TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
85’inci
Birleşim
14
Nisan 2020 Salı
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak
Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge
ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- Aksaray Milletvekili
Ramazan Kaşlı’nın, coronavirüs salgını sebebiyle esnafların yaşadığı sorunlara
ve çözüm önerilerine ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Tokat Milletvekili Kadim
Durmaz’ın, olası bir gıda krizine karşı alınacak önlemlere ilişkin gündem dışı
konuşması
3.- Şanlıurfa Milletvekili
Halil Özşavlı’nın, 11 Nisan Şanlıurfa’nın düşman işgalinden kurtuluşunun
100’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
IV.- OTURUM BAŞKANLARININ
KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM
Başkan Vekili Nimetullah Erdoğmuş’un, 11 Nisan Şanlıurfa’nın düşman işgalinden
kurtuluşunun 100’üncü yıl dönümünü kutladığına ilişkin konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Kocaeli Milletvekili
İlyas Şeker’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında Covid-19
pandemisi sürecinin başarıyla yürütüldüğüne, dünyanın süper güçlerine malzeme
desteğinde bulunulduğuna ilişkin açıklaması
2.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Akın’ın, salgın nedeniyle görevlerini zor şartlar altında sürdürmek
zorunda kalan yerel basının mağduriyetlerinin giderilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
3.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Demir’in, Covid-19 pandemisi sürecinde birçok ülkede kaos yaşandığına,
yardım talep eden 39 ülkeye cerrahi maske, tulum ve N95 maskesi gönderildiğine
ve Türkiye’nin örnek gösterildiği bir dönemde muhalefetten hakkaniyetli
olmalarını beklediklerine ilişkin açıklaması
4.- Düzce Milletvekili Ümit
Yılmaz’ın, yerel medyanın coronavirüs salgını nedeniyle yaşadığı
mağduriyetlerin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
5.- İstanbul Milletvekili
Sibel Özdemir’in, corona virüsün neden olduğu vaka sayısının hızla arttığı
İstanbul ilinde vatandaşların uyarılara dikkatle riayet etmesi, iktidarın
kalıcı ekonomik tedbirleri hızla alması ve gerekli düzenlemelerin Meclisin
gündemine getirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
6.- Adana Milletvekili Orhan
Sümer’in, 18 Martta ataması yapılan öğretmenlerin mağduriyetlerinin
giderilebilmesi için görevlerine başlatılması gerektiğine ilişkin açıklaması
7.- Uşak Milletvekili İsmail
Güneş’in, hekimlerin amacının insanlara sağlıklı yaşam hakkını sağlamak
olduğuna, coronavirüs salgınının yaşandığı dönemde asılsız haberlerle Hükûmetin
karalanmaması gerektiğine ilişkin açıklaması
8.- Mersin Milletvekili Hacı
Özkan’ın, 14-20 Nisan Şehitler Haftası’na ilişkin açıklaması
9.- Mersin Milletvekili Ali
Cumhur Taşkın’ın, 14-20 Nisan Şehitler Haftası’na ilişkin açıklaması
10.- Samsun Milletvekili
Orhan Kırcalı’nın, Covid-19 pandemisi nedeniyle şehir hastanelerinin
gerekliliğinin anlaşıldığına ilişkin açıklaması
11.- Trabzon Milletvekili
Ahmet Kaya’nın, vefat eden Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a
Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması
12.- Bursa Milletvekili
Atilla Ödünç’ün, 14-20 Nisan Şehitler Haftası’na ilişkin açıklaması
13.- Erzurum Milletvekili
İbrahim Aydemir’in, Ceza İnfaz Kanunu’nun halkın talebi ve ülkenin
ihtiyaçlarına mebni olduğuna ilişkin açıklaması
14.- Kocaeli Milletvekili
Radiye Sezer Katırcıoğlu’nun, Millî Teknoloji Hamlesi’nde yerli, millî ve özgün
atılımları önemsediklerine, geleceğin teknolojide olduğu bilinciyle hareket
eden AK PARTİ Hükûmeti ve lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
Türkiye’nin başında olmasının en büyük şans olduğuna ilişkin açıklaması
15.- Mersin Milletvekili
Olcay Kılavuz’un, temeli tarım olan Türk ekonomisinde ihracat yasağının
çiftçilerin mağduriyet yaşamasına sebep olduğuna ilişkin açıklaması
16.- Eskişehir Milletvekili
Arslan Kabukcuoğlu’nun, telafisi olmayan bir dönemden geçildiğine, çalışanların
sağlıklı yaşam hakkının korunması ve sağlanması adına denetimlerin artırılması
gerektiğine ilişkin açıklaması
17.- Adıyaman Milletvekili
Abdurrahman Tutdere’nin, yurt dışında bulunan öğrenciler başta olmak üzere
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ülkeye gelmelerinin sağlanmasını Dışişleri
Bakanından talep ettiğine ilişkin açıklaması
18.- Sivas Milletvekili Ahmet
Özyürek’in, yerel radyo televizyon yayıncılık sektörünün mücbir sebep
durumundan faydalanan sektörler arasına alınarak, vergi ve SGK yapılandırmalarının
ertelenmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
19.- Muğla Milletvekili
Süleyman Girgin’in, Muğla ili Menteşe Devlet Hastanesinin karantina hastanesi
olarak, kamu hastaneleri ile kamplarının taburcu olan hastaların izolasyonu
için faaliyete geçirilmesinin ve ilçeler arası seyahat kısıtlaması
getirilmesinin düşünülüp düşünülmediğini, Bodrum Devlet Hastanesinin hizmete
girmesi için hangi çalışmaların yapıldığını, Muğla ili Covid-19 vaka sayısı,
ölüm sayısı ve ilçelere göre dağılımını, Muğla İl Pandemi Kuruluna sağlık
meslek örgütlerinin alınması yönünde bir çalışmanın olup olmadığını öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
20.- Malatya Milletvekili
Mehmet Celal Fendoğlu’nun, yerel medyanın yaşadığı mağduriyetin giderilmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
21.- Trabzon Milletvekili
Bahar Ayvazoğlu’nun, gelişmiş birçok devletin ücret tahsil ederek verdiği
sağlık hizmetlerinin ücretsiz verilecek olmasını milletin takdir ettiğine,
milletin vekâletini elinde bulunduran milletvekillerinin de takdir ederek Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
22.- Van Milletvekili Muazzez
Orhan Işık’ın, “Çarklar dönmeye devam edecek.” diyenlerin evde kalma
koşullarını yaratmadığına ve hizmet sektöründe çalışan kadınların mağduriyetlerinin
giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
23.- Muş Milletvekili Şevin
Coşkun’un, cezaevlerinde kapasitelerinin çok üstünde tutuklu ve hükümlünün
bulunması, hijyen koşullarının olmaması nedeniyle mahpusların yaşadığı
mağduriyetlerin giderilmesi gerektiğine, adaletsiz infaz düzenlemesiyle
kadınlara ve çocuklara karşı şiddet uygulayanların cezaevinden çıkmasının önü
açılırken kadınlara başvurabilecekleri koruma mekanizmalarının sağlanmadığına
ilişkin açıklaması
24.- İzmir Milletvekili
Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun, coronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden Bağımsız
Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan rahmet dilediğine,
Hükûmetin doğaya verdiği zararı devam ettirdiğine ve Salda Gölü’nün
betonlaştırılmaması çağrısında bulunduklarına, maske bulmakta zorluk
çekildiğine, belediyelerle çalışmak yerine vatandaşı mağdur eden politikaların
uygulandığına ilişkin açıklaması
25.- Sakarya Milletvekili
Muhammed Levent Bülbül’ün, coronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden Bağımsız
Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan rahmet dilediğine, 14-20
Nisan Şehitler Haftası vesilesiyle başta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere şehitlere rahmet
dilediğine ilişkin açıklaması
26.- İstanbul Milletvekili
Hakkı Saruhan Oluç’un, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesindeki irade gasbının
sürdüğüne, kayyumun Diyarbakır ili yaşam alanlarına yerleştirilen el
dezenfektanlarının sahte çıkmasında hiç mi sorumluluğunun olmadığını öğrenmek
istediğine, coronavirüs gerekçe gösterilerek ziyarete kapatılan Salda Gölü’nün
talan edilmesinin önüne geçilmesi gerektiğine, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun’un çıkmasıyla tahliye edileceklerden yol ücreti talep
edildiğine ve mültecilerin mağduriyetlerine ilişkin açıklaması
27.- Sakarya Milletvekili
Engin Özkoç’un, coronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden Bağımsız Türkiye
Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan rahmet dilediğine, pandemi
yaşandığı günlerde insanlar hayat mücadelesi verirken Cumhurbaşkanlığı İletişim
Başkanı Fahrettin Altun’un vakıf arazisine kaçak yapı yaptırmasını
kınadıklarına, Galataport şantiyesinde inşaat işçisi olarak çalışan Hasan
Oğuz’un corona virüsü nedeniyle yaşamını yitirdiğine, zorunlu olmayan inşaat
şantiyelerinin durdurulması, sürdürülmesi gereken inşaatlarda da gerekli
tedbirlerin alınması gerektiğine ilişkin açıklaması
28.- Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, coronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden Bağımsız
Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan rahmet dilediğine,
coronavirüs salgınıyla mücadelenin kararlılıkla sürdürüldüğüne, sağlık
kurumlarının teşhis, tedavi ve yoğun bakım üniteleri olarak salgınla başa
çıkabilecek kapasitede olduğuna, Türkiye’nin Dünya Sağlık Örgütü başta olmak
üzere uluslararası kuruluşlar tarafından coronavirüs salgınıyla mücadelede
örnek gösterildiğine, toplumun bütün kesimlerini desteklemek için tüm
imkânların seferber edildiğine, salgın hastalık sebebiyle hayatını kaybeden
vatandaşlara Allah’tan rahmet, sağlık personeli başta olmak üzere tüm kamu
görevlilerine teşekkür ettiğine ilişkin açıklaması
29.- İstanbul Milletvekili
Hakkı Saruhan Oluç’un, Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın HDP grup önerisi
üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
30.- Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un
yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
31.- İstanbul Milletvekili
Hakkı Saruhan Oluç’un, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
32.- Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un
yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin tekraren açıklaması
33.- İstanbul Milletvekili
Hakkı Saruhan Oluç’un, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin tekraren açıklaması
34.- Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un
yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine, ülkede yapılması gerekenlerin
hassasiyetle yapıldığına ilişkin tekraren açıklaması
35.- İstanbul Milletvekili
Hakkı Saruhan Oluç’un, corona testi yapıldıkça vaka sayısının arttığının
görüldüğüne ilişkin açıklaması
36.- Diyarbakır Milletvekili
Oya Eronat’ın, Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir’in sataşma nedeniyle
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
37.- Ankara Milletvekili
Tekin Bingöl’ün, Kilis Milletvekili Mustafa Hilmi Dülger’in CHP grup önerisi
üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
38.- Burdur Milletvekili
Bayram Özçelik’in, Salda Gölü’nün doğal hâliyle gelecek nesillere
aktarılacağına ilişkin açıklaması
39.- Osmaniye Milletvekili
Mücahit Durmuşoğlu’nun, 14 Nisan Şehitler Haftası’na ilişkin açıklaması
40.- İstanbul Milletvekili
Züleyha Gülüm’ün, sağlık çalışanlarının sağlık haklarının korunmasının yanı
sıra hastane işçilerinin de sorunlarının giderilmesi, KHK’liler ve atama
bekleyen sağlık emekçilerinin görevlerine başlaması gerektiğine, kadınların
coronada birlikte güçlü ve birbirinin güvencesi olduğuna ilişkin açıklaması
41.- Şırnak Milletvekili
Nuran İmir’in, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair
Kanun’un etkili uygulanması, İstanbul Sözleşmesi’nin öngördüğü önleyici ve
koruyucu mekanizmalara erişilebilmesi gerektiğine, kadınların coronada birlikte
güçlü ve birbirinin güvencesi olduğuna ilişkin açıklaması
42.- Muş Milletvekili
Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in, kadınların ev içindeki görünmeyen emeğinin
katlanarak arttığına, her fırsatta kadınlar ile erkeklerin eşit olmadığını
söyleyenlerin eşitsizliğin derinleşmesinden sorumlu olduğuna, kadınların
coronada birlikte güçlü ve birbirinin güvencesi olduğuna ilişkin açıklaması
43.- Ağrı Milletvekili
Dirayet Dilan Taşdemir’in, kadınların mağduriyetine, kadınların coronada
birlikte güçlü ve birbirinin güvencesi olduğuna ilişkin açıklaması
44.- Batman Milletvekili Ayşe
Acar Başaran’ın, erkek şiddeti geçen yılın aynı ayına oranla yüzde 38 artmışken
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının neler yaptığını öğrenmek
istediklerine ilişkin açıklaması
45.- Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı Emrullah İşler’in, Ankara Milletvekili
Yıldırım Kaya’nın görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü
üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
46.- Çanakkale Milletvekili
Bülent Turan’ın, Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya’nın görüşülmekte olan 212
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde CHP Grubu adına yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
47.- Ankara Milletvekili
Yıldırım Kaya’nın, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
48.- Siirt Milletvekili Meral
Danış Beştaş’ın, ceza infaz yasa teklifinin televizyon yayını olmadan Genel
Kurulda görüşüldüğüne, serbest bırakılanlara değil içeride tutulanlara itiraz
ettiklerine, İş Kanunu’na ve mevzuata aykırı işten çıkarmaların önlenmesi, PTT
çalışanlarının mağduriyetinin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
49.- Çanakkale Milletvekili
Bülent Turan’ın, Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel’in görüşülmekte olan 212
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
50.- Ankara Milletvekili
Yıldırım Kaya’nın, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadalerine ilişkin açıklaması
51.- Siirt Milletvekili Meral
Danış Beştaş’ın, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın yaptığı açıklamasındaki
bazı ifadalerine ilişkin açıklaması
52.- Mersin Milletvekili Baki
Şimşek’in, coronovirüs salgını nedeniyle tatil edilen üniversitelerin yazın
eğitime devam edip etmeyeceğinin açıklanması, değişik sebeplerle
üniversiteleriyle ilişiği kesilen öğrencilerin okullarına dönebilmesinin
sağlanması gerektiğine ilişkin açıklaması
53.- Kahramanmaraş
Milletvekili Sefer Aycan’ın, vakıfların kurdukları üniversiteler aracılığıyla
kâr amacı gütmemesi gerektiğine ilişkin açıklaması
54.- Samsun Milletvekili Bedri
Yaşar’ın, Gazeteciler Cemiyeti Dernek Başkanlarının corona virüsü salgınının
yarattığı sorunlara yönelik taleplerine ilişkin açıklaması
55.- Mersin Milletvekili Hacı
Özkan’ın, Adana Milletvekili Ayhan Barut’un doğrudan gündeme alınma önergesi
üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
56.- İstanbul Milletvekili
Arzu Erdem’in, ALES sınavları ve yurt dışı diploma denklik işlemlerinin
netleştirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
57.- Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, Ankara Milletvekili Şenol Sunat’ın görüşülmekte
olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölümü üzerinde İYİ PARTİ Grubu
adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
58.- Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, Ankara Milletvekili Şenol Sunat’ın sataşma
nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
59.- Kahramanmaraş
Milletvekili Sefer Aycan’ın, üniversitelerin eğitim, araştırma ve uygulama
merkezi olduğuna ve gücünün yaptığı yayınlarla ölçüldüğüne ilişkin açıklaması
60.- Denizli Milletvekili
Cahit Özkan’ın, Van Milletvekili Murat Sarısaç’ın görüşülmekte olan 212 sıra
sayılı Kanun Teklifi’nin 8’inci maddesiyle ilgili önerge üzerinde yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
61.- Siirt Milletvekili Meral
Danış Beştaş’ın, Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın yaptığı açıklamasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
62.- Denizli Milletvekili
Cahit Özkan’ın, Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
63.- Siirt Milletvekili Meral
Danış Beştaş’ın, Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın yaptığı açıklamasındaki
bazı ifadelerine ilişkin tekraren açıklaması
64.- Denizli Milletvekili
Cahit Özkan’ın, Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın yaptığı
açıklamasındaki bazı ifadelere ilişkin tekraren açıklaması
65.- Siirt Milletvekili Meral
Danış Beştaş’ın, 82 milyon yurttaşın bir arada, eşit ve özgür şartlarda
birlikte yaşamasını savunan bir partinin temsilcisi olduklarına ilişkin
açıklaması
66.- Siirt Milletvekili Meral
Danış Beştaş’ın, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yerinden sarf
ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
67.- İzmir Milletvekili
Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin cezalarının
artırılması yolundaki düzenleme iş birliğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine getirilerek ülkenin temel meselelerine sahip çıkıldığının
ispatlandığına ilişkin açıklaması
68.- Sakarya Milletvekili
Muhammed Levent Bülbül’ün, sağlıkta şiddetin önlenmesi amacıyla 5 siyasi parti
grubunun uzlaşması neticesinde Yükseköğretim Kanunu Teklifi’ne getirilen
düzenlemenin hayırlı olmasını temenni ettiklerine ilişkin açıklaması
69.- Siirt Milletvekili Meral
Danış Beştaş’ın, corona virüsü ve sağlıkta şiddet uygulanması nedeniyle
yaşamını yitiren sağlık emekçilerini saygıyla andığına, sağlıkta şiddetin
önlenmesi amacıyla getirilen düzenlemede bütün partilerin imzasının olmasıyla
tarihî bir an yaşandığına ve sağlığın ticari hizmet olmaktan çıkarılması
gerektiğine ilişkin açıklaması
70.- Sakarya Milletvekili
Engin Özkoç’un, konunun Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları
olması hâlinde nasıl bir araya gelindiğinin tüm dünyaya gösterildiğine, birlik
ve beraberlik içerisinde ülkenin toplumsal barışını sağlayacak mesajların
verilebileceğine inandığına ilişkin açıklaması
71.- Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, bir nefes sıhhatin ruhumuzda ve bedenimizde devamı
yönünde emek sarf eden sağlık ordusuyla ilgili önemli bir düzenlemeye 5 siyasi
parti tarafından imza atıldığına, corona virüsü nedeniyle vefat eden başta
doktorlar ve sağlık çalışanları olmak üzere vatandaşlara Allah’tan rahmet
dilediğine ilişkin açıklaması
72.- Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı Emrullah İşler’in, Yükseköğretim Kanunu
Teklifi görüşülürken sağlıkta şiddetin önlenmesi amacıyla 5 siyasi partinin
katkısıyla hazırlanan düzenlemenin de kabul edildiğine, şiddete maruz kalarak
vefat eden doktorlara Allah’tan rahmet, Covid-19 salgınında mücadele veren sağlık
çalışanlarına başarılar dilediğine ilişkin açıklaması
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri
1.- İYİ PARTİ Grubunun, Grup
Başkan Vekili İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu tarafından,
coronavirüs salgınıyla mücadelede 20-65 yaş kapsamında dağıtılacağı açıklanan
cerrahi maske dağıtımındaki sorunların çözümü amacıyla 14/4/2020 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14 Nisan 2020 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
2.- HDP Grubunun, Diyarbakır
Milletvekili Semra Güzel ve arkadaşları tarafından, corona virüsü testlerinin
illere göre dağılımının ne olduğu, bu dağılımın hangi kıstaslara göre
yapıldığı, sağlık politikaları kapsamında bölgeler arası bir ayrımcılığın olup
olmadığının araştırılması amacıyla 11/4/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 14 Nisan 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
3.- CHP Grubunun, Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl ve arkadaşları tarafından, devlet kaynaklarının
haksız kullanımının önüne geçilmesi, iktidara yakınlığıyla bilinen dernek ve
vakıflara aktarılan paraların akıbetinin tespiti amacıyla 14/4/2020 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14 Nisan 2020 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
4.- AK PARTİ Grubunun, Genel
Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; 212 sıra sayılı Kanun
Teklifi’nin 48 saat geçmeden Gündem’in “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler” kısmının 1’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
İçtüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde
görüşülmesine ilişkin önerisi
B) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Danışma Kurulunun, Genel
Kurulun 15 Nisan 2020 Çarşamba günkü birleşiminin saat 16.00’da başlamasına
ilişkin önerisi
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Ağrı Milletvekili Dirayet
Dilan Taşdemir’in, Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın HDP grup önerisi
üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Ankara Milletvekili Şenol
Sunat’ın, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yaptığı açıklaması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL
KURULA SUNUŞLARI
A) Önergeler
1.- Adana Milletvekili Ayhan
Barut’un, (2/2015) esas numaralı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/75)
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Ardahan Milletvekili Orhan Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778)
ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212)
X.- YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- Eskişehir Milletvekili
Arslan Kabukcuoğlu’nun, maden ihracatında koronavirüsün etkilerinin
azaltılmasına ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı
(7/26733)
2.- Mersin Milletvekili Alpay
Antmen’in, 2010-2020 yılları arasında açılan, icra takibi başlatılan ve kapanan
iş yeri verilerine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı
(7/26884)
3.- Mersin Milletvekili Alpay
Antmen’in, 2003-2020 yılları arasında ithal edilen peyzaj bitkileri ile zirai
ürünlere ve bunların maliyetlerine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar
Pekcan’ın cevabı (7/26976)
4.- Şanlıurfa Milletvekili
Aziz Aydınlık’ın, Covıd-19 salgını nedeniyle alınacak ekonomik tedbirlere ve
bankalara olan borçların ertelenmesi önerisine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı
Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/26979)
5.- Kırklareli Milletvekili
Türabi Kayan’ın, nitrat gübresine yapılan zamma ilişkin sorusu ve Ticaret
Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/27104)
6.- İzmir Milletvekili
Tacettin Bayır’ın, daha önce koronavirüs şüphesi nedeniyle kapatılan bir limana
İtalya’dan gelen malların indirilmesi için karantinadaki personelin tekrar
çağrıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı
(7/27106)
14 Nisan 2020 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nimetullah ERDOĞMUŞ
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL
(Kütahya), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85’inci
Birleşimini açıyorum.(x)
Toplantı yeter sayısı vardır.
Gündeme geçmeden önce 3 sayın milletvekiline gündem
dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, coronavirüs sebebiyle
esnaflarımızın yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri hakkında söz isteyen
Aksaray Milletvekili Ramazan Kaşlı’ya aittir.
Buyurunuz Sayın Kaşlı. (MHP sıralarından alkışlar)
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Aksaray Milletvekili Ramazan Kaşlı’nın, coronavirüs salgını sebebiyle
esnafların yaşadığı sorunlara ve çözüm önerilerine ilişkin gündem dışı konuşması
RAMAZAN KAŞLI (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin içinde bulunduğu bu zorlu zamanda hepimizin ortak
amacı vatandaşlarımızın sağlığını korumak ve bu süreci en az zararla
atlatmaktır. Bunun için vatandaşlarımıza “Evde kal.” çağrısı yapılarak virüsün
yayılmasını engellemek amaçlanmaktadır. Ancak bu durum, beraberinde,
kepenklerini açamayan, açsa da siftah yapamadan dükkânını kapatan esnafımıza
çok ciddi ekonomik sorunlar doğurmuştur. Bu süreçte yapılan birçok devlet
desteği esnafımızın sorunlarını bir nebze de olsun hafifletmiştir. Ekonomimizin
temel yapı taşı olan esnafımıza yapılan bu destekler için Hükûmetimize teşekkür
ediyorum.
Bunun yanında, özellikle küçük esnafımızı
kaybetmemek için, sağlık alanında olduğu gibi bütün esnaf kesimlerinin
temsilcilerinden oluşan bir ekonomik kurul oluşturulmalıdır. Bakkaldan manava,
pastaneden berbere, giyimden taşımacılık sektörüne kadar sayısız alanda
faaliyet gösteren yaklaşık 2 milyon esnafımız, ya işletmelerini kapatmak
zorunda kaldı ya da satışlarında azalma meydana geldi. Bu durum da hem esnafın
ailesinin hem de yanında çalışanların günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecek
gelirden mahrum kalmalarına sebep oldu. Bu nedenle, tüm esnafımıza nefes
aldıracak önemli bir ekonomik destek paketi hazırlanmalıdır. Esnafımız bu süreçte
krediye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Kredi almak için
bankaya başvuru yapan esnafımız karşısına sicil engeli çıktığından ihtiyaç
duyduğu krediyi alamamaktadır. Özellikle KGF kredisinden yararlanmak isteyenler
de farklı sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu konuda, esnafımızın geleceği için,
acilen bir sicil düzenlemesi yapılmalıdır. Zorlayıcı şartlar ortadan
kaldırılarak faizsiz ve en az bir yıl geri ödemesiz kredi imkânı verilmelidir.
Ülkemizde etkisini mart ayının başında göstermeye
başlayan salgın sebebiyle mart ayı ödemelerini kredi kullanarak yapan
esnafımızın nisan ve mayıs ödemeleri en az üç ay süreyle faizsiz olarak
ertelenmelidir. Virüsle mücadele kapsamında şehir içi ve şehirler arası
yolculuğun kısıtlanması sonucunda yolcu taşıma sayısı bir anda düşen halk
otobüsü, şehirler arası otobüs, dolmuş, servis aracı gibi taşıma sektöründeki
esnafımızın da mağduriyeti göz ardı edilmemelidir. Şoför esnafımızın kullandığı
akaryakıttan vergi alımı en azından bu süreçte durdurularak gerekli destek
verilmelidir. Ayrıca, taşıma sektöründeki birçok esnafımız araçlarını kredi
çekerek veya çek senet düzenleyerek almışlardır. Şu an iş yapamaz durumda olan
bu toplu taşıma esnaflarımızın borçlarının ödenmesinde kolaylıklar
sağlanmalıdır.
İŞKUR istatistiklerine göre, salgının etkili olduğu
mart ayında İŞKUR’a kayıtlı işsiz sayısı bir önceki aya göre 223.323 kişi
birden artarak 3 milyon 675 bine yükselmiştir. Özel sektörde çalışıp süresiz ve
ücretsiz olarak çıkartılan işçiler bu artışın ana sebeplerinden biridir. Hazine
ve Maliye Bakanımız bu konumdaki işçilere 1.170 TL’lik aylık ücret verileceğini
açıkladı ancak bu kardeşlerimizin mevcut kredi borçlarının ve taksitlerinin de
üç ay süreyle faizsiz olarak ertelenmesi en önemli taleplerindendir.
Tarım sektörü de bu salgın sebebiyle olumsuz
etkilenmiştir. Tarım ve Orman Bakanımıza, çiftçiye yapılan destek ödemeleri
için ve tohum desteği düzenlemesi kapsamında memleketim olan Aksaray’ın da bu
21 ilin içerisinde yer almasından dolayı teşekkür ediyor, ayrıca yem
fiyatlarında indirim yapılmasını talep ediyorum.
Devlet kurumlarımız ile vatandaşlarımız arasında
köprü görevi sağlayan, vatandaşlarımıza ulaşamadıkları ilaç ve temel gıda
gereksinimlerini sağlamaya çalışan muhtarlarımıza da buradan teşekkür ediyor ve
en az birer maaş tutarında ekonomik bir destek sağlanmasını talep ediyorum.
İçinden geçtiğimiz bu zor günleri, liderimiz Sayın
Devlet Bahçeli Bey’in de ifade ettiği gibi, millî dayanışma duygularını teşvik
ederek, yardımlaşma hissiyatını harekete geçirerek aşacağımıza yürekten
inanıyorum. Ayrıca, bu süreçte üstün bir gayret ve fedakârlıkla gece gündüz
görev başında olan sağlık çalışanlarımıza, güvenlik mensuplarımıza bir kez daha
teşekkür ediyor ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Gündem dışı ikinci söz, olası bir gıda
krizine karşı alınacak önlemler hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Kadim
Durmaz’a aittir.
Buyurun Sayın Durmaz. (CHP sıralarından alkışlar)
2.-
Tokat Milletvekili Kadim Durmaz’ın, olası bir gıda krizine karşı alınacak
önlemlere ilişkin gündem dışı konuşması
KADİM DURMAZ (Tokat) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen aziz milletimiz; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, her hafta,
dünyadaki gelişmeleri takip edip bu krizler sonrası, yaşadığımız dünyada büyük
bir kıtlıkla karşı karşıya kalacağımız konusunda uyarılar yapmaktadır. 2017
yılında yapılan araştırmalara göre, dünya genelinde yaklaşık olarak 124 milyon
insanın açlıkla yaşadığını hepimiz biliyoruz. Önceliğimiz, bu uyarıları dikkate
alıp üretimi güçlendirmek olmalıdır.
Coronavirüs salgınıyla mücadele ettiğimiz
bugünlerde, tohumlar ve fideler de toprakla buluşmaya hazırdır. Tarım sektörü,
stratejik de önem arz eden bir gündedir. Özellikle, bir aylık ekim sezonunu,
toprakla fideyi, tohumu buluşturma sezonunu gözden kaçırdığımızda, bilesiniz,
bir yıllık mahsulü ve üretimi de beraberinde kaybediyoruz. Üretmezsek
beslenemeyiz; üretmezsek tüketemeyiz; üretemezsek kıtlık ve açlık içinde yaşar,
kısacası nesillerin yaşamını tehlikeye atarız.
Son yirmi yılda, ülkemizde 3,5 milyon hektar
işlenebilir tarım arazisinin tarım politikasızlığı sonucu terk edildiğini
hepinize hatırlatmak isterim. İşte, bu durum, AK PARTİ’nin “Üretim, köylü ve
tarımla işim olmaz.” deyişinin aleni bir göstergesidir.
Düşünün, Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi
açıklanıyor iktidar tarafından; içinde köylü yok, tarım yok, üretim yok. Covid
salgını sonrası için, acilen, ziraat odalarının, üretici birliklerinin, ziraat
ve gıda mühendislerinin ve veteriner hekimlerin de içinde olduğu acil bir
konseyin derhâl oluşturulup çalışmalara başlaması lazımdır. Yani tarımsal
üretim seferberliği ilan etmekte geç kalıyoruz.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerine baktığımızda,
sanayinin yanında tarımda da 1’inci ülkeler olduğunu görmekteyiz; ikisi olmadan
asla olmaz. AK PARTİ hükûmetleri on sekiz yılda tarımı ithalata dayalı bir
sisteme bağladı; tarımsal üretimi, köylüyü ithalata ne acı ki kurban etmiştir.
Sonuçta, tarım ürünlerini ihraç eden bir Türkiye'den, tarım ürünlerini ithal
eden bir Türkiye'ye gelindi. Bu durum AK PARTİ iktidarının övüneceği, ne acı
ki, bir eseridir. Türkiye'de tarımsal üretim sorunu var, tarım politikası ne
acı ki yok.
Salgınla mücadele için, üretim için de dayanışmaya
ihtiyacımız olduğu bugünlerde özellikle şunu iyi bilmeliyiz: Bu bir aylık
sezonu kaçırırsak bir yıllık mahsulü, beraberinde üreticiyi ve çiftçiyi de
kaybederiz. Üretmezsek beslenemeyiz, tüketemeyiz; üretmezsek kıtlık ve açlık
içinde yaşarız. Atatürk'ün “Milletin efendisidir.” dediği köylü, ne acı ki, AK
PARTİ iktidarında perişan edilip, o doğduğu toprakları terk edip göçe
zorlanmıştır.
Üzülerek ifade ediyorum ki ülkemizde de gıda krizi
kaçınılmazdır; çiftçi üretmezse bu da bizim kapımızdadır. Öncelikle çiftçinin,
köylünün ve üreticinin güvenli bir şekilde üretmesi için acil teşvikler
getirilmelidir. Çiftçi, üretici olarak devletine güven duymalıdır. Acilen,
çiftçinin Ziraat Bankasına, Tarım Kredi Kooperatiflerine ve diğer bankalara
olan borçları, faizsiz, 2021 yılı sonuna kadar ertelenmelidir. 25 bin TL’ye
kadar olan çiftçi borçları sübvanse edilip silinmelidir. Üretimi artırmak için
çiftçiye ÖTV ve KDV’siz mazot desteği verilmelidir. Tarımsal sulamada 2020 yılı
için elektrik bedeli alınmayıp var olan borçları 2021 yılı sonuna kadar faizsiz
ertelenmelidir. 2019 ve 2020 yılı destekleme ödemeleri tüm illerimizde derhâl
yerine getirilmelidir. Bitkisel ve hayvansal ürünler acilen, havza bazlı destek
planıyla desteklenmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın.
KADİM DURMAZ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın
Başkanım.
İyi tarım uygulamaları, kooperatifler ve organik
tarım destekleri sürdürülmeli, acilen tarımsal ekonomik destek paketi
açıklanmalıdır. Son bir ayda 3 defa zam gören yem acilen destek profiline
alınmalıdır. Nisan-Mayıs dönemine ait ekim ve dikim acilen gündeme alınmalı,
üreticiye güven verilmeli, taban fiyat ve alım güvencesi bir an önce
açıklanmalıdır. Köylünün toprağı işlediği traktörü asla haczedilmemelidir. Çiftçinin
BAĞ-KUR, SGK borçları 2021 yılı sonuna kadar faizsiz ertelenmelidir. Toprak
Mahsulleri Ofisi, buğday başta olmak üzere, 2020 yılı taban fiyat alım
garantisi verip acilen de bedellerini açıklamalıdır. Atatürk’ün söylediği gibi
“Toprak o kadar cömert ki dökülen her damla alın terinin karşılığını verir.”
“Türk köylüsü, efendi yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselemez.”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
KADİM DURMAZ (Devamla) – Yine, millî ekonominin
temeli ziraattır. Bunun içindir ki ziraatta kalkınma en büyük önceliğimizdir.
Eğer milletimizin çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya milletleri olarak
yeryüzünde olmayacaktık diyorum ve diyorum ki: Elden
alınan öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Gündem dışı
üçüncü söz, Şanlıurfa’nın düşman işgalinden kurtuluş yıl dönümü münasebetiyle
söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Halil Özşavlı’ya aittir.
Buyurun Sayın Özşavlı.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
3.-
Şanlıurfa Milletvekili Halil Özşavlı’nın, 11 Nisan Şanlıurfa’nın düşman
işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
HALİL ÖZŞAVLI
(Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan
önce, ülkemizde coronavirüs salgını nedeniyle hayatını kaybedenlere Allah’tan
rahmet, tedavisi hâlen devam eden hastalara da acil şifalar diliyorum.
Bununla birlikte,
dünyayı kasıp kavuran bu pandemiye karşı ilk günden beri gecesini gündüzüne katarak
mücadele eden Cumhurbaşkanımıza, Sağlık Bakanımıza ve tüm sağlık emekçilerine
şükranlarımı sunuyorum.
Bu salgın karşısında
dünyanın süper güçlerinin, en zengin ve en gelişmiş Avrupa ülkelerinin bir bir
yenik düştüğünü, vatandaşlarının, her gün binlerce vatandaşının öldüğünü, göz
göre göre öldüğünü ve hiçbir şey yapamadığını gördüğümüz bugünlerde ülkemiz,
Hükûmetimizin aldığı etkin tedbirler sayesinde, vatandaşlarımızı bu pandemiden
en az zararla, en az zayiatla kurtarmanın mücadelesini vermektedir.
Bir kez daha ve hep
birlikte, muhtaç bir Türkiye yerine muktedir bir Türkiye’ye, askerî ve siyasi
alanda ise mağlup bir Türkiye yerine muzaffer bir Türkiye’ye tanıklık ediyor ve
bunun haklı gururunu yaşıyoruz. Bu gururu bize yaşatan AK PARTİ’ye ve onun liderine
tekrar teşekkür ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçtiğimiz cumartesi günü yani 11 Nisan günü Urfa’nın düşman
işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yıl dönümüydü. Bu münasebetle gündem dışı söz
almış bulunuyorum.
Urfa, sahip olduğu mümbit araziler, sağlık kokan
iklimi ve manevi kimliğiyle Güneydoğu’nun nadide bir incisi, cennet vatanımızın
müstesna bir köşesidir. Hazreti Adem’in çiftçilik yaptığı, Hazreti İbrahim,
Hazreti Eyüp, Hazreti Şuayb, Hazreti Elyesa gibi peygamberlerin yaşadığı Urfa,
peygamberler diyarıdır. Hatta Hristiyanlar, Hazreti İsa’nın mendilinin
Şanlıurfa’da bulunmuş olmasından ötürü Urfa’ya “Diyarımesih” derler. Urfa’nın
mazisi tarih öncesi devirlere kadar gider. Öyle ki, meşhur Arap tarihçisi Ebül
Ferec’e göre Urfa, Nuh Tufanı’ndan sonra tekrar inşa edilen 7 yerin en önemlisi
ve ilkidir. Bununla birlikte, Göbeklitepe, Urfa’nın mazisinin en az 12 bin yıl
kadar eskiye gittiğini bize ispatlamıştır. Tarih boyunca Abbasiler, Hamdaniler,
Nümeyriler, Haçlılar Urfa’da medeniyet kurmuşlardır. Urfa’nın İslam’la müşerref
olması Hazreti Ömer döneminde, 637 tarihindedir. Urfa’daki ilk Türk
hâkimiyetiyse Selçuklular zamanında, 11’inci yüzyılda olacaktır. Akabinde,
nihayet 1517’de, Yavuz Sultan Selim döneminde Urfa, Osmanlıların hâkimiyetine
girecek ve inşallah bir daha da asla Türk hâkimiyetinden çıkmayacaktır.
1918’de Birinci Dünya Savaşı sona erince, Urfa önce
İngilizlerin sonra da Fransızların işgaline uğradı. Fransızlar işgal günlerinde
bir yandan Urfa halkına her türlü zulmü reva görürken bir yandan da işgali
kalıcı kılmak için bölgedeki aşiret reisleriyle, liderlerle görüşmeler
sürdüreceklerdir fakat Urfa halkını asla satın alamayacaklardır. Tam da
bugünlerde Mustafa Kemal Atatürk, Urfa Müftüsü’ne, zaman kaybetmeden çektiği
bir telgrafla “Millî örgütlenişi genişletin, her türlü haksızlığı protesto ve
icabında fiilen reddedin.” diyerek bağımsızlık mücadelesinin fitilini
ateşleyecektir. “12’ler” diye bildiğimiz, Urfa’daki 12 muteber kişinin
önderliğinde Ocak 1920’de başlayan mücadele, direniş Nisan ayında başarıya
ulaşacak ve Urfa, 11 Nisan günü düşman işgalinden kurutulacaktır.
1984 yılında Urfa’ya, o dönem Urfa Milletvekili
Osman Doğan ve arkadaşlarının teklifiyle Millet Meclisi tarafından “şanlı” ismi
verilecek ve Urfa, Şanlıurfa olacaktır. Aynı şekilde 2016’da bu Gazi Meclis,
Urfa’yı İstiklal Madalyası’yla taltif edecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALİL ÖZŞAVLI (Devamla) – Bir dakika daha rica
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
HALİL ÖZŞAVLI (Devamla) – Kadim bir maziye sahip
olan Urfa, hem bir tarih ve turizm hem de bir gastronomi şehridir.
Hepinizi ve tüm halkımızı Hazreti İbrahim’in doğduğu
mağarayı, Balıklıgöl’ü, Mevlidi Halil Camisi’ni, Hazreti Eyüp Peygamber’in
sabır makamını, Harran evlerini, Göbeklitepe’yi, Şuayıpşehri’ni, Halfeti’deki
saklı cenneti, Siverek’teki Takoran Vadisi’ni görmeye davet ediyorum. Hele hele
Viranşehir’de bulunan Bizans döneminden kalma dikmeler, Şemun Manastırı, Çemdin
Kalesi, Hazreti Eyüp ve Elyesa Türbeleri ile bugün dünyanın en büyük devlet
üretme çiftliği olan –TİGEM, Ceylânpınar ilçemizde bulunur- TİGEM arazilerini
ve bu arazilerde yetiştirdiğimiz ceylanları mutlaka görmeniz gerektiğini
düşünüyorum.
Sözlerimi bitirirken 2019 yılını “Göbeklitepe Yılı”
olarak ilan eden ve geçtiğimiz hafta bir video mesajla Urfalı hemşehrilerimizin
11 Nisanını tebrik eden Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Nimetullah Erdoğmuş’un, 11 Nisan
Şanlıurfa’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yıl dönümünü kutladığına
ilişkin konuşması
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, ben de Urfa
Milletvekili olarak bir de Meclis Başkan Vekili sıfatıyla Divan adına,
Şanlıurfa’nın 11 Nisanda düşmandan kurtuluşunun 100’üncü yılını aynı hassasiyet
ve duygularla kutluyor ve o uğurda yaşamını kaybedenlere Yüce Allah’tan rahmet
diliyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi, sisteme giren ilk 20
milletvekiline yerlerinden birer dakika süreyle söz vereceğim.
Sayın Şeker…
V.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
başkanlığında Covid-19 pandemisi sürecinin başarıyla yürütüldüğüne, dünyanın
süper güçlerine malzeme desteğinde bulunulduğuna ilişkin açıklaması
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli milletvekilleri, dünyayı saran coronavirüs
en büyük ekonomiye sahip ülkeleri bile 30 kuruşluk maskeye muhtaç ederken
Cumhurbaşkanımızın başkanlığında ülkemiz, bu küresel sınavı başarıyla
yürütürken dünyanın süper güçleri de dâhil olmak üzere onlarca ülkeye karşılıksız
malzeme desteği veriyor.
Sağlık altyapımızın güçlü, sağlık çalışanlarımızın
özverili olması verilen hizmetin kalitesini artırırken ölüm hızının
yavaşlamasına ve iyileşme oranının hızla artmasına sebep oluyor. Hükûmetimiz
ihtiyaç sahiplerine karşılıksız ve uygun şartlarda destek verirken,
belediyelerimiz şov ve reklam yapmadan, kendi bütçeleriyle ihtiyaç sahiplerine
destek oluyor.
Milletimize ve dünyaya verilen bu hizmetler
nedeniyle Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, güçlü sağlık
sistemimizi oluşturan başta AK PARTİ hükûmetlerinin ilk Sağlık Bakanı Profesör
Doktor Recep Akdağ’a ve görev yapmış olan bütün Sağlık Bakanlarımıza teşekkür
ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – “Büyüksün Türkiye” diyorum, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Akın…
2.-
Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, salgın nedeniyle görevlerini zor şartlar
altında sürdürmek zorunda kalan yerel basının mağduriyetlerinin giderilmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
AHMET AKIN (Balıkesir) – Sayın Başkan, halkın
sağlığını korumak için her kesim çaba gösteriyor. Sağlık çalışanlarımız,
polislerimiz, muhtarlarımız, belediye çalışanlarımız gibi önemli bir kesim de
sahada çalışan gazetecilerimizdir. Salgın nedeniyle özellikle yerel basınımız
zor şartlar altında görevini sürdürmek zorunda kalıyor. Halkın bu süreçte doğru
olarak bilgilendirilmesi, alınan önlemlerin halka ulaştırılmasında en ön
saftalar.
Yerel basınımızın çok acil desteğe ihtiyacı var.
Hayatlarını tehlikeye atarak görev yapan gazeteciler ve medya çalışanları
ücretlerini sağlıklı olarak alamıyorlar. Yerel gazetelerimizin,
gazetecilerimizin ekonomik koşullarına yönelik önlemlerin acilen alınması
gerekiyor. Bunun için, Basın İlan Kurumu ve devletin ilgili, yetkili birimlerini
acil olarak göreve çağırıyorum. Unutmayalım ki yerel basınımız salgınla
mücadelede halk ile yöneticiler arasında bir köprüdür.
BAŞKAN – Sayın Demir…
3.-
İstanbul Milletvekili Mustafa Demir’in, Covid-19 pandemisi sürecinde birçok
ülkede kaos yaşandığına, yardım talep eden 39 ülkeye cerrahi maske, tulum ve
N95 maskesi gönderildiğine ve Türkiye’nin örnek gösterildiği bir dönemde
muhalefetten hakkaniyetli olmalarını beklediklerine ilişkin açıklaması
MUSTAFA DEMİR (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Coronavirüs dünyayı etkisi altına almış, bu
mücadelede birçok ülke teknolojisi, zenginliği ve gücüne rağmen kaosa
girmiştir. Bu süreçte 93 ülke bizden yardım istemiş, “Minnet sahibinin
ihtiyacını görmek, dost kapısının anahtarıdır.” düşüncesiyle bu ülkelerden 39’una
cerrahi maske, tulum ve N95 maskesi gönderilmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü Direktörü “Türkiye’nin
sergilediği dayanışma tüm dünyaya örnek olmalıdır.” derken, NATO Genel
Sekreteri, ülkemizin İtalya ve İspanya’ya yardım göndermesinin ittifak
dayanışmasının açık bir göstergesi olduğunu belirtirken, İngiltere’den,
Kosova’dan, İspanya’dan ve birçok ülkeden teşekkür mesajları gelirken, İsrailli
gazeteci Stein’ın Twitter hesabından “Bunu yazdığıma inanamıyorum ama Erdoğan’ı
örnek almalıyız.” dediği bir dönemde biz muhalefetten sadece ve sadece
yabancılar kadar hakkaniyetli olmalarını bekliyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz…
4.-
Düzce Milletvekili Ümit Yılmaz’ın, yerel medyanın coronavirüs salgını nedeniyle
yaşadığı mağduriyetlerin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
ÜMİT YILMAZ (Düzce) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Zaten zor günler geçiren ve ayakta kalmaya çalışan
sektörlerin başında gelen yerel medya coronavirüs salgınıyla beraber iyice
nefes alamaz hâle gelmiştir. Yerel gazetecilerle yaptığımız görüşmelerde,
kendilerinin de Covid-19 salgınından etkilendiklerini ve faaliyetlerine devam
edebilmek adına devletten sorunlarına çözüm olması için adım atmasını
beklediklerini ifade ettiler. Özellikle yerel medya şirketlerinin KOBİ
kapsamında değerlendirilerek Kredi Garanti Fonu imkânlarından
faydalandırılması, SGK ve vergi borçlarının ötelenmesi, belediye ve il genel
meclisi ve encümen kararlarının yerel gazetelerde yayınlanmasının zorunlu
olması, valilik duyurularının resmî ilan kapsamında değerlendirilip yerel
medyadan duyurulması, dijital dönüşüme ve teknolojik altyapıya yapılacak
yatırımların düşük faizle kredilendirilmesi ve destek verilmesi gibi
taleplerinin karşılanmasını yerel gazetecilerimiz acilen beklemektedirler diyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
5.-
İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, corona virüsün neden olduğu vaka
sayısının hızla arttığı İstanbul ilinde vatandaşların uyarılara dikkatle riayet
etmesi, iktidarın kalıcı ekonomik tedbirleri hızla alması ve gerekli
düzenlemelerin Meclisin gündemine getirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Yaşadığımız salgın hastalıkla ilgili vaka sayısının
giderek arttığı ve artış hızının yüksek olduğu İstanbul’da vatandaşlarımızın
yapılan uyarılara kendi koşullarında dikkatle uymaları çağrısında tekrar tekrar
bulunmak istiyorum. Sürecin hızla kontrol altına alınmasının koşulu evde kalmak
zorunluluğuysa, iktidarın da sorumluluğu, vatandaşlarımızın ekonomik anlamda
destekleri konusunda, çalışma yaşamı ve çalışmak zorunda olan işçi ve işveren
açısından var olan sorunları ve kaygıları, belirsizlikleri -ki uzun sürecek-
olan bu sürece daha hazırlıklı ve kalıcı tedbirleri hızla almaktır. Ancak, bir
aydan fazla süre geçmesine rağmen, haftalardır zor koşullarda çalışan Genel
Kurulun gündemi bu değildi. Gündem, af, rüşvetçiler, çeteler, dolandırıcılar,
şiddet suçluları oldu maalesef.
BAŞKAN – Sayın Sümer…
6.-
Adana Milletvekili Orhan Sümer’in, 18 Martta ataması yapılan öğretmenlerin
mağduriyetlerinin giderilebilmesi için görevlerine başlatılması gerektiğine
ilişkin açıklaması
ORHAN SÜMER (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Eğitim, AK PARTİ iktidarında yapboz tahtasına
dönüştürüldü. Yıllardır yaşanan plansızlık nedeniyle atanamayan yüz binlerce
öğretmen artık toplumsal bir sorun hâline geldi. Sayın Cumhurbaşkanı 18 Martta
Koronavirüsle Mücadele Eşgüdüm Toplantısı'nın ardından 20 bin öğretmene atama
müjdesi vermişti. Bu haberi yıllardır bekleyen öğretmenler, çalışıyorlarsa
istifa ettiler, hazırlıklarını yaptılar ve beklemeye başladılar. On beş gün
içinde kararname çıkma gerekliliği olmasına karşın yaklaşık bir aydır haber
yok, ne zaman çıkacağını da kimse bilmiyor. Bir planlama yapılmadan, maliyeden
bir ödenek alınmadan mı yapıldı bu atamalar? Öyleyse bu karar neden bir müjde
olarak verildi? Atandıkları için çalıştıkları işlerinden ayrılan öğretmenlerin
şu an ne maaşları ne sigortaları var. İçlerinde ailelerini geçindirenler, borcu
olanlar, kiralarını ödeyemeyenler var. Müjde olarak açıklanan bu karar
kâbuslara neden oldu. Atanamayan öğretmenler sorunumuz vardı, şimdi de atanan
öğretmen sorunu çıktı. Her türlü haklarını kazanmış ve atanmış öğretmenler bir
an önce görevlerine başlasın diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Güneş…
7.-
Uşak Milletvekili İsmail Güneş’in, hekimlerin amacının insanlara sağlıklı yaşam
hakkını sağlamak olduğuna, coronavirüs salgınının yaşandığı dönemde asılsız
haberlerle Hükûmetin karalanmaması gerektiğine ilişkin açıklaması
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 11/4/2020 tarihinde Cumhuriyet gazetesi internet sayfasında
Ali Can Uludağ tarafından Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma
Hastanesi ortopedi servisiyle ilgili “Hastanede skandal corona ihmali. Hasta
asistan, doktor şefi tarafından çalıştırıldı, en az 7 kişiye hastalık
bulaştırdı.” diye bir haber yayınlanır. Hekimler, Hipokrat yemini içerek göreve
başlarlar ve tüm hekimlerimizin amacı insanların hasta olmasını önlemek, hasta
olanları iyileştirmek ve en kutsal hak olan sağlıklı yaşama hakkını sağlamak
olduğu hâlde bir klinik şefinin bunun aksine hareket etmesi mümkün olabilir mi?
Hasta asistanını çalıştırınca hem hastalar hem de orada çalışanları risk altına
atacağını bilmeyecek kadar bilgi, birikim ve insanlıktan uzak olabilir mi?
Hayır. Ama bu haberi hazırlayanlarda maalesef bu özelliklerin olmadığını
görüyoruz. Gaye ne? Corona salgınıyla mücadele ettiğimiz şu günlerde
Hükûmetimizin başarılı politikalarını karalamak, bir hastaneyi karalamak, özveriyle
çalışan sağlık çalışanlarımızı karalamak. Bir hekim olarak bu insafsız ve doğru
olmayan haberi yapanları kınıyor, sağlık çalışanlarımızın yanında olduğumuzu…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özkan…
8.-
Mersin Milletvekili Hacı Özkan’ın, 14-20 Nisan Şehitler Haftası’na ilişkin
açıklaması
HACI ÖZKAN (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Vatanımızı kanları, canları pahasına koruyan;
onurumuzu, bağımsızlığımızı tehdit eden, birlik ve bütünlüğümüze kasteden her
türlü kalkışmaya karşı çıkıp bu uğurda canını feda eden tüm şehitlerimize
minnet borcumuz ömür boyu ödenemez. Şehitlerimize sahip çıkmak, onları anmak ve
unutturmamak en kutsi görevlerimizin arasındadır. 14-20 Nisan Şehitler Haftası
vesilesiyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere
hain darbe girişimlerine ve her türlü terör belasına karşı bedenlerini siper
ederek millî ve manevi değerleri uğruna toprağın bağrına düşen bütün
şehitlerimizi rahmetle ve minnetle, gazilerimizi şükranla yâd ediyor,
ailelerine ve yakınlarına sağlık ve huzurlu ömürler diliyor, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Taşkın…
9.-
Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, 14-20 Nisan Şehitler Haftası’na
ilişkin açıklaması
ALİ CUMHUR TAŞKIN (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
İnancımıza göre, şehitlik ve şehadet makamı,
peygamberlikten sonra makamların en yücesidir. Şehit “Şahit olan, hazır
bulunan” demektir. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’inde “Allah yolunda
öldürülenlere ölüler demeyin, zira onlar diridirler fakat siz farkında
değilsiniz.” buyurmaktadır. Yeri ve zamanı geldiğinde canından daha mukaddes
bildiği vatanı için; millî, dinî ve manevi değerleri için dünyada ve dünyadaki
her şeyden vazgeçip canını ortaya koyan kimsedir şehit. Hazreti Ömer’in tarifiyle
şehit, kendisini Allah’a adayan kimsedir. Bu topraklarda şehitler tepesi hiç
boş kalmamıştır, kahramanlar yurdu yaşatmak için hep can vermişlerdir.
İçinde bulunduğumuz Şehitler Haftası münasebetiyle
yurdu yaşatmak için can veren tüm kahraman şehitlerimize Allah’tan rahmet
diliyorum, ruhları şad olsun, makamları cennet, dereceleri ali olsun.
Gazilerimize minnet ve şükranlarımı sunuyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Kırcalı…
10.-
Samsun Milletvekili Orhan Kırcalı’nın, Covid-19 pandemisi nedeniyle şehir
hastanelerinin gerekliliğinin anlaşıldığına ilişkin açıklaması
ORHAN KIRCALI (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Birçok ilimizde hizmet veren şehir hastanelerinin
önemi ve gerekliliği son dönemde yaşanan Covid-19 hadisesi sonrası daha iyi
anlaşılmıştır. Dünyanın birçok ülkesini etkisi altına alan yeni tip coronavirüs
salgını sonrası Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da sağlık sistemi âdeta
çökmüştür. Ülkemizde ise coronavirüsle mücadelede sahip olduğu en son
teknoloji, fiziki altyapı, nitelikli yatak kapasitesiyle sağlıkta hizmet
kalitesini en üst seviyeye çıkaran yüz akı projelerimizden şehir hastaneleri
büyük bir katkı sağlamaktadır. Gerekli tüm birimlerin ve yüksek sayıda yoğun
bakım yataklarının bulunduğu hastanelerde tanı konulan ya da şüpheli görülen
tüm vakaların tedavisi ve kontrolleri yapılmaktadır. Alanında çok sayıda
hastanenin bir arada olduğu, hizmet kalitesinin yanı sıra nitelikli insan
kaynağıyla da öne çıkan mükemmeliyet merkezlerinin adresi olan şehir hastanelerimizi
ülkemize kazandıran…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ORHAN KIRCALI (Samsun) – …Cumhurbaşkanımız Sayın
Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Kaya…
11.-
Trabzon Milletvekili Ahmet Kaya’nın, vefat eden Bağımsız Türkiye Partisi Genel
Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması
AHMET KAYA (Trabzon) – Değerli büyüğümüz, mümtaz
insan, Trabzon’umuzun evladı, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Profesör
Doktor Haydar Baş’ı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz.
Haydar Baş, ısrarla ”millî ekonomi” diyen, yerli
üretime, ekonomik bağımsızlığa ve emeğe değer verilmesi gerektiğini söyleyen
millî bir insandı. “6’ncı Filoyu kıble yapanlar Müslüman, onları kovmaya giden
Deniz Gezmişler, solcular kâfir, öyle mi? Ben bunu reddediyorum ve halkımızdan
Atatürk’ten bir gram taviz vermemelerini istirham ediyorum çünkü Atatürk
vatandır, Atatürk ruhunu kaybedersek vatanı kaybederiz. Birliğimiz, dirliğimiz,
bütünlüğümüz ancak ve ancak Atatürk’le sağlanabilir, başka bir alternatifi
yoktur.” sözlerini her zaman hatırlayacağız. “Benim yaptığım, Allah’a en güzel
kul olan Atatürk’ü anlatmaktır.” dediği ve imzalayarak bana da hediye ettiği
“Hoş Geldin Atatürk” kitabını herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Kabri
nurlarla dolsun, mekânı cennet olsun, hepimizin başı sağ olsun.
BAŞKAN – Sayın Ödünç…
12.-
Bursa Milletvekili Atilla Ödünç’ün, 14-20 Nisan Şehitler Haftası’na ilişkin
açıklaması
ATİLLA ÖDÜNÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bizde vatan sevgisi en asil, en yüce sevgilerden biridir.
Gerektiğinde vatan için savaşmak vatan sevgisinin bir tezahürüdür. Bizler vatan
uğrunda kanlarıyla destanlar yazan şehitler ve gazilerle dolu bir milletin
çocuklarıyız. Ecdadımızın bu vatan topraklarını bizlere nasıl emanet ettiğinin
bilinci ve şuuru içerisindeyiz. Var olma mücadelemizin yegâne sahibi,
vatanseverliğiyle gurur duyduğumuz gazi ve şehitlerimiz “Canı, cananı, bütün
varımı alsın da Hüda / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.” diyerek
değerlerimize sahip çıkan ve mukaddes vatan toprakları için canlarını seve seve
vererek milletimizin kaderini değiştiren aziz şehitlerimize minnettarız. Şehit
ve gazilerimize olan borcumuzu gelecek nesillere tam bağımsız, daha güçlü bir
Türkiye bırakmak için var gücümüzle çalışmakla öderiz.
Bu duygu ve düşüncelerle Kurtuluş Savaşı’nda,
Çanakkale’de, 15 Temmuzda şehit olan aziz milletimizin evlatlarını, kahraman
gazilerimizi minnet ve saygıyla anıyor, aziz milletimizin Şehitler Haftası’nı
kutluyorum.
BAŞKAN – Sayın Aydemir…
13.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’in, Ceza İnfaz Kanunu’nun halkın talebi ve
ülkenin ihtiyaçlarına mebni olduğuna ilişkin açıklaması
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Efendim, bir düşünür
“Vicdan, herkesin komşusunu dövmek için aldığı, kendine karşı kullanmadığı
bastonlara benzer." diyor. Doğru söylüyor. Yedi gün süren infaz yasa
çalışmaları esnasında bunu teyit eden onlarca görüntüye şahit olduk. Hep altını
çiziyoruz ki buradaki her düzenleme halkın talebi ve ülkemiz ihtiyacına
mebnidir. İnfaz yasası buna son örnek. Hâl bu olunca bizim için vicdan Cenab-ı
Hakk’ın latif seslenişi olarak tarif buluyor. Suç örgütü kuranlar veya
yönetenlerin cezasının dörtten sekiz yıla çıkarılması bu tanıma bir misal. Bir
başkası, ocaklar batıran tefecilerin iki yıldan altı yıla kadar hapis ve beş
yüz gün adli parayla cezalandırılmaları. Teröristlere, hainlere dönük
affetmeyen yaklaşım ise en alası. Şükür, Cumhur İttifakı olarak irademize
hâkim, vicdanımıza esir tarzda hareket ettik, hayır, uğur getirsin inşallah.
BAŞKAN – Sayın Katırcıoğlu…
14.-
Kocaeli Milletvekili Radiye Sezer Katırcıoğlu’nun, Millî Teknoloji Hamlesi’nde
yerli, millî ve özgün atılımları önemsediklerine, geleceğin teknolojide olduğu
bilinciyle hareket eden AK PARTİ Hükûmeti ve lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın Türkiye’nin başında olmasının en büyük şans olduğuna ilişkin
açıklaması
RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Sayın Başkan,
Millî Teknoloji Hamlesi yediden yetmişe bir toplumsal sahiplenme ve seferberlik
ruhuyla ancak hayata geçirilebilir. Toplumun tüm fertlerinin ortak bir ideal ve
heyecanla bu ülkenin gücüne ve geleceğine olan inancı Millî Teknoloji
Hamlesi’nin zeminini oluşturmaktadır. Millî Teknoloji Hamlesi’nde hem yerli hem
millî hem de özgün atılımları önemsemekteyiz. Bu kavramları ulusal
menfaatlerimizi koruyarak kalkınmanın anahtarı olarak görmekteyiz. Bu ideali
gerçekleştirmek için gerekli altyapı son on beş yılda büyük ölçüde kurulmuştur.
Türkiye, 250 üniversite, 1.200 AR-GE, 350 tasarım merkezi, 84 teknoloji
geliştirme merkezi, 153 bin AR-GE personeli, 112 bin araştırmacısıyla güçlü bir
altyapıya sahiptir. Bu dönemde yapılan toplam 177 milyar TL AR-GE yatırımının
yüzde 48’i özel sektör, yüzde 42’si üniversite, yüzde 10’u kamu kurumlarına
aittir. Geleceğin teknolojide olduğu bilinciyle Türkiye’nin ve Türk milletinin
en büyük şansı, bu dönemde AK PARTİ Hükûmeti ve lideri Cumhurbaşkanımız Recep
Tayyip Erdoğan’ın başımızda olmasıdır. Allah başımızdan eksik etmesin.
BAŞKAN – Sayın Kılavuz…
15.-
Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un, temeli tarım olan Türk ekonomisinde
ihracat yasağının çiftçilerin mağduriyet yaşamasına sebep olduğuna ilişkin
açıklaması
OLCAY KILAVUZ (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Mersin’imiz Türkiye’nin en büyük tarım bölgelerinden
biridir. Muz, domates, limon, narenciye başta olmak üzere birçok tarımsal
üründe öncü bir şehrimizdir. İhracat yasağı, çiftçimizi birçok sorunla karşı
karşıya bırakmış, mağduriyet yaşamasına sebep olmuştur. Çiftçilerimize yönelik
çalışmalar yapılması, üreticilerimize rahat bir nefes aldıracaktır. Bu anlamda
mazot ve gübre desteğinin verilmesi öncelikli ihtiyaçtır. Seracılık da
Mersin’imizde önde gelen üretim yöntemlerinden biridir. Seracılık yapan
üreticilerimize fide desteğinin verilmesini beklemekteyiz. Tarım, Türk
ekonomisinin temelidir. Çiftçilerimizin sorunlarının çözüme kavuşturulması
oldukça hayati bir önemdedir. Üreticilerimiz Hükûmetten gelecek olan müjdeli
haberi beklemektedir.
Mersinli üreticilerimizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Kabukcuoğlu…
16.-
Eskişehir Milletvekili Arslan Kabukcuoğlu’nun, telafisi olmayan bir dönemden
geçildiğine, çalışanların sağlıklı yaşam hakkının korunması ve sağlanması adına
denetimlerin artırılması gerektiğine ilişkin açıklaması
ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Hastalarla bire bir ilgilenen sağlık
çalışanlarımızla birlikte virüsün mağdur ettiği birçok emekçi vardır. Ne yazık
ki bu mağduriyetleri Hükûmet ortadan kaldırmamakta, sadece genelgeler yayınlayıp
kendi geri çekilmektedir. Örneğin halkımıza gıda tedarikini sağlayan market
çalışanları, koca günlerini tek kullanımlık maskeyle geçirmekte, bağışıklığı
kuvvetlendirmek için yeterli besin alamamakta, fazla mesai yapmakta, sosyal
mesafeyi koruyamamaktadırlar. Asgari ücretle çalışan bu vatandaşlarımız
salgınla beraber artan iş yükleri altında ezilmektedirler. Çalıştıkları iş
yerlerinde, önlemler alınmasını istediklerinde ise “Eğer istemiyorsanız istifa
edin.” cümlesiyle karşılaşmaktadırlar.
Telafisi olmayan bir dönemden geçtiğimizi
hatırlatarak Hükûmetin çalışanların sağlıklı yaşam hakkını korumak ve sağlamak
adına denetimlerini katbekat artırarak bir an önce harekete geçmesi elzemdir
diyor, saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Tutdere…
17.-
Adıyaman Milletvekili Abdurrahman Tutdere’nin, yurt dışında bulunan öğrenciler
başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ülkeye gelmelerinin
sağlanmasını Dışişleri Bakanından talep ettiğine ilişkin açıklaması
ABDURRAHMAN TUTDERE (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Aralarında Adıyamanlı hemşehrilerimin de bulunduğu
yaklaşık 250 öğrenci ile çok sayıda işçi Ukrayna’da mahsur kalmış durumdadır.
Ukrayna’da mahsur kalan öğrenciler orada, aileler de Türkiye’de endişeyle
mağdur durumda beklemektedirler. Aynı şekilde Kuveyt, Suudi Arabistan gibi
başka ülkelerde de çalışan işçiler Türkiye’ye gelmek için beklemekte ve mağdur
durumdadırlar.
Buradan Dışişleri Bakanlığına ve ilgili kurumlara
çağrıda bulunuyoruz: Yurt dışında bulunan öğrencilerimiz başta olmak üzere tüm
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Türkiye’ye getirilmeleri için gerekli
tedbirlerin bir an evvel alınmasını talep ediyor, Genel Kurul saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Özyürek…
18.-
Sivas Milletvekili Ahmet Özyürek’in, yerel radyo televizyon yayıncılık
sektörünün mücbir sebep durumundan faydalanan sektörler arasına alınarak, vergi
ve SGK yapılandırmalarının ertelenmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
AHMET ÖZYÜREK (Sivas) – Sayın Başkan, hayati
riskleri göze alarak görevini sürdürme azmi ve kararlılığını gösteren fedakâr
yerel yayıncılar, ana faaliyet kolu olarak mücbir sebep durumundan faydalanan
sektörler arasında yer almamaktadır. Oysa yerel yayıncılar da tıpkı kamu
yayıncıları gibi yayıncılık yapmakta ve vatandaşlarımızın iletişim, haberleşme
ihtiyacını karşılayan özel yayın kuruluşları olarak mesleki görevlerini yerine
getirmektedirler. Bu durumda, radyo televizyon yayıncılık sektörünün mücbir
sebep olarak kabul edilen sektörler arasına alınarak vergi ve SGK
yapılandırmaları ertelenmelidir.
Teşekkürler Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Girgin…
19.-
Muğla Milletvekili Süleyman Girgin’in, Muğla ili Menteşe Devlet Hastanesinin
karantina hastanesi olarak, kamu hastaneleri ile kamplarının taburcu olan
hastaların izolasyonu için faaliyete geçirilmesinin ve ilçeler arası seyahat
kısıtlaması getirilmesinin düşünülüp düşünülmediğini, Bodrum Devlet
Hastanesinin hizmete girmesi için hangi çalışmaların yapıldığını, Muğla ili
Covid-19 vaka sayısı, ölüm sayısı ve ilçelere göre dağılımını, Muğla İl Pandemi
Kuruluna sağlık meslek örgütlerinin alınması yönünde bir çalışmanın olup
olmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması
SÜLEYMAN GİRGİN (Muğla) - Teşekkürler Başkan.
Sağlık Bakanlığına: Seçim bölgem Muğla’da olası ani
bir talep yükselmesine karşı, kapatılmış olan Menteşe ilçe merkezimizdeki
devlet hastanemizi karantina hastanesi olarak acilen faaliyete geçirmeyi
düşünüyor musunuz?
Bodrum ilçemizde bir türlü inşaatı tamamlanamayan
yeni Bodrum Devlet Hastanesinin acilen hizmete girmesi için hangi çalışmalar
yapılmaktadır?
İlimizde Covid-19 vaka sayısı, bu hastalıktan ölüm
sayısı ve bu vakaların ilçelere göre dağılımı nedir? Salgının önüne
geçebilmekte en başat araç olan izolasyonu sağlamak için ilçeler arası seyahat
kısıtlaması getirmeyi düşünüyor musunuz?
İlimizdeki pandemi kuruluna sağlık meslek
örgütlerinden temsilcilerin -tabip odası, eczacı odası, veteriner odası
alınması- için bir çalışmanız var mıdır? Taburcu olan hastaların izolasyonu
için evleri yerine kamu hastane ve kamplarını hizmete sokmak için çalışmanız
var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Fendoğlu…
20.-
Malatya Milletvekili Mehmet Celal Fendoğlu’nun, yerel medyanın yaşadığı
mağduriyetin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET CELAL FENDOĞLU (Malatya) – Teşekkürler
Başkanım.
Anadolu’da bulunan şehrimizin ve dolayısıyla
hepimizin sesi olan yerel medya zor durumdadır. Bu süreçte alınacak ekonomik
tedbirler arasında beklentileri vardır, şöyle ki: Yerel medya şirketlerinin
KOBİ kapsamında Kredi Garanti Fonu’ndan veya KOSGEB tarafından
kredilendirilmesi, resmî kurumlara olan -SGK ve maliye- ödemelerinin
ertelenmesi, reklam ve ilan faturalarına yansıyan KDV oranı ile Basın İlan
Kurumu payının yüzde 5’e düşürülmesi, TÜRKSAT uydu bedeli ödemelerinin bir süre
ertelenmesi ve TL üzerinden indirim olarak ödeme imkânı sağlanması, kamu spotu
yayınlarını ücretlendirmek suretiyle TÜRKSAT ve RTÜK’le mahsuplaşması, kamu
kurumlarının resmî ilan statüsünde olmayan reklamlarına ayrılan bütçenin asgari
yüzde 30’unun yerel medyaya ayrılması. Gazete basımında kullanılan kâğıt, kalıp
ve mürekkep gibi ithal malzeme maliyetleri kur artışlarından etkilenmemeli ve
gümrük vergileri tamamen sıfırlanmalıdır.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Şimdi, 3 kadın vekil arkadaşımıza da söz
vereceğim.
Bahar Ayvazoğlu…
21.-
Trabzon Milletvekili Bahar Ayvazoğlu’nun, gelişmiş birçok devletin ücret tahsil
ederek verdiği sağlık hizmetlerinin ücretsiz verilecek olmasını milletin takdir
ettiğine, milletin vekâletini elinde bulunduran milletvekillerinin de takdir
ederek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür etmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
BAHAR AYVAZOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararına
göre, Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen Covid-19’la mücadele
kapsamında herhangi bir sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın tüm
vatandaşlarımızın tedavileri ücretsiz yapılacaktır. Buna göre, Sağlık Bakanlığı
tarafından temin edilecek, hastalıktan korunmaya yönelik kullanımı tavsiye
edilen her türlü koruyucu ekipman, hastalığın teşhisinde kullanılan testler,
kitler ve bunların kullanılmasına ilişkin sair ekipman ve hastalığın
tedavisinde kullanılmak üzere merkezî olarak temin edilen ilaçlardan ücret
alınmayacaktır. Gelişmiş birçok devletin ücret tahsil ederek verdiği bu
hizmetin ülkemizde milletimize ücretsiz verilecek olması şüphesiz milletimiz
tarafından takdir edilmekte olup bu karara imza atan Sayın Cumhurbaşkanımıza
milletin vekâletini elinde bulunduran bizlerce de teşekkür edilmesi gerektiğine
inanıyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Cumhurbaşkanım.
Saygılarımla.
BAŞKAN – Sayın Orhan Işık…
22.-
Van Milletvekili Muazzez Orhan Işık’ın, “Çarklar dönmeye devam edecek.”
diyenlerin evde kalma koşullarını yaratmadığına ve hizmet sektöründe çalışan
kadınların mağduriyetlerinin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Van) – Teşekkürler Başkan.
