız itibarınız da
o kadar yüksek olmaz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Üç dakika ekliyorum efendim.
Buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bugün rakamlara
baktığımızda, Türkiye'nin 2002 yılında
yaptığı kalkınma ve insani yardım miktarı 83
milyon dolar ama 2016’da yaptığı yardım miktarı 6
milyar dolar. 83 milyon dolar nerede, 6 milyar dolar nerede? İşte,
alan el olmaktan veren el olmaya yönelmiş güçlü bir Türkiye vardır
bugün. İnşallah bu Türkiye daha güçlü bir şekilde geleceğe
devam edecektir. Suriye’den gelen 3 milyondan fazla mülteciye yardım eli
uzatan bir Türkiye var.
Bakın,
bu yardım eline ilişkin açıklama yapan farklı kişiler
var. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi
Türkiye'nin Arakanlı sığınmacılar için
yardımlarını övüyor ve bu konuda Türkiye’ye dair takdirlerini
iletiyor. Yine, Dünya İnsani Zirvesi’nde, Almanya Başbakanı
Merkel, Türkiye'nin ev sahibi olmasından mutluluk duyuyor çünkü
Türkiye'nin 3 milyon Suriyeli sığınmacıyı kabul
etmesiyle insani yardım üzerinde sadece
konuşmadığını, bunu yerine getirdiğini de
belirterek Türkiye'nin yaptığı bu yardımlardan duyduğu
memnuniyeti dile getiriyor. Merkel bunu takdir ediyor, başkaları
Türkiye'nin yardımlarını takdir ediyor ama biz, bu
yardımları sorgulayan bir dile geliyoruz. Bugün Türkiye, Suriyeli
mültecilere ve darda, zorda olan başka diyarlardaki insanlara
uzattığı yardım eliyle, dünyanın dört bir yanında
saygınlığı olan güçlü bir devlettir. Eğer Türkiye'nin
yaptığı yardımları sorgularsak, o zaman ne
yaparız, Türkiye'nin bu itibarına bir bomba da biz atarız; hem
halkın arasına bir fitne sokar hem de dış dünyaya
“Bakın, Türkiye'nin ‘Böyle yardım ettik, şöyle yardım
ediyoruz.’ dediğine bakmayın, onlar esasında sizi
aldatıyorlar.” anlamında, Türkiye'nin dışarıda
kazandığı bu saygınlığa zarar verir. Hâlbuki,
yapılan yardımlar ortada, rakamlar ortada, gerçek güneş gibi
ortada. Bunu farklı bir şekilde değerlendirmek kimseye bir fayda
sağlamaz. Türkiye inşallah bundan sonra da darda ve zorda olana
yardım elini uzatmaya devam edecektir.
Sözlerimi
burada noktalıyor, 2018 yılı bütçemizin hayırlı
uğurlu olmasını Cenab-ı Allah’tan temenni ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bozdağ.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başbakan Yardımcısı,
konuşmasının bir kısmında, 1949’da İsrail’in
tanındığını, İsrail’i tanıyan hükûmetin CHP
Hükûmeti olduğunu, oysa Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin
döneminde de İsrail’in Türkiye’den özür dilediğini söyleyip “İki
parti arasındaki klas farkı ortadadır.” gibi de bir ifade
kullandı. Bu konuda grubumuz adına cevap hakkını kullanmak
isterim.
BAŞKAN
– Buyurun iki dakika... (CHP sıralarından alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
11.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın 503 sıra
sayılı 2018 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 504
sıra sayılı 2016 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, iki ülke ilişkisi ve iki belge
göstereceğim Sayın Bozdağ’a. Bir tanesi 30 Ekim 2009 tarihli,
belgenin tarafları Amerika’daki bir lobi şirketi ile Türkiye
adına Amerika’daki Türkiye'nin temsilcisi olan
Başkonsolosluğumuz. 30 Ekim 2009 imzalanan belgeye göre, “...”(x)
krizinden sonra iki ülke arasındaki ilişkiler düzelsin diye,
toplamı 64 milyon TL’yi bulacak bu anlaşmada, Amerika’daki lobi
şirketinin Türkiye'nin Batı yanlısı “...”(x)
ve “...”(x) İsrail, İsrail yanlısı
olduğu konusunda lobi yapmasıyla ilgili resmî evraktır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bunun
yanında, İsrail’in bizden özür dilediğine ilişkin tevatür,
Obama’nın yanından, dünya diplomasi tarihinde olmamış
Obama’nın şahitliğinde bir telefon görüşmesidir ama
elimdeki belge, Türkiye'nin Mavi Marmara’daki mağdurların
haklarından vazgeçecek ilgili düzenlemeleri yapma karşılığında
20 milyon TL’yi İsrail’den aldığına dair...
BAŞBAKAN
YARDIMCISI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – TL değil, dolar, dolar.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – ...ama aldığı para için lütuf olarak ifadesini
-20 milyon doları- çevirmeye utanıp “...”(x) kelimesi
söyleyip yani İsrail’in bunu Türkiye’ye lütuf olarak verdiği, bir
tazminat olarak vermediğini söyleyen bu alçaltıcı, küçültücü,
utanç duyacağımız belge de tarafınızdan
imzalanmıştır. (CHP sıralarından alkışlar)
Ama bir özür var dönemlerinde, Rus uçağı düşünce Rusya
diplomatik ilişkileri yeniden tesis için özür istedi, çatır
çatır ettiler. Dönemimizde Rusya’yla bir ilişki var, Stalin devrimin
yıl dönümünde konuşurken “Boğazlar ve Ardahan çok yakında
bizim olacak.” deyince “Hazırlayın arabayı.” diyen Atatürk, Rus
Sefaletine dayanır, “Stalin’in sözleri doğruysa arabamı buradan
Rus sınırlarına süreceğim.” der.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen tamamlar mısınız.
DIŞİŞLERİ
BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) – Azerbaycan’dan Ruslara kim gaz
verdi? Onun cevabını ver.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Stalin, devrimin yıl dönümünde
yayınladığı mesajda “Boğazlar ve Ardahan çok
yakında Rusya’nın olacak.” deyince, Atatürk döner, “Arabamı
hazırlayın, Rus Sefaretine gidiyoruz.” der. Rus Sefiri Karahan, karşısında
Atatürk’ü görünce şaşkına döner, Atatürk der ki: “Stalin’i
telsizden mi bulursunuz, nasıl bulursanız bulursunuz, bu sözlerinin
arkasında mı?” “Atatürk kapıda, arabaya binerse Rus
sınırına doğru ilerliyormuş deyin.” der. Stalin’in
telsiz cevabı “Dil sürçmesi oldu, tercüme hatasıdır, özür
dileriz.” olmuştur. (CHP sıralarından alkışlar)
İşte CHP, işte AKP! İşte özür dileyen ve Mavi
Marmara’yı satan belge! İşte lobi şirketleriyle
anlaşma yapan AKP!
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
İki
dakika efendim…
TANJU
ÖZCAN (Bolu) – Belge getir, belge. Belge nerede?
ÜNAL
DEMİRTAŞ (Zonguldak) – Belgen nerede, belgen?
12.- Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında
şahsına ve Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biz birbirimizin sözlerini çarpıtarak
eğer bir mesafe alacağımızı düşünüyorsak
aldanıyoruz.
TANJU
ÖZCAN (Bolu) – Neyi çarpıtıyoruz net olarak açıkla.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi bir gerçek var, ben
net söyledim: İsrail’in bağımsız, egemen bir devlet olarak
tanınması ne zaman oldu? 1949’da olmadı mı?
TANJU
ÖZCAN (Bolu) – Ya, kesseydin o zaman ilişkiyi.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Yani yalan mı bu? Yalansa
“yalan” deyin. Peki, o zaman kimdi hükûmet? Cumhuriyet Halk Partisiydi.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – O zaman senin deden hangi partideydi? O zaman başka
parti mi vardı?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ne oldu Mavi Marmara gemisi
olayı olduktan sonra? Türkiye’den özür dilendi mi? Dilendi. (CHP
sıralarından gürültüler)
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Nerede belge, nerede?
ÖZTÜRK
YILMAZ (Ardahan) – Nerede belge?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Biz söyledik işte, telefonda
dilendi ve bütün dünya da bunun şahidi oldu. Tutanakta var, ekleri de var,
çok açık. (CHP sıralarından gürültüler)
TANJU
ÖZCAN (Bolu) – Nerede dilendi!
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hayır, hayır!
BAŞKAN
– Müdahale etmeyiniz lütfen.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Siz yalanlasanız da gerçek
bu.
ÜNAL
DEMİRTAŞ (Zonguldak) – Sözleşmeyi okuyun, sözleşmeyi!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Tazminat kabul edildi ve
ambargonun hafifletilmesi de kabul edildi. Bir yandan tanıyan, bir yandan
da özür dileten ve tazminat ödettiren bir Hükûmet. İkisi kıyas kabul
edilmez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Rusya’ya
karşı şeye gelince tabii söylenecek çok söz var ama burada
tarihçiler var, dış politika konusunda uzmanlar var.
KEMAL
ZEYBEK (Samsun) – Türkiye'nin şerefini on para ettiniz, on para!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bu meşhur Boraltan
Köprüsü’nü bu salonda olan herkes benden daha iyi bilir. Azeri
kardeşlerimizi, “Bizi iade etmeyin, öldürecekseniz siz öldürün, bunlar
bizi öldürmesin.” diye yalvardıklarında onları iade eden,
köprüyü geçer geçmez öldürten hükûmet bizim Hükûmetimiz değil. Kimdir
onlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖZTÜRK
YILMAZ (Ardahan) – Yalan!
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Yalan söylüyorsun, yalan söylüyorsun!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bu yalan değil, bu hakikat,
hakikat.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Yalan söylüyorsun, yalan!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Türküleri var. Siz ölüme
gönderdiniz, ölüme…
BARIŞ
YARKADAŞ (İstanbul) – Yalan Sayın Bakan, yalan!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – …ama biz kimseyi ölüme
göndermedik, herkese sahip çıktık. (CHP sıralarından
gürültüler)
ÜNAL
DEMİRTAŞ (Zonguldak) – 9 kişiyi siz öldürdünüz! Mavi Marmara’da
9 kişiyi siz öldürdünüz!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bizim dik duruşumuz ortada
ama bizim Cumhurbaşkanımız ne dedi? “Siz adam öldürmeyi iyi
bilirsiniz.” diye katilin yüzüne katilliğini,
cellatlığını söyledi. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen bağlayınız Sayın Bozdağ.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Saygılar sunarım. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum efendim.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Efendim?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Bakan cevaben çıktığı
konuşmasında partimizle ilgili yine cevaplanması ve
sataşmaya kürsüden cevap verilmesi gereken bir konu
yaratmıştır.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Boraltan…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Buna cevap vermek durumundayız. “Azerbaycan’daki
vatandaşlarımızı ölüme terk etmek, onların ölümüne
sebebiyet vermek…” bununla ilgili cevap hakkı istiyorum.
BAŞKAN
– Özgür Bey, iki dakika, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Yeni
bir sataşmaya lütfen meydan vermeyin.
13.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, Sayın Bekir Bozdağ kürsüdeki
hatibe arkadan saldırmanın raconda olup
olmadığını bilmiyor herhâlde ama şu kadarını
söyleyeyim: Sayın Bekir Bozdağ buraya çıkarken önemli bir iddia
koydu ortaya. Bir tanesi, hepimizin ortak kurduğu devletin hükûmeti
Cumhuriyet Halk Partisi… O dönemde ne Adalet ve Kalkınma Partisi var ne
Bekir Bozdağ var ne başka bir şey var. Ve İsrail’le
ilişkileri eğer Cumhuriyet Halk Partisi, döneminde
tanıdıysa, siz geldiğiniz dönemde bu kadar
kararlıysanız neden gidip de İsrail’le diplomatik
ilişkileri bitirmediniz de devam ettirdiniz? Bu kadar basit. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Bekir Bozdağ şunu söylesin, mesela “yalan” desin. Hani dediler,
dediler de savcıya götürüp alnınıza çaktık ya belgeleri
(CHP sıralarından alkışlar) onun gibi bunu da istesin ama
bu belgenin hava gibi, su gibi, ateş gibi gerçek olduğunu biliyor ve
buna bir şey demiyor. Türkiye ile İsrail ilişkilerinin… Hani “…”(x)
demeyi, onunla övünmeyi biliyorlar, “‘…’(x) dedik, perişan
olduk, gidin, arayı bulun.” diye 64 milyon dolar para ödemeyi kabul
etmiyorlar, daha doğrusu, bu konuda ses etmiyorlar.
Mavi
Marmara’ya, giderken “Gerekirse ben de binip gideceğim, Gazze
ablukasını delip geçeceğim.” diyen kişi hâlen daha
Gazze’nin yolunu bilmez ama oraya gidenlere “Dönemin Başbakanına
mı sordun?” deyip, lütuf olarak 20 milyon dolar para alıp, burada
kanun çıkarıp haklarını düşürmeyi bilir.
Bizim
yurttaşlarımızı, soydaşlarımızı
öldüreceklerini bile bile teslim ettiğimizle ilgili tevatür tarihî bir
yalandır ama sizin, Doğu Türkistanlı çoluk çocuk, bebek 16
kişiyi döneminizde Çin’e teslim ettiğiniz de su gibi gerçektir.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
(1/887) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 503) (Devam)
2.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı (1/861), 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2016
Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin, 2016 Yılı Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporunun ve 6085 Sayılı
Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 174 Adet Kamu
İdaresine Ait Sayıştay Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/1187), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca
Hazırlanan 2016 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun
ve 2016 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu ile
2016 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/1188) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 504) (Devam)
BAŞKAN
– Son söz, bütçenin tümü üzerinde, aleyhinde olmak üzere Ankara Milletvekili
Sayın Tekin Bingöl’e aittir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun
Sayın Bingöl.
Süreniz
on dakikadır.
TEKİN
BİNGÖL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii,
on beş günlük bir maratonun sonunda son konuşmacı olmanın
çok önemli dezavantajları var. Umut ediyorum ki… Sayın Başkan
benim bu dezavantajlı durumumu bir nebze olsun hafifletmek adına bir
miktar süre ilave edecektir diye şimdiden kendisine böyle bir talebimi
iletmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Değerli
milletvekilleri, daha konuşmamın başında, henüz sadece
Sayın Başkandan bir talepte bulunurken huzursuzluğunuza, sesinizi
yükseltmenize inanın anlam veremedim. Ben, aleyhte söz aldım
dolayısıyla aleyhte yapacağım konuşmayı da
anlayışla karşılamanızı beklerim ama daha
ağzımdan hiçbir şey çıkmadan uğultu, sesler yükselmeye
başladı…
HAYATİ
YAZICI (İstanbul) – Süren doluyor, süre doluyor.
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) - …lütfen sükûneti sağlayın, rahat bir
şekilde konuşmamı tamamlayayım.
Değerli
milletvekilleri, on altı yıldır bütçe hazırlayan bir
Hükûmetin son bütçesiyle ilgili çok kısa
karşılaştırmalar yapmak istiyorum. 2002 yılında
AKP iş başına gelirken üç önemli konu
başlığıyla bir seçim çalışması yürüttü.
Doğrudur, o dönemler birkaç temel sorunumuz vardı ama terör sorunu
yoktu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yurttaşlarımız
gece yarılarına varıncaya kadar köy kahvelerinde oturup sohbet
etmenin tadına varmışlardı yeniden. Sonrasında üç
temel sorun diye nitelendirilen yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla ilgili bir
siyaset üretmeye çalışan AKP, iktidardan sonra bu üç sorunu daha da
derinleştirerek, daha da büyüterek bugünlere taşıdı. Neydi
bunlar? Yoksulluk. Kim diyebilir ki değerli milletvekilleri, Türkiye’de
yoksulluk sonlandı? Aksine katbekat büyüdü. Kim diyebilir ki yolsuzluklar
sonlandırıldı? O tarihlerde yolsuzluk bir hortumlama aracı
olarak nitelendirilirdi. Bugünkü yolsuzluklarla o yolsuzlukları
kınadığımızda ya keşke o hortumlar kalsaydı
diye bir düşünce hasıl oluyor hepimizde. Yolsuzluklar o boyuta
ulaştı. Peki, ya yasaklar? O gün için yasaklar devlet bürokrasisinde
var olan birtakım kısıtlamalarla 12 Eylül askerî anayasasının
yasaklarıyla sınırlıydı. Peki, şimdi? Şimdi,
yasak olmayan hiçbir şey yok. Şimdi, vatandaşların sadece
tek başına sokakta dolaşma özgürlüğü var. Şimdi sadece
parkta oturma özgürlüğü var ve sadece nefes alma özgürlüğü var
değerli milletvekilleri. Yasaklar o boyuta ulaştı ki kendi
elleriyle büyüterek on üç yıl boyunca kol kola, omuz omuza
yoldaşlık yaptıkları bir Fetullahçı terör örgütünün
getirmiş olduğu sonuçları yok sayarak olağanüstü hâl yasası
çıkardılar. (CHP sıralarından alkışlar) Peki onu
kime karşı kullandılar? Kullandıkları insanlar
çoğunlukla kendilerine muhalefet edenler, ufacık bir şekilde hak
arama yolunda sokağa çıkanlara karşı kullandılar.
Bugün cezaevlerini bilim adamları, akademisyenler, yazarlar ve
düşünenler dolduruyor. Ne acıdır ki dünyada bizden başka
bir ülke yok ki cezasını çekmek için sırada bekleyen
yurttaşları olsun. Bakın bütçeye, 2018 bütçesinde en büyük
yatırım kalemlerinden bir tanesi nedir? 38 adet cezaevi inşa
edeceksiniz. İşte sizin yatırım
anlayışınız bu. 2023 yılına kadar Türkiye’de
yapacağınız cezaevi sayısı 223’ün üzerinde. Bu ne
demek? Sizinle aynı düşünmeyen, size muhalefet eden herkesi
cezaevine, kodese tıkmak için bir yatırım programı
hazırlamışsınız.
Değerli
milletvekilleri, 2002 yılında var olan 3 ana sorunun yanında
bugün dünya kadar sorun birikti önümüzde. Uzağa gitmeyelim,
yanımızda komşularımız var, bir de bir dış
politika var. Dış politikanın temel kurallarından bir
tanesi “kazan kazan”dır. Karşılıklı ülkeler bu tür
görüşmelerde ülkelerinin çıkarlarını önemseyerek müzakereye
başlarlar ama gelin görün ki bu “kazan kazan” bizim ülkemiz
“kazandır, kaybet”e dönüşmüştür. Bütün ilişkilerde Türkiye
kaybetmiştir. İflas etmiş bir dış politika
vardır. Suriye’de iflas eden politikanız sadece Suriye’yi değil,
Türkiye’yi ve Orta Doğu’yu âdeta kan gölüne dönüştürecek bir
anlayışa bürünmüştür. Bizim göçmen sorunu diye bir sorumuz
yoktur değerli milletvekilleri. Sadece geçiş güzergâhından gelip
geçen göçmenler vardı, mülteciler vardı, bugünse 4,5 milyonun
üzerinde göçmen var Türkiye’de ve bunun çok önemli bir kısmı
kalıcı durumda. 3,5 milyon Suriyeli vatandaş Türkiye’de ikamet
ediyor, etsinler bizim kapımıza gelene elbette kucak açarız,
doyururuz, yediririz içiririz ama gelin görün ki göçmen sorunu Türkiye’nin
başına ileride çok büyük bir bela açacaktır. Bununla da
sınırlı değil, bakın, değerli milletvekilleri,
bizim sınır güvenliği diye bir sorunumuz yoktu ama Suriye
politikası bize büyük bir sınır güvenliği ihlali açtı.
Az
önce İsrail’le ilgili bir konu görüşülüyordu, bir anekdot da ben
sizinle paylaşayım. 2007 yıllarında bu Parlamento
sınır ihlali olmadığı için, artık kardeşlik
hukuku çok ileri gittiği için, mayınların temizlenmesi için bir
düzenleme yapıyordu. İyi ki Cumhuriyet Halk Partisi var, eğer
CHP olmasaydı, o sınırlarda mayınlar temizlendiğinde
kırk dokuz yıllığına İsrailli bir firmaya o
araziler, o bereketli topraklar peşkeş çekilecekti. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP’nin dikkatli muhalefeti ve Anayasa
Mahkemesine açtığı davayla İsrail’e peşkeş
çekilen o topraklar, ipoteklenecek olan o topraklar yeniden Türkiye’nin
sınırları içerisinde kaldı.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’de son dönemlerde sınır güvenliğini
duvarlarla sağlamaya başladık, bu, bir utanç vesilesidir.
Dünyanın bazı ülkelerinde duvarlara insanlık hapsediliyor, bir
tanesi Trump zihniyetinin Meksika sınırına örmek istediği
duvarlar, bir diğeri Filistin’de, Ramallah’ta Filistinli
kardeşlerimizi duvarların gerisine hapseden
anlayıştır.
Birkaç
saat önce burada Deniz Gezmiş’le ilgili bir tartışma
yaşandı. İşte, o Filistinli kardeşlerimize de
dayanışma göstermek için Deniz Gezmiş ve arkadaşları
büyük bedeller ödeyerek, işkenceleri, tutsaklıkları göze alarak
orada büyük bir dayanışma örneği gösterdiler. Bununla da
sınırlı kalmadı değerli milletvekilleri, Deniz
Gezmiş ve arkadaşları, Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda
Samsun’dan Ankara’ya büyük bir yürüyüş gerçekleştirdiler. (CHP
sıralarından alkışlar)
KEMALETTİN
YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Niye astınız, niye?
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) – Deniz Gezmiş, asla terörist değildir, tam
bağımsız Türkiye şiarıyla bu ülkede müthiş bir
mücadele veren bir yurt severdir, yurt severdir. (CHP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar) O bir vatan severdi. Siz ne derseniz
deyin, Deniz Gezmiş’i gençlerin idolü olmaktan asla alıkoyamayacaksınız.
KEMALETTİN
YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Niye astınız Deniz
Gezmiş’i?