Evde kalamıyoruz çünkü “Çarklar dönmeye devam
edecek.” diyenler evde kalmamızın koşullarını yaratmak yerine hayatımıza
kastediyor. Birçoğumuz hâlâ dışarıda çalışmaya devam etmek zorundayız. En
güvencesiz işlerde çalıştığımız için evden çalışma, ücretli izin olanaklarına
sahip değiliz. Bu güvencesizlik mülteci ve göçmen kadınlar için katlanarak
artıyor. Tekstil sektörü gibi zorunlu olmayan sektörlerde hâlâ
çalıştırılıyoruz. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu hizmet sektörünün bir
kısmı çalışmaya devam ettiği gibi, pek çoğunda çalışanlar ya işten çıkarıldı ya
da ücretsiz izne çıkarıldı. Bir yandan yoksullaşırken bir yandan üzerimize
bindirilen ödeme yüküyle başa çıkamıyoruz. İşten çıkarılanlar için koşulsuz
işsizlik maaşı verilsin, üretim durdurulsun, zorunlu olmayan sektörlerde
çalışanlara ücretli izin verilsin. Biz kadınlar coronada birlikte güçlüyüz,
birbirimizin güvencesiyiz.
BAŞKAN – Sayın Coşkun…
23.-
Muş Milletvekili Şevin Coşkun’un, cezaevlerinde kapasitelerinin çok üstünde
tutuklu ve hükümlünün bulunması, hijyen koşullarının olmaması nedeniyle
mahpusların yaşadığı mağduriyetlerin giderilmesi gerektiğine, adaletsiz infaz
düzenlemesiyle kadınlara ve çocuklara karşı şiddet uygulayanların cezaevinden
çıkmasının önü açılırken kadınlara başvurabilecekleri koruma mekanizmalarının
sağlanmadığına ilişkin açıklaması
ŞEVİN COŞKUN (Muş) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Baroların ilgili komisyonları, cezaevlerinin kapasitesinin
çok üstünde tutuklu ve hükümlünün bulunduğunu, hijyen koşullarının olmadığını
açıkladı. Görüşlerin yasaklanmasıyla, endişeli yakınları, cezaevlerindekilerin
durumlarından ancak haftada bir telefon konuşmalarıyla haberdar olabiliyor.
Mahpusların sağlık hakkı için önlemler alınmalı; test uygulanmalı; dezenfektan,
temizlik malzemeleri, maske, eldiven, kolonya verilmeli; su kotası
kaldırılmalı; 24 saat sıcak su verilmeli; yeterli sağlık hizmeti ve sağlıklı
beslenme sağlanmalı, yemekler bunu gözeterek iyileştirilmeli.
Karmakarışık ve son derece adaletsiz bir infaz
düzenlemesiyle, açık cezaevinde olan, kadınları veya çocukları yaralamış,
öldürmüş, zarar vermiş olan erkeklerin cezaevinden çıkmasının önü açılırken
kadınlara şiddete karşı başvurabilecekleri etkili bir koruma mekanizması
sağlanmıyor. Koşullu salıverileceklerin veya izne çıkarılacakların nasıl
denetleneceği, kadınların ve çocukların evlerine, bedenlerine ve hayatlarına
yeniden musallat olmalarının nasıl engelleneceği açıklanmadan serbest bırakmak
kadınların coronadan değilse erkek şiddetinden ölmesine davetiye çıkarmaktır.
Kadınlar birlikte güçlüyüz, birbirimizin güvencesiyiz.
BAŞKAN – Şimdi Sayın Grup Başkan Vekillerinin söz
taleplerini karşılayacağım.
İYİ PARTİ Grubu adına Sayın Dervişoğlu.
Buyurunuz Sayın Dervişoğlu.
24.-
İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun, coronavirüs nedeniyle
hayatını kaybeden Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan
rahmet dilediğine, Hükûmetin doğaya verdiği zararı devam ettirdiğine ve Salda
Gölü’nün betonlaştırılmaması çağrısında bulunduklarına, maske bulmakta zorluk
çekildiğine, belediyelerle çalışmak yerine vatandaşı mağdur eden politikaların
uygulandığına ilişkin açıklaması
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Çok teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Sayın Haydar
Baş Trabzon’da tedavi gördüğü hastanede coronavirüs nedeniyle hayatını
kaybetmiştir. Kendisi Türk siyasetindeki duruşuyla gönüllerde yer etmiş bir politikacı
ve bilim insanıydı. Merhuma Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine
başsağlığı diliyorum; mekânı cennet, ruhu şad olsun.
Coronavirüs salgını ülkemizde ve dünyada tek gündem
maddesi olmasından kaynaklanan yoğunluk rantçılara fırsat yarattı. Geçtiğimiz
günlerde salgın gerekçe gösterilerek ziyarete kapatılan Salda Gölü’ne dün iş
makineleri girdi. Hükûmet, doğaya verdiği zararı hız kesmeden devam ettiriyor.
Ülkemizin en önemli doğal güzelliklerinden birisi olan Salda Gölü’nün rant
uğruna betonlaşmasını asla kabul etmiyoruz. Bunda sorumluluğu olanları da tarih
asla affetmeyecektir. Betonlaşmanın durdurulmasını ve bir an evvel iş
makinelerinin doğa harikası Salda Gölü’nden çıkmasını bekliyor, Hükûmete İYİ
PARTİ olarak bu konuda çağrıda bulunuyoruz.
Maske bulamama sıkıntısı da gün geçtikçe büyüyerek
ciddi bir sorun hâline dönüşmektedir. Sokağa çıkmak zorunda kalan
vatandaşlarımız, virüsten korunmak için takacak maske bulmakta zorluk
çekmektedirler. Hükûmet, maskelerin önce parayla verileceğini açıklamış, daha
sonra PTT vasıtasıyla ücretsiz olarak dağıtılacağını duyurmuş, şimdi ise
eczanelerden ücretsiz alınabilir açıklaması yapmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Fakat eczanelere
maske almak için giden vatandaşlar, Sağlık Bakanlığından gelecek SMS’le
başvurulacağını öğrenerek elleri boş geri dönmektedirler. Geldiğimiz bu noktada
Hükûmet, vatandaşa maskeyi ulaştırmak noktasında tıkanmıştır. Oysa çözüm
oldukça basit: Verin belediyelere bu maskeleri, belediyeler vasıtasıyla
dağıttırın.
Hükûmet bu zor zamanlarda işleri nasıl el birliğiyle
kolaylaştırırız diye düşünmek yerine belediyeleri baypas ederek görmezden
geliyor, bu durumda vatandaşa ulaşmakta sıkıntılar yaratıyor. Vatandaş hizmet
bekliyor, maske bekliyor ama Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı sıfatıyla
belediyelerle çalışmak yerine vatandaşı mağdur eden politikaları uygulamayı ve
yine vatandaşın sağlığını riske atacak kararlar almayı tercih ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim efendim.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Bunu kabul
edebilmemiz mümkün değildir. Sayın Cumhurbaşkanını parti ayrımı yapmaksızın
devlet insanlığının gereğini yapmaya davet ediyor, Genel Kurulu saygılarımla
selamlıyorum efendim.
BAŞKAN – Şimdi Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Sayın Muhammed Levent Bülbül.
Buyurunuz Sayın Bülbül.
25.-
Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, coronavirüs nedeniyle hayatını
kaybeden Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan rahmet
dilediğine, 14-20 Nisan Şehitler Haftası vesilesiyle başta Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak
üzere şehitlere rahmet dilediğine ilişkin açıklaması
MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bağımsız
Türkiye Partisi Genel Başkanı Sayın Haydar Baş’ın Covid-19 salgın hastalığına
yakalanarak hayatını kaybettiğini üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız. Merhuma
Allah’tan rahmet dilerken ailesine, yakınlarına ve sevenlerine sabır diliyoruz.
Sayın Başkan, 14-20 Nisan Şehitler Haftası olarak
idrak edilmektedir. Şehitler Haftası vesilesiyle başta Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını, aynı zamanda din,
vatan, millet ve namus yolunda canlarından geçmiş olan aziz şehitlerimizi
rahmet, minnet ve ihtiramla yâd ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Şimdi, Halkların Demokratik Partisi Grubu
adına Sayın Hakkı Saruhan Oluç.
Buyurunuz Sayın Oluç.
26.-
İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesindeki irade gasbının sürdüğüne, kayyumun Diyarbakır ili yaşam
alanlarına yerleştirilen el dezenfektanlarının sahte çıkmasında hiç mi
sorumluluğunun olmadığını öğrenmek istediğine, coronavirüs gerekçe gösterilerek
ziyarete kapatılan Salda Gölü’nün talan edilmesinin önüne geçilmesi
gerektiğine, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un çıkmasıyla
tahliye edileceklerden yol ücreti talep edildiğine ve mültecilerin
mağduriyetlerine ilişkin açıklaması
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın vekiller, 19 Ağustos 2019 tarihinde Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesine bir kayyum atanmıştı, biliyorsunuz. Hâlâ o kayyum
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesindeki irade gasbını sürdürüyor. Bu kayyum 2
Nisanda toplu yaşam alanlarına, kamu ve özel kuruluşlarına el dezenfektanı
üniteleri ve ürünleri yerleştirmiş fakat bir süre sonra ortaya çıktı ki bu
dezenfektanlar sahteymiş. Kayyumun yerleştirdiği dezenfektanlar sahte çıktı.
Olayın ortaya çıkması üzerine sahte dezenfektan satın alınmasıyla ilgili Sağlık
İşleri Daire Başkanı görevden alındı. Peki, bu yeterli mi? Yani on gün boyunca
tüm Diyarbakır genelinde ünitelerde duran bu dezenfektan binlerce yurttaş
tarafından kullanılmış. El yüz temizliği bu salgınla mücadele noktasında
oldukça önemli bir yerde dururken –ki bunu biliyoruz, Mecliste bile
dezenfektanlar masalarımızın üzerinde duruyor- sahte dezenfektanların
yerleştirilmesi, halk sağlığının böyle tehdit edilmesi, böyle bir özensizlik
bir büyükşehir belediyesine ve onun başındaki kayyuma denk gelmiş oldu.
Şimdi, kayyumun kendisinin hiçbir sorumluluğu yok mu
burada? Onu tabii ki sormak istiyoruz. Yani şov yapmak amaçlı kaldırımları su
ve deterjanla yıkamak yetmiyor salgına karşı mücadelede. Zaten kayyumun kendisi
bir irade gasbını gerçekleştiriyor. Bu kayyum, bu salgın günlerinde meslek
örgütleriyle, Diyarbakır’daki sivil toplum kuruluşlarıyla bir iş birliği de
yapmıyor, onlardan kopuk da çalışıyor. Halktan bir özür bile dilemiyor bu
yapılan sahtecilik üzerine, halkın sağlığını açıkça hiçe sayıyor. Daha önce de
biz hep konuştuk, konuşmaya da devam edeceğiz. Bu atanmış olan kayyumların
yaptıkları yolsuzluklar, usulsüzlükler, usulsüz harcamalar; bunların hepsi
Sayıştay raporlarına da girmişti, biz de burada çeşitli belgelerle bunu
göstermiştik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim efendim.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Şimdi de böyle bir
durumla karşı karşıya kalınmış vaziyette. Belediye meclisini bile toplamaya
tenezzül etmeyen bir tek kişi yönetimi Diyarbakır Büyükşehirde halk sağlığıyla
açıkça oynuyor; bunu burada dile getirmek istiyorum.
İkinci değinmek istediğim konu, Salda Gölü’yle
ilgili. Salda Gölü corona gerekçe gösterilerek ziyarete kapatılmıştı. Şimdi,
orada iş makineleri çalışmaya başlamış ve sözde çivi çakılmayacak, korunacak
denilen bir bölgede iş makineleri çalışmaya başlamış vaziyette. Bir kez daha
bunu iktidara söyleyelim: Oranın orijinalitesini ve doğal yapısını bozacak olan
bu tür müdahaleler kesinlikle yanlıştır ve Salda Gölü’nün talan edilmesinin
mutlaka önüne geçilmelidir.
Şimdi, biz burada bir hafta boyunca bu infaz
yasasını konuştuk ve şimdi uygulaması başlayacak. Bu infaz yasası karşısındaki
mücadelemizi sürdürdük; önerilerimizi, eleştirilerimizi çok açık bir biçimde bir
hafta boyunca kürsüden de oturduğumuz yerden de dile getirdik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım efendim.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Toparlıyorum
efendim.
Şimdi tahliyeler başlatılacak. Şöyle bir bilgi geldi
bize, doğru mu diye dile getirmek istiyorum: Mesela Siirt’ten Batman’a
gidecekler için 100 lira, Diyarbakır için 200 lira, Şırnak için 200 lira,
Mardin için 200 lira bu devam ediyor, bu tür rakamlar. Yani bir ücretlendirme
yapılmış ve “Tutulacak minibüs, otobüs ve sayıya göre de bu ücretlendirme
değişebilir.” demişler. Yani tahliye edileceklerin bu yol ücretlerini ödemeleri
gerekiyor. Bu da büyük bir adaletsizlik, bunu da dile getirmiş olalım.
Son bir noktaya değinmek istiyorum: Birkaç gündür
karşı karşıya kalınan bir durum, mülteciler özellikle İzmir’de ve Çanakkale’de
yollara bırakılıyorlar. Yani İzmir Menemen’de bu yaşandı, Çanakkale Küçükkuyu
Limanı’nda da yaşandı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Toparlıyorum
efendim.
Osmaniye’den getirilen ve Harmandalı Geri Gönderme
Merkezinde iki gün bekletilen yaklaşık 200 kadar mülteci İzmir’in Menemen
ilçesine bırakıldı. Pazarkule’deki mülteciler Malatya Beydağı ve Osmaniye Mülteci
Kampları ile Kırklareli ve Kocaeli gibi 9 ile gönderilmişlerdi. Son derece
vahim bir tablo bu. Otobüslerle yol kenarına bırakılan mülteciler
kilometrelerce yol yürüyorlar, İzmir Otogarı’na geliyorlar, salgın nedeniyle
içeri alınmadıkları için kaldırımlarda bekliyorlar. İnsanlık dışı bir
davranışla karşı karşıya kalıyor bu mülteciler. Sokağa çıkma yasağı koyulan
günde iktidarın bu insanları sokağa bırakması kabul edilebilir bir şey değil.
Yiyecek ekmekleri yok, yatacak yerleri yok. Önce Pazarkule’ye götürülüyor bu
mülteciler biliyorsunuz, sonra kamplara, şimdi de kentlerin ortasına
bırakılıyor. Hangi anlayışla yapılır bu kadar büyük bir kötülük, bunu da
iktidara sormak ve söylemek istiyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın
Engin Özkoç.
Buyursunlar Sayın Özkoç.
27.-
Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, coronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan rahmet
dilediğine, pandemi yaşandığı günlerde insanlar hayat mücadelesi verirken
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un vakıf arazisine kaçak yapı
yaptırmasını kınadıklarına, Galataport şantiyesinde inşaat işçisi olarak
çalışan Hasan Oğuz’un corona virüsü nedeniyle yaşamını yitirdiğine, zorunlu
olmayan inşaat şantiyelerinin durdurulması, sürdürülmesi gereken inşaatlarda da
gerekli tedbirlerin alınması gerektiğine ilişkin açıklaması
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş Covid-19’la yaşamını yitirdi.
Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun,
Boğaziçi Kuzguncuk’ta Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait bir arazi kiralamış ve
beyefendi, Türkiye'nin coronavirüsle mücadele verdiği -az önce de ifade ettiğim
gibi- değerli bir siyasetçimizi de kaybettiğimiz bugünlerde, vatandaşın can
derdinde olduğu bu saatlerde kiraladığı vakıf arazisine yol, şömine, çardak ve
peyzaj düzenlemeleri yaptırıyor hem de kaçak olarak. Sarayda hayat da böyle;
büyüklerinden ne görüyorlarsa küçükleri de aynısını yapıyor, onlara
özeniyorlar. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, coronavirüs günlerinde
Ahlat’taki sarayında, Okluk’taki yazlık sarayında inşaatlarını devam
ettiriyorsa sarayın küçük evlatları da büyüklerinden gördüklerini yapıyor.
İnsanımız can derdinde, hayat mücadelesi veriyor; beyler, halkın malıyla
üzerine oturdukları sarayların, konutların, bahçelerin derdindeler; doğru
değil, kınıyoruz. Pandemi günlerindeyiz, salgın var. Bu inşaatlarda kimler
çalışıyor, çalışmak zorunda bırakılıyor?
Galataport inşaat şantiyesinde üst üste tedbirsiz
çalıştırılan işçilerimizden Hasan Oğuz dün coronavirüsten yaşamını yitirdi.
Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı diliyorum.
Sakarya’da Kuzey Marmara yolunun şantiyesi, sokağa
çıkma yasağının olduğu cumartesi ve pazar günlerinde bile çalıştırıldı.
İsterseniz işçilerle ilgili detaylar da verebiliriz, resimler gösterebiliriz,
videolar gösterebiliriz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Ahlat sarayının inşaatı
sürüyor, Salda Gölü’nde panzerler geziyor. Bunlar zorunlu inşaatlar mı? Hastane
derseniz anlarım; tedbirleri alır, vardiyaları belirler, sosyal mesafeyi
oluşturur, inşaatı gerçekleştirirsiniz. Galataport’ta ne var? Yol inşaatı
nedir? Hele Ahlat sarayı nedir? Ahlat’taki tahtına bir ay geç otursa ne olur? Zorunlu
olan -AKP Genel Başkanının da söylediği gibi- ekonomik şartları çevirmek. İşsizlik
Fon’unda, hazinede, kenarda para yok çünkü her şeyin içi boşaltıldı. Dönen
çarklar, işçilerimizin yaşamına mal oluyor. Zorunlu olmayan inşaat şantiyeleri
derhâl durdurulmalı. Sürdürülmesi gereken inşaatlarda da tedbirlerin hayata
geçirilmesi, denetimlerin gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Saygılarımla.
BAŞKAN – Sayın Özkoç’a bir de maske hatırlatması
yapalım efendim.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Derhâl efendim.
BAŞKAN – Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Sayın Muhammet Emin Akbaşoğlu.
Buyurunuz, Sayın Akbaşoğlu.
28.-
Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, coronavirüs nedeniyle
hayatını kaybeden Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’a Allah’tan
rahmet dilediğine, coronavirüs salgınıyla mücadelenin kararlılıkla
sürdürüldüğüne, sağlık kurumlarının teşhis, tedavi ve yoğun bakım üniteleri
olarak salgınla başa çıkabilecek kapasitede olduğuna, Türkiye’nin Dünya Sağlık
Örgütü başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar tarafından coronavirüs
salgınıyla mücadelede örnek gösterildiğine, toplumun bütün kesimlerini
desteklemek için tüm imkânların seferber edildiğine, salgın hastalık sebebiyle
hayatını kaybeden vatandaşlara Allah’tan rahmet, sağlık personeli başta olmak
üzere tüm kamu görevlilerine teşekkür ettiğine ilişkin açıklaması
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, ben de sözlerimin başında,
Covid-19 sebebiyle hayatını kaybeden Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı
Haydar Baş Bey’in ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Haydar Baş’a
Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum; mekânı cennet olsun.
Türkiye, coronavirüs salgınıyla mücadelesini
kararlılıkla sürdürüyor, dünyayı âdeta pençesine alan bu salgının sağlık, gıda
ve güvenlik başta olmak üzere pek çok farklı alanlardaki etkilerini yakından
takip ediyor. Ülkemizin, bu süreçte, uluslararası alanda da takdir edilen,
olumlu yönde bir ayrışma içerisinde olduğunu hep birlikte görüyoruz. Hastaların
tespitinden tedavisine kadar her konuda, elhamdülillah, Avrupa’ya göre çok iyi
bir durumdayız. Hastane, yoğun bakım yatağı, doktor ve yardımcı personel,
malzeme, araç gereç, ilaç gibi hususlarda, hamdolsun, herhangi bir eksikliğimiz
söz konusu değil.
Vatandaşlarımızın bireysel sağlık ve temizlik
malzemesi tedarikinde de sıkıntı yaşamıyoruz. Ücretsiz maske dağıtımını çeşitli
kanallardan sürdürmeye devam ettiğimiz kamuoyunun malumudur. Sağlık
kurumlarımız hem teşhis hem tedavi hem de yoğun bakım üniteleri olarak salgınla
başa çıkabilecek kapasitededir. 81 ilimize yayılmış olan 1.518 hastanemizde 100
bini tek kişilik olmak üzere 240 bin yatağa sahibiz, yoğun bakım yatağı sayımız
da 40 bini buluyor; bunlara yenilerini ilave ediyoruz. Örneğin, Avrupa’da her
100 bin nüfusa düşen yoğun bakım yatağı sayısı 12’nin altındayken ülkemizde bu
rakam 50’ye yakındır. Avrupa’nın en fazla yoğun bakım yatağına sahip ülkesi
Almanya’da bile bu rakam 30’u bulmuyor.
Salgının kontrol altına alınması konusunda da önemli
ilerlemeler kaydediyoruz. Günlük ve toplam test sayısında dünya sıralamasında
en başlardaki grupta yer alıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Testte günlük
olarak yaklaşık 35 bine ulaşırken toplamda ise 410 binin üzerine çıktık. Teste
göre vaka oranımız hamdolsun aşağı yönlüdür. Dünyada hasta sayısına göre ölüm
oranının düşüklüğü bakımından da ilk sıralardayız. Şu ana kadar taburcu olan
hasta sayımız 5 bine yaklaştı.
Türkiye, aldığı tedbirlerle, salgını en hızlı
şekilde kontrol altına alan ülkelerin başında geliyor. Nitekim, Dünya Sağlık
Örgütü başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlar ülkemizi coronavirüs
salgınıyla mücadelede örnek gösteriyorlar. Sadece kendi vatandaşlarımızın
ihtiyacını karşılamakla kalmıyor, bizden destek isteyen her ülkenin çağrısına
imkânlarımız ölçüsünde cevap vermeye çalışıyoruz.
Değerli milletvekilleri, salgının başında açıklanan
çok yönlü ve boyutlu ekonomik istikrar paketine ilave olarak, bugüne kadar
toplamda 4,5 milyona yakın vatandaşımıza doğrudan nakit desteği sağladık ve
sağlamaya devam ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyursunlar.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – İstihdamın
sürmesi için, üç ay boyunca işten çıkarmaların önüne geçiyoruz. Kısa çalışma
ödeneğinden yararlanamayan veya ücretsiz izne çıkarılmış olan çalışanlarımıza
da aylık 1.170 lira maaş desteği vereceğiz. İşçimizi, esnafımızı, çiftçimizi,
hayvan yetiştiricilerimizi, gıda sektöründe faaliyet yürüten firmalarımızı ve
toplumun bütün kesimlerini desteklemek için tüm imkânlarımızı seferber ettik,
ediyoruz.
Hazine arazilerinden ekilebilir alanları tarıma
kazandırmak için ilgili kuruluşlarımız hazırlıklara başladı.
Salgın sebebiyle dünyada yaşanabilecek tarım ve gıda ürünleri sıkıntısından
Türkiye’nin etkilenmemesi için de tüm tedbirleri alıyoruz. İnşallah, ekilmedik
bir karış tarım arazisi bırakmayacağız.
Bu vesileyle, salgın
hastalık veya diğer kronik rahatsızlıkları sebebiyle hayatını kaybeden tüm
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet ve mağfiret, yakınlarına başsağlığı
diliyorum. Hastanelerde tedavi gören, evlerinde karantina altında olan
vatandaşlarımıza Rabb’imden acil şifalar temenni ediyorum. Sağlık personelimiz
başta olmak üzere, güvenlik, gıda tedariki, ulaşım, iletişim, enerji gibi
günlük hayatımızı kolaylaştıran alanlarda fedakârca çalışan tüm kamu
görevlilerimize ve gönüllülerimize yürekten teşekkürlerimi sunuyor, yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
İYİ PARTİ Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VI.-
ÖNERİLER
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
İYİ PARTİ Grubunun, Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Dursun Müsavat
Dervişoğlu tarafından, coronavirüs salgınıyla mücadelede 20-65 yaş kapsamında
dağıtılacağı açıklanan cerrahi maske dağıtımındaki sorunların çözümü amacıyla
14/4/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan
Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14 Nisan 2020
Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
14/4/2020
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 14/4/2020 Salı günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Dursun Müsavat Dervişoğlu
İzmir
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Grup Başkan Vekili ve İzmir
Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu tarafından coronavirüsle mücadele
kapsamında 20-65 yaş kapsamında dağıtılacağı açıklanan cerrahi maske
dağıtımındaki sorunların çözümü amacıyla 14/4/2020 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin diğer
önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 14/4/2020 Salı günkü birleşimde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin
gerekçesini açıklama üzere, İYİ PARTİ Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın
Yasin Öztürk.
Buyurunuz Sayın Öztürk.
(İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
İYİ PARTİ GRUBU ADINA
YASİN ÖZTÜRK (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz corona
belasıyla Sayın Sağlık Bakanımız tarafından yapılan açıklamayla resmî olarak 11
Mart 2020’de tanıştı. Hükûmeti sesimiz yettiğince uyarmaya çalıştık. Neden?
Çünkü bu salgın sadece vücudumuza sirayet etmiyordu ve devamında ekonomimizi,
vatandaşımızın ekmeğini, aşını, psikolojisini de etkileyecekti. Sürekli
uyardık; karantina konusunda uyardık, maske konusunda uyardık, elektrik, su,
doğal gaz konusunda uyardık; iş yapamaz duruma gelen esnafımız, işten
çıkarılmak zorunda kalan çalışanımız, işsizimiz konusunda uyardık. Bu hâle
geleceğini görebilmek için müneccim olmaya gerek yoktu; Çin’in, İtalya’nın,
İran’ın durumu ortadaydı.
31 Ocakta parti grubumuz adına, virüs dolayısıyla
acilen tedbir alınmasıyla ilgili araştırma önergesi vermiştik, her zaman olduğu
gibi kulaklarınızı tıkadınız. Sağlık Bakanımız -kendi ağzından- belki ağzından
kaçırdı ya da bu mücadelede geç kalınmasının tek sorumluluğunu kendi üzerinden
atmak adına bir tarih verme gerekliliğini hissetti: “31 Aralıktan bu yana
sürdürdüğümüz mücadeleden ödün vermemekte kararlıyız.” Bu açıklama çok önemli
bir itiraf. Coronavirüsle mücadelenin miladı 31 Aralık 2019’a dayanıyorsa o
zaman şunları sormak lazım: Sayın Bakan 11 Mart tarihinde yaptığı açıklamada
“İnsanların ülkeden ülkeye hareket hâlinde olduğu bir dünyada bazı sonuçları,
maalesef, önlemek mümkün değildir.” ifadesini kullanmıştı. 31 Aralıkta bu hastalığın
ülkeden ülkeye yayıldığını bildiğiniz hâlde neden o tarihten itibaren sınırları
kapatmadınız, neden karantina önlemlerine o tarihten itibaren başlamadınız?
Hiçbir vatandaşımızı “Hastalık getirdiniz.” şeklinde suçlayamayız ama umreden
ve yurt dışından gelen vatandaşlarımızın kontrolsüz şekilde geri dönüşü virüsün
özellikle Anadolu’ya yayılması için kırılma noktası olmuştur.
Yine, 25 Şubatta bu kürsüden seslenmiştim “Ülkemizde
maske üretimi kısıtlı, sadece 5 firma standartlara uygun üretim yapıyor. Avrupa
ülkeleri elimizdeki maskeleri istiyor, Çin bize sattığı maskeleri bizden geri
alıyor, kendi vatandaşımız için zamanı geldiğinde nereden maske bulacağız?”
diye. Size adres de gösterdik; hatta, memleketim Denizli’nin tekstil merkezi
olduğunu hatırlatarak maske üretimi konusunda Denizli’deki fabrikaların hazır
olduğunun altını çizdim. Şimdi diyorsunuz ki: “Mücadelenin başlangıcı 31
Aralık.” Nisan ayının ortasına geldik, maske sorununu hâlâ, bir türlü
çözemediniz. Maskeyi üretmek bir yana, eğer iddia ettiğiniz gibi yeterince
maskemiz var ise maskeyi vatandaşa dağıtmayı bile beceremediniz. İsterseniz
süreci tekrar hatırlatalım: Önce sınırlı sayıdaki maske karaborsaya düştü, üç
kuruşluk maske ederinin 100 katına çıktı, zengini aldı, fakiri ortada kaldı. Sonra
ihraç yasağı getirdiniz; doğru ama kararı geç alınmış bir uygulamaydı. Sonra
dediniz ki: “Maske zorunlu.” Ama nedense kimsenin elinde maske yok. Toplu
bulunan alanlarda, toplu taşıma yapılan araçlarda, market ve pazarlarda maske
takma zorunluluğunu ilan ettiniz.
Yeri gelmişken söyleyeyim, üretimin devam etmesini
ve durmamasını istiyorsunuz, sırf bu yüzden sadece hafta sonu -cumartesi,
pazar- sokağa çıkma yasağı ilan ettiniz ancak yüzlerce çalışanı olan
fabrikaları, firmaları unuttunuz. Hani toplu bulunan alanlarda maske takma
zorunluluğu vardı ya, bu firmalar bile şu anda maskeyi nereden alacağını,
nereden bulacağını bilemiyor. Maske ticaretini tamamen yasakladınız. Üretim
yapan firmalar maskeyi… En azından medikal kuruluşlara esnek davranıp bu
firmaların taleplerini karşılayabilirdiniz.
Belediye başkanları ön aldı, dediler ki: “Biz
vatandaşımızı koruruz, toplu taşıma araçlarında seyahat eden vatandaşlarımıza
biz dağıtırız.” Ertesi gün Hükûmet açıklama yaptı: “Maske satışı yasak, biz
dağıtacağız. PTT, 20 yaş altı ve 65 yaş üstü hariç olmak üzere, hanedeki kişi
sayısına göre maske dağıtacak.” İlk dakikada sistem kilitlendi. “Hadi, e-devlet
üzerinden yapalım.” E-devlet de kilitlendi. Plansız ve öngörüsüz dağıtım süreci
sonucunda PTT, ağır dağıtım yükünü kaldıramaz hâle geldi. Mecburen yeni bir
karar alarak “Eczaneler dağıtacak.” dediniz. Eczaneye gidiyorsunuz, şifre geldi
mi? Gelmedi. Neden gelmedi? İnternet üzerinde o kadar yoğunluk var ki ne siteye
girebiliyorsunuz ne şifre alabiliyorsunuz, dolayısıyla maske de alamıyorsunuz.
Hadi şifre aldınız, sorun bitiyor mu? Hayır. Çünkü eczanelerin elinde maske
yok. Sadece Ankara ve İstanbul’da -belirli semtlerde o da- 54-65 yaş arası
vatandaşlarımıza maske dağıtılıyor, kalan 79 vilayetimizde bu uygulama hayata
geçirilemedi.
Örneğin, Akbaşoğlu Çankırı’da herhangi bir eczaneye
sorsa maske dağıtılıp dağılmadığını öğrenebilir. Denizli’de hiçbir eczanede şu
anda ücretsiz maske dağıtımı yok. Eczacı arkadaşlarımı aradım, onlar da
dağıtımı yapacağı söylenen ecza depolarına bile gelmediğini söylediler. Benim
ülkemdeki, mahallemdeki 30 yaşındaki Ayşe, 40 yaşındaki Hasan, 50 yaşındaki
Nihat abi, 60 yaşındaki Rıfat amca bu maskeyi nereden alacak? Bırakın vatandaşa
maske dağıtmayı, maskelerin eczanelere dağıtımını bile beceremediniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim efendim.
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Doğru değil, depolar
eczanelere gönderiyor.
YASİN ÖZTÜRK (Devamla) – Hiçbir eczanede şu anda
hâlâ yok. Salgınla mücadelenin etkin bir şekilde yönetilmesi ve halk sağlığının
korunması adına kullanılması şiddetle tavsiye edilen maskeyi şu an vatandaş ne
parasıyla ne de parasız alabiliyor. Vatandaş parasıyla bile maske bulamaz
durumda kalınca dört saat kullanması gereken bir maskeyi bir hafta boyunca kullanmaya
başlayacak. Salgının ne kadar süreceği, nerede duracağı muamma. “Haftada 5 adet
maske dağıtılacak.” dediniz, sizler burada iki saatte bir maske değiştirirken
ülkenin yüzde 1’ine bile maskeyi ulaştıramadınız.
Bu maskeler aynı zamanda tıbbi atık sayılır. Uzun
süreli kullanımda, bırakın koruyucu özelliğini, bulaştırıcı hâle bile
gelebilir. Bu konuda bile vatandaşı doğru dürüst bilgilendiremediniz. Kimse
kimseyi kandırmasın, mücadeleye hazırlıksız yakalandınız, ne hastalığın
yayılmasını engelleyebildiniz ne de koruma önlemleri konusunda başarı
sağlayabildiniz. Sağlık çalışanlarını hâlâ gösterdikleri üstün başarıdan dolayı
alkışlıyoruz ama itiraf ediniz ki süreci doğru yönetemiyorsunuz.
Maske dağıtmak konusunda Hükûmet sınıfta kalmıştır
diyor, saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
Şanlıurfa Milletvekili Sayın Ömer Öcalan.
Buyurunuz Sayın Öcalan. (HDP sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA ÖMER ÖCALAN (Şanlıurfa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; insanlık bugün gözle görülmeyen bir virüse
karşı mücadele ediyor. İnsanlık tarihi için bu vaka yeni bir vaka değildir.
Bizler doğayla düşmanlık hukuku içinde olan bu insanlık anlayışımızdan vazgeçip
doğayı, ekolojiyi merkezimize alan bir anlayışla hareket etmezsek böyle
krizlerle ve virüslerle yüzleşmeye devam edeceğiz. Bu insanlık döngüsü içinde
hiç şüphesiz biz de varız, Türkiye de var. Hepimiz kabul ediyoruz, her yönüyle
çok derin bir krizin içerisindeyiz.
Peki, sadece maske üzerinden baktığımızda AKP
koalisyonu bu süreci ne kadar iyi yönetiyor veya yönetebiliyor mu? Bence bu
konuda çok derin analizler de yapmaya gerek yoktur. Bir an olsun herkes siyasi
kimliğini bir kenara bırakıp, bu maskeyi önüne koyup ayrıntılı bir şekilde
düşünsün. Bunun cevabını önümüze koyduğumuz bu küçük maskeye bakarak rahatlıkla
görebiliriz. Maskeye bakınca görüyoruz ki AKP’nin maskesi çoktan düşmüştür.
Gerçi AKP’nin maskesi 17-25 Aralıktan sonra Ergenekon’a teslim oluşuyla
düşmüştü ancak bu hâliyle, bu krizde, her yönüyle takkesi de düşmüş oldu.
Yurttaşlarına maske bile dağıtmayı başaramamış bir yönetim faciasını
göreceksiniz. Bakın, daha ilk günden bugüne kadar bu küçük maskenin
dağıtılmasını henüz net olarak planlayamamış bir AKP’nin yönetimsizlik
fotoğrafını göreceksiniz. Maske deyip geçmeyelim; daha ilk kriz paketi
açıklanınca, AKP, maske üzerinden sermayeyi önceleyen duruşunu ortaya koydu.
Açıkladığı pakette ne vardı? Sermaye sahiplerine 100 milyar TL. Halka ne vardı?
Kolonya ve maske.
Değerli arkadaşlar, hepimiz dedik ki: “En azından
bunu becerirler.” O da olmadı; hiçbir şeyi beceremeyen AKP, bu maske dağıtımını
bile organize edemedi. Önce “Maske büfeleri kurup orada satacağız.” dediler.
Baktı bu ayrı bir rezillik, sonra “PTT’yle sipariş verin, oradan gelsin maskeler.”
O da olmayınca, şimdi, eczaneler üzerinden bu krizi çözmeye çalışıyorlar.
Bakınız, bir haftadır, cezaevlerindeki hayatları
nasıl kurtaralım diye burada uğraştık ancak AKP dediğini yaptı ve kendi
istediği yasayı istediği gibi buradan çıkardı. Şimdi, hiç olmazsa cezaevlerine
öncelikli olarak maske ve hijyenik malzeme dağıtımı yapılsın dedik, ona dahi
kulak tıkamışsınız. Cezaevlerinde maskeler, kantinde fahiş fiyatlara satılıyor.
Bu kadar zalimlik olur mu? Cezaevine maskenin dağıtılmaması bir yana, bu fahiş
fiyatlarla satış olabilir mi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
ÖMER ÖCALAN (Devamla) – Vicdan demiyorum, hiç
olmazsa burada ücretsiz kullandığınız maskenizi önünüze alın ve düşünün.
“Firavun ve sinek” hikâyesini AKP’liler çok iyi biliyorlar. Küçük sinek nasıl
ki kibrinden kendisini ilahlaştıranı tepetakla, alaşağı ettiyse, bu küçük maske
de sizi hak ettiğiniz şekilde tepetakla aşağı götürecektir.
Değerli Başkan, bir de konudan bağımsız... Bugün 14
Nisan, Enfal’in 34’üncü yıl dönümüdür. 1986 ve 1989 yılları arasında Irak’ta
180 bin civarında Kürt, Saddam diktatörü tarafından katledilmiştir. Yaşamını
yitirenleri yâd ediyoruz, Saddam Hüseyin diktatörünü de buradan lanetliyoruz.
Herkese başarılar diliyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Turan Aydoğan.
Buyursunlar Sayın Aydoğan. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TURAN AYDOĞAN (İstanbul) – Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
İktidarınız başımızda tıraşı öğreniyor ama insan
hayatı pahasına öğreniyor; ortadaki tablo bunu gösteriyor.
Şimdi biz burada ne dersek diyelim, siz diyeceksiniz
ki: “Her şey yolunda.” Dört dörtlük zengin bir İskandinav ülkesi tarifi yapar
gibi tarifler yapacaksınız bize ve hatta korkuyorum “Cennetin tapusunu da
veriyoruz.” falan gibi bizi uyutacak şeyler söyleyeceksiniz. Zaten “Virüsten
ölenler şehit mi, değil mi?” diye de bir tartışma başlattınız, cennetin
tapusunu da verebilirsiniz.
Efendim, kötü bir süreç yönetiyorsunuz. Önce
karaborsacıları zengin ettiniz, ondan sonra maske takma zorunluluğu getirdiniz.
Hukukçu olarak dedim ki: Bu zorunluluğu getiriyorsanız, sosyal devlet olarak
göreviniz, bunu bedava olarak millete ulaştırmaktır. O arada işte,
karaborsacıları zengin ettiniz, 10 katı fiyatla maskeler satıldı. Sonra, bizim
söylediğimiz aklınıza geldi, Cumhurbaşkanı “Bedava dağıtacağız.” dedi. Elinize
yüzünüze bulaştırdınız onu da. Ticaret Bakanı, işte “Her yerde parayla var.”
dedi, Cumhurbaşkanı “Bedava dağıtacağız.” dedi. O arada bizim, enfeksiyon
konusunda bir numaralı uzmanlardan, Parti Meclisi üyemiz Sayın Gaye Usluer
çıktı dedi ki: “Ya kardeşim, bunları eczanelerden dağıtmanız lazım.” Linç
ettiniz. Zaten bir linç kültürü yerleştirdiniz Türkiye’ye, ağzını açanı sizin
trolleriniz ta Ukrayna üzerinden, Rusya üzerinden linç ediyor. Sonra yine, geç
çalışan jetonunuz, geç düşen jeton süreciniz çalıştı, dediniz ki: “Eczanelerden
dağıtalım.” Onu da doğru düzgün yapamıyorsunuz. “Vatandaşın telefonuna mesaj
gelecek…” Ee, telefonu olmayan vatandaş var, adına hat olmayan vatandaş var,
okuma yazması olmayan vatandaş var, 65 yaş grubu var, 20 yaş grubu var, sokağa
çıkamayan vatandaş var. Onu da elinize yüzünüze bulaştırdınız, şu anda onu da
uygulayamıyorsunuz. Böbürleneceğiniz hiçbir şey yok. Ne olursunuz, sizin
dışınızdaki akılların önerilerini dinleyin.
Şimdi, geldiğimiz nokta itibarıyla, bu sorunları
yaşamanızın temel nedenlerinden bir tanesi de sizin dışınızdaki erkleri yok
saymanız. Yerel yönetimler size kucak açtı, bu hizmetleri vermek istedi,
kendisi dağıtmak istedi; her şeyi engellediniz. Her şeyi biliyorsunuz ama
milleti öldürüyorsunuz o arada, bu acemiliğiniz, bu siyasi hırsınız yüzünden
herkesi öldürüyorsunuz.
Şimdi, eczanelere gönderiyorsunuz bunları. Nasıl
gönderiyorsunuz? Kolilerin içerisinde. Kolinin içerisine dolduruyorsunuz,
eczacı gidiyor, eliyle tek tek alıyor ve vatandaşa dağıtıyor. Arada virüs kol
geziyor işte, kol geziyor. Şu anda ölen eczacılar var, şu anda hastalanan
eczacılar var. 13 Nisan 2020 tarihi itibarıyla 4 eczacı hastanede tedavi
görüyor, 12 eczacı evinde karantinada, 3 eczane çalışanı hastanede tedavi
görüyor, 25 eczane çalışanı hastanede karantinada, 5 eczacı da yaşamını
yitirmiş vaziyette, sizin bu apır sapır işleriniz yüzünden. Hâlbuki çok kolay,
üçerli beşerli hâlde bunları hijyenik olarak poşetlere koydurabilirdiniz çıkışı
itibarıyla, vatandaşın eczacının elinin değdiği kısmı izole etme şansı olurdu.
Eczacının eli vatandaşın nefes alacağı noktaya değiyor bunu dağıtacak olduğu
zaman. Vatandaş sizin burada öteleyeceğiniz virüsü doğrudan kapar hâle geliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
TURAN AYDOĞAN (Devamla) – Ortada şöyle bir şey var:
Siyasi hırsınızla beraber bu milleti mahvediyorsunuz. Bırakın kardeşim ya,
sizin dışınızdaki mekanizmalar da çalışsınlar; bu kadar ihtiraslı olmayın, bu
kadar vatandaşın canı pahasına ihtiraslı olmayın, biraz kendinize gelin.
Karaborsacıyı zengin ettiniz dedik, arkasından beceriksizliklerin tümünü
yaptınız. Biraz akli insanları dinleyin, ne olur.
Bakın, buradan söylüyorum: Dağıtacak olduğunuzu iyi
dağıtamıyorsunuz, bari sağlıklı dağıtın. Poşetlere girmesi lazım bunların
kardeşim. “32 milyon maske dağıttık.” diyorsunuz. Türkiye’nin 82 milyon nüfusu
var, hadi 5 milyonunu, 10 milyonunu düşelim, 60-70 milyon maskenin bir defa
dağıtılması lazım. Biz bile burada iki üç saat kullandıktan sonra atıyoruz.
60-70 milyonu, günlerce kullanacak olsalar dağıtmak zorundasınız. “32 milyon
maske dağıttık.” diye burada böbürleniyorsunuz, milletin sağlığıyla
oynuyorsunuz, geleceğiyle oynuyorsunuz. Allah’la hesaplaşacaksınız bundan
sonra. Biz ne dersek diyelim sizin bizi dinlemeyeceğinizi biliyorum ama Allah
katında hesabınızı inşallah verirsiniz.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Hatay Milletvekili Sayın Hacı Bayram Türkoğlu.
Buyursunlar Sayın Türkoğlu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HACI BAYRAM TÜRKOĞLU (Hatay) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ PARTİ’nin vermiş olduğu grup önerisi
üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlarım.
Öncelikle, bugün hayatını kaybeden Bağımsız Türkiye
Partisi Genel Başkanı Sayın Haydar Baş’a Allah’tan rahmet diliyorum, tüm
ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum; mekânı cennet olsun. Bu
vesileyle, hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza da Cenab-ı Hak’tan rahmet
diliyorum.
Şimdi, bugün cerrahi maskelerin yeterince
dağıtılmadığı, dağıtımında aksaklık olduğu üzerine bir grup önerisi var. Ben
bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Şu anda, genel dağıtım, 20 ile 65
yaş arası, ağırlıklı USHAŞ üzerinden yapılıyor. Yine, tebliğ edildiği gibi,
Türk Eczacıları Birliği vasıtasıyla 26 bin eczanemiz üzerinden de halkımıza
depolar vasıtasıyla, depolar aracılığıyla gönderilen maskeler ücretsiz olarak
dağıtılacak. Tabii, eczaneye gittiğinde bir vatandaşımız, öncelikle, daha
önceden e-devlet üzerinden müracaat etmiş olacak, kendisine bir SMS geliyor;
eczanede de kimliğini ibraz ederek temin etme imkânı var. İstanbul, İzmir ve
Ankara’da, Türk Eczacıları Birliği üzerinden, eczanelerimiz üzerinden dağıtım
başladı. Bugün yarın -ben yetkililerle de görüştüm- bütün dağıtım kanalları
açık olmak üzere, eczanelerimiz vasıtasıyla, 26 bin eczanemiz üzerinden yine
halkımıza bu ücretsiz maskeler dağıtılacak.
Tabii, “maske” deyince bunu küçümsememek lazım. Ben
buradan milletimize de seslenmek istiyorum: Şimdi, her birimiz kendimizi
potansiyel pozitif bir coronavirüslü olarak düşünüp ona göre çevremizin
coronavirüsten etkilenmemesi için bir defa hem kendimizi koruyacağız hem de
karşıyı -toplum olarak, bir hassasiyet içerisinde- korumamız gerektiği hususunu
ifade etmek istiyorum. Hiç maske takmayanlarda etkilenme oranı yüzde 70 ama
biri maskeli biri maskesizse bundan yüzde 5 oranında maskesiz olanın etkilenme
-karşılıklı olarak aramızda 1 metrelik mesafe olsa da- şansı var ve her iki
tarafta da maske varsa bu oran yüzde 1-1,5’a kadar düşüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
HACI BAYRAM TÜRKOĞLU (Devam) – Teşekkür ederim.
Toplumumuzun bu hassasiyetle hareket etmesinde yarar
var. İnsanlarımızın azami derecede, buna titizlikle riayet ettiğine şahit
oluyoruz ve bundan dolayı da toplumumuza müteşekkiriz.
Tabii, inşallah, millet olarak millî dayanışma günü
içerisindeyiz. Hani bir söz vardır ya, göç gide gide düzelir diye. Şimdi, bir
küresel salgınla karşı karşıyayız. İster istemez bizim ülkemiz de bundan ciddi
manada etkilendi ve biz, önceden işte bilim kurullarımız vasıtasıyla, Sağlık
Bakanımızın bire bir ve bütün heyetinin canhıraş, gece gündüz demeden
çalışmasıyla, tabii, Cumhurbaşkanımızın yerinde talimatlarıyla ve topyekûn bir
millî seferberlik hâlinde ortaya konulan gayretle inşallah bu coronavirüs
davasını hep birlikte başaracağız, defedeceğiz, en az zayiatla inşallah Türk
milleti olarak da bu illetten kurtulacağız; duamız bu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
HACI BAYRAM TÜRKOĞLU (Devamla) – Tabii, en çok birlik
beraberliğe ihtiyacımızın olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bu dönemde, birbirimize
de yardımcı olarak, toplumsal olarak sosyal mesafelerimize dikkat ederek, Bilim
Kurulumuzun, yetkili kuruluşlarımızın ortaya koyduğu kurallara dikkat ederek,
inşallah, millet olarak bu illeti de hep birlikte atlatacağız diyor, hepinizi
saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Grup önerisini kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün
19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
2.-
HDP Grubunun, Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ve arkadaşları tarafından,
corona virüsü testlerinin illere göre dağılımının ne olduğu, bu dağılımın hangi
kıstaslara göre yapıldığı, sağlık politikaları kapsamında bölgeler arası bir
ayrımcılığın olup olmadığının araştırılması amacıyla 11/4/2020 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14 Nisan 2020 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
14/4/2020
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 14/4/2020 Salı günü (bugün)
toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Meral
Danış Beştaş
Siirt
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
11 Nisan 2020 tarihinde Diyarbakır Milletvekili
Semra Güzel ve arkadaşları tarafından (6329 sıra numaralı) corona virüsü
testlerinin illere göre dağılımının ne olduğu, bu dağılımın hangi kıstaslarla
yapıldığı, sağlık politikaları kapsamında bölgeler arası bir ayrımcılığın olup
olmadığının araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan
Meclis araştırması önergesinin diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin
14/4/2020 Salı günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin gerekçesini açıklamak üzere,
Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Ağrı Milletvekili Sayın Dirayet Dilan
Taşdemir.
Buyurunuz Sayın Taşdemir. (HDP sıralarından
alkışlar)
HDP GRUBU ADINA DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) –
Teşekkür ederim Başkan.
Ben de öncelikle bir soykırım olan Enfal katliamında
yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum.
Değerli arkadaşlar, coronavirüs salgını başladığında,
başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere, Türk Tabipleri Birliği, Sağlık
Emekçileri Sendikası, uzmanlar aslında çokça şunu ifade ettiler: “Bu salgınla
mücadele etmenin temel yöntemlerinden bir tanesi de yaygın test yapmaktır.”
Ama, maalesef, bu konuda da ciddi bir dirençle karşılaştığımızı söylemek
mümkün. İşin vahameti açığa çıkınca, talepler gelmeye başlayınca bu sefer
testler yapılmaya başlandı ama gelin görün ki otuz iki günlük süreçte toplam
410.566 tane test yapılmış. Bunlar kişi sayısına göre yapılan testler değil
çünkü biz biliyoruz, bazen 1 kişiye 1’den fazla da test yapılabiliyor. Hâlâ
test uygulama mantığı aslında hastaları esas alarak yapılıyor yani olağan
şüphelilere test yapılmıyor dolayısıyla şüphelilerin kim olduğu ve karantinaya
alınması gerekip gerekmediği konusunda da bir muğlaklık hâlâ söz konusu. Ama
benzer biçimde bütün dünya bu salgınla mücadele ediyor. Örneğin, Almanya’da
günde 200 bine yakın test yapıldığını biz biliyoruz.
Yine, değerli arkadaşlar, coronavirüsle mücadelede
birçok kesim, bizler defalarca aslında şeffaf bir süreç yürütmenin ne kadar
önemli olduğunun vurgusunu yaptık ama bu konuda da hâlâ bir sır perdesi var. 83
milyon insan Sağlık Bakanının gece yarısı atacağı “tweet”e bakıyor ne olup
bittiğini öğrenmek için.
Yine, bir Bilim Kurulu oluşturuldu, evet, biliyoruz;
bu Bilim Kurulunun kararları kamuoyuyla paylaşılmıyor. Kararlar önce saraya
gidiyor, saray kararlara bakıyor, eğer uygun görürse “Evet, uygulayalım.”
diyor, eğer uygun görmüyorsa zaten uygulanmıyor. Neyin önerildiğini de biz
bilmiyoruz. Cuma günü yaşanan krizin kendisi de aslında bunun bir
göstergesiydi. Açıkçası siz bu krizi yönetemiyorsunuz, bu krizi
derinleştiriyorsunuz.
Yine, değerli arkadaşlar, testler bölgelere ve
illere hangi kriterlere göre gönderiliyor, neye göre dağıtılıyor, bunu da biz
bilmiyoruz. Biz vekiller bile kendi yerellerimizde kaç vaka var, kaç kişiye
test yapıldı, ölüm oranı ne, bu konuda bilgi sahibi değiliz. Sadece sağlık
müdürlüklerinin günübirlik verdiği, belli kriterlere göre güncellediği bir
bilgi kamuoyuyla paylaşılıyor.
Evet, coronavirüsle mücadelede kriz yaşıyorsunuz,
yönetemiyorsunuz, Türkiye genelinde böyle bir sıkıntı var ama bu kriz Kürt
illerinde çok çok daha derin ve vahim boyutlarda. Bu konuda bile ciddi bir
ayrımcılık söz konusu.
Bakın, arkadaşlar, Diyarbakır’ın nüfusu 1 milyon 800
bine yakın. Burada açıklanan testleri söylüyorum; Diyarbakır’da 500 test
yapılmış, Batman’da 500, Bitlis’te 500, Bingöl’de 200, Urfa’da 450, Van’da
çevre iller de dâhil 1.100 test uygulanmış. Bunlar Sağlık Müdürlüğünün
açıklamaları. Açıkçası, ne kadar gerçeği yansıttığı da ayrıca tartışma konusu.
Yani salgının ilk haftalarında sözünü ettiğim illerde test bile yapılmadı, daha
sonra testler gönderilmeye başlandı. Örneğin, Batman’da, Siirt’te yapılan testler
Diyarbakır’a gönderiliyor ama gerçekten, buralarda da yolda, hangi koşullarda
bu testler gidiyor, nasıl uygulanıyor, sonuçları ve geri dönüşü nasıl
sağlanıyor, burası da ciddi bir muğlaklık. Hatta son zamanlara kadar yapılan
testlerin sonuçlarını doktorlar bile göremiyordu, yeni yeni, kamuoyunun
baskısıyla, gelen tartışmalar neticesinde bunu da görmeye başladılar. 3 büyük
şehirde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor: Diyarbakır’da, Van’da, Mardin’de.
Yine, bazı bölgelerde de giriş çıkışlar yasaklanıyor ama burada yaşayan
insanlara test yapılmıyor. Bunun gerekçesi nedir? Neden böyle bir uygulama
öngörülüyor, o da ayrı bir tartışma konusu.
Değerli arkadaşlar, yine, sağlık emekçileri
gerçekten bu süreçte çok ciddi emek verdiler, ağır şartlarda mücadele yürüttüler,
bir kez daha burada partimiz adına kendilerine de teşekkür etmek istiyorum. Ama
gelin görün ki sağlık emekçileri bu kadar zor koşullarda çalışıyor, üstüne
üstlük bir de siz onlar açısından süreci zorlaştırıyorsunuz. Şeffaf olması
gereken iktidar iken, Hükûmet iken sağlık örgütü, sağlık emekçileri bu görevi
üstlenmeye çalışıyor. İşte, Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı, yine Mardin Tabip
Odası Başkanı kamuoyuna bu sürece ilişkin yaptıkları paylaşımlardan, bilgi
paylaşımından kaynaklı soruşturmaya maruz kaldılar. Yani sağlık emekçileri
hakkında, öyle sadece alkışlamak, bu süreci böyle popülist bir siyasetle
yürütmek çözüm değil, bu yaklaşımdan da vazgeçin. Sağlık emekçilerinin
özellikle bu süreçte çok çok ciddi sıkıntıları var; barınma sorunları var,
ulaşım problemleri var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın efendim.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Devamla) – Bitiriyorum
Başkan.
Yine, hâlâ bu bölgede sağlık çalışanları bu hızlı
kitlere ulaşmış değil. Dolayısıyla alkış kolaycılığından vazgeçerek bir an önce
sağlık emekçileriyle ilgili de adım atılması gerektiğini düşünüyoruz.
Yine, değerli arkadaşlar, Sağlık Bakanlığının
açıkladığı test sayısının, testlerin uygulandığı illerin ve ölüm oranlarının,
halk sağlığı açısından şüphe uyandırdığını düşünüyoruz. Bu
konuda Meclisin bir araştırma komisyonu kurmasını istiyoruz, bunun için de bu
araştırma önergemizin desteklenmesini talep ediyorum.
Teşekkürler. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Fikret Şahin.
Buyurunuz Sayın Şahin.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FİKRET
ŞAHİN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan
önce, bugün coronavirüs enfeksiyonu nedeniyle hayatını kaybeden Bağımsız
Türkiye Partisi Genel Başkanı Sayın Haydar Baş’a ve dün 27 yaşında yine
coronavirüs enfeksiyonu nedeniyle hayatını kaybeden Ataşehir Belediye Meclis
Üyemiz Sayın Uğurcan Demir’e Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır
diliyorum.
Efendim, malum, hafta
sonu iki günlük, kırk sekiz saatlik pek bir anlamı olmayan bir sokağa çıkma
yasağı ilan edildi. Bu esnada vatandaşlarımız tabii ki bu plansız ilan edilen
sokağa çıkma yasağı sebebiyle acil ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla marketlere
akın akın gittiler. Çocukları için bez almaya, süt almaya, acil hastalarının
ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkmak zorunda kaldılar.
Maalesef, yandaş
gazetelerde, köşe başlarını tutmuş, yazar olduklarını zanneden kişiler, işte,
vatandaşımızın bu hâline şöyle karşılık verdiler, sokağa çıkan vatandaşlarımıza
köşelerinden “geri zekâlılar” “ayılar” “lümpen kişiler” diyerek vatandaşımıza
hakaret etmeyi bir marifet bildiler.
Ben sizlere buradan,
iktidar partisi yetkililerine sormak istiyorum: Bu tuzu kuru olan, “yazar”
dediğimiz bu kişiler, bu kibir abideleri, vatandaşımıza hakaret etme gücünü
kimden alıyor ve bunlar kimlerden besleniyor, bunu size sormak istiyorum.
Yine, bu yazarların
bahsettiği şekildeki bir olayı da maalesef, kendi seçim bölgem Balıkesir’de
yaşadık. Yine,
sokağa çıkma yasağı sebebiyle Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı kendisine
yöneltilen bir soruya şöyle cevap vermiştir: “Dışarıya çıkmayın dedik; ne
gençler dinledi ne de işsiz güçsüz EYT’liler.” EYT’li vatandaşlarımızı yani bu
ülke için devletin öngördüğü sürede hizmet etmiş, alın teri dökmüş ve görev
süreleri boyunca da kanun değişmesi sebebiyle emeklilik hakları elinden
alınmış, gasbedilmiş 5,5 milyonluk bu EYT’li vatandaşlarımıza “işsiz güçsüz”
diyerek vatandaşlarımızı aşağılamıştır ne yazık ki. Tabii ki Balıkesir gibi
güzide bir ilimiz, Kuvayımilliye’nin başkenti dediğimiz ilimizin bu şekilde
gündeme gelmesinden ben de şahsen büyük bir üzüntü duyuyorum. Yine, büyük
olasılıkla -zannediyorum- Başkanın dil sürçmesi sebebiyle söylediği bir sözü de
burada dile getirmek istiyorum. Sayın Başkan: “Maske sıkıntımız yok. Bankaya
girerken, iş yerine girerken veriyoruz, sokağa çıkacak kişilere niçin verelim?”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
FİKRET ŞAHİN (Devamla) – Tekrar söylüyorum:
Muhtemelen dil sürçmesi, öyle zannediyorum ama hatta “Vatandaş mezara girerken
de maske veriyoruz.” diye bir tabir kullanmıştır. Tabii, zannediyorum
“mezarlık” diyecekti ama tabii ki bu söyleyiş bilinçaltında yatan bir düşünceyi
yansıtıyor. Ne demektir bu? Vatandaşı daha ölmeden mezara gömme fikridir bu
yani mevcut AKP zihniyetinin fikridir. Vatandaş “Açım.” derken “Geber.” diyen
zihniyetle işte “Maskemiz yok.” denildiği zaman “Efendim, mezara girerken maske
veriyoruz.” demek aynı şekildedir. Halkımız bu yönetimi hak etmiyor. Evet,
söylüyoruz: Siz krizi yönetemiyorsunuz, onun ötesinde artık ülkeyi yönetemez
hâldesiniz. Vatandaş size en kısa sürede, inşallah, gereken cevabı verecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık.
Buyurunuz Sayın Çalık.
AK PARTİ GRUBU ADINA ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; HDP Grubunun vermiş olduğu sağlık
politikalarında bölgeler arası ayrımcılık olup olmadığına dair araştırma
önergesi hakkında söz almış bulunuyorum. Öncelikle coronavirüs sebebiyle
hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum ve
hastalarımıza acil şifalar diliyorum.
Öncelikle, 2002 Türkiyesi ve onun öncesindeki
Türkiye ile bugünkü Türkiye’de sağlıkta katetmiş olduğumuz yol, bütün dünya
devletlerinin takdir ettiği bir süreçtir. On sekiz yıllık sağlık
politikalarında en önemli yapmış olduğumuz işlem, özellikle 83 milyon
insanımıza eşit sağlık hizmetini sunmak oldu. Özellikle sosyal güvenlik
sisteminde yapmış olduğumuz reformla biz, 2002 yılında sağlıktan yararlanan
vatandaşlarımızın oranını yüzde 67’den bugün yüzde 100’e çıkarmış vaziyetteyiz.
Yani genel sağlık sigortasıyla birlikte, vatandaşlarımızdan isteyen istediği
hastanede tedavisini oluyor, eşit sağlık hizmetine kesinlikle kavuşuyor.
Ve biz bu eşit sağlık hizmetlerini yaparken bugün
coronavirüs salgını dolayısıyla çok önemli bir başarıya daha imza atıyoruz.
Coronavirüsün başladığı ilk günden itibaren, ki öncesinde almış olduğumuz
tedbirler başta olmak üzere, dünyada parmakla gösterilen ülkeler arasındayız.
Özellikle coronavirüs tespiti amacıyla yapılan test sayımızın bugün 410 bine
ulaştığını biliyoruz ve test sayımız artarken bugünkü gelmiş olduğumuz noktada
günlük test vaka oranımız düşüyor, vaka ölüm oranımız düşüyor, vaka yoğun bakım
oranımız ciddi manada düşüyor ve tedavi olan hastalarımızın sayısı da 1.843’e
yükselmiş vaziyette. Bunlar, 81 il için vermiş olduğumuz rakamlar. Fakat
HDP’nin vermiş olduğu önergeye baktığımız zaman, öncelikle, konuşan
milletvekili başta olmak üzere verdiği rakamlar doğru değil. Her zaman olduğu
gibi yalan söyleyerek Meclisi, maalesef, kandırıyor, milletimizi kandırıyor.
(AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; HDP sıralarından gürültüler)
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Siz yalan
söylüyorsunuz!
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) – Şimdi, öncelikle test niçin
yapılıyor? (HDP sıralarından gürültüler)
Lütfen dinleyin…
Bakın, biz insanı yaşatmak için çalışıyoruz, siz
onlara korku salıyorsunuz. (HDP sıralarından gürültüler)
NURAN İMİR (Şırnak) – Siz, göz göre göre haksızlık
yapıyorsunuz.
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) – Elinize megafon alıp
“Hükûmet Kürtleri öldürüyor, o salgını bunun için yaptı.” diye kapı kapı
dolaşıyorsunuz. Biz insanları yaşatmak için dolaşıyoruz, biz insanları yaşatmak
için mücadele ediyoruz.(AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; HDP sıralarından
gürültüler)
Bakın, bizim felsefemiz “İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın.” Önce insan yaşayacak. (HDP sıralarından gürültüler)
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Sen soruya cevap
ver, soruya!
NURAN İMİR (Şırnak) – Sizin felsefeniz ölümdür,
ölümdür, ölümdür!
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) – Bölgesel fark gözetmeksizin
insanı yaşatacağız. Önce insanı yaşatmayı öğreneceksiniz!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayınız.
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) – Vermiş olduğunuz rakamlarda,
öncelikle şunu belirtmek isterim. (HDP sıralarından gürültüler)
NURAN İMİR (Şırnak) – Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz
karasısınız, yüz karası iktidarısınız!
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) – Test sayılarımızda…
Testlerin yapılması…(HDP sıralarından gürültüler) Vaka varsa, vakaya bulaşan insanlar
varsa testleri yapmaya devam ediyoruz. Vermiş olduğunuz, illerdeki rakamlar:
Diyarbakır için -yanlış hatırlamıyorsam- “500” dediniz. Diyarbakır’da tam 1.334
test yapılmış vaziyette.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) – Maşallah, ne
kadar çokmuş!
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) – Bakın, çok olması önemli
değil. Arkadaşlar, ben sağlıkçıyım, otuz yıllık sağlıkçıyım ve eczacıyım. Covid
sürecinde de başta Cumhurbaşkanım olmak üzere, Sağlık Bakanım, İçişleri Bakanım
inanılmaz bir mücadele verdi. Maskelerin temini konusunda, testlerin yapılması
konusunda, tedavi konusunda inanılmaz bir mücadele veriyoruz. Daha dün gece
Sayın Cumhurbaşkanımızın yayımlamış olduğu kararnamede; sosyal güvenlik
kapsamında olsun ya da olmasın, ülkede yaşayan bütün vatandaşlarımıza testi, ilacı,
tedaviyi ücretsiz olarak vereceğiz, tüm Türkiye’ye vereceğiz. (AK PARTİ
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Türkiye dünyaya nasıl bir sosyal devlet
olunur, onu öğretecek. (CHP ve HDP sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman)- Yalan! Yalan! Yalan!
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Yapmadınız, insanlar
öldü, öldü! İnsanlar öldü!
BAŞKAN – Tamamlayınız.
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) – Sayın Başkanım son sözlerim.
Kıymetli milletvekilleri, son sözüm şudur: Bakın, bu
Covid-19 süreci hiçbir ülkenin beklemediği bir süreç. Ama Dünya Sağlık
Örgütünün bütün dünyaya söylediği bir söz vardır: “Bu süreci en iyi yürüten
ülke Türkiye’dir, en şeffaf verileri veren ülke Türkiye’dir, en iyi tedavi
sistemini oluşturan ülke Türkiye’dir”. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Yalan! Yalan!
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) - Şehir hastanelerini kuran
ülke Türkiye’dir. Adana’daki sahra hastaneleri gibi değil, aslanlar gibi
doktorlarımızın hizmet verdiği hastaneleri kuran ülke Türkiye’dir.(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bütün Meclisi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Oluç.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
29.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, Malatya
Milletvekili Öznur Çalık’ın HDP grup önerisi üzerinde AK PARTİ Grubu adına
yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın vekiller yani şimdi, tartışmayı yaparken
üsluba dikkat etmek gerekiyor. Bu kürsüde konuşan vekilin “Yalan
söylüyorsunuz.” ifadesini tabii ki iade ediyoruz, olacak bir şey değil. Şimdi,
ortada… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – 500 değil, 1.300
tane.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Efendim, anlatacağım
bir dakika dinleyin. Neden söylediğimi de anlatacağım. Uygun değil çünkü bir
yalan söyleme hadisesi varsa yani sizinle yarışamayız bu konuda, birinci sırada
gelirsiniz. (HDP sıralarından alkışlar) Ülkedeki, toplumdaki herkese sürekli
yalan söylüyorsunuz. Bir değil üç değil beş değil yüzlerce anlatılır ama şimdi
konu başka.
Efendim, birincisi: Bu alınan veriler, şeffaflık tam
olmadığı için eksik olabilir. Geçen gün ben de bazı veriler söyledim. Nereden
alıyoruz? İl Sağlık Müdürlüğünden öğrenebiliyoruz. İl Sağlık Müdürlüğü verileri
yeterince vermeyince eksik veri oluyor. Bizim vekilimiz demiş “500.” sizin
vekiliniz dedi “1.300.” Nereden bahsediyoruz? 1,5 milyon insanın yaşadığı
Diyarbakır’dan bahsediyoruz. Yani 1,5 milyon insanın yaşadığı Diyarbakır’da
“1.300 test yapıldı.” diye siz bunu anlatıyorsunuz.
MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Ama 500 değil…
OYA ERONAT (Diyarbakır) – Hakaret ya!
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Bizimki “500.” “Daha
önceki veriymiş.” Arada… Efendim geçen gün de tartıştık, aynı şey. 1.300
anlamlı bir rakam mı? 1,5 milyon insanın yaşadığı bir şehirde “1.300 test
yaptırdık.” diye övüne övüne ne konuşuyorsunuz. Oradakiler insan değil mi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Demek ki şüpheli yok,
şüpheli.
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – İkincisi: Şimdi,
sizin söylediklerinize ve yaptıklarınıza Diyarbakır halkı başta olmak üzere
güvenmiyor, neyinize güvenecek? Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine daha bu
salgının başladığı günlerde yapılanları unutuyor musunuz? Daha o gün, salgının
başladığı günlerde 8 belediyemize kayyum atadınız. “Evde kal.” dediğinize
inanmadığı için insanlar, biz mahalle mahalle dolaşıp insanlara “Aman, evde kalın.”
diye anlattık. Çünkü sizin söylediklerinize inanmıyorlar, niye “Evde kalın.”
dediğinizi bilmiyorlar; mutlaka bir musibet vardır diye düşünüyorlar. Neden?
İktidara güvenmiyorlar. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
RECEP ÖZEL (Isparta) – Hadi oradan ya! Bu kadar da
ayrımcı bir dil olmaz ya! Bu kadar ayrımcı dil olmaz, biliyor musun!
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Evet.
Bakın Sayın Özel, salgının başladığı günlerde 8
belediyeye kayyumu siz atadınız ya, siz atadınız!
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – O başka! O başka konu!
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Neyinize güvensin
insanlar, güvenmiyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Şimdi, sonuncusu.
Yani hakikaten, krizi en iyi yöneten sizmişsiniz. Ya bu kadar beceriksiz bir
yönetim olmaz. Daha burada geçen gün tartıştık, sokağa çıkma yasağını nasıl
ilan ettiniz? Mesele istifalara kadar vardı. Bu kadar beceriksiz bir kriz
yönetimi başka hiçbir yerde yok. Ayrıca, şunu da hep söylüyoruz: Yanlış
önlemleri siz önerdiniz, geç önlem sizden geldi, yetersiz önlem sizden geldi.
Bunları hep eleştiriyoruz. Neyle övünüyorsunuz? “Efendim, Dünya Sağlık Örgütü
demiş ki ‘En iyi Türkiye yönetiyor.’” Siz onu bizim külahımıza anlatın, nasıl
yönettiğinizi biz görüyoruz burada. Dolayısıyla bu tartışmaları böyle yapmanın
anlamı yok, bir kez daha söylemiş olayım.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Akbaşoğlu, buyurun.
30.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun,
İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biraz evvel HDP grup önerisine cevap veren değerli
milletvekilimiz, HDP milletvekili tarafından öne sürülen rakamlarla ilgili,
bunun gerçeği yansıtmadığını, doğrusunun da ne olduğunu açıkça ortaya
koymuştur. Bu, net bir durumdur, herkesin öğrenebileceği, Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğünden öğrenilebilecek açık bir bilgidir. Bunu böyle bir tartışma konusu
yapmak hakikaten bir acziyet. Sonuç itibarıyla, açıkça Diyarbakır’da 1.334,
Bingöl’de 340, Şanlıurfa’da 1.033 gibi, test sayıları nettir, rakamı ifade
etmektedir. Dolayısıyla bu konuda vaka yoksa…
NURAN İMİR (Şırnak) – Vaka yok değil. Bir sürü
ilçede beldeler karantinaya alındı.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Değerli
arkadaşlar, bakınız, eğer bir şikâyet yoksa, bir vaka yoksa, herhangi bir talep
yoksa zaten bu konuda herhangi bir şey yapılmaz ama her türlü şikâyet mutlaka
yetkililerce değerlendirilmek suretiyle bu konuyla ilgili ne gerekiyorsa,
güneydoğuda da doğuda da batıda da Karadeniz’de de, Akdeniz’de de 81 vilayette
de 83 milyon insanımızın tamamına yönelik olarak herkes sosyal güvence altında,
gereği yapılmaktadır ve Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
Cumhurbaşkanlığı kararnamesine göre, sonuçta bütün bir milletimiz -sosyal
güvencesi olsun veya olmasın- herkesin kitle ilgili, ilaçla ilgili, Covid-19’la
ilgili tedavileri ücretsizdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayınız efendim.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Sonuç itibarıyla
Amerika Birleşik Devletleri’nde sosyal güvencesi olanlar 9 bin dolara, sosyal
güvencesi olmayanlar 34 bin dolara Covid-19 tedavisi görürken, Türkiye’nin işte
farkı bu. Türkiye’de bütün bir millete ücretsiz bir tedavi söz konusu. (AK
PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu farkı, elhamdülillah, ortaya
koymak her babayiğidin harcı değildir, bu da AK PARTİ’nin bir büyük
başarısıdır.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Oluç…
31.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, Çankırı
Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yaptığı açıklamasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Bakın, bu Diyarbakır’daki test meselesi… Diğer
illere de geleceğim. Birincisi: Şunu yapalım isterseniz, teker teker, sizin
söylediğiniz illeri -Diyarbakır, Bingöl, Urfa- sayalım, listeyi çıkaralım.