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) – Tıpkı, birilerinin Che Guevara'yı
karalamak için söylediği cümleler gibi. Che Guevara idoldür, Deniz
Gezmiş idoldür. (CHP sıralarından alkışlar)
HÜSNÜYE
ERDOĞAN (Konya) – Kaçıncı yüz yıldayız,
kaçıncı yüzyıl? Hangi yüz yıldayız?
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, son dönemlerde
taşeron işçiliğiyle ilgili bir tartışmadır
gidiyor. Taşeron işçiliğiyle ilgili, o
vatandaşlarımızın haklarını savunmak adına
biz ısıtıp kamuoyu oluştururken siz hep soğuttunuz.
Nihayet, geçen hafta taşeron işçilikle ilgili sorunun
yılbaşında halledileceğini söylediniz; eyvallah, mutlu
olduk ama sulandırmakta üstünüze yok. Önce dediniz ki: “Sözleşmeyi üç
yıla uzatalım.” ardından, “Ya, bu olmaz da…” “E ne yapalım?
Sınavla taşeron işçiliğini sonlandıralım.”
Şimdi, şu Parlamentoya getirebilecek cesaretiniz yok. Getirin
taşeron işçilik sözleşmesini, komisyonda, Parlamentoda birkaç
gün içerisinde sonuçlandırırız ama şeffaf bir şekilde.
Şimdi…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Bingöl, toparlar mısınız lütfen?
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bir dakika ekleyelim.
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) – Sayın Başkan, herkese üç beş dakika
verdiniz, bir dakikayla… Lütfen, en azından bir beş dakika…
BAŞKAN
– Hayır, zaten on dakikadır. Pazarlık yapmayalım da ikiye
çıkalım.
Peki,
iki dakikada tamamlayalım.
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) – Evet, sayın milletvekilleri, taşeron
işçiliği Türkiye'nin çok ciddi bir sorunu ama siz kanun hükmünde
kararnamenin içine sokarak yine bir bit yeniğinin olduğunu herkese
düşündürtüyorsunuz. Bir bit yeniği var. Siz büyük bir yüreklilikle
getirin 900 bin taşeron işçisinin sorununu, bir cümleyle halledelim,
bir cümle. Bütün taşeron işçiler kadroya alınacak, bitti. (CHP
sıralarından alkışlar) Niye bunu
dolandırıyorsunuz, niye dolambaçlı yollara götürüyorsunuz?
Değerli
milletvekilleri, son dönemlerde bir yorgunluktan bahsediliyor, metal
yorgunluğu. On altı yılda tek başına iktidar olan bir
siyasi parti, devletin bütün olanaklarını kullanacak, liyakati bir
tarafa bırakarak kadrolaşacak, partizanlık yapacak, bir eli
yağda bir eli balda iktidar olacaklar ama ne hikmetse yorulacaklar. Doksan
dört yıllık bir ulu çınar var.
KEMALETTİN
YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Bin beş yüz senelik bir ulu
çınar, bin beş yüz sene.
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) - Doksan dört yıl boyunca bütün baskıya, bütün
şiddete, bütün hakaretlere rağmen dimdik ayakta duran, asla
yorulmayan bir siyasi parti var. (CHP sıralarından
alkışlar)
İnananlar
asla yorulmazlar, inancı zayıf olanlar yorulur değerli
milletvekilleri, inancı zayıf olanlar. Sizin yorgunluğunuz
değil, anlattığım bütün bu sorunların sonucunda
sizinki tükenmişliktir, tükenmişlik.
HÜSNÜYE
ERDOĞAN (Konya) – Kırk yıldır iktidara gelememişsiniz…
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) - Tıpta bir tükenmişlik sendromu vardır,
sizinki de siyasi tükenmişliktir. Bunu hiçbir şekilde “yorgunluk”
diyerek baskılayamazsınız. Siz kendi kadrolarınıza
dahi güvenemiyorsunuz, üç yıllık bir belediye
başkanını “yoruldu” diyerek gözyaşları içinde istifa
ettiriyorsunuz. Sizin millî irade anlayışınız bu mudur?
Demokratik bir anlayışla seçilen ilçe
başkanlarınızı, il başkanlarınızı
görevden alıyorsunuz, baskı yapıyorsunuz.
EJDER
AÇIKKAPI (Elâzığ) – Kendi işine bak sen!
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) - Sonra da halkın iradesinden bahsediyorsunuz. Sizin
sadece ve sadece anladığınız şey demokrasiyi rafa
kaldırmak.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSNÜYE
ERDOĞAN (Konya) – Siz seçilmiş milletvekilini buradan kovdunuz. Onu
biliyorsunuz, değil mi?
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Müsaade edin lütfen.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Toparlasın Sayın Başkanım.
BAŞKAN
- Selamlayın bitirin efendim.
TEKİN
BİNGÖL (Devamla) – Sizin laf atmanıza verilecek her bir
arkadaşımızın cevabı vardır ama biz, bizim
kıratımız bu laf atma timinin attığı laflara
cevap verecek düzeyde değil. (CHP sıralarından
alkışlar) Sizi bu anlayışınızla baş
başa bırakıyorum.
Değerli
Parlamentonun yeni yılını kutluyor, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Hayrola Mahmut Bey?
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Şimdi, benim elimde bu bürokratların listesi
var. Ali Özel kim acaba bürokratlar içerisinde?
BAŞKAN
– Anlayamadım.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bürokratların içerisinde Ali Özel kim acaba?
BAŞKAN
- Ne olacak?
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Şimdi, burada tüm bürokratların müsteşar
mıdır, genel müdür müdür hepsinin unvanı var, görev
yaptığı kurum var, telefonlar var.
BAŞKAN
– Başlangıcı yaptınız, bitimini de finalliyorsunuz.
Lütfen… Lütfen…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – …ve burada bu “MİT’ten görevli” yazıyor yani
bakıyorum hepsi ekonomist. Acaba örtülü ödenekle ilgili mi MİT
personeli burada? Nedir yani bu? Niçin burada? Niye hangi kurumda olduğunu
yazmıyor? Burada bilgileri yok.
BAŞKAN
– Hepsi görevli olarak bulunuyor efendim.
Sayın
milletvekilleri, 2018 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi,
2018 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
oylamalarını yapacağız. Tasarılar açık oylamaya
tabidir. Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun
kararını istirham ediyorum. Her iki kanun tasarısının
açık oylamasının elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi,
2018 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın
açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama
için üç dakika süre verilecektir. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin
teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen
sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen süre
içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum. Ayrıca vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa hangi
bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve
kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını yine oylama için öngörülen süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı açık oylama sonucunu okuyorum:
“Kullanılan oy sayısı : 429
Kabul : 305
Ret : 124 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Mücahit Durmuşoğlu Mehmet
Necmettin Ahrazoğlu
Osmaniye Hatay”
Böylece 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı kabul edilmiştir. Hayırlı olsun. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Şimdi 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına
başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre
tanınmıştır.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2016
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı açık
oylama sonucunu okuyorum:
“Kullanılan oy sayısı : 426
Kabul : 303
Ret : 123 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Mücahit Durmuşoğlu Mehmet
Necmettin Ahrazoğlu
Osmaniye Hatay”
Hayırlı
olsun.
Böylece
2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı kabul
edilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
görüşmeleri tamamlanmış ve Genel Kurulumuz tarafından kabul
edilmiştir. Milletimiz ve devletimiz için hayırlı ve uğurlu
olsun. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından
alkışlar)
Plan
ve Bütçe Komisyonunda yapılan bütçe görüşmelerinden sonra Genel
Kurulumuz 11 Aralık günü çalışmalarına
başlamış ve görüşmeler bugün tamamlanmıştır.
Bu süre zarfında milletvekillerimiz büyük bir gayretle
çalışmalarını yürütmüşlerdir. Eğitim,
sağlık, savunma, güvenlik, tarım, sanayi, haberleşme,
ulaşım gibi her alanda devletimizin yapacağı harcamalar ve
bu harcamaların mali kaynakları büyük bir titizlikle görüşülüp
karara bağlanmıştır.
Genel
Kurulumuz tarafından kabul edilen 2018 yılı bütçemiz
inşallah milletimiz ve devletimiz için hayırlı olacaktır.
Türkiye’yi daha güçlü müreffeh ve huzurlu hâle getirmek için
çalışmalarımızı devam ettireceğiz.
Birliğimizi ve dirliğimizi muhafaza ederek ülkemizi
gelişmiş ülkelerin ilerisine taşımak için daha fazla gayret
göstereceğiz. Bu hususta hemfikir olduğumuzu biliyorum.
2017
hem dünya hem de ülkemiz için kolay bir yıl olmadı.
İnşallah, 2018 yılı zorlukları
aştığımız, vatan hainlerinin, eli kanlı ihanet
çetelerinin cezalandırıldığını gördüğümüz
bir yıl olacaktır. Aziz milletimizin temsilcileri olarak hiçbir
şer odağın, hiçbir yabancı gücün huzurumuzu bozmasına
izin vermeyeceğiz. Demokrasimizi daha da güçlendirecek, ülkemizin
istikbale emin adımlarla ilerlemesini sağlayacağız.
Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır. Bizler rahmete talip
olalım ve millî bekamıza halel getirmemek için birbirimize
sıkı sıkıya sarılalım. Söz konusu Türkiye
olduğunda parti farkı gözetmeksizin aynı yöne bakmaktan
sakınmayalım. Meselelerimize bu çatı altında çare
arayalım. Yabancı ülke ve mahfiller nezdinde ülkemize yapılmak
istenen kötülüklere, itibar suikastına karşı tek yürek
olalım. Milletimizin huzur, refah ve saadetine vesile olması
gayesiyle görüşerek kabul ettiğimiz 2018 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tekraren hayırlı
olmasını niyaz ederken görüşmelerde büyük özverileriyle
katkıda bulunan bütün milletvekillerine tebrik ve şükranlarımı
sunuyorum.
Çalışmalarımıza
destek veren idari ve teknik personele, idari
teşkilatımızın Genel Sekreteri ve yöneticilerine,
başkanlıklardaki uzman ve görevlilere, teknik hizmetleri sunanlara,
tüm partilerin grup çalışanlarına, görüşmeleri naklen
yayınlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi televizyonu
çalışanlarına, Meclisimizin bütün çalışanlarına
teşekkür ediyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Teşekkür
ederim.
Şimdi
teşekkür konuşmalarını yapmak üzere Sayın
Başbakanımız Binali Yıldırım Beyefendi’yi kürsüye
davet ediyorum.
Buyurun
Sayın Başbakanım. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından ayakta alkışlar)
VIII.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Binali
Yıldırım’ın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür
konuşması
BAŞBAKAN
BİNALİ YILDIRIM (İzmir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin
değerli üyeleri; yüce heyetinizi ve aziz milletimi saygıyla, hürmetle
selamlıyorum.
Bugün
2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı görüşmelerini
an itibarıyla tamamlamış bulunuyoruz ve yüce Meclisin, siz
milletvekillerimizin oylarıyla bütçelerimiz kabul edilmiştir.
Öncelikle
yoğun ve özverili çalışmalar neticesinde bütçenin Genel Kurula
gelmesinde emeği geçen Plan ve Bütçe Komisyonu Başkan, üyeler ile
bakanlar ve bürokrat arkadaşlarıma huzurlarınızda
teşekkür ediyorum. Tasarının Genel Kurulda görüşülmesi
sırasında katkılarını esirgemeyen bütün partilerimize,
milletvekillerimize ve emeği geçen bütün Meclis
çalışanlarına da ayrıca teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bütçeyle ilgili kısa
değerlendirmeden önce, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda
gerçekleştirilen oylamayla ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum.
Bilindiği
gibi, Amerikan yönetiminin Kudüs’le ilgili kararının
yanlışlığıyla ilgili tasarı Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunda yapılan oylamada Amerika’nın bu kararı
aleyhinde kabul edilmiş ve böylece 128 ülke hakkaniyetli bir duruş
göstererek bu kararı kınamıştır, âdeta
reddetmiştir; beklenen olmuş, hak yerini bulmuştur. Bütçe
açılış konuşmasında da ifade etmiştim,
yanlış hesap Kudüs’ten döner, nitekim dönmüştür. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Haksız ve insafsız bir
karara karşı bütün dünya ülkeleri neredeyse ittifak yaptı.
Tehditlere rağmen ve ülkeler egemenlik haklarını tehditlere,
baskılara karşı korumuşlar ve bunların
karşısında boyun eğmemişlerdir. Olayın meydana
geldiği ilk günde İstanbul zirvesiyle Cumhurbaşkanımızın
Dönem Başkanlığında tutuşturduğu ateş bütün
dünyada yankılandı ve dünya 1’den büyük olduğunu bu kez göstermiştir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından alkışlar) Dün Birleşmiş Milletlerde
aklıselimin galip gelmesi çözüm konusunda ümitleri de
yeşertmiştir. Bu kararla sadece Kudüs değil, sadece Filistin
değil, insanlığın onuru kazanmıştır. Amerikan
yönetiminin hiçbir hukuku, meşruiyeti olmayan, haksız, adaletsiz,
keyfî kararlılığı insanlığın
vicdanından geri dönmüştür. Hiçbir ülkenin keyfî
kararlarını dünyanın geri kalanına dayatma hakkına
sahip olmadığı bir kez daha kesin olarak ortaya
çıkmıştır. Türkiye olarak bu kararın bu yönde
çıkması için büyük gayret gösterdik. Bu çalışmalara
katkı sağlayan bütün arkadaşlarıma
şükranlarımı sunuyorum. Bu kararın arkasında duran
bütün Birleşmiş Milletler üye ülkelere teşekkür ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dünya farklı bir döneme girdi. Savaşlar, bölgesel, küresel
gerginlikler, doğal felaketler ve ekonomik belirsizliklerin
arttığı bir süreçteyiz. Bunun yanı sıra, ulusal
ittifakların azaldığı, ekonomik ve siyasi ilişkilerin
daha da karmaşık hâle geldiği, korumacılık
eğilimlerinin arttığı dönemi yaşıyoruz.
Diğer taraftan, küresel krizden sonra ilk defa 2017’den itibaren dünya
ekonomisinde bir iyileşme ve ticarette bir artış olduğu
görülmektedir. Böyle bir ortamda, Türkiye sadece tarihî devlet geleneği
olarak hedeflere kenetlenmiş vatandaşlarından oluşan
milleti ve işleyen demokrasisiyle değil, aynı zamanda güçlü
ekonomisiyle de gıpta edilen bir ülke
olmayı sürdürmektedir. Kalkınmamızın önüne set çekmeye
çalışanların ve bütünlüğümüzü tehdit edenlerin emellerine
ulaşmasına milletimizden aldığımız güç ve
aldığımız, alacağımız tedbirlerle asla
müsaade etmedik, etmeyeceğiz.
Değerli
milletvekilleri, 2016 yılındaki hain darbe girişimi sonrası
iç ve dış birçok çevre Türkiye ekonomisinin çökeceğini, bir daha
toparlanamayacağını hep söylemişti. FETÖ’cü hainlerin
gerçekleştirdiği darbe girişiminin milletimizin desteğiyle
bertaraf edilmesinden hemen sonra ekonomideki bu olumsuz algıyı
yıkmak için harekete geçtik. Üstüne basa basa “Türkiye güçlü bir ülke, ekonomimiz
sağlam temeller üzerinde duruyor.” dedik. Aldığımız
tedbirler, attığımız adımlarla ne kadar sağlam
bir ekonomiye sahip olduğumuzu cümle âleme gösterdik.
Zor
bir 2016’yı geride bıraktıktan sonra 2017 ekonomide
başarılara imza atılan bir yıl oldu. Ekonomik büyümemizde
bu yılın üçüncü çeyreğinde beklentileri ters yüz ederek bir
rekora ulaştık. Üçüncü çeyrekte son altı yılın en
yüksek büyüme oranına ulaştık. Büyümede hep önde giden Çin’i ve
Hindistan’ı da sollayarak dünyada liste başına oturduk. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Sonuç olarak, 2017’yi tahminlerin ve
hedeflerin üzerinde, yüzde 7’yi bile aşabilecek bir büyümeyle
tamamlamayı hedefliyoruz.
Yatırımlar
artıyor, ihracatta tüm zamanların rekoruna gidiyoruz, istihdamı
artırmayı sürdürüyoruz. Yeni yılda yeni tedbir ve
teşviklerle binlerce gencimize, kadınımıza,
vatandaşlarımıza iş ve aş kapısı açmaya
devam edeceğiz. Ülkemiz güçlüdür. Ekonomide büyümemiz de artarak devam
edecek. Türkiye'nin güçlü olması önemlidir. Türkiye sadece kendinden
ibaret değil, aynı zamanda Türkiye “Filistin” demektir, “Kudüs”
demektir, “Arakan” demektir, “Somali” demektir, “Yemen” demektir. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Ülkemiz, dünyanın dört bir yanında
haksızlığa maruz kalanların, mağdurların, mazlumların
umududur ve umudu olmaya devam edecek. Türkiye'nin güçlü olması demek
mazlumların da güçlü olması demektir. İşte bu bilinçle
çalışmalarımızı hız kesmeden sürdüreceğiz,
ekonomideki hedeflerimize kararlı adımlarla gideceğiz.
2018
yılında Türkiye ekonomisinde nitelikli istihdam oluşturan
yatırım ve ihracata dayalı bir büyümeyi tekrar
sürdüreceğiz. Onaylamış olduğunuz 2018 yılı
bütçemiz ülkemizin kalkınma hedeflerine ulaşmasında önemli bir kilometre
taşı olacaktır. Hükûmetimiz olaylara kısa vadeli
bakış açısı ve günlük kaygılarla bakmamakta, ülkemizin
uzun vadeli çıkarlarına ve kalkınmasına
odaklanmaktadır. Hazırlıklarını hâlen
sürdürdüğümüz, 2018’de yüce Meclise sunacağımız on birinci
kalkınma planımız da aynı düşüncelerle
hazırlanmaktadır.
Ülkemizi,
cumhuriyetimizin 100’üncü yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bize
işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesinin de ötesine
taşıyacak vizyonu sürdürüyoruz, projeleri gerçekleştiriyoruz.
Hızla değişen dünyayı yakalayabilecek, dönüşüme
seyirci kalmayacak, bölgesinde daha müreffeh ülke olarak
gelişmişlikte bir üst lige çıkacak stratejileri,
politikaları hayata geçiriyoruz. AK PARTİ hükûmetlerinin tek gayesi
vatandaşlara en üst düzeyde hizmet etmektir. Sorumsuz, mesnetsiz beyan ve
eylemlerle uğraşacak, kaybedecek bir dakikamız bile yoktur.
Hükûmet olarak kendimizi milletin hâkimi değil, hadimi olarak gördük,
görmeye devam edeceğiz.
Kalkınma
anlayışımızın odağında “İnsanı
yücelt ki devlet yücelsin.” anlayışı vardır. Bu
anlayışla Türkiye’nin her günü bir önceki gününe göre daha iyi
olacaktır, bundan milletimin zerre kadar şüphesi olmasın. Yeter
ki dayanışmamız devam etsin, hep birlikte milletimize hizmet
etmeye devam edelim.
Sayın
milletvekilleri, 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bir kez daha
ülkemize ve milletimize hayırlı uğurlu olmasını
diliyor, başta siz milletvekilleri olmak üzere emeği geçen herkese
teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum muhterem Başbakan.
Hayırlı
çalışmalar ve başarılar diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
00.24
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.34
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER : Mücahit
DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Mehmet Necmettin AHRAZOĞLU (Hatay)
----0-----
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45’inci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince, gündemin “Özel Gündemde Yer
Alacak İşler” kısmının 3’üncü sırasında yer
alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına grup başkan vekilleri
İstanbul Milletvekili Engin Altay, Manisa Milletvekili Özgür Özel ve
Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu hakkındaki sözleri sebebiyle ve görevini hukuk
içinde tarafsız bir şekilde yerine getirmediği iddiasıyla
İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu hakkında bir
gensoru açılmasına ilişkin (11/18) esas numaralı
önergesinin görüşmelerine başlayacağız.
IX.- GENSORU
A) Ön Görüşmeler
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Engin Altay, Manisa
Milletvekili Özgür Özel ve Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'un, CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki sözleri sebebiyle
ve görevini hukuk içinde tarafsız bir şekilde yerine getirmediği
iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/18)
BAŞKAN – Hükûmet yerinde.
Önerge, daha önce bastırılıp
dağıtıldığı ve Genel Kurulun 15/12/2017 tarihli
38’inci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.
Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu
maddesine göre bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti
grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına
Başbakan veya bir bakana söz verilecektir. Konuşma süreleri, önerge
sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum: Önerge sahipleri adına Sakarya Milletvekili Engin Özkoç; gruplar
adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili
Erkan Akçay, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Kars
Milletvekili Ayhan Bilgen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Manisa
Milletvekili Özgür Özel, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
İzmir Milletvekili Hamza Dağ, Hükûmet adına İçişleri
Bakanı Süleyman Soylu beyler konuşacaklardır.
İlk söz, önerge sahibi olarak Sakarya Milletvekili
Sayın Engin Özkoç’a aittir.
Sayın Özkoç, buyursunlar. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır. Lütfen süresinde
tamamlayalım.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum.
Bilindiği üzere, İçişleri
Bakanımız Sayın Süleyman Soylu’yla ilgili, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun grup başkan vekilleri bir gensoru önergesi
vermişlerdir ve bu gensoru önergesini görüşmek üzere
toplanmış bulunmaktayız.
Değerli
arkadaşlarım, İçişleri Bakanlığı binlerce
silahlı gücü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel
Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Özel
Güvenlik Daire Başkanlığı, emniyet ve jandarma
istihbaratını elinde bulunduran bir Bakanlıktır. Yani
devletin temel taşlarından bir tanesidir. Millet kendisine ait olan
iradeyi, hakkının ve hukukunun korunmasıyla ilgili güç kullanma
iradesini devlete vermiştir. Devlet de İçişleri Bakanı
aracılığıyla halkın huzuru, refahı ve
güvenliği için bu yetkinin kullanılmasına izin vermiştir.