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sizin araştırma önergenizde
o iller var.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) - Bir dakika izin
verin, anlatacağım, oranlama yapalım… Efendim, oranlama yapalım yani
Diyarbakır, Bingöl, Urfa, Şırnak vesaire yerlerde -oranlama- nüfusa göre kaç
test yapılmış?
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkan, vaka yoksa
teste ihtiyaç yok.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – İkincisi: Batıda kaç
test yapılmış? Şimdi bir bunu oranlayalım, bakalım.
Diyarbakır Tabip Odası geçen gün açıkladı:
“Diyarbakır’daki test sayısı yeterli değil.” dedi. Neden? Çünkü “Pozitif çıkanların
sayısı 200” dedi. Yani “1.334 test yapılmış.” diyorsunuz, peki, 200’ü pozitif
çıkmış. Biz de size ne diyoruz zaten? “Test yapılma sayısı yetersizdir.”
diyoruz. Bunu anlatıyoruz. Dolayısıyla “Daha fazla test yapılmalıdır.” diyoruz.
1 milyon 756 bin kişi yaşıyor resmî rakamlara göre Diyarbakır’da. Orada, 1
milyon 756 bin insanın yaşadığı bir şehirde 1.334 test nedir Allah aşkına? Yani
oranlayalım illere, burada bir eşitsizlik var, burada bir özensizlik var. Bunu
anlatıyoruz, bunu duymak istemiyorsunuz. Gelin, bütün illeri teker teker, İl
Sağlık Müdürlüklerinden alınmış rakamlarla nüfusa oranlayalım, bakalım.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Ya, vakayla oranlanır o,
nüfusla oranlanır mı ya?
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Bu eşitsizliğin ne
kadar büyük olduğunu göreceksiniz. Olur mu öyle şey? Ankara’da pozitif çıkanlar
var da Diyarbakır’dakilerin bağışıklığı çok yüksek, onun için pozitif çıkmıyor
mu diyeceksiniz yani? Böyle bir şey olabilir mi? Özensizlik çok açık ortada.
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Bilgi sahibi olmadan fikir
üretiyorsunuz
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Algoritmaya göre yapılıyor,
algoritmaya.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Osman Bey, İçişleri
Bakanı geri döndü; seni bakan yapmayacaklar, bağırma. Seni bir daha bakan
yapmayacaklar, kesin bilgi.
BAŞKAN – Sayın Akbaşoğlu.
32.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun,
İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamasındaki bazı
ifadelerine ilişkin tekraren açıklaması
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi tekrar hürmetle selamlıyorum.
Sayın mevkidaşımızın ortaya koyduğu oranlamalara
bakalım: Bakın, Antalya’da oran nüfusa oranla yüzde 1,53; Kütahya’da 1,38;
Kırşehir’de 1,32; Afyonkarahisar’da 1,31; Gümüşhane’de 1,26. Dolayısıyla nerede
vaka varsa orada Türkiye’nin yardım eli var ve destek eli var. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Diyarbakır’ı da söyle.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Diyarbakır’ın
0,76; Hatay’ın 0,76; Siirt’in 0,32.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Nasıl 0,32 ya?
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Dolayısıyla
değerli arkadaşlar, bu konu da vakaya göre oranı, nüfusa oranladığımızda, bütün
oranlar burada. Dolayısıyla burada herhangi bir ayrımcılık asla söz konusu olamaz.
Bunu ortaya koyanların maalesef, gönüllerinde, fikirlerinde ve söylemlerinde
ayrımcılık olabilir. Türkiye Cumhuriyeti devleti 81 vilayetiyle 83 milyonuyla
birdir, beraberdir, kardeştir, devlet-millet kaynaşmasıyla beraber de inşallah,
her şeye rağmen, herkese rağmen coronavirüsün üstesinden de gelmeyi
başaracaktır. [AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; CHP ve İYİ
PARTİ sıralarından alkışlar (!)]
BAŞKAN – Sayın Oluç…
33.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, Çankırı
Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yaptığı açıklamasındaki bazı
ifadelerine ilişkin tekraren açıklaması
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Siz, verdiğiniz rakamlarla gerçekten, tam bu
söylediğimize işaret ettiniz, çok güzel oldu. Antalya’da oran olarak “Yüzde
1,5” mu dediniz, doğru mu duydum? “1,5” dediniz, değil mi? Antalya’da 1,5; çok
güzel. Daha fazla da olmalıdır test sayısı, biz Antalya’da…
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Test sayısına
göre.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Bir dakika efendim,
anlatacağım.
Şimdi, bakın, Diyarbakır’da test sayısını nüfusa
oranladığınız zaman nedir? On binde 7, on binde 7 ya! “Orada eşitlik var."
diyorsunuz. Yüzde 1,5 Antalya’da, Diyarbakır’da on binde 7. Ne eşitliği var?
Biz de bunu anlatıyoruz, tam bunu söylüyordum işte, siz çok güzel örnek
verdiniz. Matematik gösteriyor işte gerçeği. Burada tartıştığımız mesele… Yani
sanki Türkiye'nin her yeri çok eşitmiş gibi konuşuyorsunuz. Böyle bir durum mu
var? İşsizlik: En fazla işsiz nerededir? Yoksulluk: En fazla yoksulluk
nerededir? Bölgesel eşitsizlik nerededir? Bunların hepsi ortada. Coronavirüste
de test sayısında eşitsiz davranıyorsunuz, bunu anlatıyoruz. Bunu dinleyip deseniz
ki: “Evet, burada bir doğruluk payı var, testlerin sayısının artması lazım.”
Hizmet bu işte. “Yaptık." diyorsunuz yapmamışsınız; on binde 7, ortada.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Akbaşoğlu.
34.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun,
İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamasındaki bazı
ifadelerine, ülkede yapılması gerekenlerin hassasiyetle yapıldığına ilişkin
tekraren açıklaması
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütün tablo illere göre elimde. Bakın, İstanbul’da 180
bine yakın test yapılmış; nüfusu 15 milyon, oranı 11,57. Niye? Çünkü vaka
sayısı fazla, vaka sayısı fazla. Vaka sayısı fazlalığı nedeniyle testlerin
yapılmasıyla ilgili, bu noktada şikâyetlerin olması nedeniyle şikâyetlerle
ilgili bir yaklaşım söz konusu, ona göre de daha fazla test yapılması durumu
söz konusu. Oranlamalar da buna göre ortaya çıkıyor. Dolayısıyla ne kadar fazla
vaka varsa o kadar fazla test var. Bunun nüfusla ilgili doğrudan bir ilişkisi
yok. Dolayısıyla değişkenlikler arz eden oranlamalar söz konusu. Nerede ne
yapılması gerekiyorsa Türkiye’nin her tarafında o hassasiyetle yapılmaktadır ve
mutlaka yapılmaya devam edilecektir. Bunu anlatmaya çalışıyorum, teşekkür ediyorum.
(AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
NURAN İMİR (Şırnak) – Aynı metinde 3 tane konuşma
olmaz!
BAŞKAN – Bir saniye efendim…
Sayın Oluç, bir cümleyle, lütfen.
35.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, corona
testi yapıldıkça vaka sayısının arttığının görüldüğüne ilişkin açıklaması
HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Bir cümle efendim,
bitiriyorum.
Sayın Akbaşoğlu, vaka sayısının çok olduğunu
anlamanın yolu testlerin artmasıdır yani Türkiye’nin tamamında 500 testle
başlandı şimdi 30 binin üzerine çıktı. Dolayısıyla vaka sayısının da arttığını
görüyoruz. Test yapıldıkça vakanın olup olmadığı ortaya çıkıyor, test
yapılmayınca anlamazsınız ki bunu.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Ya, test yapılması için
algoritma lazım.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Sayın Başkan,
sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN – Yerinizden söz vereyim.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Kürsüden konuşayım
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Peki, Sayın Taşdemir.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Olmaz, efendim!
RECEP ÖZEL (Isparta) – Ne dedi sana ya? Ne dedi de
sana çıktın?
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Bağırmayın, çok
bağırınca bir şeyler olmuyor yani haklı olmuyorsunuz.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Taşdemir.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir’in, Malatya Milletvekili
Öznur Çalık’ın HDP grup önerisi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması
sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Teşekkür ederim
Başkan.
Arkadaşlar, ben İl Sağlık Müdürlüğünün verdiği
rakamları paylaştım. Yani şimdi, bütün devlet kurumları sizin il, ilçe
teşkilatlarınız gibi çalıştığı için günübirlik siz o verilere
ulaşabiliyorsunuz, zaten ben de burada onu eleştirdim. Yani bakın, vekil olarak
kendi illerimizde biz vaka sayısını, test sayısını, ne kadar olduğunu
bilmiyoruz, ölüm oranlarını bilmiyoruz. Bu konuda zaten bir şeffaflık
olmadığını sizinle paylaştım. Şimdi siz, hesap vermesi gereken yerdesiniz,
hesap vermeniz gerekirken, bağırarak, çağırarak, sanki mitingdeymişsiniz gibi
hamaset yaparak bu işin üstünü örtüyorsunuz. Bakın, tekrardan soruyorum ben
size: Bu testleri illere gönderirken hangi kriteri uyguladınız? Bu basit bir
soru ve bunun cevabını da verebilirsiniz.
Neden testler bu kadar geç gitti bu sözünü ettiğim
illere, Kürt illerine? Bunun cevabını verebilirsiniz. Yine hâlâ, hızlı testler
uygulanmıyor, neden uygulanmıyor? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Şimdi
bunun cevabını vermek yerine böyle saldırarak, bağırarak, çağırarak, hakaret
ederek bu işin içinden çıkamazsınız. Son bir şey söyleyeyim: Algı, yalan,
manipülasyon sizin işinizdir.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Hadi oradan ya!
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Devamla) - Vallahi biz
sizinle baş edemeyiz bu konuda. Bu konuda birinci sizsiniz, sizin üzerinize
daha, böyle bir iktidar da gelmemiş, onu da ifade edeyim. (HDP sıralarından
alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) – “Yalancı.” dedi.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – “Yalancı.” demedim,
“işiniz” dedim.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar…
OYA ERONAT (Diyarbakır) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Eronat, Grup Başkan Vekiliniz söz
istiyor.
NURAN İMİR (Şırnak) – Sana ne oluyor ya? Grup Başkan
Vekiliniz orada.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Yerinden söz
istedi.
BAŞKAN – Sayın Akbaşoğlu…
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Biraz evvel
Sayın HDP milletvekilinin ortaya koyduğu konuşmada milletvekilimizin
açıklamalarıyla ilgili “Yalan söylüyor.” sıfatı nedeniyle bir sataşma vardır. O
sataşmaya cevap verecek yerinden, açıklamayla ilgili…
NURAN İMİR (Şırnak) – Öyle bir şey demedi.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – “Sizin işiniz.”
dedim, “Yalan söylüyorsunuz.” demedim.
BAŞKAN – Bir saniye, bir saniye…
Sayın Eronat, ilave edecek bir şeyiniz var mı?
NURAN İMİR (Şırnak) – Niye ona söz veriyorsunuz?
BAŞKAN – Bir saniye, bir saniye efendim…
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
36.- Diyarbakır Milletvekili Oya Eronat’ın, Ağrı Milletvekili
Dirayet Dilan Taşdemir’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
OYA ERONAT (Diyarbakır) – Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum öncelikle söz verdiğiniz için.
Şimdi, şunu bir düzeltelim: Kürt illeri… Ben bir
Kürt olarak İstanbul’da en fazla Kürt’ün yaşadığını söylemek istiyorum, benim
Diyarbakır’ımı bu Türkiye’den kimse ayıramaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Nereden senin oluyor
ya? Tapusunu mu aldın kendine?
OYA ERONAT (Diyarbakır) – Şimdi gelelim diğer
konuya: Bugün Diyarbakır’da Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ve Dicle
Üniversitesinde günde toplam 500 test yapabilme kapasitemiz vardır. Şimdi,
bugüne kadar 1.334 test yapılmıştır. Şimdi, bu testler nasıl yapılıyor?
Öksürük, solunum yetersizliği, solunum sıkıntısı, yüksek ateş şikâyeti olan
herkese test yapılıyor, bir de sürüntü yoluyla. Şimdi, insanlar sağlıklıysa,
gidip sağlık kurumlarına başvurmuyorsa, bu, Diyarbakır’ın kabahati midir?
Diyarbakır’da ölü sayısının az olması, coronavirüslü hasta sayısının az olması
Diyarbakır için güzel bir olay değil midir?
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Saklıyorsunuz,
saklıyorsunuz!
NURAN İMİR (Şırnak) – Çarpıtmayın!
OYA ERONAT (Diyarbakır) - Neden Diyarbakır’a
haksızlık yapıyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Eronat.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Anlaşılmıştır konu…
RECEP ÖZEL (Isparta) – Kürsüden “Yalancı.” dedi
efendim.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan,
şöyle…
BAŞKAN – Oylamaya geçeceğiz Sayın Akbaşoğlu.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Şu açıklamayı
yapıyorum: Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – O zaman, önce grubu bir sükûnete davet
edelim efendim.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Bütün
arkadaşlarımızın şuraya dikkatlerini teksif etmesini istirham ediyorum, bakın
-tutanaklara da geçsin- olayın özü ve aslı şudur: Herhangi bir kimsenin
herhangi bir rahatsızlığı nedeniyle, bir talebi nedeniyle 81 vilayette, en ufak
bir yerde test yapılmamış bir vaka var mıdır?
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Var.
NURAN İMİR (Şırnak) – Var.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Ankara’da vaka çıktı
diye sağlıkçılara test yapmıyorsunuz artık fazla çıkmasın diye.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Asla ve kata
yoktur; bu, ancak ve ancak meseleyi hakikatinden, gerçekliğinden saptırmaya
yönelik olarak bir yaklaşım olabilir. Bunun dışındaki hiçbir iddianın
geçerliliği, doğruluğu söz konusu olamaz.
Teşekkür ediyorum.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- HDP Grubunun, Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ve
arkadaşları tarafından, corona virüsü testlerinin illere göre dağılımının ne
olduğu, bu dağılımın hangi kıstaslara göre yapıldığı, sağlık politikaları
kapsamında bölgeler arası bir ayrımcılığın olup olmadığının araştırılması
amacıyla 11/4/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş
olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14 Nisan
2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN – Grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün
19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
3.- CHP Grubunun, Ankara Milletvekili Tekin Bingöl ve
arkadaşları tarafından, devlet kaynaklarının haksız kullanımının önüne
geçilmesi, iktidara yakınlığıyla bilinen dernek ve vakıflara aktarılan
paraların akıbetinin tespiti amacıyla 14/4/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 14 Nisan 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
14/4/2020
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu, 14/4/2020 Salı günü (bugün)
toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Engin
Özkoç
Sakarya
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Ankara Milletvekili Tekin Bingöl ve arkadaşları
tarafından, devlet kaynaklarının haksız kullanımının önüne geçilmesi, iktidara
yakınlığıyla bilinen dernek ve vakıflara aktarılan paraların akıbetinin tespiti
amacıyla 14/4/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş
olan Meclis araştırması önergesinin (1735 sıra no.lu) diğer önergelerin önüne
alınarak görüşmelerinin 14/4/2020 Salı günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin gerekçesini açıklamak üzere
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Tekin Bingöl.
Buyurunuz Sayın Bingöl.
CHP GRUBU ADINA TEKİN BİNGÖL (Ankara) – 23 Haziran
2019’da yapılan -tekrarlanan- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini
2’nci kez Sayın Ekrem İmamoğlu kazanmıştı.
Makama oturduktan sonra yaptığı ilk işlerden bir tanesi, insan odaklı ve
sosyal demokrat belediyecilik anlayışı gereği önüne gelen hesapların ve dosyaların
incelenmesiydi. Ortaya bir tablo çıktı, olağanüstü yüklü bir para, dernek ve
vakıflara aktarılmış; adı sanı bilinmeyen ya da son yıllarda kurulan vakıflarla
birlikte 17 vakfa çok büyük cesamette bir para aktarımı söz konusu. Şimdi, bu
vakıflardan iki tanesi son günlerde bir başka tartışma konusunun içinde yer
alıyor. Bunlardan bir tanesi az önce bahsettiğim, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ve diğer belediyelerle kamudan ciddi anlamda nakit para akışı ve
arsa tahsisinin yapıldığı TÜRGEV, diğeri ise adını duyduğumuzda çocukların
iniltilerinin kulaklarımızda çınladığı Ensar Vakfı. Şimdi, katkılarla hizmet etmeye odaklanmış bu iki vakıf, akıllara
zarar bir şekilde yurt dışında vakıf açıyorlar. 2 vakıf, “TÜRKEN” adıyla 2014
yılında Amerika’da bir vakıf kuruyor. 2014 yılı ile 2018 yılı arasında bu vakfa
56,5 milyon dolarlık bir nakit akışı söz konusu yani dört yıllık bir vakfa, 384
milyon liranın üstünde bir para.
SALİH CORA (Trabzon) – Sayın Bingöl, sanatçılara ne
kadar…
TEKİN BİNGÖL (Devamla) – Bu, büyük bir para. Bu
paranın nasıl aktarıldığını, kimler tarafından aktarıldığını araştırmak lazım.
Değerli arkadaşlar, bizim Amerika’daki temsilcimizin yaptığı çalışma sonucunda
ortaya çıktı: Sadece 2018 yılında 22,5 milyon dolarlık bir para girişi var bu
TÜRKEN’e; bu da 153 milyon Türk lirası yapar; bunun belgesi burada. 22,5 milyon
dolar para transferi var Türkiye’den Amerika’daki TÜRKEN Vakfına.
Peki, bu vakıf ne yapar, ne işler yapar? Bir, her
yıl gala yemeği verir, bu gala yemeğinin ücreti 100 bin doların üstündedir ve
ne ilginçtir ki bu yemekler, bilet karşılığıdır, bilet satılarak yapılan
yemeklerdir ama gelin görün ki 30-40 bin dolar zarar eder. İkincisi, New
York’ta süper lüks bir gökdelen inşa eder; bunun arsasının fiyatı 15 milyon
dolar, sadece arsa. Başka ne yapar? Michigan’da efsanevi boksör Muhammed
Ali’nin çiftliğini satın alır 2,5 milyon dolara. Ya, diyeceksiniz ki: “Türk
kökenli bir vakfın Amerika’da çiftlik almaya ne ihtiyacı var?” Akla şu geliyor:
Pensilvanya’da bir çiftlik vardı, birileri oraya aylar öncesinden aracı
koyarak, randevu alarak gidiyordu; şimdi, acaba onun yerine bir başka çiftlik
Michigan’da mı ihdas ediliyor? İlginç... Yaptığı çalışmalar bunlar.
Bu para, müthiş bir para ancak başka bir şey ortaya
çıktı. Bir bakıldı ki Kızılaya BAŞKENTGAZ bir miktar para hibe etmiş, güzel.
Ama bu para Ensar Vakfı üzerinden bir yerlere aktarılmış. Nereye? İşte
Amerika’daki TÜRKEN Vakfına ve Ensar Vakfı en son şunu itiraf etmek zorunda
kaldı: “Evet, ben 4 kez ikişer milyon dolar, 8 milyon dolar bu vakfa
gönderdim.” İyi, güzel ama bu 8 milyon dolar, Amerika vergi dairesinin
kayıtlarında yok. Bu nasıl bir para aktarışı? İlginç… O zaman değerli
arkadaşlar, bu 22,5 milyon dolar ya bir vakfın ya da bir şahsın tek elden
aktardığı para; önemli, bunu araştırmak lazım.
Başka? Kızılaya bakıyoruz, 30 bin-40 bin lira Genel
Müdürlerinin, danışmanlarının ücret aldığı bir hayır kurumu, Hilali Ahmer. Son
üç yılda 6,7 milyarlık bir hayır yapılmış Kızılaya; ne kadar güzel, ne kadar
güzel. Ama gelin görün ki 32 kat artış var. Demek ki Kızılay üzerinden bu vakıf
ve derneklere bir şeyler aktarılıyor.
Şimdi biz ne yapacağız?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
TEKİN BİNGÖL (Devamla) – Biz, Parlamento olarak
sadece kanun yapmıyoruz. İşte bunları araştırmamız lazım, işte bunları açığa
çıkarmamız lazım. Hani diyoruz ya “tüyü bitmemiş yetimin hakkı”, hani diyoruz
ya, “işçinin, memurun, köylünün, esnafın, namuslu sanayicinin yatırdığı
vergiler” var ya, işte bu vergilerin hesabını sormak da bizim boynumuzun borcu
Parlamento olarak. Bu hesabı soracağız. Bu paralar nereye gidiyor, bu vergiler
nereye harcanıyor? İşte değerli arkadaşlar, buralara harcanıyor. Bunları tespit
etmek üzere araştırmak zorundayız.
Üzerimizde büyük bir vebal var, hepimizin; HDP
milletvekillerinin, MHP milletvekillerinin, İYİ PARTİ milletvekillerinin, AK
PARTİ milletvekillerinin. Hepimiz bu vebalin altında kalmamak için, bütün bu
tüyü bitmemiş yetimin hakkını teslim etmek adına araştırmak zorundayız. O
nedenle verdiğimiz bu araştırma önergesi son derece önemli.
Bu vebale, bu usulsüzlüğe biz ortak olmayacağız;
bundan önce de olmadık, bunda da ortak olmayacağız çünkü bu vakıflara verilen
paraların kaynaklarının tespit edilmesi lazım.
Bakın, az önce 22,5 milyon dolardan bahsettim,
sadece 2018 yılında TÜRKEN’e aktarılan para.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TEKİN BİNGÖL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bitirelim efendim.
TEKİN BİNGÖL (Devamla) – Bunun sadece 70 bin doları
bağış, geri kalan o büyük cesametteki para ne? Kamu kaynakları. Kamu
kaynakları, Türkiye’den aktarılan paralar. Bunun aksini ispat etmek mümkün
değil, aksini savunmak da mümkün değil. Eğer bunun aksi savunulacaksa işte
araştırma komisyonu kurulur, Parlamentodaki milletvekilleri bir araya gelir,
bunun hesabını sorarlar. Ne faydası var? Eğer bunlar yanlışsa, bunlar
kafalardaki soru işaretiyse ortadan kalkar, bu kurumların hepsi aklanır. Bu
arkadaşlara da iyilik yapmış oluruz. Ancak, eğer bunlar gerçekse, eğer bu
anlattıklarımız ve daha perde arkasında bilmediklerimiz duruyorsa o zaman hesap
sormak bu Parlamentonun boynunun borcudur. (CHP sıralarından alkışlar)
Biz bu borcu ödemek adına buradayız ve herkesi bu
araştırma önergesine destek vermeye davet ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
Adana Milletvekili Sayın Tulay Hatımoğulları Oruç.
Buyurunuz Sayın Hatımoğulları Oruç. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclis yedi gün boyunca Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’u konuştu. Yüz binlerce insan cezaevlerinde
bu coronavirüs günlerinden çıkacak sonuçları bekliyordu ancak bu Meclis Cumhur
İttifakı’yla şuna imza attı: Zulme devam, insan hayatına saygı göstermemeye
devam. Ben buradan, düşüncelerinden dolayı cezaevinde bulunan bütün insanlara,
Eş Genel Başkanlarımıza, milletvekillerimize, belediye eş başkanlarımıza ve
bütün siyasi tutuklulara selam ve sevgilerimi iletmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye tarihinde halkın malını
en çok satan iktidar AKP iktidarıdır, en fazla özelleştirmeyi yapan AKP
iktidarıdır. Hepsine tabii ki sürem yetemeyecek diye -saatlerce, belki günlerce
devam eder bu listeyi sıralamak- birkaç kurumu sıralamak istiyorum: TEKEL,
SEKA, bankaların bir kısmı, limanlar, gübre sanayi işletmeleri, şeker
fabrikaları, elektrik dağıtım şirketleri ve santraller. Şu anda Türkiye’ye ait
olan, kamuya ait olan ne kadar mal mülk varsa bu iktidar zamanında satıldı, o
nedenle şu an elektrik faturaları pahalı. Bu kürsüden çıkıp tarım
politikalarıyla ilgili propaganda yapan AKP milletvekilleri oluyor ya, işte bu
nedenle de çiftçi zayıfladı, bu nedenle tarımcılık zayıfladı, bunu bütün
Türkiye kamuoyu bilmelidir.
“Varlık Fonu” dediler, bir cepten çıkarıp diğerine,
denetlenme ihtimali yüksek olan, hesap verme zorunluluğu olan cepten
çıkartıldı, Varlık Fonu cebine kondu. Nedir bunlar? Ziraat Bankası, BOTAŞ, PTT,
TÜRKSAT, TÜRK TELEKOM gibi, ETİ MADEN, ÇAYKUR, hepsi Varlık Fonuna devredildi.
Burada neydi amaç? İstihdamı artırmak, işsizliği azaltmak ve kamu borcunu
azaltmaktı. Oysaki bu Varlık Fonu’ndan sonra baktığımızda işsizlik arttı,
istihdam katlanarak azaldı, kamu borcuysa katlanarak arttı. Bakın, bunlarda,
hâlâ hâlâ bu pandemi günlerinde bile bütün Türkiye kamuoyunun gerek ekonomik
gerekçelerle gerek ekolojik gerekçelerle itiraz ettiği Kanal İstanbul Projesi
kapsamında bu iktidar eldiven, maske takarak coronavirüs günlerinden bihabermiş
gibi ihale açıyor. Evet, yandaş fonları aldı başını gitti. TÜRGEV, çocuk
taciziyle ün yapmış olan Ensar Vakfı ve birçok yolsuzluğa adım atmış, birçok
yolsuzluğu gerçekleştirmiş vakıflar. Bunlar niçin bu vakıfları kuruyorlar?
Çünkü bu vakıflarla gayriresmî siyasetlerini yürütmek istiyorlar; bu vakıfları,
aynı biçimde, aile şirketlerini büyütmek, yandaş şirketlerini büyütmek,
gemiciklerini artırmak için gerçekleştiriyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyursunlar.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) – Bakın, burada
halkın iradesiyle seçilmiş belediyeye kayyum atayacaksın, dayanışma kampanyası
yapan belediyelerin hesaplarını bloke edeceksin, belediyelerin aşevlerini
kapatacaksın ama -TÜRGEV ve Ensar Vakfına- bu ülkenin, 82 milyon vatandaşın
hakkı olan parayı pulu, aşı işi ne varsa hepsini kendi yandaşlarınıza ve
vakıflarınıza devredeceksiniz. Buradan bir kez daha şu çağrıyı yapmak
istiyoruz: Bu coronavirüs günlerinde ihale; yandaşlara, müteahhitlere ödemeler,
bu vakıflara gereksiz ödemeler derhâl durdurulmalı ve bu ülkenin olanakları
coronavirüsle mücadeleye seferber edilmelidir.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Kilis Milletvekili Mustafa Hilmi Dülger.
Buyurunuz Sayın Dülger. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA HİLMİ DÜLGER (Kilis) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP Grubunun vermiş olduğu önerge
üzerine AK PARTİ Grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi ve bütün
milletvekillerimizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, içinden geçmekte
olduğumuz tarihî bir anda, Covid-19 salgınının bütün dünyayı sardığı bir anda
bu virüs nedeniyle hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza, sağlık
çalışanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Gecesini gündüzüne katan tüm sağlık
elemanlarına, Emniyet teşkilatına, tüm belediye çalışanlarına huzurlarınızda
şahsım, milletim ve memleketim adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21’inci
yüzyıl, sivil toplum kuruluşlarının biraz daha öne çıktığı bir yüzyıl
olmaktadır. Dolayısıyla, kâr amacı gütmeyen ve devletle bağı olmayan STK’lerin
de öne çıktığı bir yüzyıl olmaktadır. Dolayısıyla, bu STK’lerin de görevleri
günden güne artmaktadır. İlki, 1945 yılında Birleşmiş Milletler sözleşmesinde
dile getirilen STK’ler, aslında, Türk İslam kültüründe çok daha önceden var
olan müesseselerdir. Bugün araştırmalarımı yaparken gördüm ki 1321 yılında
-bugüne, günümüze de çok denk düşen bir şey- Sivas’ta salgın hastalıklarla
mücadele eden bir vakıf kurulmuş. Temelinde, kökeninde böyle bir kültür olan bu
milletin evlatlarının elbette ki ecdadından aldığı düstura göre hareket edeceği
de esastır.
Elbette, hukuk devletinde hukuka aykırı davrananlar,
yine hukuk devleti ilkelerinin bir gereği olarak yaptırımlarla da
karşılaşacaklardır ancak bu konuda bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Sayın
hatibin konuşmasında söylediği, “Bütün milletvekillerinin desteğini
bekliyorum.” dediği bu öneriye 139 Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilinden
132’sinin katılmadığını da hepimiz görüyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Dolayısıyla, kendilerinin bile destek vermediği bu öneriye bizim de destek
vermemizi kimse beklemesin.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Başkanım...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bingöl.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
37.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, Kilis Milletvekili
Mustafa Hilmi Dülger’in CHP grup önerisi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı
konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Hatibin bahsettiği 139
milletvekilinin tamamının iradesiyle bu araştırma önergesi verilmiştir. Burada,
eğer bu milletvekilleri yoksa, 300 küsur AKP milletvekilinin yarısı da yok.
Hatırlarsınız geçen hafta, yoklama istendiğinde 200 kişiyi dahi
toparlayamayacak bir sayıya sahipti AKP. Şimdi dönüp bizim bu grup önerimize
yeterli sayıda desteğin olmadığını söylemek abesle iştigaldir. Biz, buradaki
arkadaşlarımızla birlikte etüt ederek, değerlendirerek bu grup önerisini
verdik. 139 milletvekili arkadaşımız, bu iradenin sahibidir. (CHP sıralarında
alkışlar)
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Akbaşoğlu, buyurun.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Değerli
milletvekilleri, ben de kayda girmesi açısından söylüyorum: Yedi gün aralıksız
infaz paketini Genel Kurulda görüştük. Her gün en az 3-4 yoklama istendi ve
yedi gün kesintisiz çalıştığımıza göre demek ki grubumuz tam kadro buradaymış.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, Ankara Milletvekili Tekin Bingöl ve
arkadaşları tarafından, devlet kaynaklarının haksız kullanımının önüne
geçilmesi, iktidara yakınlığıyla bilinen dernek ve vakıflara aktarılan paraların
akıbetinin tespiti amacıyla 14/4/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin,
Genel Kurulun 14 Nisan 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
(Devam)
BAŞKAN – Şimdi, İYİ PARTİ Grubu adına Samsun
Milletvekili Bedri Yaşar.
Buyurunuz Sayın Yaşar.
İYİ PARTİ GRUBU ADINA BEDRİ YAŞAR (Samsun) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetimizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye’nin son dönemlerinin en üzücü meselelerinden
biri de vakıf kavramının gönüllerdeki ve zihinlerdeki o yüce makamını yitirmeye
başlamasıdır. İnsanoğlunun, onurlu bir manevi kararla, maddi varlığını toplum
yararına bağışlaması geleneği oldukça eskidir. Bu bağışlama geleneği, en özel
anlamını ise Müslüman Türk milletinin ellerinde bulmuştur.
Vakıf medreselerinde eğitimin, yemenin, içmenin,
yatmanın bedelsiz olduğu; vakıf kervansaraylarında insan ayırt etmeden hizmet
verildiği; Selçuklu vakıfları, Osmanlı vakıfları tarafından sosyal olarak
fakirlere, yaşlılara, engelli ve hastalara, hapiste olanlara yardım edildiği
dönemlerden bugünlere geldik.
Bugün vakıf deyince akla, vergiden kaçınmak
suretiyle kâr elde etme, yatırım yaparken belli zahmetlerden muaf kılınma, kaz
gelecek yerden tavuk esirgememe gibi konular gelmektedir. Değerli
milletvekilleri, bu durum, kültür kalelerimizin tahrip edilmesi, manevi savunma
hatlarımızın birer birer yıkılması bakımından canımızı acıtan hadiselerdir.
Torba kanunların içine tek tek konulan kanunlarla,
kadim vakıf anlayışının ve işi yürüten kurum olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün
fonksiyonlarını da bir bir kaybettiğini müşahede etmiş oluyoruz. Sizin dost ve
ahbaplarınız tarafından kurulan, yönetilen vakıfların koşar adım öne
çıkmasından anlıyoruz ki bu kanun değişiklikleri bir kayırmacılık hesabı
sonucuymuş.
Değerli milletvekilleri, bunların isimlerini saymaya
gerek yok. “Bendensin, değilsin.” kararları, bu vakıflarla kurulan temaslar
üzerinden veriliyor, kendilerine hizmet edecek adam devşiriyor ve de
yetiştiriyor. Yardım ettikleri,
topluma yararlı kritik hamleler yaptıklarına dair bir haber yok.
Değerli arkadaşlar, özellikle bugün Kızılay Başkanı
“Kan stoklarımız azaldı.” diyor. Siz sanıyor musunuz ki bu, olağan bir
durumdur. Emin olun Kızılaya kan bağışındaki azalma, bu güzide kuruluşun vergi
kaçırma veyahut da vergiden kaçınma yol ve yöntemlerinde paravan mantığıyla
kullanılmış olmasıyla doğrudan bağlantılıdır.
Sonuç itibarıyla şunu söyleyebiliriz: Bu tür
duyguların zedelenmemesi lazım. Bugün yardımları da belediye üzerinden yapalım,
Sayın Cumhurbaşkanımızın açtığı hesaplar üzerinden yapalım ama nereden yaparsak
yapalım, vakıf geleneği olan, yüzlerce vakfı olan, binlerce vakfı olan bu yüce
Türk milletinin hayır ve hasenat duygularını zedelememeli, törpülememeli diye
düşünüyorum. Dolayısıyla kim, nereden, hangi maksatla yardım yapıyorsa bunun
önünde hiçbir engel olmamalıdır diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
BEDRİ YAŞAR (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Geçen gün Sayın Akbaşoğlu’na bir sataşmada
bulunmuştum ama yine salonda yok, belki şimdi duyar gelir. İşte bugün içinde
bulunduğumuz durum itibarıyla Çankırı’da, biliyorsunuz, ekonomik şartlar biraz
zorluyor. Berberimize baskın yapıldı, tamirhanede tıraş
ederken makasına el konuldu, 3 bin küsur lira da ceza kesildi. Ben, buradan
sataşmada bulunuyorum. Sayın Akbaşoğlu, bakın, şartlar ağır, esnafın durumu
zor. Sayın berberimizin makasını al, iade et, cezayı da kendin öde diyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Grup önerisini
kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma saatlerinin
yeniden düzenlenmesine; 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 48 saat geçmeden
Gündem’in “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının
1’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İçtüzük’ün 91’inci maddesine
göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi
14/4/2020
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu; 14/4/2020 Salı günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını arz ederim.
Muhammet
Emin Akbaşoğlu
Çankırı
AK PARTİ Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Bastırılarak dağıtılan
212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 1'inci sırasına
alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,
Genel Kurulun;
14 Nisan 2020 Salı günkü
(bugün) birleşiminde 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar;
14 Nisan 2020 Salı günkü
birleşiminde 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin tamamlanmaması
hâlinde 15 Nisan 2020 Çarşamba günkü birleşiminde 212 sıra sayılı Kanun
Teklifi’nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi;
212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İç Tüzük’ün 91’inci
maddesine göre temel kanun olarak görülmesi ve bölümlerinin ekteki cetveldeki
şekliyle olması önerilmiştir.
212
Sıra Sayılı Ardahan Milletvekili Orhan Atalay ile 73 Milletvekilinin
Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu
Teklifi (2/2778) |
||
Bölümler |
Bölüm
Maddeleri |
Bölümdeki
Madde Sayısı |
1.
Bölüm |
1
ila 15’inci Maddeler |
15 |
2.
Bölüm |
16
ila 30’uncu Maddeler |
15 |
Toplam
Madde Sayısı |
30 |
BAŞKAN – Grup önerisini
kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, İç Tüzük’ün
37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır;
okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Önergeler
1.- Adana Milletvekili Ayhan Barut’un, (2/2015) esas numaralı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/75)
5/11/2019
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İç Tüzük 37’ye göre (2/2015) esas numaralı Kanun
Teklifi’min değerlendirilmek üzere gündeme alınması hususunu bilgilerine arz
ederim.
Saygılarımla.
Ayhan
Barut
Adana
BAŞKAN – Önerge üzerinde Adana Milletvekili Sayın
Ayhan Barut konuşacaktır.
Buyurun Sayın Barut. (CHP sıralarından alkışlar)
AYHAN BARUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen sevgili yurttaşlarımız; hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, tüm insanlığı tehdit altına alan virüs
salgını nedeniyle hayatlarını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet,
yakınlarına sabır ve başsağlığı, hasta olanlara da acil şifalar diliyorum.
Bugün burada, hiçbir sosyal güvencesi bulunmayan ev
kadınlarımızın emeklilik hakkı kazanabilmesi için vermiş olduğumuz 5510 Sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi’mizi görüşüyoruz. Biraz önce de bahsettiğim gibi, son
dönemlerde tüm insanlık virüs belasıyla karşı karşıyadır. Tüm uzmanların,
yönetenlerin de dediği gibi virüsten kurtulmanın birçok yolu var, bir yolu da
“Evde kal.” çağrısıdır. Ancak “Evde kal.” demek yeterli değildir, bu çağrıyı
“Evde tut.”a dönüştürmek gerekiyor. Aile bireylerini evde tutmak kadınlarımızın
özverileri, emekleri ve birleştirici özelliği sayesinde gerçekleşecektir. Zaten
başta ev sorunlarıyla uğraşan kadınlarımızın bu dönemde iş yükü ve sorumluluğu
her zamankinden çok daha fazla artmıştır. Ev işleri kadınlarımızın zorunlu
göreviymiş gibi algılanmadan, emektar ve cefakâr kadınlarımızın hakkını teslim
etmeliyiz. Bugün Gazi Meclis çatısı altında bunu sağlarsak emin olun ki
ülkemizin yarınları için çok önemli bir adımı da atmış olacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde
TÜİK verilerine göre 2019 yılının Mart ayı itibarıyla 11 milyonun üzerinde ev
kadını bulunmaktadır. Ancak yaşamı var eden kadınlarımız için 5510 sayılı Kanun
da dâhil olmak üzere onları sigortalılık statüsüne sokan hiçbir yasa ve
düzenleme bulunmamaktadır. İsteğe bağlı bir sigorta biçimi var, bu da yapısı
itibarıyla ihtiyaca cevap verememektedir.
Buna karşın, yurt dışında bulunan ve ülkemizde
emeklilik statüsünden yararlanmak isteyen kadınlar için özel bir kanunla hak
tanınıyor. Yurt dışında yaşayan yurttaşlarımıza tanınan bu hak, ne hikmetse
ülkemizdeki kadınlara, ev kadınlarına verilmemektedir. Bu durum, Anayasa’mızın
en temel eşitlik ilkesine aykırıdır. Anayasa’mızın 60’ıncı maddesi çok açıktır:
“Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak
gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” diyor. Dolayısıyla devlet,
insanlar arasındaki farkı artıracak -üstelik de adil ve eşit olmayan-
tasarruflarda bulunamaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın olmak
ayrıcalıktır, kadın olmak üretmektir, kadın olmak tüm eşitsizliğe ve
olumsuzluğa direnmektir. Bu gerçeğin asla göz ardı edilmemesi lazım.
Hayatımızın anlamı, evimizin direği, toplumsal yaşamımızın mihenk taşı
kadınlarımız için ne yapsak azdır. Kurucu Lider’imiz Mustafa Kemal Atatürk’ün
de dediği gibi: “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürüklenmeye değil,
omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.” Onca yokluk ve yoksulluğa inat
bu ülkenin kurtuluşunda Nene Hatun’dan Kara Fatma’ya, Gördesli Makbule’den
Adanalı Tayyar Rahmiye’ye hepsine çok şey borçluyuz. Tüm çaresizliklere karşın,
bu ülkenin kalkınmasında, ailelerimizin ayakta kalmasında kadınlarımızın emeği
yadsınamaz.
Unutmayalım ki toplumsal düzenimiz açısından en ağır
görev ve sorumlulukları yerine getiren kadının güçlendirilmesi şarttır. Onların
dezavantajlı durumlardan çıkarılması, emek, eşitlik gibi en temel insani
normlar gözetilerek haklarının teslim edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, ev
kadını olan yurttaşlarımızın emekli aylığı alabilmesi için sunduğumuz yasa
teklifine destek verilmesini istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, bugün tarımla ilgili burada
bir şey konuşmamayı düşünüyordum ancak ben bir tarımcıyım.
Değerli arkadaşlar, ziraat mühendisi bir tarımcı olarak,
son iki üç günde, geçen hafta tarım ve hayvancılıkla ilgili… Corona virüsün
yaygın olduğu, neredeyse hayatın durma noktasına geldiği şu dönemde, hafta sonu
10 bin baş Brezilya’dan besi hayvanı ithal edilerek İskenderun Limanı’na
indirildi. Hiçbir karantinası alınmadan, bu yerli üreticiler düşünülmeden ve
pazar günü, bir sokağa çıkma yasağı günü İskenderun Limanı’na getirilerek bu
ithalat gerçekleşti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
AYHAN BARUT (Devamla) – Bu vahim olayı nasıl
değerlendirecekler, bunu merak ediyorum.
Yine, tam da bugün yerli üreticilere başka bir darbe
daha vuruldu, bunun sesi de Mersin Limanı’ndan geldi. Ülkemizde soğan hasadının
başladığı şu günlerde, yakında da patates hasadının başlayacağı şu günlerde -bu
haberim Mersin Limanı’ndan- tonlarca soğanın bugün Mersin Limanı’na indirildiği
ve üstelik de ihracata muhtaç olan soğan ve patatese rağmen Mısır’dan tonlarca
soğanın getirildiği, yarın da patatesin getirileceği tespit edilmiştir. Günahtır,
yazıktır üreticilerimizin alın terine, emeğine. Hani yerliydik, millîydik,
yesinler sizin millîliğinizi de yerliliğinizi de! (CHP sıralarından alkışlar)
Yazıktır, günahtır, düşünelim bu üreticilerimizin emeklerini.
Hepinize saygılar sevgiler sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.34
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.56
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nimetullah ERDOĞMUŞ
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL
(Kütahya), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 85’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın Özçelik, söz talebiniz vardı.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
38.- Burdur Milletvekili Bayram Özçelik’in, Salda Gölü’nün
doğal hâliyle gelecek nesillere aktarılacağına ilişkin açıklaması
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Sayın Başkanım, Burdur
Yeşilova Salda Gölü bizim kalbimiz, en değerli varlıklarımızdan bir tanesi.
Salda Gölü’yle ilgili olarak, sosyal medyada bizlerin de asla kabul etmeyeceği
görüntülerle ilgili gerekli soruşturmayı Bakanlığımız başlattı. Paylaşılan
olumsuz görüntüler, Salda Gölü’nü koruma eksenli projemizi kesinlikle
yansıtmamaktadır. Bizim projemiz, bembeyaz kumsallarıyla, turkuaz rengiyle
Salda’yı gelecek nesillere en güzel şekilde koruyarak aktarma projesidir. İlk
etapta, Salda’da plansız, çarpık yapılaşmaya, gölün bilinçsizce kullanımına son
verdik. Gölün hemen kıyısına otomobil girişini, kamp ve karavan görüntülerini
ortadan kaldırdık, çöp yığınlarını ortadan kaldırdık. Bilim adamlarımızla
birlikte çalışarak, projemizde, gölden 800 metre mesafede sökülür takılır,
doğayla uyumlu ahşap malzeme kullanılıyor.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Salda’ya inşaat yapmayın,
Salda doğal hâliyle güzel.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Bu yapıların dışında
herhangi bir yapılaşmaya müsaade etmiyoruz.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Salda, doğal hâliyle güzel.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - 1 gram çimento, 1 gram
asfalt dökülmeyecek, tek çivi dahi çakılmayacak hatta buraya 7/24 esasına göre
çalışan kamera sistemi kurarak vatandaşlarımızın takibine sunacağız.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Salda, kendi hâlinde güzel.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Teşekkür ediyorum.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Milyonlarca yılda oluştu
orası.
BAŞKAN – Sayın Durmuşoğlu…
39.- Osmaniye Milletvekili Mücahit Durmuşoğlu’nun, 14 Nisan
Şehitler Haftası’na ilişkin açıklaması
MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Vatanımız ve milletimizin bağımsızlığı, huzuru,
güvenliği için dinimizde peygamberlikten sonra gelen en yüce makam olan
şehitlik mertebesine ulaşmak adına canını seve seve veren tüm şehitlerimize
sonsuz minnettarız.
Bugün aynı ülkede, aynı coğrafyada kardeşçe
yaşayabiliyorsak bastığımız toprağın bağrında yatan kefensiz şehitlerimiz ve
gazilerimizin gösterdiği şanlı mücadeleler sayesindedir. Vatan ve bayrak için
bir an dahi tereddüt etmeden canlarını ortaya koyan aziz şehitlerimize olan
borcumuzu ancak gelecek nesillere büyük ve güçlü bir Türkiye bırakarak ödeyebiliriz.
Şehitlerimizin bize bıraktığı mukaddes emaneti her geçen gün aynı şuur ve
inançla daha da yükseklere taşımak için tüm gücümüzle çalışacağız.
Bu düşüncelerle, 14 Nisan Şehitler Haftası’nı
kutluyor, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere
aziz şehitlerimizi ve ebediyete irtihal etmiş gazilerimizi rahmetle, minnetle
yâd ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Arkaz… Yok.
Sayın Gülüm…
40.- İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm’ün, sağlık
çalışanlarının sağlık haklarının korunmasının yanı sıra hastane işçilerinin de
sorunlarının giderilmesi, KHK’liler ve atama bekleyen sağlık emekçilerinin
görevlerine başlaması gerektiğine, kadınların coronada birlikte güçlü ve
birbirinin güvencesi olduğuna ilişkin açıklaması
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) – Sağlık çalışanlarının
sağlık hakkı korunsun. Sağlık sektörünün parçası olan temizlik işçileri, hasta
bakıcıları, sekreterler, laboratuvar teknikerleri, yemekhane personeli sağlık
iş kolunda görünmedikleri için özel önlemlerden faydalanamıyor, evlerine
gittiklerinde yemek, bulaşık, çamaşır ve diğer ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı
da üstlerinde kalıyor.
Koruyucu ekipmanlar bir an önce arkadaşlar için
sağlansın, yaygın test uygulansın, sağlık çalışanlarının çocuklarının bakımı
için devlet sorumluluk alsın, barınma sorunları bir an önce çözülsün, KHK’liler
ve atama bekleyen sağlık emekçileri görevlerine başlasın.
Biz kadınlar coronada birlikte güçlüyüz,
birbirimizin güvencesiyiz.
BAŞKAN – Sayın İmir…
41.- Şırnak Milletvekili Nuran İmir’in, Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un etkili uygulanması, İstanbul
Sözleşmesi’nin öngördüğü önleyici ve koruyucu mekanizmalara erişilebilmesi
gerektiğine, kadınların coronada birlikte güçlü ve birbirinin güvencesi olduğuna
ilişkin açıklaması
NURAN İMİR (Şırnak) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Kadınlara şiddet uygulayanların cezaevinden erken
çıkmasını sağlayacak infaz düzenlemesi Meclisten geçmişken kimse salıverilen
şiddet faillerinin nasıl denetleneceğini, hele salgın sürecinde kadınların
güvenliğinin nasıl sağlanacağını konuşmuyor. 6284 no.lu Yasa askıya alınacağına
erkek şiddetinin arttığı bu dönemde daha etkili uygulanmalı, uzaklaştırma
kararlarının alınması zorlaşmak yerine kolaylaşmalı ve denetlenmelidir. Kadınlar
İstanbul Sözleşmesi’nin öngördüğü şekilde önleyici ve koruyucu mekanizmalara
erişebilmelidir. Biz kadınlar coronada birlikte güçlüyüz, birbirimizin
güvencesiyiz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Koçyiğit…
42.- Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in, kadınların
ev içindeki görünmeyen emeğinin katlanarak arttığına, her fırsatta kadınlar ile
erkeklerin eşit olmadığını söyleyenlerin eşitsizliğin derinleşmesinden sorumlu
olduğuna, kadınların coronada birlikte güçlü ve birbirinin güvencesi olduğuna
ilişkin açıklaması
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Ev işi herkesin işi, evlerde sadece biz kadınlar
yaşamıyoruz ancak karantina günlerinde evin temizliğinden yemeğe, okula
gitmeyen çocuklarla ilgilenmekten yaşlıların bakımına tüm işler bizim
omuzlarımızda. Kadınların ev içindeki görünmeyen emeği katlanarak artıyor. İşe
gitmedikleri için evde kalan erkekler ise kendilerini o evlerde misafir
hissetmeye meyilli. Bir engeli olmayan herkes zorunlu olan tüm temizlik, bakım
gibi işleri eşit biçimde üstlenmelidir. Her fırsatta kadınlar ile erkeklerin
eşit olmadığını söyleyen yöneticiler bu eşitsizliğin derinleşmesinden
sorumludur. Bunun değişmesi, eşitliği önceleyen bir bakış açısının her türlü
iletişim aracıyla toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırılmasıyla mümkündür. Biz
kadınlar birlikte güçlü ve corona günlerinde birbirimizin güvencesiyiz.
BAŞKAN – Sayın Taşdemir…
43.- Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir’in, kadınların
mağduriyetine, kadınların coronada birlikte güçlü ve birbirinin güvencesi
olduğuna ilişkin açıklaması
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Teşekkür ederim
Başkan.
Evde kalan, çalışmak zorunda olduğu için evde
kalamayan, işinden olan, kalacak evi olmayan, evde kalsa da güvende olamayan,
evini bırakıp buraya iltica etmiş olan, yasal statüsü olmayan, ev içinde
çıldıran, evinin kirasını ödeyemeyen, evinden atılan, evdeki herkese bakması
beklenen, yalnızlaşan ya da kalabalıkta nefes alacak yer bulamayan biz kadınlar
corona günlerinde birlikte güçlüyüz, birbirimizin güvencesiyiz.
Salgının önlenmesi için kapanmamız beklenen evlerde
şiddete uğramamayı, ücretli izinle ve güvenceli şekilde evde kalabilmeyi, evin
tüm iş yükünü çekmemeyi, bu süreçte alınan önlem ve yükseltilen taleplerde
dikkate alınmayı ve en çok da daha fazlasını hak ediyoruz. Yaşamak için evde
kalmak, evde kaldığımız için yoksulluktan ve erkek şiddetinden ölmemek için
sesleniyoruz. Biz kadınlar coronada birlikte güçlüyüz, birbirimizin
güvencesiyiz.
BAŞKAN – Sayın Acar Başaran…
44.- Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran’ın, erkek şiddeti
geçen yılın aynı ayına oranla yüzde 38 artmışken Aile, Çalışma ve Sosyal
Hizmetler Bakanlığının neler yaptığını öğrenmek istediklerine ilişkin
açıklaması
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Erkek şiddeti artarken
yetkililer ne yapıyor? Dünyanın farklı yerlerinde çeşitli örnekler, uygulamalar
görüyoruz. Merak ediyoruz, erkek şiddeti geçen yılın aynı ayına oranla yüzde 38
artmışken Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ne yapıyor? Alo 183
hattının, acil şiddet hattına dönüştürülmesi veya kadına yönelik şiddetle
ilgili acil hat oluşturulması gerekiyor. 155’in ihbarları alması ve vaktinde
müdahale etmesi şart. Çünkü kadınların ikinci bir arama şansı olmayabiliyor.
Sığınaklarda hem kadınların hem de çalışan sağlıkçıların nasıl güvence altına
alındığı konusunda şeffaf bir süreç işletilmeli, test yapılmalı. Kalabalıkların
bir arada kalmadığı, düşük kapasiteli daha fazla sığınmaevi sağlanmalı. Bunun
yerine, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine atanan kayyumun, sığınak
başvurularını durdurması veya belediye hesaplarının bloke edilmesi örneklerinde
olduğu gibi yerel yönetimlerin girişimlerinin ve mevcut mekanizmalarının dahi
engelleniyor olması kabul edilemez. Belediyelerin de dâhil olduğu acil
koordinasyon…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Alınan karar gereğince denetim konularını
görüşmüyor ve gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmına geçiyoruz.
1’inci sıraya alınan, Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ve 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (x)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Komisyon Raporu 212 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu
teklif İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak
görüşülecektir. Bu nedenle, teklif, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine
geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer
alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Teklifin tümü üzerinde söz isteyen İYİ PARTİ Grubu
adına İstanbul Milletvekili Sayın Ümit Özdağ.
Buyurunuz Sayın Özdağ. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ÜMİT ÖZDAĞ (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; üniversitelerde geniş bir şekilde
tartışılmadan, öğretim üyelerinin görüşleri alınmadan, gene küçük bir grup
tarafından hazırlanmış bir yasa teklifiyle karşı karşıyayız. Corona salgını AK
PARTİ’nin, bilimin önemini anlamasını sağlar diye düşünmüştük, yanılmışız.
Türkiye böylesine tehlikeli bir salgınla karşı karşıya iken memleketin en çok
ihtiyaç duyduğu bilim adamlarını, üniversiteleri, akademik özgürlüğü ve
bilimsel çalışmaları nasıl zapturapt altına alırız, hâlâ onun peşindesiniz.
Üniversiteler, siyasi iktidarın tahkim edileceği yerler değil, ülkenin
geleceğinin inşa edileceği yerlerdir; öğrenci yetiştirir, mezun olanların,
okumakta olanların içinde bulunduğu topluma yönelik fayda üretmelerini, bilim
ve teknoloji üretimini sağlar.
Değerli milletvekilleri, bugün, istisnalar hariç
üniversitelerimizin tamamı içinde bulundukları coğrafyaya, ülke ve bilime
yönelik çalışmaları ve kendilerine teslim edilen öğrencileri yetiştirme
bakımından sınıfta kalmış durumdalar. Bunun en somut örneği üniversitelerin
bilimsel akademik standartlarda dünya sıralamalarındaki yeridir. Türkiye'nin en
iyi üniversiteleri dünya sıralamasındaki ilk 500 arasına girmekte dahi zorlanmaktadır.
Uzun yıllar üniversitede öğretim üyesi olarak görev
yapmış bir milletvekili olarak size mevcut durumun birkaç fotoğrafını sunmak
istiyorum. Rektörlerle başlayayım, özerk yapılar olan üniversiteler,
rektörlerini bütünüyle seçemiyorlardıysa da eskiden en azından temayül
yoklaması yapılabiliyordu. Seçilen ilk 6 aday YÖK’e gidiyor, YÖK bunun içinden
bir sıralama yapıyor, Cumhurbaşkanı YÖK’ün yolladığı 3 kişi arasından birisini
atıyordu. Haksız atamalara tepki gösterebiliyorduk. Örneğin, ben Gazi
Üniversitesindeyken Ahmet Necdet Sezer haksız bir rektör ataması yapınca
üniversiteden istifa etmiş ve Sezer Cumhurbaşkanı olduğu sürece üniversitede
öğretim üyesi olarak çalışmayacağımı söylemiştim. Bu sözümü de tuttum ve Sezer
görevden ayrılana kadar üniversiteye dönmedim. Ama buna bile tahammül
edemediniz.
Şimdi, akademik gelenekten tamamen uzak bir şekilde,
farklı üniversitelerden öğretim üyeleri, hiç bağlantıları olmadığı
üniversitelere rektör olabilmek için başvuru dosyalarıyla YÖK’e başvuruyorlar,
Cumhurbaşkanı dilediğini seçiyor. Peki, Cumhurbaşkanı gerçekten bilimsel
yeterliliğe göre mi seçiyor? Bakalım: 196 rektörün 68’inin tek bir uluslararası
yayını yok, 71’inin de bilimsel yayınlarına tek bir atıf yapılmamış.
Değerli milletvekilleri, saray, yandaş rektör
atamada o kadar kararlı ki istenen bir kişiyi rektör atayabilmek amacıyla,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle rektör atama şartları değiştiriliyor, bir ay
önce profesör olan kişi atanıyor, sonra, tekrar yeni bir Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle eski hâle dönülüyor. Bu kadar partizan bir üniversitede özgürlük
olur mu? Olmaz ve yok.
Referandum sırasında, bir AK PARTİ’li milletvekili
bir üniversiteye davet edilmiş, konferans vermiş. Bir üniversite öğrencisi de
rektöre “Şu milletvekili geldi ve burada konferans verdi. Biz, Ümit Özdağ’ı
davet etmek istiyoruz. Lütfen davet eder misiniz?” diye “tweet” atmış. Rektör
de öğrenciye cevap veriyor: “Ümit Özdağ vatansever olduğu zaman onu da davet
ederiz.” Bu mu bilim anlayışı? Bu mu tarafsız üniversite? Özetle,
üniversitelerde ne yazık ki -filmin adında olduğu gibi- “Kuzuların Sessizliği”
hâkim.
Değerli milletvekilleri, üniversite senatoları bir
istişare kurulu, bir meclis olmaktan çıkmış, bütünüyle rektörün tabiiyetine
girmiş. Rektörlerin geniş yetkileriyle, üniversiteleri hukuksuz
yönetebilmelerinin önü açılmış. Yine, bu geniş yetkilerle, rektörlerin en küçük
birimden en büyüğüne liyakat esasına dayanmayan atamalar yapmalarının önü
açılmış. Bir profesör rektör olunca, nedense kendisini bütün diğer akademisyenlerden
daha bilgili, daha üstün görme eğilimi içerisine giriyor. Bu, eskiden de
böyleydi, şimdi daha da güçlendi.
Değerli milletvekilleri, saray artık akademik
unvanlara da karışıyor. Yardımcı doçentlik kaldırıldı, doçentlik sınavlarının
içi tamamen boşaltıldı. Yalnızca dosya değerlendirmesiyle gerçekleşen doçentlik
başvurusu… Kişi unvanı aldıktan sonra kadroya atanmak için başvuru yapıldığında
kadronun çıktığı üniversiteye bağlı olarak yine eski sistemdeki gibi
Üniversitelerarası Kurul tarafından atanan 5 kişilik jüri önünde sözlü sınavla
alınıyor. Yani YÖK 5 kişilik jürinin dosyası üzerinden yaptığı değerlendirme
sonucunda doçentliğin tüm hak ve yetkilerini verdiği kişinin bu hak ve
yetkilerini bir sözlü sınavla sorgulatır hâle getiriyor.
Değerli milletvekilleri, akademisyenlerin ne yazık
ki ekonomik durumları da iyi değil. Davutoğlu Hükûmeti döneminde akademisyen
maaşlarında iyileştirme yapılması amacıyla bir akademik teşvik düzenlemesi
getirildi ama nitelik değil, niceliği esas aldığı için bu ciddi bir iyileştirme
sağlamadı.
Değerli milletvekilleri, yetişmiş eleman ve altyapı
oluşturmadan üniversite sayısının artırılması sonucu lise seviyesindeki
üniversiteler açılmaktadır. Üniversitelerin ve bölümlerin ülke ihtiyaçları göz
önüne alınmadan açılması sonucu gençlerin okumuş işsizler olarak karşımıza
çıkmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. “Uluslararasılaşmak” kisvesi altında
niteliksiz yabancı öğrencilerin üniversitelere kabul edilmesi, bu öğrencilerin
öğrenci kimlik vizeleriyle üniversitelerin bulunduğu şehirler veya başka
şehirlerde kaçak işçilik yapmalarının önünü açıyor. Bu çerçevede yine anılması
gereken bir başka husus daha var: Türk anne ve babaların dişlerinden
tırnaklarından artırarak kurslara yollayıp sınavlara hazırlayarak büyük bir
gerilim altında sınavlara sokup üniversiteyi kazandırdığı Türk öğrenciler bir
tarafta; belirli üniversiteler Suriyeli sığınmacılar için tahsis edilmiş, bu
üniversitelerde sınavsız lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimi
alabiliyorlar. Doğrusu, bu, kabul edilebilir bir durum değil; bu, tam bir
adaletsizlik.
Değerli milletvekilleri, mevcut durumun değişik
açılardan görünümü ne yazık ki budur.
Şimdi, AK PARTİ gündeme, üniversitelerde
tartışılmasına izin vermeden yeni bir teklif getirdi. 28 maddeden oluşan
teklif, üniversitelerin kalan şekilsel, akademik, bilimsel amaç ve ilkeleriyle
bile ters düşüyor. Üniversitelerde özgürlükten, fikir hürriyetinden
korkmamalıyız. Üniversiteler ilkokul, ortaokul veya lise değildir. Türkiye’nin
yükselişi, güçlü ve zengin bir ülke olması üniversitelerimizin ne kadar
başarılı olduğuyla yakından ilgilidir. Dünyanın en iyi üniversiteleri ile
dünyanın en gelişmiş devletleri arasında olan bağ, bu durumu açıkça ortaya
koyuyor. Üniversitelerde fikir özgürlüğünü boğmak, Türkiye’yi fakirliğe ve
geriliğe mahkûm edecektir.
Değerli milletvekilleri, bugün burada konuşmamız
gereken dünyadaki corona sorunu, üniversitelerimizin artması gereken araştırma
projelerinin finansmanı olmalıydı. Bugün üniversitelerimizde tarım ve
hayvancılık ile millî kaynaklar araştırma enstitüsünün, küresel ısınma ve
Türkiye araştırmaları enstitüsünün, yapay zekâ araştırmaları enstitüsünün
konuşulması gerekirdi. Oysa biz, bugün burada akademisyenlerin nasıl ceza
alacaklarını konuşmak durumundayız fakat bu da şaşırtıcı değil; yani AK PARTİ’den
demokratik, özgürlükçü bir üniversite yasa teklifi beklemek doğru değil.
Dün akşam, AK PARTİ Genel Başkanı Sayın Erdoğan bir
konuşma yaptı, dedi ki: “Hepsi de yalan veya yanlış bilgilerle sürekli kin
kusmak, virüsten daha tehlikeli bir hastalığın işaretidir. Her gün karanlık ve
kirli zihniyetlerinin ürünü yayınlarla milletimizin kafasını bulandırmaya
çalışan bu tür hezeyanlara başka ülkelerde bir gün bile izin vermezler.
Türkiye’de demokrasinin istismarı, ideolojik bağnazlığın gözleri kör etmesi ve bed
seslerin önünün sınırsızca açık olması sorunu vardır. Her darbenin, her
vesayetin arkasında siz vardınız. Yıllardır yaptığınız işin adı gazetecilik
değil, şeamet tellallığıdır. Ama artık bu devir sona erdi. Ülkemiz sadece
coronavirüsten değil, aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de
inşallah kurtulacaktır.”
Şimdi, bu, demokratik bir yaklaşım mı? Bu, Türkiye’nin millî birliğe en fazla ihtiyacı olduğu dönemlerden
birisinden geçerken Cumhurbaşkanının temsil etmesi gereken kucaklayıcı tavır
mı? E, tavır böyle olunca getirdiğiniz yasa teklifi de bu kadar antidemokratik
oluyor.
Corona sonrasında
otoriter rejimlerin daha baskıcı bir nitelik kazanacağı öngörüleri yapılıyor,
herhâlde AK PARTİ Genel Başkanı da muhalefeti ve yandaş olmayan basını yok edilmesi
gereken virüs olarak bunun için görüyor. Nasıl yok edeceksiniz? Şekilsel olarak
bile demokrasiyle yönetildiği iddia edilen bir ülkede böyle bir ifade
kullanılabilir mi?
Erdoğan dünyada
başlayacağı düşünülen otoriterleşme eğilimini “Herkes otoriterleşirken nasıl
olsa kimse beni eleştirmez.” diyerek, Türkiye’de yürürlüğe sokma amacında
anlaşılan. Otoriterleşme, baskı ne dünya için ne de Türkiye için doğru yol
değildir. Üstelik, coronayla mücadelede otoriter Çin’in başarısı, demokratik
Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın başarısızlığının
ön plana çıkarılması dahi... Unutmayın, otoriter İran başarısız olurken
demokratik Japonya, Almanya, Güney Kore çok başarılı oldular. Otoriterliğin
yükselmesi düşüncesine bu kadar bel bağlanmamalıdır. Ama neyi doğru
yapıyorsunuz ki? Atatürk Havalimanı’nda mevcut terminal binasının kullanılması
gerekirken havalimanının pistlerini yıkıp bina yapıyorsunuz. Dünyanın
otoriterleştiğini görüyorsunuz da dünyanın karışacağını görmüyor musunuz?
İstanbul gibi büyük kentler birçok güvenlikte uzmanlaşmış kuruluşlar tarafından
büyük risk merkezleri olarak görülüyor. Küresel ısınma, göç ve suç patlaması
yaşanacak? Burada kaydediyorum, göreceksiniz İstanbul’da yıktığınız Atatürk
Havalimanı’nın yıktığınız pistlerine ihtiyaç duyacağız.
Değerli
milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin kendilerine özgü ve değerde bir meslek
sınıfı olduklarını kaydettiği öğretim üyeleri hakkında konuşuyoruz. Türkiye
Büyük Millet Meclisi üniversiteyi ele alırken Anayasa Mahkemesinin bu tanımının
gerisine düşmemeli. Mahkeme, akademik özgürlüğün öneminin altını çizerek
“Akademisyen, içinde çalıştığı kurum ve sistem hakkında kendini özgürce ifade
etme serbestisiyle herhangi bir sınırlandırma olmadan bilgi ve gerçeği yayma özgürlüğüne sahip olmalıdır.”
diyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi de akademisyenin fikir özgürlüğünün önüne
sınırlar getirmemeli. Ortaya çıkan fikirler bizi rahatsız etse de o fikirlerin
karşısına da başka fikirler çıkacağı gerçeğini hep aklımızda tutmalıyız.
Değerli milletvekilleri, her sosyal kurumda olduğu
gibi üniversitede de disiplin elbette olmalıdır. Teklifin 7’nci maddesinde
disiplinle ilgili düzenlemeler yapılmış. Öğretim elemanlarının disiplin
cezalarıyla ilgili yapılan düzenleme antidemokratik, akademik teşkilatı baskılayıcı,
bilimsel özerkliğe ve özgürlüğe ters unsurlar taşıyor. Üniversitelerdeki
personele ilişkin disiplin ceza hükümleri ise 657 sayılı Kanun’a ek olarak 2547
sayılı Kanun’un 53’üncü maddesinde ayrıca düzenlenmiştir. Yükseköğretim
alanında, bu konuda yapılan yönetmelik düzenlemesi ise yürürlükten
kaldırılmıştır. Anayasa Mahkemesi, öğretim elemanı ve memurların tabi olduğu
disiplin hükümlerini düzenleyen 2547 sayılı Kanun’un 53’üncü maddesinin bazı
hükümlerini dokuz ay sonra yürürlüğe girmek üzere iptal etmiştir. Görüşülmekte
olan teklifle 2547 sayılı Kanun’un 53’üncü maddesindeki mevcut düzenlemeler
değiştirilmiştir. Ancak, teklifteki “genel ahlak ve edep dışı tutum ve
davranışlar” “göreve sarhoş gelmek” şeklindeki ifadeler özel olarak
üniversiteler ve akademik personelle zaten bağdaşmayan kavramlardır.
Değerli milletvekilleri, cezaların keyfî
uygulamalara izin vermeyecek kadar açık olması gerekir. Oysa teklif, keyfî
uygulamaların önünü açıyor. Öğretim elemanları için uyarma cezası kapsamında
“maiyetindeki elemanların yetiştirilmesinde özen göstermemek” ifadesi
bulunuyor. Böyle bir ifadeyi, mesela, bahçıvan yönetmeliğinde bulabilirsiniz
ama üniversitede maiyet, eleman ve yetiştirme olmaz. Kınama cezası kapsamında
“görevi sırasında amirine sözle saygısızlık etmek” deniliyor. Arkadaşlar,
Türkiye Büyük Millet Meclisi böyle şeylerle uğraşmamalı. Üniversitede fikrî bir
tartışmada yetersiz kalan bir hoca yarın asistanı da buna dayanarak disipline
verirse ve ceza aldırırsa ne olacak?
Kınama cezası kapsamında “gerçeğe aykırı rapor
düzenlemek” ifadesi kullanılmış. Soru şu: Gerçek ne? Gerçeği rektör
belirleyecek, diğerleri de buna itaat mı edecek? Diyelim ki bir grup öğretim
üyesi, Suriyeli sığınmacıların olumsuz etkileriyle ilgili bir rapor yazdı. Bu
sizin için gerçek değil, emir komuta zinciri içindeki rektör için de değil
gerçek, öyle olsa bile. Gerçeğe aykırı diye kınama cezası mı verdireceksiniz?
Tabii, bilgi hırsızlığı en ağır şekilde
cezalandırılmalı. Teklifin bu maddesinde meslekten çıkarma cezası öngörülmüş
bilimsel kurallara uygun bir şekilde atıf yapılamaması durumunda. Hiçbir
itirazımız yok ancak bu madde nasıl doğru uygulanacak? Çünkü atıf kurallarıyla
ilgili uluslararası ve ulusal ölçüt tanımları farklı. Bu tanımlar belirlenmeden
bu maddeyi uygulayamazsınız. Mesela bir öğretim üyesi 5 sayfa bir başka
kaynaktan alıyor, tırnak içinde değil, 5’inci sayfanın sonuna küçük bir dipnot
düşüyor, bu fikir hırsızlığı olmuyor; bir başka akademisyen belki iki cümle
alıyor fakat dipnotlandırmayı unutuyor, bu fikir hırsızlığı oluyor. Buna biz
karar veremeyiz. Buna üniversite düzenleme yapmalı.
Teklifte “Özürsüz ve kesintisiz 3-9 gün göreve
gelmemek” veya “Özürsüz veya izinsiz olarak bir yılda toplam 20 gün göreve
gelmemek” ifadeleri kullanılmış. Şimdi, burada klasik bürokrat mantığıyla
yaklaşılmış. Oysa üniversite klasik bir devlet dairesi değil. Akademisyenin iş
yeri beynidir. Beynini tatile yollamadığı sürece görev başındadır, öyle kabul
etmemiz gerekir. Üniversitelerimize de lise muamelesi yapmayalım. Öğretim üyelerinin
akademik başarıları odalarında bulunmalarına değil, üniversitelerde altı ayda
verilen akademik değerlendirme raporlarına dayanır. Onun için, teklifte bu
önerdiğiniz maddeyi buradan kaldıralım.