Değerli
arkadaşlarım, bizim bu konudaki hassasiyetimiz şudur: Devletin
bu kadar gücünü elinde bulunduran Bakanlığın gerçekten milletin
güvenine layık olması gerekir. Millet bu Bakanlıkla ilgili gönül
rahatlığıyla şunu söylemelidir: “Hangi görüşten
olursam olayım, hangi sınıftan olursam olayım, hangi gelir
kaynağına mensup olursam olayım benim devletim beni
koruyacaktır, bana sahip çıkacaktır. Yarın öbür gün
başıma bir şey gelirse benim polisim, benim jandarmam, benim
istihbaratım benden yana tavır koyacaktır.” diyebilmelidir.
Böyle bir gücün başında olan ve bu Bakanlığı elinde
bulunduran kişinin sözünün itibarlı olması, kendisinin de
güvenilir olması gerekmektedir. Eğer bu kişi sözü itibarlı,
kendisi de güvenilir değilse, o zaman kendi evinde
vatandaşımız huzurla yatamaz, sokakta insanımız,
kızımız, eşimiz dostumuz huzurla yürüyemez. Her şey
makam değil, her şey mevki değil; yeri geldiği zaman bu
makamları, bu mevkileri bırakabilmesini bilmeliyiz. İnsanlar
“Neye mal olursa olsun ben bu bakanlığı
bırakmayacağım.” “Neye mal olursa olsun ben bu mevkiyi
bırakmayacağım.” anlayışıyla hareket etmemelidir.
Gücün
kaynağını ve sınırını Anayasa’dan ve
yasalardan alan bu Bakanlık, gücünü kullanırken dikkat etmelidir. Ana
Muhalefet Partisinin liderine “Sen bittin.” tehdidi savuran bir
İçişleri Bakanı, hukuk devletinin bir bakanı değildir,
olsa olsa tetikçidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Açlık
grevindeki iki eğitimci için, haklarında yargı süreci devam
ederken broşür bastırıp da terörist ilan eden bir bakan, hukuk
devletinin bir bakanı olamaz, olsa olsa iftiracıdır. (CHP
sıralarından alkışlar)
İçişleri
Bakanlığına dernek kaydı yaptırmış
paramiliter yapılara sahip çıkan bir bakan, hukuk devletinin
bakanı olamaz, olsa olsa o bakana “çeteci bir bakan” denir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Ölüme,
ölüye, yas içindeki insanlara saygısı olmayan, toprak altındaki
cenazeye kastedebilen insanlarla aynı kareye giren bakan, hukuk devletinin
bir bakanı değildir, olsa olsa zorbadır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Dün
“kara” dediğine “ak” diyen, dün müteşekkir kaldığına
bugün “sümsük” diyen; devleti terörden arındıracak liyakate,
güvenilirliğe sahip olmayan, 81 il emniyet müdürünün 74’ünün FETÖ’cü
olduğu bilinen bir yapının başında yer alıp da
temizlik yapmasına imkân ve ihtimal yoktur. (CHP sıralarından
alkışlar)
Emniyette,
İstanbul’da, emir komuta zincirinin başındaki bir kişinin,
bir ismin altında binlerce insan tutukluyken nasıl serbest
bırakıldığına eğer bu Bakan
bakanlığını yapmaya devam ederse hepiniz
şaşırıp kalırsınız.
Hukuk,
adalet, vicdan tutarlılığının en fazla
gerektidiği yerlerin başında İçişleri
Bakanlığı gelmektedir. “Orayı kafana yıkarız.”
diyen, “Şu referandum bitsin, bak neler olacak.” diyen; affınıza
sığınarak söylüyorum, “Nonoşlarla mı olacaksın?
Dilin uzamış senin.” diyen, “edepsiz adam” diyen, bir ana muhalefet
partisinin liderine “Sen bittin.” diyen bir kişi o bakanlıkta
oturamaz. (CHP sıralarından alkışlar) Sende Kemal
Kılıçdaroğlu’nu bitirecek ne had ne de güç var. İtibar
olarak, kişilik olarak bitmiş bir kişi varsa o da Sayın
Süleyman Soylu’dur. (CHP sıralarından alkışlar)
Bunca
zikzak, bunca geri dönüş, bunca riya adamı bitirir. Değmez,
sadece bir koltuk için değmez. Bir partinin liderliğini
yapacaksın, o parti seni tasfiye edecek. Bir kişiye, üstelik de bu,
terör örgütünün başı denilen bir cemaatin liderine övgüler
yağdıracaksın, ondan sonra ona “sümsük” diyeceksin. Daha sonra,
bu devletin Genelkurmay Başkanını yargılayıp da
altı yıl hücrede tutan insana sen “Onun gibi Zekeriya Öz’ler daha çok
çıkar ve bu vatana ve bu millete sahip olur.” diyeceksin. Bunları
söyledikten sonra da İçişleri Bakanlığının
koltuğunda oturup aynı terör örgütüyle mücadele edeceğini,
aynı kişilere savaş açtığını söyleyeceksin
ve bizim inanmamızı isteyeceksin. Sana inanmıyoruz,
itibarına inanmıyoruz, senin güvenilirliğine inanmıyoruz. O
koltuktan bir an önce kalkman gerektiğine inanıyoruz, bir an önce.
(CHP sıralarından alkışlar)
Genel
Başkanımızın bir sözü vardır, Sayın
Kılıçdaroğlu der ki: “Sen dik dur, eğri belasını
bulur.” Değerli arkadaşlar, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak dik
duruyoruz, Genel Başkanımız dik duruyor. Ama bu ülkede,
gerçekten bu ülkenin çıkarlarına, milletin menfaatlerine hizmet
etmeyenler varsa er ya da geç belalarını bulacaktır.
Bir
arkanıza dönüp bakın Sayın Soylu, bu Anadolu topraklarından
ne saltanatlar gelip geçmiş, bunca, ne insanlar gelip kendi iradelerini
koymalarına rağmen, bu millete ve bu devlete ihanet ettikleri için
yok olup gitmiş ancak hepsi tarihin karanlık sayfalarında
yerlerini almıştır.
Biz
Cumhuriyet Halk Partisi olarak şöyle düşündük: Koskoca bir iktidar
partisi var, iktidar partisinin değerli mensupları var, bu ülkeyi
yönetmek için bir irade gösteriyorlar. Bu iradeyi gösteren bu partinin içerisinde,
bu bakanlığı yönetebilecek güvenilirlikte ve sözünün
itibarı olan nice insanın olması gerekir. Eğer dün Genel
Başkanınıza hakaretler yağdıran, cemaat terör örgütünü
öve öve bitiremeyen…
SALİH
CORA (Trabzon) – Gensoruyla ne alakası var şimdi?
ENGİN
ÖZKOÇ (Devamla) – …ana muhalefet partisini “Sen bittin.” diye tehdit eden,
herkese hakaret eden ve güvenilirliği artık yok olmuş bir
bakanı hâlâ orada oturtmak istiyorsanız artık milletle sizin de
bağınız kopmuş demektir.
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – Ona millet karar verir ya!
ENGİN
ÖZKOÇ (Devamla) – O yüzden, bu Bakanın düşürülmesiyle ilgili kendi
inanılırlığınız ve itibarınız için el
kaldırmanız gerekir…
MARKAR
ESEYAN (İstanbul) – Boş boş konuşuyorsun!
SALİH
CORA (Trabzon) – Boş konuşuyorsun!
ENGİN
ÖZKOÇ (Devamla) – …çünkü millet sizi bugün vereceğiniz kararla
anacaktır.
Hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – Nice öyle kararlar verdik ama milletin kararı hiç
sapmadı be!
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Gruplar
adına ilk söz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’a aittir.
Sayın
Akçay, buyursunlar. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
yirmi dakikadır.
MHP
GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu
hakkında Cumhuriyet Halk Partisi tarafından verilen gensoru üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, konuşmama başlarken önce, dün akşam saatlerinde
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan ve ABD
Başkanının Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak
ilanını yok hükmünde kılan karardan duyduğumuz memnuniyeti
dile getirerek başlamak istiyorum.
ABD
Başkanının 6 Aralıkta ilan ettiği kararın ardından
Türkiye Cumhuriyeti, Hükûmetiyle muhalefetiyle bir olmuş, bu skandal
karara en güçlü şekilde karşı çıkmıştır.
Gerek Sayın Cumhurbaşkanı gerek Hükûmet ve
Dışişleri Bakanlığı bu karara dair
uluslararası girişimlerde bulunmuştur. Türkiye, doğru
stratejiyle, isabetli politik hamlelerle her türlü diplomatik imkânı
kullanarak Kudüs meselesini dünya gündeminde sıcak tutmayı
başarmıştır.
ABD-İsrail
ortaklığının hukuk tanımaz ilkel yüzü, insan ve inanç
haklarına kasteden zalim yönü; güçlü bir çoğunlukla, kararlı bir
duruş ve duyuşla uluslararası toplum nezdinde deşifre
edilmiştir. Türkiye'nin öncülüğünde alınan bu karar çok
önemlidir. Gelenekli devlet olmak, medeniyetine sahip çıkmak budur.
Uluslararası haber kaynaklarının birçoğu, Kudüs
oylaması için “Türkiye'nin öncülüğünde hazırlanan tasarı”
ifadesini kullanıyor. Bu karar, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin
bir başarısıdır. İslamın sancağı Türk
milletindedir, sorumluluğumuz çok büyüktür.
Birleşmiş
Milletler kararının herhangi bir uygulama ve yaptırım
özelliği olmadığını söyleyenler var. Biz bunun aksini
düşünüyoruz. Bu karar, yaptırımı olan Birleşmiş
Milletler kararlarından daha etkili olacaktır. Kudüs üzerindeki tüm
emperyalist oyunlar bozulacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, çok çetin, zor ve
çekişmeli günlerden geçmektedir. İç ve dış politikada son
derece sıcak ve yoğun bir gündem hâkimdir, sorunlarımız
karmaşık ve geniştir. Başta Türkiye olmak üzere mücavir
ülkeleri kapsamına alan kanlı ve karanlık büyük oyun uzun
süreden beri sahnededir. Etrafımızda, bilhassa güney
sınırlarımız boyunca kaygı verici gelişmeler
yaşanmaktadır. Orta Doğu’da sınırların
değiştirilmesi planlanmakta, bölgeye nifak tohumları
saçılmaktadır. Türkiye'nin birçok cepheden önü kesilmek, iradesi
kırılmak istenmektedir.
Dünyada
eşine az rastlanır bir terörle mücadele sürecindeyiz.
Uluslararası büyük güçlerin maşası, taşeronu olan FETÖ,
PKK, DEAŞ, YPG vesair terör örgütleri eş güdüm hâlinde hareket
etmektedir. Terörle mücadelenin görünen yüzünde bu örgütler varken, görünmeyen
yüzünde bu örgütlere yardım, yataklık ve açıkça silah, mühimmat,
propaganda desteği veren, yönlendiren yerli iş birlikçi ve
yabancı güçler vardır.
Türk
milleti terörle yıldırılmak, kanlı eylemlerle susturulmak
istenmektedir. Karşımızdaki tehdit millî bekamızı
hedef almaktadır. Buna karşılık yurt içinde ve yurt
dışında teröristlere göz açtırılmamakta, milletin
azameti tepelerine binmektedir. Sahada terörle mücadelede elde ettiğimiz
başarılar Türkiye'nin elini güçlendirmekte, uluslararası politikada
bağımsız ve başkent Ankara merkezli bir politikayla söz
sahibi olma imkânı doğmaktadır. Silahlı Kuvvetlerimiz,
emniyet güçlerimiz büyük özveri ve gayretle üstün başarılar elde
etmektedir. Siyaset kurumları olarak bizlere düşen, birlik ve
beraberlik içerisinde sorumlu ve ortak bir tutum sergilemektir. Böylesi
ağır saldırı dalgasına karşı hareketsiz
kalamayız, şahsi nizaların peşine düşemeyiz. Tarihin
çağrısı, coğrafyanın gerçeği, ecdadın
ihtarı enerjimizi teksif edeceğimiz istikameti göstermektedir. İstikamet,
beka mücadelesinde yekvücut olarak nihai başarıya
ulaşmaktır.
Milliyetçi
Hareket Partisi Türk milletinin, Türk devletinin istiklal mücadelesinde, beka
direnişinde ayrılığa, anlaşmazlığa,
kısır çekişmeye ve çatışmaya girmeyecek bir iradeye
sahiptir. Çünkü mevzubahis olan kutlu vatan varlığının
müdafaasıdır. Bu nedenle, Milliyetçi Hareket Partisi iç ve
dış mihraklara karşı verilen samimi mücadelede devletiyle
ve seçilmiş meşru Hükûmetle beraberdir. Kahraman asker ve
polislerimizin, güvenlik güçlerimizin yanındadır.
Değerli
milletvekilleri, 15 Temmuz sonrası, Türkiye'nin büyük ve hayati
tehditlerden birine maruz kaldığı bir süreç
yaşanmıştır. Bu süreçte milletimiz iç barış ve
dayanışma ruhunu öne çıkarmış, millî şuurunun
tetiklediği bağımsızlık ve hürriyet refleksiyle
devletin varlığını ve bütünlüğünü
kurtarmıştır. Ancak, atlatılan tehlike tamamen ortadan
kalkmamıştır. Bu ihanet ve bölücülük ittifakı
karşısında, birlik ve kenetlenme ihtiyacı kendini her geçen
gün daha çok hissettirmektedir. Türkiye’mizin bekasına dönük sürekli
küresel saldırıların yapıldığı, terör
örgütlerinin fırsat kolladığı bir zamanda özellikle iç
güvenliğimizi ilgilendiren bir kurum olan İçişleri Bakanlığına
yönelik hamlelerin gündeme getirilmesini güven sarsıcı ve mahzurlu
buluyoruz. İçişleri Bakanlığına meseleleri
kişiselleştirmeden kurumsal bağlamda hassasiyet göstermemiz
gerekir. Bu kritik dönemde, İçişleri Bakanlığı
üzerinden kurumsal düzeyde konuşmamız gereken konu terörle mücadelede
etkin olan kadroların liyakatli, ehliyetli ve sadece devlete sadakati esas
alan bir yaklaşımla görevlerini yapmalarıdır.
Konuşmamız gereken, başta FETÖ olmak üzere devletteki bütün
paralel yapıların ve diğer unsurların süratle temizlenmesidir.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye'nin sorunlarına
çözüm için kafa kafaya, omuz omuza vermeliyiz. Bunun için de ilk şart,
siyasette öznenin millet, nesnenin devlet olduğu bilincini
yerleştirmektir. Birlikten kuvvet doğar. Birlik ve dirlik içinde
olmalı, bilgimizi kuvvete ve harekete dönüştürmeliyiz. Siyaset,
demokratik bir yarış içinde olduğumuz ancak millî meselelerde
bir araya geleceğimiz bir sahadır. Siyaset, toplumsal
birliğimizi ve sosyal barışı tehdit edecek bir kör
dövüşü alanı değildir.
Değerli
milletvekilleri, öncelikle belirtmek isterim ki siyasi rekabeti saygı ve
siyasi nezaket içerisinde yürütme mecburiyetimiz vardır. İster
iktidar olalım ister muhalefet olalım, siyasetin bir husumet ve
kutuplaşma alanı hâline getirilmesine razı olamayız. Gensoru
önergesinde yer alan, Sayın İçişleri Bakanına ait
olduğu ifade edilen sözleri, karşılıklı
atışmaları üslup ve siyasi nezaket çerçevesinde makul görmemiz
mümkün değildir ancak bu meselenin, bu tartışmaların siyasi
veya şahsi çekişme ve husumet konusu yapılarak Türkiye'nin acil
ve önemli meselelerinin önüne geçmesini, etrafımızdaki
yangını unutturacak bir önemle gündeme getirilmesini doğru
bulmuyoruz. Öte yandan, siyasi husumet hâline getirilen bu
yaklaşımların âdeta bir tahterevalliye dönüştürülmesini de
makul göremeyiz. Kişilerin birbirlerine yönelik ağır
ifadelerinin ülkemizin her yanına, toplumun her kesimine yayılan bir
kutuplaşmaya sebep olacağı aşikârdır. Tarih boyunca
görülmüştür ki tefrika, milletimizi ve devletimizi daima badirelere,
uçurumlara sürüklemiştir. Türk milletinin ayrışıp birbirine
düştüğü dönemlerde topraklarımız yabancı güçlerin
işgaline uğramış, millî
bağımsızlığımız yitirilmiştir.
Şahsi çekişmeye dönüşen tartışmaların ülkemizin
daha önemli konularının önüne geçmesine izin vermemeliyiz. Siyaseti
demokratik rekabetten kişisel çekişmelere dönüştürerek husumete
yol açmak eninde sonunda siyasetçileri kısır çekişmelerin
girdabına sürükleyecektir. Bu da hepimizi ülke gerçeklerinden koparıp
siyasi kör dövüşüne sokacak, neticede bundan ülkemiz ve milletimiz zarar
görecektir. Son yüzyılımız bunun örnekleriyle doludur. Falih
Rıfkı Atay, “Batış Yılları” isimli eserinde
1900’lü yılların başını, Balkan Savaşları ve
Birinci Dünya Savaşı yıllarını şöyle tasvir eder:
“Sevgili Türkiye’mizin hayati meselelerinin bile kör dövüşleri içinde
unutulduğu talihsiz bir devir” olarak tarif eder. Tarihten bugüne
çıkarılacak büyük dersler vardır. Tarihi tekerrür ettirmeyelim,
tarihteki bin kıssa bize bir hisse vermeyecek mi? Milliyetçi Hareket
Partisinin 15 Temmuz ve sonrasındaki süreçte takındığı
tutumun ve siyasi duruşun bu anlayışla değerlendirilmesi
gerekir.
Bu gensoruyu ülkemizin içinde bulunduğu atmosfer ve
zaman bakımından da yerinde görmüyoruz. Türkiye Büyük Millet
Meclisinde temsil edilen bütün siyasi partiler olarak öncelikli görevimiz
ülkemizi düze çıkarmaktır. Sonuç olarak bugün
odaklanacağımız tek konu meseleleri şahsileştirmeden
Türkiye’nin terörle mücadelesinde kesin başarıya
ulaşmasıdır. Bu mücadelede başta yöneticiler olmak üzere
hepimiz kurum ve kuruluşlarımıza özen gösterelim,
yıpratılmasına izin vermeyelim.
Bu düşüncelerle gensoruya ret oyu vereceğimizi
ifade ediyor, muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akçay.
Söz sırası Halkların Demokratik Partisi
Grubu adına Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’e aittir.
Sayın
Bilgen, buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)
HDP
GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tabii, bu saatte hâlâ bu kürsülerde söylenen sözlerin
memleketin dertlerini çözmeye çare olacağını sanan, uman,
bekleyen, inanan, televizyonları başında bizi dinleyenleri
selamlayarak başlamak istiyorum.
Biraz
önceki bütçe değerlendirmeleri, bütçe konuşmaları bana bir
fıkrayı hatırlattı. Bu saatte galiba herkesi
uyandırmak için fıkra anlatarak başlamak yerinde olacak.
Sovyetler döneminde bir Yahudi Sovyetlerden İsrail’e
taşınıyor, oraya yerleşiyor ama hep Sovyet gazetelerini
okumayı tercih ediyor. Komşuları soruyorlar, diyorlar: “Sen
artık İsraillisin, İsrail’e geldin. Niye Sovyet gazeteleri
okuyorsun?” Diyor ki: “Buradaki gazeteler hep ahlaksızlık, yoksulluk,
enflasyon bunları yazıyor ama Sovyet gazeteleri ne kadar çok
silahımız var, ne kadar kalkındık, ne kadar büyüğüz,
ne kadar güçlüyüz bunu yazıyor. Ben de onları okuduğumda kendimi
daha iyi, daha mutlu hissediyorum.”
Değerli
arkadaşlar, Sovyetlerin aslında son komünist partisi
toplantılarının tutanaklarını okuma fırsatı
bulsanız göreceksiniz, biraz önceki konuşmalara çok benzer
konuşmalar var. Her şeyin çok iyi olduğunu, mükemmel
olduğunu, harika olduğunu anlatır komünist partisi yöneticileri
ama sonra bir anda koca Sovyetler dağılıp gider. Elbette şu
anda karşı karşıya bulunduğumuz durum sadece bir
Bakanın performansını konuşmanın ötesinde
değerlendirme yapmayı gerektiriyor ve hepimiz biliyoruz ki
İçişleri Bakanının özel bir politikası olmaz.
İçişleri Bakanının uygulaması olur, pratiği olur.
İçişleri Bakanlığı politikası Hükûmet
politikasıdır ve genellikle -Türkiye tarihi bunu gösteriyor ki bize-
zor işler, suç niteliği taşıyan işler, sözler,
mesajlar İçişleri Bakanlığı eliyle savunulur; onun
diliyle kamuoyuna taşınır. Ama sonuç itibarıyla bizim
konuşacağımız, tartışacağımız
sadece İçişleri Bakanının performansı değil, onun
politikasının arkasında duran, onun sözünün, onun
yaptığının arkasında duran Hükûmetin
politikasıdır. Eğer Adalet Bakanlığının ne
kadar başarılı olduğunu değerlendirirken ne kadar çok
cezaevi yapıldığını, ne kadar çok adalet sarayı
yapıldığını ölçü kabul ediyorsak, Millî Eğitim
Bakanlığının bütçesini konuşurken ne kadar çok okul
yapıldığını konuşuyorsak ya da Diyanet
İşleri Başkanlığı için daha çok cami yapmak bir
övünç vesilesiyse o zaman ahlakın nereye geldiğini
konuşmayız, adalette nerede olduğumuzu konuşmayız ya
da eğitim politikalarımızla nasıl bir kuşak,
nasıl bir nesil yetiştirdiğimizle yüzleşmeyiz, ölçümüz ne
yazık ki o olmaz.
Çok
küçük bir alıntı yapacağım: “Görüyorsunuz, ataların
kehanetleri gerçekleşti, cinayetler yayıldı, yürekleri
şiddet bürüdü, ülke felaketlerle çalkalanıyor, kan dökülüyor,
hırsız küpünü doldurmakta, sırlar ortaya döküldü, ağaçlar
kökünden söküldü, dünya o hâle geldi ki bir avuç deli krallığı
ele geçirdi.” Bu, bugünle ilgili, Türkiye’yle ilgili bir şey değil,
binlerce yıl önce bir Mısır bilgesinin Mısır’la ilgili
yaptığı değerlendirme.
Değerli
arkadaşlar, çok meşhur bir örnektir, Holokost’ta o kamplara
gönderilen Yahudileri sadece trenlere bindiren bir kişi, biliyorsunuz, on
yıllar sonra yakalandı ve yargılandı. O
yargılanırken kendisini çok masum savunuyordu, diyordu ki: “Ben
hiçbir şey yapmadım, kimseyi öldürmedim, elime kan değmedi. Ben
sadece gelenleri trene bindiriyor, gönderiyordum; nereye gidiyorlar, sonra ne
oluyorlar, hiç bilmiyordum.” Siyasette sorumluluk yani böyle savunulabilecek,
böyle geçiştirilebilecek bir şey değildir eğer bu ülkede
sonuç itibarıyla kan dökülüyorsa, insanlar ölmeye devam ediyorsa,
işkence varsa, kötü muamele varsa, haksızlık varsa bunun sadece
o tren görevlisi gibi kendini aklayarak, kendini masum göstererek izahı
olamaz. Sadece bir iki vaka hatırlatacağım, 2017’nin
başından, sonundan birkaç vaka: Elli yedi yaşında Abdi
Aykut, Nusaybinli, fotoğrafları medyaya, kamuoyuna yansıdı,
her şey ortada ve bu işkence görmüş Abdi Aykut’la ilgili
İçişleri Bakanının cümlesi şöyle: “O yaşlı
dediğiniz, teröre ev sahipliği yapıyor.” Şimdi, asgari bir
hukuk devletinde iki şey beklersiniz; bir, hiç olmazsa eskiden beri
devlette duymaya alışkın olduğumuz cümleler; gerekli
soruşturmalar yapılacak, araştırılacak falan dersiniz.
Sonra bir şey çıkmaz genellikle ama hiç olmazsa uluslararası
kamuoyuna, hiç olmazsa dünyaya biraz daha, devlet, hukuk devleti
varmış gibi bir mesaj verirsiniz. Şimdi, bu Abdi Aykut,
değerli arkadaşlar, kanama geçiriyor, acil ameliyat oluyor ve ilk
duruşmasında tahliye oluyor. Şimdi, burada iki suç birden
işlenmiş; hem yargılamayı etkileme suçu işlenmiş
yani henüz suçlu olduğu -hiçbir soruşturma- yargılama süreciyle
kesinleşmediği hâlde baştan onu terörle iş birliği
yapmakla suçluyorsunuz, tarif ediyorsunuz hem de aslında insan
hakları gibi Anayasa’da bağlayıcı hüküm içeren bir cümleyi,
Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmeleri, anlaşmaları hepsini
bir tarafa bırakıyorsunuz.
Yine,
bir başka örnek: Muğla’da canlı bomba oldukları
iddiasıyla çıplak soyundurulan, yere yatırılan,
fotoğrafları çekilen insanlar. Bunu da Sayın Bakan şöyle
savunuyor: “Bu normal. Dünyanın her yerinde canlı bomba şüphesi
olanlar bu muameleyi görür.” Evet, bir dünyada bu normal onu biliyoruz; mesela,
böyle fotoğraflar, daha iğrençleri, daha çirkinleri Ebu Gureyb’de
yayınlandı, bütün dünya gördü. Ebu Gureyb’i yapanlar için bu normal.
Guantanamo’da var bunun örnekleri, çok normal ya da işte Filistin’de -uzun
bir süredir bu kürsüde Filistin’le ilgili değerlendirmeler yapılıyor-
bu manzaralar son derece normal. Ama o zaman sizin normaliniz
değişmiş, sizin normaliniz farklılaşmış,
sizin inanç dünyanız, sizin kültür dünyanız eğer bunu normal
görüyorsa söylenecek çok şey yok.
Son
bir örnek: Antalya Gazipaşa’da Murat Araç, 3’üncü kattan intihar ederek
kendini atıyor ve İçişleri Bakanı yine bunu izah ederken
diyor ki: “Örgüt, gözaltına alınanlara intihar edin talimatı
veriyor.” Ben, daha fazla söz söylemeyeceğim, daha fazla örnek
aktarmayacağım. Süreyi bunlarla doldurmak istemiyorum ama
aslında bu fotoğraf, bu tablo nasıl bir felaketle
karşı karşıya bulunduğumuzu göstermeye yetiyor.
Biraz
başka bir alana, yerel yönetimlere, sonuçta İçişleri
Bakanlığının uhdesindeki en temel yetki, görev
alanlarından birisine, yerel yönetimlere dair birkaç şey
paylaşmak istiyorum. Hükûmet, bu iktidar partisi, 2002 yılında
Türkiye’ye şunu vadetmişti: “Artık seçilmiş valilerle
yönetileceğiz.” 2002’de seçilmiş valiler vadedip bugün
atanmış belediye başkanlarıyla yönetilmek herhâlde kimse
için bir başarı örneği olarak ifade edilemez. DBP’nin 102
belediyesinden 94’üne kayyum atanmış. Şimdi, eğer bütün
belediye başkanları suçlu ise galiba onları seçenlerin bir suçu
olsa gerek çünkü hiç doğru kimseyi seçmemişler, hiç isabetli bir
tercih yapmamışlar yani belediye başkanlarının
ötesinde, aslında bu karar bir bütün olarak bir halkın suçlu
olduğunu gösterir. Öyle ya, iktidar partisinin bir suçu
olmayacağına göre, bir hata yapmış olmayacaklarına
göre mutlaka halk yanlış yapıyordur, halk ısrarla
yanlışı seçmeye devam ediyordur. Türkiye’de 31 milyon
yurttaş, seçmediği belediye başkanları tarafından
yönetiliyor. Bu, aslında Türkiye demokrasisinin içerisinde bulunduğu
durumu ifade etmeye tek başına yetiyor.
Değerli
milletvekilleri, partimize yönelik çok yoğun tutuklamalar, sadece son bir
yıl içerisinde 7 bin gözaltı, 2 bin tutuklama söz konusu ama iki
örneği hatırlatmak istiyorum. Birisi Manisa davası,
geçtiğimiz hafta ilk defa hâkim önüne çıktılar, yirmi üç ay
sonra. Yirmi üç ay boyunca haklarında ne iddianame
hazırlanmıştı ne de mahkeme yüzü görmüşlerdi ve yirmi
üç ay sonra devlet yarısını tahliye ederek “pardon” dedi.
Başka
bir örnek Bursa’dan. Aslında bu iddianamelerin nasıl
hazırlandığına dair çok ilginç bir örnek. Bursa’da yine
HDP’nin il yönetimi bir kahvaltı düzenliyor ve bu kahvaltı davetiyelerinin
dağıtımıyla ilgili bir suç isnadı, bir delil üretme
çabasıyla güvenlik güçleri kendi aralarında konuşuyorlar.
Diyorlar ki: “Terörün finansı falan deriz Gazi.” diye birbirlerine hitap
ediyorlar “Üfleriz olur biter.” Şimdi “Eğer bu tablo, bu fotoğraf
Türkiye demokrasisine, bir hukuk devletine uygun, hiçbir şey yok bunda; bu
normal, bu olağan.” diyorsanız söylenecek çok bir şey yine
kalmıyor.
Bir
örnek daha vermek istiyorum, o da eş başkanlarımızın,
milletvekillerimizin tutuklu yargılanmasının gerekçesi olan
Kobani eylemleriyle, Kobani olaylarıyla ilgili. 50’nin üzerinde insan
hayatını kaybetti ve bugüne kadar ne yazık ki 6-7 kişi
dışında Bingöl emniyet müdür yardımcısı dâhil
olmak üzere kimsenin ölümüyle ilgili başlatılmış bir
soruşturma bulunmuyor. Şimdi, 50’nin üzerinde insan
hayatını kaybettiğinde hiç olmazsa herkesle ilgili hiç
ayrım gözetmeksizin, kim tarafından öldürülmüş olurlarsa
olsunlar, rolleri, pozisyonları ne olursa olsun herkesle ilgili soruşturmanın
başlaması gerekmiyor mu? Bingöl’deki emniyet müdürüyle ilgili
nasıl ciddi bir yargılama süreci yoksa, faillerinin bulunmasıyla
ilgili ciddi bir sonuç yoksa burada bu kürsüde çokça dillendirilen
Ceylânpınar’da hayatını kaybeden polislerle ilgili de ciddi hiçbir
durum, hiçbir gelişme, ilerleme yok. Ama daha vahimi aslında şu;
yani elbette ki failler bulunmayabilir, olaylar farklı
değerlendirilebilir ama Sayın Cumhurbaşkanının 16
Nisan referandumunda bu olaylarla ilgili yaptığı değerlendirme
var; çok ilginç. 2, 3 kez farklı mitinglerde Sayın Cumhurbaşkanı
kürsüde önündeki metni okuyarak değerli arkadaşlar, diyor ki -HDP “O
parti” diyor, isim vermiyor- “O parti, işte terörle ilişkili. 7
Haziranda çok oy aldı, 80 milletvekili çıkarttı; şımardı
ve halkı sokağa döktü. 50’nin üzerinde vatandaşımız hayatını
kaybetti.”
Değerli
arkadaşlar, 7 Haziran seçimleri 2015 yılında oldu, Kobani
eylemleri 2014 yılında oldu. HDP ne kadar şımarırsa
şımarsın bir yıl önceye gidip bir eylem yapmayı
başaramaz, zaferini böyle anamaz. (HDP sıralarından
alkışlar) Ama burada vahim olan, elbette ki Cumhurbaşkanı
yanılabilir, elbette ki Cumhurbaşkanı yanlış
hatırlayabilir ama vahim olan, bu metni yazan danışmanlar acaba
bilerek mi Cumhurbaşkanını yanıltıyorlar ya da
Cumhurbaşkanı aynı yanlışı birkaç miting üst üste
tekrarlıyor ama buna rağmen kimse Sayın
Cumhurbaşkanını uyaramıyorsa, hatırlatamıyorsa,
hiç olmazsa takvimde hangi yılın hangi yıldan önce ve sonra
olduğuna dair gerçeği kendisine söyleyemiyorsa, bu ülke için çok daha
vahim bir durumla karşı karşıyayız demektir.
Bu
yanıltma, bu yanlış yönlendirme sadece tabii Kobani eylemleriyle
ilgili değil. Değerli arkadaşlar, hepimizin sıkça duymaya
alıştığı meşhur “Rabia” biliyorsunuz; tek devlet,
tek bayrak, tek vatan, tek millet. Şimdi, bu ifadeler Hitler’in
Almanya’daki kampanyasından bire bir, motamot alınmış
cümleler, alınmış kelimeler. “…” (X) Şimdi, bunun
neresi millî ve bunun neresi İslami? Ben size millî bir şey
hatırlatayım isterseniz değerli arkadaşlar: “İl gider
töre kalır.” Bu, çok önemli bir Türk sözüdür ve o kadar derin bir
anlamı vardır ki, gücünüzü kaybedebilirsiniz, iktidarınız,
egemenliğiniz, her şeyiniz gidebilir hatta topraklarınız
gidebilir, devletiniz yıkılabilir ama töreniz kalır. Bu töre,
öyle töre cinayetlerindeki töre gibi falan bir şey değil,
“değer” demektir, “ilke” demektir, “kural” demektir, “hukukun
üstünlüğü” demektir. Her şeyinizi kaybedebilirsiniz ama eğer
bunu kaybederseniz her şey bitmiş demektir. Eğer değer
olsaydı, kural olsaydı, ilke olsaydı herhâlde Anzaklar için
Çanakkale’de her yıl mezarları başında anma törenleri
düzenleyen bu ülke, bu Hükûmet Bitlis’te mezarlardan cesetleri
çıkarıp otopsiye göndermez, mezar taşlarını da
kırarak güç gösterisi ortaya koymaya çalışmazdı; eğer
azıcık ahlak, azıcık ilke, azıcık hukuktan nasip
olsaydı.
Elbette
çok hamaset yapılabilir ve bütün sorunlar dış güçlere havale
edilip “Bir tehditle karşı karşıya bulunduğumuz için
bunları görmeyelim, bunları yok sayalım, bunların üstünü
örtelim.” diye kendimizi kandırmayı tercih edebiliriz fakat asıl
tehlike tam orada başlar. Ne zaman ki kendi sorunlarınızla
yüzleşmekten korkmaz, sorunlarınızı çözmek için cesaretle
yanlışlarınızı masaya yatırma
kararlılığını ortaya koyarsınız, o zaman
tehlikeyi bertaraf edersiniz. Yoksa, dışarıdan gelen
saldırıdan daha tehlikelisi, daha etkilisi bir ülkenin
uyguladığı politikalarla kendi halkını ülkesinden
soğutmasıdır. Bir halkın kendi ülkesinden
soğutulması çok açık bir ihanettir ve bir ülkeye verilebilecek
en büyük zarardır.
Burada,
eskiden vesayetin olduğunu, şimdi artık vesayetin kalktığını
söylüyor kürsüye çıkan iktidar partisi temsilcileri. Ben tam tersini iddia
ediyorum: Evet, eskiden Türkiye’de vesayet vardı, açık bir vesayet
vardı ama şimdi gizli vesayet var.
Şimdi,
soruyorum size: Gizli vesayet mi daha tehlikelidir yoksa açık vesayet mi?
Dünyanın hiçbir yerinde gizli vesayetle mücadele açık vesayetle
mücadeleden daha kolay olmaz. Tam tersine, gizli vesayet aslında
varlığı bile kabul edilmeyen, farkına bile varılmayan
bir tehlikeyi, bir tehdidi içerir.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu
en büyük tehlike, kişileri aşan OHAL uygulamasıdır. OHAL,
olağanüstü hâl bir kötülüktür ve burada bulunan birçok milletvekili kabul
edecektir ki kötülüklerle mücadele konusunda çok önemli, çok dikkat çekici bir
ölçüde denir ki: “Kötülükleri gücünüz yetiyorsa elinizle düzeltin, yetmiyorsa
dilinizle, ona da gücünüz yetmiyorsa hiç olmazsa kalben buğzedin.”
Şimdi, bu kadar kötülük olacak bu ülkede… Ve bazı yorumcular biraz
önce aktardığım hadisi şöyle yorumluyorlar, diyorlar ki: “Aslında
elle düzeltme ülkeleri yönetenlerin görevidir, ümeranın görevidir. Dille
düzeltme ulemanın görevidir yani aydınların, düşünenlerin,
okuyup yazanların, tehlikenin farkında olanların görevidir.
Kalple buğzetmek ise hiçbir gücü, bilgisi, yetkisi olmayanların,
hiçbir şey yapmadıklarında hiç olmazsa o suça ortak
olmadıklarını deklare etmek için ortaya koymaları gereken
tavırdır.” Şimdi, olağanüstü hâlle ilgili eğer bir
kararlılık, bir irade gelişmiyor ve biz olağanüstü hâlle
yaşamaya alıştırılıyorsak, olağanüstü hâl
uygulamaları normalleşiyorsa emin olun ki bunun vesayet
dışında hiçbir izahı olamaz. “Hayır, biz yaptık,
iyi yaptık, doğru yaptık; yine olsa yine yaparız.”
diyorsanız o zaman olağanüstü hâlle ilgili, olağanüstü hâli
kaldırmakla ilgili övüntülerin çok bir anlamı kalmaz.
Sözlerimi
bitirmeden Filistin’le ilgili de bir şeyler söylemek, böylece tamamlamak
istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, bugün Filistin’de İsrail’i protesto gösterilerine
katılan 2 gösterici İsrail kurşunlarıyla hayatını
kaybetti, bir gazeteci de yaralandı. Biz, tabii, son birkaç saattir bu
kürsüde Filistin sorunu sanki çözülmüş, büyük bir zafer elde edilmiş
gibi nutuklar dinliyoruz ama şunu hatırlamak istemiyoruz: 1973’ten bu
yana Birleşmiş Milletler Filistin’le ilgili kararlar alıyor.
İsrail’in işgal ettiği topraklardan çıkması için, yeni
yerleşim yerlerini durdurması için, insan hakları ihlallerine
son vermesi için Birleşmiş Milletler benim bildiğim onlarca
karar aldı; hiçbirisinin hiçbir karşılığı yok,
hiçbir sonuç doğurmuyor. Eğer İslam İşbirliği
Teşkilatı üyeleri ya da Birleşmiş Milletler üyeleri
Filistin konusunda azıcık samimi olsaydı bugüne kadar bu sorun
zaten çözülürdü. Kendimizi nutuklarla kandırmak yerine bu gerçekle yüzleşmek
zorundayız.
Herkesi
saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bilgen.
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Bostancı…
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ayhan Bey yaptığı konuşmada
Holokost üzerinden bir örnekle Türkiye'deki iktidarın icraatlarına
ilişkin bir benzeştirme ve eleştiri getirmiştir. Aynı
şekilde, Nazizm’in dörtlemesi olduğu; devlet, vatan, millet ve
bayrağa ilişkin hususların da bunu ima ettiğini,
sataşma…
BAŞKAN
– Sayın Bostancı, lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
Buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
14.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci
Bostancı’nın, Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’in (11/18) esas
numaralı Gensoru Önergesi üzerinde HDP Grubu adına
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlar; Holokost nihai çözüm demektir ve bir Polonya Yahudisi olan
Zygmunt Bauman “Modernite ve Holokost”ta bu meseleyi hayli detaylı bir
şekilde anlatır. Nazilerin özel türden insanlar
olmadıklarını, bunun arkasında esasen modernizme
ilişkin arızalı bir durum olduğunu, bürokratik
yabancılaşma ve dilde yanılsama yaratan durumun bu işlerin
asli müsebbibi olduğuna ilişkin zengin örnekler üzerinden bir
anlatım ifade eder. Holokost marifetiyle yapılan, kendi hâlinde,
Almanya’da çalışan ve yaşayan vatandaşlar, Almanya’nın
vatandaşları, insanlar, sırf Yahudi oldukları için
Nazilerin hışmına uğramışlardır ve bunlar
sadece Nazilikten kaynaklanan bir suçlamayla toplanmışlar gettolarda,
bunlar daha sonra kamplara gönderilmişler -en dramatiklerinden birisi
Auschwitz’dir- tabii, 6 milyona yakın insan, sadece Yahudi olduğu
için çoluk çocuk, kadın, erkek katledilmiştir.
Şimdi
buradaki örnek üzerinden Türkiye’nin terörle mücadele çerçevesinde yapıp
ettiği konulara ilişkin bir benzeştirme iması çok
ayıptır. Türkiye’nin terörle mücadelesini eleştirebilirsiniz.
“Terörle mücadele” derken, daha doğrusu birtakım problemler
doğduğu, sivillere yönelik bazı olaylar
yaşandığı iddiasında bulunabilirsiniz. Türkiye bir
hukuk devleti, bunlara ilişkin soruşturma talep edebilirsiniz ama
bütün bunları yaparken Türkiye'nin terör diye bir gerçekle karşı
karşıya olduğunu ve bir devlet olarak bununla mücadele etmesi
lazım geldiğini de sağlam bir yere oturtursunuz. Bu çerçevede
bakarsınız.
Öte
yandan hem böyle bakmayacaksın bir benzeştirme yapacaksın hem de
aynı mantıkla dörtleme üzerinden yine başka bir benzeştirme
yapacaksın.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
NACİ BOSTANCI (Devamla) – Devlet, millet, vatan ve bayrak. Bunlara
ilişkin ne problem var? Ortak bir milletten, ortak kaderden ve gelecek
duygusundan bahsediliyor. Bu, bu ülkedeki insanların kaderinin
ortaklığından bahseder. Bir perspektifin ifadesidir.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bostancı.
IX.- GENSORU (Devam)
A) Ön Görüşmeler (Devam)
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Engin Altay, Manisa Milletvekili
Özgür Özel ve Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'un, CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki sözleri sebebiyle ve görevini
hukuk içinde tarafsız bir şekilde yerine getirmediği
iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/18) (Devam)
BAŞKAN
– Söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Manisa
Milletvekili Özgür Özel’e aittir.
Sayın
Özel, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. İçişleri
Bakanı Süleyman Soylu hakkında verdiğimiz gensoruda grubumuz
adına söz almış bulunuyorum.
16
Nisan referandumunda mühürsüz oylarla kabul ettirilen ve gayrimeşru
gördüğümüz Anayasa değişikliği tamamen uygulamaya
girdiğinde Meclisin mahrum kalacağı bir denetim yolunu,
gensoruyu kullanmak üzere kürsüdeyim. Gensoru neden verilir? Parlamento
hukukunda bir güven oylamasına tekabül eder ve bakanın kendisiyle
ilgili bir güvensizlik oluşması durumunda kullanılan, önemli,
etkin ve çok başvurulmayan bir denetim yoludur.