Bir başka düzenlemede “Görevi gereği öğrendiği ve
gizli kalması gereken belgeleri açıklamak” suçu için kınama cezası öngörülmüş.
Bu, ancak değişik devlet kurumlarında temasta olan rektör, rektör yardımcıları
ve dekanlar için olabilir, burada sınırlar çok net tanımlanmalıdır. Keza, yine
diyorsunuz ki “Ne yazık ki üniversiteleri araştırma enstitülerine sağlanacak
fonlar üzerinden konuşacakken cezalar üzerinden konuşuyoruz.” Destek alınarak
yürütülen araştırmalar sonucu yapılan yayınlarda destek veren kişi, kurum veya
kuruluşlar ile bunların katkılarını belirtmemek uyarma cezasını gerektirir.
Doğru, yani, bu hakikaten etik bir davranış değil ama bu üniversiteyi de
ilgilendirmez, bu yargıyı ilgilendirir. Destek veren kişi, kurum veya
kuruluşlar bağımsız yargı organlarına şikâyet ederler, gereken ceza ortaya
çıkar.
Değerli milletvekilleri, kanun teklifinde olumlu bir
madde de var. 16’ncı maddede düzenlenen, 50/d’li olarak bilinen araştırma
görevlisi kadrolarının atanmalarının, tezli yüksek lisans eğitimleri
tamamlandıktan sonra altı ay süreyle kadroda kalmalarına, ilişiklerinin
kesilmemesine yönelik değişiklik olumlu bir değişiklik. Fakat akademik takvimde
altı ay çok kısa, bunun on iki aya çıkarılmasını öneriyoruz. Bir çok bölüm ve
alanda altı aylık süre içerisinde doktora eğitimi açılmıyor ve çocuklar
üniversite dışına düşüyorlar. Bunu bütün Meclisinde desteğiyle on iki aya
çıkarmamız çok kolay.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ üniversiteleri
siyasallaştırdı. Rektör atamalarından, memur alımlarına kadar tüm akademik
süreçlerde liyakat ortadan kalktı. Eğer bu süreyi bir özetlemek istersek:
-Türkiye’de AK PARTİ-üniversite ilişkisini- Türkiye’de akademik liyakat siyasi
sadakate kurban edilmiştir, bu bunun kanıtıdır. Bu kronikleşmiş hastalığın söz
konusu kanun teklifi metnine de sirayet ettiğini görüyoruz ve İYİ PARTİ olarak
bu yaklaşımı tasvip etmiyor, şerh düşüyoruz.
Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum (İYİ PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Erzurum Milletvekili Sayın Kamil Aydın.
Buyurunuz Sayın Aydın. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) – Sayın
milletvekilleri, 212 sıra sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine konuşmak üzere Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Siz değerli
milletvekillerini ve bugün ilgili kurumları temsilen burada bulunan bürokratları
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, rahmetli Barış Manço’nun
besteleyerek Türk müziğine kazandırdığı ve sözlerinin cihan padişahı Kanuni
Sultan Süleyman’a ait olan “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
özdeyişinde de ifade edildiği üzere sağlık ve sıhhatin anlam ve değerinin ana
gündemimiz olduğu sıkıntılı bir süreçten geçmekteyiz. Covid-19 salgınının
dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de büyük kayıplara neden olduğuna
tanıklık etmekteyiz. Bu öldürücü salgına karşı verilen savaşta, başta sağlık
çalışanları olmak üzere milletimize hizmet üretmeye çalışan herkese
şükranlarımızı sunuyoruz. Bu vesileyle kıymetli bilim insanı Profesör Doktor
Cemil Taşcıoğlu Hocamızın şahsında bu mücadele esnasında kaybettiğimiz tüm vatandaşlarımıza
rahmet, tedavi altında olanlara acil şifalar diliyoruz. Aynı istek ve özveriyle
çalışan siz değerli yasama temsilcilerine de şükranlarımı sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, doğumdan ölüme hayatımızın
her döneminde bizlere yaratılanların en şereflisi olduğumuzu anımsatan her
türlü sosyal, kültürel, ilmî, ahlaki ve mesleki kazanım ve faaliyetlerimizin
olmazsa olmaz temel unsuru eğitimdir. Kendimizi tanıyıp bilmemizi sağlayan ve
bizleri ilmi, irfanı ve vicdanı hür birer birey olarak beşikten mezara hazırlamayı
hedefleyen eğitimin, paydaşları düşünüldüğünde özelde öğretmen–öğrenci-veli
üçgeninde varlık bulduğunu, fakat, aslında tüm toplumu kapsadığını inkâr
edemeyiz. Velhasıl, söz konusu eğitim öğretim olduğunda hassasiyetlerimizi en
yüksek seviyede tutmamız gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, hâlâ genç bir nüfus yapısına
sahip olmamız nedeniyle okul öncesi, ilk ve ortaöğretimde yaklaşık 67 bin
kurumda, 18 milyonluk bir öğrenci kitlemizin ve 1 milyonun üzerindeki
öğretmenin yanı sıra, yükseköğretim kurumlarındaysa 200 üzeri yükseköğretim
kurumu ve 7,5 milyon üzeri bir öğrenci kitlesi ve yaklaşık 175 bin öğretim
elemanı olan bir alanla muhatabız. Bilginin ve bilimin evrensel yani tüm
insanlığa ait olduğu gerçeğinden hareketle, bir yandan dünya gerçeğine ve
şartlarına uygun, öte yandan, bizleri biz yapan değerlerin güçlendirilerek
kuşaktan kuşağa aktarılması misyonuyla hareket etmemiz gerektiği ilkesi
ışığında eğitim öğretim sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisindedir.
Bu değişim ve dönüşüm uygulamalarının devamının yanı
sıra, bu uygulamalardan çıkacak herhangi bir eksiklik ve aksaklık söz konusu
olması durumundaysa yeni düzenlemelerle sürecin sürdürülmesi kaçınılmaz bir
sorumluluktur.
Saygıdeğer milletvekilleri, işte bu amaçla,
Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi gündeme getirilmiştir. Gündeme gelen ve genelde eğitim, özeldeyse
yükseköğretimde kamu yararı ve eğitim öğretim kalitesinin sayısal büyümeyle
paralel gelişimine katkıda bulunması amaçlanan düzenlemelere baktığımızda
birkaç başlıkta kümelendiğine tanıklık etmekteyiz. Bunlardan birincisi, yılda
iki defaya mahsus bir sınırlamaya tabi tutulan doçentlik müracaatlarının
sayısının artırılması yanı sıra doçentlik müracaat, jüri oluşumu ve kararları
gibi konularla iletişimin hızlandırılması amacıyla e-devlet üzerinden
bilgilendirmenin yapılandırılması gelmektedir.
Diğer bir kanun maddesiyle, muğlaklık ifade eden
öğretim görevlisi müracaat şartları somutlaştırılmakta ve araştırma
görevlilerine başvuruları hâlinde yaş sınırı getirilmektedir. Çünkü gerçekten
baktığımızda, aklıselim, idealist bir akademisyen olarak düşüncem de odur ki,
araştırma görevlileri bilim ordusunun idealist teğmenleridir.
Bir başka kanun maddesinde, açık öğretimdeki pasif
öğrencilik durumundan kaynaklı yanlış anlaşılmayı önleme adına, iki yıl ya da
dört dönem üst üste kayıt yenilemeyen ve katkı payı ödeyemeyenlerin
kayıtlarının silinmesi öngörülmektedir. Burada da amaçlanan şey, kâğıt üzerinde
öğrenci fakat uygulamada yok, bu da tabii büyük bir israfa, büyük bir algı
yanılmasına da yol açmaktadır.
Yine, bir başka maddede ise üniversitelerin ulusal
veya uluslararası projelere belirli oranda katkı da sağlaması öngörülmektedir.
Çünkü, gerçekten, üniversitelerin birinci dereceden misyonuna baktığımızda,
araştırmanın, projelerin çalışılması çok elzem, kaçınılmaz bir sorumluluktur.
Yine, diğer bir maddede ise vakıf üniversitelerinde
çalışanlara yönelik ücret düzenlemesi ve özlük haklarının iyileştirilmesinin
yanı sıra burslu öğrenci kontenjan artışı ve teminat kesintisi gibi yenilikler
ilave edilmektedir. Şimdi, bu bağlamda, tabii, bütün yasama organının
temsilcilerine iletildiği gibi bizlere de ulaştırılan bilgiler ışığında hep
şunu gördük: Hani, bir zamanlar kuruluş aşamasında belki vakıf üniversiteleri
lehine, devlet üniversiteleri aleyhine ama bugünlerde gerçekten içinden geçtiğimiz
birtakım sıkıntıları da dikkate aldığımızda, her ne kadar sayıları artsa da tam
tersine, vakıf üniversitelerinde çalışanların aleyhine ama devlet
üniversitelerinde çalışanların lehine bir durum söz konusu. Bu bağlamda,
eşitsizliğe, aynı işi yapan, aynı dersi veren hocanın iki muadil üniversitede
–biri vakıf, biri devlet- farklı uygulamaya tabi tutulması ya da
ücretlendirmeye tabi tutulması çok da kabul edilebilir bir şey değildi.
Tabii, bir başka şey, burslu öğrenci
kontenjanlarının artırılması. Gerçekten genç bir nüfusa sahibiz, çok yetenekli
evlatlarımız yetişiyor Allah’a şükür. Bunları beyin göçüne tabi tutmadan -Allah
korusun- bunların gidişlerini, daha kaliteli üniversitelere kaçışlarını önleme
adına özellikle burada prestijli vakıf üniversitelerine çok büyük iş düşüyor. O
en yüksek puanlarla gelen öğrenci sayısının, oranının yüzde 15’lere çekilmesi
hedeflenmiştir. İnşallah, ilerleyen yıllarda bu oran daha da yükseltilebilir,
bir arkadaşımızın teklif ettiği gibi.
Bir başka kanun maddesinde, israfı önleme, araştırma
ve deneysel çalışmaların ivedi kılınması adına bir koordinatör, yükseköğrenim
kurumunda, birden fazla yükseköğrenim kurumunun iş birliğiyle ortak uygulama ve
araştırma merkezi kurulması amaçlanmıştır. İnanın, akademik hayatımız boyunca
yine en fazla yüz yüze geldiğimiz sorunlardan bir tanesi. Bunu somut olarak
yaşayan bir arkadaşınız olarak belirtmek isterim ki, Avrupa Üniversiteler
Birliğinin bir heyetinin bir gözlem, bir araştırma, inceleme amacıyla geldiği
kurumlarımızda bize raporunda ifade ettiği bir cümle vardı -hiç unutamıyorum-
dedi ki: “Oxford, Cambridge dâhil, Amerika’nın saygın üniversiteleri dâhil
hiçbir üniversitede üç aşağı beş yukarı benzer deneysel çalışmaları yapan 1’den
fazla, 2’den, 3’ten fazla laboratuvar ya da bir teknik donanımlı mekân
görmedik.” Hep şuydu: Yine, yurt dışı eğitimim esnasında tanıklık ettiğim bir
şey, inanın, bu tür kurumlar, bu tür ortak araştırma merkezleri yirmi dört saat
çalışır, randevu usulü. Yani, somutlaştırmak istemiyorum, bir alınganlık
olabilir belki bazı branşlar adına ama bir laboratuvar yirmi dört saat
çalışmalı. İşte, bu, onu giderme adına, gerçekten her üniversiteye aynı
bağlamda bir laboratuvar, bir araştırma merkezi değil ama koordinatör, güçlü
bir üniversite başkanlığında birkaç üniversitenin ortaklaşa kullanabileceği
böyle bir –inşallah- araştırma merkezi, laboratuvarlar kurulması
öngörülmektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, yine, diğer bir husus,
bu, ikinci öğretim malumunuz çok dilimize pelesenk ve bugüne kadar da belki
kuruluş aşamasında hakikaten yararlıydı, gerekliydi, çok faydalarını gördük ama
belirli bir süreden sonra bu ifrat tefrit noktasına gelince sıkıntılara neden
olduğuna da tanıklık ettik. Şimdi, burada tabii, özellikle YÖK’ten gelen çok
saygın hazıruna da bir şeyler ifade etmek istiyorum bu bağlamda. Şimdi,
lisansüstü öğretim ücretlerinin ilgili üniversite ya da yüksek teknoloji
enstitüsü yönetim kurulunca tespit edilmesi söz konusudur, böyle bir teklifimiz
var. Şimdi, evet, kulağa hoş geliyor, güzel ama bugüne kadar “academia”da
yaşadıklarımızı dikkate aldığımızda, birtakım sıkıntılara da neden olduğuna
tanıklık ettik. Ne olduğunu bir iki somut örnekle ifade edeyim: Bugünlerde hâlâ
üniversiteleri konuştuğumuzda ve size iletilen mesajlar ışığında çok önemli iki
hummalı, iki kronikleşen sıkıntıdan bahsediyoruz. Evet, bu yetkiyi
üniversitelere verelim, çok güzel, kâğıt üzerinde kulağa hoş geliyor ama insan
faktörünü de devre dışı bırakmamak lazım. Şimdi, lisans üstünde ücretlendirmede
bir üst limit koyacağız, çok güzel, yasa kısıtlayıcı, sınırlayıcı ama
uygulayıcılara açık kapı bırakmama adına ya da istismara çok açık iyi niyet
kullanma adına da çok fazla hareket alanı bırakmamak lazım. Bununla neyi
kastediyorum? Kontenjanlar konusunda, bakınız, o ilgili disiplinin bilim dalının
ya da bölümün öğretim üyesi kapasitesi dikkate alınarak bence kontenjana da bir
sınırlama getirmekte yarar vardır ya da bunun kontrolünün çok iyi sağlanması
lazımdır. Niye söylüyorum? Çünkü sütten ağzım yandı, gerçekten. Somut olarak
iki örnek veriyorum, kangrenleşen sorunları ifade etme adına -sizlere de bu bir
şekilde iletildiği üzere- biz bizatihi yaşadığımız için söylüyorum:
Üniversitelere sertifika programları açma yetkisi verildi bir zamanlar ve
inanın, her konuda, her meslek dalıyla ilgili sertifika programları yapıldı,
ücretlendirmeleri yüksek. Neydi amaç? Güya, hani o konuda yetkin bir ara eleman
yetiştirme ya da uzman yetiştirme amaçlanmıştı ama maalesef uygulama öyle bir
sayısal niceliğe ulaştı ki nitelikten ödün vermek zorunda kaldık. Daha somutunu
söyleyeyim: Bazı köklü üniversitelerin pedagojik formasyon verme programları
konusunda gerçekten iki düşünüp bir karar vermesine rağmen, bu yetkinin bir
zamanlar üniversitelere bırakılması sonucunda, inanın, öğretim elemanı verecek,
pedagojik formasyonu verecek PDR çıkışlı öğretim elemanı sıkıntılarına rağmen,
bir şekilde bu programları yüksek fiyatlarla aştılar ve bugün, önümüzde,
öğretmenlik hayaliyle yaşayan 700 bin gencimiz ortada. Bunun, işte bu yanlış
algılama ve uygulamalardan kaynaklandığına tanıklık ettik. O yavrularımızın
hiçbirinin günahı yok çünkü o hayalleri açılan bölümler, verilen yetkiler
sonucu onlara yaşattık ve bugün de bunu hafifletmek, bu yükümüzü küçültmek
bizim boynumuzun borcu. Şimdi, benzer bir sıkıntı yaşamama adına söylüyorum, diyorum
ki: Evet, taleptir, eğitim hakkı gerçekten çok önemli bir haktır ama istismar
edilmemek kaydıyla.
Nedir o? İşte, ikinci yüksek lisans öğretiminde
kontenjanların da bir şekilde disipline edilmesi lazım. Bunların eğer önü açık
tutulursa yarın öbür gün -700 binlik rakamlarda- lisansüstü mezunların -doğru,
haklı olarak- birtakım mesleki talepleriyle bir araya gelebiliriz. Tabii, bu
örnekleri çoğaltabiliriz. Hatırlayın Allah aşkına, şimdi, belki yeni bir
yapılanmaya gidiliyor, ben bu bağlamda tebrik ediyorum. Gerçekten güzel şeyler
yapılıyor, özellikle yükseköğrenim adına. Hatta geçmişte yapılan birtakım
hataların da tamiri noktasında birtakım önlemler alınıyor. Ben, gerçekten,
huzurlarınızda yetkililere de teşekkürü bir borç bilirim. Ama yine bir örnek olması,
hani yoğurdu üfleme adına söylüyoruz: Birtakım meslekleri, branşları
çoğaltarak, üniversiteleri çoğaltarak; birbirine benzer üniversiteler, bölümler
açarak, fakülteler açarak bazı meslek gruplarının, evet, niceliğini artırdık
ama nitelikten ödün verdik. İşte, bugün, birçok işsiz ve o meslek gruplarını da
kalitesiz bir hâle getirdik. İşte, bu bütün verdiğim üç örneği de hem pedagojik
formasyon bağlamında; hem itibarsızlaştırılmaya yüz tutan birtakım meslek
gruplarının çoğaltılarak her üniversiteye, her fakülteye her bölüm açılması
noktasında, bir ifrat tefrit noktasına gelinmesinin kamuoyunda ve Hükûmetimiz
noktasında, devletimiz noktasında ortaya koyduğu birtakım ekonomik sıkıntılar
var.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, gerçekten
“Önce ülkem ve milletim.” diyen bir hareketin mensupları olarak ve aynı zamanda
idealist bir akademisyen olarak bunları söyleme zorunluluğu hissediyorum. Çünkü
kamu harcamaları noktasında, hele hele şu hummalı bir sağlık sorunu yaşadığımız
bu dönemde, Allah korusun, yeni, basit hatalarımızla açılacak yaraların
tedavisinde değil, daha önce kronikleşen birtakım eksikliklerin, hataların
giderilmesi noktasında kullanalım diye ifade ediyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, son olarak, Komisyon
aşamasında da çok gündeme geldi, konuşuldu; evet, kulağa hoş geliyor tabii,
akademik özgürlük, akademik bağımsızlık, sınırsız haklar; gerçekten öyle ama
uygulamada bazen bunun da bir şekilde deforme edildiğine, kötüye kullanıldığına
tanıklık ettik. Şimdi, değişen bir maddeyle üniversitelerimizin akademik ve
idari kadrolarının disiplin yönetmeliklerinin birazcık rafine edilmesine
yönelik bir düzenleme var. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak özellikle şu
anda üniversitelerimizin içinde bulunduğu huzur ortamının da bozulmaması adına,
gerçekten, geçmişte olduğu gibi, üniversitelerin, akademik kadronun, akademik
kadronun odalarının birtakım illegal yapıların hücre evleri olmaması, terörün
herhangi bir şekilde övülmesi, propagandası, lehine cephe alınması, eylemlere
katkıda bulunulması… Bunlar yasalarla tanımlanmış şeyler, çok da muğlak
kavramlar değil. “Terör” tanımı Anayasa’da da vardır, ilgili maddelerde de
vardır, üniversitelerin disiplin kurullarında da bunlar çok açık, net, sarih
bir şekilde ifade edilmiştir. Dolayısıyla, çekip uzatmanın hiçbir anlamı yok.
“Propaganda” kelimesi her yerde propagandadır; övmek içerir, lehinde konuşmak
içerir, olumlamak içerir. İllegal bir şeyin, özellikle ülke için tehdit
oluşturan bir terör yapısının lehinde konuşmanın bir propaganda olduğunu artık
sağır sultan da anlar, bilir. Bu kavramlar üzerinde biz Milliyetçi Hareket
Partisi olarak özellikle hassasiyetimizi ifade ediyoruz. Temin edilen bu
huzurun bozulmaması noktasında burada da aynı hassasiyetin sürdürülmesini
ısrarla savunuyoruz.
Bir somut örnekle bitiriyorum: Malumunuz, Cizre’de,
Kulp’ta, Diyarbakır’da çukur olayları yaşadık; o kazılan çukurlarda, evden eve
geçen tünellerde bizim orada yaşayan vatandaşımız hapsedildi, esir alındı ve
artık orada sanki devlet içinde devlet olan bir yapının sokağa yansıması gibi
resmen bir yerel ayaklanma teşvik edildi ve bunun ağır maliyetlerine karşılık
bizim devletimiz de resmî olarak bir mücadele kararı aldı. Şimdi, bu mücadeleye
kara çalıp, iftiraya matuf bir şekilde, efendim…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
KAMİL AYDIN (Devamla) – …bir soykırım gibi, bir
kıyım gibi, bir işkence gibi, zulüm gibi gerçekten mesnetsiz birtakım
kavramlarla ifade etmenin akademisyenlikle hiçbir alakası yok. Bir akademisyen
olarak söylüyorum: Eğer bu ülkenin hür ve bağımsız düşünen birer
akademisyeniysek… Bir hafta boyunca ceza muhakemeleriyle ilgili bir kanun
görüştük, 210 civarında önerge verdik. İstatistiksel olarak söylüyorum: Osman
Kavala isminin geçtiği kadar, 8/4/2020’de -yani daha bir ay geçmedi- Diyarbakır
Kulp ilçemizde katledilen 5 kardeşimiz için verilen bir tane önerge hatırlıyor
musunuz? Ya da o “barış akademisyenleri” denilen -güya bizden daha özgürlükçü,
daha insan hakları savunucusu- kişiler tarafından bir cümle kurulduğuna tanıklık
ettiniz mi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım.
KAMİL AYDIN (Devamla) – Etmedik. Dolayısıyla,
gerçekten, genelde ülke içerisindeki huzurumuz, özelde de üniversitelerdeki
huzurumuz bizim kırmızı çizgimizdir diyorum.
Ben, bu vesileyle, gelen teklife Milliyetçi Hareket
Partisi olarak destek vereceğimizi ifade ediyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Başkanım.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın
Aydın’a da yapmış olduğu konuşmadan dolayı teşekkür ediyorum.
Önemli bir hususa değindi, o konuda Genel Kurula bir
bilgi sunmak istiyorum: Biliyorsunuz, vakıf yükseköğretim kurumlarında daha
önce tezli-tezsiz yüksek lisans ve doktoralarda âdeta sınırsız bir durum söz
konusuydu. Şimdi, bu durum artık sınırlandırıldı ve mevcut öğretim üyesi
sayısına göre bu oranlar belirleniyor. Dolayısıyla, önceden sınırsız olan
danışmanlık oranları da bir hoca için doktorada 15’le sınırlandırıldı, yüksek
lisansta ise 30’la sınırlandırıldı, tezsizde tabii. Dolayısıyla, böyle bir
sınırlama getirildiğini de Genel Kurulun bilgilerine sunmak istiyorum.
Daha ziyade bu sizin değindiğiniz hususlar,
biliyorsunuz, devlet üniversitelerinde olmayan hususlar. Özellikle vakıflarda
belli bir ücret karşılığı olduğu için burada bir sınırlama yoktu ama YÖK son
uygulamalarla buna bir sınırlama getirdi. Bunu da Genel Kurulun takdirlerine
sunuyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Başkan.
Şimdi Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
Batman Milletvekili Sayın Mehmet Ruştu Tiryaki. (HDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Tiryaki.
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 212 sıra
sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi’nin tümü üzerine partimizin, parti grubumuzun görüşlerini sizinle
paylaşmaya çalışacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, sözlerimin başında, coronavirüs nedeniyle
bugüne kadar kaybettiklerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yoğun
bakımda ve hastanede yatanlara da hayırlı şifalar diliyorum. İnşallah, en kısa
sürede iyileşir, sevdiklerinin yanına kavuşurlar diyorum.
Evet, yükseköğretimin çok önemli sorunları var ve bu
sorunların çözülmesi gerekiyor ancak bugün görüşmelerine başladığımız ve 2
maddesi yürütme ve yürürlüğe dair olan 30 maddelik kanun teklifinin
yükseköğretimin sorunlarını çözmeyeceği çok açık. Sanırım, teklif sahibi olan
milletvekilleri de bu iddiada değil, “Yükseköğretimin sorunlarını bu kanun
çözecek.” demiyorlar.
Peki, biz, bu yasa teklifini, bu coronavirüs salgını
günlerinde, sokağa çıkma yasaklarının, seyahat kısıtlılıklarının bu kadar
arttığı dönemde neden görüşüyoruz? Bir Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle.
Anayasa Mahkemesi 10 Nisan 2019 tarihinde bir karar verdi; 2017/33 esas,
2019/20 sayılı Karar. Bu kararda, 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 26 ve
30’uncu maddeleriyle değiştirilen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53/(b)
maddesinin (1), (2), (3), (4) ve (6)’ncı bentlerinde yer alan “657 sayılı
Kanun’daki fiillere ilave olarak” ibaresini, bir de 2547 sayılı Kanun’a eklenen
53/Ç maddesinin birinci fıkrasının (e) bendini Anayasa’ya aykırı buldu. Ancak,
bu kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra Anayasa
Mahkemesi kararının yürürlüğe gireceğini söyledi. Bu süre önümüzdeki günlerde
dolacağından şimdi biz bu kanun teklifini görüşüyoruz. Buraya kadar herhangi
bir sorun yok. Teklif sahipleri Anayasa Mahkemesinin bu kararı uyarınca
hazırladıkları teklife birkaç madde daha eklediler, bunda da bir sorun yok ama
asıl sorun şu: Getirilen teklif hem Anayasa Mahkemesi kararıyla uyumlu değil
hem de “üniversitelerin özerkliği” ilkesine aykırı. Nedenini ben birazdan
anlatmaya çalışacağım. Önce bir genel değerlendirme yapmak istiyorum.
Daha önce burada defalarca söyledim, dünyanın iyi
üniversiteleri arasında Türkiye’den adı geçen bir üniversite yok. İlk 300
üniversite arasında ya da ilk 500 üniversite arasında bir iki tane üniversite
geçiyordu, birkaç iyi üniversitemiz vardı, OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle
onların da öğretim üyelerini ihraç ederek, rektör ataması yöntemini
değiştirerek ve tek adama bağlayarak, maalesef akademisyenlerin istedikleri
konuyu araştırmalarını bir biçimde engelleyerek akademi camiasını iyice
çoraklaştırdınız.
Şimdi, biz “İlk 500 üniversite arasında, ilk 300
üniversite arasında Türkiye’den herhangi bir üniversite yok.” diyoruz, YÖK
Başkanı bize şöyle bir yanıt veriyor, diyor ki: “Aslında biz istersek
yapabiliriz.” “Nasıl?” “İşte, Suudi Arabistan’ın yaptığı gibi, Malezya’nın
yaptığı gibi, bazı Asya üniversitelerinin yaptığı gibi. İşte, Avrupa’dan,
Amerika’dan öğretim üyelerini transfer ederiz, o öğretim üyelerinin bugüne
kadar yaptığı bütün akademik çalışmalar bir anda üniversitenin akademik
puanlamasını artırır, Türkiye’den birçok üniversiteyi ilk 500, ilk 300
üniversite arasına sokabiliriz ama böyle yapmıyoruz.” diyor. Ne yapıyoruz
diyor? “Kalıcı olarak bu sorunu çözmeye çalışıyoruz.” İyi de sizin bu
söylediğiniz yanıt, Türkiye’deki herhangi bir üniversitenin, birkaç
üniversitenin dünyanın iyi üniversiteleri arasında olmadığı gerçeğini değiştiriyor
mu? Değiştirmiyor. Bize YÖK Başkanı bu işin hilesini anlatıyor, hangi hileyi
yaparsak ilk 300-500 üniversite arasında üniversitelerimiz yer alabilir.
Dolayısıyla, bu savunmanın kendisi doğru değil. Evet, nitelikli ve uzun vadeli
iyi üniversiteler arasında yer alacak üniversitelerimizin olması iyidir. Bu
konuda atılacak her adımı da biz parti olarak destekleriz.
Şimdi, çok önemli birkaç tane sorum var akademide:
Bir tanesi şu; bakın, özellikle sosyal bilimlerde akademisyenler istedikleri
konuyu araştıramıyorlar. Bazı konu başlıkları hocalar tarafından mutlaka
sansürleniyor, “Bu konuyu araştırma, başımızı belaya sokma.” deniliyor. Şimdi,
böyle bir diyaloğun olması bile bu ülkenin geleceği açısından çok çok karanlık
bir şeyi ifade ediyor. Eğer akademide herhangi bir akademisyen, herhangi bir
araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent veya bir başkası istediği konuda
tez hazırlayamıyorsa, araştırma yapamıyorsa gerçekten o ülkenin
üniversitelerinin çorak olmaya mahkûm olduğunu söyleyebiliriz.
Bir başka şey, bakın, rektörler artık seçimle
belirlenmiyor. Eskiden Türkiye’de üniversite rektörü seçimi böyle çok
demokratik falan değildi, üniversiteler seçim yapıyordu, belli sayıda aday
içerisinden seçilenlerin belli sayısını YÖK’e gönderiyordu, YÖK bunların içerisinden
üçünü seçip Cumhurbaşkanına gönderiyordu, Cumhurbaşkanı da bunlardan birini
atıyordu ve çoğunlukla tartışılıyordu bu karar yani demokratik bir sistem
yoktu. Şimdi, diyelim bu eleştiriyi yapıyorsunuz, diyorsunuz ki: “Burada
demokratik bir sistem yok.” Normalde, demokrasi iddiasında olan bir hükûmetin
ne yapması gerekir? Antidemokratik olanları tasfiye etmesi, dışarı çıkarması ve
demokratik bir düzenleme yapması gerekir. Peki, biz de ne yaptık? “Bununla mı
uğraşacak?” dedik, değiştirdik, bundan sonra artık üniversite rektörlerini
Cumhurbaşkanı herhangi bir seçim olmadan doğrudan atıyor. Sorun burada
bitmiyor, bakın, istediği kişiyi rektör olarak atıyor. Belli koşulları
taşıyanlar arasından akademisyenler, profesörler atanıyor ya, bunu da
değiştirdik, kanundan bu maddeyi de çıkardık, daha doğrusu siz çıkardınız -hani
biz bu günahın ortağı falan değiliz- bu yetkiyi Cumhurbaşkanına verdiniz. Şu
anda bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yine, yasada olan hüküm duruyor. Üç
yıl profesörlük yapan kişilerden herhangi birini Cumhurbaşkanı rektör olarak
atayabilir. Atayabilir mi? Buna bile dayanamıyor Sayın Cumhurbaşkanı.
“İstediğim kişiyi rektör yaparım.” demek için bir akşam kararname yayınlıyor,
ertesi gün bu üç yıllık koşul yok; iki yıllık, bir yıllık profesör de rektör
olarak atanabiliyor. Daha dramatiğini söyleyeyim: Üç ayını doldurmamış
profesörler bu ülkede rektör olarak atandı. Cumhurbaşkanı bir kararname
yayınlıyor, üç yılı kaldırıyor, istediği kişiyi rektör yapıyor; ertesi gün bir
daha kararname yayınlıyor, tekrar üç yıl koşulu geliyor. Sonra, bir süre daha
geçiyor, yeni bir üniversite kuruluyor, yine birisini rektör olarak atamak
istiyor, yine üç yıl koşulu engel; yine bir kararname hazırlıyor, bunu
yürürlükten kaldırıyor, üç aylık bir profesörü rektör yapıyor. Ertesi gün
ihtiyaç hasıl oldu, tekrar bir kararname yayınlıyor, tekrar üç yıllık profesörler rektör olabiliyor. Bu kabul edilemez. Yani
Türkiye’de Cumhurbaşkanının atayabileceği 1 tane profesör yok mu ki üç aylık
profesörler arasından rektör atıyorsunuz?
Şimdi “Türkiye’yi kararnamelerle yönetiyorsunuz.”
diyoruz ya, o kararnamelerden bir tanesi de 703 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname. İşte o kararnameyle Cumhurbaşkanına istediği kişiyi rektör olarak
atayabilme şansı verdiniz. O 703 sayılı Kararname bugün bu kanunu tartışmamızın
da nedeni çünkü 703 sayılı Kararname’yle bazı kanunları, kanun hükmünde
kararnameleri değiştirdiniz ve Anayasa Mahkemesi iptal etti, şimdi bu yüzden
görüşüyoruz.
Şimdi bu konuda bir şey söyleyeyim, bununla ilgili
önemli bir eleştiri olduğunu düşünüyorum;
şimdi, biz diyoruz ki sanki devleti yönetmiyorsunuz da aile şirketini
yönetiyorsunuz, böyle eleştiriler falan yapıyoruz. Çok açık söyleyeyim, aslında
şirket de böyle yönetilmez; hiçbir şirket yöneticisi bu biçimde şirketin başına
CEO atamaz, emin olun, şirketin çıkarlarını gözetir. Hani, devlet
yönetmiyorsunuz, aile şirketi yönetiyorsunuz diyoruz ya, aslında aile şirketi
yönetirken bile insanın asgari uyması gereken kurallara neredeyse uymuyorsunuz.
Bakın, Türkiye’de üniversite okumak artık bir lüks,
hak değil. 7 üniversite öğrencisinden yalnız 1’i yurtta barınabiliyor, 7
üniversite öğrencisinden yalnızca 1’i. Gençlik Bakanı ve Kredi Yurtlar Kurumu
bu tür eleştiriler yapıldığında şöyle bir yanıt veriyorlar, diyorlar ki: “Ya,
biz başvuran neredeyse herkesi yurtlara yerleştiriyoruz.” Sorun burada zaten. 7
öğrenciden 1’inin yurda yerleştirilebileceği bir ülkede, öğrencilerin büyük bir
bölümü üniversiteye kayıt yaptırır yaptırmaz ev aramaya başlıyorlar çünkü
şanslarının yüzde 15’lerde olduğunu biliyorlar.
Başka bir şey daha söylüyor Gençlik Bakanı veya
Kredi Yurtlar Kurumu, diyor ki: “Bizden önceki öğrenci yurtlarını düşünün,
şimdiki yurtları düşünün. Şimdikiler 5 yıldızlı otel ayarında, birkaç kişi
kalıyor, odalar lüks, her odanın ayrı tuvaleti falan var.”
Şimdi, on sekiz yıldan, on dokuz yıldan
bahsediyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde benim oğlum 1,5
yaşındaydı, şu anda üniversite öğrencisi yani o kadar uzun bir süreden
bahsediyoruz. Karşılaştırdığınız şey yirmi yıl öncesi, yirmi beş yıl öncesi.
Yirmi yıl, yirmi beş yıl öncesi ile bugünü karşılaştıramaz mıyız? Elbette
karşılaştırabiliriz. Peki, bu, gerçeklere ulaşmamızı sağlar mı yirmi yıl, yirmi
beş yıl öncekiyle karşılaştırmak? Bize hiçbir şey göstermez çünkü yirmi-yirmi
beş yılda dünyadaki her ülkede az ya da çok bazı gelişmeler olmuştur. Asıl
sorun, sizinle aynı seviyede olan ülkelerin nereye geldiğidir yani bilimde,
sanatta, teknolojide, iletişimde, her alanda nereye geldiğiyle ilgilidir;
bununla karşılaştırırsınız nereden nereye geldiğinizi ölçmek için. Bunu
yapmayıp da yirmi yıl, yirmi beş yıl önceki kendi ülkenizde yapılanlarla
karşılaştırırsanız hepiniz, hepimiz büyük bir yanılsama içerisinde oluruz.
Bakın, ben size sadece bir tane örnek vereyim
iletişimle ilgili; öyle Avrupa’yla, Amerika’yla, Japonya’yla falan değil, hiç
böyle bir karşılaştırmaya gerek yok, basit bir örnek: Kim isterse
araştırabilir, sadece fiber optik ağla ilgili, Afrika’daki ortalama bir ülke
olan Gana ile Türkiye’yi karşılaştırın. Bakın, Gana ile Türkiye’yi
karşılaştırın; internete erişim konusunda dünyada “zayıf” dediğiniz herhangi
bir ülke nereden nereye gelmiş, Türkiye nereden nereye gelmiş? Gerçek
karşılaştırmayı ancak böyle yapabiliriz. Dolayısıyla, her eleştiriye karşı “On
sekiz yıl önce böyleydi, yirmi yıl önce böyleydi; biz şuradan şuraya geldik.”
dediğiniz zaman, aslında, bir yere gelmiş oluyorsunuz ama başkalarının attığı
adımların yanına bile yaklaşamamış oluyorsunuz. Bunu niye söylüyorum?
Teknoloji, bilim, iletişim, sanayi bu tür alanlarda gelişmek istiyorsanız,
bunun kilit noktalarından bir tanesi üniversitedir. Eğer üniversitelerinizde
özgür eğitim yapılıyorsa, eğer üniversitelerinizde akademisyenler özgürce
araştırma yapıyorlarsa işte bu söylediğim alanlarda gelişebilirsiniz. Bu iş
sadece parayla olmaz, daha doğrusu tek parayla olmaz. Eğer parayla olsaydı,
bakın, Suudi Arabistan gibi veya başkaca doğal zenginlikler açısından gelirleri
çok yüksek olan ülkelerin, çok çok gelişkin olması gerekirdi, başka bir şeye
gerek var. Unutmayalım, gerçekten özgür üniversitelere ihtiyacımız var. Ancak
üniversite özgür olursa bilimde gelişebiliriz, sanayide gelişebiliriz,
teknolojide gelişebiliriz, iletişim çağında iletişimde gelişebiliriz.
Şimdi, başta da dediğim gibi, bu ülkeyi kanun hükmünde
kararnamelerle yönetiyorsunuz, diyorduk ya, şimdi, 703 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname... Bu 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Temmuz 2018 tarihli,
başlığı da “Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname”. Bu 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Türkiye’deki
devlet yapısının tamamını değiştiren bir kanun hükmünde kararnamedir.
Türkiye’deki her şeyi kanun hükmünde kararnamelerle yönetiyorsunuz, ya OHAL
KHK’leriyle ya da başka KHK’lerle. İçinde OHAL KHK’leriyle değiştirilmemiş
herhangi bir kanun yok Türkiye’de, içinde KHK’lerin hükümlerinin olmadığı
herhangi bir kanun da yok.
2011 yılında Türkiye’deki devlet yönetimini köklü
bir şekilde değiştirdiniz, Haziran ayında, bir ay içerisinde bütün
bakanlıkların teşkilat kanunlarını yürürlükten kaldırdınız, bunu bir kanun
hükmünde kararnameyle yaptınız. Ben size bir tane örnek vereyim: Eskiden “3797
sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” vardı.
Türkiye’deki bütün bakanlıkların kanunu vardı. Teşkilat yapısı nedir, bunun
içerisinde kimler yer alır, görevleri nedir; ayrıntılı düzenlenirdi, bunları
değiştirmek istediniz. Kim uğraşır kanunla, kim uğraşır asıl görevi kanun yapmak
olan Türkiye Büyük Millet Meclisiyle? Çıkar kanun hükmündeki kararnameyi,
Türkiye’deki bütün devlet düzenini baştan sona değiştir. Haziran 2011 yılında
bütün Bakanlıkları, Türkiye'nin bütün devlet yönetimini kanun hükmünde
kararnamelerle yönetmeye başladınız, bu kanunların yerine yeni kanun hükmünde
kararname getirdiniz, 2011’den 2018’e kadar. 2011’den 2018’e kadar geldiniz
kanun hükmünde kararnamelerle, bunları yürürlükten kaldırmadınız. Bu kanun
hükmünde kararnamelerin yerine yeni kanun hükmünde kararname getirdiniz.
Eskiden Bakanlıkların teşkilat kanunlarını, daha
sonraki kanun hükmündeki kararnameleri okuyunca neyle ilgili olduğunu anlardı
herkes. Bakın, sadece bir tanesini, Millî Eğitim Bakanlığınınkini söyleyeyim.
Millî Eğitim Bakanlığının teşkilat kanunu yok, kanun hükmünde kararname vardı.
Şimdi, ismi ne biliyor musunuz? Özel Barınma Hizmeti Veren Kurumlar ve Bazı
Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname. Bakın, Millî Eğitim
Bakanlığının Teşkilat Kanunu’nun geldiği nokta budur. Türkiye’deki herhangi bir
vatandaşa gidin söyleyin, deyin ki: Özel Barınma Hizmeti Veren Kurumlar ve Bazı
Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname neyi düzenliyor olabilir? Tek
bir kişi, hukuk bilgisi olmayan, bununla ilgili özel bilgisi olmayan tek biri
bile, bu Millî Eğitim Bakanlığının teşkilat kanunudur, kanun hükmünde
kararnamesidir demeyecektir. Neden böyle? Artık sistem değişti. Teşkilat,
meşkilat yok, Bakanlığın görevi de yok. Ne var? Cumhurbaşkanlığı sistemi var.
Cumhurbaşkanı, istediği biçimde teşkilat dizayn ediyor, istediği biçimde o
teşkilatı değiştirebiliyor.
Biraz da teklifin içeriğinden bahsetmek isterim,
sürem azalıyor. Teklif sahiplerinin getirdiği ve görüştüğümüz bu teklifte neler
var? 2’nci maddesiyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 24’üncü maddesinde
değişiklik yapıyorsunuz. Buna göre doçentlik sınavı yılda 2 kez yapılmayacak,
daha fazla yapılacak. Bu, olumlu bir değişme, bunu destekleyeceğimizi,
desteklediğimizi Komisyonda söylemiştim.
3’üncü maddede de öğretim görevlisi kadrosuna
atanacaklarda lisans mezunu olma şartını yüksek lisansa çıkarıyorsunuz. Bu da olumlu bir değişme, yeter ki mevcut öğretim
görevlilerinde bir hak kaybı yaşanmasın, tek sorun bu.
4’üncü maddeyle araştırma görevlisi kadrolarına atanma
yaşını “35
yaşını doldurmuş olma” koşuluna bağlıyorsunuz. Ben bunun doğru olmadığını ayrıntılı biçimde
komisyonda söylemiştim. Herkes, her yaşta akademiyle ilgilenebilir, üniversitede araştırma yapmak isteyebilir. Dolayısıyla,
bu yaş sınırı doğru değil dedim ama illa bir yaş yapacaksanız bunu 40 yaşına
çekin ki 65 yaşında bir kişi emekli olabilir diyoruz. 40 yaşından 65 yaşına
kadar 25 yıllık süreyi doldurabilir. Makul ölçü illa bir yaş olacaksa 40 yaş olmasının doğru olduğunu düşünüyorum.
Teklifin 5’inci maddesiyle uzman, çevirici, eğitim planlamacıları da
üniversitelerde ders verebilecek. Bunu tartışılır bulduğumu komisyonda da
söylemiştim. Teklif sahipleri diyor ki: “Bizim gerekçemiz 7100 sayılı Yasa’da
yapılan değişiklik, bu kadrolar artık öğretim görevlisi kadrosu oldu.” Ama
bence en doğrusu şu:
Üniversitelerde ders verecek birilerinin az olduğunu düşünüyorsanız,
yükseköğretimde niteliği artırmanın en iyi yolu yeni akademisyen atamaktır. Bu
öğretim görevlileriyle üniversitenin niteliğini değiştiremezsiniz.
7’nci madde çok kritik bir madde, tam bu
görüştüğümüz maddelerden. Başta da söyledim, Anayasa Mahkemesi bir karar verdi
ve dedi ki: “YÖK Başkanı da, rektörler de dekanlıkla birlikte bütün öğretim
üyelerinin disiplin amiri olabilecek bundan sonra.” Anayasa Mahkemesi,
bunu, üniversitenin özerkliğine aykırı buldu,
Anayasa Mahkemesi: “130 ve 131’inci maddelere, bilimsel özerkliğine aykırıdır.” dedi.
Şimdi, bu getirdiğiniz teklifle bunu değiştiriyorsunuz. Artık YÖK Başkanı
doğrudan disiplin soruşturması başlatamayacak ve disiplin amiri olamayacak. Ama başka bir şey daha söylemişti Anayasa
Mahkemesi, dedi ki: “Devlet ve vakıf yükseköğretim kurumlarında öğretim
elemanı, memur ve diğer personeline uygulanabilecek disiplin cezalarını gerektiren
fiillere, bir de 657 sayılı Yasa’da yer alan fiilleri de ekliyorsunuz, bu hem
üniversitelerin bilimsel özerkliğine hem de kendi kanunlarına aykırıdır.” Anayasa
Mahkemesinin kararının içerisinde de örnekler var, çok doğru örnekler seçilmiş.
Mesela bir tanesi; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre siyasi faaliyette
bulunmak, bir
ila üç yıl arasında
kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiriyor, siyasi partiye üye
olmak da devlet memurluğundan çıkarmayı gerektiriyor. Oysa buradaki akademisyenlerin
hepsi bilir, 2547
sayılı Yasa’nın 59’uncu maddesinde bir değişiklik yapıldı ve akademisyenler
siyasi partilere üye olabiliyorlar. “2547 sayılı Yasa dururken 657 sayılı
Yasa’yla birlikte işletilmesi sorun olabilir.” dedi. Siz şimdi bunu
değiştiriyorsunuz, 657’ye atıf yapan maddeyi kaldırıyorsunuz ama 657’de yer
alan ve akademisyen kimliğiyle bağdaşmayacak bir sürü fiili hâlâ disiplin
cezası gerektiren davranışlar olarak söylüyorsunuz. Benden önceki hatip de
söyledi, komisyonlarda da tartıştık bunu, gerçekten tartışılır bir şey.
Ama çok önemli bir tanesi var, o da şu: Bakın, 2547
sayılı Yasa’nın şu an mevcut olan 53’üncü maddesinde diyor ki “Terör
niteliğinde eylemlerde bulunmak veya bu eylemleri desteklemek kamu görevinden
çıkarmayı gerektirir.” Şu anda yasada var. Siz bunu değiştiriyorsunuz,
diyorsunuz ki: “Terör örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem
birliği içinde olmak veya bunlara yardım etmek, kamu kaynaklarını bu örgütleri
desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak da kamu görevinden çıkarma
cezasını gerektiriyor.” Şimdi, mevcut yasa çok iyidir demiyorum çünkü terör
tanımıyla ilgili sorunlar var. Bazı ülkeler Hamasa terörist diyor, El Fetihe
terörist diyor, Moro Ulusal Kurtuluş Örgütüne terörist diyor ama dünyadaki herkes
bu örgütleri terörist olarak görmüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Devam edin efendim.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Terör denildiğinde
evrensel ve ortak bir tanım yok, bu çok büyük bir sorun. Ayrıca, burada, bu
çatı altında 28 Şubatta “irticacı” denilerek “gerici” denilerek düşünceleri
nedeniyle üniversiteden uzaklaştırılmış insanlar var, bugün burada milletvekili
olarak görev yapıyorlar. Geçmişte nasıl bu sizi mağdur ettiyse bugün bu
düzenleme de başka insanları sadece düşünceleri nedeniyle mağdur edebilir.
Şimdi “Geçmişte biz haksızlığa uğradık, bu haksızlığa karşıyız.” mı diyorsunuz
yoksa “Bizim amacımız iktidar olmaktı.” mı diyorsunuz? Yani “Biz haksızlığa karşı
değiliz, biz iktidara gelelim, istediğimize haksızlık yapalım.” diyorsanız
bunda bir sorun yok. Ama hâlâ bir adalet duygunuz varsa, bunu savunuyorsanız
gerçekten bu madde çok tartışılır bir madde. Benzetmek istemiyorum ama sanki
içinize böyle, ırkçılık, terör kaçmış gibi, bununla yatıp bununla
kalkıyorsunuz, hangi düzenleme olursa olsun -nasıl bağlıyorsunuz bilmiyorum
ama- mutlaka buna ilişkin bir kural koymadan edemiyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Son, bitiriyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Bir de -birkaç
maddesi var aslında söylemek istediğim de arkadaşlarımız yeri geldiğinde
söyleyecek- şimdi, bu disiplin kurullarına bir ek öneri istiyoruz, sendika
temsilcileri de üniversitelerdeki ve YÖK’teki disiplin kurullarında yer almalı.
Bunun unutulduğunu düşünüyorum, buna ilişkin teklifimiz var veya siz
verebilirsiniz sendika temsilcileri de katılabilmelidir. 13’üncü maddenin
doğrudan Bilim ve Sanat Vakfına bağlı İstanbul Şehir Üniversitesi olduğunu
düşünüyorum. Buna bir yasallık kazandırıyorsunuz bence.
Komisyonda Pasaport Kanunu’na bir ek yaptınız,
öğretim üyeleri, vakıf üniversitelerinde on beş yıl görev yaparsa yeşil
pasaport alabilecek. Kanımca -öğretim üyeleri değil de- bunun öğretim
görevlilerini de kapsayacak biçimde değiştirilmesi yararlı olur.
Öğretmenlerin idari izinli sayıldığı bugünlerde ek
ders ücreti almalarının nedeni bu ama siz diyorsunuz ki: “Bu iş bittikten sonra
ben size tekrar görev vereceğim eğer gelmezseniz bu verdiğim paraları geri
alırım.” Bu büyük bir adaletsizlik öğretmenler hak ettikleri için, idari izinli
oldukları için ek ders ücretini alıyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Dolayısıyla yarın
öbür gün bir görev verdiğinizde de ek ders ücreti vermeniz gerekir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara
Milletvekili Sayın Yıldırım Kaya…
Buyurunuz Sayın Kaya. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YILDIRIM KAYA (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, bizleri televizyonları başında izleyen sevgili
vatandaşlarımız; hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygı ve
sevgilerimle selamlıyorum.
Olağanüstü günlerden geçiyoruz. Birçoğunuz
evlerinizde sanki yarı açık cezaevindeymiş gibi yaşam sürdürüyorsunuz. Tüm
dünyayı tehdit eden coronavirüs salgınında hayatını kaybeden bini aşan
yurttaşımız oldu, dünyada binlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlerce insan
da tedavi görmekte.
Öncelikle, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı
Profesör Doktor Haydar Baş’a ve hayatını kaybeden tüm insanlığa başsağlığı
diliyorum. Ayrıca Ataşehir Belediye Meclis üyemiz, 27 yaşındaki pırıl pırıl
genç arkadaşımız Uğurcan Demir bu virüsten hayatını kaybetti. Kendisine
Allah’tan rahmet, yakınlarına ve tüm camiamıza başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, “YÖK’ü kaldıracağız ve
demokrasiyi Türkiye’ye hâkim kılacağız.” diye iktidara gelen Adalet ve Kalkınma
Partisi. YÖK’ü kaldırma iddiasıyla parti programına aldığı, seçim
bildirgelerine aldığı bir anlayıştan, on sekiz yıl sonra geldiğimiz nokta,
bırakın YÖK’ü kaldırmayı, YÖK’ün mevcut hâlinden de geriye dönük gerçekten
telafisi mümkün olmayan düzenlemeler yapılmakta.
Bakın, 8 Nisanda Komisyona bu yasa teklifi geldi, 10
Nisanda Komisyon görüştü. Komisyon üyeleri kendi içerisinde dahi ayrıntılı bir
değerlendirme yapma fırsatı bulamadılar. Bırakın Komisyon üyelerini,
üniversiteleri ilgilendiren bir konuda üniversitelerle, sendikalarla, ilgili
kuruluşlarla görüş alışverişinde bulunulması bile mümkün olmayan bir süreci
yaşıyoruz, Komisyonda bunu dile getirdik. Komisyonda kanun teklifini getiren
arkadaşlarımız ve YÖK temsilcileri, özellikle Anayasa’nın iptal ettiği maddeden
kaynaklı bunun bu süreçte geçmesi gerektiğini söylediler, bunu da anlayışla
karşıladık ama şöyle bir yolu, yöntemi hep birlikte değerlendirmemiz gerekiyor:
Gerçekten akılcı, bilime dayalı, demokrasinin gereği olan -A partisi ya da B
partisi, hiç fark etmez- doğru getirilen önerilerin Komisyon tarafından kabul
edilmesi ya da kabul edilmiyorsa Genel Kurul tarafından bunların kabul edilmesi
gerekir. Eğer bir fikrî birlik yaratacaksak, bilimde bize aydındık yolu
gösterecek üniversitelerin durumunu konuşacaksak burada “dediğim dedik”
anlayışından vazgeçmemiz lazım. Birlikte tartışmamız, süreci birlikte
ilerletmemiz gerekiyor.
12 Eylülle hesaplaşmak, 12 Eylül yasalarıyla, 12
Eylülün hukuksal dayatmalarıyla hesaplaşmaktır. Bugüne kadar, on sekiz yıldır,
12 Eylülle hesaplaşmayı önüne koymuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi, ne yazık
ki 12 Eylülle hesaplaşmayı bir türlü aklına getirmiyor. 12 Eylülün ürünü olan
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nu bile üniversitelere şamil kılmaya
kalkmak, gerçekten 12 Eylülle hesaplaşmayı akıldan bile geçirmemektir.
Şöyle düşünün, bu coronavirüs hayatımıza tebelleş
oldu. Biz bununla ilgili bir mücadeleyi bilimle yürütmek zorunda değil miyiz?
Bilimi nerede açığa çıkaracağız? Üniversitelerde. Peki, üniversitelerimiz bilim
yuvası olmaktan uzaklaşmışsa biz bunu nasıl hayata geçireceğiz? Bizim,
üniversitelere, bilim insanlarına, araştırma yapacak insanlara ihtiyacımız var.
Bunlar, özgür düşündükleri müddetçe, ekonomik koşulları uygun hâle getirildiği
sürece ancak mümkündür. Eğer bunu yapamıyorsanız, siz, bilimsel bir çalışmayı
yapamadığınız sürece, coronavirüsle ya da benzeri vakalarla akılla, bilimle ve
özgür düşünceyle birlikte mücadele etme şansınızı kaybedersiniz.
Üniversitelere bakıyoruz, üniversitelerde -biraz
önce de söyledim- 12 Eylül yasası ve onun hukuku her şeyin üzerinde işliyor.
Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanan bir anlayış var. 12 Eylülde bile, 12
Eylülden sonra bile, YÖK’te, üniversitelerde, üniversite öğretim üyeleri
arasından rektörü seçme hakkı vardı; 3 kişi seçer, 3 kişi içerisinden de
Cumhurbaşkanı birini atardı. Şimdi, siz bunu da ortadan kaldırdınız, yok
ettiniz. Yaptığınıza bir bakın, ya Adalet ve Kalkınma Partisi il başkanlığı
yapmış olacaksınız, ya ilçe başkanlığı yapmış olacaksınız, ya milletvekilliği yapmış
olacaksınız ya da milletvekili aday adayı olacaksınız daha sonra da
üniversiteye rektör olarak atanacaksınız. Biz bu dönemde bu uygulamalara çok
sık rastlıyoruz. Eğer bu uygulamaları devre dışı bırakmazsak demokrasiden,
bilimden ve demokrasi anlayışından bahsetmemiz mümkün değildir.
Getirilen yasa teklifi ne 1982 darbesiyle getirilen
antidemokratik hükümleri ne Anayasa’ya aykırı hükümleri kaldırıyor ne de
bilimsel özerklik ilkelerine aykırı hükümleri değiştiriyor. Değiştirdiği ve
olumlu değişiklikler yok mu bu yasada? Var, olumlu değişiklikler var. Vakıf
üniversiteleri kuruldu. Vakıf üniversitelerinin malını vakfetmekten gelen
anlayış gereği öğrencilere, yüzde 15’ine burs, tam bursluluk hakkı tanıdı.
Teklifi getiren arkadaşların önerisi yüzde 15 idi, Komisyonda biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak bunun yüzde 25 olarak geçmesini istedik ama Komisyonda
Milliyetçi Hareket Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi üyeleri tarafından
reddedildi ama buna rağmen yüzde 15’lik bursluluk olayı çok doğru ve yapılması
gereken bir işti.
Vakıf üniversiteleri özellikle riskli bir süreç
yaşadığından, özel okulların risk yaşadığı süreçte, Doğa Kolejinde yaşanan ve
öğretmenin, öğrencinin, öğrenci velisinin başına gelenin vakıf
üniversitelerinde de öğrencinin, öğretim üyesinin ve üniversiteyi işletenlerin
başına gelmemesi için bir güvence olması gerekiyordu; kanun teklifini getiren
arkadaşlarımız gelirinin yüzde 2’sini kamu bankasına yatırma zorunluluğunu,
teminat olarak yatırma zorunluluğunu getirdi. Biz Cumhuriyet Halk Partisi
olarak bu konuda da bu oranın yüzde 5 olmasını istedik ama bu teklifimiz de
reddedildi.
Biz özellikle, 12 Eylül hukukuyla ve demokrasiye
aykırı olan kanun hükmünde kararnameyle, bir tek kişinin imzasıyla 6 bin
öğretim üyesinin ihraç edildiği bir sürecin doğru olmadığını, bu sürecin mutlaka
YÖK tarafından gündeme getirilmesini defaatle söyledik. Ama ne yazık ki öyle
bir süreç yaşadık ki coronavirüsle ilgili çalışma yapan bir akademisyen ihraç
edildi. Bu akademisyen “Göreve döndürülmesem bile akademik kariyerimle bu
konuda yapmış olduğum çalışmayla katkı sunmak istiyorum, destek olmak
istiyorum.” dediğinde bile “Hadi oradan!” dendi. Biz, eğer bilimin ışığında bu
coronavirüsle mücadelenin önünü açacak bir yaklaşımı bize sağlayanlar varsa
bunlara kapımızı açmalıyız.
Kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilenlerin önemli
bir kısmı da bu ülkede barış istediği için ihraç edilen barış
akademisyenleridir. Tek suçları “Savaş olmasın, insanlar ölmesin, barış olsun.”
demek. İhraç olan bazı arkadaşlarımız şu anda Parlamentoda milletvekili. Arkada
oturuyor bir arkadaşımız, ihraç edildi, milletvekili; İbrahim Kaboğlu burada
yok, milletvekili. Bunlar dünyaca tanınmış, dünyadaki üniversitelerde ders
veren ve bu ders verdikleri öğrencileriyle dünyada kıvanç duyan hocalar. Bu
insanları kapıya koyduğumuzda Türkiye ne kazandı, insanlık ne kazandı ve ne
kaybettik? Kaybettiğimiz çok şey var ama kazandığımız bir hiç. Dolayısıyla bu
tartıştığımız süreçte barış akademisyenlerinin Anayasa Mahkemesinin kararına
rağmen göreve döndürülmemesi gerçekten içler acısı. Göreve döndürülen
akademisyen yok mu? Var. OHAL Komisyonu tarafından göreve iadesi istenenler var
ama bir şartla: “Ankara, İstanbul, İzmir’deki üniversitelere dönemezsin. Onun
dışındaki üniversitelerden 3 tercih yapacaksın. O tercihlerinden birine seni
gönderirim.” Peki, kazandı mı? Kazandı. Suçsuzluğu ispat edildi mi? Edildi.
Göreve dönecek mi? Dönecek. Konya’daki bir üniversitede, Necmettin Erbakan
Üniversitesinde ders vermesiyle Gazi Üniversitesinde ders vermesi arasında ne
fark var?
12 Eylül öncesi benim başıma bir iş geldi. Gözaltına
alındım, sorgudayım. Emniyetteki sorgucu, bir yandan işkence yapıyor bir yandan
da soruyor -birbirleriyle de tartışıyorlar gözlerim bağlı- diyor ki: “Sor
bakalım nerede öğretmenmiş.” Sivas’ın Divriği ilçesinin Bahtiyar köyünde öğretmenim.
“Kaç öğrencin var?” 11. “Komiserim çok iyi, 11 öğrencili değil de 100 öğrencili
yerde olsaydı -Allah vermesin- 100 öğrenciyi zehirleyecekti, dolayısıyla 11
öğrencili yerde olması iyidir.” diyor. Bir öğrenci ile bin öğrenci arasında
hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla siz akademisyeni göreve iade ediyorsanız
yapacağınız iş, daha önce görevden aldığınız üniversiteye dönmesidir. Onun da
bir onuru, onun da bir yaşam şekli var.
Değerli arkadaşlar, biraz önce Halkların Demokratik
Partisinden Sayın Milletvekilimiz Mehmet Bey’de söyledi. 35 yaş sınırı
Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı. Anayasa eğer bu aykırılıklarla ilgili bize
yeniden bir yasa yapma zorunluluğu getirmişse aykırı olduğunu bile bile bir iş
yapmayalım. Birçok akademisyen 35 yaş iyidir diyor ama önemli bir kesim de bu
35 yaş sınırının “eşitlik” ilkesine aykırı olacağını söylüyor. Bu konuda
Komisyonda tekliflerimizi yaptık, reddedildi. Umarım Genel Kurul bu konuda
ortak bir yol bulur.
Ayrıca, disiplin cezaları konusu var. Benden önce
konuşma yapan üç konuşmacı arkadaşım da bu konuya farklı boyutlarla değindiler.
Demokrasi, özgürlük bilim yolunu açar. Eğer siz demokrasiyi askıya alırsanız,
özgürlükleri askıya alırsanız bilim insanının üretiminin önüne geçmiş
olursunuz. Üretimin önüne geçtiğinizde bu ülkeye katacağınız hiçbir şey yoktur.
Getirilen 7, 8 ve 9’uncu maddelerde 25 çeşit suç tarif edilmiş. 657 sayılı
Devlet Memurları Yasası buraya getirilmiş, daha sonra bu yetmemiş, buna
ilaveler yapılmış. Bir öğretim üyesini disipline verdiniz, şu ya da bu
gerekçeyle, o öğretim üyesinin cezalandırılma sürecinde o öğretim üyesinin
üyesi olduğu sendika temsilcisi yok. Şimdi, sendikalar sadece devlete karşı
üyelerinin haklarını savunan yapılar değildir, aynı zamanda üyelerini de
otokontrol yönetimiyle toplumda ve de kendi alanında verimli olmasını
örgütleyen bir yapıdır. Sendika temsilcileri fiilen disiplin kurullarında
bugüne kadar yer alıyordu çünkü toplu sözleşmede bu hüküm var. Toplu sözleşmeyi
kiminle yaptınız? MEMUR-SEN’le yaptınız. MEMUR-SEN’le yaptığınız toplu
sözleşmede, o toplu sözleşme gereği disiplin kurulunda sendika temsilcisi
fiilen bulunduruluyordu. Şimdi, yasayla bunu niye çıkartıyorsunuz? Fiilen
yapılan işi yasal statüye kavuşturmak zorundayız. Yasal statüye
kavuşturduğumuzda ne üniversite ne devlet ne de devleti yönetenler zarar
görmez. Sendika temsilcilerinin olduğu her yerde hem çalışanlar hem üniversite
hem de devlet fayda görür.
Değerli milletvekilleri, biz Komisyonda özellikle
dün geçen af kanununa göre öğrencilerin de… Yaklaşık beş yıldır mağdur olan
öğrenciler var. Bu öğrenciler kimisi parasını yatıramamış, kimisi sınavını
kaçırmış, kimi gitmiş dağda çobanlık yapmış iki yıl devam edememiş ama bugün,
tekrar üniversiteye devam etmek istiyor, bunun için de bir af beklentisi var.
Bu af beklentisi içerisinde olan öğrenciler sadece Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna
değil, tüm siyasi parti gruplarına ve tek tek milletvekillerine bu taleplerini
aylardır dile getiriyorlar. Biz de bu konuda, bir ek madde teklifi yaptık ama
ne yazık ki bu teklifimiz de Komisyon tarafından reddedildi. Hırlıyı hırsızı,
soyluyu soysuzu, Tosuncuk’u affediyorsunuz, “Okumak istiyorum, üniversite
diploması almak istiyorum, işsiz olacağımı bile bile bunu yapmak istiyorum.”
diyen öğrenciyi niye affetmiyoruz? Eğer gerçekten, dün çıkardığımız af yasasını
adil, eşit, her şeyi kucaklayan bir yasa olarak görüyorsanız ki gördüğünüz için
“evet” dediniz, biz görmediğimiz için “hayır” dedik, bugün gelin, gerçekten
affa ihtiyacı olanlara bu yardım elini, bu destek elini uzatalım diyorum.
Değerli milletvekilleri, öğretmenlere esnek çalışma
maddesi getiriliyor. Şimdi, öğretmenler bu dönemde çalışmadı zannediyoruz. Bir
öğretmen, bir gazeteci gibidir, gazeteci 24 saat çalıştı kabul edilir.
Gazeteciler evinde otururken de bir haberin kokusunu aldığında yatağından
kalkar, gider ve haberi yapar. Şunu bilmenizi istiyorum -ben bir öğretmenim-
öğretmen de gerçekten yatağında uyuyamaz eğer öğrencisi başarısızsa.
Öğrencisinin başarılı olması için öğretmen her türlü çabayı sarf eder.
Şimdi, diyeceksiniz ki Millî Eğitim Bakanlığımız ne
güzel iş yapıyor, uzaktan eğitim. Bu koşullarda yapılan uzaktan eğitim nedir
biliyor musunuz? Günde 2 ders veriliyor, her ders yirmişer dakika, 2 dersin
edeceği kırk dakika, beş günde iki yüz dakika. Peki, normal öğretimde neydi?
Bir günde iki yüz dakika ders görüyordu. Sizin öğrencinin aldığı yirmi
dakikalık uzaktan eğitimle bir yol alacağını düşündüğünüzü zannetmiyorum. Peki,
ne oluyor biliyor musunuz? O yirmi dakikadan sonra öğretmen öğrenciyi arıyor,
öğrencisiyle o derslerle ilgili konuşuyor, ödevlerini veriyor, bir gün sonra
tekrar kontrol ediyor. Yani, öğretmen evde yatmıyor, öğretmen evde çocuğunun,
öğrencisinin derdiyle ilgileniyor. Dolayısıyla siz, öğretmenin bu çalışmasını
yok sayamazsınız.
Halk eğitimde kadrolu çalışanlar var, usta
öğreticiler. Diyor ki: “Sen kurs başlatmadın, dolayısıyla sana ders ücreti
vermiyorum.” Kaç kişi biliyor musunuz? 2.800 kişi. Ya, el vicdan! 2.800 kişinin
ders ücretini neden kesersiniz? Sözleşmeli öğretmenler, ücretli öğretmenler… Özellikle
ücretli öğretmenlerin ücretleri önce ödenmedi, daha sonra Millî Eğitim Bakanı
da bu konuda gerekli çabayı gösterdi, ücretler ödendi ama halk eğitimde
çalışanların sorunu hâlâ devam ediyor.
Değerli milletvekilleri, biz öğretmenin kıymetini,
öğretim üyesinin kıymetini bileceğiz çünkü bu ülkeye aydınlık yarınları
getirecek olan bu kesimlerdir. Bu kesimlere sahip çıkmayı asla ihmal
etmeyeceğiz.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: 2 vakıf
üniversitesi daha kuruluyor. 1’i Ankara'da kuruluyor, 35 bin metrekarelik bir
alan, Bilkent içerisinde, hazine arazisi bu vakıf üniversitesine veriliyor. Bu
vakıf üniversitesinin yarın ne yapacağını bilmiyoruz. 2 üniversite kuruluyor;
1’i sekiz yıldır eğitim devam ettiriyor, 1’inin eğitimle uzaktan yakından
alakası yok. Biz bugüne kadar kurulan üniversitelerden mezun olanlara iş
bulamazken yeni yeni vakıf üniversitelerinin kuruluyor olmasını çok anlamadık.
Bu konuda, sizleri de bu konuyu sorgulamaya davet ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim efendim.
YILDIRIM KAYA (Devamla) – Son olarak şunları
söylemek isterim: Bizde maske var ama inanın, halkın büyük bir kesiminde maske
yok, ulaşamıyorlar.
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep
Tayyip Erdoğan her hafta sarayda muhtarlarla toplantı yapıyordu. Daha sonra da
dedi ki: “Bu dağıtımlar, yardımlar ve her türlü ilişki muhtarlar eliyle
yapılacak.” Muhtarların kapısı insanlarla dolu, kuyruklar var. Muhtarlar
perişan, muhtarlar ne yapacağını bilmiyor. Sarayda toplantı yaptığınız muhtarları
lütfen hatırlayın ve muhtarlara sahip çıkın. Eğer bu muhtarlara sahip
çıkmazsanız, gerçekten, yaptığınız toplantıların hiçbirinin anlamı olmadığı bir
kez daha görülüyor.
Biz, çocuklarımızın ve gençlerimizin tiyatroya
gitmesini çok önemseriz. Bu coronavirüs nedeniyle çocuklarımız tiyatroya
gidemiyor ama geçen hafta, hafta sonu bir tiyatro izledik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın efendim.
YILDIRIM KAYA (Devamla) – Bitiriyorum.
Bize tiyatro izleten, bize tiyatro izleme fırsatı
veren Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a,
İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’ya teşekkür ediyorum! Hafta sonu bize bir
tiyatro oyunu izlettiler, çocukları tiyatroya götürmekten biz de kurtulmuş
olduk.
Hepinize saygılar sunuyor, hepinize başarılar
diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAHAR AYVAZOĞLU (Trabzon) – Bir öğretmene
yakışmıyor. Bir öğretmene bu açıklama yakışmıyor. Sizin de Bakanınız o Bakan,
sizin de Bakanınız.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Evet, bizim içişlerimize
bakıyor zaten, parti içişlerine bakıyor! Parti içişlerine baktığı için diyor
herhâlde.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Ben sadece “Tiyatro
izletti.” dedim, teşekkür ettim. Teşekkür ettim ya.
BAHAR AYVAZOĞLU (Trabzon) – Ben tiyatro izlemedim,
gerçeğin ta kendisini izledim, lütfen. Sahip çıkın.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Turan, bir saniye efendim, müsaade
eder misiniz.
Buyurun Sayın Başkan.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
45.- Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı Emrullah
İşler’in, Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya’nın görüşülmekte olan 212 sıra
sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Kaya bir hususa değindi; burada bir yanlış
bilgilendirme olmaması açısından bir açıklama yapmak istiyorum. Konuşmasında,
yanlış anlamadıysam, dedi ki: “Anayasa Mahkemesinin kararı olmasına rağmen
bunlar görevlerine iade edilmiyor.” Anayasa Mahkemesinin böyle bir kararı yok
Sayın Kaya. Anayasa Mahkemesinin bu imzacı akademisyenlerin yükseköğretim
kurumlarına iadelerine yönelik bir kararı bulunmamaktadır. AYM’nin söz konusu
kararı, her biri hakkında birer yıl üçer ay hapis cezası verilen ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen 9 imzacı akademisyenle
ilgilidir. AYM, ceza mahkûmiyetini hak ihlali olarak değerlendirmiştir. Bu
karar dışında, imzacı akademisyenlerin yükseköğretim kurumlarına
iadesine ilişkin bir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Belli ki bu 9
akademisyenle ilgili, bir şekilde, mahkeme açılmış, mahkeme bunlara mahkûmiyet
kararı vermiş, bu karar Anayasa Mahkemesine gidince de Anayasa Mahkemesi bunu
hak ihlali olarak değerlendirmiştir. Dolayısıyla, sizin burada, kürsüde gündeme
getirdiğiniz konunun bununla bir alakası yok, onu Sayın Genel Kurulun
bilgilerine sunuyorum.
Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkürler
Sayın Başkan.
YILDIRIM KAYA (Ankara)
– Kayıtlara geçsin diye...
BAŞKAN – Buyurun.