Süleyman
Soylu enteresan bir Bakan çünkü aynı bakana birden çok gensoru
verildiği pek nadir bir durum. Süleyman Soylu bu yılın
başında 2017’nin ilk yasama gününde, 3 Ocak günü kendisi
hakkında verilen gensoruyla burada gündemdeydi. Şimdi, 2017
yılının son yasama gününde ve son işlemimizde yine onunla
ilgili bir gensoruyu görüşüyoruz. Gensorunun muhatabı olan bakanlar
genelde, özellikle de güçlü bir iktidar grubu, çoğunluk
arkalarındaysa bu gensorunun kendilerine siyaseten verildiğini ve
sonuç doğurmayacağını söyleyerek gensoruları ciddiye
almadıklarını topluma, partilerine, Parlamentoya hissettirmeye
çalışırlar ama gerçek öyle değil, bütün Parlamento tarihi
boyunca da öyle değil ancak bizim, pek çoğumuzun birlikte görev
yaptığı, benim bizzat şahitlik ettiğim döneme
baktık. 25’inci Dönemde gensoru yok. 24 ve 26’ncı Dönemde Cumhuriyet
Halk Partisi toplam 11 tane gensoru vermiş. 24’üncü Dönemde Sayın
Taner Yıldız’a, Ayşenur İslam’a, Nabi Avcı’ya, Mehdi
Eker’e ve Ahmet Davutoğlu’na gensoru vermişiz. 26’ncı Dönemde
ise Nabi Avcı, Efkan Ala, Sema Ramazanoğlu, Bekir Bozdağ, Faruk
Çelik ve Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan gensoruya muhatap
olmuş. Yani 12 Haziran 2011’den bugüne kadar CHP olarak 10 bakana 11
gensoru vermişiz; bu bakanlardan, 10 bakandan 8’i şu anda bakan
değil, birisi o bakanlıkta değil; sadece ve sadece
Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan şimdilik görevde. Yani
Sayın Süleyman Soylu, düşündüğünüz gibi, kolayca bir gensoru
gelir ve geçer değil, gensoru belki çoğunluk grubunun desteğiyle
o an sonuç doğurmaz ama çok kısa bir vadede, kısa ve orta bir
vadede siyasi sonuçlar doğurmaktadır. Bir yılın ilk ve son
günü gensoruya muhatap olmanın ve birden çok gensoru alan çok az
sayıda bakandan biri hâline gelmenin değerlendirmesini yapmak
durumundasınız.
Bugün
burada bu gensoruyu neden verdik, bunun üzerinde bir konuşalım.
Birisi Genel Başkanımıza “Sen bittin." dedi ama herhangi
birisi demedi, elinde kamu gücü olan birisi dedi; herhangi bir kamu görevlisi
demedi, bir bakan dedi; herhangi bir bakan demedi, İçişleri
Bakanı dedi. 268 bin polis, 179 bin jandarma, 50 bin korucu, Polis Özel
Harekât, Jandarma Özel Harekât, polis ve Jandarma istihbaratının
bağlı olduğu birisi “Sen bittin.” deyince bu, herhangi bir
tehditten çok daha fazlasıydı, çok daha ayrıydı. Sadece
tehdit etmedi, tehdidin yanına bir de şantajı ekledi, dedi ki:
“Turpun büyüğü heybede.” yani daha bunun arkası gelecek, size bir
konuda rest çekiyoruz, had bildiriyoruz, bunu bir şantaj olarak önünüze
koyuyoruz, yaptığınız neyse durun, onu yapmayın, yoksa
devam ederiz dedi. Bilmediği bir tek şey vardı, hukuka en çok
uyması gereken Bakanlığın başındaydı. Hukuk
devletlerinde şantaj ve tehdit olmaz; heybe olmaz, turp olmaz;
gereğini yapan bakan, suç duyurusu, savcı ve hâkim olurdu. (CHP
sıralarından alkışlar)
Peki,
nereden çıktı bu karşılıklılık,
mütekabiliyet? Ne yapmaya çalışıyor, yapmaya
çalıştığı misilleme nedir? Mesele basit, Man
Adası belgeleri… Bu belgeleri açıklarken Genel
Başkanımız ne terim kullandıysa, bu Ataşehir’le ilgili
yaptığı ve Genel Başkanımızı “Sen bittin.”
diye tehdit ettiği konuşmada Sayın Bakan aynısını
yaptı. Bunu neye karşılık yapıyor? AKP’nin
aldığı kurumsal bir kararı ayaklarıyla çiğneyerek
yapıyor. Belgeler çıktığında önce “yok”, sonra “sahte”
sonra “Fotokopi, aslını ver.”, sonra “Savcıya ver.”den sonra
Mahir Ünal ne demişti? “Bundan sonra CHP’nin
açıkladığı belgeler siyasetimizin hiçbir şekilde
konusu olmayacak.” Buna herkes uydu; Cumhurbaşkanı, Başbakan,
bakanlar, milletvekilleri, grup başkan vekilleri, bir tek kişi
uymadı, inatla da uymuyor. Bizim lehimize, AKP’nin kurumsal
kararının aleyhine Man belgelerini gündemde tutmak için büyük bir
mücadele veriyor. Bu konuda bir de tutanağa başvuralım. Kendisi,
cumartesi günü verdiğimiz fiili gensoruda -tutanaktan- şunu söylüyor:
“Bakın, bir gün dahi siyaset yapmasam, Türkiye de bilsin bunu, namusum ve
şerefim üzerine söylüyorum, bu işin peşini
bırakmayacağız, bu Man Adası’nı ispat edeceksiniz.”
diyor. Sadece onun tutanağı değil, daha enteresanı
Başbakanın tutanağı. Tarih 11 Aralık 2017 ve
Başbakan bütçede diyor ki: “Man Adası’nda bu insanların
hiçbirinin şirketi yok. Orada isimleri zikredilen Sayın
Cumhurbaşkanımızın yakınlarının herhangi bir
şirketi yok.” Bunun üzerine bu iki tutanağı bir resmî
yazıya yazıp Sayın Bakana Bumerz
Limitetle ilgili yani “Bumerz” deyince nereden geldiğini hatırlamakta
fayda var. Burak’ın “bu”su, Mustafa Erdoğan’ın “m”si,
Erdoğan’ın “er”i Ziya İlgen’in “z”sinden oluşan Bumerz
Limitetle ilgili kuruluş ve Ziya İlgen’in imzasını
taşıyan belgeyi kendisine ve Başbakana özel kuryeyle
yolladım. Sadece bu belgelere sahip değiliz. Bu belgelerin
dışında daha o şirketin bütün faaliyetleriyle ilgili,
çalışmalarıyla ilgili onlarca, yüzlerce belge var ve belgeler
aslında açık kaynak diyebileceğimiz bir kaynaktan kolayca elde
ediliyor. Man Adası devletinin internet sitesine girdiğinizde bu
konuda size çok da yardımcı oluyorlar. “Ama bu Bumerz orada yalandan
bir şirket, bunu belki sen uydurdun.” Hayır. Kendilerine bir belge
daha takdim ederiz. 14 Nisan 2016’da Turkuaz Denizcilik diye kurulup -Burak
Erdoğan, Mustafa Erdoğan, Ziya enişte ve devamındaki
kişilerin- ardından 18 Ağustosta Turkuaz’ın ismi Bumerz
yapılmış. Bu ne? Bu elimizdeki de Türkiye Cumhuriyeti’nin
Ticaret Sicil Gazetesi, duruyor, herkes erişebiliyor ama Sayın Bakan
bunları alınca “safsata” dedi, “çamur” dedi, “sahte” dedi, bir
şey dedi devam etti. Biz de devam edelim.
Soylu tehditle şantaj yaparken bir dil tutturdu
demiştim ve bizim onu üçüncü sınıf mafya ağızı
diye eleştirmemiz sadece ve sadece tehditte ve şantajda
kullandığı hakaretamiz kelimelerden değil, nasıl
yapıyor?
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sizin iddianız neydi bir
hatırlar mısınız? İddianızı anlatın
iddianızı.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Bir belge açıklıyor
sözde ve bunu açıklarken Genel Başkanımız “Gözlerinden
öperim." diyor ya, o da “Gözlerinden öperim." diyor. Genel
Başkan “Yanına doktorunu aldın mı?” diye soruyor ya, o da
diyor “Yanına doktorunu aldın mı?”
HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Özgür Bey, tarihler
yanlış, tarihler.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Sonrasında, Man
Adası’nda bir oğul var, diyor ki: “Buz Residence’ta kızın
dairesi var.” “Özel kalem” lafı geçti, o da geçiriyor. “Bu bir misilleme,
devam etme, devamını açıklama. Açıklarsan devamını
biz de devam edeceğiz." diyor ve aynı mafya filmlerinde en çok
canını yakacak, aynı izi bırakacak, oraya koyacak, hani
açıyor da yatağın içinden atın kafası
çıkıyor ya, öyle bir iz bırakarak bir hamle yapıyor. (CHP
sıralarından alkışlar)
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Varsa devamını
açıkla o zaman. “Şantaj yapıyor.” deme.
MEHMET
MUŞ (İstanbul) – Hangi offshore hesabına gitti para, hangi
offshore hesabına gitti Sayın Özel?
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Ama ben şunu söyleyeyim: Süleyman Soylu meselesi şu
meseleden ibaret: Yapılan iş, partinin kurumsal kararına inatla
yapılan iş…
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – O, partiyi bağlar.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – “Zaten parti içinde sıkıntıdayım, benim
bunu aşacak bir şey yapmam lazım…”
İLKNUR
İNCEÖZ (Aksaray) – Sizin kongreler gibi mi?
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – “…ve bunu aşmak için, ben beyefendiyi savunan, koruyan
tek kişi olarak görünürsem bu bir çıkıştır.” diyor.
Ama şunu söylüyoruz: Bu yapılan mesele, inanıyoruz ki Adalet ve
Kalkınma Partisinde -duyuyoruz, görüyoruz, sohbet ediyoruz- deniliyor ki:
“Haksız, yersiz ve zamansız olduğu gibi, Sayın
Cumhurbaşkanını da, partiyi de sıkıntıya
sokmaktadır ve böyle bir kanaat hâkimdir.”
GÖKCEN
ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Kim diyor?
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – Sen nifak sokamazsın Özgür.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Şimdi, gelelim, kendisine tarihî bir fırsat yarattık.
Yarattığımız fırsat şuydu…
MUSTAFA
KÖSE (Antalya) – Nereden uyduruyorsunuz?
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – Nifakçı!
ÖZNUR
ÇALIK (Malatya) – Senaryoyu nerede yazdın!
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Fiilî gensoruda kırk dakika süresi vardı, üstüne
Sayın Engin Altay ve Engin Özkoç’la “Ek süre verin, ek süre verin.” dedik,
kırk dokuz dakika gibi bir süre kullandı ama bu kırk dokuz
dakikada kendisine yöneltilen sorulara herhangi bir cevap verecek hiçbir
şey yapmadı ve sadece bir beklenti yarattı ve yönetmeye
çalıştı, dedi ki: “Çok tarihî ve samimi birtakım
değerlendirmelerde konuşmamın sonunda bulunacağım,
hayatımda hiç yüzleşmediğim şeylerle karşı
karşıya kalacağım. Şunu ifade etmek istiyorum: Çok
samimi değerlendirmelerimde anlatımlarım olacak.” Peki, öyle bir
şey duydunuz mu? İnsan sanıyor ki bir öz eleştiri geliyor,
insan sanıyor ki “Yaptım ama yanlış yaptım.” diyecek,
insan sanıyor ki “Cumhurbaşkanına o sözleri söyledim ama, o
FETÖ’cülerle bir oldum ama bunu yap…” Bunları yapmadı, bunların
hiçbir tanesini yapmadı. Peki, ne yaptı? Biz o gün o gece Menderes’e
bir laf etmedik, biz rahmetli Özal’a, rahmetli Menderes’e bir laf etmedik ama
o, demek ki burada bulunan dirilerden ümidi yoktu ki çıkışı
ölülere sarılmakta aradı, ölülere sarılmakta. (CHP
sıralarından alkışlar)
SALİH
CORA (Trabzon) – Zamanında neler diyordunuz, şimdi rahmetle
anıyorsunuz; ikiyüzlü davranıyorsunuz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Allah rahmet eylesin. Bugün de söyledim, Menderes’i
asanların da, Denizleri asanların da, siyasi idam yapanların da,
o kararı verenlerin de yaşıyorlarsa Allah bin
belalarını versin; onların üzerinde de hiçbirisine
hakkımızı helal etmiyoruz.
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – Onların ahından iktidar görmediniz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Ama bugün, yaşanan acılardan, tarihten ders
çıkarmak yerine husumet çıkarmaya çalışıp hiçlikle
malul olmuş kendi partisindeki durumuna dört elle sarılmak için bunu
yapan bir bakana bizim şöyle bir iddiamız vardı, dedik ki: “Sen
Demokrat Partinin başındayken 2008-2009 Mayıs arası,
eleştiri falan değil, ağır eleştiri, hakaret
değil, dümdüz küfür gidiyordun.” Tekrar etmiyorum hem usul ekonomisi hem
de insicamı ve... Burada o sözleri duymayı herhâlde istemezsiniz. Ama
daha sonra, Genel İdare Kurulunda da Vedat Demir diye birisi var, bu senin
yanında hep var. Zaten Yeni Asyacılar açıklama yapmış
“Bunlar çok yakındı.” diyor. Birbirlerinden hiç ayrılmazlar.
Yerel seçimleri kaybetti. Yerel seçimleri kaybedince açıklama yaptı
“Aday olmayacağım.” diye ama Mahmut Övür’e Vedat Demir dedi ki: “Çok
uğraştım, darbecilere parti kalmasın diye ikna ettim.” Ben
bunu söylediğimde “Yalan.” dedi, Mahmut Övür’ün yazısı ortada.
Sonra
devam ettik, “Sen yarıştın Hüsamettin Cindoruk’la, o seni
FETÖ’cülükle, partiyi FETÖ’ye bitiştirmekle, sen onu darbecilikle itham
ettin. Kaybettin. Kaybettikten sonra gittin Abant’a ve Abant
toplantılarında şöyle bir şey söyledin.” dedik ve
“Türkiye'de en önemli meselelerden bir tanesi siyasetin
finansmanıdır. İşi bilen kişileri partiye dâhil
etmezseniz…” derken “Yalan söylüyorsun.” dedi. Elimde Anadolu
Ajansının, Abant toplantılarından…
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Yalan söylüyorsun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Tam da tutanaktan bakarsın.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sen yalan söylüyorsun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Abant toplantılarından Anadolu Ajansının
şeyi var. Bunu da size yollayacağım.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sen yukarıdan aşağı
yalancısın.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Görevde olursan pazartesi yollayacağım ama hiç
sanmıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sen yalancısın.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Seçimi Cindoruk kazanıyor ve bir anda Vedat Demir’le
birlikte beyefendi yollara düşüyor. Düşüyor yollara ve -şimdi
kafayı taktı ya “İlgezdi, İlgezdi” diye bir
çıkış arıyor oradan- Süleyman Soylu ve FETÖ’yle birlikte
elli tane il gezdi bu, elli tane il gezdi. (CHP sıralarından
alkışlar)
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – Çok il gezdi, 2010 referandumunda çok il gezdi.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Bunun finansmanını soruyorsunuz, “Çok duygusal bir
şey söyleyeceğim.” diyor ve şunu söylüyor: Tireli Mehmet Amca
500 lira vermiş, Gökçe’nin çim adamcı babası da birazcık
para vermiş. Oysaki o büyük finansmanı açıklamak için hiçbir
şey söylemediği gibi bir yalana sarılmak durumunda kalıyor,
diyor ki: “Partilerin denetimi Anayasa Mahkemesine tabidir ve Anayasa
Mahkemesinde aklandık biz.” Yahu, yalanı o kadar güzel söylüyor ki
sanırsın gerçek. Vallahi araştırmayacaktım ama dedim
ki mevzubahis Süleyman Soylu’ysa evraka git, kaynağa git. Bir gittik,
hakkında, on iki ayda 15 milyar para harcadı diye il
başkanlarına yazı yazıp mahkemelik olduğu şeyde
mahkemeye önce gizlilik kararı koydurtulmuş ve Anayasa Mahkemesi
denetlemeyi yapmış, Anayasa Mahkemesi 100 bin lira da ceza yazmış
ama bunların hiç birisi bu kadar enteresan değil.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Yalan söylüyorsun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) - İlginç olan, Anayasa Mahkemesi 2008-2009 Demokrat Partiyi
ne zaman denetlemiş biliyor musunuz? 2016’da, daha geçen sene, kendisi
Bakanken. “E, denetlemeler geriden geliyor canım, bundan bir şey
çıkarma.” Milliyetçi Hareket Partisine baktım Sayın Genel
Başkanım, 2009 denetimi 2011’de bitmiş. Cumhuriyet Halk
Partisine baktım, 2009 denetimi 2012’de bitmiş. Adalet ve Kalkınma
Partisine baktım, 2013’te bitmiş. Bu kadar devasa yapılar,
denetlenmesi zor yapılar, girift yapılar, hâlen aktif yapılar
2009 denetlemesini şimdi geçirirken nasıl olduysa olmuş,
Süleyman Soylu AK PARTİ’li olmuş, 2009 denetimi 2016’da olmuş.
Karşı oya da Paksüt şöyle yazmış: “Bu kadar geçe
bırakılan bir denetimin sonuç vermesi beklenemez.” Ama yine de 100
bin liralık da ceza yazmış. Bunu da söyleyeyim de “Yalan
söylüyorsun.” de Sayın Bakan. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın
Bakan daha sonra, 12 Eylül 2010 referandumu performansı yüzünden partiden
ihraç ediliyor. Unvan şu: “FETÖ’den ihraç, FETÖ’den ihraç” var ya, ilk
ihracı 17 Temmuz 2016’da diye bilirdik, FETÖ’den ilk ihraç Sayın
Süleyman Soylu’dur, tarihi de 2012 yılıdır.
Ve
bugün geldiğimiz noktada kendisine soracağımız ve cevap
bekleyeceğimiz sorular şunlar, hiç lafı bulandırmadan,
hiçbir yere sapmadan şunlara cevap bekliyoruz: Fetullah Gülen’le
görüştün mü? Kaç kez görüştün? Hangi tarihlerde görüştün?
SALİH
CORA (Trabzon) – Savcı mısın sen?
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) - İlişkin nasıl başladı, nasıl
devam etti, bittiyse nasıl bitti? Ve şubat ayının ilk
günlerinde, 4 Şubat 2012 günü Fetullah Gülen’le bir görüşme
gerçekleştirdin mi? Yanında Vedat Demir var mıydı? Vedat
Demir senin yanında ya da sensiz, ayrılarak, sana tuhaf gelen,
şüphe yaratacak bir görüşme yaptı mı? Neden, neden
soruyorum? İlginizi çekecek, rica ederim.
HALİS
DALKILIÇ (İstanbul) – Bunlar ilgimizi çekmez.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – 15 Temmuz darbesinden önce, hain darbe girişiminden önce
bir akademisyen Adil Öksüz, üç gün kala, 12’sinde uçtu da darbeyle ilgili
belgeleri, talimatları okuttu, üfletti, onay aldı geldi ya, bir
başka akademisyen Vedat Demir 4 Şubat günü gidiyor, üç gün sonra ne
oluyor Türkiye’de? 17-25 Aralığın öncüsü olarak kabul
ettiğiniz 7 Şubat tarihli, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a
ve MİT’e yapılacak FETÖ operasyonu başlıyor, FETÖ’nün
yaptığı ilk operasyon başlıyor.
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – O gün öyle demiyordunuz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Acaba Vedat Demir, sizin yanınızda ya da sizin
yanınızda olmadan, yapılacak olan Hakan Fidan operasyonunun
bilgisini, belgesini, müsaadesini almaya gitmiş, bilgiyi, belgeyi
okutmuş ve geri getirmiş olabilir mi? Eğer böyle bir
kumpasın sanığı durumuna düşmek istemiyorsanız
tanıklığınız değerlidir Sayın Bakan. Bu
tanıklığı söylerseniz, dediğiniz çok tarihî, çok
samimi ifadeleri kullanırsınız. “Yok, bu doğru değil.”
diye iddiada bulunuyorsanız o zaman size başka sorularımız
olacak. Belki görevi sürdüremezsiniz bu şartlar altında ama mesela
FETÖ’yle mücadele konusunda bu kadar zaafı, bu kadar bagajı olan bir
Bakan olarak, belki istifadan sonra samimi beyanlarınızla FETÖ
mücadelesine daha büyük katkılar sağlarsınız. Zaten,
örneğin, Sivas Valisine telefon açıp “Gözaltına
aldıklarını ben yakinen tanıyorum, bunları
savcıya yollamadan bırak, bunlar FETÖ’cü değildir.” deme
imkânınız olmaz o zaman.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sen çok yalancısın.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Ya da Silivri Emniyet Müdürüne…
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sen çok yalancısın.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Nereye geldiğini biliyor ya, sinirlenir kendisi.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Yok, hiç sinirlenmem.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – …durdurulan bir araçla ilgili telefon açıp, o
olmayınca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü üzerinden
baskılar ve tehditler sonucu o büyük felakete sebep olamazdınız
o zaman. Belki onların öz eleştirisini yaparsınız burada.
Ve Vedat Demir gibi birinin Yeni Asya’nın içine o yapıyı kontrol
etmek için Gülen tarafından yerleştirilmiş bir mahrem imam
olduğunu ve farkında olarak veya olmayarak sizi kontrol eden,
yöneten, yönlendiren, istediği yere getiren, istediği yapıya
sokan sizin abiniz veya sizden sorumlu bir hususi olduğu gerçeğini o
zaman belki daha kolay görürsünüz. 15 Temmuz öncesi, üç gün önce giden
akademisyen ile MİT meselesinden önce, üç gün önce giden akademisyene
refakat etmenin bir açıklamasını sizden bekler bu Meclis. (CHP
sıralarından alkışlar)
FETÖ,
kolay temizlenecek bir yapı değil. Hepimizin aklını
başına alması lazım. Belki bugün, belki yarın, belki
birçoğunuz için biraz daha erken -bazıları daha erken biliyor
bunu- Süleyman Soylu’nun durumunun deşifre olması FETÖ’nün sizin
üzerinizdeki hesaplarını bitirmez. A planı, AKP’yi ele
geçirmekti; B planı, Süleyman Soylu’nun başında olduğu
Demokrat Partiydi; C planı, Süleyman Soylu’yu AKP’ye getirip Recep Tayyip
Erdoğan sonrası Genel Başkan yapmaktı. Son günlerde bir Ç
planının farkında değil misiniz? Tansu Çiller’in nereden
çıktığı bilinmez, devamlı saraydaki istişareler…
Tansu Çiller’in Demokrat Parti’ye de Süleyman Soylu’yu getirdiğini bilmez
misiniz? Bu Ç planı olmazsa bir başka D planıyla FETÖ sizin
yakanızı da bu memleketin peşini de bırakmaz ama Cumhuriyet
Halk Partisi…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA
AÇIKGÖZ (Aksaray) – Hayal gücün…
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) - … sizinle de FETÖ’nün uzantılarıyla da bizatihi
kendisiyle de…
MUSTAFA
AÇIKGÖZ (Aksaray) - Roman yaz sen, roman! Hayal gücünle roman yaz sen!
BAŞKAN
– Tamamlayın lütfen bir dakikada.
SALİH
CORA (Trabzon) – Hayal dünyasında yaşıyorsun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisi, bu FETÖ’yle mücadelede sizin
defalarca kandırılmanıza şahitlik etmek yerine bugün bir
suçluyu, bir ilişkiyi burada deşifre ediyor.
Bakın,
suçluların telaşı… Neydi o vücut dili Sayın Bakan, neydi?
Ben sizin o vücut dilinizi, o titreyen hâlinizi, o saldıran hâlinizi
gördükçe dedim ki: “Ne kadar çok korkuyor bu.” Biraz önce salona bir girdim…
Sayın Bakan, siz hiç burada gensoru izlemediniz mi? Bakanın
yanında bir bakan oturması makbuldür çünkü Hükûmetimiz yalnız
bırakmıyor demektir, yanında Müsteşar ve Bakan
Yardımcısı yeterdir. Yok, çok endişe ediyorsan, daha bir
bürokrat alırsın, özel kalem müdürü, arkada bilgisayar.
EJDER
AÇIKKAPI (Elâzığ) – Doğru konuş. Arkasında AK
PARTİ var.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) - Sayın Bakan, gecenin bu vakti, sen tehditte bulundun diye
İller İdaresi Başkanının, Dernekler Dairesi
Başkanının, Personel Genel Müdürünün, Nüfus Genel Müdürünün,
Sahil Güvenlik Komutanlığı temsilcisinin senin arkanda ne işi
var kardeşim? Ayıptır, yazıktır, günahtır bu
insanlara. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ORHAN
DELİGÖZ (Erzurum) – Biz buradayız, biz buradayız. AK PARTİ
tam olarak buradadır, AK PARTİ’nin hepsi buradadır.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Hepinize, FETÖ'den gerçek anlamda temizlenmiş partiler ve
Parlamento umuduyla saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – FETÖ'yle ilişkilendireceğin en son
kişilerden bir tanesidir. İşine bak! Hiç! Biz de bir şey
koyacaksın ortaya dedik. Bütçede konuşmuştun bunları Özgür
ya!
BAŞKAN
– Söz sırası, gruplar adına, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına İzmir Milletvekili Hamza Dağ’a aittir.
Sayın
Dağ, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA HAMZA DAĞ (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin İçişleri
Bakanımız Sayın Süleyman Soylu hakkında vermiş
olduğu gensoruyla ilgili olarak AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Bu sebeple hepinizi muhabbetle selamlıyorum
ve bugün biten bütçe görüşmelerimizin de hayırlara vesile
olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
Aynı
zamanda, dün, Birleşmiş Milletlerde karar verilen, Filistin’in lehine
olan, Trump’un vermiş olduğu Kudüs kararıyla alakalı yok
hükmündeki hususta, Sayın Cumhurbaşkanımızın
önderliğinde ortaya çıkan ve dünyada liderliğin tekrar
perçinlendiği bu hususta Sayın Cumhurbaşkanımıza hem
milletimiz olarak hem coğrafyamızda yaşayan mazlum ve
mağdurlar olarak bir teşekkür borcumuz olduğunu, bir
teşekkür ifade etmek gerektiğini buradan ifade etmek istiyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) “Dünya beşten
büyüktür, dünya birden büyüktür.” dün net bir şekilde
tescillenmiştir.
Yine
bugünler Kars Sarıkamış şehitlerini anma günleridir. Kars
Sarıkamış şehitlerimizi de bu anlamda anıyorum ve inşallah
onlara da Rabb’imden rahmet diliyorum.
Benden
önceki konuşmacılar değişik şeylerden bahsettiler.
Açıkçası, ben, Cumhuriyet Halk Partisinin, öncelikle yeni CHP'nin
ortaya koymaya çalıştığı siyasetten kısaca
sizlere bahsetmek istiyorum ama aynı zamanda, aslında, ben yeni
CHP’den bahsetmek isterken, sağ olsun benden önceki
konuşmacıların buna benzer bazı ifadeleri oldu.
Mesela
bir CHP sözcüsü “Sen dik dur, eğri belasını bulur.” diye
Sayın Kılıçdaroğlu’na atfen bir söz söyledi ama bu söz
Yunus Emre’ye ait. Yüzyıl öncesinde söylenmiş sözü Sayın Grup
Başkan Vekili geldi burada şimdi söyledi. Açıkçası, ben de
yeni CHP’yi söylerken bunu ifade etmeye çalışıyorum. “Yeni CHP”
dediğimiz… 2010’dan bu yana yalan, iftira ve bilgisizlik üzerine kurulu bu
yeni CHP’yi hep birlikte müşahede ediyoruz. (CHP sıralarından
gürültüler)
ALİ
ÖZCAN (İstanbul) – Süleyman Soylu’ya gel!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Ben bunları örnekleriyle açıklayacağım
ama bunları örneklerle açıklarken, 18 maddeyi okuma zahmetinde
bulunmayıp, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında kavga
çıkacak diye tasalanan, Mersin’i “Güneydoğumuzun güzel bir ili” diye
ifade eden, kunut dualarını ezbere bir şekilde ayet zanneden,
büyük kaleci Lefter sayesinde Fenerbahçeli olan Sayın
Kılıçdaroğlu’na ve Cumhuriyet Halk Partisine belki bu
söylediklerim bir anlam ifade etmeyebilir ama bazı iftira ve
yalanları burada söylemekte fayda var, bazı zihinleri bu anlamda
yeniden tazelemekte fayda var. Yedi yıllık Genel Başkanlık
döneminde birçok iddialı çıkış yaptı, birçok söz
söyledi ama bu sözlerin neredeyse tamamı havada kaldı.
Deniz
Baykal’la yapılmış olan kaset konusunda “Erdoğan’ın
kaseti izlediğini gördüm.” diyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun,
savcılığa avukatı vasıtasıyla vermiş
olduğu dilekçede “Videonun kim tarafından ve ne zaman
izlettirildiğini bilmiyorum.” şeklinde ifadesi oldu.
ÖZNUR
ÇALIK (Malatya) – Yalan bir!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – 15 Temmuz şehitleriyle ilgili, bu Mecliste şehit
yakınlarına askerlik muafiyeti, isteğe bağlı bir
şekilde askerlik muafiyeti çıkartıldığında yine
Sayın Kılıçdaroğlu çıkıp, “Şehitler
arasında ayrımcılık yapılıyor.” dedi…
ÖZNUR
ÇALIK (Malatya) – Yalan iki!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – …ve şehitler üzerinden bir siyaset üretilmeye
çalışıldı ama Millî Savunma Bakanlığı
terörle mücadele şehitlerinin yakınlarının da askerlikten
muaf olduğunu açıklayınca bir yalan daha ortaya çıktı.
ÖZNUR
ÇALIK (Malatya) – Yalan üç!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Ne hikmetse çok basit bir şekilde
araştırılabilecek bir konunun…
ALİ
ÖZCAN (İstanbul) – Süleyman Soylu’ya gelsene arkadaş!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – …ne yazık ki araştırılamadığını,
araştırılmadığını ve yalan üzerinden siyaset
yapıldığını tüm Türkiye görmüş oldu.
Külliye
yapıldığında altın klozetlerden bahsedildi, bin küsur
odadan bahsedildi. 15 Temmuzdan sonra kendisi Külliye’ye gittiğinde
altın klozet olmadığını Sayın Cumhurbaşkanımız
kendisine göstermiş oldu.
ÖZNUR
ÇALIK (Malatya) – Yalan dört!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Alın size bir yalan daha:
Cumhurbaşkanımızın İsviçre’de 7 ayrı hesabı
olduğunu kim söyledi? Bu yalan ortaya atılmadı mı?
MEHMET
MUŞ (İstanbul) – 8 hesap, 8.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – 8 ayrı hesabı olduğu iddiası ortaya
atıldı. Aynı şekilde, bugün de şimdi bazı
belgeler sallanıyor, bazı belgeler ortaya çıkarılıyor
ve bu belgelere baktığımızda… Biraz önce sayın grup
başkan vekili de birtakım komplolardan bahsetti. Açıkçası
ben çok fazla mafya filmi izlemem. Herhâlde kendisi mafya filmlerini bolca
izliyor.
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – Belge yok, paçavra var ortada.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – On beş yıldır, on beş yıldır
izliyoruz!
ALİ
ŞEKER (Kocaeli) – On beş yıldır yaşıyoruz,
yaşıyoruz!
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sayenizde yaşıyoruz, izlemiyoruz!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Bu mafya filmleri sayesinde de hem İçişleri
Bakanımızla alakalı hem bu süreçle ilgili iyi bir senarist
olmuş.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sayenizde yaşıyoruz!
ALİ
ŞEKER (Kocaeli) – Kaos düzeni yaşıyoruz!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Arkadaşlar, açıkçası, eğer Man
Adası bir devletse sayenizde Man Adası meşhur olmuş oldu.
Man Adası size bir reklam ücreti verse yeri olacak. Biz de sizin sayenizde
Man Adası’nı öğrenmiş olduk. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Man Adası’nı meşhur eden sizsiniz.
MEHMET
MUŞ (İstanbul) – Sayın Dağ, şeker TV
yayınını kesti!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Arkadaşlar, bakın, bununla kalmadı,
Endonezya’da Açe’de tsunami gibi bir felaket yaşandı ve tsunami
felaketi yaşandığında Açe’ye giden yardımlar birileri
tarafından zimmete geçirildi iddiasını ortaya attınız
ama yalandı yalan, bu da yalandı! Yıllar öncesinde
Bosna-Hersek’te söylendiği gibi, aynı şeyi o zaman da
söylediniz.
Yeni
genel başkan heyecanlıydı, CHP’liler de heyecanlıydı.
“Acaba on yıla yakındır süren AK PARTİ iktidarını
yeni gelecek seçimde yıkabilir miyiz?” diyorlardı ve heyecanla birçok
şey söylüyordu. 3 Eylül 2010’da “Tankın önüne ilk çıkan ben
olurum.” diyen Kılıçdaroğlu’na kader yıllar sonra
aslında tankın önüne çıkma imkânı vermişti, böyle bir
tarihî fırsat vermişti. 15 Temmuz gecesi yaşananlar ortada, her
şeyiyle ortada arkadaşlar. (CHP sıralarından gürültüler)
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Senin Cumhurbaşkanın, Başbakanın
neredeydi, ona bir cevap ver.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Bolu’nun tünellerine gel, Bolu’nun tünellerine!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Kendisi bize anlattı. İzmir vekillerimiz burada;
Genel Başkan Yardımcımız Nükhet Hotar’ın
Başkanlığında biz Sayın Kılıçdaroğlu’nu
ziyarete gittiğimizde kendisi bizzat anlattı. (CHP
sıralarından gürültüler)
KEMAL
ZEYBEK (Samsun) – Neredeydi? Neredeydi?
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen müdahale etmeyelim.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Lütfen Başkanım…
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, bakın, Sayın Özel
konuştuğunda dinledi herkes.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Kendisi bizzat bunları anlattı. O gün
havaalanına indiğinde, havaalanına o gün indiğinde darbe
olduğunu kendisine söylediklerinde “Acaba böyle bir şey olabilir mi?”
diye önce sorduğunu, daha sonra kendi korumalarının…
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Başbakan tünele saklandı, tünele!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – …o tankın başındaki komutanla
konuştuklarını, tankın açıldığını
ve kendisinin tankın açtığı yerden çıkarak
Bakırköy Belediye Başkanının evine ziyarete gittiğini,
orada da bu darbe gecesini izlediğini söyledi. Açıkçası güler
misiniz, ağlar mısınız? (CHP sıralarından
gürültüler)
Bir
soruda da diyor ki televizyon programında…
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Ya sen tünele gel, biraz da tünele gel, tünele gel!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Bir televizyon programında da diyor ki Sayın
Kılıçdaroğlu…
KAZIM
ARSLAN (Denizli) – Tünele gel, tünele!
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Cumhurbaşkanı neredeydi?
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Tünelde ne vardı, tünelde!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – …“Tank mı vardı? Tank vardı da neredeydi
tank?” Sokaklar tankla doluydu.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Rıdvan Dilmen “Huber Köşkü’ndeydim
Cumhurbaşkanıyla.” diyor, onu söyle, ona gel.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Yine, bir kulüp toplantısında “O gün oteller
kapalıydı, onun için Bakırköy Belediye Başkanının
evine gittim.” Otele gitsen ne olur, Bakırköy Belediye
Başkanının evine gitsen ne olur! O gün insanlar otellerden,
evlerden sokaklara aktı ama siz sokaklardan evlere, otellere
sığınmaya çalıştınız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Tünel ne oldu, tünel?
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Bakın arkadaşlar, 16 Nisan halk oylamasında
hayır oyları çıksın diye, 16 Nisan halk oylamasında…
(AK
PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler, milletvekillerinin
birbirlerinin üzerine yürümesi)
Arkadaşlar…
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 01.54
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 02.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN
KÂTİP ÜYELER : Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye), Mehmet Necmettin
AHRAZOĞLU (Hatay)
----0-----
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45’inci Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
(11/18)
esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağına ilişkin görüşmelere devam ediyoruz.
Hükûmet
yerinde.
Sayın
Dağ, on bir dakika on saniyeniz kalmış.
Kalan
süreyi lütfen tamamlayın.
Buyurun.
AK
PARTİ GRUBU ADINA HAMZA DAĞ (İzmir) - Evet, biraz önce
sayın grup başkan vekili suçluluk psikolojisiyle bir vücut dilinden
bahsetmişti. Açıkçası, biraz zülfüyâre dokununca
bayağı vücut dili bozulanlar oldu.
Değerli
arkadaşlar, yalanlar bunlarla bitmiyor. 16 Nisan halk oylaması
sürecinde hepimizi sahada çok ciddi bir şekilde zorlayan bir ifade yine
sayın genel başkan tarafından dile getirildi. 18 yaş
düzenlemesini yaptığımızda, 18 yaşında
milletvekili olanların iki senelik süreçte emekli olacakları
söylendi. Burada, sahada -bununla ilgili- herkes
karşılaştı. Hâlen herkes iki sene milletvekilliği
yaptığımızda bizim emekli olduğumuzu zannediyor.
Burada bulunan 550 milletvekiline hakarettir bu ifade.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – “Emeklilik hakkı kazanıyor.” dedi.
HAMZA
DAĞ (Devamla) - Ben altı buçuk senedir milletvekiliyim, 2019
yılına kadar da milletvekili olsam dahi emekli olamıyorum. Bu
kadar gerçek olan bir konuda “Acaba biraz oylarda artış olur mu, bir
istifham oluşturabilir miyim?” diye bu yalanı söylemeye ne gerek var?
SSK Genel Müdürlüğü yapan, 2002’den bugüne kadar da milletvekilliği
yapan birisinin bunu bilmeme ihtimali var mı? Çok net bir şekilde
bilgi var ama yalan söyleyerek kafaları karıştırmaktan
başka bir şey yok.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Emeklilik hakkı ile emekli olmak ayrı
bir şey.
HAMZA
DAĞ (Devamla) - Burada daha birçok konu var. "İslam ülkelerinde
cumhuriyet yok, demokrasi yok.” sözleri, enerjiyle ilgili, Rusya’yla ilgili
söylenmiş olan sözler, asgari ücretlilerin çalışma
oranları; bunların hepsinin ayrıntısı var. Ben daha
bir kısmını bulabildim, yedi senelik süreçte bir
kısmını burada dile getiriyorum.
Son
dönemde, Battal İlgezdi’yle ilgili söylenen sözler, İzmir kent
ormanıyla ilgili söylenen söz… Açıkçası bunu da şöyle ifade
etmek istiyorum: Belediye başkanlarıyla yapılan toplantıda,
Sayın Kılıçdaroğlu Türkiye'nin en büyük kent
ormanının İzmir’de olduğunu söylüyor ama daha sonra bunun
gerçek olmadığı Orman Genel Müdürlüğü raporlarıyla
ortaya çıkıyor, asıl en büyük orman Antalya’daymış.
Açıkçası, biz, inşallah, İzmir milletvekilleri olarak bu
işin öncüsü olacağız ve Sayın
Kılıçdaroğlu’nun da dolaylı olarak İzmir’de bir dikili
ağacı olmuş olacak.
TÜRABİ
KAYAN (Kırklareli) – Süleyman’a gel, Süleyman’a.
HAMZA
DAĞ (Devamla) - Bunu da bizim bir hayrımız olarak inşallah
Sayın Kılıçdaroğlu’na sağlamış
olacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Kayseri’yle
ilgili bazı paçavralar sallamıştı. Paçavralar sonucunda ne
oldu? Vatandaş sucuğa doydu.
Değerli
arkadaşlar, kaç defa “Seçimi kaybedersem istifa ederim.” demesine
rağmen, yine Genel Başkan istifa etmeden yoluna devam etti. Ben
burada şunu söylemek istiyorum, yine bazı arkadaşlar yerinde
duramayacaklar: Eğer Sayın Kılıçdaroğlu Pinokyo
olmuş olsaydı, burnu Boğaziçi Köprüsü’nden daha uzun olurdu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakın,
değerli arkadaşlar, biz sürekli olarak anketler yapıyoruz,
kendimizi ölçüyoruz. Kendimizi ölçerken ana muhalefeti de ölçüyoruz ve şu
anda net bir şekilde çıkan bir nokta var ki ana muhalefet,
Türkiye'nin en başarısız muhalefeti. Bunu anketler söylüyor.
Eminim, bunu sizler de yapıyorsunuz, sizler de gerçekleştiriyorsunuz.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Biz iktidara kendimizi
beğendirmeyeceğiz, halka beğendireceğiz.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Biz bunları söylüyoruz. Zaten işin bu
tarafı, iktidar tarafı bunu gayet iyi bir şekilde biliyor.
Önünüzde
kurultay var, gelin, kurultayda bir güzellik yapın, kendinize güzellik
yapın. Aslında, şu anki hâl AK PARTİ için iyi bir hâl çünkü
dikiz aynasından baktığımızda geride, gelen bir
şey yok, çok geride, çok geride. Onun için, belki bir değişim
yaparsınız…
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Sana mı soracağız biz bunu ya? Allah, Allah!
HAMZA
DAĞ (Devamla) – …bu değişim sayesinde de iktidar partisini bu
anlamda zorlamış olursunuz.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Sana mı soracağız biz bunu?
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Hazır, İstanbul il kongresinde de birbirinize
girmişken belki size büyük bir fırsat doğmuş olur.
Değerli
arkadaşlar, sürem çok kısaldı, süremin bu döneminde… Sayın
Soylu’ya niye gensoru verdiğinizi aslında ben buradaki
konuşmalardan anlıyorum. Bakıyorum verdiğiniz gensoruya,
bir sayfalık bir doküman ve söylenmiş olunan ifadenin…
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Genleşiyor, genleşiyor.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – …anlattığınız gibi
olmadığını da siz gayet iyi bir şekilde biliyorsunuz
çünkü sözde “adalet yürüyüşü” yapılırken, İstanbul-Ankara
arasındaki güvenliği İçişleri Bakanlığı ve
bürokratları sağladı.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Taşeron şirketi mi sağladı?
Devlet sağladı, devlet.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Çanakkale’de sözde “adalet kurultayı” yaparken, siz
birbirinizle kavga ederken sizin güvenliğinizi yine İçişleri
Bakanlığı bürokratları sağladı.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Devlet sağladı, devlet.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Ama bugün burada, teröre karşı son dönemde
yapılan başarılı operasyonlarda ne yazık ki sizler, bu
başarılı operasyonun yanında olmaktan ziyade, bu
başarılı operasyonları yapan İçişleri Bakanlığına
ve bürokratlarına, İçişleri Bakanımıza gensoru vererek
burada, aslında, bu başarılı süreci baltalamak için
uğraş veriyorsunuz.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Güvenliği sağlamak lütuf mu?
HAMZA
DAĞ (Devamla) - Bakın, son dönemde, 2016 yılında 31.288;
2017 yılında 50.444 operasyon gerçekleştirildi. 2016’da 114;
2017’de 124 -1’i kırmızı listede olmak üzere, üst düzey
terörist- terörist etkisiz hâle getirildi. Yine, 2016’da engellenen 339 eylem
varken 2017’de de bu, 680 şeklinde oldu. 2016’da terör örgütüne katılım
648; 2017’de 135 noktasında. Şu anda, bu terörle mücadelede sonuç ve
teknolojik açıdan son kırk yılın en üst
noktasındayız. Âcziyet içine düşen örgüt en kötü dönemini
yaşıyor. Örgüte katılım tarihin en düşük seviyesine
inmiş durumda. Mücadelede görev alan tüm birimler bugüne kadar
olmadığı kadar koordinasyon ve ahenk içinde. Bütün
bakanlıklarımız, Ulaştırma
Bakanlığından Gençlik ve Spor Bakanlığına,
İçişleri Bakanlığından Adalet
Bakanlığına bir koordinasyon içinde bu mücadeleyi yapıyor.
Kato Dağı, İkiyaka, Herekol Dağı, Bestler Dereler,
Şenyayla, buralar önceki dönemlerde “girilemez” denilen yerlerdi, bu
Hükûmet döneminde, Allah’a hamdolsun, girilir noktaya geldi.
Aşırı sol örgütlere, başta kırsalda olmak üzere, tarihin
en ağır darbesi yapılmıştır ve DHKP-C terör
örgütü kırsaldan tamamen silinmiştir. Yurt içindeki terörist
mevcutları ciddi anlamda azalmış vaziyette ve yurt
dışında operasyonlar yapılır noktaya gelmiştir.