YILDIRIM KAYA (Ankara)
– Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu kararın, göreve iade kararı olmadığı
doğrudur. Ancak, OHAL Komisyonu Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararına
dayanarak kararını bir an önce açıklamalıdır. Bu konuda, OHAL Komisyonu hiç bir
işlem yapmamaktadır. Dört yıl oldu, dört yıldır ya versin kararını “İade
etmiyorum.” desin ya da desin ki “Anayasa Mahkemesi de bu konuda görüş bildirdi
-onlara bildirmedi ama- bu konuda görevinize iade ediyoruz.” Yani bir karar versin;
olumlu ya da olumsuz.
ALİ ŞEKER (İstanbul) –
Arafta kalmasınlar.
BAŞKAN – Sayın
Turan...
46.- Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın, Ankara
Milletvekili Yıldırım Kaya’nın görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun
Teklifi’nin tümü üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
BÜLENT TURAN
(Çanakkale) – Sayın Başkan, yine usul ekonomisi gereği çok söz almadan süreci
devam ettirmeye çalışıyoruz. Ancak, az önceki konuşmacıyı dikkatle takip ettim.
Bir defa, söz talebi, YÖK’le ilgili olan kanun teklifi üzerine; keşke kanuna
bağlı kalsaydı, kendi mesleği olduğu için daha çok istifade etseydik. Ama,
böyle, bazı arkadaşların ısrarla son bölümde, polemik yapmak için değişik
başlıklara değinmesini yine ibretle izledik.
Bakınız “tiyatro” diye
ifade ettiği İçişleri Bakanımızın istifasının ve sonrasında Cumhurbaşkanımızın
bu istifayı kabul etmemesi sürecine konuşmacının kendi Genel Başkanı
televizyonda “Saygıyla karşılıyorum.” dedi. Bir parti düşünün, Genel Başkanı
bir süreci saygıyla karşıladığını ifade ediyor ama bir başka milletvekili bu
süreçle ilgili “tiyatro” diyor. Ben bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum; bu
bir Sayın Başkan.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim
efendim.
BÜLENT TURAN (Çanakkale)
- İkincisi: Biz bu konuyla ilgili çok şey söyleyebiliriz. Çalışkan, kıymetli
bir Bakanımız var. Bir süreçle ilgili istifasını gündeme getirdi.
Cumhurbaşkanımız sahip çıkarak “Hayır, beraber çalışmaya devam edelim.” dedi
vesair. Fakat, hiç bizim
aklımıza “Tiyatro mu değil mi?” sorusu gelmemeli Sayın Başkan. Biz tiyatroyu
keyifle izleriz, başka bir şey ama siyasal tiyatro bizim kültürümüzde, bizim
partimizde olmayan bir iş. Eğer sizin Genel Başkanınız kaseti bir tiyatroya
değişmişse bu konuya tiyatro olarak bakabilirsiniz. Eğer sizin Genel Başkanınız
“Cumhurbaşkanı adayınız saraya gizli gitti, gitmedi.” tiyatrosunu kendi parti
içerisindeki kavgalara, hiziplere konu ediyorsa siz buna tiyatro
diyebilirsiniz. Ama AK PARTİ kültüründe böyle bir konuya tiyatro diye yaklaşmak
olmamıştır, olmayacak Sayın Başkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Grup adına, açar mısınız?
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sataşmadım Sayın Başkan,
lütfen.
BAŞKAN – Grubu temsilen buyurun Sayın Kaya.
47.- Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya’nın, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Şimdi, Sayın Grup Başkan
Vekili, sanırım, benim söylediklerimi farklı bir boyuta çekiyor. Binlerce, yüz
binlerce insan o gece sokağa çıktı ve o yüz binlerce insanın bizim hayatımıza
hangi hastalıkları bulaştırdığını sanırım İçişleri Bakanı da biliyor, sayın
vekiller de biliyor. Eğer böyle bir kararın sorumluluğunu üstlenip “Ben yanlış
yaptım ve yüz binlerce insanın yaşamına mal olacak bir sorumsuzluk yaptım.”
diyerek istifa dilekçesini veriyorsa bunun kabul edilmesi lazım.
HABİBE ÖÇAL (Kahramanmaraş) – Onun kararını
Cumhurbaşkanı verir.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – İstifa dilekçesini verirken
de şöyle söylüyor: “Sayın Cumhurbaşkanımızın verdiği kararla birlikte ben bu
uygulamayı yaptım.”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Daha sonra da bunun kişisel
bir uygulama olduğunu ve bunun sorumluluğu gereği de istifasını bildiriyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde İçişleri Bakanlığı yapacak binlerce insan
var. Eğer bir kişi “Hata yaptım.” diyorsa bunun kabul edilmesi lazım. Eğer
kabul edilmiyorsa toplumu iki gün bununla oyalayamazsınız. Hem o gün sokağa çıkan
insanlar oldu, bir de istifası kabul edilmediğinde sokak gösterileri oldu. Hani
yan yana duramıyorduk? Hani maskesiz sokağa çıkamıyorduk? Ne oldu da o
kornalarla, araçlarla kimin şovu yapıldı? Şov yaparak siyaset yapılmaz. Bizim
Genel Başkanlarımızın değişimi Türkiye’de her partiye örnek olsun.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Allah korusun.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Bizim Genel Başkanlarımız
demokrasi gereği değişir ama bugün getirip birlikte yol yürüdükleriniz,
ortaklık yaptıklarınızın suçlamalarıyla…
NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Kasetle… Kasetle…
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Bunu yapmayın. Kaset
tartışmasını yaparsanız bugün birlikte Cumhur İttifakı’nda olduğunuz partilere…
NAZIM MAVİŞ (Sinop) – “Bizim Genel Başkanlarımızın
değişimi örnek olsun.” dedin ya, ona diyorum.
BAŞKAN – Sayın Kaya, teşekkür ediyoruz.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, zabıtlara
geçsin diye söylüyorum.
Tabii ki yürütmenin her türlü kararı, eylemi
eleştirilebilir; saygı duyarız ancak “tiyatro” diye itham etmek başka bir
ifadedir. Bunu reddediyoruz Sayın Başkan.
BAHAR AYVAZOĞLU (Trabzon) – Hanginiz için insanlar
sokağa döküldü?
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Bizim için insanlar sokağa
çok döküldü.
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi şahıslar adına İstanbul Milletvekili
Sayın Mustafa Yeneroğlu.
Buyurun Sayın Yeneroğlu.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – “Hanginiz için” ne
demek?
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Benim için sokağa döküldüler,
senin için de dökülsünler.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan, açıkça
böyle bir hakareti kabul edemeyiz. Çok özür dilerim…
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Arkadaşlar, size
söylemedi.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Siz bize “hanginiz
için” diyemezsiniz! Biraz saygılı olmayı öğrenin önce!
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Biz kendimizi adam yerine
koyuyoruz, siz de kendinizi adam yerine koyun!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Bizim için milyonlar
sokağa dökülür, milyonlar.
BAŞKAN – Kürsüde hatip var, lütfen… Sayın milletvekilleri…
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Salgın döneminde sokağa
dökülmek doğru değil.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yeneroğlu.
MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Çok Saygıdeğer
Başkanım, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla muhabbetle
selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, DEVA Partisi adına,
coronavirüs sebebiyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet,
yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyor, tedavisi devam etmekte olan
vatandaşlarımızın da bir an önce sağlığına kavuşmasını temenni ediyorum.
Çok değerli arkadaşlar, AK PARTİ Grubu üyeleri
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ni
görüşüyoruz.
28 maddelik kanun teklifiyle, Covid-19 salgınının
yükseköğretime olumsuz etkilerini azaltmaya ve öğrencilerin ihtiyaçlarını
gidermeye yönelik 2 maddenin yanında, üniversitelerle ve akademisyenlerle
ilgili çeşitli konularda, 26 maddede değişiklikler öngörülmüştür. Kanun
teklifini incelediğimde, özellikle 2 amaç dikkatimi çekmektedir. Bunlardan
birincisi, tüm öğretim görevlilerini otoriteye memur hâline getirmek ve tabi
olmayanları anayasal kurallara aykırı bir biçimde cezalandırabilmek. İkincisi
de, özerk olan vakıf üniversitelerinin alanlarını daha da sınırlandırarak
gerekli görüldüğü an faaliyet izinlerini kaldırıp el koyabilmektir.
Bu kapsamda, teklifin en sorunlu düzenlemelerinden
biri, öğretim elemanlarının disiplin sorumluluğuna ilişkin olarak Yükseköğretim
Kanunu’nun 53’üncü maddesinde yapılmak istenen değişiklikleri içeren 7’nci
maddedir. Madde gereğince, mevcut uyarma, kınama veya kamu görevinden çıkarma
gibi disiplin cezası belirlenen fiil ve hâllere Devlet Memurları Kanunu’ndan
yeni ilaveler getirilmiştir. Bu ilavelere örnek teşkil eden birçok düzenleme
var ancak ben sadece en çarpıcı olan birkaçını sizlere sunmak istiyorum.
Eklenmesi teklif edilen fiillerden birisi, kınama
cezası verilmesi öngörülen “Görevi sırasında amirine sözle saygısızlık etmek.”
şeklindeki ifadedir. Takdir edersiniz ki bu ifade, ölçüsü ve sınırı belli
olmayan nitelikte, belirsiz bir düzenlemedir. Rektörün ya da dekanın
eleştirilmesi dahi bu kavramın içine rahatlıkla sokulabilecektir.
Yine, çok sakıncalı olan ikinci ifade ise “Özürsüz
veya izinsiz olarak bir yılda toplam 20 gün göreve gelmemek.” durumu için
üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasının öngörülmesidir. Bu durumda,
özellikle Anayasa Mahkemesinin kararını -bir yıl önce verilen kararı da-
dikkate alacak olursak, kararda, devlet memurları ile öğretim elemanlarının
nitelik olarak farklı statüde oldukları ve bundan dolayı da aynı prosedüre tabi
tutulamayacakları ifade edilmiştir. Buna rağmen, akademik özgürlük ve
güvenceden uzak, üniversiteleri âdeta sıradan bir devlet dairesine dönüştürecek
anlayışla, keyfî sonuçlar doğuracak bir düzenleme önümüze getirilmiştir.
Ancak bu maddede, içerisinde az önce saydığım
düzenlemelerden devamlı şahit olduğumuz örnekler sebebiyle, daha sakıncalı,
telafisi mümkün olmayan neticeler doğuracak bir ifade mevcuttur. “Terör örgütlerinin
propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde olmak veya yardım
etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak
ya da kullandırmak.” ifadesi gibi bir ifadenin kamu görevinden çıkarma cezasına
eklenen düzenlemesidir. Anayasa Mahkemesinin belirttiğim kararına göre, bu
madde terör tanımının kapsamını daha da genişletmekte, geniş ve ucu açık
ifadelerle hukuki belirlilik ilkesine aykırı bir düzenleme içermektedir. Bu
düzenlemeyle idareye verilecek olan yetki birçok akademisyenin ifade
özgürlüğünün engellenmesine ve ülkemizde sayısız düşünce suçlularının kervanına
yenilerinin katılmasına neden olacaktır. Bu gidişat üniversiteleri gitgide
yüksek liseye dönüştürecek, çok daha fazla bilim adamı ülkemizi terk etmek zorunda
kalacaktır. Çünkü içi boşaltılmış bu maddelerle, şiddetle ve terörle uzaktan
yakından alakası olmayan hatta kararlılıkla karşısında duran birçok aydın
haksız yere yargılanmıştır.
Değerli milletvekilleri, unutulmamalıdır ki hukuk
devletinin temel değerlerinden olan akademik özgürlük gereğince öğretim
görevlilerinin özgür bir ortamda bilimsel faaliyetler yapmaları ve
düşüncelerini toplumla rahatlıkla paylaşarak düşünce ve fikir özgürlüğünü
yaşatmaları demokratik bir toplum için elzemdir.
Saygıdeğer arkadaşlar, nefreti ve şiddeti övmediği
ve savunmadığı müddetçe kişilerin terör örgütünün propagandası suçundan
cezalandırılması -bir de kesinleşmiş mahkeme kararı olmaksızın- hiçbir şekilde
kabul edilemez bir durumdur. Bu gerekçeyle de bu maddenin Genel Kurul
görüşmeleri sırasında demokratik hukuk devleti esaslarına göre düzeltileceğini,
aksi takdirde zaten Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceğini düşünüyoruz.
Kıymetli arkadaşlar, teklifin diğer tartışmalı
maddesi ise özellikle İstanbul Şehir Üniversitesini ve diğer vakıf
üniversitelerini doğrudan etkileyecek olan 13’üncü maddedir. Düzenlemeye göre,
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ek 11’inci maddesinde yapılacak
değişiklikle, geçici olarak faaliyet izni durdurulan vakıf üniversiteleri
YÖK’ün kararıyla kapatılabilecektir. Her şeyden önce, kapatılması gereken bir
kurum varsa o da YÖK’ün kendisidir.
Söz konusu düzenlemeye gelince, nokta atışı
yapılarak vakıf üniversitesinin nasıl kapatılacağı, kurucu vakfa ne olacağı,
sahip oldukları mülklere nasıl sahip çıkılacağı ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir. Bildiğimiz üzere, kanunlar nesnel olur, kişiye ya da bir kuruma
özel kanun yapılmaz. Ancak maalesef, siyasi irade, Şehir Üniversitesinin
faaliyet iznini iptal edeceğini çok önceden açıkça beyan etmiş, siyasi
hesaplaşmasına hukuku araçsallaştırarak amacını kanun olarak Meclise sunmuştur.
Açılan bu yol, Şehir Üniversitesi şahsında tüm vakıf üniversitelerini tehlikeye
atmaktadır, keyfî bir uygulamaya yasal meşruiyet zemini hazırlamaktadır.
Anayasa’ya aykırı bu düzenlemeye sadece Şehir Üniversitesi ailesinin değil tüm
vakıf üniversitelerinin özerkliğini ve özgürlüğünü savunan tüm demokratların
tepki göstermesi gerekmektedir. Çünkü bugün, siyasi saiklerle ülkemizin en iyi
üniversitelerinden birisi olan Şehir Üniversitesini kapatmaya çalışanlar, yarın
gözünün üzerinde kaş var diye başka vakıf üniversitelerinin de üzerine
gidebilecek, bu örnekte olduğu gibi hakkaniyeti ve adaleti ayaklar altına
alabileceklerdir.
Sayın milletvekilleri, dün, geçmişte iktidar
sıralarında oturan, yol arkadaşımız olan, yıllarca bakanlığımızı yapan, burada
birçoğumuzun hocası olan Sayın Ömer Dinçer Bey’in kahrını dinledim, siz de
lütfen televizyonlarda dinleyin. Dinlerken derin acısını bizzat hissettim ve
gerçekten çok üzüldüm. Hangi ideallerle yola çıkmıştık, bugün ne hâllere
düşüldü. Herkesin huzur bulacağı, özgürlükçü ve çoğulcu demokratik Türkiye
mücadelesi sözüyle, birlikte yola çıkmıştık. Bugün, tek tipçi, her gün daha
fazla temel hakların altını oyan, özgür düşünceyi cezalandıran, cezaevlerini
aydınlarıyla, gazetecileriyle dolduran, özgür sivil toplumdan çekinen, Meclisi
üniform toplum düzenlemeleriyle bombardımana tutan, yargısının adaletsizlik
dağıttığı, otoriter bir Türkiye hâlini aldık, maalesef. Sadece son günlerdeki
yasalara bakalım; infaz yasası, Yükseköğretim Kanunu -önümüzde olan- ve
-herhâlde, ümit ediyorum ki doğrudur- geri çekildiği ifade edilen sosyal
medyayı bitirme planı. Bu durumlarda Ömer Hocalar kahrolmasın da ne yapsın?
Elbette buna karşı mücadele edeceğiz ve elbette özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı,
demokratik Türkiye’yi tesis edeceğiz ve Türkiye’yi tekrar, itibarı yüksek,
toplumu müreffeh bir noktaya taşıyacağız.
Saygıdeğer milletvekilleri, tekrar altını çizerek
belirtmek istiyorum, bu kanun teklifine destek verilmemesi lazım. Çünkü,
ülkemizin menfaati adına, üniversitelerin bilimsel özerkliğine ve öğretim
görevlilerinin akademik özgürlüklerine sahip çıkmak dururken teklifte sözü
geçen değişiklikleri kabul etmek hukuka, üniversitelere, milletimize ve
Türkiye’nin geleceğine karşı yapılacak en büyük haksızlık olacaktır.
Genel Kurulu ve tüm milletvekillerimizi tekrar
saygıyla selamlıyorum. (HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şahıslar adına diğer konuşmacı sayın
milletvekilimiz Ordu Milletvekili Sayın Mustafa Adıgüzel.
Buyursunlar Sayın Adıgüzel. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ADIGÜZEL (Ordu) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; biz bugün neyi konuşacağız? 80 milyonluk bir ülkede 26 milyon
öğrenci var, 8 milyonu üniversite öğrencisi. Her 3 kişiden 1’inin öğrenci
olduğu, her 10 kişiden 1’inin de üniversiteli olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Getirilen bu teklifle biz gerçekten temel sorunlara odaklanan, çözümler üreten
bir teklif mi konuşacağız? Maalesef hayır. Peki, ne yapıyoruz? 2547 sayılı YÖK
Yasası’nı topyekûn ele alarak, güncel koşullar ve Anayasa Mahkemesi kararları
doğrultusunda yeniden çağdaş, özerk üniversite oluşturmak yerine burada buz
dağının su üstündeki kısmında birkaç teknik detayı konuşuyoruz. Şöyle düşünün:
Önümüzde bir kazazede var, kol bacak kırık, kafa göz dağınık, iç kanama
geçiriyor. Siz bu kişinin bir iki cilt sıyrığına pansuman yapıp bu kişiyi
tedavi edemezsiniz.
676 sayılı KHK’yle rektörlük seçimleri kaldırıldı.
703 sayılı KHK'yle de rektörler Cumhurbaşkanı tarafından direkt atanıyor, seçimsiz
olarak; üstelik, ehliyet, liyakat hiçbir tanımlama yok. Yani kendi rektörünü
bile seçmekten âciz bir üniversiteden ne bekliyorsunuz? Dünyanın ilk 10
üniversitesinin hangisinde rektör atamayla geliyor? Bir de, atadın da, nasıl
atadın? Ortalık ilim irfandan nasibini almamış sözüm ona öğretim üyelerinden
geçmiyor; Hazreti Nuh’un cep telefonu olduğunu iddia eden mi, deve sidiğini
topluma şifa olarak takdim eden mi istersin. Okumamış, cahil kesimin ferasetine
inanan bir adama YÖK’te görevlendirme vermediniz mi?
Benim bölgemde komşu üç il var: Giresun, Ordu ve
Samsun. Üçünün rektörü de ilahiyat kökenli; ikisinin ki de AKP'den eski
milletvekili adayı olmuş kişiler. Eş dost kayırmayı, partizanlığı eğitim ve
sağlıkta yapmayın. Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Gazi Yaşargil yerine
oğlu Can Yücel’i torpil yapıp yurt dışına burslu gönderseydi bu memleket hem
Gazi Yaşargil’den hem de Can Yücel’den olacaktı. Bu şekilde, geldiğimiz
noktada, dünyanın ilk 500’ünde tek bir tane Türk üniversitesi yok.
Değerli arkadaşlar, 15 Temmuz darbe girişiminden
sonra, darbeye karışanlardan ayrı olarak, darbeyle hiçbir ilgileri olmayan
birçok solcu aydın, sırf iktidara muhalif diye cezalandırıldı, KHK sürecine
dâhil edildi. 15 Temmuz fırsata çevrilerek 6 bin öğretim üyesi, sadece
kendileri değil, aileleri ve öğrencileriyle beraber cezalandırıldı. Bu kişilere
yargı yolunu da kapattınız; sonra, 7975 sayılı Kanun’un 10’uncu maddesiyle
göreve iade edilen o akademisyenlerin de kendi kurumlarına dönmeleri
engellendi. Suçsuzluğu ispat olunmuş, göreve iadesi kabul edilmiş; neden kendi
üniversitelerine göndermiyorsunuz? Çünkü oradan boşalacak yere kendi
adamlarınızı yerleştireceksiniz. Bunu yapmak için de faklı alanlardan ilgisiz
alanlara devşirme atamalar yapıldı; coğrafyacı, ormancılığa; ormancı,
bilgisayar mühendisliğine; veteriner, tıp fakültesine atandı. Bazı şahsa ait
özel açılmış ilanlarda o kişiye özel şartlar sıralanırken bir tek ayakkabı
numarası yok âdeta. Eğitim hakkı bireysel bir haktır. Herkesin nitelikli,
parasız ve eşit bir şekilde eğitim alması anayasal güvence altındadır. Hâlbuki
AKP, devlet okullarında bilimsel ilkelere uygun bir eğitimi ideolojik
müdahalelerle yerle bir etmiştir.
Barış akademisyenleri için, Anayasa Mahkemesi kararı
sonrası, ağır ceza mahkemelerinden beraat kararı verilenler var. OHAL İnceleme
Komisyonu dosyaları bloke etmekte; bu şekliyle, OHAL İnceleme Komisyonu bir hak
arama mercisinden çıkmış, yargının önünü tıkayan bir kuruma dönmüştür.
Cemaatler, vakıf ve dernekler Millî Eğitimde cirit atmaktadır. Bu işgal öyle
bir noktaya gelmiştir ki kendi içlerinde de bölge ve kurum bazında güç
savaşlarına dönmüştür; hatta bugünlerde EBA TV’de ilk günkü rezaleti görünce;
idam sahnesi, kafa uçurmalar, sırttan bıçaklama gibi seremonileri görünce
gösteriyor ki süreç Millî Eğitim Bakanını bile sabote etmeye kadar gitmiştir.
Bu eğitim sistemi de YÖK Kanunu da öyle bir felaket ki siz AKP iktidarı olarak
her felaketi fırsata çevirmek konusunda bayağı ustasınız; 15 Temmuz darbe
girişimi…
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Ayıp şeyler bunlar ya.
Ayıp şeyler bunlar, çok ayıp.
MUSTAFA ADIGÜZEL (Devamla) - …Elâzığ depremi, şimdi
de Covid-19 salgını. Hepsini, felaket olmasının yanında, yardım toplama, İBAN
numarası verme konusunda bir fırsat olarak gördünüz. Aslında bu eğitim
sistemini, bir felaket hâlini görünce, bundan daha büyük felaket olur mu? Bir
İBAN numarası da bu eğitim sistemi için verin, daha yüksek ciroyu elde
edersiniz.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Çok ayıp bunlar.
MUSTAFA ADIGÜZEL (Devamla) – Sayın Grup Başkan
Vekili, bu arada, yeri gelmişken, bu milletten on yedi senede 2 trilyon dolar
vergi almışsınız, 70 milyar özelleştirme yapmış, 500 milyar dolar borç
almışsınız; 30 TL su 80 TL, 40 TL elektrik 120 TL, 3 TL sigara 15 TL, 1 TL
mazot 5 TL olmuş; çatır çatır deprem vergisi, KDV’nin bile KDV’sini almışsınız.
Şimdi, deprem olur para yok, doğal afet olur para yok, virüs salgını olur para
yok. Ya, arkadaş, siz bu kadar parayı ne yaptınız?
NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Hocam, az Türkiye'yi gez ya,
Mustafa Hocam, az gez Türkiye'yi.
MUSTAFA ADIGÜZEL (Devamla) – Geziyoruz merak
etmeyin.
Bu arada, dün gece kabul edilen infaz yasasıyla
ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum.
NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Ordu yolunu…
MUSTAFA ADIGÜZEL (Devamla) – Ben konuştuktan sonra
cevap verirsiniz.
Bu yasadan her kesimi faydalandırdınız, fikir
suçlularını, medya mensuplarını ayrı tuttunuz; hatta Barışlara özel, gece
yarılarında, sabaha karşı bu yüce Mecliste hususi mesai yaptırdınız. MİT
Kanunu’nu kapsam dışı bırakarak kişiye özel düzenleme yaptınız. Neden? Çünkü
sizin hoşunuza giden şekilde konuşmuyorlar, yazmıyorlar. Size göre, FETÖ’yle
mücadele etmiş olmaları, yurtsever ve Atatürkçü olmaları önemli değil. Bakın,
Barışlar içeride, kimler dışarıda? Devlete “seri katil” diyenler, şehit
babasına “dangalak” diyenler, “Sahi ne yaptı bu Fetullah Gülen size?” diyenler…
Eğer müritlerini terörist olarak yetiştiriyorsa, 20 yaşındaki müritleri otuz
yılda 50 yaşına geldi, hâlâ tık yok. “Ne zaman harekete geçecek bu terör
örgütü?” diyen FETÖ sevicileri için hangi soruşturmaları açtınız? 10 Nisan
gecesi sokağa çıkma yasağı ile panikle dışarı çıkan halka “geri zekâlı, ayı”
diye hakaret eden saray beslemelerine bir şey dediğinizi duymadım. Bu hakaret
edilip aşağılanan halk bu iktidarı göreve getirirken iyiydi değil mi? Aslında
böyle dönemler bu saray soytarılarının iki yüzlülüğünü de ortaya çıkarıyor.
Yani değerli arkadaşlar, demek ki neymiş? FETÖ’yle mücadele etmesi, yurtsever
olması önemli değil, yandaş olması önemliymiş. İsteniyor ki, haber kanalları
a’dan z’ye sadece yalan konuşsun, gazeteler sabahtan akşama yalan ve talan
düzeninde hizmet etsin. Evet, öyle olmayınca, biat değil itiraz edince
Barışlar, yurtseverler, aydınlar içeride; bedel ödeniyor. Bir söz vardır çok
severim değerli arkadaşlar: “Aşk iğnesiyle dikilen hiçbir şey kıyamete kadar
sökülmezmiş.” Biz yurdumuzu, halkımızı bu aşkla seviyoruz, bedeli neyse de
öderiz ama bir söz daha var: “Ayarını bozduğun kantar gün olur seni de tartar.”
Maddeler üzerine girmeyeceğim, arkadaşlarımız
konuşacak; sadece bir maddeden bahsetmek istiyorum. 7’nci maddede öğretim
üyeliğinden çıkarmayla ilgili, intihal tanımlanmış, bundan daha ağır etik
kusurlar var; uydurma ve çarpıtma da eklenmelidir. Üçüncü satırda buna benzer
bir şey yazılmış ama bu, atama için kullanılması şartını da içeriyor. Birinci
satırdaki intihal gibi atamada da kullanılmasa bile uydurma ve çarpıtma
verilerle yayın yapanlar da akademisyenlikten çıkarılmalıdır.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan, 60’a göre
bir söz talebim var.
BAŞKAN – Sayın Danış Beştaş, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
48.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, ceza infaz
yasa teklifinin televizyon yayını olmadan Genel Kurulda görüşüldüğüne, serbest
bırakılanlara değil içeride tutulanlara itiraz ettiklerine, İş Kanunu’na ve
mevzuata aykırı işten çıkarmaların önlenmesi, PTT çalışanlarının mağduriyetinin
giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Ben, öncelikle, cezaevlerinde tutulan herkese bir
söz söylemek istiyorum: Üç gün, AKP iktidarının fırsatçılığıyla, televizyonlar
olmadan bize infaz paketi görüştürüldü. Aslında, yasal olmayan bir oranla, 360
yakalanmadan özel af paketi geçirildi. Bunu bütün tutuklu ve hükümlülerin
bilmesini istiyorum.
Biz, serbest bırakılanlara değil, içeride
tutulanlara itiraz ediyoruz. Bu konuda çok yanlış, kara bir propaganda var.
Aksine, bizim tek maddelik bir düzenlemeyle, corona salgını sebebiyle bütün
cezaevlerini kadın ve çocuklara yönelik saldırı suçu işleyenler hariç
boşaltabileceğimizi, ev izni olabileceğini, infaza ara verilebileceğini ve hiç
kimsenin cezaevlerinde ölüme terk edilmemesi gerektiği yönündeki talebimiz
maalesef kabul edilmedi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Corona fırsatı
kendilerine 11 kanunda değişiklik yapma şansı verdi, bir tek madde coronayla
ilgiliydi. Bunu içerideki 300 bine yakın tutuklu ve hükümlüye duyurmak
istiyorum.
Sayın Başkan, fırsatçılık var gücüyle devam ediyor.
Özellikle, Cumhurbaşkanı “İşten çıkarmak yasak.” dedikten sonra birçok firmanın
bu işten atmalara hız verdiğini görüyoruz. Şu an elimde bir mesaj var; çok
önemsedim o yüzden paylaşmak istiyorum: “Vekilim, biz 10 işçi arkadaş Ankara
Elmadağ’da Çelikler Holding Ankara-Sivas hızlı tren hattı şantiyesinde
çalıştık. 22 Mart 2020 tarihinde de Covid-19 salgını nedeniyle hijyenik olmayan
şantiye ortamında 3 vaka tespit edildi. Bu nedenle bizi çalıştıran taşeron
tarafından bize ‘Ücretli izne gönderiyoruz.’ denildi, biz memleketimiz olan
Ağrı’ya geldik…”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın lütfen.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – “…İş Kanunu’nun 29’uncu
maddesini gerekçe gösterdi, çıkış verdi. Biz SGK’yi aradık ‘Hiçbir hak talep
edemezsiniz.’ dediler. Bizim hak ettiğimiz üç aylık izin, artı, çalıştığımız
aylığın yarısı ve tazminat hakkımız verilmiyor. Cumhurbaşkanı ‘İşten çıkarma
yasak.’ dedi, biz güvendik ama bu konuda özellikle Çelikler Holding ve taşeron
firma SEO Mühendislik firmalarından hakkımızı istiyoruz.” diyor. Bu çok önemli,
işçilerin ortak talepleri yani bu şekilde İş Kanunu’na ve mevzuata aykırı işten
çıkarmaların önlenmesi için acilen adım atmamız gerekiyor.
Sayın Başkan, son mesajım PTT çalışanlarına ilişkin.
Onlarca mesaj alıyoruz ve tüm PTT çalışanları şunu söylüyorlar: “Çok
korkuyoruz, önlemler yeterli değil; posta dağıtırken insanlara corona
dağıtıyoruz ya da insanlardan bize corona bulaşıyor. Ek ödeme verilmiyor,
ikramiye verilmiyor; sağlıktaki gibi biz de dönüşümlü bir çalışma yapmak
istiyoruz.” Hatta Esenyurt’ta posta dağıtımında 20’ye yakın vaka çıkmış fakat
rapor alanlara ciddi bir baskı var. Hatta rapor veren doktorlara da “Bu raporları
vermeye devam etmeyin.” yönünde bir tehdit olduğunu biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Biz PTT çalışanlarının
haklarının korunmasını, dönüşümlü çalışabilmeleri için gerekli düzenlemenin
yapılmasını ve özellikle PTT gibi bir kurumun çalışırken virüsün bulaşmaması,
yayılmaması için bütün tedbirlerin alınması gerektiğini ve çalışanların
korunması gerektiğini, onların yanında olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Turan…
49.- Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın, Ordu
Milletvekili Mustafa Adıgüzel’in görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun
Teklifi’nin tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
İnanın, konuşmanın neresini düzeltelim, ben de
şaşırdım. O kadar bizi üzen, rahatsız eden bir konuşmayla karşı karşıya kaldık.
Bakınız, bu IBAN numarası meselesini arkadaşlar
ısrarla dile getiriyorlar. Türkiye’de devlet-millet kaynaşmasının en güzel
örneklerinden bir tanesini bu son yardım kampanyasında yaşadık Sayın Başkan.
Bizim devletimizin ekonomik olarak sorunlu olduğundan falan değil, ortada bir
mesele var, tüm millet bu meseleye omuz versin istiyoruz. Zaten toplanan
rakamlara baktığımızda büyük bir katma değer üretiliyor, herkes buraya destek
oluyor fakat ortadaki rakam 1-2 milyar. Bizim en ufak kalemimizde çok daha
büyük rakamlar sağlık yatırımları için harcanıyor zaten.
Sayın Başkan, şu an OECD ülkeleri arasında coronayla
ilgili tedavileri parasız yapan devlet neredeyse yok. Türkiye, daha bugün karar
aldı “Hiçbir ödeme yapılmayacak, tüm hastalarımızın bu konudaki maliyetini
devlet üstlenecek.” dedi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Şunu demeye çalışıyorum:
Dünyanın âdeta gıptayla izlediği sağlık yatırımlarını, dünyada yoğun bakım
ünitesi açısından 1’inci olduğumuz gerçeğini bildiğimiz hâlde; bu kadar kendi
ülkesinin yatırımlarından âdeta utanan bir tavrın, millete ne kadar uzak
olduğunun en güzel fotoğraf olduğu kanaatindeyim. Keşke böyle ifade edilmeseydi
Sayın Başkan.
Ayrıca sağlıktan öte, dün geçen infaz yasasında
“gece yarısı operasyonları” “gece yarısı önergeleri” gibi kastı aştığını
düşündüğüm birtakım ifadelerde bulunuldu.
Sayın Başkan, hiçbirimizin gece çalışmak niyeti yok,
iddiası yok ama siz milyonların beklediği bir kanunu sekiz on günde geçirmemeyi
bir siyasi manevra diye düşünürseniz, biz de ister istemez çalışmalarımızı gece
yaparız.
Bakınız, şu anki kanun, makul bir kanun, tartışması
az olan bir kanun ama buna rağmen bugün gündeme saat yedide geçebildik; bu da
muhtemelen sabaha kalacak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım lütfen.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – O yüzden, Sayın Başkan,
sabaha karşı önerge verilmesi, iddia edildiği gibi bir operasyondan değil,
usuli bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Eğer şu an bu kanun teklifinin
görüşmeleri de engellenirse biz de ister istemez önergelerimizi geç vereceğiz.
Bir diğer anlayamadığım, garipsediğim,
yakıştıramadığım ifade de güya “katil devlet” “seri katil devlet” diyenler
dışarıdaymış da falancalar içerideymiş. Çok zor değil, baktım Google’a kimmiş
bu diye. Bu devlete “seri katil” diyen, mahkemede bunu kabul eden kendi
partilerinin İstanbul İl Başkanı. Az önceki konuşmacının bize ithamla “Bir
tiyatro var.” demesinden yola çıkarak söylüyorum, eğer bu bir tiyatroysa, parti
içi bir hesaplaşmaysa daha açık yapmaları lazım. Biz, terör, cinsel suçlar ve
benzeri birtakım suçlar hariç tüm suçlara eşit yaklaştık kanunda ama “kırmızı
çizgi” diye MHP’yle beraber ifade ettiğimiz alanda da bu kanunun uygulanmamasını
doğru bulduk; bu eleştirilebilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Bu kanun da
eleştirilebilir ama bu eleştirmeyi yaparken hak etmediğimiz ithamlarla
karşılaşmayı doğru bulmuyorum Sayın Başkan.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Başkanım…
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Başkanım, hiç sataşmadım
yine.
BAŞKAN – Sayın Kaya, buyurun.
50.- Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya’nın, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadalerine ilişkin
açıklaması
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Şimdi, Sayın Grup Başkan
Vekilinin şu söylediği doğru: “Türk milleti, Türkiye halkı yardımlaşmayı,
dayanışmayı bilir ve bunun gereğini yapar.” Ama bağış yapan hiçbir kişi, bağışı
milletin sırtından yapmaz. Yani, vergiden düşürerek yapılan bağışı, Ziraat
Bankasının, Halk Bankasının, esnafın, çiftçinin derdine derman olan bankaların
verdiği bağışı vergiden düşürmesini bir bağış olarak anlatmasını anlayabilmiş
değilim.
İkinci olarak, bağış elbette yapılır, yoksullara
yardım edilir. Bunu görmek istiyorsak yapılması gereken şu: Bağış kampanyasında
IBAN numarası vatandaşa gönderilmeden önce, vatandaştan IBAN numarası alıp
bağış yapan belediyelerin elini kolunu bağlayanlar dayanışmadan, imeceden
bahsedemezler çünkü belediyeler bu yardımın en dik âlâsını yaptı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Bunu çok konuştuk
Başkanım.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Çok konuştuk, sizin
konuştuğunuzu da çok konuştuk.
BAŞKAN – Tamamlayalım lütfen.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Şu gördüğünüz maskelerin
ücretsiz dağıtımını belediyelerin başlatmasından sonra Aile, Çalışma ve Sosyal
Hizmetler Bakanı “Parayla satacağız.” dedi ama Cumhuriyet Halk Partili belediyeler
ücretsiz dağıtmaya başladığında “Muhtarla mı dağıtalım, eczacıyla mı dağıtalım,
yoksa başka bir yolla mı dağıtalım?” arayışı içerisine girdiler.
Biz parti içi hesaplaşmaları demokrasinin gereği
olarak kurultaylarımızda yaparız. Parti içi hesaplaşmalar kendi bakanına
Twitter trolleriyle saldıranların işidir. Parti içi hesaplaşma arıyorsan, on
sekiz yılını tamamlayan Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinden üç tane parti
çıktı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaya.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Cumhuriyet Halk Partisi yüz
yıllık bir partidir.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Adana’da mı yaptınız o
maskeyi, Adana’da mı dağıttınız, nerede dağıttınız?
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, grup adına
mı, şahsı adına mı?
BAŞKAN – Grup adına, grubu temsilen efendim.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Grup adına konuşuyorum,
grup adına temsilen.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Ama tamam da hiç böyle
bir sataşmamız olmadı ki bizim. Konu bambaşka.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Bakın, konu bambaşka,
tabii, bambaşka bir noktaya getirirsen, parti içi hesaplaşma anlatırsan… On
sekiz yıl sonra üç parti doğurdunuz.
HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Yüzlerce parti çıktı sizden.
YILDIRIM KAYA (Ankara) – Yüz yıllık parti Cumhuriyet
Halk Partisine, bu ülkeyi kuran ve demokrasiyi bu ülkeye armağan eden partiye
dil uzatmak için biraz düşünmesi lazım.
Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaya.
Sayın Danış Beştaş, buyursunlar.
51.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, Çanakkale
Milletvekili Bülent Turan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadalerine ilişkin
açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Sayın Turan benim kullandığım cümleleri de kapsayan
bir açıklama yaptığı için cevap verme ihtiyacı duyuyorum. Dedi ki:
“Engellerseniz kanunun çıkmasını…” Ben de söyledim engellediğimizi yani hafta
sonu yapıldığını. Buna cevap vermek istiyorum. Biz hiçbir kanunu engelleme
çabası içinde değiliz, tam tersine, kanunların herkesi kapsaması, eşit, adil,
objektif ve soyut olması gerektiğini söylüyoruz ama karşımızdaki parti gece
yarısı önergesiyle, evet, birkaç gazeteciyi, dışarı çıkmasın diye kapsama dâhil
etti.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Bunlara cevap verdik, bir
daha girmeyeceğim Başkanım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Yine, gece yarısı
önergesiyle disiplin affı getirdiler, katili, hırsızı, tecavüzcüyü disiplin
affına uğrattılar ama gazeteciyi ama siyasetçiyi ama öğretmeni ama doktoru ama
avukatı bu disiplin affından faydalandırmadılar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım.
HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Yedi gündür sabaha kadar
önerge verdiniz. Bırak gece yarısını!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – İktidarın gece yarısı
önergelerini gayet iyi biliyoruz, artık alıştık. Şu anda da kamuoyunda bir
infial var -kadınlar arasında özellikle- binlerce telefon aldım, “Erken yaşta
evlilikleri meşrulaştıran bir yasa teklifi var, aman dikkat!” diye dünden
beridir telefonlarımız kilitlendi.
Şimdiden söylüyoruz: Böyle bir şeyi getirmeyi
düşünüyorsanız aman ha bizim durduğumuz yer belli.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Ya, kime soracağız
teklifi, size mi soracağız? Allah aşkına ya!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Arasında 15 yaş fark
olan bir erkek ile bir kadının evliliğini meşrulaştıracaksanız biz Halkların
Demokratik Partisi olarak bunun tam cephesinde yer alacağız. İnfaz paketi
döneminde -bitiriyorum Sayın Başkan- biz engellemedik ama şunu yaptık: Yedi gün
bu paketin eşit olmadığını, bu paketin özel af paketi olduğunu, bu paketin yüz
binlerce tutuklu ve hükümlüyü...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – …ölüme terk ettiğine,
bu konuda hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, demokrasi ve özellikle corona
tehdidine dikkat çektik ama yaptıkları bütün düzenlemeler bu söylediklerimizin
aleyhine oldu. Kendi yandaşlarını, taraftarlarını, söz verdiklerini dışarı
bırakacaklar; çıksınlar çünkü birilerinin yaşamı kurtulsun ama içeridekilerin
yaşam hakkını da korumaya devam edeceğiz. Öyle bir hâle geldi ki İdris Baluken
gibi bir isme arka sıralardan “Ölsün.” diyen bir iktidar partisi var.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – “Yok” diye bunu bin defa
söyledik Sayın Başkan.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Bir annenin evladının
kargoyla gönderilmesine “Usulüne uygundur.” diyen vicdansız bir Grup Başkan
Vekili var ve bütün bunlara rağmen…
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Nerede söyledim ben Sayın
Başkan?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Siz değildiniz.
…İç Tüzük’e göre haklarımızı kullandık ama…
BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Nerede söyledim ben?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Siz değildiniz, evet,
Sayın Cahit Özkan’dı, adını bile söylüyorum. Ben, burada resimleri gösterdim,
kargoyla bir cenaze gönderilebilir mi, bunun gereğini yapacak mısınız, dedim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Savcılık yalanladı onu, savcılık
yalanladı.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Danış Beştaş
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Bitiriyorum, son cümle.
Soruşturma açacak mısınız, dedim, “Usulüne
uygundur.” dedi. İşte usulüne uygun olan artık cenazelerin kargoyla
gönderilmesi, öyle mi?
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) - Savcılık onu yalanladı, siz
hâlâ konuşuyorsunuz
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – İşte bu vicdansızlığı,
bu adaletsizliği reddediyoruz.
BAŞKAN – Birleşime yirmi dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 20.14
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.38
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nimetullah ERDOĞMUŞ
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL
(Kütahya), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 85’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN - 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
görüşmelerine devam ediyoruz.
Komisyon yerinde.
Soru-cevap talebi olmadığından, yerinden kısa söz
isteyen sayın milletvekillerimiz var, hemen sayın vekillerimize söz vereceğiz.
Sayın Şimşek…
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
52.- Mersin Milletvekili Baki Şimşek’in, coronovirüs salgını
nedeniyle tatil edilen üniversitelerin yazın eğitime devam edip etmeyeceğinin
açıklanması, değişik sebeplerle üniversiteleriyle ilişiği kesilen öğrencilerin
okullarına dönebilmesinin sağlanması gerektiğine ilişkin açıklaması
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, coronovirüs sebebiyle ilkokullar,
ortaokullar, liseler ve üniversitelerin tamamı tatil edilmiştir.
Üniversitelerle ilgili belirsizlik devam etmektedir. Bazı üniversiteler uzaktan
eğitime devam etmekte, bazı üniversitelerde de uzaktan eğitim çok düzenli
olarak yapılamamaktadır. Bu konuyla ilgili olarak ivedi bir karar alınması ve
üniversitede okuyan öğrencilerin kafasındaki soru işaretlerinin giderilmesi
gerekmektedir. Yazın eğitim devam edecek mi? Yoksa bu çocuklar bu yıl sınıfı
geçti mi kabul edilecekler? Nasıl bir çözüm bulunacak? Bunun ivedi olarak
açıklanması gerekmektedir.
Bir diğer sorun da, üniversitelerden değişik
sebeplerle -harç yatıramama, kayıt dondurma, kayıt sildirme, sınıfta kalma gibi
sebeplerle- ilişiği kesilen milyonun üzerinde öğrenci vardır. Bu öğrenciler
yeniden okullarına dönmek istiyorlar. Bu öğrencilerin okullara dönmesiyle
ilgili de şu anda YÖK Kanunu’yla bir düzenleme yapılmalı ve bu öğrencilerin
üniversiteye dönmesi sağlanmalıdır.
BAŞKAN – Sayın Aycan…
53.- Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan’ın, vakıfların
kurdukları üniversiteler aracılığıyla kâr amacı gütmemesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
SEFER AYCAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan,
Anayasa’mız, vakıf üniversiteleri konusunda, kâr amacı gütmeyen vakıfların
üniversite açabileceğini söyler fakat vakıfların şu anki durumu, biraz para
kazanma amacı güden işletmeler hâline dönüştüklerini gösteriyor. Özellikle
altyapısı hazır olmayan, prefabrik binalarda öğretim veren vakıfların
nitelikleri konusunda sorgulama yapmak gerekir. Bu nitelikleri başlangıçta
taşıyıp sonradan bozulan üniversiteler sorgulanmalı, bu üniversitelerin sadece
diploma dağıtan okullar olması önlenmelidir. Açılan okullar ve kontenjanlar,
gençlerin işsizliğine sebep olmaktadır. Modern üniversite, öğrencisini istihdam
etmekle ölçülür. Bir üniversite, ne kadar öğrencisini işe yerleştiriyorsa o
kadar başarılıdır.
BAŞKAN – Sayın Yaşar…
54.- Samsun Milletvekili Bedri Yaşar’ın, Gazeteciler Cemiyeti
Dernek Başkanlarının corona virüsü salgınının yarattığı sorunlara yönelik
taleplerine ilişkin açıklaması
BEDRİ YAŞAR (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Gazeteciler Cemiyeti Derneği Başkanlarımız corona
virüsü dolayısıyla aşağıdaki talepleri iletmemizi istediler:
1) Anadolu’da bulunan yerel medya şirketleri -en az
5 işçi çalıştıranlar- KOBİ kapsamında Kredi Garanti Fonundan veya KOSGEB’den
kredilendirilsin istiyorlar.
2) Resmî kurumlara olan ödemeler -SGK ve Maliye
borçları- en az bir yıl süreyle ertelensin istiyorlar.
3) Reklam ve ilan faturalarına yansıyan KDV oranı
ile ilanlardan alınan Basın İlan Kurumu payı yüzde 5’e düşürülsün istiyorlar.
4) Yerel radyo ve televizyon kuruluşlarından, telif
bedelleri başta olmak üzere, RTÜK payı ile frekans bedellerinin de bir süre
alınmamasını istiyorlar.
5) TÜRKSAT uydu bedeli ödemelerinin bir süre
ertelenmesini ve döviz değil, TL üzerinden ödeme imkânı sağlanmasını
istiyorlar.
6) Kamu spotları yayınları ücretlendirilmek
suretiyle TÜRKSAT ve RTÜK’le mahsuplaşmanın sağlanmasını istiyorlar.
7) Yine, aynı şekilde “Basın İlan Kurumu hiç olmazsa
bizim üç aylık maaşlarımızı ödesin.” diyorlar.
8) Yerel medyanın dijital dönüşümünde kullanılmak
üzere, teknolojik altyapı için düşük faizli kredi sağlanmasını istiyorlar.
9) “Gazete basımında kullanılan kâğıt, kalıp ve
mürekkep gibi ithal malzeme maliyetlerinin kur artışlarından etkilenmemesi
sağlansın ve gümrük vergileri tamamen sıfırlansın.” diyorlar.
BAŞKAN – Sayın Özkan…
55.- Mersin Milletvekili Hacı Özkan’ın, Adana Milletvekili Ayhan
Barut’un doğrudan gündeme alınma önergesi üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
HACI ÖZKAN (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.
CHP Adana Milletvekili, kürsüden, Türkiye'nin
patates ve soğan ithal ettiğini, çiftçimizin soğan ve patates ihracatına izin
verilmezken bu ithalatın yapıldığını iddia etmiştir. Bu iddia tamamen gerçek
dışıdır. Mersin Limanı’mıza Mısır’dan, Ürdün’den veya başka ülkelerden gelen,
patates ve soğan ithalatı değil; Suriye ve Irak ülkelerine buradan kara yoluyla
taşınmak üzere yapılan transit işlemleri için gelmiştir. Ülkemize soğan ve
patates ithalatı yapılmamaktadır. Hatip bile bile bu gerçeği gizlemiş, yüce
Meclisimizi ve kamuoyunu yanlış bilgilendirmiştir diyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Adıgüzel... Yok.
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN - Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 15’inci maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, İYİ PARTİ Grubu
adına Ankara Milletvekili Sayın Şenol Sunat.
Buyurunuz Sayın Sunat. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ŞENOL SUNAT (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 212 sıra sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde İYİ PARTİ Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlarım.
Konuya girmeden önce, Covid-19 yüzünden hayatını
kaybeden Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Sayın Haydar Baş’a ve bugüne
kadar hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine
başsağlığı diliyorum. Hastanede tedavi gören tüm hastalarımıza acil şifalar
diliyorum. Gecesini gündüzüne katan tüm sağlık çalışanlarımıza, bilim
adamlarımıza sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, güvenlik güçlerimize,
çalışmak zorunda olup milletimize hizmet veren herkese ayrı ayrı teşekkürlerimi
iletiyorum.
Sayın milletvekilleri, tabii, yine konuya geçmeden,
dün Sayın Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamanın ne kadar trajikomik olduğunu da
sizlerle paylaşmak istiyorum. Muhalif medya kuruluşlarının ve köşe yazarlarının
ülkeye karşı âdeta savaş açtığını söyleyerek “Ülkemizin bu kritik dönemdeki
mücadelesine katkı sağlamak yerine, hepsi de yalan ve yanlış bilgilerle sürekli
kin kusmak, virüsten daha tehlikeli bir hastalığın işaretidir.” dedi. Özetle
“Ülkemiz, medya ve siyaset virüslerinden kurtulacak.” diyor.
On sekiz yıllık iktidarınız sonucu medyanın
neredeyse yüzde 95’ini kontrol eder hâle gelmiştiniz. Basın mensupları size
soru sormaktan bile imtina ediyorlar Sayın Cumhurbaşkanı. Bu nasıl bir
zihniyet? Türkiye nereye gidiyor? Herkes senin dediğini, senin istediğini mi
söylemeli? Otokrasiden totaliterliğe yelken mi açtın? İnşallah, bu aziz Türk
milleti sizden ve marazi zihniyetten en yakın sürede ebediyen kurtulsun.
Dün, infaz yasasına getirdiğiniz önergeyle, Murat
Ağırel ve 2 Barış’ın çıkma ihtimalini bile ortadan kaldırdınız. Kişiye göre
kanun ihdas ediyorsunuz. Her konuda olduğu gibi yaptığınız adaletsizlikler,
eziyetler, ihlaller inşallah iktidarınızın sonu olacaktır.
Sayın Soylu istifa etti, Cumhurbaşkanı kabul etmedi.
Tamam, anladık, tartışılan bir konunun üstü şovlarla kapatıldı; güzel bir
şovdu. Başdanışman İbrahim Kalın “Birlik ve beraberliğimize kimse balta
vuramayacaktır.” diye “tweet” attı. Ya, balta vuran baltacılar kim sayın
milletvekilleri? Hangi hain odaklar birliğinize engel oluyor?
Değerli milletvekilleri, bizler Allah’ın izniyle bu
zor günleri atlatacağız, Türk milleti olarak bu beladan
kurtulacağız. Hastalık, çaresizlik kötü bir durum, Allah korusun milletimizi
fakat vatandaşların hastalanmasından daha kötü olan durum devleti yönetenlerin zihniyetinin
hastalanmasıdır. Maalesef, bugün Türkiye’de bir ayrılanlar, bir de kayırılanlar
var. Yolsuzluk yapan müteahhitler, garibanın parasıyla yatlarda keyif yapan
tosuncuklar kayırılır; bunlara itiraz eden muhalif görüşlüler ayrılır. Yarım
milyona yakın insanı iki saat içinde sokağa döken, virüsün milyonlarca insana
yayılmasına sebep olan siyasiler kayırılır; bu yanlışı haber yapan gazeteciler
ayrılır.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) –
Milyonlarca insana mı bulaşmış?
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, bir devleti, hastalık değil, adaletsizlik yok eder; bir
milleti, virüs değil, ayrımcılık parçalar. İktidara tavsiyemdir, içinizdeki
ayrımcı zihniyeti lütfen karantinaya alın; sadece yüzünüze değil, kibrinize
maske takın; fikirlerinizi dezenfekte edin:
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Kendi
kendini dezenfekte et!
PAKİZE MUTLU AYDEMİR
(Balıkesir) – Sen de ruhunu dezenfekte et!
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Adil
olun, hakkaniyetli olun, birleştirici olun ki ömrünüz virüsten uzun olmasın.
(İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ)
– Kendi kendini dezenfekte et!
ŞENOL SUNAT (Devamla) –
Algıyı yönettiniz bugüne kadar da krizi yönetemiyorsunuz; artık algıyı da
yönetemiyorsunuz.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ)
– Dünyada en iyi biz yönetiyoruz.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR
(Balıkesir) – Bütün dünya görüyor nasıl yönettiğimizi.
ŞENOL SUNAT (Devamla) –
Evet, bu kanun teklifinde, değerli milletvekilleri, YÖK’ün uygulamalarında
ortaya çıkan eksiklikler ve değişiklikler ele alınmış. Birçok maddesi için
görüşümüzün olumlu olduğunu Komisyonda da ifade etmiştim. Üniversitelerimizin,
ideolojik ve siyasi baskılardan kurtulmadıkça, kendi yöneticilerini
seçemedikçe, liyakati esas alan bir anlayışla yönetilmedikçe bilimsel, çağdaş ve üretken bir yapıya
kavuşamayacağını bir kere daha not etmenizi rica ediyorum.
Öğretim elemanlarının bağlı olduğu disiplin mevzuatı
düzenleniyor bu teklifte. 657 sayılı Kanun’la devlet memurlarına uygulanan
disiplin hükümleri akademiye uyarlanmaya çalışılmış. Sizlerden ricamdır, 657’ye
göre akademik disiplin oluşturulamaz. Mobbingin en çok olduğu kurumlar hâline
gelmiştir üniversiteler; özellikle de Cumhurbaşkanının rektörleri atamasıyla
yandaş, candaş, akraba taallukat… Bakın, hukuk katlediliyor bu ülkede, hukuk
fakültelerinden ses çıkmıyor. Ne hâle geldiğimizi anlayın diye ifade ediyorum.
Maddenin “Uyarma” başlığının (d) bendinde bakın, akademik kariyer yapmış
insanlar için “usulsüz müracaat veya şikâyette bulunmak” ifadesi var. Çıkarın
bunu metinden. “Usulsüz” ne demek? Muğlak bir ifade.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) – Başüstüne!
Emredersin!
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Dinlemeyi öğren Sayın
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sen de konuşmayı öğren!
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Uyarın Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Sunat, buyursunlar.
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Yine “Kınama” başlığı
altındaki “amirine sözle saygısızlık etmek” ibaresi oldukça subjektif bir
tanımdır. Ayrıca bu düzenleme, saygısızlığın sadece amirlere yapılacağı,
amirlerin ise saygısızlık yapmayacağı mantığıyla düşünülmüştür herhâlde. Bu
düşünce Anayasa’mızın eşitlik ilkesine de aykırıdır, biat etmiş insanlar
istediğiniz içindir.
Madde içerisinde yer alan “genel ahlak kurallarına
uymamak, edep dışı tutum ve davranışlarda bulunmak” gibi çerçevesi belli
olmayan muğlak ifadeler akademik alan için utanç vericidir. Genel ahlak
kurallarına uymamak A idarecisine göre farklı, B idarecisine göre çok farklı
şekilde algılanabilir. Bu düzenleme, ifade özgürlüğüne, bilim ve sanat
özgürlüğüne aykırı şekilde getirilecek sınırlamaların önünün açılmasını da
ortaya koymaktadır.
Bu konuyla ilgili diğer görüşleri Sayın Ümit Özdağ
partimiz adına ifade ettiği için ben diğer maddeler üzerinde görüşlerimi ifade
etmeye devam edeceğim.
Evet, bu teklifle vakıf üniversiteleriyle ilgili bazı
olumlu düzenlemeler getirilmiş. Türkiye’de, son on yıldır, vakıflar ve bunlara
bağlı vakıf üniversiteleri mantar gibi çoğalmıştır. Bu vakıflara, iktidar
partisine yakınlığına göre, hiçbir kanun ve kural tanımadan, hazine arazileri
tahsis edilmektedir. Bu talan süreci yaşanmaktadır ülkemizde ve bu durum
vicdanları karartmaktadır. YÖK tarafından üniversite veya eğitim kurumu kurmak
için başvuran vakıfların değerlendirme kriterlerinin yeniden gözden geçirilmesi
ve liyakate göre karar verilmesi gerekmektedir. Vakıf, Allah rızası için bir
malı kamu yararına bir iş için vakfedip korumaktır. Vakıf üniversitelerinde
kamu yararı “eğitim hizmeti” olarak açıklanıyor. Öyle mi? Üniversiteyi kuranlar
ya büyük holdingler ya siyasi organizasyonlar -ki özellikle- ya da birtakım
cemaatler. Bunların hepsini yaşadık.
Koçibey Risalesi var sayın milletvekilleri. 17’nci
yüzyılda yaşamış yazar ve düşünür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Tamamlıyorum.
Koçibey IV. Murat’a sunduğu risalesinde “Bir adam,
din ve devlete layık hizmet görmediği hâlde ve bir memleket değil belki bir köy
bile fethetmediği hâlde, sadece ve sadece padişah yakını olduğu için, nice
yüzyıl önce fethedilmiş ülkeden, devlet hazinesine ait nice köyleri ve
mezraları bir yolunu bularak kendisine ve çocuklarına mülk olarak verdirmiştir.
Ondan sonra bu mülklerden diledikleri yeri vakfedip bazılarını ‘vakıf’ namıyla
çocuklarına gelir kapısı etmişlerdir. O tür vakıf ne şekilde doğru olur? O
parayı besmele çekerek yemek dinî bakımdan nasıl hoş görülür?” diyor. Bugün
fark var mı sayın milletvekilleri? Vakıf kuran kişi kendi öz malından o vakfı
kurmak durumundadır. Devletin arsasını alacaksın, devletin bankasından kredi
çekeceksin; bunun adı vakıf olmaz.
Diğer maddelerde devam edeceğim konuşmama.
Saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Erdem…
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
56.- İstanbul Milletvekili Arzu Erdem’in, ALES sınavları ve
yurt dışı diploma denklik işlemlerinin netleştirilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
ARZU ERDEM (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Binlerce yüksek lisans ve doktora yapacak
öğrencimizin ülkemize, bilime ve eğitime katkılarının devamlılığı, virüsle
mücadele dolayısıyla ertelenen ve 18 Ağustosa alınmış olan ALES sınavlarının
yine yurt dışı diploma denklik işlemlerinin netleştirilmesi ve öğrencilerimiz
açısından belirsizlik oluşturan bu durumun çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
Bu konuda yapılması gerekenleri düzenlememiz gerekir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Akbaşoğlu…
57.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, Ankara
Milletvekili Şenol Sunat’ın görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
birinci bölümü üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Biraz evvel İYİ PARTİ Grubu adına konuşan
konuşmacının sözlerini talihsiz bir konuşma olarak nitelendiriyorum. Hakikaten
fikirlerini ve vicdanını dezenfekte etmesi gereken kişinin de kendisi olduğu
kanaatindeyim.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Sayın Dervişoğlu, buyurun.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – 69’a göre Sayın
Milletvekilimize cevap hakkı doğmuştur, kürsüden Genel Kurula hitabını rica
ediyorum.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Şimdi, Sayın
Başkanım…
BAŞKAN – Bir saniye efendim…
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkanım,
bakın, bir sataşmada falan da bulunmadım. Bize yönelttiğini, lisanımünasiple ve
nezaketle, hiçbir ilave katmadan, aynen iade ettim; bu kadar.
BAŞKAN – Anlaşılmıştır.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Sayın Başkanım,
milletvekilimizin sözü şayet mevkidaşıma cevap hakkı veriyorsa onun cevabına
istinaden de milletvekilime söz hakkı doğar. İstirham ediyorum…
BAŞKAN – Buyurun.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Böyle bir uygulama yok.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Bir dakika
efendim, bir dakika… Böyle bir şey yok. Bakın, ben de o zaman kürsüden konuşma
yapacağım.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Sataşma olursa
yaparsınız.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Tamam, tamam.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Sayın Başkan, böyle bir
uygulama yapamazsınız.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Vekilim. (İYİ PARTİ
sıralarından alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Ankara Milletvekili Şenol Sunat’ın, Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yaptığı açıklaması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
ŞENOL SUNAT (Ankara) – Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum, sağ olun.
Yani, her konuşmadan, her hatibin konuşmasından
sonra Sayın Grup Başkan Vekilleri mutlaka bir şey söylemek ihtiyacını
duyuyorlar.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) – Maskenizi doğru
takar mısınız.
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Ben size ne dedim? İktidara
tavsiye ediyorum dedim.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) – Maskenizi doğru
takın.
ŞENOL SUNAT (Devamla) - Yani, günümüzde içinde
bulunduğumuz bu corona virüsü salgınıyla ilgili bir teşbih yaptım. Teşbihte
hata olmaz sayın milletvekilleri. Yani, içinizdeki o ayrımcı zihniyeti
karantinaya alın dedim.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ)- Kendi kendini al
karantinaya!
ŞENOL SUNAT (Devamla) - Sadece yüzünüze o maskeyi
takmayın, kibirlerinize de o maskeyi takın dedim, ne var bunda?
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) – Sen tak kendine!
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Fikirlerinizi de dezenfekte
edin dedim. Çünkü kendinizden başka hiçbir fikri kabul etmemeyi, en doğru
fikirleri bile yargılamayı kendinize hak görüyorsunuz. İktidar olmak, bunu
yapmanızı gerektirmez.
Biz milletimizin temsilcileri olarak buradayız ve
tabii ki görüşlerimizi açık açık sizlerle paylaşacağız.
BAŞKAN – Sayın Sunat, teşekkür ederiz.
ŞENOL SUNAT (Devamla) - Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan,
Sayın Başkan…
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Aa, benim daha vaktim
dolmamış Sayın Başkan, devam edebilirim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sunat.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Biz de sizin fikirlerinizin
dezenfekte edilmesi gerektiğini söylüyoruz.
ŞENOL SUNAT (Devamla) – Siz iktidarsınız, iktidar
mutlaka eleştirilere kulak vermek zorundadır.
BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyoruz.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Sizin fikirlerinizin de
dezenfekte edilmesi gerektiğini söylüyorum, o kadar. Sizin fikirleriniz de
dezenfekte edilsin.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
58.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, Ankara
Milletvekili Şenol Sunat’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bakınız, biraz evvel benim söylediğim sözleri
tekrarladı sayın konuşmacı.
ŞENOL SUNAT (Ankara) – Yani, arkasındayım demek
istiyorsunuz.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Bize
yönelttiğiniz kendi kelimelerinizi, kendi cümlelerinizi bizzat, ilave etmeden,
başına sonuna hiçbir ekleme yapmadan kendinize yönelttiğimizde bunun bir
sataşma olduğunu ortaya koyarak kürsüye geldiniz. Demek ki siz sataşmışsınız,
kendi kendinize sataşmışsınız. Biz aradan çekiliyoruz. Kendi gölgenizle kavga
edin lütfen, kendi gölgenizle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ŞENOL SUNAT (Ankara) – Harika bir anlayışınız var!
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Ankara Milletvekili Sayın Mevlüt Karakaya.
Buyursunlar Sayın Karakaya. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEVLÜT KARAKAYA (Ankara) – Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Tabii, tam televizyon yayın saatinin kapanması
yaklaşmışken sataşma adına burayı böyle karşılıklı meşgul ettik. Yani şu ana
kadar özellikle teklifle ilgili kayda değer herhangi bir şey de duymadık işin
doğrusu ama biz burada yine teklife yönelik, şu anda merak edilen konulara
yönelik bazı görüş, düşünce ve değerlendirmelerimizi yapacağız.
Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan kanun
teklifinin birinci bölümüyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
aldım. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Öncelikle, 16 Mart 2020 tarihinde eğitim öğretim
faaliyetlerine ara verilmesiyle birlikte üniversitelerinden, kampüslerinden,
yerleşkelerinden, sınıflarından, dersliklerinden, amfilerinden, kantinlerinden,
üniversite ortamından, arkadaşlarından uzak kalan 8 milyona yakın evladımızı,
öğrencilerimizi, öğrencilerinden uzak kalan, üniversite ortamından, ikliminden
uzak kalan öğretim elemanlarımızı da saygıyla selamlıyor ve güzel günlerde, çok
kısa sürede bu ortamlarda yeniden buluşmalarını Cenab-ı Allah’tan niyaz
ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii, beklenmedik bir insanlık
felaketiyle karşı karşıya kaldık. Üniversitelerimiz eğitimlerine ara vermek
zorunda kaldılar. Yaz dönemi, daha doğrusu bahar dönemi başlamıştı ancak iptal
edildi. Yaz aylarında telafi yapılabileceği konusunda üniversitelere yetki
verildi, hatta bu teklif içerisinde de benzer durumlarda telafiye yönelik bir
düzenleme de söz konusu.
Uzaktan eğitim konusu hepimizin merak ettiği bir
konu. Ben de merak ettim, işi ciddiye aldım, karşınıza hiç olmazsa bu konuyla
ilgili biraz bilgi sahibi olarak geleyim istedim. Bazı üniversite rektörlerini
aradım, YÖK yetkililerini, üst düzey yöneticilerini aradım, öğrencilerle,
öğrenci temsilcileriyle görüştüm. Eğitim faaliyetlerinin, uzaktan eğitim dediğimiz
faaliyetlerin nasıl devam ettiğini öğreneyim istedim. Onları da özetle sizinle
paylaşmak istiyorum.
Aslında, bu bir uzaktan eğitim değil kavramsal
olarak. Uzaktan eğitim çok farklı yani senkronik ortamlarda karşılıklı,
interaktif canlı sınıflarda ders yapmayı anlatan, farklı dereceleriyle ifade
edilen bir eğitim şekli ama bizim burada konuştuğumuz, üniversitelerin acil
durumdan kaynaklanan uzaktan eğitimi için belki de doğru kavram “acil durum
uzaktan eğitimi” çünkü bunların çoğu senkronik değil, bunların büyük bir
çoğunluğu elektronik ortamı, dijital ortamları kullanıyor ama uzaktan eğitim
kavramı değil.
Bu noktadan baktığımızda, aslında YÖK’ün bu konu
gündeme geldiğinde, eğitim faaliyetlerine ara verildiğinde bir komisyon
kurduğunu görüyoruz ve birçok üniversite öğretim elemanı bu komisyona dâhil
edilmiş, konunun uzmanları. Bunların yönlendirmeleriyle hareket edilmiş.
Yine, bu kesintiden önce, Covid-19’dan önce YÖK-Anadolu
Üniversitesi bir proje yürütmüşler. Bu projede uzaktan eğitim, “Dijital Çağda
Okuryazarlık” adı altında, özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu
Bölgelerindeki üniversitelerden 50 bin civarında öğrencinin sertifikasyonu
tamamlanmış, öğretim üyeleri de sekiz hafta bu konuda eğitime tabi tutulmuş.
Yani öyle bir denk gelmiş ki bu dönemde de hakikaten bunun çok ciddi katkıları,
faydaları olmuş.
Değerli arkadaşlar, şu an
itibarıyla, öğretim elemanlarımızın fedakârca çalışmaları, kendi evlerinden
kendi imkânlarını kullanarak bu eğitime yani dijital ortamda, sanal ortamda
eğitime çok ciddi bir şekilde katkı verdiklerini, hem öğrencilerin hem öğretim
üyelerinin bu konuda ciddi bir adaptasyon gösterdiklerini bu kısa
sorgulamamızda anladık. Dolayısıyla acaba yüzde kaç düzeyinde böyle bir
çalışmanın etkisi oldu diye sorduk. Bununla ilgili de Yükseköğretim Kurulu bu
hafta bir anket çalışması başlatmış, zannediyorum önümüzdeki hafta bunun
sonuçlarını da alacaklar. Dolayısıyla en azından beklenmedik bir durumda “acil
durum uzaktan eğitimi” şeklinde ifade edebileceğimiz bu çalışmanın
öğrencilerimiz, yükseköğrenimimiz açısından gerçekten takdire şayan olduğunu da
ifade etmek gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii, bu
teklifte burada tartışılan, Komisyonda tartışılan önemli hususlar da var;
söylenecek çok şey var ama bir ikisiyle ilgili de görüş ve düşüncelerimizi
ifade etmek istiyoruz, bunları Komisyonda arkadaşlarımız ifade ettiler.
“Araştırma görevlisi için 35 yaş üst sınırı daha da artsın.” şeklinde talepler,
vesaireler oldu ama 35 yaş doçentlik yaşıdır hatta profesörlük yaşıdır. Yani 35
yaşından sonra ya da 35 yaşında araştırma görevlisi, otuz sene üniversitelerde çalışmış bir
akademisyen olarak söylüyorum, zaten doğru bir yaklaşım değil.
Değerli arkadaşlar, belki bu vesileyle bir iki
hususu da dikkate getirmekte fayda var, YÖK temsilcimiz de galiba burada.
Özellikle akademisyenlerin bu teşvikleriyle ilgili, akademik teşvikle ilgili
konunun bir daha elden geçirilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum çünkü bu
konudan muzdaripler, çok ciddi bir hazırlık yapılması gerekiyor. Yani neredeyse
300-500 liralık bir teşvik ödülü için bir profesörlük dosyası hazırlamak
gerekiyor, klasörlerle dolu bir dosya hazırlamak gerekiyor; bu, çok ciddi
şekilde bir yük getiriyor. Yani işe fayda-maliyet açısından bakacak olursak
teşvik olma niteliğini kaybetmiş, ya kaldırılsın ya da daha cazip bir hâle
getirilsin deniliyor.
Değerli milletvekilleri, özellikle burada en fazla
gündeme getirilen konulardan biri de disiplin konusu. Tabii ki disiplin konusu
yasada her detayıyla düzenlenecek değil; bu, mutlaka bir yönetmelikle daha
somut hâle getirilecek ve bu somutluk içerisinde de belli kurullarda muhakkik
tayinleriyle, disiplin komisyonlarıyla bunlar hayata geçirilecek. Ama burada
bir hususu dikkatlerinize getirerek konuşmamı sonlandırmak istiyorum.
Özellikle meslekten çıkarma konusu, “Terör
örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde
olmak…” diye devam eden madde, en çok eleştiri konularından biri oldu. Yani ben
şunu hemen söyleyeyim ki: Örneğin, özürsüz veya izinsiz olarak yılda yirmi gün
işe gelmeyen ihraç edilecek, diğer ihraç maddelerine baktığımızda birçok eylemi
ya da suçu söyleyebiliriz; peki, bunlarla öğretim üyeliği sıfatından, daha
doğrusu kurumdan ihraç edilecekler, terör örgütünün propagandasını, terör
örgütünün yardakçılığını yapanlar üniversitede kalmaya devam mı edecek? Yani
dolayısıyla ben, şunu çok açık bir şekilde ifade ediyorum: Böyle öğretim
üyeliği yerin dibine batsın. Terör yardakçılığı yapacaksınız, terör
propagandası yapacaksınız, devletin aleyhinde çalışacaksınız; bunun adını da
“bilimsel özgürlük” koyacaksınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN -Devam edelim efendim.