İHA-SİHA…
Millî yazılımımızla -kendi silahımız- kendi
yazılımımızla yaptığımız SİHA’larla
383 terörist etkisiz hâle getirilmiştir. SİHA’yla yapılan
operasyonlara sizin içinizden bazı arkadaşlarınız ne
yazık ki birtakım ithamlarda bulundular. Herhâlde SİHA’lardan
yerelde, aşağıda bulunan teröristlere gül atacak hâlimiz yoktu,
tabii ki bomba atılacak. 383 terörist bu şekilde etkisiz hâle
getirildi.
Şimdi, bazı arkadaşlarımız
diyecek ki: Bu kadar terörle mücadeleyi anlatırken, terörle mücadelenin
güvenlik konseptini anlatırken özgürlük nerede kaldı? Veya o
bölgedeki insanlarda, o bölgedeki illerde, ilçelerde hayat nasıl devam
ediyor? Birtakım örnekleri kendileri söylediler, mutlaka hukuk süreci
içinde onlar değerlendirilecektir. Ben yaklaşık on gün önce
Hakkâri’deydim, Yüksekova’daydım, ondan önce de Cizre’deydim,
İdil’deydim. Çözüm süreci döneminde de bölgeye çokça gittim, çözüm süreci
döneminde de sokaklarda gezdim, aynı zamanda şimdi de gezdim ve
insanların öz güvenini, insanların umudunu, huzurunu ve huzurdan
gelen ümidinin en üst noktalara kadar çıktığını
gördüm. Gecenin saat ikisinde Hakkâri’nin o meydanında
insanlarımızla, arkadaşlarımızla beraber yürüdük ve
şu an itibarıyla o bölgeden gelen taleplerde “Bizim bölgemize fabrika
yapın, istihdam açın.” şeklinde taleplerin döndüğünü
gördük.
Cizre’de Hazreti Nuh’un türbesini ziyaret
ettiğimizde etrafımıza çocuklar geldi ve onlarla fotoğraf
çektirdik, beraber olduk. Sonra da klasiktir, çocuklara biliyorsunuz büyüyünce
ne olacaksın diye sorarlar ve o çocuklara büyüyünce ne
olacaksınız diye sorduğumuzda çoğunluğu “Özel harekât
polisi olacağım.” dedi. Bunu benim kulaklarım duydu, bu süreçte
duyduk bunları. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Onun için hem güvenlik konseptinde dağlarda, tepelerde terör örgütleriyle
mücadelemize devam ederken aynı zamanda özgürlük noktasında o
bölgedeki insanların hayat standardını yükseltme noktasında
uğraşımızı, çabamızı en iyi şekilde
veriyoruz.
Şunu da söylemek istiyorum: Terörle mücadelenin daha
başlangıcındayız. Ve terörle mücadelede kırsalda bir
tane terörist kalmayıncaya kadar mücadele devam edeceği gibi sadece
doğu illerinde değil, batı illerinde de yuvalanan terör örgütleriyle
her türlü mücadele sonuna kadar devam edecek. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Biz, on beş yıldan bu yana bu ülkeyi canla
başla mücadele ederek yönetmeye gayret ediyoruz. Bu dönemin ilk
zamanları biliyorsunuz, kendisi devletin hâkimi zannedenler ile millet
egemenliğini hâkim kılmaya çalışanların mücadelesiyle
geçti ve vesayet elimizin tersiyle itildi. Daha sonra dümenin başına
FETÖ geçti. 15 Temmuzla FETÖ tamamen tarumar edildi. 16 Nisanda da bir daha
baştan böyle bir yapının ortaya çıkmaması için yeni
bir hükûmet sistemi ortaya çıktı.
Biz
genç bir partiyiz, size göre bayağı genç bir partiyiz ama on beş
yıldır ülkeyi yönetiyor olmamız, icraatlarımız, millet
merkezli siyaset yapmamız ve yaslandığımız gelenek
bizi Türkiye siyasetinde çok farklı bir yere konumlandırıyor ve
bu tecrübeyle, biz kimin ne yaptığını, niye
yaptığını, ne için yaptığını ve kiminle
yaptığını gayet iyi bir şekilde biliyoruz. Aynı
şekilde, siz bugüne kadar bu milletin içine hep bir virüs koymak için
uğraş verdiniz ama bu millet de, AK PARTİ de sizin
koyduğunuz bu virüse karşı bağışıklık
kazanmıştır. Çünkü bağışıklık
kazanmamış olsaydı şu anda şu sıralarda AK PARTİ’liler
değil, Gezi’de, 17-25 Aralıkta, 15 Temmuzda başarılı
olan bu yapı, darbeciler oturur olurdu. Onun için bu millet sizin bu
virüsünüze karşı bağışıklık
kazanmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Dağ, lütfen siz de sözlerinizi toparlayın.
Bir
dakika daha, buyurun.
HAMZA
DAĞ (Devamla) – Daha anlatacak çok şey var, terör örgütleriyle
iş birliği içinde olduğunuza dair çok bahsedilecek husus var.
Açıkçası süre yetmeyeceğini ben de üç aşağı
beş yukarı anlamıştım ama bu ifadeler, bu sözler, bir
sayfalık verilen gensorunun ne amaca matuf olduğunu, terörle
mücadeleyi etkileme amacına matuf olduğunu gayet iyi bir şekilde
biliyoruz. Onun için AK PARTİ Grubu olarak biz bu gensorunun aleyhinde
olduğumuzu ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Özel.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Hatip Hamza Dağ konuşması
sırasında Genel Başkanımıza çok sayıda
sataşma ve hakarette bulundu. Grup adına cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN
– İki dakika süre veriyorum, lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeyelim.
Buyurun
Sayın Özel.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
15.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, İzmir
Milletvekili Hamza Dağ’ın (11/18) esas numaralı Gensoru Önergesi
üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hamza
Dağ’ın yirmi dakika boyunca yaptığı hakaretler ve
ithamlara tek tek cevap vermek güç ama bir bilgi eksikliğinin, bir
bilgisizliğin altını çizelim: Gensoru ne kadar olursa olsun
İç Tüzük gereği, önünüze gelecek kâğıt 500 kelimeyle
sınırlı olduğu için daha uzun bir gensoru verilemez. (CHP
sıralarından alkışlar)
Şimdi,
soru şu: Niçin tankın üstüne çıkmadınız? Niçin eve
gitti? Sayın Bakan, elinde tutup da Darbe Komisyonu üyelerine dahi
dağıtılmayan o kitapçığı iyi okursa veya buradan
okur, hepimize söylerse Başbakanlık Müsteşar
Yardımcısının Darbe Komisyonuna tutanak altında
verdiği ifadeyi görür, ifade şu: “Başbakanı aldık,
Tuzla’daki konutuna götürdük -eve gitmiş- sonra tanklar Tuzla’ya hareket
etti vehmi üzerine -aynen ‘vehim’ diyor- arabaya bindik ve önce nereye
gittiğimizi bilmeden Kastamonu yoluna doğru gittik, jandarma
ekiplerini görünce döndük, bir tünele saklandık, sabaha kadar orada kaldık.”
diyor, tutanak altında. (CHP sıralarından alkışlar)
İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, tutanak altında,
Darbe Komisyonunda…
ZEKERİYA
BİRKAN (Bursa) – Yalan!
SALİH
CORA (Trabzon) – Yolda arabasına ateş edildi, ondan niye
bahsetmiyorsun?
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) - …“Sayın Cumhurbaşkanı beni aradı, ‘Kuleyi
ne kadar zamanda temizlersin.’ dedi, süre istedim, kuleyi temizledikten sonra
ve havaalanında güvenliği sağladıktan sonra haber verdim,
yola çıktı İstanbul’a geldi.” diyorlar; bunun da
altını çizelim.
FATMA
BENLİ (İstanbul) – Ayağındaki terliklerle televizyondan
seyretmedi ama.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – “Tankın üstüne neden çıkmadınız?”
Tankın üstüne şundan çıkamamış olabilir miyiz?
ÖZNUR
ÇALIK (Malatya) – Beyefendi, belediye başkanının evine gidip
saklanmadı, milletin içine girdi.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) - Tankın üstü doluydu arkadaşlar, sizinkilerle doluydu
da biz mi yerde kaldık yahu, tankın üstünde Cumhurbaşkanı,
Başbakan, bakanlar… (CHP sıralarından alkışlar)
Tankın üstünde millet vardı, millet. Darbeyi millet engelledi.
FATMA
BENLİ (İstanbul) – Cumhurbaşkanımız F16’lar
göklerdeyken uçağa binebildi, başka kim binebildi uçağa?
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) - Yayında şöyle söyledi: “Ben halkımızı
meydanlara davet ediyorum, ben de, Başbakanım da meydanlarda
olacağız.” Kılıçdaroğlu ertesi gün buradaydı.
“Dört gün meydanlarda yoktu, Ankara’ya dört gün sonra geldi.”
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
SERKAN
TOPAL (Hatay) – Sayın Başkan, 60’a göre söz istiyorum.
IX.- GENSORU (Devam)
A) Ön Görüşmeler (Devam)
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Engin Altay, Manisa
Milletvekili Özgür Özel ve Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'un, CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki sözleri
sebebiyle ve görevini hukuk içinde tarafsız bir şekilde yerine
getirmediği iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu
hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/18)
(Devam)
BAŞKAN
– Şimdi, söz sırası Hükûmet adına İçişleri
Bakanımız Sayın Süleyman Soylu’ya aittir.
Buyurun
Sayın Soylu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sayın Başkan, çok
saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; sözlerime
başlarken siyasetin belki de en temel sütunlarından biri olan
bütçenin bu Mecliste hayırlısıyla geçmesini ve kabul edilmesini
tebrik ediyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle ve hürmetle selamlıyorum.
Son
iki yüz yıldır bu topraklarda büyük badireler geçirdik. Hepimizin
bugünkü davranışları, ortaya koymuş olduğumuz
değerlendirmeler bu son iki yüz yıllık badirelerin ve
travmaların, değişimlerin, süreçlerin bir numunesi olarak ortada
durmaktadır. Ama Allah’a hamdolsun, kâh güzel cumhuriyetimizle, kâh
demokrasimizle ve demokrasimizin güçlü kıldığı siyasetle ve
iktidarlarla bunları hep birlikte aştık. 1923 cumhuriyette
kişi başına gelir seviyemiz 45 dolardı, Allah’a hamdolsun,
bugün 11 bin doların üzerindeyiz. Bu, Türkiye'nin attığı
adımların ne kadar isabetli olduğunu… Kâh darbelerle, kâh
mezhep, etnik köken ayrımları, bizim ülkemizin birliğinin önüne
konulan -ifade etmek isterim ki- birtakım fay hatları ve Türkiye'nin
karşı karşıya kaldığı anarşi dâhil
birtakım süreçleri birlikte aştık. Şimdi, yepyeni
adımlara doğru hep birlikte gidiyoruz. Şunu açıkça söylemek
isterim: Bu ülke bu adımları üç temel unsurla beraber attı;
devlet, millet ve siyaset. Bunlarla ilgili, bugün, eğer burada
demokrasiyle beraber birçok badirelerden sağ salimen geçmişsek
bilinmesini isterim ki bu üç unsurun ortaya koymuş olduğu o
birliktelik bugün Türkiye’yi yarına selametle taşımaktadır.
1980
öncesiydi -iyi hatırlıyorum- rahmetli dedem bir cuma namazında
Sultanahmet Camisi’ne götürdü beni. Demirel o cuma namazında oraya gelen
Başbakandı. Camiden çıktık, kapının önünde dedem,
Demirel’i bekliyordu. Yaklaşık 10 yaş büyüktü Demirel’den. Demirel
geldi ve elini öptü. Çocuktum, merak ettim “Dede niye öptün?” dedim, “Ben
devletin elini öptüm.” dedi. Bugün anlıyorum ki devletle
meşgalemizden, uğraşımızdan, aslında
saygıdan da öte, nezaketten de öte büyük bir şuur
anlayışı söz konusuydu. İşte, bugün bu şuur
Türkiye’yi yarına taşıyor.
Yine,
80’li yılların ilk zaman dilimi içerisinde ortaokula gidiyordum.
Babamdan izin aldım “Ben Gaziosmanpaşa Meydanı’nda kartpostal
satmak istiyorum.” dedim, “Sat.” dedi. Sirkeci’ye gittim, kart aldım,
getirdim, Gaziosmanpaşa Meydanı’nda, hâlâ komşumuz olan bir
marangoza güzel tezgâh yaptırıp oraya dizdim. Bir Menderes resmini de
dizmişim Sirkeci’den aldığımdan. Bir kadın ama bir
kadın geldi, dakikalarca o resmin önünde ağladı,
dudaklarından mırıldanan sözleri şu anda bile
hatırlıyorum: “Biz sana sahip çıkamadık. Sen bizim
parçamızsın.” dedi. Bu büyük bir vefaydı belki de ama bilmenizi
isterim ki bu vefanın da ötesinde bir şeydi, bu büyük bir millet
şuuruydu.
Yine
80 öncesinde…
TÜRABİ
KAYAN (Kırklareli) – Sıkıştığınız zaman
Menderes’e sarılmayın, Demirel’e sarılmayın!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ben siyasi bir aileden geldim. Şu
vücudumun her tarafında yumruk var ve morluk var, her tarafımda.
Siyasi bir aileden geldim. Bilmenizi isterim ki çocukluğumuzda sabahleyin
evden çıkarken üç katlı evimizin bodrumuna iner “Acaba bomba koydular
mı?” diye bakar, akşam geldiğimizde aynı evin bodrumuna
tekrar bakar “Acaba bomba koydular mı, acaba babamıza ve ailemize bir
tuzak kuracaklar mı?” diye endişe içerisinde olurdum. Bu tip
duygularla büyüdük. İfade etmek istiyorum ki aslında siyaseti
korumak, siyasetin gücünü ortaya koyabilmek, siyaseti milletin bir sesi olarak,
siyaseti milletin bir nefesi olarak, siyaseti milletin kendi ifade merkezi
olarak değerlendirmek o gün zihnimizde vardı. Bugün siyasete
saldırıldığında, Türkiye’yi yönetenlere
saldırıldığında belki ortaya koymuş
olduğumuz reaksiyonun en temelinde bunlar yatmaktadır.
Yine
ifade etmek istiyorum, işte bu devlet, işte bu millet ve işte bu
siyaset anlayışı ve Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu
merkez Allah’a binlerce kere daha hamdolsun ki dün Kudüs’te bütün dünyanın
gözüne baka baka bir liderin ve bir ülkenin nasıl dünyayı bir noktaya
çektiğinin en güzel ifadelerinden bir tanesidir ve tercümesidir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Biz böyle bir
eğitimden geliyoruz. Kimin hangi dedikoduyu, kimin hangi süreci
yaptığı bizi hiç ilgilendirmiyor. Ama benim tek
İçişleri Bakanı şapkam yok, ben aynı zamanda bir
siyasetçiyim, bir siyaset adamıyım. Ben bu ülkede “Aman bana kimse
dokunmasın, etmesin, görevimi yapayım.” diyen bir güzellik kraliçesi
falan değilim. Siyasi sorumluluklarımız var ve siyasi
anlayışlarımız var. Eğer siyaset varsa bu ülkede
millet vardır, demokrasi vardır, söz vardır ve bu ülkede
milletin hesabı ve milletin anlayışı vardır. Ne
yapacağız yani biz? Yani elimizdeki siyasal gücü ve
İçişleri Bakanlığı gücünü bir siyasi partinin
belediyesine haksız, adaletsiz bir yere hesap sorarak gerçekleştirerek
mi hıncımızı alacağız? Bugüne kadar böyle mi
yapıldı? AK PARTİ bugüne kadar, 2002’den itibaren hep böyle mi
sürecini başarıyla yönetti? Böyle olduğumuzu mu
düşünüyorsunuz?
Şimdi,
şunu net bir şekilde size ifade etmek isterim; çok açık ve çok
net ne diyor Genel Başkanı CHP’nin: “Baskı var mı belediye
başkanlarının üzerinde? Baskı var. Bir belediyemize gelen
müfettiş sayısı 100’ü geçti. Bizim belediye
başkanlarımızı baskılayarak onları iş
yapamaz hâle getirmek ‘Bak görüyorsunuz, CHP’li belediyeler hizmet üretemiyor.’
noktasına taşımak istiyorlar; asıl amaçları bu.”
Biz
devlet idare ediyoruz, hangi şuurla bunu idare ettiğimizi biliyoruz.
Siyasette de iktidar ve muhalefetin var olması gerekliliğinin
demokrasinin ana prensibi olduğunu ancak Türkiye’nin yarınlara böyle
gidebileceğine inanan bir anlayışın temsilcileriyiz ve
2015-2017 yılları arasında 393 AK PARTİ’ye teftiş ve
denetim yapılmış, 103 CHP’ye teftiş ve denetim
yapılmış, 69 MHP’ye teftiş ve denetim
yapılmış, 108 de DBP’ye teftiş ve denetim
yapılmış.
Peki,
bunu söyleyen -kusura bakmayın, yüzünün kendi ifadesi, benim buraya
koyduğum bir ifade değil- Genel Başkan milletin gözüne baka baka
hangi mağduriyet hesabının altına sığınmaya
çalışıyor?
Peki,
2017 yılı, evet, 2017 yılı devam eden soruşturma ve
denetimler; 91 AK PARTİ, 27 CHP, 23 MHP. Hani adaletsizlik? Hani
haksızlık? Ve yine seçildiği partiye göre görevden
uzaklaştırılan belediye başkanları -bunların
hepsini ben uzaklaştırdım, benim imzamla beraber
uzaklaştırıldı- 93 tane DBP, 9 tane AK PARTİ, 3 tane
MHP, 1 tane de CHP.
Ey
milletim, biz yanlış bir işin altına imza atmayız. (AK
PARTİ sıralarından “bravo” sesleri, alkışlar) Ne
söylerlerse söylesinler, hangi dedikoduyu yaparlarsa yapsınlar,
yanlış bir işin altına imza atmayız ama sizin bir
sorununuz var; sorununuz ne biliyor musunuz? Altınızdan yeller
üfürüyor hiçbir şeyin farkında değilsiniz.
Bak,
geçen günlerde söyledim, sizi hafif bir uyardım bana kabahat buldunuz. “Belediye
başkanlarının yurt dışına çıkmasına
niye sen izin veriyorsun?” diyorsunuz. Partinizden haberiniz yok. Evet, 2014
Mart mahalli seçimlerinden sonra, 2014 Mart mahalli seçimlerinden 15 Ekim 2016
tarihine kadar yani kararı aldığımız tarihe kadar yurt
dışına çıkışta rekor kıran ilk 10 belediye
Cumhuriyet Halk Partisi. Söyleyeyim mi? Söyleyeyim mi?
MEHMET
MUŞ (İstanbul) – Söyleyin ya, paylaşın.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisi: 1’inci beş yüz
elli yedi gün, bakın, 1’inci beş yüz elli yedi gün, iki buçuk
yılda beş yüz elli yedi gün. Partinizden haberiniz yok. 2’ncisi üç
yüz otuz dört gün. İlk 10 belediye… Ve siz bu mantıkla ve bu
anlayışla belediyelerinizin ne yaptığını,
nasıl bir süreç içerisinde olduğunu söyleyeceksiniz.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Acayip bir kabahat ha(!)
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Yine, Genel Başkanınız
çıktı, bir iddia ortaya koydu. Dedi ki…
KADİM
DURMAZ (Tokat) - FETÖ’ye gitmedi.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Dedi ki, bak -battal boy bir yalan- dedi ki:
“Şimdi, İçişleri Bakanının saydığı
unsurlardan, tamamından -altını çiziyorum, özellikle
tamamından- Belediye Başkanımız hakkında daha önce
soruşturma açılmış ve takipsizlik verilmiştir.” Ya,
bana gensoru vermenize gerek yok; ben size açık çek verdim, dedim ki:
“Eğer bu doğruysa ben istifa edeceğim.” Hemen istifa etmeye
hazırım, açık çek. Hadi, biriniz çıkın, deyin ki:
“Hayır, sen yalan söylüyorsun, Genel Başkanımız doğru
söylüyor.” Ben buradan şu anda gitmeye hazırım.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Evet, Genel Başkanımız doğru söylüyor.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Evet, 16 dosyada…
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Sen yalan söylüyorsun.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Hayır, hayır. 11 dosya
savcılıkta, 2 dosya mahkemede, 3 dosya da idari soruşturmada.
Bitmedi
daha, evet, daha bitmedi.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Ceza yok, ceza yok, ceza yok.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Daha bitmedi.
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Hiçbir ceza yok.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bir taraftan Battal İlgezdi
soruşturmaları… Anadolu Cumhuriyet
Başsavcılığında yürütülen ve bizim, Battal
İlgezdi’yi almaya konu aldığımız, konu olan 11 tane.
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığında mahkeme yürüyor.
Yetmedi, 3 tane de idari soruşturma var. Yetmedi, kovuşturmalar var
-bakın, biraz sonra söyleyeceğim- yetmedi, kovuşturmalar var. Bu
kovuşturmalardan bir tanesi haksız mal edinme, bir tanesi de görevi
kötüye kullanma. Davası bugündü bir tanesinin, bir tanesinin davası
bugündü.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Ne oldu? Ne var bunda?
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bakın, ben hata yaptım. Niye hata
yaptığımı söyleyeyim mi?
ALİ
ÖZCAN (İstanbul) – Kardeşim, Battal davasını bırak,
kendine gel!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bu karar, savcı tarafından, bir ay
sonra…
ALİ
ÖZCAN (İstanbul) – Battal davasını bırak, kendine gel!