MEVLÜT KARAKAYA (Devamla) – Ben, burada, özellikle
disiplin uygulamalarının bir prosedüre tabi olduğunu ve burada, disiplin
uygulaması sonucunda ihraç edilen kişilerin, bu ihraçların yargı denetimine
tabi olduğu gerçeğini de hatırlatarak böyle bir düzenlemenin gerçekten yerinde
olduğunu ifade etmek istiyorum. Burada asıl tehlike, asıl sorun üniversitelerde
terörist faaliyetlerin yapılmasıdır, asıl sorun üniversitelerdeki disiplin
kurullarının teröristlerin eline geçmesi, onlar tarafından işgal edilmesidir.
Bu vesileyle tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
Van Milletvekili Sayın Muazzez Orhan Işık…
Buyurunuz Sayın Orhan Işık. (HDP sıralarından
alkışlar)
HDP GRUBU ADINA MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Van) – Genel
Kurulu ve tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum.
YÖK Kanunu’nun bazı maddeleri üzerinde burada
görüşüyoruz ancak YÖK Kanunu, faşist 12 Eylül darbesinin bu ülkenin akademisine
vurduğu bir kelepçedir. 12 Eylül uzantısı olan bu yapının imkânlarını AKP
iktidarı, Allah’ın lütfu olarak gördüğü darbe girişiminden sonra OHAL
hukuksuzluğuyla genişletmiştir. Akademisyeni Hükûmetin memuruna, üniversiteyi
herhangi bir kamu kurumuna, bilimsel özerkliği ise yandaşlığa dönüştürmeyi
hedefleyen bu yasa, 12 Eylül faşist darbecilerinin düzenlediğinden de daha geri
bir durumdadır. Eğitim sistemi, çağa uygun olmayan müfredatla, eksik
kadrolarla, hijyen başta olmak üzere birçok eksikle ortada duruyor.
Eğitim sistemi bir sorunlar yumağı hâlindedir. Şu
soruya yanıt verebilir misiniz: 40 öğrenciden fazla olan kaç sınıf vardır? 40
kişilik sınıflardaki eğitim ne kadar verimli bir eğitimdir? Ve bu sınıflarda
hiçbir güvence sağlamadığınız, sözleşmeli ve ücretli hâle getirdiğiniz,
yoksulluk sınırı altında maaş verdiğiniz öğretmenler nasıl ders verecek?
Türkiye'deki yaklaşık 10 milyon engelli ve aileleri
adına soruyorum: Kaç okul erişilebilir durumda ve kaçında işaret dili bilen
öğretmen veya idareci var? Bir görme engelli, bağımsız hareket ederek okullarınıza
erişebiliyor mu? Yine, engellilerin eğitimiyle ilgili şu corona günlerinde kaç
rehabilitasyon öğretmeni işsiz kaldı? Güvencesiz, yoksul ve işsiz bıraktığınız
bu insanlar hangi ruh hâliyle hizmet vermeye devam edecek?
Şimdi corona nedeniyle okullar kapalı. Öyle
değerlendirmeler yapıyorsunuz ki insan şaşıyor; sanki bu ülkede yaşamıyor gibi
konuşuyorsunuz, sanki her evde limitsiz ve ücretsiz internet varmış gibi sanal
ortamda eğitimin ne kadar mükemmel olduğundan, yürütüldüğünden bahsediyorsunuz.
Ne on dakikalık ders içeriğiniz ne altyapınız ne de kadronuz bir elektronik
eğitime uygun değil maalesef. Milyonlarca öğrenci ve veli EBA’nızdan bile
habersiz. Akıllı telefonu olmayan öğrenci ve hane sayısından haberdar bile
değilsiniz. Bölgede ve köylerinden zorla göç ettirdiğiniz yoksulların ne
internet altyapısı ne de EBA’nıza erişebilecek bir durumu var. İlkokul
çocukları görmek istemediğiniz bir dille konuşuyor, ana dili Kürtçe olan yüz
binlerce çocuk, okullarda eğitim sisteminiz tarafından dışlanıyorken şimdi bu
sanal ortamda mı erişebileceksiniz? Hangi dil ve hangi söylemle? Kürtçe bilse
dahi konuşması yasaklanan, konuşmuşsa sürgün edilen, ihraç edilen öğretmenlerle
mi? Sizler dil ve eğitim arasındaki bağı görmedikçe ana dilinde her türlü
eğitimi engelledikçe eğitimde olumlu bir adım atamazsınız, zaten amacınız da bu
değil.
Özellikle bölgede, Türkiye’nin birçok yerinde,
birçok okulda öğrencilerin velileri yoksul, işsiz ve güvencesiz. Van’da bir
okulda, öğrencilerin yüzde 80’inin velilerinin cezaevinde olduğu geçen ay
kamuoyuna yansıdı. Sizin idare ettiğiniz bu adaletsiz rejim, öğrenciyi, veliyi
ve öğretmeni bir bütün olarak mağdur ediyor. Şimdi, bu okullardaki öğrenci ve
öğretmenleri anlayabilecek misiniz? Hayır çünkü önceliğiniz ve amacınız ne
insan yaşamı ne de eğitim. Amacınız çok net: Piyasanın ihtiyacına uygun,
düşünme ve sorgulama yeteneği engellenmiş kitleler inşa etmek. Bir yandan
üniversite öğrencilerine yüksek faizle kredi veriyorsunuz, öte yandan ilkokul
öğrencilerine din eğitimi adı altında ne olduğu belli olmayan, denetimsiz,
içeriksiz, çağ dışı bir müfredat dayatıyorsunuz. Tüm okulları
imam-hatipleştirerek imam-hatiplerin de içini boşalttınız. Toplumsal cinsiyet
rollerini pekiştiren eril anlayışınızı okul öncesine kadar indirdiniz.
Yaptığınız her müdahaleyle kamusal, bilimsel, laik, ana dilinde, ücretsiz
olması gereken eğitim sistemini baltaladınız. Yapılan şey dinî eğitim değil, bu
iktidarın çokça nemalandığı din istismarıdır. Dinden de eğitimden de AKP elini
çekerse toplum da rahat bir nefes alacak.
Şimdi, bu pandemi günlerinde, hiçbir fırsatı
kaçırmadan, kamuoyuna sormadan ilgili sivil toplumun ve sendikaların
görüşlerini dikkate almadan bu değişikliği getirdiniz. Üniversitelerden söz
ediyorsunuz ama maalesef, onların da içini boşalttınız. Şöyle bakın, dünya üniversiteler listesinde kaç tane üniversitemiz ilk bin içerisinde
yer alıyor? Uluslararası alanda tek yayını olmayan yandaşlarınıza özel
bölümler, üniversiteler açtınız; onları bölüm başkanı, dekan, rektör yaptınız
ama akademik hırsızlıkta çığır açtınız, tıpkı belediyelerimizde tecelli eden
halk iradesini gasbetmek için atadığınız kayyumlar gibi. Her üniversitenin
başına bir atanmış yandaş yerleştirdiniz. Demokrasi karşıtlığınız, hiçbir yerde
halkın ve bilimin iradesine tahammül edemiyor.
AKP’nin bu ülkeye
yaptığı en büyük kötülüklerin başında, bilim dışılaştırılmış, özerkliği
gasbedilmiş üniversiteler gelmektedir. Akademisyen ihraçları, çok ciddi bir
sorun olan beyin göçünü hızlandırmıştır. Bakın, sadece KHK ihraçları kapsamında
185 üniversitenin 117’sinde 5.247 akademisyen işten çıkartıldı. YÖK istatistik
verilerine göre Türkiye’de ilk defa öğretim elemanı sayısı azalmıştır. 81 ilde
üniversite açmakla iftihar eden iktidar, ortada bir yargı kararı olmadan
iftirayla, fişlemeyle akademisyenleri ve 33 binden fazla öğretmeni KHK’yle
ihraç etti. İhraç edilmeyen birçok akademisyen ise bir tür baskı ve otosansür
altında ücretli memurlara dönüştürüldü. Bu koşullarda her şey konuşulabilir ama
bilimsel üretim ve akademi tartışılamaz.
Coronavirüs günlerinde
tüm dünyanın gördüğü bilimin öncülüğü, özerkliği ve önemi, maalesef, AKP ve MHP
koalisyonu tarafından ısrarla görülmemektedir. Bu yasa değişikliği de bu
görünmeme durumunu pekiştirmektedir. Akademisyenler AKP’nin memuru değildir.
Akademik faaliyet sırf binalar içerisinde ve bir hiyerarşiye mahkûm bırakılarak
yürütülemez. Dünyanın dogma, ırkçılık ve ulusalcılık gölgesinde kalan öğretimin
anlamsızlığını kavradığı bugünlerde, sizin fırsatçılık yapıp akademik
özgürlüğün son kırıntılarına da tırpan atma girişiminizin faturasını toplum
ödüyor maalesef.
Türkiye’de üniversite
terk sayıları artık 500 bin civarındadır. Araştıran, sorgulayan, eleştiren özgür düşünceye yaptığınız
baskılar ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle öğrencilerin büyük bir çoğunluğu
okullarını bırakmak zorunda kalmaktadır.
Bakın, kanun teklifi verdim, Komisyonda bekliyor
hâlâ. Hani sizler faiz karşıtıydınız? Öğrencilerden faiz almayın, işsizlikten
haciz uygulamayın diyor bu teklifimiz. Üniversite okurken borçlandırdığınız,
geleceğine ipotek koyduğunuz KYK borçlusu öğrenci sayısı 500 binin üzerinde,
haciz koyduğunuz öğrenci sayısı yarım milyonu geçti.
Eğitim sisteminin de müfredatın da içini
boşalttınız. Türkiye’de milyonlarca çocuk ve gencin eğitim hakkından eşit
koşullarda yararlanmasını engelleyen, eğitimi kendi siyasal, ideolojik
hedefleriniz doğrultusunda altüst ederek ülkeyi ve eğitim sistemini
getirdiğiniz nokta içler acısıdır.
Üniversite mezunu olan gençlere çağın gerektirdiği
bilişim, dil ve iletişim yetkinliklerini kazandıran bir üniversite yok ortada.
Ne var dersiniz? Yandaşların ticarethaneleri var. Yurtların yemekhaneleri,
paralı olan öğrenciyi müşteri gibi gören tüccarlar tarafından yönetiliyor. Bu
ülkede paralı eğitimi okul öncesine kadar indirdiniz. Ebeveynler tüm
yaşamlarından kısarak evlatlarını okullara gönderiyor ama üniversitelerden
evlerine diplomalı işsizler dönüyor. AKP işsizlik ve yoksulluk üreten bir
makine gibi çalışıyor aslında. Bakın, siz iktidara gelmeden önceki işsizlik
oranları yüzde 8’di, en son 13,7 olarak açıklandı yıllık veri. Son on beş yıl
içerisinde üniversiteli işsiz sayısı 4 kat arttı. Politikalarınız sonucunda
artık milyonlarca genç üniversiteli işsiz var. Bu yasa değişikliği de
üniversitelerde eğitim kalitesini artırmayacaktır, bilimsel özerkliğin
koşullarını iyileştirmeyecektir, üniversitelerde taciz, mobbing ve hatta
tecavüz girişimlerini azaltmayacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim efendim.
MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Devamla) – Yüzüncü Yıl
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Ana Bilim Dalı Başkanı olarak
atadığınız kişinin taciz girişimleri şu anda yargıda. Ankara Üniversitesinde
yaşanan tecavüz vakasını zaten biliyorsunuz. Maalesef, bunlar, hep ifade
ettiğiniz gibi “münferit vakalar” değil, bir eril sistemin olağan sonuçlarıdır.
Dünkü infaz yasasıyla serbest bıraktığınız tacizciler arasında yarının teşvik
ettiğiniz tecavüzcüleri de olacaktır.
Bu yasa değişikliği dâhil tüm politikalarınız halk
sağlığına zararlıdır. Üniversitelerde bıraktığınız enkaz sizden sonra bile
yıllarca temizlenemeyecek. Bu topluma en büyük kötülüğü yaptınız, bilimi ve
akademiyi susturdunuz.
Yine muhalefeti dikkate almayacaksınız, biliyoruz
ama günü geldiğinde toplum da sizi dikkate almayacak ve o günler çok yakın. Bu
devran böyle gider sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü böyle gitmeyecek.
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir
Milletvekili Sayın Mahir Polat.
Buyurunuz Sayın Polat. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MAHİR POLAT (İzmir) – Sayın Başkan,
Sayın Divan, yüce Meclisimizin çok kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlarken coronavirüs sebebiyle kaybettiğimiz insanlarımıza Allah’tan rahmet,
hastanede tedavisi devam eden yurttaşlarımıza acil şifalar dilerken sağlık
emekçilerimize de bu olağanüstü günlerde, olağanüstü çalışma koşullarında
verdikleri emekler için teşekkür ediyorum.
Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine söz almış bulunmaktayım.
Son dönem artan üniversite sayıları doğrultusunda,
Yükseköğretim Denetleme Kurulunun etkinliğinin, iş yükünün önemli ölçüde
arttığı ve etkinliğinin zayıflamış olduğu gerekçelendirilmiş. Buradan hareket
edersek evet, üniversitelerin, özellikle vakıf üniversitelerinin artışıyla
birlikte Denetleme Kurulunun iş yükü artmış ancak plansız ve programsız açılan
üniversitelerle birlikte bir şey daha çokça artmış: Üniversiteli, üniversite
mezunu genç işsizler. Evet, etkinliği zayıflamış ama etkinliği zayıflayan başka
bir şey daha var. Üretim ekonomisinden uzak tutulan gençlerimizin, KPSS
sınavlarıyla devlet kapısının önünde bekletilmesi onların da etkinliğini ciddi
bir şekilde azaltmış.
Türkiye, genç nüfus bakımından bölgesinde önemli bir
fırsatı barındırmakta, önemli bir potansiyeli barındırmaktadır. Yapılan
ekonomik değerlendirmelerde, genç nüfus ekonomilerin sıçrama yapabilmesi için
önemli bir avantaj sağlamaktayken, maalesef, ülkemizde bu avantajı heba
etmekteyiz. Gençlerimizi yeterli ve uygun donanımlarla yetiştirmediğimiz ve
ekonomiye katmamamız sebebiyle genç işsizlikte ciddi bir artış var ve ekonomide
de bu sıçrama fırsatını kullanamadığımız gözlemlenmekte.
Güncel üniversite listesine baktığımız zaman, 130
devlet üniversitesi, 73 vakıf üniversitesi var. Gerekçelendirilen maddelerde,
artan üniversite dolayısıyla iş yükünün arttığı söyleniyor fakat yeni
üniversite talepleri var, yeni vakıf üniversiteleri kurulmaya çalışılıyor.
Burada uyarımız şudur: Yeni kurulacak vakıf üniversiteleri, eskiden
kapattığınız ya da başka üniversitelere devrettiğiniz üniversiteler gibi
tarikatların ve cemaatlerin örgütlendiği yuvalar hâline dönmesin istiyoruz.
Üniversiteler, gerçekleri arayan, düşünce ve bilim
üreten ve bu ürettiği düşünce ve bilimi yayan, en üst düzeyde araştırmanın ve
eğitimin yapıldığı kurumlardır. Bilimsel araştırmalara ayrılan kaynaklara
baktığımız zaman, yıllar geçtikçe bu kaynakların yavaş yavaş erozyona uğradığı
ve azaldığı görülmekte. Mesela, ben, dünyanın başına musallat olan bu
coronavirüsle ilgili aşı çalışmalarının, ilaç çalışmalarının kendi ülkesinde
başarıyla sonuçlanmış bir ülkenin evladı olmayı çok isterken nerede o günler
diyorum. Biz tıpta ne yapıyoruz peki? Biz, tıpa, son günlerde sülük tedavisini,
deve sidiğini koyduk. Bir de en son, Sayın Cumhurbaşkanı, coronavirüsten
korunmak için keçi boynuzu pekmezi önerdi.
Sevgili arkadaşlar, değişen, geldiğiniz günden beri
değişen eğitim sistemi, ta üniversitelere kadar sirayet etmiş. Üniversitelerde
siyasallaşan kadrolar liyakat sahibi kişilerle değil; eş dost, akraba başta
olmak üzere yandaşlık ve partizanlık gözetilerek kişiye özel kadrolar açılarak
doldurulmuş. Döneminizde sıkça buna tanıklık ediyoruz. Bunlardan sadece 2 tane
örnek vereceğim, aynı üniversiteyle ilgili örnek vereceğim, Artvin Çoruh
Üniversitesiyle ilgili. Kadro açıyorsunuz Mülkiyet Koruma ve Güvenlik Bölümüne,
öğretim görevlisi kadrosu. Aranan özelliklere bakıyoruz; hukuk ya da işletme
mezunu olması –tamam, buraya kadar güzel- fakat başka bir özellik daha
arıyorsunuz aynı kişide, aynı zamanda vücut geliştirme ve “fitness” kıdemli
antrenörlük belgesine sahip olması şartı. Sizce Türkiye’de böyle kaç insan vardır ve adrese teslim
kadro değil midir bu? Yine aynı üniversitede Zihinsel Engelliler Ana Bilim
Dalında kadro açıyorsunuz, öğretim görevlisi kadrosu. Bakıyoruz, bir öğretmen
ya da bu dalda eğitim yapmış birisini arayacaksınız sanıyoruz; kimya doktorası
yapmış birini arıyorsunuz, burada da yine aynı üniversitede ikinci kere adrese
teslim kadro.
Sevgili arkadaşlar, maalesef, iktidara geldiğiniz
günden bugüne, üniversitelerimizde seçimle rektör atamama geleneğini
yarattınız. Mesela, üniversitede rektör atanacağı zaman öğretim görevlileri
aralarında seçim yaparlar, 1’inciyi ya da 2’nciyi atarsınız. Sizde bu hiç
görülmedi. Liyakate dayalı değil, siyasete dayalı atamalar yapmaktasınız.
Toplumsal ve siyasal sorunlara kayıtsız kalmayan, bu konularda araştırma
yürüten bilim insanlarımızı maalesef fişlediniz, ambargolara maruz bıraktınız,
yaptırımlarla karşı karşıya kaldılar. Barış akademisyenleri mesela, sırf
iktidar gibi düşünmedikleri için ve düşünmediklerini de açıkladıkları için
üniversitelerden, bilimden ve öğrencilerinden koparıldılar. Haklarında
soruşturmalar açıldı, ihraç edildiler. Soruşturmalardan beraat eden ya da
takipsizlik alanlar görevlerine iade edilmediler. Yine, kanun hükmünde
kararnamelerle birtakım hocaları üniversitelerden, bilimden, öğrencilerinden
kopardınız. Bu üniversite hocalarımızın içinde beraat edenler, takipsizlik
kararı alanları görevlerine iade etmediniz. Bunlardan bir örnek vermek isterim:
Genetik uzmanı Doçent Mustafa Ulaşlı, bugünlerde sıkça ismini duyduk.
Amerika’da ve Hollanda’da yedi yıl boyunca coronavirüs üzerine araştırma yapan,
doçentlik yapan bir arkadaşımız. Bu arkadaş, yedi yıl sonra ülkesinde bu
çalışmaları devam ettirmek ister ve ülkesine döner. Gaziantep Üniversitesi
Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı Genetik Bölümüne gelir. Ne yaparız biz bunu? 1
Eylül 2016’da kanun hükmünde kararnameyle ihraç ederiz. Genetik doçenti Mustafa
Ulaşlı, kısa bir süre sonra takipsizlik kararı alır; beklediği görevine iade
edilmesidir fakat görevine iade etmemeyi, onu cezalandırmayı bir hak olarak
görürsünüz. Bu süreçte cezalandırdığınız sadece Sayın Ulaşlı değil aynı zamanda
onun bilimsel birikimine ihtiyaç duyan Türk toplumudur, Türk halkıdır.
İktidara gelişinizin ilk yıllarından itibaren
hesapsız, plansız, altyapısı oluşturulmadan “Her ile bir üniversite.” diyerek
popülistlik yapıp üniversiteler kurdunuz. On sekiz yılda üniversite sayısını
3’e katladınız, fakat bilimsel yayın sayımız bununla paralel gitmedi. Öğrenci
başına düşen akademisyen sayılarında düşüş yaşanmış, eğitim öğretim ortamı ve
eğitimin kalitesi gerilemiştir.
Dünya Ekonomik Forumu’nun rekabet raporunun
Yükseköğrenim Eğitim Sistem Kalitesi Endeksi’nde 2017-2018 yılları arasında
Türkiye 137 ülke arasında 101’inci sırada yer almıştır. Yine aynı raporun
matematik ve fen bilimleri eğitim sıralamasındaysa Etiyopya ve Gambiya’nın bile
gerisinde kalarak 104’üncü sırada yer almışız. Yine başka bir raporda, 2019
yılında 350 üniversite arasında hiçbir üniversitemiz yok, ilk 500’de 1 tane
devlet üniversitemiz var. Oysa 2015 yılında aynı raporda Orta Doğu Teknik
Üniversitesi 85’inci sırada, Boğaziçi Üniversitesi 139’uncu sırada, İstanbul
Teknik, Sabancı, Bilkent ve Koç Üniversitesi de ilk 350’de vardı sevgili
arkadaşlar.
2013 Mayıs ayı itibarıyla 2.776 tutuklu ve hükümlü
öğrenci varmış. 2016 yılı sonu itibarıyla bu 25 kat artmış, 69.301’e yükselmiş.
Ancak ne var ki elimizde 2019 verileri yok çünkü Bakanlığa “Kaç tane öğrencimiz
tutukludur?” diye sorduğumuzda yanıt yok.
Sevgili arkadaşlar, üniversitelerimizin saygınlığını
ve gücünü artıracak önlemleri hızlıca almak zorundayız. Bu çağda, Türkiye
Cumhuriyeti’ni ileri taşımak istiyorsak eğer bilime, teknolojiye dayanan, özgür
düşünen bireyleri desteklemek zorundayız. Unutmayalım ki özgür düşünen, bizden
aykırı düşünen insanlar, dünyaya çığır açacak değişiklikleri, yenilikleri
kazandırmış insanlardır.
Yine, öğrencilerimizi, aykırı düşünüyorlar diye
cezaevlerine tıkmaktan vazgeçelim. Üniversitelerimizin kalitesini artıralım.
İktidarın hedefi, kendilerine daha iyi hizmet edecek, amaçlarını
gerçekleştirmelerine yardımcı olacak bir üniversite modeli oluşturmaktır. Bu
zihniyet değişmedikçe üniversiteler bilim ve eğitim yuvası değil iktidarların
arka bahçesi olur diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Ardahan Milletvekili Sayın Orhan Atalay.
Buyurunuz Sayın Atalay. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ORHAN ATALAY (Ardahan) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle Covid-19 salgınında
hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum,
hastalara da acil şifalar diliyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün yükseköğretim kurumlarımızın
ihtiyaç duydukları bazı düzenlemeleri içeren bir kanun teklifi üzerine söz
almış bulunuyorum. Sizi saygıyla selamlıyorum.
Elbette ki insanın sahip olduğu en ulvi değer akıl
olunca, akıl yürütmenin amacı olan bilgiye ve özellikle doğru bilgiye ulaşma
çabası da insan için son derece insani kimliğini ve hâliyle üstünlüğünü
oluşturan en değerli eylemi olarak tanımlanır. Tarihsel süreçlere baktığımızda
ise insanın doğru bilgiye ulaşma çabası gerçekten hiç kolay olmamıştır.
Sonuçları yaşayanların hayatlarını kolaylaştırmıştır ama o bilginin özneleri
için o çaba, kim bilir, nice trajedilerle yoğrulmuş, nice acılarla yoğrulmuş,
nice zorluklardan sonra aşılmıştır çünkü doğrunun, hakikatin izini sürmek
birçok asli fedakârlığı gerektirmiştir. Hele hele insanın, doğru bilgiyi
özgürce dile getirmesi, onu savunması, onu yayması gibi bir yolu seçmesi, çoğu
zaman kendisini diri diri yakılmaya, darağaçlarında sallanmaya, hücrelerde
çürümeye veya en hafifiyle itibar suikastlarına konu kılmıştır. Bu türden
trajedilerin hikâyesi açılınca hafızamıza ilk gelen örnekler, genellikle Batı
dünyasında ve engizisyon mahkemeleri şeklinde ifade edilir. Ne yazık ki bu tarz
trajedilere konu olmuş nice din, bilim, düşünce, sanat ve edebiyat adamlarını
biliriz ki onların yaşadıkları dilhun hikâyelerinden çok çok azını duymuşuz.
Hakkında ya hiç veya çok az şey bildiğimiz kısmında ise kim bilir ne vahşetler
ne vahşilikler yaşanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu
girişi şunun için yapma gereği duydum: İnsanlığın kendisinden faydalandığı,
bilim ve düşüncenin öncü atölyeleri olan üniversitelerin tarihine baktığımızda
farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda ve farklı kültürel iklimlerde ortaya
çıkan bilimsel büyük atılımların yapıldığını görüyoruz. Detaylarda farklı
tasnifler ve yorumlar yapılmış olsa bile medeniyet tarihçilerimiz bu büyük
bilimsel atılımların yapıldığı dönemleri genellikle 3 dönem olarak tanımlarlar.
1’incisi Antik Yunan dönemidir ki milattan önce 3’üncü ve 4’üncü yüzyılları
kapsar. Bu dönemde Platon’un Atina’nın dışında kendisine ait “Academia” denen
arazide bir grup insanla felsefe, düşünce, edebiyat, sanat ve ilahiyat üzerine
konuşmalarla başlamış, üç asır sürmüş, bizim bildiğimiz Sokrates, Aristo,
Eflatun gibi isimler bu dönemde yetişmişlerdir.
2’nci büyük bilimsel atılımların yapıldığı 2’nci
evre, milattan sonra 8’inci yüzyıl ile 13’üncü yüzyıllar arası Bağdat ve
Endülüs gibi ışık kentlerin merkezinde beş asır devam etmiş olan dönemlerdir.
Kindî, Farabi, İbni Sina, Gazali, İbni Rüşd gibi dâhilerin zuhur ettikleri
çağlar bu döneme tekabül eder.
3’üncü atılım dönemiyse son üç asırdır Batı
tarafından gerçekleştirilmiştir. Hepimizin bildiği gibi, Batı’da 12’nci
yüzyılın sonlarından itibaren Paris Üniversitesiyle başlayıp Oxford’la devam
eden üniversite süreci ne yazık ki kilisenin aşırı baskısından bir türlü
kurtulamamış, özellikle Aristoteles’in ve onun Müslüman şarihlerinin
tercümelerine bolca rastladığımız Paris Üniversitesinin sanat fakültesindeki
kürsüler, bağımsız bilim ve düşünce anlayışının en canlı temsilcileri olan İbni
Rüşd’çülerin eline geçince İspanya ve İtalya’dan başlayıp kuzeye doğru sayıları
hızla artan engizisyon mahkemelerinin ortaya çıkışına tanık oluyoruz ve o
mahkemelerde hakikatlere nice kalemler kırılmış. Sonra karanlık çağlar dönemi
başladı. Batı bilim, düşünce ve inançlara özgürlük için tam altı asırlık hem de
trajedilerle dolu çok sancılı, kanlı bir dönemi beklemek zorunda kaldı. Peki,
bilimin, düşüncenin, sanatın, edebiyatın, hatta ilahiyatın yani üniversitenin
büyük atılımlar yaptığı bu dönemleri diğerlerinden farklı kılan neydi? Böyle
bir soru sorduğumuzda karşımıza çıkan cevap “imkân”dan başka bir şey değildir.
Bu imkân, medeniyetleri de meydana getiren temel iksirdir. O iksir olmayınca
medeniyet ortaya çıkmıyor. Mesela Yunan medeniyeti denilince akla gelen dönem
milattan önce 3’üncü ve 4’üncü yüzyıllardır. Platon’u, Sokrat’ı, Aristo’yu,
Eflatun’u çıkardığımızda Yunan’ın elinde ne kalıyordur? Aynı şeyi elbette ki
İslam medeniyeti için de söyleyebiliriz; İbni Rüşd'ü, Farabi’yi, Kindî’yi,
Gazali’yi çıkardığımızda medeniyet olarak hangi isimlerle övünebiliriz? Aynı
şeyi Batı medeniyeti ve diğer medeniyetler için de konuşmak elbette ki mümkün.
Demek ki imkân olmadan gelişme olmuyor, imkân olmadan medeniyet ortaya
çıkmıyor. Anlıyoruz ki medeniyete ve insanlığa katkı yapmanın yolu, insan
kapasitesinin azami seviyede kullanılmasına bağlıdır. Bunun için de ona imkân
verilmelidir. İmkân öncelikle özgürlüktür, imkân öncelikle özerkliktir, imkân
öncelikle maddi katkıda bulunmak ve üniversitelerimizin maddi ihtiyaçlarını
karşılamaktır. “Kuşkusuz ki insan için en büyük imkân onun özgürlüğüdür.”
dedik. Çünkü özgürlük, insani kimliğimizi oluşturan en temel, yapısal
unsurumuzdur. O unsur olmadan insanın tanımı bile yapılamaz. Özgürlük yoksa ilerlemek,
gelişmek, verimlilik gibi kelime ve kavramlardan da bahsedemeyiz. Bu nedenle,
tarih boyunca büyük inkişafların ekseriyeti itibarıyla özgür toplumlarda ortaya
çıkmış olması elbette ki bir tesadüf değildir. Bu imkân ise başka imkânları
doğuracaktır. Bugün insanlığın hayatını kolaylaştıran her imkân, işte o büyük
imkânın sonuçlarıdır. Öyleyse gelin, biz de üniversitelerimizin her türlü imkân
alanlarını genişletelim. Bu teklifimizin, esasında böyle bir amacı vardır:
Üniversitelerimize imkân verelim, mevcut imkânlarını genişletelim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet
Dönemi itibarıyla kendimize baktığımızda 1863 yılında kurulmuş olan
“Darülfünun” adında Osmanlı bakiyesi bir üniversitemiz vardı; 1933 üniversite
reformuyla bu üniversitemiz kapatıldı, yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu.
1982’ye geldiğimizde 19 üniversitemiz vardı, 2006’ya geldiğimizde üniversite
sayımız olabildiğince, arzu ettiğimiz seviyeye çıkmadığı için ancak 51’le
kalmıştır. Bugün ise 207 üniversitemiz var. Buraya çıkan hatiplerin bazıları
“Bu kadar üniversite kurdunuz da ne oldu?” şeklinde itirazlarda bulunuyorlar.
Arkadaşlar, üniversite sayımız fazla değildir. Hindistan’ın üniversite sayısı 8
binle başlar, Amerika’nın 5 binle başlar; Arjantin’de, Endonezya’da binlerdedir
bu sayı. Yanı başımızda, bizim kadar nüfusa sahip İran’da 350’yi aşkın
üniversite vardır.
ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) – Kalite… Kalite…
ORHAN ATALAY (Devamla) – Kalite, nicelik, ardından
da nitelik gelir Değerli Vekilim.
Hiçbir yerde siz, akşam kurduğunuz üniversitede
sabah kalite bekleyemezsiniz. O yüzden sabredeceğiz, imkânlarımızı
genişleteceğiz, üniversitelerimizin sayısını elbette ki bir plan program
dâhilinde artıracağız ama aynı oranda onun niteliğini ve kalitesini de
derinleştirmek için, geliştirmek için elimizden gelen çabayı hep birlikte sarf
edeceğiz. Gönlüm arzu eder ki bu yüce Meclisimiz bu toplumun ihtiyaç duyduğu
sivil bir anayasayı yapsaydı ama aynı gönlüm yine arzu ediyor ki aynı Meclis,
aynı iradeyle yeniden YÖK’e layık yeni bir YÖK yasası yapsaydı. Bu teklifimiz
Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar nedeniyle belki aceleye getirilmiş
olabilir ama üniversitelerimiz için yapılması gereken daha çok şey vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim lütfen.
ORHAN ATALAY (Devamla) – Hazırunu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şahısları adına ilk söz İstanbul
Milletvekili Nazır Cihangir İslam’a aittir.
Buyursunlar Sayın İslam. (CHP ve HDP sıralarından
alkışlar)
NAZIR CİHANGİR İSLAM (İstanbul) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Çok değerli arkadaşlarım, az önce medyada bir haber
okudum. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun vakıftan kiraladığı
arazi üzerine bir kaçak yapı yapıyor, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bunu
yıkıyor ama esas mesele şurada, bunu fotoğrafla haber yapan medya organları
hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı terör konusunda soruşturma açıyor.
İşte, dünkü yasanın ilk meyveleri bunlardır değerli arkadaşlarım.
Şimdi, az önce değerli milletvekili arkadaşım “academia”dan
bahsetti; evet, Platon’un “academia”sı belki yeryüzünde ilk üniversite kabul
edilebilir. Ne oldu “academia”ya? Roma Diktatörü Sulla milattan sonra 86’da “academia”yı
yıktı. Ama esas mesele, Roma İmparatoru Jüstinyanus’un 529 yılında “academia”yı
kapatmasıydı ki gerekçesi çok enteresandır, dedi ki: “Artık biz İncil’le
hakikate ulaştık, daha da bizim bilgi üretmeye vesaireye ihtiyacımız yok.”
Böyle bir anlayış. Şimdi, hakikatle ilişki, sürekli bir ilişkidir. Ne yazık ki
-bunu keşke bir gün detaylarıyla burada konuşsak ve tartışabilsek- bizde de
içtihat kapısının kapanması gerçekten bizim kültürel gelişimimize çok ciddi
darbe vurmuştur.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bir medeniyetin
ölçüsü şudur… Ki “Endülüs” dediğimiz hadise bu yüzden çok önemlidir, Endülüs
kendi içerisinde Müslüman olmayan Maimonides’i yetiştirebilmiştir yani bu
özgürlük ortamını sağlayabilmiştir; işte, eğitimde ve insan gelişimindeki esas
hadise şudur…
Şimdi, belki biraz konu dışında ama bir cümleyle bu
notu da bırakacağım, belki ileride tartışırız: Laiklik tartışması bizim on
yıllarımızı aldı ama Batı’nın tarihine baktığımızda gerek siyasi iktidarı gerek
bilgi tekelini elinde bulunduranın, elinde tutanın kurumsal kilise olduğunu
görüyoruz ama bizim tarihimize baktığımızda, bilgi tekelini elinde tutanın,
bizde herhangi bir kurumsal dinî yapı olmadığı için, özellikle despotik
yapıdaki siyasi iktidarlar olduğunu müşahede ediyoruz. İşte, bu yüzden Batı’nın
demokrasi ve laiklikle elde ettiği kazanımları, biz belki de siyasi iktidarı
yani despot siyasi iktidarları başımızdan uzaklaştırıp burada, gerçek anlamda
bir demokrasiyi tesis etmekle elde edebiliriz.
Bir değerli milletvekili arkadaşım barış akademisyenlerinden
bahsetti. Arkadaşlar, öncelikle şunu söyleyeyim: Faşizm sadece ifadeyi
engellemek değildir. Faşizm beni veya herhangi bir insanı cevap vermeye de
zorlamaktır. Yani, ben atıldım. Neden atıldım? İkinci bildiri yüzünden atıldım.
611 imzalı, ifade özgürlüğünü savunan ikinci bildiri yüzünden atıldım. Dedim
ki: Bu, ifade özgürlüğü içindedir. Anayasa Mahkemesi de beni onayladı ama iki
yıl yedi ay geçmesine rağmen OHAL Komisyonundan hâlâ bu konuda herhangi bir
cevap elde edemedik, alamadık. Şunu söylemek istiyorum: Bu yasa, özellikle
7’nci madde bu tip uygulamaları gerçekten kolaylaştıracaktır.
Çok kısaca, 7’nci maddeye ve bu teklifin genel
havasına bir göz atalım. Ceza konusu olan normların somut bir şekilde
tanımlanması gerekir yani bunu soyut tanımlarla ucu açık olarak bırakamazsınız,
açık seçik tanım olacak; hâkimin yorumuna isnat ettiğiniz suç, hâkimin veya o
işin muhakemesini yapanın yorumuna bırakılmayacak; onu yaptığınız zaman, o
hâkime aynı zamanda yasamanın kanun yapma yetkisini de devretmiş oluyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim.
NAZIR CİHANGİR İSLAM (Devamla) – Ayrıca şu konu
özellikle önemli: Bu tanımlar net olarak yapılmadığı için -biz bunu, bu OHAL
döneminde atılma soruşturmalarında da yaşadık- ceza hukukunda kıyas kullanıldı.
E, hukukçu arkadaşlarım bunun ne derece büyük bir felaket olduğunu benden çok
daha iyi bilirler.
Görevi sırasında amirine sözde saygısızlık etmek…
Arkadaşlar, değerli arkadaşlar, bugün Türkiye’deki problem -ben sosyal medyaya
baksam, size şu anda on tane klip indiririm- genellikle rektörlerin astlarına
yaptığı hakaretler ve saygısızlıklardır. Bunu ne yapacağız? Değerli
milletvekili arkadaşım bu konudan bahsetti, mobbingi önleyecek hiçbir önlem yok
bu yasanın içinde. Mobbing, güçlü tarafından aşağıya yapılan kötü bir davranış,
kötü örnek. O yüzden amire saygısızlığın, daha doğrusu çalışanların birbirine
saygısızlığının ne anlama geldiği buraya çok net olarak yazılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NAZIR CİHANGİR İSLAM (Devamla) – Vaktim var mı Sayın
Başkanım?
BAŞKAN – Var efendim, buyurun.
NAZIR CİHANGİR İSLAM (Devamla) – Hemen toparlamak
istiyorum, kusura bakmayın, belki biraz uzattım.
Değerli arkadaşlar, ahlak ve edep dışı davranışlar…
Bakınız, burası hassas bir konudur. Daha önce bu ülke, sadece kılık kıyafet
yüzünden çok büyük sıkıntılar yaşadı ve bir ülke olarak gereksiz yere çok ciddi
vakitler kaybettik; bunun tersinden yaşanmasını istemiyoruz. İnsanları
bırakınız, özgürce kendi inandıkları gibi veya inanmadıkları gibi yaşasınlar ve
hayatlarına, eğitimlerine bu şekilde devam etsinler.
Gerçeğe aykırı rapor konusu önemli bir konudur. Ben
Covid hakkında, geçen konuşmamda söylediklerimi üniversitede söyleseydim beni
yine atardınız. Bu kürsünün dokunulmazlığı nedeniyle ancak bunları ifade ettim.
Neticede buranın yapacağı en hayırlı iş, YÖK Yasası’nı ortadan kaldırmak
olacaktır.
Hepinize saygılarımı sunuyorum, sağ olun. (CHP, HDP
ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şahıslar adına söz sırası Konya Milletvekili
Sayın Orhan Erdem’de.
Buyursunlar Sayın Erdem.
ORHAN ERDEM (Konya) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün coronavirüsten hayatını kaybeden
hemşehrilerimize Allah’tan rahmet -küresel bir sorun yaşıyoruz- yakınlarına
başsağlığı, hastalarımıza şifa diliyorum. Bir an önce bu sıkıntılı günlerden
kurtulmak üzere dualar ediyoruz.
Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’yle ilgili şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
Birçok konuşmayı dinledik. Komisyonda da bazen “Bu yasanın böyle sıkıntılı bir
dönemde gelmesine gerek var mıydı?” ifadelerini kullanan arkadaşlarımız oldu.
Evet, gelmesine gerek vardı çünkü 2 madde bu yasanın önceliğini Meclise
getirmeyi gerekli kılıyordu. Birincisi, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bazı
disiplin hükümleriyle ilgili 7’nci madde. Dördüncü ayda alınmış kararla dokuz
ay içerisinde bu maddenin yeniden düzenlenmesi istenmişti, gecikmiş hâlde
bekliyordu. Bir de bence en önemlilerinden biri de 24’üncü maddede Millî Eğitim
Bakanlığına yaz döneminde, tatil döneminde, inşallah bu sıkıntılardan
kurtulduğumuz dönemde eğitimi planlama, yazın da telafi eğitimi verme imkânını
getiren madde.
Hepsinden önemlisi, böyle sıkıntılı günler içinde
sağlığa dönük yasalar çıkardık. Dün sabahlara kadar çalıştık, cezaevlerindeki
mahkûmlara dönük yasalar çıkardık, torba kanunlarla ekonomiye dönük, birçok
alanı düzenledik. Millî eğitim konularını, yükseköğretim ve eğitim konularını
bu süreçte öncelikli bir şekilde ele almamızın da tüm Meclis için anlamlı bir
görev olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan da millî eğitime 2002’den bu yana bütün
gücüyle hizmet eden hükûmetlerimize teşekkür ediyorum. Çünkü Türkiye’de 18
milyon ortaöğretimde ve ilköğretimde, 8 milyon yükseköğretimde; 26 milyon genç
nüfustan bahsediyoruz ve geleceğimizden bahsediyoruz. Her yıl en büyük bütçeyi
vererek hem derslik sayılarıyla hem açılan üniversiteleriyle, sayabileceğimiz
birçok hizmetle bu alanda belli bir noktaya geldik. Onun içindir ki bugün
dünyada birçok ülke sokağa çıkma yasakları veya kısmi yasaklarla eğitime zaten
ara vermişken, hiçbir şey yapamadan beklerken biz altyapımızla hem
yükseköğretimde hem ortaöğretimde en azından bir destek eğitimini yapabilme
şansını bulmaktayız. Bu, dediğim gibi bir destek eğitimi, daha sonra telafi
eğitimiyle de güçlenecek.
Bu arada, YÖK’e de teşekkür etmek lazım;
üniversitelerimizin önünü açacak rahatlatıcı kararlarla bütün üniversiteler de
kendi eğitim sistemini hazırlama, yönetme imkânı buldu. Ben kendi ilim
Konya’nınkileri biliyorum. Rektörlerimizle konuştuğumuzda, hepsinin çok planlı
bir şekilde on-line veya on-line yapamadıkları noktada bulut sistemiyle
eğitimlerine ara vermeden devam ettiklerini görüyoruz. İnşallah, bu sıkıntılı
süreci atlattıktan sonra da sınavları, vizeleri de onun arkasına planlamış
şekilde görünüyor.
Kısacası, bu Yükseköğretim Kanunu’na değişiklik
getiren yeni teklifle ilgili Komisyonda da tüm partiler -çoğunluğuyla uygun
görerek- güzel bir çalışma yaptık. İnşallah bugün de hep beraber bu kanunu
çıkarırız diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim.
ORHAN ERDEM (Devamla) – Sözlerime son verirken -Orhan Atalay Vekilimizin de dediği gibi-
inşallah, daha müstakil bir YÖK kanunu üzerinde çalışırız ve vakıf
üniversiteleri ve onların sorunlarını çözebilecek bir Anayasa değişikliğini
-kim vakıf üniversitesi olarak kalmak istiyor, kim özel üniversite olmak
istiyor- bunu da tüm gruplar olarak planlar ve iyi bir noktaya getiririz
diyorum.
Çalışmalar için tüm emeği geçenleri tebrik ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o
madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza
sunacağım.
Sayın Aycan, yerinizden bir dakika; buyurunuz.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
59.- Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan’ın,
üniversitelerin eğitim, araştırma ve uygulama merkezi olduğuna ve gücünün
yaptığı yayınlarla ölçüldüğüne ilişkin açıklaması
SEFER AYCAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan,
üniversite, eğitim, araştırma ve uygulama merkezidir; sadece ders verilen bir
yer değildir, liselerden farkı budur. Üniversitenin gücü, yaptığı yayınla ve
yayınlarına aldığı atıfla ölçülür. Bu konuda Türkiye’deki üniversitelerin çok
daha başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. İlk 500’e giren üniversitemiz
maalesef yoktur. Onun için herhangi bir şekilde okul açmanın bir yararı yok.
Burada akademik kariyer yapabilen, kapasiteli öğretim üyeleri yetiştirmek ve
bunların bilimsel çalışmalarına zemin hazırlayan üniversiteler kurmak lazım.
İlçelere meslek yüksekokulu açmanın hiçbir yararı yoktur. Kimseyi kandırmaya
gerek yok; buradaki okullardan yetişen gençlerin meslek sahibi olması mümkün
değildir. Sadece göstermelik birkaç dersle meslek sahibi yetiştirmek mümkün
değil. Uygulaması olmayan okullara boş yere çocukları doldurmamak gerekir.
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1’inci madde
üzerinde 3 önerge vardır. İlk okutacağım 2 önerge aynı mahiyettedir, bu
önergeleri birlikte işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
1’inci maddesinin tekliften çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Muazzez
Orhan Işık Ömer
Öcalan Züleyha
Gülüm
Van Şanlıurfa İstanbul
Tuma
Çelik Tulay
Hatımoğulları Oruç Hüda
Kaya
Mardin Adana İstanbul
Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:
Yıldırım
Kaya Sibel
Özdemir Ahmet
Akın
Ankara İstanbul Balıkesir
Turan
Aydoğan Fikret
Şahin Tekin
Bingöl
İstanbul Balıkesir
Ankara
Serkan
Topal Mahir
Polat Alpay
Antmen
Hatay İzmir
Mersin
Süleyman
Bülbül Abdurrahman
Tutdere Burhanettin
Bulut
Aydın Adıyaman Adana
BAŞKAN – Komisyon aynı mahiyetteki önergelere
katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeler üzerinde söz
isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Hüda Kaya.
Buyursunlar Sayın Kaya. (HDP sıralarından alkışlar)
HÜDA KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
ilginç bir psikoloji içerisindeyim tabii ki. On sekiz yıllık bir AKP
iktidarında, yıllarca Beyazıt Meydanı’nda “YÖK kapatılsın.” diye eylemler
yapmış bir insan olarak, AKP’nin 18’inci yılında, YÖK’ün o günkü bulunduğu
darbe ürünü gerçekliklerinden, kurumsallık hâlinden çok daha katı, çok daha
anlayışsız, müsamahasız, darbe kurumlarından da öte yaptırımcı bir sistemin
aracı hâline getirildiği günlere geldik. Keşke bugünleri hiç görmemiş olsaydık.
“YÖK kapatılsın.” diye mücadele ederken, Beyazıt Meydanı’nda eylem yaparken
geldik, şimdi “Üniversiteler kapatılmasın.” diye AKP’ye karşı konuşma yapmak
zorunda kalıyoruz.
Nasıl bir ülke, nasıl bir Türkiye, nasıl bir ideal;
nereden nereye? Evet, dönüş yapmamamız gereken, ısrar etmemiz gereken,
istikamette olmamız gereken nokta vicdan, ahlak, adalet, insanlık olmalıydı.
Yoksa, gücü ve iktidarı ele geçirdikten sonra “Artık, sadece bizden olanların
konuşma hakkı vardır. Artık, sadece bizden olanların yaşama, çalışma, meslek
edinme hakkı vardır.” diye böyle bir iddia, böyle bir ilke, böyle bir vicdan,
böyle bir inanç olamaz zaten. Dolayısıyla, bir kez daha, bir kez daha
getirdiğiniz her problemli yasa tekliflerinde, önerilerde bunu hatırlatmak
zorunda kalıyoruz maalesef ki. Bir kez daha aynayı tutun kendinize, bir tutun,
bir yoklayın; dün ne iddia ediyordunuz, bugün nereye geldiniz. Bugün
üniversiteleri kapatacak hâle geldiniz. Dün bizim başörtülü kızlarımız
üniversitelerden atılıyordu, bugün üniversiteleri kapatacak hâle geldiniz.
Eleştirdiniz “Darbelerle hesaplaşacağız.” dediniz, şimdi darbe kurumlarını
kutsar hâle geldiniz, başınızın tacı yaptınız, darbe kurumlarından medet umar
hâle geldiniz. Böyle mi yaşayacaktı AKP iktidarı? Darbe kurumlarına sırtını
dayayarak, kirli ittifaklara girerek, eleştirdiğiniz yapılara sırtınızı
dayayarak mı AKP’nin ömrünü, iktidarını uzatmaya çalışıyorsunuz?
Bir taraftan “terörizm” sözü artık dillerde,
ağızlarda -affedersiniz-sakıza döndü ya! Bu nasıl bir şey, bu nasıl bir ifade?
Bunu ifade ederken bile biraz insani olmak gerekiyor, biraz vicdani, biraz
ahlaki olmak gerekiyor. Devleti eleştiren teröristmiş, yok efendim, devletin
kuyusunu kazanlar teröristmiş. Kusura bakmayın; yanlış yapıyorsanız,
iktidarsanız, partiyseniz, bir politika iddianız varsa eleştirileceksiniz, ayet
inmiyor size. Attığınız adımları takip edeceğiz, hesap soracağız,
eleştireceğiz, sorgulayacağız. Kimse eleştirilemez değildir, kimse kutsanmış
değildir, ne kurumlarınız kutsaldır ne sözleriniz kutsaldır ne liderleriniz
kutsaldır. Bugün de sorgulanacaksınız, yarın da bu yaptıklarınızın hesabını
yine vermek zorunda kalacaksınız. Bugün kurduğunuz bu yargısız, hukuksuz, bozuk
sistemle yarın siz bile yargılanmayı istemeyeceksiniz. İstemediğiniz, başınıza
gelmesini istemediğiniz bir şeyi bugün dayatmayın. Sizin de çocuklarınız var,
üniversitelere gidiyor, çok mu memnunsunuz Türkiye'nin eğitim sisteminden?
Düşünen, soran, sorgulayan, “İnsanca yaşansın.” diyen nitelikli nice bilim
insanlarını KHK’lerle attınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
HÜDA KAYA (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.
Üniversiteye nitelik katan bilim insanları,
öğrenmeyi, öğretmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı, yaşama bakışı öğreten bilim
insanları, ya yurt dışındalar ya hapisteler ya esnaf oldular ya da pazarcı
oldular. AKP iktidarında bilim insanları pazarcı oldu. AKP iktidarında
öğretmenler çöp topluyor, şu anda kâğıt toplayan öğretmenler var. Bu mu sizin
eğitimdeki kaliteniz? Türkiye’yi uçurduğunuz seviye, modernlik, gelişme, çağlar
üstü sıçrayış dediğiniz bu mu?
Toplumdaki yansıma çok farklı. Dünya, Türkiye sizin
zihninizden ibaret değil, sizin, o sarayların, sırça köşklerin penceresinden
baktığınız bir Türkiye yok. Gerçeklik bambaşka, Türkiye'nin sokaklarında
yaşananlar çok başka.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özkan.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) –
Kayıtlara geçmesi için ifade ediyorum.
AK PARTİ darbe
durumlarını kutsayan bir anlayışla değil, darbe vesayetini ve darbe kurumlarını
tek tek tasfiye eden bir anlayışla reformlar ortaya koyuyor. Demokratik yargı
da bu reform sürecimizin parçasıdır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
HÜDA KAYA (İstanbul) –
Kayıtlara geçsin diye söylüyorum, YÖK de bunlardan birisidir.
BAŞKAN – Aynı
mahiyetteki önergeler üzerinde söz isteyen Adana Milletvekili Sayın Burhanettin
Bulut.
Buyurunuz Sayın Bulut.
BURHANETTİN BULUT
(Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün yükseköğrenime dair
kanun teklifinin içerisine -umuyoruz ve öyle bir hava olduğunu da biliyorum-
sağlıkta şiddet maddesini ekleyeceğiz. Bu önemli bir şey çünkü bu olağanüstü
günlerde, hepimizin gece saat dokuzda alkışladığımız sağlıkçılara yönelik,
onlara bir moral katacak bir yasa teklifi getireceğiz ve bir başka önemli
tarafı da tüm milletvekilleri, tüm partiler de bunun altına imza atacak. Bu çok
kıymetli çünkü uzun zamandır tartışılıyor, kaç dönemdir sağlıkta şiddet konusu
kamuoyunun gündeminde ama maalesef, buradan herkesi kucaklayan bir sağlıkta
şiddet yasası çıkmadı. En son 2018 Kasım ayında bir sağlıkta şiddet maddesi,
torbanın içerisinde bir madde vardı ama sadece bir kesimin teklifi olduğu için,
maalesef, istenilen seviyede olmadı. Bu neden önemli? Sadece olağanüstü dönemde
sağlıkçıların önemi olduğu için değil, bu biraz toplumsal yapı için önemli, bu
demokrasi için önemli, bu devlet yapısı adına önemli çünkü devleti devlet yapan
demokrasiyi, toplumu birbirine kaynaştıran birtakım maddeler var. Bunlara temel
maddeler deriz. Bunlar devleti ayakta tutan temellerdir. Nedir o? İşte, bugün
tartıştığımız eğitim, hukuk, güvenlik ve sağlık. Bunları toplum nazarında bir güven
unsuru hâline getirdiğinizde toplum yapısı daha sıkılaşır, birbirine daha fazla
güven duyar. O yüzden de bu meslek alanlarının çalışanlarının itibarını yüksek
tutmamız gerekiyor. Bunu da sadece onları önemsediğimiz için değil, tüm
toplumu, tüm devlet yapısını önemsediğimiz noktasından gerçekleştirmemiz
gerekiyor çünkü bu, bir anlamda anayasal olarak da vatandaş hakkıdır. Eğer siz
bir devlet kurmuşsanız ve vatandaşlarınızı da koruma altına almışsanız onların
sağlığına, onların hukukuna, onların eğitimine ve onların güvenliğine de sahip
çıkmanız lazım.
Peki, sağlıktaki tartışmanın, şiddetin artmasının
sebebi ne? Maalesef, 2003 yılında sağlıkta dönüşümle başlayan, daha sonraki
dönemlerde iktidarın farkında ya da farkında olmadan hekimlere -sürekli bir
tartışma içerisine alıp- itibar kaybettirmesi ve üzerine, performans
çalışmasıyla, hekimi o performansın içerisine koyup hastayı da
müşterileştirdiği andan itibaren sağlıkta şiddet sayısı artmaya başladı. Buna
tam gün yasası dâhil edildi ve toplumun, biraz önce bahsettiğimiz,
imtiyazlarının içerisinde sağlık, ulaşılabilir hâlden daha uzaklaşmaya başladı,
kaliteli hâlden daha geriye düşmeye başladı ve güven unsurunun azaldığı noktada
da insanlar şiddete başvurmaya başladı. Bunun değiştirilmesi elbette çok kolay
değil, elbette imkânları ölçeğinde devletin hazinesinin durumuna bağlı ama biz,
o demin bahsettiğim toplumsal yapı için bunların itibarlarını koruyabiliriz.
İşte, bugün umduğumuz, düşündüğümüz, tüm partilerin imza atacağı sağlıkta
şiddet yasasının en önemli tarafı bu.
Tabii, Kasım 2018’de çıkan sağlıkta şiddet yasasının
etkili olmamasının temel gerekçelerinden birisi de sağlık alanında bulunan
herkesin o kapsam içerisine alınmaması. Bugün en çok tartışılan meslek
alanlarından biri eczacılar. Hemen hemen tüm konuşmacılar, dünden itibaren
farklı konularda olsa bile bir maskeye değindi. Maalesef, maske konusu ilk
dönemlerde eczacı ile vatandaşı karşı karşıya getirdi, bu son alınan kararda da
karşı karşıya geldi. Hatırlayın, Cumhurbaşkanı “Maskeler bundan sonra ücretsiz
satılacak.” dedi, ertesi gün insanlar maskeye ulaşamadı. Markette, toplu
ulaşımlarda maske takılması gerektiği ifade edildi ancak ulaşılamadı. Burada da
hep eczacı tartışıldı; sonunda eczacının bulunduğu konum, yapı itibarıyla da bu
virüsle ilgili tartışmaların en göbeğine geldi. Bugün sayısal olarak da
baktığımızda, eczacılar, kendi imkânları içinde 100 bine yakın eczacı ve
çalışanıyla birlikte, coronavirüs tehdidinde hastaneden sonra 2’nci yer hâlinde
ve şu anda rakamlara baktığımızda da iki gün önce yaptığım konuşmada 3
eczacımızın vefat ettiğini söylemiştim; bugün o sayı 5 eczacıya çıktı, 20
eczacının virüse bulaştığını söylemiştim; o sayı 30’a çıktı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
BURHANETTİN BULUT (Devamla) – Çalışanların sayısı
keza aynı şekilde artmaktadır. Bizim, gerek partimiz olarak gerek toplumun
beklentisi olarak talebimiz, tüm partilerin imzasıyla, herkesin istediği
sağlıkta şiddet yasasının çıkarılması ve sağlık çalışanlarının -hiçbirisine
burada ayrım yapılmadan- hepsini kapsaması. Hekimi, eczacısı, hemşiresi tüm
sağlık çalışanlarının bu koruma şemsiyesinin içerisine alınması önem arz
ediyor.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Yükseköğretim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 1’inci maddesinde yer
alan “kaldırılmıştır” ibaresinin “çıkarılmıştır” şeklinde değiştirilmesini arz
ve teklif ederiz.
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Orhan
Çakırlar Arslan
Kabukcuoğlu
İzmir Edirne Eskişehir
Ayhan
Altıntaş Enez
Kaplan Fahrettin
Yokuş
Ankara Tekirdağ Konya
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge üzerinde konuşmak isteyen Ankara
Milletvekili Sayın Ayhan Altıntaş.
Buyurunuz Sayın Altıntaş. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle Çin kaynaklı corona virüsü nedeniyle hayatını
kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, hastalara acil şifa diliyorum.
YÖK Kanunu’nda değişiklik öneren yasa teklifinin
1’inci maddesi hakkında konuşma yapmak üzere söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Bu maddede itiraz edebilecek bir durum yok ama
üniversite hakkında genel olarak konuşmak istiyorum.
Şu soruyla başlayalım: Üniversite yönetiminde en zor
soru nedir? Bence hocaların değerlendirilmesidir, bunu da ancak diğer hocalar
yapar. Sadece dosyaya bakarak veya sadece niteliksel bir değerlendirmeyle
anlaşılmaz. Doçentlikte sadece dosyaya bakma dönemi gelmesi yanlış olmuştur.
Doçentlik sözlü sınavında kendi yayınından bihaber pek çok aday gördüm.
Dolayısıyla bu konuya YÖK’ün el atması gerekmektedir.
Ayrıca başka konulardan bahsetmek istiyorum. Neden
iyi üniversitelerimiz çok az? Neden uluslararası başarılarımız kısıtlı? Neden
her şeyi kontrol altında tutarak yani zapturaptla ilerlemeye çalışıyoruz?
Duvarı elinizle iterseniz duvarı hareket ettiremezsiniz ama yorulursunuz.
Termodinamikte buna “Entropi arttı.” denir; siz enerji harcarsınız ama iş
yapamazsınız. Duvarı daha kalın ve sağlam yaparsanız daha çok yorulursunuz ama
iş yapamazsınız. Girdilere bakmak da böyle bir şey. Asıl değerlendirilmesi
gereken girdiler değil çıktılardır.
Üniversiteler hakkında doğru bilinen yanlışlar:
1) Hoca ve öğrenci sayıları büyükse üniversite
iyidir. Yanlış çünkü bu sayılar girdilerdir, çıktılar değil. Bakınız Harvard
Üniversitesi. Ama iyi üniversitelerde lisansüstü öğrencisi nispeten çoktur, çok
sayıda kaliteli doktora mezunu verilmesi mühimdir.
2) Üniversiteyi bir açalım, sonra nasılsa gelişir.
Yanlış da olabilir; gömleğin birinci düğmesini yanlış iliklemek gibi.
3) Üniversitenin adı ünlü bir kişi olursa üniversite
de iyi olur. Yanlış. Birçok korkak arkadaşımız var, isimleri kahramanlık
çağrıştırır.
4) Rektör sözümüzü dinlerse üniversite iyi olur. Çok
yanlış. Bakınız Fatih Sultan Mehmet ve Akşemseddin.
5) Devletten araziyi arkadaşlara verelim de güzel
bir üniversite kursunlar. Yanlış. Üniversite işini bilmeyenlerin kuracağı
üniversiteden hayır gelmez.
6) Parayla iyi üniversite olur. Yanlış da olabilir; bilimsel
iklim yoksa parayla da olmaz. Bakınız Arabistan üniversiteleri.
7) Az parayla da iyi üniversite olur. Yanlış. Bizim
2020 yılı 129 üniversite bütçemiz bir Harvard etmiyor. Ancak maaşlar, elektrik,
su ve temizlik karşılanıyor.
8) Üniversiteyi herkes yönetebilir. Çok yanlış.
Bakınız Anadolu Üniversitesi.
9) Özgürlük ve itiraz kültürü üniversiteleri bozar.
Çok yanlış. Bakınız Orta Doğu Teknik Üniversitesi. Çin’de de var, Beijing
Üniversitesi; Amerika’da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley.
10) Üniversiteleri ne kadar çok denetlersek o kadar
başarılı olurlar. Denetim şart ama boğmadan.
11) Üniversitelerde hocalar tüm gün ders verir.
Yanlış; yaklaşık iki yüz yıldır araştırma öne çıktı.
12) Tüm gün ders vermek ayıp mıdır? Hayır. Aksine sanayinin
ihtiyacına yönelik eğitim çok önemlidir.
Son 2 maddeyi biraz inceleyelim.
Üniversiteler başlangıçta var olan bilgiyi
dağıtmakla görevliydiler. Hangi konular? Din, hukuk, felsefe, tıp, matematik,
astronomi gibi. 1800’lerde Wilhelm von Humboldt yeni bir yaklaşım getirdi:
“Üniversiteler var olan bilgiyi dağıtsınlar, insanları eğitsinler; tamam ama
yeni bilgi de üretsinler; inceleme, araştırma yapsınlar.” dedi. Yani ilave
değer yaratsınlar. Bunu ilk uygulayan Almanlar değildi, Amerikalılardı. Amerika’da
yeni kurulan üniversitelerdi, başta Johns Hopkins olmak üzere. Humboldt’un adı
sonra Berlin Üniversitesine verildi. Hem eğitim hem de araştırma yapan
üniversitelere ikinci nesil üniversite diyebiliriz. Bugün dünyada listelere
giren en iyi üniversiteler böyledir. Sadece eğitim veren yüksekokullar yok
mudur? Vardır. Amerika’da kolejler, bizde yüksekokullar ve meslek
yüksekokulları; onlara da çok ihtiyaç var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) – Dikkat ederseniz,
araştırma yoksa “üniversite” kelimesi pek kullanılmıyor. Dünya artık üçüncü
nesil üniversiteleri konuşuyor; üniversite-sanayi iş birliği, girişimcilik,
yenilikçilik öne çıkıyor hatta dördüncü nesil üniversiteleri de konuşuyor;
kendileri değer yaratmasın ama değer yaratmak için ekosistem oluştursunlar.
Üniversite tercihinde birinci konu nedir? Cevabı
basit; mezuniyetten sonra iş imkânı. Mezun olduktan sonra altı ay içinde
mezunlarının yüzde 90’ından fazlasına iş bulamayan üniversite pek tercih
edilmiyor. Bizde böyle istatistik yok ama öğrenciler ve veliler iş bulma
imkânına çok önem veriyorlar. Bu sebeple yakında pek çok vakıf üniversite
öğrenci bulamayacak. YÖK, bu nedenle her yıl yüzde 2 teminat akçesi istiyor. Bu
para yeter mi? Her yıl yüzde 2 katkı alarak faaliyetine son verilen
üniversiteyi bir yıl ayakta tutmak için elli yıl gerekecek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım efendim.
AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) - Aslında öğrenciler mezun
olana kadar dört yıl ayakta tutmak gerekecek ama biz yine de bir yıl diyelim,
elli yıldan önce üniversite sıkıntıya girerse bir yıl bile ayakta tutmak
neredeyse imkânsız. O zaman neden yılda yüzde 2’den fazla bir miktar, mesela
yüzde 5 değil? Çünkü vakıf üniversiteleri öğrenci bulamıyor, bir çoğu maddi
sıkıntı içinde ve bu sene iyice sıkıntı yaşayacaklar, daha fazlasını
veremeyecek durumdalar.
Öğrenci bulamayıp faaliyetleri sona ererse bedeli
kim ödeyecek? Tabii ki devlete yıkacaklar. O yüzden hiç umursamadan vakıf
üniversitesi açıyorlar. Cumhurbaşkanı bile şikâyet etti ama şikâyetle kalmasa
da etrafındakilere söylese, yeni üniversite açtırmasa.
Şimdilik burada bırakıyorum ve Genel Kurula
saygılarımı sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 2’nci madde üzerinde 2 önerge
vardır, aynı mahiyetteki bu önergeleri birlikte işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 2’nci
maddesindeki "beşinci” ibaresinin "yedinci” şeklinde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Yıldırım
Kaya Abdurrahman
Tutdere Sibel
Özdemir
Ankara Adıyaman İstanbul
Süleyman
Bülbül Fikret
Şahin Turan
Aydoğan
Aydın Balıkesir
İstanbul
Alpay
Antmen Tekin
Bingöl Ahmet
Akın
Mersin Ankara
Balıkesir
Serkan
Topal Mahir
Polat Ali
Fazıl Kasap
Hatay İzmir
Kütahya
Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Orhan
Çakırlar Zeki
Hakan Sıdalı
İzmir Edirne Mersin
Fahrettin
Yokuş Arslan
Kabukcuoğlu Enez
Kaplan
Konya Eskişehir Tekirdağ
BAŞKAN – Komisyon aynı mahiyetteki önergelere
katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeler üzerinde söz
isteyen Kütahya Milletvekili Sayın Ali Fazıl Kasap.
Buyursunlar Sayın Kasap. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ FAZIL KASAP (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Coronavirüs münasebetiyle vefat edenlere rahmet, şu
anda hasta olan, taşıyıcı olan tüm vatandaşlarımıza, tüm dünya insanlarına acil
şifalar diliyorum.
Burada YÖK’le ilgili, öğretim üyelerinin kendi
bilgilerinin ekranda görülmesi çağın getirdiği olağan bir şey, o konuya çok
fazla girmeyeceğim.
Bunun yerine, keşke, burada esnafın, berberin,
kuaförün, lokantacının, maden işçisinin, fabrika işçisinin yardım paketini
konuşuyor olan bir kanun teklifiyle gelseydik; keşke patrona teşvik, yüzde 1
KDV’yi ön plana çıkaran bir yapılanmayla gelmeseydik.
Bakın, değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri;
31 Ocakta İtalya OHAL ilan etti, 31 Ocak tarihinde. Biz? 27
Şubatta Şirin Payzın İtalya’dan Türkiye’ye giriş yaptı. Sağlık Bakanının
beyanatı şu şekilde: “Sizi iyi görünce zahmet vermedik.” Kapılarımız sonuna
kadar açıktı; geç kaldık. Sonraki süreçte yine geç kaldık, bir sürü şeyler
oldu.
Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı aynen şu şekilde
söylemişti: “Maske satışı yasaktır.” Sayın Cumhurbaşkanının şöyle bir beyanatı
var… Onun talimatıyla 20 ila 65 yaş arasına maske ücretsiz dağıtılacaktı.
Tabii, siz, bunları yapıyorum diye uğraşırken belediyelerin yardım yapmasını
engellediniz. Bir aşevine bağış yapılmasını engellediniz, Odunpazarı
Belediyesi, Eskişehir. Yardımların önüne geçtiniz. Tabii, dağıtamadınız maskeyi.
Nasıl dağıtamadınız? Bakın, 250 bin nüfuslu bir ilde 14 PTT kargo elemanı kara
kara düşünüyorlar. 5 milyon “tık” almış e-devletten. Giriyorsunuz e-devlete
-e-devleti olan 49 milyon kişi var, çoğu giremiyor- bakın, onu da göstereyim
size, 9 gün önce kendim e-devlete girdim. Henüz maske bana ulaşmadı, herhâlde
corona salgını bittikten sonra ulaşacak. Bakın, burada da üç katlı maske, 5
tanecik, şu görmüş olduğunuz basit maske, çok basit.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sizin
milletvekili olduğunuzu bildikleri için buradan maske temin edebilirsiniz diye…
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) –
Şahsım adına ve ailem adına istedim. Milletvekillerine burada veriliyor ama verilemiyor.
14 kişiyle nasıl
dağıtacaktınız, PTT kargoyla? Mümkün değil. Ya, o kadar zor değil.
Bakın, arkadaşlar, bir
eczaneden T.C. kimlik numarasıyla aynı SGK gibi -SGK’de nasıl fatura ediliyorsa
ilaç- istediğiniz kadar maske alabilirsiniz. Bu devirde, bu maskenin düşmesi
lazım artık, bu maskeye gerek yok. 2 tanecik maske. Bu maskeyi beceremediniz,
bu maskeyle gündemi dolduruyorsunuz. “Ücretsiz dağıtılıyor.” dediniz, şu anda
valilikler ücretli dağıtıyor. Antalya’da 0,85 kuruşa…
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Devletler birbirlerinin
maskesini çalıyor.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Hayır. İşçilere, gariban
işçilere verilecek olan maskeyi 0.95 kuruştan satıyorsunuz.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Başka devletler birbirinin
maskesini çalıyorlar, eşkıyalık yapıyorlar.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Kütahya Valiliği,
satıyor.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Korsan operasyonla maske
çalıyor.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Hayır, hayır!
Tiye almışsınız eski Milletvekilimiz Gaye Hanım’ı,
önermişti “Eczanelerden verilsin.” dedi. Önce tiye aldınız, sonra kabul
ettiniz.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – İngiltere’ye maske
veriyoruz.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Ücretsiz maske
dağıtımını dahi beceremediniz. Dokuz gün geçti maske gelmedi, maske. 50 işçi…
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Basitleştirmeyin.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Bakın, siz…
ORHAN KIRCALI (Samsun) – İngiltere niye üretemiyor
maskeyi o zaman, o kadar basitti?
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Bakın arkadaşlar, sağlıkta
şiddet yasasını 2018’de getirdik…
ORHAN KIRCALI (Samsun) – Niye bizden istiyorlar?
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Burada riya kokuyor,
zamanı gelince konuşursunuz.
Sayın milletvekilleri…
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Tüm dünyanın saygı duyduğu
şu günlerde siz kötülemeyin bu ülkeyi.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Kötülemiyorum, yol
gösteriyorum, diyorum ki: Maskeyi gelin, eczanede verin verin.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Veriyorlar zaten.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Veriyorlar.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Vermiyorlar.
Şu anda Türkiye'nin hiçbir yerinde maskesiz markete
gidemiyorsunuz, pazara gidemiyorsunuz maskesiz, parayla alamıyorsunuz maskeyi.
BAŞKAN – Sayın Kasap…
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Niye? Çünkü bedava alınıyor.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Hayır. Alamıyorsunuz,
alamıyorsunuz, alamıyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın Kasap, Genel Kurula hitap edelim
lütfen.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Sizin gücünüz ancak buna
yetiyor sevgili arkadaşlarım. Ancak bu mahalle mutsuz, Türkiye mutsuz.
ORHAN KIRCALI (Samsun) – Yanlış bilgi veriyorsun.
ŞAHİN TİN (Denizli) – Yanlış bilgilendirme
yapıyorsunuz.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Yanlış bilgilendiriyorsun.
Mutsuz olan sizsiniz.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Gazze ağlıyor, Gazze ölüyor,
siz yoksunuz.
Teşekkür ediyorum.
ŞAHİN TİN (Denizli) – Doğru değil bunlar.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Kendi vatandaşına maske
veremeyen…
ORHAN KIRCALI (Samsun) – Milletin kürsüsünden yanlış
bilgi verme.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Yanlış bilgi vermiyorum,
gerçek bilgiyi aktarıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Siz sadece ve sadece bir
yeri sevindiriyorsunuz.
ŞAHİN TİN (Denizli) – Maske sıkıntısı yok
Türkiye'de.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Birileri ağlıyor,
birileri ölüyor. Gazze’ye yardım gitti mi? Bana onu söyleyin siz. Türkiye’ye
bir maske veremiyorsunuz, gelin verin. Gelin, şu yardımı işçilere yapalım,
gelin esnafa yapalım. Esnaf kredi alamıyor bugün. Siz sadece sözde, sadece sözde…
Pandemiyi artırmakta üstünüze yok. Evde tutamıyorsunuz insanları. Bugün
madenciler coronavirüslü, pozitif; bugün sağlıkçılar… Benim 2 meslektaşım öldü,
doktor öldü.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Bedava, bedava…
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Maske bedava değil.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Yeryüzünde sadece bu ülkede
bedava.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Maske bedava değil,
veremediniz! 0.90 kuruş, 0.90 kuruş…
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Maske bu ülkede bedava.
BAŞKAN – Sayın Kasap, teşekkür ediyoruz.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Maske de bedava, tedavi de
bedava.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) – Bedava değil.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Bütün sağlık hizmetleri
bedava.
ŞAHİN TİN (Denizli) – Yalan yanlış bilgiler.
BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önerge üzerinde söz
isteyen Mersin Milletvekili Zeki Hakan Sıdalı.
Buyursunlar Sayın Sıdalı. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
ZEKİ HAKAN SIDALI (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkeler ürettiği, yarattığı değerler kadar zengindir.
Üniversiteler, bu değerleri oluştururken hem akademisyenlerine hem de
mezunlarına ayrı ayrı dünya görüşü ve kültürel birikim yaratırlar; aynı
zamanda, mesleki bilgi ve beceri de kazandırırlar.
Teknoloji çağındayız. Üniversitelerin sorumlulukları
hiç olmadığı kadar arttı. Türkiye’deki yükseköğretimi de toplumun geleceğini
inşa edici bir vizyon ve misyonla yarının dünyasına hazırlamak gerekiyor. Bu
hazırlığın dayanak noktasıysa akademik özgürlük, kurumsal özerklik ve bilimsel
bilgi üretme isteği olmalıdır. Bunları yapabildiğimiz ölçüde uluslararası
itibarımız artar, bilim dünyasında saygın bir konum elde edebiliriz. Bunu
hepimiz biliyoruz da ne yapıyoruz? Öncelikle, yükseköğretimden ne beklediğimizi
sorgulamamız gerekiyor. Sadece “Öğrenci üniversiteye gitsin, işsiz sayılmasın.”
mı istediğiniz? Bir kente üniversite açarak öğrenciler gittiği muhite bilim
değil, para getirsin mi istiyorsunuz? “Bacasız fabrika” teriminden turizmi
değil, yükseköğretimi mi anlıyorsunuz? Öğrenci müşteri mi?
Hedef, yükseköğretimle ülkemizin gerek duyduğu
nitelikli ve entelektüel insan gücünü yetiştirmek, AR-GE’yi güçlendirmek, bilgi
üreterek bunları toplumun hizmetine sunmak olmalı. Bu yüzden, göstermelik
değil, kalkınmanın sürdürebilirliğini sağlamak için kaliteli fırsat eşitliği
yaratan ve verimliliği artıran bir yükseköğretim inşa etmek zorundayız.
İktidarın on sekiz yıllık yükseköğretim karnesine
baktığımızdaysa yapacağımız ilk tespit, Türkiye bir akademik devalüasyonla
karşı karşıyadır. Paramız gibi, eğitimimizin de değeri düşüyor. Türk
akademisine niceliksel bir büyüme yaşattığınız doğru. İktidarınızda 130 yeni
üniversite açıldı, profesör ve doçent sayısı 3 kat arttı, üniversite öğrencisi
sayısı katlanarak yükseldi ama bunun beraberinde niteliksel bir çöküş olduğu da
çok açık çünkü siz sürekli bu sayıları artırırken bunu hem ehliyetten hem de
liyakatten ödün vererek yapıyorsunuz. Sizin bu verdiğiniz ödünlerin bedelini
maalesef ki gençlerimiz ödüyor. Türkiye kayıp neslini oluşturma yolunda hızla
ilerliyor.
Sayın milletvekilleri, yükseköğretimi geliştirmek
yüksek ve geniş binalar yapmak değildir. Üniversiteler kum, demir, çimentodan
çok, akıl, bilim ve vizyonla inşa edilir. O binaların içerisini kalifiye
öğretim üyeleri ve araştırmacılarla doldurabilmek; öğrencilere dünya görüşü ve
mesleki beceri kazandırarak hayata ve iş dünyasına hazırlamak; öğrencilere
eleştirel düşünce, iletişim, iş birliği, yaratıcılık kazandırmak; mezuniyet ile
istihdam arasındaki ilişkileri doğru kurgulayabilmek ve değişen dünya
taleplerine uyum sağlayacak esnekliğe sahip olabilmek; Türk akademisinin atması
gereken adımlar bunlardır. İş algı ve gösterişse nicelik olarak varsınız;
buluş, atıf, keşif, patent olunca nitelik olarak maalesef yoksunuz; eğitim
kalitesini artırmaya gelince de yoksunuz. Birçok gencimizi okumak için yurt
dışına mecbur bırakıyorsunuz, kendi çocuklarınız dâhil. Aslında göreviniz,
kendi çocuklarınızı da gönül rahatlığıyla okutabileceğiniz kalitelerde
üniversiteler oluşturmak olmalıydı; aynen bizlerin okuyabildiği gibi,
çocuklarımız da bu imkâna sahip olabilmeliydi.
Sayın milletvekilleri, üniversite öğrencisi sayımız
7 milyon. Kusura bakmayın ama bu, övünülecek bir şey değil. Her sene yarım
milyon öğrenci üniversitelerden mezun oluyorken ve işsizler kervanına
katılıyorken, bizim bu kadar üniversite mezununa iş yaratacak bir ekonomimiz
yokken bu övünülecek bir şey değil. İş dünyasının talep ettiği alanlarda
nitelikli insan kaynağını ve ara elemanı iyi bir şekilde yetiştirmeye
ihtiyacımız var. Aslında teknoloji çağında bu planlama çok kolayken
yapmıyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın.
ZEKİ HAKAN SIDALI (Devamla) – Toparlıyorum.
Eğitimin standartlarını yükselttiğiniz ölçüde
ekonominin iyileşeceğini bilerek hareket eden vizyon ve planlamaya ihtiyacımız
var ama siz şimdiye kadar her ikisini de başaramadınız ve bu politikalarla da
başaramayacaksınız.
Güçlü, kültürel, bilimsel ve entelektüel arka plana
sahip Türk akademisinin geçmişte değer üretememe gibi bir sorunu olmadı, daha
fazlasını üretmeye ihtiyacı vardı ama sizin döneminizde bunun dışında bir de
yönetilememe sorunu oluştu. Dolayısıyla, bilgiyi anlamlandırabilecek ve pozitif
doğrultuda kullanabilecek bir yönetim yapısına ihtiyacımız var. Bilimde aynı
yanlışları yaparak doğru sonuç elde edemezsiniz. Doğru sonuç, kanunlarla
yapılan değişikliklerle değil, zihniyet değişikliğiyle olur. “Gelin hep beraber
akademik zihniyet değişikliğini planlayalım.” diyeceğim “Hayır, her şeyi biz
biliriz.” diyeceksiniz.
Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Şimdi 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü madde üzerinde 3 adet önerge vardır. Okutup
işleme alacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
3’üncü maddesinin tekliften çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Muazzez
Orhan Işık Züleyha
Gülüm Tuma
Çelik
Van
İstanbul
Mardin
Ömer
Öcalan Tulay
Hatımoğulları Oruç
Şanlıurfa
Adana
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde konuşmak üzere Mardin Milletvekili Sayın Tuma Çelik.
Buyursunlar Sayın
Çelik. (HDP sıralarından alkışlar)
TUMA ÇELİK (Mardin) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; YÖK, Türkiye’de 12 Eylül darbesinin bir
ürünüdür, 15 Temmuz FETÖ kalkışması sonrasında daha da baskıcı bir hâl alan bir
kurumudur. Ben bu konuda daha fazla bir şey söylemek istemiyorum çünkü birçok
arkadaş değişik şeyler söyledi ama şunu da söylememiz gerekiyor: Bu ülkenin yüz
akı olan barış akademisyenlerine karşı gösterilen tutum, akademiyi yıllarca
geriye götürdü. Bunun sonucunda da birçok akademisyenimiz dünyanın dört bir
yanına dağılmak zorunda kaldı. Bu tavrınız asla unutulmayacak. Unutmayın,
akademiyi biat edenlerle doldurmak, “Ben yaptım oldu.” anlayışını sürdürmek ne
akademiye ne de memleketin dertlerine derman olmaz diyor ve başka bir konuya
geçmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, eğitim ve öğretim hakkı yurttaşların en temel haklarından
birisidir. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmıştır.
Buna rağmen Süryaniler doksan yıl boyunca hak ihlaliyle karşı karşıya kaldılar.
Bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında uluslararası bir sözleşmeye,
Lozan Antlaşması’na imza atmıştır. Bu antlaşmanın 37’nci ile 44’üncü maddeleri
arasında Türkiye’de yaşayan farklılıkların hakları düzenlenmiştir. Bunlardan
41’inci madde aynen şöyle der: “Genel kamusal eğitim konusunda Türk Hükûmeti Müslüman
olmayan vatandaşların önemli bir oranda oturdukları il ve ilçelerde bu
vatandaşların çocuklarına ilkokullarda ana dilde eğitim konusunda uygun
kolaylıklar göstermelidir.”
Evet, Lozan’ın bu açık hükmüne rağmen Süryanilere
kendi ana dilinde eğitim yapma imkânı sunulmadı. Daha da kötüsü Süryanilerin
sahip olduğu okullar, Mardin ve Diyarbakır’daki son okulları 1928 yılında
devlet tarafından kapatıldı. Daha sonraki süreçte yaşananları hepimiz
biliyoruz. Türkiye’deki on binlerce Süryani yaşadığı, gördüğü baskılar
neticesinde göç etmek zorunda kaldı ama Türkiye’deki hak mücadelesine her
ortamda da devam ettiler. Bunun sonucunda da 2013 yılında Ankara 13. İdare
Mahkemesi, Lozan’ın varlığını fark etti ve Süryanilerin okul açmasına onay
verdi ancak bu sefer de Süryanilerin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle bu
haklarını kullanma imkânları ortadan kalktı.
Biliyorsunuz, eğitim pahalı bir iştir ve ne
Süryaniler ne de diğer azınlıklar kendi ana dillerinde eğitim yapabilmesi için
devlet hiçbir katkıda bulunmuyor. Dolayısıyla da hem insan haklarını hem
uluslararası antlaşmaları hem de kendi hukukunu çiğnemiş oluyor. Ayrımsız,
bugüne kadar işbaşına gelen bütün iktidarlar Batman’da, Mardin’de, Şırnak’ta,
Cizre’nin, İdil’in, Midyat’ın, Nusaybin’in, Dargeçit’in, Gercüş’ün, Savur’un,
Yeşilli’nin herhangi bir Süryani köyünde tek kelime bilmeyen çocuklara Türkçe
öğretmek için her türlü masrafı göze aldı Türkiye Cumhuriyeti ama Süryanilerin
kendi ana dillerinde eğitim yapmaları için ne izin verdi ne de herhangi bir şey
yaptı. Oysa, yukarıda okuduğum madde açık. Süryanilerin çoğunlukta olduğu
yerlerde devlet, Süryanice eğitim veren okulların açılmasını ve yaşamasını
sağlamakla yükümlüdür.
Şimdi, bakın, ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir
Süryani’yim. Devletin benden talep ettiği bütün yükümlülükleri yerine
getiriyorum, vergimi ödüyorum ama devlet bana karşı yükümlülüklerini yerine
getirmiyor. Mesela bizim yani azınlıkların ödediği vergilerden imam-hatip
okullarına bütçe ayrılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı bu vergilerimizle kendi
bütçesini oluşturuyor. Ama benim okulum, kilisem, din adamım hiçbir şekilde
benim ödediğim vergilerden yararlanmıyor. Bize göre bu bir haksızlıktır ve buna
bir an önce son verilmesi gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TUMA ÇELİK (Devamla) - Başkan, iki saniye daha
istiyorum sizden.
BAŞKAN – Buyurun.
TUMA ÇELİK (Devamla) – Tekrar ediyorum: Bize göre bu
bir haksızlıktır ve buna bir an önce son verilmesi gerekiyor. Bunun için de
Süryanilerin ve diğer azınlıkların çoğunlukta bulunduğu köy, mahalle ve
ilçelerde devletin imkânlarıyla kendi ana dillerinde eğitim yapabilme
imkânlarına kavuşturulması gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, bizler hiç kimseden bize farklı
davranmasını, ayrıcalıklar sağlamasını istemiyor ve beklemiyoruz. Bizler eşit
yurttaşlık hukuku çerçevesinde, uluslararası sözleşmelerde ve Anayasa’da yer
alan temel insan haklarımızı talep ediyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 3’üncü
maddesine “şartı” ibaresinden önce gelmek üzere “ve ALES” ibaresinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Yıldırım
Kaya Sibel
Özdemir Emine
Gülizar Emecan
Ankara
İstanbul
İstanbul
Süleyman
Bülbül Kamil
Okyay Sındır Utku
Çakırözer
Aydın
İzmir
Eskişehir
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Şimdi önergenin üzerinde konuşmak isteyen
Eskişehir Milletvekili Sayın Utku Çakırözer.
Buyursunlar Sayın Çakırözer. (CHP sıralarından
alkışlar)
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye’nin corona salgınından geçtiği bu süreçte
üniversitelerle ilgili bir paketin içinde öğrencilerin kredi borçlarına, ödeyemedikleri
harçlarına derman bulmayı beklerdik. Paketin içinde vakıf üniversiteleri var,
oralarda okuyan on binlerce öğrenci var, kampanya başlattılar, “Canımızla
taksit ödeyemeyiz.” diyorlar. Çünkü çoğu çalışıp okuyordu, salgın döneminde
işlerinden oldular. Beklerdik ki bu pakette onlara faizsiz ödeme kolaylıkları,
taksitlerini salgın sonuna erteleme imkânı getirilsin, hiçbiri yok.
Geçinemediği için intihar eden öğrencilere dikkat
çekmek amacıyla basın toplantısı düzenledikleri için kredileri kesilen
üniversiteliler ile onlarla dayanışma açıklaması yaptıkları için kredileri
kesilen onlarca gencimize destek beklerdik bu pakette, o da yok.
Jet hızıyla Meclis gündemine gelen bu paket, özgür
düşünce ve bilim ortamı olması gereken üniversitelere yeni baskılar, yeni
tasfiyelerden başka bir şey getirmiyor. Ölçülerini kimin neye göre
belirleyeceği belli bile olmayan, propaganda gerekçesiyle, büyük kaynaklarla,
büyük emeklerle yetiştirdiğimiz değerli akademisyenlerimizin geleceği bir
kalemde yok edilecek. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Türkiye’nin ilerlemesi
akıl ve bilimle olur, onun yolu da hür düşüncedir, demokratik tartışma
ortamıdır.
Değerli arkadaşlarım, işte, bir bildiriye imza
attılar diye üniversitelerden yüzlerce hocamız ihraç edildi, haksız hukuksuz
yargılandılar, hatta tutuklananlar oldu. Ama, işte, Anayasa Mahkemesi tüm
bunların hukuksuz olduğunu tespit etti. Şimdi yapılması gereken belli, bu
akademisyenlerin üniversitelerine dönüşünün yolu açılmalı. Ayrıca, KHK’lerle
ihraç edilen ama mahkemelerin suçsuz bulduğu akademisyenlerimiz var. Onlara da
bir mağduriyet daha yaşatılarak kendi üniversitelerine değil uzak
üniversitelere gönderildiklerini görüyoruz. Bu mağduriyetlerden de derhâl
vazgeçilmelidir. YÖK, milletin Meclisine yeni ihraçların önünü açacak madde
getirmek yerine, önce, yapılmış olan bu haksızlıkları, adaletsizlikleri
gidermelidir.
Değerli arkadaşlarım, paketin görünen amacı vakıf
üniversitelerine çekidüzen vermek. Evet, hepimizin özel üniversite diye bildiği
vakıf üniversiteleri arasında göğsümüzü kabartan birkaç tanesi var ama birçoğu
da kontrolsüzce ve kâr hırsıyla öğrencilerinin üzerine gitmekte, parayla
diploma dağıtmakta. Tabii ki bunlara çekidüzen vermeye ihtiyaç var ama bu kanun
gerçekten bu amaçla mı geliyor, şüphelerimiz var. Bugün salgının ortasında bunu
alelacele getirmenizin sebebi nedir? Yanıtını, aranızdan çıkan iktidarınızın en
etkili bakanlıklarını yapan Sayın Ömer Dinçer veriyor. Biliyorsunuz İstanbul
Şehir Üniversitesi Marmara Üniversitesine devredildi. Ömer Dinçer diyor ki:
“İki yıl sonra iade etmeleri gerekiyordu şimdi bu kanunla kapatacaklar.”
Düzenlemedeki her fıkra Şehir Üniversitesiyle ilgili adım adım ne yapılacağını
tarif ediyor. Biliyorsunuz Şehir Üniversitesine ve kurucu vakfı Bilim ve Sanat
Vakfına “Borçları var, yolsuzluk var.” diye el kondu. Ama bakın, üniversitenin
Yönetim Kurulu Başkanı Dinçer diyor ki: “Mesele borç meselesi değil. Yolsuzluk
varsa soruşturma niye yok?” Evet, ben de tekrar edeyim: Yolsuzluk varsa,
usulsüzlük varsa YÖK nerede? Savcılar nerede? Niye soruşturma açılmıyor?
Şehir Üniversitesi meselesi çok açık bir biçimde
siyasi bir mesele. İşte yine Dinçer açıklıyor: “İki yıl önce Sayın Erdoğan
kayyum atanacağını açıklamıştı.” Değerli arkadaşlarım, soruyorum: Siyasi
mücadele uğruna bir akademi kapatılır mı? Bir bilim yuvası kapatılır mı? Şu
salonda sorsam kaçınızın kendisi ya da çocuğu Şehir Üniversitesinde okuyordur
ya da okumuştur? Deniyor ki: “Borcunu ödememiş.” Bu Mecliste kaç tane kanun
çıktı, kaç torba çıktı; kimlere ne vergi afları ne ertelemeler çıktı. Kamu
bankalarıyla kaç tane batık şirket kurtarılırken anlı şanlı müteahhitlerin
milyarlarca liralık vergi borcunu affederek halka ödettiniz. TELEKOM
şirketlerinin tek kalemde 5 milyar liralık borçları silindi. Lübnanlı Hariri
ailesinin, Oger Telecom’a borcunu ödemeden milyarlarca dolar kâr payını alarak
çekip gitmesine bir şey demediniz. Şimdi, ama mesele Şehir Üniversitesi olunca
“Ödeyeceğiz.” demelerine rağmen kapılar yüzlerine kapanıyor, iki yıl önce
planlanan kayyum gönderiliyor. Bir eğitim kurumu ölüme terk ediliyor. Bu
yanlıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu kanunla 1982’den bu yana
milyonlarca vatandaşın üniversite eğitimi almasını sağlayan açık öğretim
sistemimizin de temelini yok etmekteyiz. Şu anda Eskişehir Büyükşehir Belediye
Başkanımız olan Profesör Doktor Yılmaz Büyükerşen’in Anadolu Üniversitemize ve
Türkiye’ye kazandırdığı açık öğretim modeli, bizim aynı köy enstitüleri gibi
aynı halkevleri gibi vatandaşlarımıza eğitimde fırsat eşitliği tanımamızı
sağlayan bir modeldir. Şimdi, onun paralarına el koyuyorsunuz. Ayrıca 2 milyon
pasif öğrenciyi açık öğretimden çıkararak sistemin özünü yok ediyorsunuz.
Bunlar yanlış adımlardır değerli arkadaşlarım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
2009 yılından bu yana açık öğretim fakültesinin tam 1 milyar 750 milyon lirası
Anadolu Üniversitesi bütçesinden alınarak önce Maliyeye daha sonra da YÖK’e
verildi. Her yıl 40 milyon lira almaktaydılar. Şu anda yapılan, yaptıkları
uygulamanın kanuna dökülmüş şekli ama bu doğru değildir. Dünyanın hiçbir
yerinde hükûmetler üniversitelerin paralarına bu şekilde el koymazlar.
Şimdi, birkaç şey söyleyeceğim, deniyor ki: “Bu
paralar doktora yetiştirmek üzere kullanılacak.” Anadolu Üniversitesinin zaten
doktora programları var, burada eğitim gören, doktora gören öğrencileri var,
ayrıca biz, YÖK’ün yurt dışı -bir bölümünü tabii ki tenzih ediyorum ama-
doktora programlarında kimlerin eğitildiğini çok yakından biliyoruz. O yüzden,
burada “Doktoralı öğrenci alınacak.” gerekçesiyle Anadolu Üniversitesinin açık
öğretim parasına el konması kabul edilemez.
İkinci olarak, uzaktan eğitimde aslında açık öğretim
bir fırsattı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım.
UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) – Tam da şu salgın
döneminde uzaktan eğitime ne kadar ihtiyacımız olduğu ortaya çıkı. Keşke bu
paralar, 1 milyar 750 milyon lira Maliyeye alınarak gereksiz yerlere harcanmak
yerine, bunun yerine keşke şu anda ihtiyaç duyulan uzaktan eğitimin altyapısı
oluşturulsaydı.
Değerli arkadaşlarım, burada yapılması gereken
bellidir: 1980’lerdeki kuruluş dönemindeki, 1990’lardaki modele geri dönülmesi
gerekir. Eğer “Bu para fazla.” deniyorsa -ki Komisyon görüşmelerinde böyle
dendi- o zaman bu parayı öğrencilerden almayalım. Açık öğretim öğrencileri
zannetmeyin ki zengin öğrenciler. Birçoğu çalışarak bir taraftan okumaya
çalışıyor, birçoğu kolundaki bileziği satıyor, ahırdaki ineği satıyor açık
öğretimde okumak için. Madem fazla geliyor bu para, o zaman almayalım ya da
madem alıyoruz, bu çocukların, açık öğretimde okuyan gençlerimizin,
yaşlılarımızın -beşikten mezara kadar eğitim diyoruz- ihtiyaçları için
harcanmasını sağlayalım. Mutlak suretle biz açık öğretimin temelini
dinamitlemekten vazgeçelim diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
3’üncü maddesiyle düzenlenen 2547 sayılı Kanun’un 31’inci maddesinin birinci
fıkrasına eklenen cümlede yer alan “sahip olmak şartı” ibaresinin “sahip olmak
koşulu” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hasan
Kalyoncu Ali
Muhittin Taşdoğan İbrahim
Ethem Sedef
İzmir Gaziantep Yozgat
Lütfi
Kaşıkçı Mehmet
Celal Fendoğlu
Hatay Malatya
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz almak isteyen Gaziantep
Milletvekili Sayın Ali Muhittin Taşdoğan.
Buyursunlar Sayın Taşdoğan. (MHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALİ MUHİTTİN TAŞDOĞAN (Gaziantep) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; corona virüsünün hızla yayılması, milyonlarca kişinin
sağlığını tehdit etmesi ve ülkelerin sağlık hizmetleri sisteminin ayakta kalıp
kalamayacağının tartışılmaya başlandığı bir dönemdeyiz. Hastalığın mevcut
tedavisinin veya aşısının olmaması, solunum cihazlarının yetersizliği, küresel
salgına karşı koymakta en büyük engellerden birileri olarak karşımıza çıkmakta.
Koruyucu hekimliğin önemi bir kez daha ortaya çıktı. “İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın.” felsefemiz bir kez daha perçinlendi. Tüm iş alanlarında uluslararası
firmalarda çalışan yüz binlerce insanımız bulunmaktadır. Türkiye ofislerinde
çalışan Türk ve yabancı menşeli işveren, yönetici, üst ve orta kademede “beyaz
yakalılar” olarak adlandırılan kişiler işleri gereği çok sık yurt dışı seyahati
yapmaktadırlar. Özel sektörde faaliyet gösteren, yurt dışıyla bağlantısı olan
yabancı ve yerli menşeli tüm firmaların insan kaynakları ve bilgi işlem
departmanlarının koordinasyonu ile yurt dışı ve yurt içi seyahat takip sistemi
oluşturulmalıdır. Seyahat edenlerin sağlık, lokasyon ve seyahat verilerinin
sistem üzerinden kayıt ve takibi yapılmalıdır. Yurt içi ve yurt dışı seyahat
takip sistemi Sağlık Bakanlığı tarafından da kurulmalı ve firmaların kurmuş
oldukları sistemler üzerinden veri aktarımı sağlanmalıdır. Sağlık Bakanlığına
düzenli bilgilendirme yapılmalı ve veri girişi sağlanmalıdır. Böylelikle risk
faktörü yüksek yerlere seyahat eden şahısların hangi ülkelere gittiği, ülkemize
geri dönünce hangi illere seyahat ettiği düzenli olarak izlenir. Özellikle
bugün yaşadığımız Covid-19 salgını gibi durumların -Allah göstermesin-
tekrarında diğer ülkelerden ülkemize taşınabilecek bulaşıcı hastalık risklerini
bundan sonra kontrol etmek ve en aza indirmek üzere izlenmeli ve gerekli
önlemler alınmalıdır. Aynı seyahat takip sistemi, kamu kurum ve kuruluşları
tarafından yurt dışına seyahat eden kamu çalışanları, büyükelçilik ve
konsolosluk çalışanları için de kurulmalı ve verileri Bakanlık tarafından kayıt
altına alınmalıdır.
Sayın milletvekilleri, bugün Sağlık Bakanlığı
tarafından hangi hastaneye ya da sağlık kuruluşuna giderseniz gidin “e-Nabız”
denilen Sağlık Bakanlığının bilgi sistemine tüm kayıtlarınız aktarılmaktadır.
Sağlık Bakanlığında toplanan veriler dâhilinde Bakanlık seyahat takip sistemi,
uygulamadaki e-Nabız sistemiyle entegre hâle getirilerek kişilerin ve toplumun
sağlığını olumsuz etkileyen ve olumsuz etkileme olasılığına sahip seyahat
verileri kolaylıkla izlenebilir olabilir.
Ülkemiz, ilaç takip sistemi ve ürün takip sisteminin
dünyadaki ilk uygulayıcısıdır. Ve 2010 yılından bu yana İTS’nin, 2017 yılından
bu yana da Ürün Takip Sistemi’nin uygulanmasındaki büyük başarı birçok ülkeye
de rol model olmuştur. Yani biz ülke olarak başarıyla ilaç ve medikal ürünleri
takip edebilecek altyapıya sahibiz. Çok kolay bir arayüz yazılımıyla seyahat
takip sistemini de kurup bulaşıcı hastalıkların olduğu bölgelere giden veya
gelen insanlarımızın sağlık durumunu ve kimlerle temasta bulunduğunu takip
edebiliriz. Ayrıca seyahat eden kişiyi ve temas ettiği kişilerin sağlık
durumlarını da hâlihazırda mevcut olan e-Nabız sistemi üzerinden takip ederek
koruyucu tedbirleri erken alma, erken tedavi yaklaşımı gibi pandemik ve endemik
durumlarda avantajlı duruma geçeriz.
Bugünlerde de söylediklerimizin ne kadar anlamlı
olduğunu düşünmenizi dilerim. Bu doğrultuda yurt dışı ve yurt içi seyahat takip
sistemi uygulaması da kolaylıkla adapte edilebilecek ve koruyucu sağlık hizmeti
uygulamalarına katkı sağlayabilecektir. Bu salgın hastalık sürecinde Milliyetçi
Hareket Partisi olarak seçim beyannamelerimizde önemle bahsettiğimiz koruyucu
hekimlik temelinde Bakanlık yetkililerimize samimiyetle ilettiğimiz birtakım
görüş ve önerilerimizi dikkate aldıklarını gözlemledik. Koruyucu ve önleyici
tedbirler açısından kıymetli bulduğumuz bu önerimizi de dikkate almalarını
tavsiye ederiz.
Kıymetli milletvekilleri, Genel Başkanımız Sayın
Devlet Bahçeli’nin dediği gibi elbette aklın, bilimin ve duanın gücüyle virüs
salgınına direniyor, engel olmaya, önünü kesmeye çabalıyoruz. Kaldı ki
mücadeleyi mutlaka kazanacağımıza inanıyoruz. Bu süreçte tavsiyelere uymak,
telaşa kapılmamak, birbirimize güvenip inanmak yegâne çare ve çözümdür.
Gaziantep’in adaşı olan Gazi Meclisi saygıyla
selamlarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şimdi önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4’üncü madde üzerinde 2 önerge vardır, ilk önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
4’üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"MADDE 4- 2547 sayılı Kanunun 33 üncü
maddesinin (a) fıkrasının birinci paragrafına birinci cümlesinden sonra gelmek
üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
''Araştırma görevlisi kadrosuna başvurabilmek için
sınavın yapıldığı yılın ocak ayının birinci günü itibarıyla kırk yaşını doldurmamış
olmak gerekir."
Muazzez
Orhan Işık Züleyha
Gülüm Tulay
Hatımoğulları Oruç
Van İstanbul Adana
Tuma
Çelik Ömer
Öcalan Dirayet
Dilan Taşdemir
Mardin
Şanlıurfa Ağrı
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Ağrı
Milletvekili Sayın Dirayet Dilan Taşdemir.
Buyurunuz Sayın Taşdemir. (HDP sıralarından
alkışlar)
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Teşekkür ederim
Başkan.
Değerli arkadaşlar, 2547 sayılı Kanun’un 33’üncü
maddesinde yapılmak istenilen değişiklik üzerine söz aldım. Bu maddeyle,
öğretim görevlisi olacaklar için 35 yaş koşulu getirilmek isteniyor. Açıkçası,
biz, akademisyenlik için bir yaş sınırlaması gerektiğini düşünmüyoruz, bu
öneriye de katılmıyoruz. Dolayısıyla, sınıflandıran ve sınırlayan anlayışlara
da bu anlamda karşıyız. “Bir yaş sınırı koymayın.” dedik ama maalesef önerimiz
kabul edilmedi. Yani muhalefetin önerilerini, düşüncelerini kabul etmemek yani
ortaklaşmamak, açıkçası, biraz AKP’nin fıtratında var, her konuda benzer bir
tavır sergileniyor. Dün, biliyorsunuz, bir infaz yasası geçti, bütün muhalefet
partileri bu yasayla ilgili görüşlerini, kaygılarını ifade etti; ölümlerden söz
ettik ama -maalesef bugün olduğu gibi dünkü tutumunuzda da benzerdi- bir
şekilde yasayı onayladınız, hatta güle oynaya onayladınız, geçirdiniz ve
maalesef bu risk cezaevleri için hâlâ devam ediyor.
Değerli arkadaşlar, her dönemde, her şeyde bir
fırsatçılık nasıl çıkarıyorsunuz, insan gerçekten hayretler içerisinde kalıyor.
Bunu söylerken kızıyorsunuz ama şimdi, düşünün, corona günlerindeyiz, dünyada
ciddi bir kriz var, herkes coronayla uğraşıyor, toplumun büyük bir çoğunluğu şu
an evlere kapatılmış durumda ama herkesi ilgilendiren bu kadar önemli bir konuda,
bir de özellikle torba yasa hâlinde düzenlemeler yapmaya çalışıyorsunuz.
Neredeyse, bu corona günlerinde, Meclis kendi tarihinde çalışmadığı kadar
çalışmak zorunda kaldı. Şimdi, bunun adı “fırsatçılık” değil de nedir?
Gerçekten tam da bunun adı “fırsatçılık” ve siz de bunu güzelce
kullanıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, üniversitelerle ilgili, YÖK’le
ilgili bir adım atılacaksa eğer 12 Eylülün ürünü olan bu YÖK kanununu gelin hep
birlikte kaldıralım, bunun mücadelesini verelim; bunun altyapısını, koşullarını
oluşturmaya çalışalım ama maalesef böyle bir niyetinizin olmadığını biz çok iyi
biliyoruz. Çünkü siz de hukuksuzluğun adı olan bu kuruma ihtiyaç duyuyorsunuz,
buna muhtaçsınız ve bunu sürdürmek istiyorsunuz; sadece sürdürmekle de kalmayıp
aslında daha geriye götürmeye çalışıyorsunuz. Bakın, sizin de YÖK’le ilgili bir
tarihiniz var, diğer benzer birçok konuda olduğu gibi. Hani, böyle demokratik
olduğunuzu iddia ettiğiniz, demokratiklik maskesini taktığınız dönemlerde
YÖK’le ilgili neler söylediğinizi, YÖK üzerinden nasıl bir propaganda inşa
ettiğinizi biz de çok iyi biliyoruz. Ama maalesef bu tutumunuz bugün biraz
değil, aslında çokça farklılaşmış durumda.
Yani siz bu YÖK üzerinden neredeyse iktidar oldunuz.
YÖK o zaman da antidemokratikti, şimdi de antidemokratik. O zaman da sadece ana
dilde eğitim istediği için öğrenciler okuldan atıldı, disiplin cezaları
uygulandı, eğitim yaşamlarına son verildi, şimdi de aynı talepte bulunan
öğrenciler, demokratik haklarını kullanmak isteyen öğrenciler sadece disiplin
cezalarıyla karşılaşmıyor; sizin döneminizde bir de üstüne üstlük bu hakları
talep ettikleri için öğrenciler, insanlar tutuklanıyor ve şu anda cezaevinde
yüzlerce öğrenci bulunuyor.
Değerli arkadaşlar, şimdi dedim ya YÖK’ün bir tarihi
var. Kimi ülkeler muktedir olursa, gücü eline geçirirse yani bir anlamda
devleti ele geçirirse YÖK’ü kendi hizmetine alıyor, buna özgü siyaset
geliştiriyor. Bakın cemaatle ortaklığınızın sürdüğü dönemlerde üniversiteleri,
YÖK’ü resmen cemaate teslim ettiniz, onların bahçesi hâline geldi. Ama biz o
dönem de söylüyorduk üniversitelerde, YÖK’te böyle bir durum var; gruplaşma
var, kadrolaşma var, adamcılık var, diye “Ya, sorular çalınıyor.” dedik. O
zaman “Sorular çalınıyor.” diyenleri ne yaptınız? Hedef hâline getirdiniz,
yargıladınız. Sonra çıkıp “Vallahi doğruymuş ya, bunlar soru çalmış, bunlar ne
kadar kötü insanlar.” demeye başladınız. Ama bu söylemin de bir önemi kalmadı
çünkü olan, insanların, gençlerin geleceğine oldu.
Yine, benzer bir fırsatçılığı 15 Temmuzda yapmaya
başladınız. OHAL bahanesiyle ne yaptınız? Resmen YÖK’e, üniversitelere darbe
yaptınız, binlerce akademisyeni KHK gerekçesiyle görevden aldınız, yerine de
yandaşlarınızı doldurdunuz. Şimdi, bunu ilk defa siz yapmıyorsunuz. Hani, dünya
tarihinde de benzer örnekleri çok çünkü bilgi ve özgür düşünce dizayn edilmek
isteniyor. Sorgulamayan, her şeye biat eden tekçi, cinsiyetçi bir nesil arayışı
var aslında.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Devamla) – Bitiriyorum
Başkan.
BAŞKAN – Tamamlayalım.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Devamla) – Hani,
üniversitelere zulüm yapan, bu hukuksuzlukları yapan YÖK’ü bu kadar sıkı sıkıya
savunmanın altında yatan neden de budur. Ama şunu hatırlatmak isteriz: Sizler için
bilgi güç olabilir, siz bilgiyi böyle kullanmak isteyebilirsiniz ama bizler
için, gerçek akademi için bilgi, sadece güç değildir; bilgi, düşünebilme, var
olabilme ve gerçekten değiştirebilme gücüdür. Yani bir anlamda bilgi,
özgürleşme arayışıdır. Bu açıdan da hiç kimse akademiye, özgür düşünceye ket
vuramadı, bunun karşısında yenildi. Tarihte de bunun örnekleri çoktur. Eminim,
siz de bütün bu yasalarla, bu torba yasalarla, bu gece yarısı müdahaleleriyle
bunları başaramayacaksınız.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Yükseköğretim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 4’üncü maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “eklenmiştir” ibaresinin “ilave edilmiştir”
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Orhan
Çakırlar Enez
Kaplan
İzmir Edirne Tekirdağ
Fahrettin
Yokuş Arslan
Kabukcuoğlu Yasin
Öztürk
Konya Eskişehir Denizli
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge üzerinde konuşmak isteyen Denizli
Milletvekili Sayın Yasin Öztürk.
Buyursunlar Sayın Öztürk. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
YASİN ÖZTÜRK (Denizli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülke gündemi ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini bir
türlü birbirine tutturamayan AK PARTİ’si, vatandaşla dalga geçercesine
akademisyenlerin disiplin cezalarını, yeni açılacak vakıf üniversitelerini,
açık öğretim fakültesi öğrencilerinin kayıt parası yatırmazlarsa öğrenimlerine
devam edemeyeceğini, öğretmenlerin tatil süresini Genel Kurulun gündemine
getirdi. “Yazık!” diyorum “El insaf!” diyorum “Pes!” diyorum. Ülke can ve mal
derdine düşmüşken akademisyenlerin disiplin cezalarını düzenlemek için
toplanmak, hem bilim adamlarımız hem vatandaşlarımız için ayıptır, yazıktır.
Eğer üniversitelerimizle ilgili konu bu kadar acilse o zaman işe “Kendi
üniversitelerimizin kalitesini nasıl artırabiliriz, akademisyenlerin
sorunlarını nasıl çözebiliriz?” kısmından başlamalıydınız. 129’u devlet, 78’i
vakıf olmak üzere toplam 207 üniversitemizde yaklaşık 8 milyona yakın
yükseköğrenim öğrencisi öğrenim görmektedir. Eğitim, her toplumun en millî
meselesidir. Geleceğimizin temeli ancak ve ancak çağdaş, akılcı ve bilimi esas
alan bir eğitim sistemiyle atılabilir. Bu nedenle, dünyanın neresinde olursa
olsun aklı başında her hükûmet önceliği eğitime verir. Eğitimde kalite ve
öncelik üniversite binası yapmak ya da üniversite sayısını artırmak değildir.
Üniversite sayısı ya da üniversitede eğitim alan öğrenci sayısının fazla
olmasının gelişmişlik düzeyiyle bağlantılı olduğu göreceli bir kavramdır. Eğer
ülkeniz yükseköğrenimde yaptığı atılımlarla, bilim adına başarılarıyla, mezun
diplomalarının uluslararası alanda geçerliliğiyle anılıyorsa işte o zaman
üniversite sayınızın ve mezun sayınızın fazla olması da bir başarı sayılabilir
ancak dünya sıralamasında ilk 100’e bile giremeyen üniversitelere sahipseniz
şapkanızı önünüze koymanın vakti gelmiştir.
Kanun teklifinin 4’üncü maddesiyle araştırma
görevliliği başvurusu için 35 yaşı doldurmamak şartı öngörülmektedir. 2547
sayılı Yükseköğretim Kanunu’na göre araştırma görevlileri, yükseköğretim
kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili
organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim elemanlarıdır. Görüştüğümüz
kanun teklifi araştırma görevlileri için yeni bir hüküm mü getiriyor? Hayır.
Yönetmelikte uygulanan bu yaş sınırı, Danıştayın “Kanunda yer alması gereken
bir konu yönetmelikle düzenlenemez.” iptal kararı üzerine yasalar hiyerarşisine
uygun hâle getiriliyor. Peki, madem
bu konu gündeme geldi, araştırma görevlilerinin özlük haklarının
iyileştirilmesi hiç akla gelmiyor mu? Ne yazık ki bu sorunun cevabı da “Hayır.”
Yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim elemanları olan
araştırma görevlileri ne yazık ki akademik camiada en çok mobbinge maruz kalan
personeldir. Görev tanımları nedeniyle yetkili organlarca verilen diğer
görevleri yapmak zorunda olan bu personel, akademik kariyerlerinin devamı
açısından, üzerlerindeki her türlü baskıya karşı sessiz ve savunmasız
kalmaktadır.
Üniversitelerimizde, araştırma görevlileri üzerinde
bir anket yapılmıştır. Araştırma görevlilerinin verdikleri cevaplar çok
ilginçtir. Örneklerimi oluşturan araştırma görevlilerinin yüzde 20,2’si
kendisini araştırma görevlisi statüsünde burslu bir öğrenci olarak, yüzde
20,9’u devlet memuru olarak, yüzde 22,7’si bilim insanı olarak, yüzde 16’sı
danışman hocanın yardımcı elemanı olarak, yüzde 20,2’si ise farklı şekillerde
tanımlamaktır. İşte, çalışma koşullarını açıkça ifade edebilme cesaretini
gösteren araştırma görevlilerinin cevapları da şu şekildedir: “Arada bir yerde
tanımlıyorum.” “paralı asker” “esir” “mevsimlik işçi” “devamlı baskıya maruz
kalan bir memur” “ana bilim dalının işçisi” “üniversite hademesinden hâllice”
“ayak işlerine bakan biri” “bağımlı bir araştırmacı”
Araştırma görevlilerinin verdikleri cevaplardan
anlaşılacağı üzere, sorunları ortadadır. Bu yetmezmiş gibi, yeni bir düzenleme,
akademik merdivenin en alt basamağındaki bu personeli de, diğer akademisyenlerde
olduğu gibi -tırnak içinde- disiplin sopasıyla terbiye etmeye çalışmaktır. Zati
inisiyatifle disiplinsiz görülen öğretim üyesinin itiraz adresi olarak ise
üniversitenin disiplin kurulu gösterilmektedir. Hükûmetin yeni kanun hükmünde
kararnameleri gereği, rektörünü kendi seçemeyen, dekanını atayamayan, dekanını
atayamadığı gibi -liyakat ve ehliyet dikkate alınmadan- iktidar tarafından
atanan dekanı da bölümle hiç ilgisi olmayan yöneticiler olan, senatosunu
oluşturamayan, kadro açamayan, adrese teslim akademik kadrolar oluşturan sözde
özerk üniversitelerimizin, siyasallaşmış yönetimlerden oluşan yapısı altında
itiraz başvurularının ne kadar tarafsızca değerlendirileceğini takdirlerinize
sunuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım lütfen.
YASİN ÖZTÜRK (Devamla) – Ve son söz olarak diyorum
ki en büyük yatırım insana yapılan yatırımdır, insana yapacağınız yatırım ise
eğitimden geçer. Ne yeni üniversite açılmasına karşıyız ne de üniversitede
okuyan öğrenci sayımızın artmasına. Ancak akademik yapıları yetersiz, sadece iş
arayan genç sayısını birkaç yıl daha ötelemek, işsizler ordusunun içinde
göstermemek dışında bir işlevi olmayan, hatır-gönül-ihya üçlemesine hizmet
etmeye yarayan üniversitelere de üniversiteleri arka bahçesi hâline getirmeye
niyetli düşünce sahiplerine de karşıyız. Üniversitelerimiz bilim yuvası
olmalıdır, sizin otoriterlik denemelerinizin laboratuvarı değil.
Saygılar. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
5’inci madde üzerinde 2 önerge vardır, önergeleri
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 5’inci
maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“MADDE 5- 2547 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin
üçüncü fıkrasının dördüncü cümlesine "yeterlik kazanmış olan” ibaresinden
sonra gelmek üzere "22/2/2018 tarihli ve 7100 sayılı Yükseköğretim Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanunun 34 üncü maddesinin ikinci fıkrası kapsamındakiler de dahil olmak üzere
uygulamalı birimlerde görev yapan öğretim görevlileri ile” ibaresi ve beşinci cümlesi
"Bu şekilde ders görevi verilen uygulamalı birimlerde görev yapan öğretim
görevlileri ile araştırma görevlilerine haftada sekiz saati aşan ders görevleri
için haftada on iki saate kadar 2914 sayılı Kanunun 11 inci maddesinde yer alan
esaslar çerçevesinde öğretim görevlileri için belirlenmiş olan ek ders ücreti,
gösterge rakamı üzerinden ek ders ücreti ile sınav ücreti ödenir.” şeklinde
değiştirilmiştir.”
Sibel
Özdemir Mahir
Polat Süleyman
Bülbül
İstanbul İzmir Aydın
Yıldırım
Kaya Alpay
Antmen Tekin
Bingöl
Ankara Mersin Ankara
Serkan
Topal Turan
Aydoğan Abdurrahman
Tutdere
Hatay İstanbul Adıyaman
Fikret
Şahin Ahmet
Akın
Balıkesir Balıkesir
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Aydın
Milletvekili Sayın Süleyman Bülbül.
Buyurunuz Sayın Bülbül. (CHP sıralarından alkışlar)
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’yle ilgili söz almış bulunmaktayım.
Demokrasi ve özgürlüklerin yaşandığı ülkelerde bilimsel
özerklik olur; bilim, düşünce gelişir; Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler
yaşanır ve insanlar korkmaz, korku imparatorluğu içerisinde söyledikleri
sözlerden dolayı, yazdıkları yazılardan dolayı, yaptıkları işlerden dolayı,
üniversitedeki öğretim üyeleri bilimsel çalışmalarından dolayı iktidardan
korkmazlar; özgürce yazarlar, hem yazılarıyla birlikte, bilimsel eserleriyle
birlikte o memleketin geleceğini açarlar, bu açık ve nettir.
Ülkemize gelince, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarına bakıldığı zaman, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade ve
düşünce özgürlüğünü en fazla ihlal eden ülke durumundayız. 3 hak ve özgürlüğü
en fazla ihlal eden ülkeyiz ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde en kötü sicile
sahip ülkeyiz. Bu ne anlama geliyor? İnsanlar korkuyor, insanlar muhalif
görüşlerini ortaya koyduğu zaman yolunun cezaevi olduğunu görüyor. Ne yapıyor?
Susuyor, sivil toplum örgütleri susuyor, toplumdaki dernekler susuyor,
demokratik kitle örgütleri susuyor, üniversiteler susuyor. Üniversiteler
sustuğu zaman da ne oluyor? Bilimsel yayınlarda muhalif görüşler olmuyor ve
öğretim üyeleri korkuyor, akademisyenler korkuyor.
Bakınız arkadaşlar, memleketimizde barış
akademisyenleri davası açık ve net. İnsanlar yaptıkları, imzaladıkları bir
bildiri yüzünden mahkemelerde tutuklandılar, mahkeme mahkeme gezdirildiler. Ne
oldu? Anayasa Mahkemesi, barış akademisyenleriyle ilgili bildiride bir hak
ihlalini ortaya koydu ve mahkemeler beraat kararları verdiler. Bu korku
imparatorluğu nedeniyle, bu özgürlük olmayan bir toplum yapısı nedeniyle ne
oluyor? İnsanlar artık seslerini çıkaramıyor. Bu nereye yansıyor?
Üniversitelere yansıyor.
Bakınız arkadaşlar, Mayıs ve Aralık 2019’da kaydı
silinen öğrenci sayısı 481.237. Sekiz ayda 481 bin öğrenci neden kaydını
sildirdi? Bu sorulup sorgulanmalı, bunun cevabını verecek olan da YÖK, iktidar.
Bakınız arkadaşlar, dünya üniversiteleri sıralama
merkezinin 2018-2019 öğretim yılı anketinde, dünyanın en iyi 1.000 üniversitesi
arasında 13 tane üniversitemiz varken, 2019-2020’de 10 üniversiteye düşmüşüz.
Bakınız arkadaşlar, Avrupa İstatistik Kurumu verilerine göre 35 ülke arasında
Türkiye’nin üniversite mezunlarında işsizlik oranının ilköğretim mezunlarından
yüksek olduğu tek ülke durumundayız. Yani üniversite öğrencileri, üniversite
mezunları iş bulamıyor bu açık ve net. Şimdi, intiharlara bakın, üniversiteden
mezun olan çocukların intiharlarına bakın, son yıllarda çoğalmaya başladı.
Arkadaşlar, YÖK’ün internet sitesine bakın, 36
rektörün uluslararası hakemli dergilerde bir tane makalesi yok. Bu nerede
yazıyor? YÖK’ün internet sayfasında yazıyor. Baktığımız zaman, 68 rektörün uluslararası yayını ve atıf
sayısı sıfır arkadaşlar, 68 rektörün uluslararası yayını yok, atfedilen bir
yazısı yok. Bu ne anlama geliyor, ne yapıyorlar? Üniversitelerde rektör
atamalarında, üniversitelerde dekan atamalarında liyakat yok, mesleki çalışma
yok; partizanlık var, partizanlıkla beraber yürüyor. Bilimdeki gerilemenin
sorumlusu liyakatsizliği üniversitelere getiren saray rejimi arkadaşlar, saray
rejimi. “Vesayeti kaldıracağız.” diye çıktılar, “Yargıdaki vesayeti
kaldıracağız.” dediler, gittiler 12 Eylül 2010 referandumunda FETÖ’ye teslim
ettiler, ne oldu? Sarayın vesayeti geldi, yargıda geldi. Nerede geldi? Her
yerde geldi, üniversitelerde de geldi. Şu anda, AKP üniversiteler üzerinde
saray vesayeti kurmuş durumda. Getirilen rektörlere bakın arkadaşlar,
rektörlere bakın; bu rektörlerden Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü AKP’nin eski
milletvekili.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edin.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Devamla) – Bakınız, yandaş kanalda
vaizlik yapan Nihat Hatipoğlu, Yaşar Hacısalihoğlu, bunlar kimler? Bunların bir
tek makalesi yok arkadaşlar, bu arkadaşların bir tek makalesi yok. Makale
yazmayan, yurt dışı yazılarında bir tek atfı olmayan rektörlere bakınız.
Bakınız, bunlarla birlikte daha birçok rektör var. Bir de bazı rektörler var,
sucuk… Bazı rektörler var, o rektörlerin atadığı genel sekreterler şeyhin elini
öpüyor, ondan sonra çıkıyor, zikir ayinleri yapıyor ve sucuktan dolayı da ceza
alıyor. Bunun nedeni ne? Liyakat yok. Bunun nedeni ne? Özgürlükler yok. Bunun
çözümü basit arkadaşlar. Saray vesayeti üniversiteler üzerinden kalkmadıktan
sonra, tek adam rejimi yerine parlamenter demokratik sistem gelmedikten sonra,
denge-denetleme sistemi gelmedikten sonra, demokrasi ve özgürlükler gelmedikten
sonra Türkiye’de bilimsel özerklik olmaz.
Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Yükseköğretim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 5’inci maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “eklenmiştir” ibaresinin “ilave edilmiştir”
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Orhan
Çakırlar Enez
Kaplan
İzmir Edirne Tekirdağ
Fahrettin
Yokuş İbrahim
Halil Oral Arslan
Kabukcuoğlu
Konya
Ankara Eskişehir
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Şimdi, önerge hakkında konuşmak isteyen
Ankara Milletvekili Sayın İbrahim Halil Oral.
Buyursunlar Sayın Oral. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
İBRAHİM HALİL ORAL (Ankara) – Sayın Başkan, kıymetli
milletvekilleri; Yükseköğretim Kanunu’nda değişiklik teklifinin 5’inci maddesi
üzerine İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Yükseköğretim Kanunu’nda
değişiklik teklif eden bu metin, genel olarak, olumlu birçok düzenleme
getirmektedir ancak bizim, köklü bir akademi reformuna, etkili bir akademik
ahlaka ve marka olmayı hedeflemiş üniversitelere ihtiyacımız var. Her
köşebaşına, her Anadolu şehrine olur olmaz bölümler içeren üniversite açmanın
bize bir katkısı yoktur. Bu durum, olsa olsa ev sahiplerine kiracı, esnafa da
müşteri getirir. Bizim rektörlerimizin, rektör yardımcılarımızın bir kısmı
coronavirüsle alakalı bilgi alışverişi için kurulan WhatsApp grubuna
alındıklarında, fikir beyan etmek yerine, “Sayın Cumhurbaşkanımız nasıl karar
veriyorsa arkasındayız.” diye yazma derdine düşüyorlar. Bizim
akademisyenlerimizin bir kısmı, şüpheli tezlerle doktor, doçent olup
televizyonlarda o unvanlarla iktidar yandaşı olmayı tercih ediyorlar.
Akademiyi, özgür bilgi üreten fabrikalar hâline getirmek yerine, yandaş unvan
sahipleri üreten ticarethanelere çevirme yolundasınız. Bilime verdiğiniz değer
ortada. Coronavirüs Bilim Kurulu haftalardır size sokağa çıkma yasağı öneriyor
ama kulaklarınızı tıkıyorsunuz. Üniversiteler yozlaşırsa geleceğimizi karanlık
bulutlar kaplar. Değerli milletvekilleri, bu açıdan bakmak ve ortak akılla
bilimin öncülüğünde bir akademi forumu yapmak zorundasınız.
5’inci maddede, farklı kadrolardan gelen personelin,
eğitim görevlisi sıfatıyla ders verebilmesinin önü açılmaktadır. Bu, verilmiş
bir hakkın tamamlanması olacaktır ancak şu da bir gerçektir: Akademide ders
verecek kişinin lisansüstü eğitimde yeterli olması gerekir, yoksa mutlaka bu
sağlanmalıdır. Bu eksikliğin acilen giderilmesi gerekir.
Kıymetli milletvekilleri, devlet, dayanışma
duygusunu diri tutmakla yükümlüdür. Coronavirüs sebebiyle mağdur olan insanlar
için, Millet İttifakı belediyelerimiz pek çok yardım kampanyası başlatmış ve
ciddi meblağlarda paralar toplamıştı. Geçtiğimiz gün, istifa etmek için ya da
milletimizden özür dilemek için kameralar karşısına geçmeyen Sayın İçişleri
Bakanı, o zaman kameralar karşısına geçip bu kampanyaların yasal olmadığını,
yardım toplayan belediyelerin başka devlet, yeni hükûmet kurmaya çalıştıkları
gibi garip ifadeler kullanmıştı.
Ankara Milletvekili olarak Ankara’dan örnek vermek
istiyorum. Yardım etmek isteyen eli kimse engelleyemez. Büyükşehir Belediye Başkanımız
Sayın Mansur Yavaş “Hastalık, iyilik kadar bulaşıcı değildir.” dedi ve açtığı
çığırla binlerce vatandaşı veresiye defterlerini kapatmaya çağırdı ve başarılı
oldu. Dili, dini, ırkı, siyasi görüşü ne olursa olsun pek çok muhtaç aileye
yardım götürdü. Peki, iktidar ne yaptı? İstanbul’da Halk Ekmek büfelerine polis
gönderdi. Sonra tepki alınca, Valilik tarafından bu durumu düzeltti. Yine aynı
şekilde, Muğla’da Belediyenin Halk Ekmek dağıtımına müdahale edildi.
Değerli arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun,
ücretsiz ekmek dağıtan ele nasıl müdahale edersiniz? Özel fırıncı ekmek
dağıtırken belediyeye nasıl engelleme yaparsınız? Bu belediyeler Rus
belediyesi, Çin belediyesi değil ki, Türkiye Cumhuriyeti devletinin onurlu
belediyeleridir. Devlet kurumlarını bile siyasi parti ayrımına tabi tuttunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM HALİL ORAL (Devamla) – Sayın Başkanım,
bitiriyorum.
BAŞKAN – Tamamlayalım.
İBRAHİM HALİL ORAL (Devamla) – Tarihe not düşmek
için söylüyorum: Bu belediyeler sizi on sekiz yıldır iktidarda tutan, millet
iradesiyle seçilmiş belediyelerdir ve iktidardan da bu belediyeler
götürecektir, bunu asla aklınızdan çıkarmayın.
HAMDİ UÇAR (Zonguldak) - Çok beklersin!
İBRAHİM HALİL ORAL (Devamla) – Millet İttifakı
belediyelerinin yardım çalışmalarına yapılan bütün engellemeleri şiddetle
kınıyor ve reddediyorum.
Bu düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
(İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 23.28
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 23.46
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nimetullah ERDOĞMUŞ
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL
(Kütahya), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 85’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon? Yerinde.
6’ncı madde üzerinde 4 adet önerge vardır.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
6’ncı maddesinin tekliften çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Muazzez
Orhan Işık Züleyha
Gülüm Ömer
Öcalan
Van İstanbul Şanlıurfa
Tulay
Hatımoğulları Oruç Tuma
Çelik Şevin
Coşkun
Adana Mardin Muş
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Muş
Milletvekili Sayın Şevin Coşkun.
Buyurunuz Sayın Coşkun. (HDP sıralarından alkışlar)
ŞEVİN COŞKUN (Muş) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; teklifin 6’ncı maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Genel
Kurulu selamlıyorum.
Maddede, açık öğretim uygulamasındaki toplam öğrenci
sayısının gerçeğe aykırı şekilde yüksek göründüğü ve bu durumun öğrenci planlamalarının
sağlıklı sonuçlar verememesine neden olduğu ifade edilmiştir. Maddeye göre 3,5
milyon öğrenci dönem başı işlem yapmakta ancak 2 milyonu aşkın öğrenci pasif
durumdadır yani eğitim öğretim sürecine katılamamaktadır. Bununla birlikte
öğrencilerin üst üste 4 dönem katkı payı veya öğrenim ücreti ödememesiyle açık
öğretim programından ilişiğinin kesileceği öngörülmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu madde açıkça iktidarın
eğitim politikalarındaki yetersizliğinin bir ispatıdır. Siyasi iktidarın eğitim
sistemini övmek için “Milyonlarca gencimiz üniversite okuyor.” söylemlerinin
gerçek dışı olduğu bu maddenin gerekçesiyle ispatlanmıştır. Asıl sorun
öğrencilerin açık öğretim programındaki pasif durumları değil, eğitim
sisteminin geldiği durumdur.
Değerli milletvekilleri, eğitimle ilgili, özellikle
de üniversitelerle ilgili devasa sorunlar vardır. Her geçen gün bilimsel
akıldan uzaklaşılıyor, ülkenin sorunlarına ya da ihtiyaçlarına yönelik
düzenlemeler yapılmıyor. Sorunların çözümüne katkı sunacak olan akademisyenler
ise ihraç ediliyor. Kürt sorunu, azınlık hakları, demokratikleşme ihtiyacı gibi
sorunların çözümünü üniversitelerde konuşmak ve araştırmak yasaklanıyor.
Akademisyenler, bilimsel araştırmalar yerine piyasalaşan kurumların
ihtiyaçlarına cevap vermeye, coronavirüs günlerinde gerçeği söylediği için özür
dilemeye mecbur bırakılıyor.
Öğrenciler, eğitim hayatları boyunca barınma ve burs
hakkına ulaşamama gibi temel sorunlar yaşıyor. Bugün konuşulması ve yapılması
gereken öncelikle, öğrencilere ücretsiz barınma imkânı yaratmak, daha fazla
kapasiteli yurtlar inşa etmektir. Hükûmet öğrencilerin eğitimle ilgili tüm
ekonomik masraflarını karşılamakla yükümlüdür ancak coronavirüs günlerinde dâhi
“Geçinemiyoruz.” diye etkinlik yapan Ankara Üniversitesi öğrencilerinin bursu
kesilmekte, yurt ücretini ödeyemeyenler barınma hakkından mahrum
bırakılmaktadır. Hükûmet, sermayeye milyarlarca TL yardım yapıp, vergi
borçlarını silerken öğrencilerin kredi borçlarını silmeyi aklına bile
getirmemektedir.
Değerli milletvekilleri, Meclis bu sorunlara çare
olamamakta, aksine bu tür tekliflerle sorunları daha da derinleştirip
akademisyenlerin hürriyetini daha da kısıtlamaktadır. Bu teklifle disiplin
cezaları için eleman yetiştirmemek, gerçeğe aykırı rapor düzenlemek, amirine
saygısızlık etmek gibi içeriği boş, hiçbir ölçütü olmayan maddeler Meclisten
geçirilmek isteniyor. İktidar her alanda ölçüt benim diyor. Ne insan hakları ne
bilimsel bilgi ne de akademik özgürlük ölçüt olarak alınmıyor. Belediyelerin
ihalelerinde, inşaat sektöründe, özelleştirme süreçlerinde iktidar nasıl
yandaşlarına yönelik yasa tasarıları hazırlıyorsa şimdi de üniversite
kampüslerine çöreklenen bir grup yandaş için tasarı hazırlanıyor. Bir
akademisyen sadece bilimsel temelde bir yandaşla tartışma yaşasa bana saygısızlık
edildi deyip soruşturma başlatılacak. Hükûmet politikalarını eleştiren bir
araştırma yapılsa yine soruşturma açılacak. Akıl alır olmadığı gibi bilimsel
alanda kabul edilebilir olmadığı da aşikârdır.
Değerli milletvekilleri, Yükseköğretim Kurulu darbe
kurumu olması nedeniyle kesinlikle lağvedilmesi gerekiyor. YÖK’ün zihniyetini
pekiştiren bir tasarıyla karşı karşıyayız. Bugün ihtiyacımız olan akademik
alanın nasıl daha özgür olacağı, bir ülkenin sorunlarına nasıl katkı
sağlayacağıdır ancak bu tasarı YÖK’ün kuruluşundaki darbeci zihniyetin
devamıdır.
Değerli milletvekilleri, bugün YÖK’ü kalıcı
kılanlarla YÖK’ü kuranların aynı zihniyeti paylaştığına dair bir örnek vermek
istiyorum. Gençay Gürsoy, tıp doktoru, bu ülkenin en önemli ve vicdanlı akademisyenlerinden
biridir. 1984 yılında Kenan Evren’e verilen demokratikleşme talebini içeren
Aydınlar Dilekçesi’nde imzası bulunuyordu. Darbeci Kenan Evren dilekçede imzası
bulunan 1.246 aydın için “hain” dedi, YÖK harekete geçti, Gürsoy ve aydınlar
görevden uzaklaştırıldı. Aydınlar Dilekçesi’nden otuz iki yıl sonra, 2016’da Bu
Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi’ne binlerce aydın imza attı. Barış ve
demokrasi çağrısı vardı, Gençay Gürsoy’un bu bildiride imzası vardı. Bu kez
Cumhurbaşkanı Erdoğan barış akademisyenleri için “karanlık” dedi. Bu kez de
kanun hükmünde kararnameler devreye konuldu ve binlerce akademisyen ihraç
edildi ve Gürsoy hakkında iki yıl üç ay hapis cezası verildi, aydınlar bu kez
sivil ölüme mahkûm edildi. İşte Gürsoy, otuz iki yıl sonra Evren’in
uygulamalarına bir kez daha onun devamı niteliğindeki mevcut iktidar tarafından
maruz bırakıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ŞEVİN COŞKUN (Devamla) – Tamamlıyorum.
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
ŞEVİN COŞKUN (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
hem darbe karşıtı olduğunu söyleyen hem de darbe kurumları ve darbe
fikriyatıyla bu denli iç içe olan başka bir Hükûmet görülmedi. YÖK’ün hâlen
kullanışlı bir araç olduğunu düşünmek, üniversite kampüslerini, derslikleri,
hocaların odalarını YÖK üzerinden kontrol etmek darbe uygulamasıdır. Darbe
uygulamalarını sadece YÖK üzerinden görmüyoruz; 7 Haziran seçimlerinin inkâr
edilmesi, 4 Kasım 2016’da milyonlarca oy alan seçilmişlerin tutuklanması, OHAL
ve uygulamaları, 16 Ağustos 2019’da tekrar başlayan kayyum uygulamaları.
Karşımızda darbe mekaniğinin çamuruna batmış ve hatta darbe mekaniğinin kendisi
olmuş bir iktidar vardır.
Genel Kurulu selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 6’ncı
maddesi ile 2547 sayılı Kanun’un 44’üncü maddesinin (c) fıkrasının üçüncü
paragrafına eklenen “Açık öğretim sisteminde üst üste dört dönem bu koşulları
yerine getirmeyen öğrencinin ilgili programdan ilişiği kesilir” cümlesinin
madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Yıldırım
Kaya Sibel
Özdemir Süleyman
Bülbül
Ankara İstanbul Aydın
Ahmet
Akın Abdurrahman
Tutdere Serkan
Topal
Balıkesir Adıyaman Hatay
Tekin
Bingöl Turan
Aydoğan Mahir
Polat
Ankara İstanbul İzmir
Alpay
Antmen Fikret
Şahin
Mersin Balıkesir
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
ÜYESİ HASAN ÇİLEZ – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında söz isteyen, Hatay
Milletvekili Sayın Serkan Topal.
Buyursunlar Sayın Topal. (CHP sıralarından alkışlar)
SERKAN TOPAL (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinize
saygılarımı sunuyorum.
Aslında, 3-4 madde üzerinde daha konuşma yapacaktık
ama diğer maddelerde önergeler çekildiği için şu anda bütün konuşmamı, eğitimle
ilgili bütün sorunları tek maddede toparlamaya çalışacağım. Takdir edersiniz ki
tek maddede toparlama şansımız maalesef yok.
Tabii, şu anda 6’ncı madde de açık öğretim
öğrencilerinin öğrenim sürelerinde bir kısıtlama getiriliyor. Yani, dört dönem
kayıt yaptırmayan öğrenci arkadaşlarımızın kayıtları düşüyor. Aslında bu
Anayasa’nın 40’ıncı maddesine aykırı. Neden aykırı? Evet, bir koşul konulsun
diyoruz ama parasız olsun, parasız eğitim olsun, ondan sonra kaydını
yaptırmayanlar gitsin; olabilir. Bu maddeyi o yüzden doğru bulmuyorum. Yani
önce, parasız eğitim getirilsin, parasız olarak herkes… Zaten bu Açık Öğretime
başvuru yapan öğrenci arkadaşlarımız genelde kırsal kesimde mağdur olanlar,
çalışmak zorunda kalanlar olduğu için bazen gerçekten kayıt parası bulamadıkları
için kayıt yaptıramıyorlar. Önce, parasız bir kayıt yenileme sistemi
getirilsin, ondan sonra dört dönem üst üste kaydını yaptırmayanlar için bu
olabilir.
Değerli arkadaşlar, az önce de Sayın Atalay’ı
dikkatlice dinledim. Milattan önceki bilim adamlarından, üniversitelerden
bahsetti; Platon’dan Aristo’ya, Aristo’dan İbni Rüşd’e, Farabi’ye…
Üniversitelerin zenginliğinden bahsetti, ben de katılıyorum ve kendisinin
akademik bilgisine gerçekten de sonsuz saygım var, insani olarak da kendisini
seviyorum ancak Aristo’dan bahsederken şunu burada dün de ifade etmiştim, bir
kez daha ifade etmek istiyorum: Adalet, önce devletten gelmeli. Dediğimiz gibi,
şimdi, bilim adamlarından söz ederken engizisyon mahkemelerinden de
bahsetmişti. “Dünya dönüyor.” dediği için Galilei'nin engizisyon mahkemeleri
tarafından nasıl aforoz edildiğini hepimiz çok iyi biliyoruz, burada da aynı
şey olmuyor mu arkadaşlar? Yani o dönemki engizisyon mahkemeleriyle bu dönem
“barış akademisyenleri”nin atılmaları arasındaki farkı nasıl izah edebiliriz?
Bakın, Anayasa Mahkemesinin kararı var; temmuzda bir karar veriyor, ağır ceza
mahkemeleri karar veriyor ve bütün bunlara rağmen OHAL Komisyonu hâlâ karar
vermiyor, oyalıyor.
Şimdi, Sayın Atalay engizisyon mahkemelerinden
bahsetti. Peki, fark nerede? Hiçbir farkı yok arkadaşlar. Yani üniversitelerde
gerçekten bilim maalesef kan kaybetti; bunu burada ifade etmek istiyorum
değerli arkadaşlar.
Şimdi, tabii, o kadar çok sorun var ki eğitim
sisteminde. Mesela, bakın, genelde OECD ülkelerinde okul öncesi bir öğrenciye
ortalama 8.377 dolar ayrılırken ülkemizde, maalesef, 1.798 dolar; yine, ilkokul
öğrencisine 8.470 dolar ayrılırken bizde 1.395 dolar değerli arkadaşlar.
Özellikle coronavirüs nedeniyle bazı öğretmen
arkadaşlarımız mağdur kaldı, bunu ifade etmek istiyorum, mesela ücretli
öğretmen arkadaşlarımız, usta öğreticiler. Değerli arkadaşlar, bunların mutlaka
sorunu çözülmeli -Komisyon Başkanımız yok- yani gerçekten hem usta
öğreticilerin hem ücretli öğretmen arkadaşların sorunları mutlaka çözülmeli.
Ayrıca, şimdi EBA sistemi geldi arkadaşlar. EBA
sistemi çöktü arkadaşlar. Bakın, maddi hatalar çok, konular çok basit. Ayrıca
özel okullardaki sistem, videolar gerçekten çok daha iyi ve bu yüzden şu anda
mevcut devlet okullarındaki öğrenciler bu sistemle mağdur ediliyor. Bu sistemin
bir an önce mutlaka kurulması gerekiyor, fırsat eşitliğini sağlamamız
gerekiyor. Keza, üniversiteye hazırlanan öğrencilerimiz de aynı şekilde değerli
arkadaşlar.
Yine, öğretmenlik meslek kanununu bir an önce
getirmemiz gerekiyor ki bunu ortadan kaldıralım; sözleşmeli, kadrolu, ücretli
ayrımı olmaması gerekiyor. Atama bekleyen öğretmen arkadaşlarımız… Tabii, daha
çok konuşulabilir ama süremiz daraldı.
Son olarak şunu söylemek istiyorum değerli
arkadaşlar: Sokağa çıkma yasağı ilan edildiği zaman binlerce vatandaşımız
mağdur oldu. Özellikle başka illere gönderilen ürünler maalesef çöpe atılmak
zorunda kaldı. Onların mağduriyetleri giderilmeli değerli arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SERKAN TOPAL (Devamla) – Toparlayabilir miyim?
BAŞKAN – Tamamlayalım.
SERKAN TOPAL (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Dediğim gibi, sokağa çıkma yasağı ilan edildiği
dakikada mağdur olan vatandaşlarımızın mağduriyetleri mutlaka giderilmeli.
Son olarak, bir kez daha buradan ifade etmek
istiyorum değerli arkadaşlar: Yurt dışında olan birçok vatandaşımız var,
özellikle Hatay’da yaklaşık 20-25 bin kişi gerçekten mağdur bu konuda. MHP
Milletvekilimiz değerli Lütfi Kaşıkçı, yine, Sayın Hacı Bayram Türkoğlu
ellerinden geleni yapıyorlar, teşekkür ediyorum ama gerçekten, özellikle
Arabistan’da, Libya’da, Katar’da, Kuveyt’te, Umman’da, Sudan’da, Irak’ta ve
Kıbrıs’ta en az 20 bin Hataylı var ve orada gerçekten, parasız olan, Libya’da
çatışmaların ortasında kalan, Arabistan’da sokakta olan, aç olan
vatandaşlarımız var. Evet, bugün 2-3 uçak getirildi, Kuveyt’ten de getirildi
ama arkadaşlar, yine yetmiyor. Sizlerden ricam, bir kez daha, bu ülkelerde olan
vatandaşlarımızı, ivedi bir şekilde, ya getirelim ya da oradaki sorunlarını
çözelim.