Sorduğumuz sorulara cevap ver!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – …yani onun kamu görevi
yapmayacağına ait iddia ettiği karar ağustos ayında
verildi. Ben ağustos ayından beri, maalesef, Kato’da olduğumdan
dolayı, maalesef, Herekol’da, maalesef, yiğitlerimizin yanında,
Türkiye’de terörle mücadele ettiğimden dolayı üç ay, dört ay
geciktim. Özür diliyorum milletimden! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Sen kendini anlat, kendini.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bak, küfürlü konuşma!
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hayır, hayır, küfür yok.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bak, küfürlü konuşma!
ÖZKAN
YALIM (Uşak) - Küfür etmedi ki.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bak, küfürlü konuşma!
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Küfür etmedi ya.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Küfür etmedi ki “Sen kendini anlat.” dedi.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen… Sayın milletvekilleri, bakın,
kürsüde hatip var, sizin de hatibiniz vardı, müdahale etmeyin.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bak, küfür ediyorsun! Bak, küfür ediyorsun!
Bak, küfür ediyorsun!
BAŞKAN
– Sayın Soylu, Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap edin.
Buyurun.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Ama, Sayın Başkanım, küfür yok.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ve yine burada Erguvan Barış
Parkı meselelerden bir tanesi. 670 metrekare kendi kurduğu sitenin
önündeki parka bir taraftan büfe ve kafeterya yapma izni veriyor, sonra 3 bin
metrekareye çıkarıyor, sonra o kafeteryanın yerine 4 lüks
restoran yapıyor, yaptırıyor.
ALİ
ÖZCAN (İstanbul) – Ankara Belediye Başkanı Mustafa Tuna mı
yaptı bunu Çankaya’da?
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Peki kime, kime? Ben size söyleyeyim:
Bakın, imar durumu uygun olmayan bir yere ve belediye meclisinden ihale
kararı alıyor. Büyükşehir belediyesi imara
aykırılıkları bildirmesine rağmen gerekli
işlemleri yaptırmıyor. On sekiz gün sonra -bu ismi
hatırlayacaksınız- Buz Rezidans’taki ortaklarına Buz
İnşaat Şirketini kurduruyor, yıllık 33 milyona kiraya
vermiş olduğu yeri, orayı 3 bin metrekareye
çıkardıktan sonra bir yılda 1,5 milyon kiraya vererek 1 milyon
467 milyon lira haksız kazanç sağlıyor.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Bravo(!) Harika(!)
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bunu kim yapıyor? Bunu buradaki belediye
başkanı yapıyor. On sekiz yıl haksız kazancın
bedeli 25 milyon lira. Biz haksız iş yapmayız.
Kılıçdaroğlu’nun
“Suç yok.” dediği dosya, 30. Asliye Ceza Mahkemesinde -biraz önce söyledim
-şu anda bu cezada kamu haklarından yoksun
bırakılmasını ve aynı zamanda da haksız mal
edinme suçunu ortaya koymaya çalışıyor. Yetmedi, bütün bunlarla
birlikte haksız mal edinmede 7,5 milyon liradan 1.600 metrekare eve kadar,
daha bu işin başlangıcı olduğunu söyleyeyim. Ben
dosyaların nereye gittiğini, nasıl olduğunu acaba bir
yanlış yapmayalım, bir eksiklik yapmayalım, bir
haksızlık yapmayalım, bir mağduriyet
oluşturmayalım diye tek tek inceleyerek ortaya koyuyorum.
Ve
yine size söylemek isterim. Bütün bunlarla beraber, özellikle, evet, bakın
bir dosyada da arkadaşınız suçu kendisi kabul ediyor. Bir
dosyada, imar mevzuatıyla ilgili dosyada diyor ki: “Ben suç işlemedim
ancak hakkımda beraat verilmeyecekse hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasını kabul ediyorum.” Bakın, yani
-avukat olanlar var- herkes mahkemelerde feryat eder “Ben suç işlemedim.”
diye, suçu alacağını görüyor ve diyor ki: “Hükmün ertelenmesinin
geri bırakılmasını...”
Buz
Rezidans, burada her şey var; ortak var, İmar Komisyonu
Başkanı var, her şey var ama burada garip ne var biliyor
musunuz? Bakın, men dakka dukka, çalma kapımı çalarlar
kapını. Özhaseki’ye iftira ettiler, “Kızının dairesi
var.” dediler, çıkmadı ama burada çıktı bak. Biz aileye
girmeyiz, bak, bu yanlış bir iştir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) “İmar Komisyonu
Başkanının 400 dairesi var.” dediler, adamın kendi yerinden
verdiği ve kat karşılığı aldığı 4
daire sebebiyle “400 dairesi var.” dediler ama İmar Komisyonu
Başkanı, burada malı götürmüş belediye başkanıyla
beraber, men dakka dukka, çalma kapımı, çalarlar kapını.
Yetmedi;
size bir ibret belgesi daha gösteriyorum: Nurhan Kahvecioğlu. Kim bu
kadın? Kim? Bu Buz Rezidans’ta o belediyeden yerin
alınmasını temin edebilmek için, belediyenin oradaki arazisini
yüzde 50 ucuza daha iyi alabilmek için üstüne verilen… Ama ifadesi var ya
-devlet işini sağlam kazığa bağlar- ifadesinde ne
diyor biliyor musunuz? “Devir sonrası Büyük Uzunlar’dan alınan
parayı ben görmedim. Ne olduğunu bilmiyorum. Ne para geldi ne de para
gitti.” Bakın, ben sizi kurtarmaya çalıştım, defalarca bu
işin arkasında durmayın dedim ve ifade etmek istiyorum ki
tamamen palas pandıras bu işin içerisine girdiniz.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Aman, sen bizi kurtarma, aman! Aman, bize bulaşma!
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Kurtarma.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bakınız, Genel
Başkanınız, 17 Eylül 2015’te buz gibi bir yalan söylüyor “O
rezidansın Ataşehir Belediyesi ve Belediye Başkanıyla
ilişkisi yok, varsa da ben bilmiyorum.” diyor. Sizce bilmiyor mu?
Daha
Erkan Karaarslan işi çıkmadı. Bak, daha Erkan Karaarslan
işi çıkmadı, onlar çıkacaklar, bu FETÖ ilişkisinin
nasıl olduğunu göreceksiniz, biraz sonra anlatacağım.
Yine,
bunun ötesinde, bir taraftan, daireyle ilgili söylüyor. Bunu özel size
göndereceğim, burada millete söylemeyeceğim. Hani “1 kuruş”
diyor ya “1 kuruş”, “1 kuruş varsa…” Dairenin fiyatı 2012
yılında, hemen yan taraftaki dairesinin fiyatı tespitli,
arkadaşlarımız o tarihte araştırma yaparken tespit
ettiler. 300 bin lira kredi alıyor 2012 yılında, topraktan daha
hiçbir şey yokken, 2014’te dairenin fiyatı net belli, 495 bin lira.
495 bin lira dairenin fiyatı. Kaçta? 2014 yılında.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Ne var bunda?
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – 225 bin liraya alınmış, bir
şey yok.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Ne var bunda?
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Yine bir şey söyleyelim. Burada CHP’li
belediye meclis üyelerinin savcılığa suç duyurusu var,
savcılığa. Ne suç duyurusu var savcılığa? Savcılığa
suç duyurusu, diyorlar ki: “Bu okulda yanlış var.” Kime
yaptırmış bu okulu eniştesi Nurettin Şahin’e. Ne
olarak yaptırmış? Daire olarak yaptırmış. Sonra
imarı olmuş mu veya bunun herhangi bir ruhsatı verilmiş mi?
Büyükşehir belediyesi “verme” demesine rağmen buradaki her türlü tezgah
hem de yıkıyorum mazereti adı altında
kullanılmış ve gerçekleştirilmiş, milyon dolarlık
bir rant söz konusu.
Şimdi,
ben İçişleri Bakanı olacağım, bu meselelere
girmeyeceğim. Öyle mi? AK PARTİ’nin seçilmiş 9 tane belediye
başkanı görevden alınacak, MHP’nin 3 tane belediye
başkanı alınacak, sizin 1 tane belediye
başkanınız görevden alındı diye siz İçişleri
Bakanının kellesini isteyeceksiniz. Öyle mi adaletiniz sizin?
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Tehdit ettiğin için istiyoruz.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Biz kimseyi tehdit etmedik.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Tehdit ve şantaj için istiyoruz.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Biz hiç kimseyi tehdit etmedik. Daha birçok
şey var. Benim söylediğim açık ve nettir, burada söylüyorum.
Trabzon’da Ortahisar Kongresi’nde söylediğim söz... Bütün bunları
söyledikten sonra söylediğim söz şudur: “Sen yolsuzluk marketinin
önünde çektirdiğin fotoğrafla sen bittin artık.” Bu siyaseten
bir terimdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Öyle
Ertuğrul Özkök’ün kayığına binmeyin, Doğan Holdingin
kayığına binmeyin, başkalarının
kayığına binmeyin, milletin size vermiş olduğu
oyları bir değerlendirmeyle namusuyla temsil etme anlayışı
içerisinde olun.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Kimsenin kayığına bindiğimiz
yok.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Eğer vakit kalırsa şunu
söyleyeceğim. Hani bana söylüyor ya CHP, FETÖ ilişkisini.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Aman aman dikkat, kafaya dikkat et, başına dikkat
et.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bir şey olmaz bir şey olmaz, sen
merak etme. Bakın, şimdi, şu Türk Solu dergisi. Ben Türk Solu
dergisini bilmem sizin mahalle daha iyi bilir.
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Yok, biz de bilmiyoruz.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – 13 Nisan 2009, “CHP 11 Nisanda parti meclisi
toplantısında kurultaya gitme kararı alıyor. Ancak
Doğan Medyanın da Fetullahçıların da hedefi çok daha
büyük.” 2009 arkadaşlar. “İlk kurultay için hedeflenen Baykal’ın
düşürülüp Kılıçdaroğlu’nun genel
başkanlığa…” Biraz önce bir yamak bağırıyordu
orada, o yamağın patronu olan. “Gürsel Tekin’in de
yardımcılığa getirilip Karayalçın’ın
başdanışman yapılması...” Bak, Türk Solu dergisi.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Aa, acayip bir şey ya! Vallahi billahi acayip, acayip!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Evet, yine, İleri dergisi, 2009
yılında...
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Dergi çok okuyorsun galiba!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – “CHP tabanına virüs verilmiştir, bu
virüs hızlı ilerlemez. Amerika’nın, büyük medyanın ve
elbette Fetullahçıların istediği CHP ortaya
çıkacaktır. Ama bu darbe Baykal’a yapılıyor sanmayın,
asıl darbe CHP tabanına...”
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Bak, burada bir iki tane dergi var.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bakın, aynısını
arkadaşınız Onur Öymen söylüyor: “2008 ve 2009
yıllarında ben bu projeyi Baykal’a da anlattım,
Kılıçdaroğlu’na da anlattım.” diyor, bakın, 2009
yılında.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Hangi dergi?
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bitmedi...
BAŞKAN
– Süre bitti ama Sayın Bakanım, toparlayın bir dakikada lütfen.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ne menemdir ki kaset kumpası bundan
sonra geliyor.
Benden
FETÖ’cü çıkmaz da ben FETÖ’ye sığmam da siz FETÖ’nün içine
girmişsiniz, tabi olmuşsunuz, emir eri olmuşsunuz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
127
şüpheliden byLock çıktı.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Sen FETÖ’ye buraya kadar batmışsın.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Evet, yetmedi, daha ötesi var.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Hâlâ nasıl konuşuyorsun?
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Amerika’ya gidiyorsun -bana hesap soruyorsun-
Amerika’ya gittiğin tarih 17-25 Aralıktan sadece ve sadece altı
gün evvel. Kime gidiyorsun? Faruk Taban’a gidiyorsun. Ne istiyorsun? “Cemaat
bize oy verirse çok memnun oluruz, çok seviniriz.” diyorsun.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Tabii, sen mi duydun onu!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Hangi ilişkileri ortaya koydunuz? Neyi
ortaya koydunuz? O 2008, 2009’dan beri hangi süreci
gerçekleştirdiğiniz çok net ortadadır.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Yalan söyleme, yalan! Sen mi duydun onu!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bir şey daha söyleyeyim: Burada var
birçok, hem de buradaki fotoğraflar, resimler, oradaki CHP’nin FETÖ
ziyaretleri, bütün hepsi, bunları geçen toplantıda anlattım.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Vah, vah!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bak, siz ada siyasetini seversiniz, siz ada
siyasetini çok seversiniz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Siz İmralı Adası siyasetini
seviyorsunuz...
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Sen söylediklerine inanıyor musun!
BAŞKAN
– Sayın Bakanım, bitirelim lütfen.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – ...siz Yassıada siyasetini seviyorsunuz.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Sen onları anlatma, sen Menderes’i anlatma; sen kendini
anlat.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Yine söyleyeyim: Man Adası siyasetini de
bunun için çıkardınız.
Burada
tekrar söylüyorum: Bu ülkenin istiklalini, bu ülkenin geleceğini, bu
ülkenin demokrasisini, bu ülkenin hedeflerini örtbas edebilmek için ortaya
konulan bir tuzağın oyuncağı hâline geldiniz.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan, daha kaç dakika dinleyeceğiz?
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ne İmralı’dan ne Yassıada’dan
ne de herhangi bir Man Adası’ndan size medet umdurmaz bu millet,
umdurmayacak bu millet. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından alkışlar)
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Saklayamazsınız,
saklayamazsınız.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ben sözlerimi şöyle tamamlıyorum…
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Tehditten hiç bahsetmedin.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Man Adası’ndan para geldiğini Sayın Bülent
Turan kendisi kabul etti Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Hiçbir yerden para gelmedi.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) – Geldi, Bülent Turan’a sorun.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bak, boşuna bağırma. O
parayı ispat etmezseniz namertsiniz, namertsiniz, namertsiniz! (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Sensin namert!
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – O parayı ispat edeceksiniz!
Kıvırmayacaksınız! Yok şirket, yok vergi
kaçakçılığı, yok şu, yok bu
kıvırmayacaksınız! Bakın, bu sefer sert kayaya
çarptınız.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Onları topla da git yalnız, milletvekillerine
toplatma.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bilmenizi istiyorum ki çok net ve açık
bir şekilde bu millet bunların hepsini görmektedir ve size gereken
cevabı da verecektir.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Bu vekiller de seni görüyor.
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum özellikle bu
imkânı bize verdiğiniz için.
Hepinize
saygılarımı ve hürmetlerimi sunuyorum. Sağ olasınız,
var olasınız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından alkışlar)
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Onları toplayıp gidin!
ALİ
ŞEKER (İstanbul) – Olmaz, kavas toplayamaz!
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hani kavas toplamıyordu!
FUAT
KÖKTAŞ (Samsun) – Biz toplarız, sen merak etme.
FATMA
BENLİ (İstanbul) – Onlar çöp değil ki.
BAŞKAN
– Sayın Bakanım, getirirken de kavas getirdi. Toplu olanları
getirebilirsiniz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hani kavas almıyordu?
BURCU
KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Böyle bir usul yok.
FATMA
BENLİ (İstanbul) – Onlar çöp değil ki, onlar yere
atılmadı, çöp değiller.
AYŞE
SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Arkadaşlar, onlar çöp değil,
karıştırıyorsunuz.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Oldu mu şimdi? Söylesene almasın. Alın
ağabeyciğim kendiniz.
GÖKCEN
ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Niye, kitap mı yırttı? Bütçeyi mi
yırttı, attı?
BAŞKAN
– Tamam, tamam. Sayın vekiller alın şunları, yerdekileri.
Toplu olanları alabilir arkadaşlar.
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Kendi attıklarını kendin topla!
FİLİZ
KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Herkese eşit muamele
yani.
BAŞKAN
– Evet, Sayın Altay, sizi dinliyorum.
ENGİN
ALTAY (İstanbul) – Sayın Bakan, kendisi hakkında verilen gensoru
üzerinden partimize çok muhtelif konularda sataşmalarda bulundu; hatta,
Genel Başkanımız nezdinde, bize bağlı bir belediye
nezdinde.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Altay.
ENGİN
ALTAY (İstanbul) – Ona gösterdiğiniz ek süre toleransını da
göstererek… Yani yirmi dakikaya iki dakikada…
BAŞKAN
– Sataşmadan iki dakika vereceğim, bitmezse bir dakika daha
tamamlayacağım.
Buyurun.
Lütfen
yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
16.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın,
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun (11/18) esas numaralı
Gensoru Önergesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması
sırasında Cumhuriyet Halk Partisine ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
ENGİN
ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Şimdi,
en başından beri bir şey söyledik: 200 küsur belediyemiz var,
hepsine müfettiş gönderebilirsiniz, hepsiyle ilgili idari soruşturma
açabilirsiniz. Bulduğunuz işleri
yargıya taşıyabilirsiniz. Bunlarda bir sorun yok ama…
SALİH CORA (Trabzon) – Ama açığa
alınamaz öyle mi?
ENGİN ALTAY (Devamla) – Açığa da
alınabilir belediye başkanı, öyle şeyler tespit edersiniz
ki açığa alırsınız.
Şimdi, daha önce, yani, soruşturma izni verilen
ama bir şey çıkmayan, verilmeyen, takipsizlik kararı verilen,
soruşturma izni verilmeyen hususlara Danıştaya yapılan
itirazlarla dolu bir süreç var.
SALİH CORA (Trabzon) - Hâlen devam eden davalar var.
ENGİN ALTAY (Devamla) – Sayın Bakan, ben size
dedim ki: İki tane yürüyen mahkeme var. Biz “İki tane mahkeme
yok." demedik. Ben burada söyledim, iyi hatırlıyorum, burada
söyledim ben, açın tutanaklara bakın.
Şimdi, bir gerçek var: Söylediğiniz iddialarda
somut ben hâlen bir şey göremedim. Kat karşılığı
verilmiş, birileri yer yapmış, bunun içinde TOKİ var,
TOKİ’nin yaptığı işler var. “O okula belediye ruhsat
vermedi.” “Ceza kesmiş, cezayı mahkeme bozmuş.” Ben bir şey
anlamıyorum. Ben bir çağrıda bulundum, AK PARTİ’ye mensup
üç milletvekili İçişleri Bakanlığının
evrakını alsın, samimiyetle, iyi niyetle incelesin. Evet bu hâl
belediye başkanını görevden uzaklaştırmayı
gerektiren bir hâlse ben de onlara katılacağım dedim, bir. Bir
bakanlık görevden uzaklaştırdığı bir belediyeyle
ilgili üç defa internet sitesinden basına bilgilendirme yapıyorsa bir
eksiği vardır, eksiğini kapatmak için basın
bilgilendirmesini sürekli tazeledi. Niye? Mevcut evrakla yapılacak bir
şey yok. Sonra ne eklediler biliyor musunuz üçüncü bildiride? Biz de takip
ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ENGİN ALTAY (Devamla) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Tamamlayın lütfen bir dakikada.
ENGİN ALTAY (Devamla) – İki defa beraat
aldığı konuda Başkan kendisi suç duyurusunda bulundu. Biri
şu: Başkan kendi imzasıyla, sizin kendi imzanızla
“Ataşehir Belediyesine soruşturmaya gerek yoktur.” diye
evrakınız var mı, yok mu? İkincisi şu: Bir
fırın şikâyet edilmiş. “Fırınla ilgili gerekli
işlemi niye yapmadın?” diye üçüncü basın bildirisi evraka
koyuluyor. Yayanın birine araba çarpmış, yaya şikâyetçi
olmuş. “Bu bordürleri belediye niye doğru yapmadı?” Bu var,
bildiride var bunlar, evrakta var.
Bir
evrak var, bir tarih, sayı var, ne UYAP’ta ne yargıda böyle bir evrak
yok, içerik yok; dördüncüsü bu.
Ve
2 kişi kavga etmiş, “Belediye kesilen cezayı muhtar üzerinden
niye tebliğ etti?” diye işlem yapılmış.
Ve
Erguvan’da da cam balkonların ruhsatını veren, benim de çok
sevdiğim Kadir Topbaş. Erguvan’da bir şey yok, takipsizlik
verilmiş.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ENGİN
ALTAY (Devamla) – Sayın Başkan, Man, Buz; tek ortak özellikleri ikisi
de üç harfli. Man, Buz’la örtülmez ama Allah’tan korkun, Man’la ilgili intikam
almak için mesnetsiz iddialarla Cumhuriyet Halk Partili belediyelere
saldırmakla bir şey çözemezsiniz. Her şeye rağmen tuzun
kokmadığına inanıyoruz, yüce adalete güveniyoruz.
Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Altay.
Buyurun
Sayın Özel.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, çok arzu ederdim ki Sayın Bakan
bir sataşmada bulunsun, çıkıp iki cümle edeyim. Hiçbir
sataşmada bulunmadı, sorduğum hiçbir soruya cevap vermedi,
kırk dokuz dakika artı yirmi, altmış dokuz dakika
konuştu, kendisine sorduğum Vedat Demir’le ilgili, 4 Şubat 2012
seyahatiyle ilgili hiçbir şey söylemedi. Bu kubbenin altında
hakikatler er ya da geç ortaya çıkar. Sayın Bakan tarih önünde mahcup
olacaktır.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkürler.
IX.- GENSORU (Devam)
A) Ön Görüşmeler (Devam)
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Engin Altay, Manisa
Milletvekili Özgür Özel ve Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'un, CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki sözleri
sebebiyle ve görevini hukuk içinde tarafsız bir şekilde yerine
getirmediği iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu
hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/18)
(Devam)
BAŞKAN
– İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkındaki gensoru
önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi gensoru önergesinin
gündeme alınıp alınmayacağı hususunu
oylarınıza sunacağım.
Gensoru
önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmemiştir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Alınan
karar gereğince, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve teklifleri
ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla
görüşmek için 9 Ocak 2018 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.
Hepinize
hayırlı sabahlar, hayırlı yeni yıllar diliyorum.
Emeğinize, gayretinize, yasama çalışmalarınıza
katılımınıza çok çok teşekkür ediyorum. Allah’a emanet
olun.
Kapanma Saati: 02.49
(x) 503, 504 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 11.12.2018 tarihli 34’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.
(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi
(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelime ifade edildi.
(x) Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(X) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.