Hepinize teşekkür ediyorum,
saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul Edenler… Kabul Etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 6’ncı
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “eklenmiştir” ibaresinin “ilave
edilmiştir” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Orhan
Çakırlar Fahrettin
Yokuş
İzmir Edirne Konya
Enez
Kaplan Yasin
Öztürk Arslan
Kabukcuoğlu
Tekirdağ Denizli Eskişehir
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Konya
Milletvekili Sayın Fahrettin Yokuş.
Buyurunuz Sayın Yokuş. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
FAHRETTİN YOKUŞ (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Malum, YÖK Yasası üzerinde görüşmeler yapıyoruz.
Üniversitelerimizde örgütlü Tüm Üniversite Çalışanları Sendikasının, 2.500
civarında öğretim üyesi, akademisyen, idari memur, işçiler dâhil olmak üzere
yani tüm üniversite çalışanlarını kapsayan bir araştırmasında bazı sonuçlar
var. Bu sonuçları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Üniversite çalışanlarının en çok mağduriyet
yaşadıkları konuların başında tayin ve nakil problemleri olduğu ortaya
çıkmıştır. Ankete katılan üniversite çalışanlarının yüzde 64,90’ı yani üçte
2’si bu mağduriyetten söz etmektedir.
2’nci sırada ise torpil ve adam kayırmacılığı
geliyor. Üniversite çalışanlarının yüzde 60,40’ı torpil ve adam
kayırmacılığının çok yoğun olduğunu ifade ediyorlar.
3’üncü sırada ise idari atamalarda yapılan haksızlıklar;
yüzde 59.
4’üncü sırada mali ve sosyal haklar konularındaki
eksiklikler ve haksızlıklar.
5’inci sıradaysa yüzlerce davaya konu olan 2547
sayılı YÖK Kanunu’nun 13’üncü maddesi. Biliyorsunuz, bu madde rektörlere
çeşitli yetkiler veriyor yani çalışanların kaderi rektörlerin iki dudağı
arasında; keyfiyet burada oldukça yoğun. En muzdarip olunan konuların başında
da bu husus geliyor.
6’ncı sırada gelen, yine, personelin diğer bir
sıkıntısı ise taciz ve mobbing; üniversite çalışanlarının üçte 1’i bu konuda
şikâyetçi.
Değerli milletvekilleri, şimdi, bunlara, bu
sayılara, bu rakamlara dikkatle itibar edersek üniversitelerimizin hâlini zaten
çok iyi anlamış oluruz. Hepimiz biliyoruz, burada birçok konuşmacı anlattı;
üniversitelerimiz maalesef liyakatsiz, yeteneksiz, niteliksiz rektörlere teslim
edilmiş durumda. Pek çoğu da üniversitelerimizi aile şirketine çevirdi, hepiniz
bunu biliyorsunuz.
Üniversitelerimizin bu kanunla şekli değişecek mi?
Bu da tartışma konusu. Ama sizlere, burada, bazı uygulamalardan örnek vermek
isterim. Örnek olarak, Ömer Halisdemir Üniversitesi Mühendislik Fakültesinin
verdiği doçent ilanına başvuru için “Şalgamda laktik asit bakterileri, aroma
maddeleri, antosiyaninler ve depolama alanında çalışmalar yapmak.” diye bir
şart koyuyorlar.
Süleyman Demirel Üniversitesi ise Eskiçağ Ana Bilim
Dalına yönelik verdiği öğretim üyesi ilanına “Pers Askeri Teşkilatı ve
Kurumlarıyla ilgili çalışmalar yapmak…”
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ise yine
“Arap dili ve belagatı alanında doktora yapmış olup İbn Ebi Zemenin ve tefsiri
konusunda çalışmış olmak...”
Yani, adrese teslim, şahıslara teslim atama
kompozisyonları.
Şimdi, bunların yanında, bir başka örnek, Nevşehir
Hacı Bektaş Veli Üniversitesi sürekli işçi alımı ilanında istenen belgeler
arasında dikkat çeken bir madde var. Madde şöyle diyor: “Bahçıvan ilanına
başvuran adayların Antep fıstığı budama alanında Millî Eğitim Bakanlığından
onaylı sertifikalarla yeterliliğini gösteren belge.” Allah aşkına, Nevşehir
Üniversitesiyle Antep fıstığının ne alakası var? Ancak, rektör herhâlde Urfalı
ki oraya Urfa’dan birini atayacak, görevlendirecek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim efendim.
FAHRETTİN YOKUŞ (Devamla) – Şimdi, inanın bunları
saysam zaten zaman yetmez ama ilim yuvaları dediğimiz yerleri bu hâle
getirenlerin biraz düşünmesi lazım, hepimizin düşünmesi lazım. Onun için,
inşallah, inşallah, bu konuşmalardan YÖK ve üniversite yöneticilerimiz bir
şeyler alır da şöyle, gerçekten ilim yuvası hâline gelmiş üniversitelerimizle,
liyakat sahibi rektörlerimizle gurur duyan bir Türkiye oluruz diyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
6’ncı maddesiyle düzenlenen 2547 sayılı Kanun’un 44’üncü maddesinin (c)
fıkrasının 3’üncü paragrafına eklenen cümlede yer alan “koşuluyla” ibaresinin
“şartıyla” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hasan
Kalyoncu Ali
Muhittin Taşdoğan Mehmet
Celal Fendoğlu
İzmir Gaziantep Malatya
Lütfi
Kaşıkçı İbrahim
Ethem Sedef
Hatay Yozgat
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen, İzmir
Milletvekili Sayın Hasan Kalyoncu.
Buyurunuz Sayın Kalyoncu. (MHP sıralarından
alkışlar)
HASAN KALYONCU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Gazi Meclisimizi ve aziz Türk milletini saygıyla selamlarım.
Coronavirüs salgınına karşı Sağlık Bakanlığı tüm
önlemleri almış, devletimiz tüm kurumlarıyla mücadeleye etkin bir şekilde devam
etmektedir; dünyadaki en iyi mücadele örneklerinden birini bu konuda
sergilemektedir. Dünyada meydana gelen bu salgınlar ekonomiden siyasete kadar
tüm alanları etkilemekte ve bir millî güvenlik sorunu da oluşturmaktadır. Bu
tip durumlarda Millî Savunma Bakanlığının da etkin bir şekilde hazırlıklı
olması gerekmektedir. Millî Savunma Bakanlığında daire başkanlığı düzeyinde
olan KBRN Daire Başkanlığı müstakil bir başkanlık hâline dönüştürülmeli; kimyasal,
biyolojik, radyoaktif ve nükleer şeklinde alt başlıklarda ihtiyaç duyulan tüm
yetkin personelin istihdam edilmesi, bilim kurullarını oluşturması, gelişmiş
laboratuvarlar ve eylem planı hazırlaması gerekmektedir; aynı zamanda,
dünyadaki gelişmeleri de yakından takip etmelidir.
Covid 19’un Çin’de bir hayvan pazarından
kaynaklandığı bilinmektedir veya ifade edilmektedir. Eğer durum böyleyse, böyle
bir küçük pazarda egzotik ve vahşi hayvanların birbirine yakın kafeslerde, sığ
sularda bir arada tutulması, pazar yerinde kesilmesi, kanlarının ve iç
organlarının kanalizasyona karışması, satın alanların iyi pişirmeden bunları
tüketmesi insanlığın doğal hayatla olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmesini
gerektirmektedir.
Geçtiğimiz yüzyıl ile bugün arasındaki en önemli
fark, tüketmek ve beslenmek için doğal ortamdaki sayılarını dengesiz hâle
getirdiğimiz hayvanlarla çok daha iç içe ve yoğun nüfuslu şekilde yaşıyor
olmamızdır. Doğal alanlarda yapılan faaliyetler ve hızlı şehirleşme, bu
bölgelerde çağlar boyunca birbirlerinden uzak şekilde yaşamayı başarmış insan
topluluklarını ve yine aynı bölgede yaşayan hayvanları bir araya getirmekte ve
çok yakın olmaya zorlamaktadır. Hayvanların yaşadığı alanlar bozulduğunda veya
topraklar, sular zehirlendiğinde yaşamayı başaran hayvanlar genellikle
bünyeleri en dirençli olanlardır. Bu hayvanlar da insanlar için en ölümcül
virüsleri bünyelerinde barındırabilmektedir. Bu dirençli hayvanlardaki
patojenlerin doğada hiçbir tedaviyle karşılaşmadan evrildiği ve hayvanlardan
insanlara atlayan hastalıkların daima olmaya devam edeceği artık bilinmektedir.
2008 yılında yapılan bir çalışmada, 1960-2004
yılları arasında toplam 335 hastalığın ortaya çıktığı ve bunların yüzde 60’ının
insanların hayvanlarla olan etkileşiminden kaynaklandığı tespit edilmiştir.
Uluslararası Hayvancılık Araştırma Enstitüsünün 2012’de yayımladığı bir rapora
göre, 2 milyondan fazla insan, her yıl, evcilleştirilmiş ve yaban
hayvanlarından bulaşan hastalıklardan ölmektedir. 1999 yılından bu tarafa Güney
Asya’da, hayvanlardan bulaşan 12 küçük ölçekte salgın meydana gelmiştir.
Uzmanlar bu tip salgınların buz dağının görünen küçük bir parçası olduğunu
ifade etmektedir. Aynı zamanda, coronavirüs kuzey ve güney yarım kürelerini
mevsimsel olarak vurmaktadır. Bu durum ise gıda tedarik
zincirinde yakın dönemde kopmalara sebebiyet verecektir. Devletimizin tarım,
gıda ve su zincirine özel bir önem vermesi gerekmektedir.
Corona salgınlarından
edindiğimiz tecrübeleri geliştirerek daha sonra oluşabilecek salgınlara karşı
hazırlıklı olmak zorundayız. Oluşturulan bilim kurullarında virolog ve
biyologların da bulunması gerekmektedir. Temel bilimlerin ve özelikle biyoloji
biliminin problemleri de acilen masaya yatırılmalıdır. Mikroskobik canlıların
sebep olduğu problemler, biyolojik zenginliklerimizin maruz kaldığı
biyokaçakçılık tehditlerinin insanlığın yüksek donanımlı yetişmiş kadrolara
sahip olmasıyla çözülebileceği açıktır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım.
HASAN KALYONCU
(Devamla) – Bu konuda YÖK’e ve üniversitelere büyük görev düşmektedir.
Öncelikli alanlarına bu konular acilen dâhil edilmelidir.
Bu vesileyle “Evde kal
Türkiye’m.” diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi, sayın
milletvekilleri, 7’nci madde üzerinde 2 önerge vardır, aynı mahiyetteki bu
önergeleri birlikte işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 7’nci maddesinin tekliften çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
Muazzez Orhan Işık Züleyha
Gülüm Tulay
Hatımoğulları Oruç
Van İstanbul Adana
Tuma Çelik Ömer
Öcalan
Mardin Şanlıurfa
Aynı mahiyetteki diğer
önergenin imza sahipleri:
Yıldırım Kaya Sibel
Özdemir Turan
Aydoğan
Ankara İstanbul İstanbul
Süleyman Bülbül Uğur
Bayraktutan Alpay
Antmen
Aydın Artvin Mersin
Mahir Polat Fikret
Şahin Ahmet
Akın
İzmir Balıkesir Balıkesir
Serkan Topal Abdurrahman
Tutdere Tekin
Bingöl
Hatay Adıyaman Ankara
BAŞKAN – Komisyon aynı
mahiyetteki önergelere katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Aynı
mahiyetteki önergeler üzerinde söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Züleyha
Gülüm.
Buyurunuz Sayın Gülüm.
(HDP sıralarından alkışlar)
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) – Yaşadığımız salgın
dönemi, aslında, bize bilimin, iktidardan bağımsız özerk üniversitelerin ne
kadar önemli olduğunu, Türkiye’de olmayan şeyin aslında belki bu salgından
sonra yeniden kurulması gerektiğini bir kez daha hatırlattı ama maalesef
iktidar bundan da hiçbir ders çıkarmamış ki baskıcı, otoriter, düşünce
özgürlüğünü yok eden bir düzenleme daha önümüze getirdi. Bundan önce de
yapmıştı zaten; binlerce akademisyeni ihraç etti, rektörlük seçimlerini
kaldırdı, üniversitelerin kısmen bile var olan özerk yapısını tümüyle yok etti.
Biz, YÖK’ün kaldırılması gerektiğini savunurken, 12 Eylül faşist darbesinin
sonucu olan YÖK’ün kaldırılmasını savunurken, aksine, “özgürlükler” diye gelen
AKP iktidarı daha baskıcı, daha otoriter, özerkliği sıfıra indiren
uygulamalarla devam etti. Bugünkü uygulama da bunun bir parçası aslında.
Şimdi, kanun teklifinde ne diyor? Yükseköğretimde
niteliğin ve verimliliğin artırılması. Gerçekten bu böyle mi? “Nitelik ve
verimlilik, baskıcı politikalarla, özgür düşüncenin önünü keserek, insanları
kolayca üniversiteden atmanın yollarını açarak mı gerçekleşiyor acaba?” diye
sormak lazım.
Şimdi, bu düzenleme ne getiriyor? Akademisyenlerin
kendi aralarında -yani, zaten ortada pek bir şey bırakmadınız da- kısmen bile
olsa demokratik ilişkilenme biçimini ortadan kaldırıyor, bir emir komuta zincirine
dönüştürüyor, bir hiyerarşi dayatıyor ve dolayısıyla da özgür düşünce ortamının
var olan kırıntılarını dahi ortadan kaldırıyor.
Şimdi, “Bu yasa niçin getirildi?” dendi. Anayasa
Mahkemesinin daha önce bu konudaki yasaya ilişkin verdiği iptal kararı gerekçe
gösterilerek getirildi. Ama Anayasa Mahkemesi size, benim kararımı dolanın,
oradan, aslında, istediğiniz gibi yine fırsatçılık yapın ve buradan baskıcı
düzenlemeler getirin dememiş. Demiş ki: “Özerk üniversiteye, demokratik bir
üniversiteye uygun düzenlemeler yapın; böyle düzenlemeler yapılamaz.” Ama siz
yine bunu da fırsata çevirdiniz aynı corona günlerini fırsata çevirdiğiniz
gibi. Buradan da öğretim üyelerine, akademi görevlilerine yönelik, aslında, bir
dizi disiplin cezasıyla nasıl sessizleştiririm, nasıl işime gelmeyen kişileri
akademiden atarım, bunun hesabını yapmışsınız. Mesela -her zamanki gibi,
aslında bir önceki yasal düzenlemede çok tartıştığımız gibi- şöyle bir
düzenleme: “Terör niteliğindeki eylemlerde bulunmak ve bu eylemleri desteklemek.”
şeklinde düzenlenen maddeye şimdi diyorsunuz ki “Terör örgütlerinin
propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde olmak veya yardım
etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak
ve kullandırmak.” Ceza ve atma gerekçesi olarak sıralıyorsunuz. Yani aslında ne
diyorsunuz? Ben aldım elime “terör propagandası” diye bir şey, her yere
kullanırım, her yerde bunu yerleştiririm, Ceza Yasası’na da yerleştiririm,
eğitime de yerleştiririm, her yere yerleştirip bununla, işime gelmeyenleri,
bana itaat etmeyenleri, benim gibi düşünmeyen herkesi, üniversitede de olsa
atarım görevden; bütün o yaşamını, deneyimini, birikimini, bu ülke için
sağlayabileceği faydayı falan da düşünmem kapı dışarı ederim. Söylediğiniz
aslında bu maddeden, özetle bu.
Biz şunu çok iyi biliyoruz ki bu “terör örgütü
propagandası” dediğiniz şeyi istediğiniz yere çekiyorsunuz, size muhalif olana
anında uyguluyorsunuz -sizden yana olana ise asla bu maddeler uygulanmıyor-
hiçbir delil aramanıza da gerek yok, sosyal medyada attığı bir “tweet” bile
bunun için yeterli oluyor.
Şimdi kanun teklifinde başka ne diyorsunuz?
“Maiyetindeki elemanların yetiştirilmesinde özen göstermemek.” Üniversitede
eleman mı vardır, bu nasıl bir yaklaşımdır? Kimse eleman değildir. Üniversitede
her bir birey kendi başına bilim üretmeye çalışan kişilerdir. Yani şunu
diyorsunuz: Eğer siz ilişkilendiğiniz kişilere benim bakış açımın dışında bir
meseleden bahsedersen, buna dair bir yaklaşım gösterirsen bu yasaktır, sana
buna ilişkin de disiplin cezası uygularım.
Yine, gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suç hâline
gelmiş. Buradan da şunu diyorsunuz herhâlde: Akademisyenler tarafından bilimsel
veri ve belgelere dayalı hazırlanan teknik raporlar, mesela hazırlanan bir ÇED
raporu iktidarın hoşuna gitmediğinde “gerçeğe aykırı” diyeceksiniz ve buradan
da disiplin soruşturmasıyla cezaları yağdıracaksınız.
Kınama cezası kapsamında “Görevi sırasında
amirlerine sözle saygısızlık etmek...” Nedir bu saygısızlık? Kime göre
saygısızlık? Bunun sınırlarını kim koyuyor? Ya da tersinden, acaba daha aşağıda
görevi olanlar açısından uygulanan mobbing, baskı politikaları –ki en çok bu
var- bunları ne yapacağız? Bunlara dair hiçbir cevap yine yok.
Yine, diğer bir düzenleme: Genel ahlak kurallarına
uymama, edep dışı tutum ve davranış, belirlenen kılık ve kıyafetlere uymamak.
Kimin ahlakından bahsediyoruz? Kimin edebinden bahsediyoruz? Standardı kim
koyuyor? Kılık kıyafetimize niye karışıyorsunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edelim.
ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) – Yine geldiniz, kadınların
bedenine, kadınların kıyafetine müdahale etme hakkını kendinizde gördünüz.
Yine, diyorsunuz ki: “Biz, sizin giyiminize kuşamınıza, davranışınıza müdahale
ederiz.” Kimin hakkına ne hakla bunu yapıyorsunuz?
Yine, diğer bir madde “Görev yeri sınırları
içerisinde herhangi bir yerin toplantı, tören ve benzeri amaçlarla izinsiz
kullanılmasına yardımcı olmak, kullanmak…” diye sıralıyorsunuz. Şimdi, bu ne
biliyor musunuz? Pratikte bu şu: Öğrencilerin okul içerisinde yaptığı panel,
gösteri, forum ve benzeri şeylerde, üniversite görevlileri öğrencilere doğal
olarak destek verdiğinde, içinde yer aldığında diyorsunuz ki “Ha, bakın, bunu
yapamazsınız, cezalandırırım.” Yasakçı zihniyetiniz bitmiyor, bir türlü sona
ermiyor. Yine, buradan da yasaklayacak maddeleri getirmişsiniz. Tam tersine,
biz diyoruz ki: Üniversiteler özerk olmalı, iktidara bağımlı kurumlar olmamalı,
hele bu “YÖK” denilen, 12 Eylül faşist rejiminin getirdiği düzenleme kesinlikle
kalkmalı.
YÖK diye bir şey kabul edilemez, üniversitelerde
olması mümkün değildir. Ceza infaz kurumu gibi yönetmekten vazgeçin. (HDP ve
CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 00.21
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.31
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nimetullah ERDOĞMUŞ
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL
(Kütahya), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 85’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup
oylarınıza sunacağım.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
B) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 15 Nisan 2020 Çarşamba
günkü birleşiminin saat 16.00’da başlamasına ilişkin önerisi
14/4/2020
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 14/4/2020 Salı günü (bugün)
yaptığı toplantıda, Genel Kurulun 15 Nisan 2020 Çarşamba günkü birleşiminin
saat 16.00’da başlaması önerilmiştir.
Mustafa
Şentop
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Muhammet
Emin Akbaşoğlu Engin
Özkoç
AK PARTİ CHP
Grubu Başkan Vekili Grubu Başkan
Vekili
Meral
Danış Beştaş
Muhammed Levent Bülbül
HDP
MHP
Grubu
Başkan Vekili
Grubu Başkan Vekili
Dursun
Müsavat Dervişoğlu
İYİ
PARTİ
Grubu
Başkan Vekili
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Öneri Kabul edilmiştir.
212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine
devam ediyoruz.
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon yerinde.
Sayın milletvekilleri, az önce 7’nci madde üzerinde
sehven 2 adet aynı mahiyette önerge vardır demiştim.
Madde üzerinde 2’si aynı mahiyette olmak üzere 3
adet önerge vardı. Aynı mahiyetteki önergeleri az önce okutmuştum.
Şimdi aynı mahiyetteki 2’nci önergenin konuşmacısı Artvin
Milletvekili Sayın Uğur Bayraktutan.
Buyurun Sayın Bayraktutan. (CHP sıralarından
alkışlar)
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 7’nci
maddesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında, bugün, coronavirüs nedeniyle
rahmetli olan Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’ı ve bugüne
kadar kaybetmiş olduğumuz bütün canlarımızı rahmetle anıyorum, yaralılara acil
şifalar diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu kanun teklifiyle alakalı
söyleyeceklerimiz şunlar: 2547 sayılı Kanun’un yani YÖK Kanunu’nun 53’üncü
maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından kısmi iptali üzerine birtakım
düzenlemeler getirildi. Bu düzenlemeler içerisinde özellikle yükseköğrenim
kurumlarında iş sözleşmesiyle bağlı olanlarla alakalı olarak İş Kanunu’nda,
aynı şekilde yükseköğretim kurumlarında memur görevi yapanlara da Devlet
Memurları Kanunu’nda bazı değişiklikler yapıldı. Şimdi, burada bazı sorunlar
var, onlar da nelerdir? Burada getirilen hükümlerle beraber, değerli
arkadaşlarım, ne yazık ki çelişik, yoruma açık birtakım düzenlemeler ve
yaptırımlar var. Bunlar nelerdir? Bazı cezalar koyuyorlar -biraz önce Sayın
Genel Başkan Yardımcımız Yıldırım Kaya da bahsetti- 25 suç çeşidiyle alakalı
tanımlamalar var değerli arkadaşlarım. Bunların içerisinde “Görev sırasında
amirine saygısızlık etmek.” diye bir suç tanımı yapılıyor. Yine, bunların
haricinde, genel ahlak ve adaba aykırı davranışlar, yasaklanmış her türlü
yayını basmaya çalışmak, dağıtmak, teşhir etmek, bununla alakalı şeyler var.
Bir de görev yeriyle ilgili herhangi bir yerde toplantı, gösteri yürüyüşleriyle
alakalı, izin alınmadan toplantı yapanlarla alakalı düzenlemeler getiriyor.
Değerli arkadaşlarım, görüldüğü üzere bunlar her
türlü subjektifliğe açık, objektiflik ölçütlerinin ötesinde birtakım
düzenlemeler. Yani buna ilişkin, bu yetkiyi kullanan kişi, bir üst makam, bu
örnek verdiğimiz dört çarpıcı gerekçeye dayanarak istediği gibi işlem tayin
edebilir. Bu nedenle, yarın öbür gün bunlar uygulamada büyük sorunlar ortaya
çıkartabilir. Bu hususun düzeltilmesini en azından Genel Kurulun dikkatine
çekiyorum. Çünkü her ne kadar teoride bu şekilde iyi niyetle bazı şeyler
koyulmuş olsa da uygulamadaki bu problemlerin neler olabileceğini görüyoruz
değerli arkadaşlarım.
Bunun haricinde, öncelikle ufak bir ayrıntıyı
birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, mahkeme kararları
ile disiplin kurulu kararları arasındaki ince çizgiyi birbirinden ayırt etmek
gerekir. Biliyorsunuz, buradaki disiplin suçları uyarma, kınama, aylıktan
kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması, memuriyetten men gibi açık bir
şekilde ortaya konulmuş ama buna ilişkin hükümler koyuluyorken bazı müphem,
bazı çelişik hükümler var, ucu açık hükümler var. Biraz sonra verilecek
önergeyle düzeltileceğine yürekten inanıyoruz. Özellikle terör propagandasıyla
alakalı, böyle soyut, somut kavramları olmayan, delilleri ortaya koyduğunuz
zaman hiçbir delil olmadan da insanlar hakkında yaftalayarak istediğiniz
soruşturmaları yapabilirsiniz. Zaten, yükseköğrenim kurumlarındaki disiplin
soruşturmalarıyla alakalı kaygılarımız da bundan ibaret. Getirilen
düzenlemelerle disiplin soruşturmalarının kavramları, kapsamı genişletiliyor
yani bir anlamda yükseköğretim kurumları, üniversiteler kriminal bir suç örgütü
olarak gözüküyor. Bu nedenle bunların düzeltilmesiyle alakalı olarak biraz önce
de ifade ettiğim gibi somut tanımlar, suç unsuru nedir? Biz, bir anlamda
disiplin soruşturmalarını ortadan kaldıralım, butlanla malul edelim,
keenlemyekûn ilan edelim diye bir iddia içerisinde değiliz değerli arkadaşlarım
ama buna ilişkin, bunu uygulayıcılar eliyle her ne kadar yasama organı iyi
niyetle düzenlemeler yapsa da bunu uygulayanlar subjektif düzenlemelerle yarın
öbür gün bu sorunları önümüze getireceklerdir.
Bakın, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu daha
önceki iptal kararları var. Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu kararlar yasama
organını, yürütme organını, yargı organını, bütün idari organları -kamu ve özel-
her tarafı bağlıyor. Buna ilişkin Anayasa Mahkemesi daha önce karar vermiş,
vermiş olduğu iptal kararında üniversitede disiplin hükümleriyle alakalı
hükümlerin yönetmelikle düzenlenmesiyle alakalı kararı iptal etmiş. Bu ne
demektir? Diyor ki: Buradaki hükümler ciddi hükümlerdir. Bir insanla “öğretim
elemanı” “öğretim üyesi” diye tabir ettiğimiz kişilerle alakalı düzenlemeleri
ciddiye almış, buna ilişkin yasal düzenlemeler yapın ve… Bunun hukuksal
dayanaklarını oluşturmuş. O nedenle, biz özellikle 7’nci maddede bizim için
önemli olan, biraz sonra da iktidar grubu tarafından da getirileceğine
inandığımız, özellikle terörle alakalı, propagandayla alakalı bu saatli bomba
teşkil edecek, soyut, somut delillerle desteklenmeyen, hiçbir gerekçesi olmayan
bu ibarelerin de yasa metninden çıkartılmasını özellikle talep ediyoruz çünkü
buradaki düzenlemeler… En başta da ifade etmiş olduğumuz gibi Anayasa
Mahkemesinin 10/4/2019 tarihinden bu tarafa doğru yapılan düzenlemelerdeki
temel dayanaklarının bir an önce ortaya konmasını yüce heyetinizden talep
ediyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
3’üncü önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
çerçeve 7’nci maddesi ile 2547 sayılı Kanun’un 53’üncü maddesinin (b)
fıkrasının (6) numaralı bendinin değiştirilen (a) alt bendinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“a) Terör niteliğindeki eylemlerde bulunmak veya bu
eylemleri desteklemek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütler için kullanmak ya
da kullandırmak.”
Muhammet
Emin Akbaşoğlu Recep
Özel Selim
Gültekin
Çankırı Isparta Niğde
Mustafa
Kendirli Recep
Şeker
Kırşehir Karaman
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Önergeyle öğretim elemanları hakkında kamu
görevinden çıkarma cezasını gerektiren fiillerde yapılan değişiklik yeniden
düzenlenmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
8’inci maddeye geçiyoruz.
Sayın milletvekilleri, 8’inci madde üzerinde 2
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
8’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Muazzez
Orhan Işık Züleyha
Gülüm Tulay
Hatımoğulları Oruç
Van İstanbul Adana
Tuma
Çelik Ömer
Öcalan Murat
Sarısaç
Mardin
Şanlıurfa Van
Madde 8- 2547 sayılı Kanunun 53/E maddesinin ikinci
fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Üniversite disiplin kurulu üniversite yönetim
kuruludur. Üniversiteye bağlı birimlerin yönetim kurulları disiplin kurulu
olarak görev yapar. Rektörlüğe bağlı birimlerdeki disiplin kurulu; akademik
personel ve daire başkanı kadrosunun dengi ve üstü kadrolarda bulunanlar için
rektör yardımcısı başkanlığında üniversite yönetim kurulunca her takvim yılı
başında belirlenen profesör unvanlı dört öğretim üyesi ile memurlar için ise
Genel Sekreterin başkanlığında, Hukuk Müşaviri ile Personel Dairesi Başkanından
oluşur. Gerek akademik personel ve daire başkanı kadrosunun dengi ve üstü
kadrolarda bulunanlar ve gerekse memurlar için bu kurulların çalışmalarına
ilgili çalışanın üyesi olduğu sendika temsilcisi de eşit yetkiyle dahil
edilir."
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Van
Milletvekili Sayın Murat Sarısaç.
Buyurunuz Sayın Sarısaç. (HDP sıralarından alkışlar)
MURAT SARISAÇ (Van) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Grubumuzun 8’inci madde hakkındaki görüşlerini
aktarmak üzere söz aldım. Genel Kurulu ve halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Bugün 14 Nisan yani Enfal’i anma günü. Çünkü Irak
Kürdistanı’nda dört yıl içinde 180 bini aşkın Kürt katledildi, camiler, evler,
okullar darmadağın edildi. Sadece Halepçe’de 5 bini aşkın insan zehirli
gazlarla öldürüldü. Bugün bile ırkçı Baas rejiminin canice katlettiği insanlara
ait toplu mezarlar ortaya çıkıyor. İşte bu Enfal’dir, bir Kürt soykırım
programıdır. Ama en nihayetinde dünya barbar Saddam’a da kalmadı. Saddam
sonrası Irak’ta bu insanlık suçları “soykırım” olarak tanındı. Hatta Britanya,
Norveç, İsveç parlamentoları da buna yakın adımlar attı. Peki, Enfal’de
katledilenlerin özbeöz kardeşleri olan yani 20 milyonu aşkın Kürt’ün yaşadığı
ülkenin meclisi neden bunu bir soykırım olarak kabul etmiyor? Lafta bin yıllık
kardeşiz ama Enfal’i Kürt soykırımı olarak tanımaktan korkuyorsunuz. Aksine,
Rojava’ya saldırının adını “Zeytin Dalı” yapıyorsunuz, bir de Fetih suresi
okutuyorsunuz. Burada tekrardan, Enfal soykırımında yitirdiğimiz insanlarımızı
saygıyla anıyorum.
Elbette Meclisin çalışması, sorunlara çare araması
takdir edilir ama kimlik, inanç, renk, ideoloji ayırmadan kanun çıkarmak lazım.
Dün Meclisten geçen infaz yasasında olduğu gibi olmamalı. Çünkü geçen teklifte
gözlerimizin içine bakarak “İdris Baluken ölsün.” diyen kötülük siyasi
mahpusları ölüme terk eden yasaya “Evet.” dedi. Elbette tarih bunu
unutmayacaktır, toplum vicdanı da bunu mahkûm edecektir.
Şimdi, hâl böyleyken yükseköğretim hakkındaki
teklifi görüşüyoruz. Ama söz konusu tasarıda üniversitenin özerkliği ve
akademik özgürlüğü hakkında bir şey göremiyoruz. Çünkü YÖK’ün varlık koşulu,
akademisyenleri ve öğrencileri baskı altında tutmaktır. Görüşlerinden dolayı
yurttan atılan, bursu kesilen öğrencileri biliyoruz. Anayasa Mahkemesinin
beraat kararlarına rağmen görevlerine iade edilmeyen barış akademisyenlerini
biliyoruz. Dolayısıyla YÖK, üniversite özerkliğine karşı âdeta bir engisizyon
mahkemesidir, akademik özgürlüğe karşı âdeta Demokles’in kılıcıdır.
Şu an teklifin 8’inci maddesiyle disiplin
kurullarında kimlerin yer alacağı düzenleniyor. Ama burada da bir şeffaflık yok
çünkü söz konusu kurullarda bir sendika temsilcisinin yer alması engelleniyor.
Dolayısıyla sendika temsilcilerini disiplin kuruluna almayan üniversiteler,
sendikaların toplu sözleşmeyle elde ettikleri bir hakkı kullanmalarını da
engellemektedir. Oysa Anayasa, toplu sözleşme hükümlerini yasaların üzerinde
kabul etmektedir. Dolayısıyla toplu sözleşme hükümlerinin doğrudan uygulanması
gerekir. Bu nedenle disiplin kurullarındaki ilgili çalışmalarda sendika
temsilcilerinin de yer alması elzemdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üniversiteler
normal şartlarda bir ülkenin geleceğinin inşa merkezleridir, bilimin ve sanatın
kaleleridir ama AKP, akademiyi âdeta sermayenin arka bahçesi hâline çevirdi.
Öğrencilerin diplomaları artık bir kâğıt parçasından ibaret çünkü üniversiteli
işsizlik oranları rekor seviyede, iş bulsalar dahi güvencesiz çalışabiliyorlar,
ucuz iş gücü olarak görülebiliyorlar. Kısacası, AKP iktidarı, üniversite
gençliğinden destek bulamadığı için değer de vermiyor çünkü öğrencilere de
müşteri gözüyle bakıyor. AKP’den üniversitelilerin lehine bir çalışma
yapılacağı beklenemez.
Bakın, toplum baskısıyla, umreden dönen yurttaşlar
alelacele yurtlara yerleştirildi ama beraberinde mağdur olan öğrenciler
görülmedi. Uzaktan eğitime geçildi ama öğrencilerin evlerinde internet imkânı
var mı, bilgisayar var mı bilinmiyor. Öğrenciler cep telefonlarından dersleri
takip etmeye çalışıyorlar. “İtibardan tasarruf olmaz.” diyerek kendilerine
saraylar yapanlar, söz konusu gençler olunca tasarrufçu kesiliyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım lütfen.
MURAT SARISAÇ (Devamla) – Tamam Sayın Başkan.
Yani, sonuç olarak üniversitenin özerkliği ve
akademisyenlerin özgürlüğü ülkenin geleceğidir. Üniversiteler geriledikçe
ülkeyi hurafelerin aklı esir alacaktır çünkü bilimsel özgürlüğün esas
alınmadığı yerde sadece cehalet revaçta olur. Dolayısıyla hatırlatırım ki
İspanya’nın gururu General Astray değil, Garcia Lorca’dır. Fransa’nın gururu
savaş meraklısı General De Gaulle değil, Jean Paul Sartre olmuştur.
Genel Kurulu selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Özkan.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
60.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, Van Milletvekili
Murat Sarısaç’ın görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 8’inci
maddesiyle ilgili önerge üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Kayıtlara geçmesi için
altını çizerek ifade etmek istiyorum. Hatip, metinden okuyarak yapmış olduğu
konuşmasında “Rojava’ya saldırının adı ‘Zeytin Dalı’ oluyor, bir de Fetih sureleri
okunuyor.” ifadelerini kullandı. Zeytin Dalı, Fetih surelerinin okunması
ülkemizin birlik ve beraberliğini muhafaza altına almak için yapılmıştır,
terörle mücadele için yapılmıştır; Kürtlerin, Arapların, Türklerin barışı için
oradadır. Bunun altını milletimiz adına tekrar çizmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Beştaş…
61.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, Denizli
Milletvekili Cahit Özkan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Doğrusu, hatibimizin
sözlerine yanıt verdiği için söz almak zorunda kaldım gecenin bu saatinde. Yani
bu Rojava’ya, diğer deyişle Kuzeydoğu Suriye’ye gidişin “Zeytin Dalı” ismini
alışı burada günlerce, saatlerce, yüzlerce konuşmada ifade edildi. Yani bunun
bütün ayrıntılarını gecenin bu saatinde tekrar açmayacağım ama neticede ortada
bir gerçek var: Fetih sureleri okundu mu? Okundu. Bunun adı “Zeytin Dalı” oldu
mu? Oldu. Orada Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı bölge -Araplarla, Ermenilerle,
Süryanilerle- boşaltıldı mı Afrin gibi? Boşaltıldı ve ısrarla ve inatla yandaş
medyada “Şu köyü de ele geçirdik.” “Bu kasabayı da ele geçirdik.” “Şurayı da
ele geçirdik.” açıklamaları yapıldı mı? Yapıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Ve biz buna karşı,
Halkların Demokratik Partisi olarak her zaman bunun doğru olmadığını, Afrin’e
gidişin kesinlikle bir “operasyon” olarak ifade edilemeyeceğini, Kuzeydoğu
Suriye’ye yönelik saldırıların Türkiye’nin birliği ve bütünlüğüyle hiçbir
ilgisinin olmadığını, bunun bir işgal ve işgal girişimi olduğunu söyledik. Bu
görüşümüzü her zaman da söylemeye devam edeceğiz. Ve bugün o sorun hâlâ devam
ediyor. Bunun yerine, iktidar partisinden, Enfal katliamını ve soykırımını
kınamalarını, yıl dönümünde yaşamını yitiren yüz binlerce insanı anmalarını
beklerdim doğrusu. Her gün “Kürt kardeşim” denilen bir ülkede -bizim de
Parlamentomuz burası, sadece bir kimliğin değil- bunu beklerken bu yanıtla
karşılaşmak da çok üzücü olmuştur.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Özkan.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkan, biz kürsüden
hatibin yapmış olduğu konuşmaya cevabı vermişken, Grup Başkan Vekilleri bunu
sözde tevil ederken apayrı, farklı, haksız ve yanlış ithamlarda ve tespitlerde
bulunmuştur. Bakınız, Zeytin Dalı Operasyonu, Kuzey Suriye’de petrol
şirketlerinin, silah baronlarının ve faiz lobilerinin… Kim bunlar?
Emperyalistler.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) – Zeytin dallarını ne
yaptınız? Ne yaptınız zeytin dallarını?
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Onların Orta Doğu’da yakmak
istedikleri fitne ateşini alevlendirmek için o bölgede konuşlandırılmış olan,
vekâleten yürütülmekte olan o terör savaşı ve terör oluşumlarına karşı
milletimizin beka mücadelesidir. Biz, bu oyunları yüz yıl öncesinden biliyoruz.
O bölgede, Zeytin Dalı Operasyonu’nun yürütüldüğü, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı
Operasyonlarının yürütüldüğü…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın efendim.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – …o coğrafyaya bakarsanız
oralarda Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin barışına ihanet eden terör
örgütlerinin oralardan sürüldüğünü görürsünüz. (HDP sıralarından
“İşgalcisiniz!” sesleri)
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Bu devlete “işgalci” diyen
teröristtir, devlete “işgalci” diyen teröristtir.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Lütfen…
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Ezidiler, Süryaniler,
Keldaniler, Nasturiler, Museviler, Araplar, Müslümanlar o coğrafyada yüzyıllar
boyunca nasıl barış içerisinde yaşamışsa, bu milletin ecdadının ortaya koyduğu
o barış ikliminde nasıl beraber olmuşsa, bu şanlı ecdadının ahfadı olan bu aziz
millet yeniden orada barışı ve huzuru egemen kılacak. Orada terör örgütü
yapılanmasına asla müsaade etmeyeceğiz. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
Evet, oraya giden Mehmetçik’imizin arkasından Fetih sureleri okundu, orada hayatını
kaybedenler de şühedaya ulaştı.
NURAN İMİR (Şırnak) – Nereden gördün?
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
ve MHP sıralarından alkışlar)
TUMA ÇELİK (Mardin) – Haksızsınız.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Beştaş.
63.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, Denizli
Milletvekili Cahit Özkan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
tekraren açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan,
gördüğümüz üzere bugün Sayın Grup Başkan Vekili pek konuşma yapmadı. Bunu
fırsat kolladı ve yine her zaman olduğu üzere bir miting konuşmasıyla karşı
karşıyayız. Burası bir miting alanı değil.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Şimdi o silah baronları var
ya, faiz lobileri, petrol şirketleri; göreceksiniz...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Burada yüz binlerce,
milyonlarca yurttaş ya da kendi partilileri yok, böyle bir propagandaya gerek
yok. Burası Meclis ve biz bir yasama faaliyeti yapıyoruz. Dediğim gibi, bunları
çok tartıştık. Böyle büyük bir şevkle bunu söyleyince zaten ben de söylemek
zorundayım, biz, bu görüşlerin tümünün dayanağını da…
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Kürtlere ihanet eden terör
örgütleriyle mücadele ediyoruz orada.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Ben sizi dinledim, ben
sizi dinledim, lütfen saygılı olun.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Başka yere geçip de mevzi
genişletmeye kalkma.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Bakın, ben sizi
dikkatle dinledim, dikkatle dinledim.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Başka yere gidip mevzi
genişletme
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Dikkatle dinledim.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Orada bizim yaptığımız
mücadele Kürtlere ihanet eden terör örgütüyledir.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan, lütfen…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Beştaş.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Bu söyledikleri
sözlerin hiçbirine dünya itibar etmiyor, o “müttefiklerim” dedikleri hiçbir
ülke de itibar etmiyor. Amerika’sından Rusya’sına, Rusya’sından Avrupa’sına,
Avrupa’sından Asya’sına, Uzak Doğu’suna kadar Türkiye’nin bu işgal teşebbüsünü
ve işgalini bütün ülkeler kınamıştır.
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Terör örgütlerine operasyon
yaptı.
SALİH CORA (Trabzon) – Terör örgütlerine operasyon
yaptı ya!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Birleşmiş Milletler
nezdinde de Avrupa Konseyinde de oradaki insan hakları ihlalleri, orada yapılan
işkenceler, orada yapılan gasplar bütün dünyanın gündemindedir. Şu anda corona
salgını olduğu için bu pek tartışılmıyor ama bunu biz gayet iyi biliyoruz.
Ortada bir Kürt düşmanlığı var, bir Kürt eğer Kuzey Kutbu’na da gitse, Papua Yeni
Gine’de de olsa, uzayda da olsa onların fıtratında Kürt’e düşmanlık var; bunu
biliyoruz, biliyoruz! (HDP sıralarından alkışlar; AK PARTİ sıralarından “Hadi
oradan!” sesleri)
AYHAN EREL (Aksaray) – Bu konuşmaların tartışılan
yasayla ne alakası var?
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkan, böyle…
BAŞKAN – Sayın Özkan… Sayın Özkan, anlaşılmıştır,
anlaşılmıştır.
64.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, Siirt Milletvekili
Meral Danış Beştaş’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelere ilişkin tekraren
açıklaması
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Anlaşılma falan yok. Eğer bu
ülkede, bu ülkede… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Müsaade edin arkadaşlar.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Ne oluyor?
BAŞKAN – Önce, bir gruptaki arkadaşlar…
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Bu ülkede Kürtlerin,
Arapların, Türklerin, Türkmenlerin barışına, huzuruna ihanet eden terör
örgütünün temizliği için oraya Mehmetçiğimiz gitmişse…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Halk var orada, halk
halk!
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Parti propagandası
yapmıyoruz. Avrupa da bütün dünya da BM’nin düzenlemeleri de uluslararası hukuk
da oradaki haklı mücadelemizi tescil etmiştir. (HDP sıralarından gürültüler)
Ama Avrupa’da bu iradeye, bu yaklaşıma destek olan kimler? Silah şirketleri,
silah, petrol şirketleri, faiz lobileri! (AK PARTİ sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar) Yüz yıl önce bu oyun oynandı. Artık bu oyunu tekerrür
ettirmeyeceğiz, orada ihanetin başını Allah’ın izniyle ezeceğiz, bunun kaçışı
yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, HDP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Grup…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkanım, cevap
verme gereği duymuyorum.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Biz hazırız, biz hazırız.
Böyle bir şey yok!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan… Sayın
Başkan…
SALİH CORA (Trabzon) – Bölücülük yapıyorsunuz.
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Anlaştık diye bizi şey
yapacaksınız ha! Böyle bir şey yok.
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz…
HÜDA KAYA (İstanbul) – Oradan artistlik yapmayın!
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Yok anlaşmışız da yok…
Çıkmasın yasa ya!
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz.
65.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, 82 milyon
yurttaşın bir arada, eşit ve özgür şartlarda birlikte yaşamasını savunan bir
partinin temsilcisi olduklarına ilişkin açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Burada asıl bölücülük
bu ülkenin dörtte 1 nüfusu Kürt’ken böyle bir konuşma yapmaktır. Bölen
onlardır, birleştiren biziz.
ŞAHİN TİN (Denizli) – Hadi oradan, hadi be, hadi!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Biz bu ülkede 82 milyon
yurttaşın bir arada, eşit, özgür şartlarda birlikte yaşamını savunan bir
partinin temsilcileriyiz. Ben onun söylediklerine cevap verme gereği
duymuyorum.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Terörle arana çizgini çek,
terör örgütünü lanetle, birliğe katkı sun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – S-400’lerin peşinden
koşan, silah şirketleriyle anlaşmalar yapan bir iktidar partisinin grup başkan
vekili gelip bize silah tüccarlarından söz etmesin.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Silah baronları, petrol
şirketleri o coğrafyada petrolü…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Bizim silahla,
S-400’le, ABD ve Rusya’yla bu tip ilişkilerimiz olmadı. Onlar da bu işin
ortağıdır! (HDP sıralarından alkışlar)
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Yükseköğretim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 8’inci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan “kurulunca” ibaresinin “kurulu tarafından” şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Orhan
Çakırlar Enez
Kaplan
İzmir Edirne Tekirdağ
Fahrettin
Yokuş Bedri
Yaşar Arslan
Kabukcuoğlu
Konya Samsun Eskişehir
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Samsun
Milletvekili Sayın Bedri Yaşar.
Buyurunuz Sayın Yaşar. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
BEDRİ YAŞAR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bu tartışma ortamında neler ifade ederiz
bilmiyorum ama Gazi Meclisin gazi ordusu ihtiyaç duyarsa, gerek duyarsa
dünyanın her yerine gider ve gereğini yapar. (İYİ PARTİ sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu vesileyle Bağımsız
Türkiye Partisinin Genel Başkanı Profesör Doktor Haydar Baş’a Allah’tan rahmet,
kederli ailesine de başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, 8’inci maddeyi genel içerik
bakımından değerlendirdiğimizde gerçekten yükseköğretim kurumlarımızın bazı
aksaklıkları ve eksikliklerini gideren ve ortadan kaldıran bir kanun teklifi
olarak görüyoruz. Yükseköğretim kurumu sayısı bugün 129’u devlet, 78’i vakıf
üniversitesi olmak üzere 207’ye yükselmiştir; Ankara Bilim Üniversitesi ve
Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversiteleri de dâhil olunca sayı 209. Tabii,
bütün bunları sayarken biz şahsen üniversitelerin sayılarının çok olmasından,
her ilde bir üniversite olmasından mutluluk duyarız, bunda en ufak bir şeyimiz
yok ama bunun yanı sıra, mezun olan öğrenci sayısından daha çok, bugün yaklaşık
4 milyon işsizimizin 1 milyonunun da üniversite mezunu olduğunu unutmayalım.
Maalesef, bugün dünyada ilk 500’ün içerisinde bazı
kayıtlara göre bizim 4 üniversitemiz var, bazı kayıtlara göre hiç yok; ilk
binin içerisinde 22 tane üniversitemiz var. Biz üniversitelerin değerini
uluslararası arenadaki değerleriyle ölçeriz.
Yine, aynı şekilde, üniversite öğretim
görevlilerinin yazdıkları makalelerin uluslararası arenada yer aldığı sayıyla
ölçeriz; kaç tane buluş yapmış, kaç tane patent almış. Üniversitelerimizin
değerini bunlarla ölçmemiz lazım.
Yine, üniversitelerimizin daha çok araştırmalarıyla,
bilime katkılarıyla ön plana çıkmasını arzu ederiz. Yine bununla beraber, bugün
şöyle bir geneline baktığımız zaman, biz istiyoruz ki üniversitelerimiz ile sanayi
iç içe olsun, sanayinin ihtiyaçlarını karşılasın ve ülkenin bir yere gitmesinde
katkılar sağlasın. Mesela, özellikle yazılım konusunda ne kadar ihracatımız
var, dünyaya yazılım konusunda ne kadar katkı sağlayabiliyoruz? Bugün,
Hindistan, bulunduğu konum itibarıyla yazılım pazarında dünyanın en büyük
üreticilerinden biri ama maalesef, Sayın Cumhurbaşkanımız da dâhil, hep
üniversitelerden şikâyet ediyoruz. Hepimiz şikâyet ediyoruz; bilim
üretmediğinden, teknoloji üretmediğinden şikâyet ediyoruz. Dolayısıyla, adama
yapılan yatırım en değerli yatırımdır. Bizim de üniversitelere bu manada çok
ciddi destek olmamız lazım, bilim adamı yetiştirmemiz lazım. Coronavirüs
dolayısıyla da bugün hep beraber bilim adamlarını izliyoruz; hepimiz bilime
teslim olduk, Bilim Kuruluna teslim olduk, Bilim Kurulundan çıkan sonuçlara
göre de hareket etmeye çalışıyoruz. Ümit ediyoruz ki tedaviler de ülkemizde
bulunsun, aşılar da ülkemizde bulunsun, bilimi ihraç edelim. Aynı şekilde,
beyin göçü var bu ülkede, beyin göçünün önüne geçelim. Mümkünse bilim
adamlarımızın, öğretim görevlilerimizin en yüksek seviyeden maaş almalarını
canıgönülden isteriz.
Bakın, arkadaşlar, hep getirip cumhuriyete
dayandırıyoruz ya, cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmenlerin aldığı maaş
Türkiye Cumhuriyeti’ndeki en yüksek maaşlardan biridir. Dolayısıyla, o
zamanlardan hatırlarsınız, öğretmenlerin, aldıkları maaş itibarıyla en ufak bir
geçim sıkıntıları yoktu ama geçen zaman dilimi içerisinde, bugünlere geldiğimiz
zaman, bilim adamlarının ve öğretmenlerin aldığı maaşlara baktığımız zaman,
skalanın çok aşağı düştüğünü hep beraber görürüz. Ben buradan öneriyorum: Bu
milletin, bu memleketin geleceğini emanet ettiğimiz çocuklarımızın yetişmesine
vesile olacak öğretmenlerimize ve bilim adamlarına mümkünse en yüksek maaşı
ödeyelim; onların, bilim üretmek adına, eğitim çalışmaları adına en ufak bir
sıkıntıları olmasın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
BEDRİ YAŞAR (Devamla) – Tamamlıyorum Başkanım.
Bu manada, bizim, üniversitelerle ilgili,
araştırmalara yönelik, AR-GE’ye yönelik bilime, ilime her türlü yatırımı, her
türlü katkıyı -siz iktidardasınız, bugün yetki makamı sizde; neyi getirirseniz
getirin- vermeye hazır olduğumuzu grubumuz adına buradan bir kez daha ifade
ediyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, 9’uncu madde üzerinde 2 önerge vardır.
1’inci önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 9’uncu
maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Yıldırım
Kaya Murat
Emir Turan
Aydoğan
Ankara Ankara İstanbul
Tekin
Bingöl Süleyman
Bülbül Ahmet
Akın
Ankara
Aydın Balıkesir
Alpay
Antmen Abdurrahman
Tutdere Mahir
Polat
Mersin Adıyaman İzmir
Serkan
Topal Fikret
Şahin
Hatay
Balıkesir
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Şimdi, önerge hakkında konuşmak isteyen,
Ankara Milletvekili Sayın Murat Emir.
Buyurunuz Sayın Emir. (CHP sıralarından alkışlar)
MURAT EMİR (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Konuşma hakkımı, birazdan görüşeceğimiz sağlıkta
şiddetin önlenmesini hedefleyen yasa maddesi üzerinde kullanmak isterim.
Bir defa, elimde gördüğünüz teklif metni, 5 partinin
de imzaladığı bir metin olması dolayısıyla başlı başına değerlidir.
Dolayısıyla, sağlıkçıların uzun yıllardır talep ettiği, halkımızın uzun
yıllardır ihtiyaç duyduğu çok önemli bir soruna 5 partinin de destek vermiş
olması başlı başına değerlidir; her bir partiye teşekkür ederim. Ancak, değerli
arkadaşlar, bu teklif bizi tatmin etmemiştir, bu teklif bizi mutlu etmemiştir;
eleştiriye açıktır, bu teklifin geliştirilmeye ihtiyacı vardır.
Öncelikle, değerli arkadaşlar, sağlıkta şiddet olan
özellikle kasten yaralama, tehdit, hakaret ve görevi yaptırmamak üzere direnme
suçlarında cezaların yarı oranında artırılması isabetlidir. Buradan doktora,
hemşireye, sağlıkçıya tehdit savuracak, saldıracak kişilere, Meclisimiz ve
halkımız bir mesaj vermektedir: “Herkes, sağlık emekçilerine saygı göstermek ve
görevini yapması konusunda yardımcı olmak zorundadır.”
Değerli arkadaşlar, oysa, hükmün açıklanmasının geri
bırakılması yasağının da olmasını beklerdik. Özellikle, birçok suç bakımından,
tehdit, hakaret bakımından iki yılın altında olan suçlar cezasız kalacak ve
birçok saldırgan bundan yararlanacak; bu üzüntü vericidir, Meclisin bunu
düzeltmesini talep ediyorum. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının
sağlıkçılar bakımından uygulanmaması bir zorunluluktur.
Diğer bir nokta, arkadaşlar, hizmetten çekilme
hakkı. Bakın, 2013’te Meclisimiz bir araştırma komisyonu kurdu, o komisyon
raporunda da bu var, bütün dünya örneklerinde var. Hekime, hemşireye,
sağlıkçıya saldırılıyor ama o hekim, o hemşire tekrar o saldırgana veya
yakınına bakmak zorunda kalıyor. Hizmetten çekilme hakkı, son derece temel bir
haktır ve bu yasanın içine mutlaka dercedilmelidir.
Diğer bir önemli husus, arkadaşlar, son derece geç
kalmış bir yasadır. Bu yasa gelene kadar yüzlerce şehit verdik. Her yıl,
maalesef, on binlerce sağlıkçıya saldırı oldu. Daha 2018 yılında, Kasım
2018’de, sizin getirdiğiniz bir torba yasada, dilimizde tüy bitti “Gelin şu
sağlıkçılara saldırıları engelleyelim. Bütün Meclis olarak sağlıkçılarımıza
sahip çıkalım; doktorumuza, hemşiremize, eczacımıza sahip çıkalım.” dedik
-tutanaklar buradadır, yine, gecenin bir vaktiydi- kulaklarınızı tıkadınız ve o
zaman, dağ fare doğurdu ve bütün çabamıza rağmen, ancak ve ancak, ifadelerinin
yani saldırıya uğrayan sağlıkçının ifadesinin kendi kuruluşunda alınabileceğine
dair, bize göre son derece değersiz bir düzenleme geçti.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, son derece geç
kalınmıştır. İstatistiklere baktım bu konuşmayı yapmadan önce, sağlıkçılara
sadece 2019 yılında 10.731 sözlü ve fiziksel saldırı olmuş; bu çok büyük bir
rakam. Arada yaşamını kaybeden sağlıkçılar oldu, geciktik.
“Bugün bu noktaya nasıl geldik?” diye bakarsak,
öncelikle, sağlıkçılara karşı bu saldırılar son derece artmıştı, toplumun bütün
kesimleri bunu reddediyordu, artık öyle bir rüzgâr oluşmuştu ki sağlıkçıları
mutlaka yasal olarak da korumak gerekiyordu ve en nihayetinde bu yasa geldi.
Zannederim ki Covid-19 salgını sırasında sağlıkçılarımızın canlarını,
yaşamlarını ortaya koyarak, hem de sadece kendi yaşamlarını değil, ailelerinin
yaşamlarını da ortaya koyarak verdikleri mücadele de bu yasanın böylesine
gelmesinde, nihayet gelmesinde etkili oldu.
Dolayısıyla, bu yasa bizim içimize sinmemiştir,
eksiktir ama bir ölçüde topluma şu mesajı vermek açısından da anlamlıdır:
Meclis sağlıkçılara sahip çıkmıştır, sağlıkçılar düne nazaran bugün sahipsiz
değildir ve sağlıkçılara saldırmanın, hakaret etmenin elbette bir bedeli
vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MURAT EMİR (Devamla) – Sayın Başkan, bitireceğim
eğer kısacık bir söz verirseniz.
BAŞKAN – Buyurun.
MURAT EMİR (Devamla) – Tabii, sağlıkta şiddetin bir
yasayla, cezaların artırılmasıyla düzelmeyeceğini biliyoruz. Sağlıkta şiddet
son derece geniş ve çok boyutlu bir sorun. Eğitim tarafı var, sağlık ortamının
düzenlenmesi tarafı var, sağlık hizmeti verilen ortamlarda gerginlik olması,
oranın şiddet üretmesi gerçeği var ve de -bunu söylemeden edemeyeceğim- siyasi
iktidarınızın özellikle sağlıkçılara ve doktorlara yukarıdan bakışının da çok
önemli bir etkisi olduğunu belirtmem lazım.
Yine de her şeye rağmen, Meclisimize bu yasa için
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Şimdi diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin
9’uncu maddesinin (2)’nci fıkrasında yer alan “yapılabilir” ibaresinin
“yapılır” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun Müsavat Dervişoğlu Orhan
Çakırlar Enez
Kaplan
İzmir Edirne Tekirdağ
Fahrettin
Yokuş Arslan
Kabukcuoğlu Hüseyin Örs
Konya Eskişehir Trabzon
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Önerge hakkında
söz sahibi, Trabzon Milletvekili Sayın Hüseyin Örs.
Buyursunlar Sayın Örs.
HÜSEYİN ÖRS (Trabzon) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifinin
9’uncu maddesi üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Hepinize öncelikle
hayırlı geceler diliyorum, Genel Kurula saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
konuşmama başlamadan önce, Covid-19 sebebiyle tedavi edilmekte olduğu hastanede
hayatını kaybeden Trabzonlu hemşehrimiz, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı
Profesör Doktor Haydar Baş’a Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum; ailesine,
sevenlerine sabır diliyorum.
Bu akşam Sayın Sağlık
Bakanımızı, Fahrettin Koca Bey’i izledim. Bu akşamki açıklamalarından
öğrendiğimiz, sürecin başından beri 1.403 vatandaşımız maalesef hayatını
kaybetmiştir. Bu vatandaşlarımıza Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum.
Tedavilerine devam eden yurttaşlarımıza şifa diliyorum ve bir kez daha
vatandaşlarımıza kurallara uyalım, evde kalmaya devam edelim diyorum.
Değerli milletvekilleri,
görüşmekte olduğumuz kanun teklifinin ilgili maddesiyle 2547 sayılı Kanun’un
53/F maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde değişiklik yapılmaktadır. Söz
konusu değişiklikle, uyarma ve kınama cezalarının itirazlarının yapılacağı birimin, disiplin
kurulunun oluşturulma ve yönetilme şekli değiştirilmektedir. Uyarma ve kınama
cezalarına ilişkin toplanan ve soruşturmayı yöneten kurulda bulunanlar ile
soruşturmaya esas olan konunun tarafı olan kişiler arasında akrabalık ya da
benzeri bir bağın bulunmaması gibi bir düzenlemenin de bu değişiklikte göz
önünde bulundurulması iyi olur diye düşünüyoruz. Ancak bu şekilde, ortaya
çıkacak olan bazı olumsuzluklar da, en azından şaibeler de giderilir diyorum.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ iktidarları
döneminde 7 kez Millî Eğitim Bakanı, 20 kez millî eğitim müfredatı değişmiştir
-bu hepimizin bildiği bir gerçek- üniversitelerimiz siyasallaştırılmış,
akademik özgürlükler yok edilmiştir. Siyasal iktidar yükseköğretimin her
alanına müdahale etmiş, rektör atamalarından memur alımlarına kadar tüm
akademik süreçlerde liyakat göz ardı edilmiştir. Üniversitelerimizin en önemli
sorunu, idari ve mali özerkliğe sahip olmayışlarıdır. Üniversitelerimiz
ideolojik ve siyasi baskılardan kurtulmadıkça, liyakati esas alan bir anlayışla
yönetilmedikçe çağdaş, bilimsel ve üretken bir yapıya kavuşamaz diyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün burada Yükseköğretim
Kanunu’ndaki değişiklikleri görüşüyoruz. Bu noktadaki bir talebi de yüce
Meclisin gündemine arz etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, üniversite
eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalanların sayısı bugün yüz binlerle ifade
edilmekte memleketimizde, bu gerçekten çok ciddi bir rakamdır. Bu öğrencilere
baktığımızda, ülkemizin yaşadığı ekonomik sıkıntıları da göz önüne aldığımızda,
genelde ekonomik imkânsızlıklar, sağlık problemleri, kriz ortamından psikolojik
olarak etkilenen veya ailevi sebepler nedeniyle ayrılmak zorunda kalan
öğrencilerin çoğunlukta olduğunu görmekteyiz. Ülkemizde yaşanan ekonomik ve
sosyal sebeplerle üniversitelerden ayrılmak zorunda kalan öğrencilerimiz yarım
kalan eğitimlerini tamamlamak istiyorlar, bu konuda çok sayıda talep var.
Yükseköğretim kurumlarında hazırlık dâhil bütün sınıflarda intibak, ön lisans,
lisans, yüksek lisans, doktora öğrenimi gören öğrencilerden kendi isteğiyle
ilişikleri kesilenler dâhil, terör suçundan hüküm giyenler ile terör
örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle ilişiği kesilenler
hariç, her ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilenler ile bir program
kazandıkları hâlde kayıt yaptırmayanların 2020-2021 eğitim öğretim yılında
öğrenimlerine başlamalarının önü açılmalıdır diyorum.
Değerli arkadaşlar, İYİ PARTİ olarak, teklifin
26’ncı maddesinden sonra ihdas edilmek üzere, yukarıda bahsedilen koşulları
sağlayan, muhtelif şart ve sebeplerden ötürü eğitimini yarıda bırakmış olan,
intibak, ön lisans, lisans tamamlama, lisans, yüksek lisans, doktora öğrenimi
gören öğrencilerimiz için verdiğimiz, öğrenci affı niteliğinde -yeni madde
ihdası- bir talebimiz oldu ancak Komisyonda bu talebimiz iktidara mensup
arkadaşlarımız tarafından reddedilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım lütfen.
HÜSEYİN ÖRS (Devamla) – Çok özür dilerim Sayın
Başkanım.
Değerli arkadaşlar, son olarak, gelin, bu
öğrencilerimizin sesine kulak verin, yüz binlerce öğrencimizin yarım kalan
üniversite veya diğer yüksekokul veya yüksek lisans, doktora eğitimlerini
tamamlama isteklerine kulaklarınızı tıkamayın diyorum ve Genel Kurulu
saygılarımla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, 10’uncu madde üzerinde 3 önerge vardır.
1’inci önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
10’uncu maddesinin tekliften çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Muazzez
Orhan Işık Züleyha
Gülüm Tulay
Hatımoğulları Oruç
Van İstanbul Adana
Tuma
Çelik Ömer
Öcalan Nuran
İmir
Mardin Şanlıurfa Şırnak
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen, Şırnak
Milletvekili Sayın Nuran İmir.
Buyurunuz Sayın İmir. (HDP sıralarından alkışlar)
NURAN İMİR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım ve saygıdeğer halkımız; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Önce, Enfal soykırımında yaşamını yitiren yüz
binlerce insanımızı rahmetle anıyorum ve lanetliyorum o soykırımı. Özellikle
otuz dört yıl önce yüz binlerce insanın canına mal olan böylesi bir soykırımla
ilgili bu kürsüde, bu Mecliste herhangi bir sözün çıkmaması da ayrıca ciddi
anlamda bir eleştiri konusudur. Bin yıllık kardeşlik edebiyatının ne kadar
samimi ve dürüst olduğuna da bir kez daha tanıklık etmiş oluyoruz.
Bu kanun teklifinin 10’uncu maddesinde,
üniversitelerin ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından desteklenen
projelerine toplam proje bedelinin yüzde 30’u kadar kaynak aktarılabileceği
öngörülmektedir. Ancak hangi projelere destek verileceğine, bunun hangi kurul
tarafından belirlenip denetleneceğine dair ifadelere yer verilmemiştir. Bu
konudaki belirsizliğin ortadan kaldırılması gerekmektedir ve kaynak aktarımı
yapılabilecek proje seçiminin objektif ölçülere göre yapılıp yapılmayacağı da
belirsizdir. Her kanunda olduğu gibi bu kanunda da, özellikle özerk olan üniversitelerin
görüşleri alınmadan, YÖK ve Hükûmet ortaklığıyla alınmış tepeden kararlarla,
işinize nasıl geliyorsa o şekilde yapıyorsunuz; buna da alıştık zaten.
Coronavirüs günlerinde, bir aciliyet gerektirmeyen
bu yasa değişikliği yerine, coronavirüs günlerinde Türkiye’de eğitim nasıl
verilmektedir, bu konuya dair neler yapabileceğimizi burada tartışmamız
gerekiyordu. Belli ki sizler yine durumdan fırsat yaratma peşindesiniz. Toplum
can derdinde, kasap iktidar et derdinde, fırsatçılık derdinde, yine hesap derdinde.
Mensubu olduğum Şırnak ili ve ilçelerinde insanların
yüzde 50’si yoksul ailelerdir. Her evde en az 3 ve 5 arası öğrenci mevcuttur ve
televizyon üzerinden verilen uzaktan eğitim sistemiyle bu öğrenciler ne kadar
verim alabilirler, buna dair nasıl bir çalışma yapılabilir, nasıl bir denetim
uygulanabilir, öğrencilerin ne kadarı bu uzaktan eğitimden
faydalanabilmektedir, bunları tartışmamız gerekiyor.
SALİH CORA (Trabzon) – Şırnak’a en son ne zaman
gittin sen?
NURAN İMİR (Devamla) – Ben her gün Şırnak’tayım, sen
önce o Ankara kulislerinde ne yaptığının hesabını ver.
Kürt illerinde, ana dilinde eğitim görmeyen
öğrenciler, okullarda gördükleri eğitimi zaten zar zor anlamaktadırlar. Bu da
yetmezmiş gibi, evde yürütülen uzaktan eğitim ne kadar verimli olabilir? Gelin,
gidin sorun Şırnak merkeze, Cizre’ye, İdil’e, Silopi’ye, Uludere’ye,
Beytüşşebap’a, oranın çocukları ne istiyor, öğrencileri ne istiyor, velileri ne
istiyor, önce bunları öğrenin, ona göre buraya gelin ve yasa uygulayın.
Uzaktan eğitim sistemi, ana dilde eğitimin önemini
tekrar ortaya koymaktadır. Eğer bugün Kürt illerinde Kürtçe ana dilde eğitim
sistemi mevcut olsaydı uzaktan eğitim sistemi de çok daha verimli olabilirdi.
Fakat her zaman olduğu gibi, eğitimde fırsat eşitsizliği uzaktan eğitimde de
ortaya çıkmaktadır. Evinde televizyonu olmayan ile elinde tabletiyle eğitim
gören öğrenciler, yarın öbür gün aynı sınava tabi tutulacaklardır. Bu ne kadar
adildir, bunu da sizin takdirinize sunuyoruz.
Eğitimle ilgili bir düzenleme yapılacaksa milyonlarca
öğrencinin kredi borçlarını silebilirsiniz mesela, eğitim hakkı gasbedilmiş
binlerce öğrenciyi affedebilirsiniz, on binlerce mezun öğrenciye bu şartlar
altında bir ekonomik destek paketi çıkarabilirsiniz. İlla da eğitime dair bir
şey yapacaksanız bunlardan başlayabilirsiniz. Örneğin, coronavirüs sebebiyle
diğer ülkelerde, son sınıfta okuyan, staj döneminde olan tıp öğrencilerinden
faydalanmak için atamaları gerçekleştirilen bir sürü öğrenci var. Sizler de
bunu yapın, coronavirüsle ilgili yapmanız gerekenlerden bir tanesi bu mesela.
Ama siz bu zorlu süreçte bile iktidarınızı sürdürebilmek için işinize ne
geliyorsa onu yapıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, infaz düzenleme yasasında
yedi gün boyunca burada çıkan muhalefet vekillerinin ezici çoğunluğu aynı sözü
haykırdı, infaz düzenlemesinde eşitlik sağlansın istedi. Bu söylenilenler
hiçbirimizin sadece kişisel düşüncesi değildi; bu haykırış Türkiye’nin en az
yüzde 50’sinin talebi ve isteğiydi, onlarca sivil toplum kuruluşunun yaptığı
kampanyalardı, sosyal medyada milyonlarca insanın talebi ve isteğiydi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURAN İMİR (Devamla) – Sayın Başkan, tamamlıyorum.
BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın İmir.
NURAN İMİR (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Bu ülkede eşitlik ve demokrasi isteyen ve haykıran
halkın isteğiydi, adalet isteyen milyonlarca insanın istekleriydi fakat
hiçbirini görmediniz, duymadınız. 70 maddelik yasa geçene kadar hepimiz bir
ağızdan “İnsanları ölüme terk ediyorsunuz, yapmayın.” dedik. “Yapmayın.” dedik,
sizler ne yaptınız? 70 maddelik yasayı tek bir virgül dahi değiştirmeden
geçirdiniz; organize büyük bir kötülüğün yine imza attınız altına ama tarih
dünü yazdı, unutmayacak, halklar da unutmayacak, sizler de bugünü unutmayın.
Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Şimdi diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Yükseköğretim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 10’uncu maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan “yönetici payı” ibaresinden sonra gelmek üzere “koçluk,
rehberlik” ibaresinin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Orhan
Çakırlar Bedri
Yaşar
İzmir Edirne
Samsun
Arslan
Kabukcuoğlu Fahrettin
Yokuş
Eskişehir Konya
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen, Eskişehir
Milletvekili Sayın Arslan Kabukcuoğlu.
Buyurunuz Sayın Arslan Kabukcuoğlu. (İYİ PARTİ
sıralarından alkışlar)
ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, coronavirüs
enfeksiyonuyla mücadele eden, başta Sağlık Bakanı ve sağlık ordusu olmak üzere,
güvenlik güçleri ve tüm yardımcılarına teşekkür ediyorum.
Bir tane Atatürk ehli tarikatçı vardı, Sayın Haydar
Baş -onu da rahmetle anıyorum- coronavirüs de geldi, onu buldu.
Eğitim, bireye tavır, beceri kazandırma işidir. İki
yılda bilginin ikiye katlandığı dünyamızda bilgi edinme, bunları günlük
hayatına uygulama, edindiği bilgiyi sentez ve analiz yapabilme, belli bir
periyot değil ömür boyu devam etmesi gereken bir faaliyettir. Bu faaliyet,
yalnız kişinin değil, ülkeyi yönetenlerin ve emperyal güçlerin de odağındadır;
hiç bitmeden, kesintiye uğramadan devam eden bir faaliyettir. Şayet siz bu
faaliyete ara verirseniz rakipleriniz sizi geçiyor.
Daron Acemoğlu “Rejimlerin esas amaçları kendilerine
uygun insan yetiştirmektir.” demektedir. Türkiye için bunun tarifi, biatçı,
sorgulamadan, analitik düşünceden uzak, körü körüne, olayları kader kabul edip
ona katlanacak bireylerin yetiştirilmesidir. YÖK, üniversiteleri kapı kulu
hâline getiren yapı olmuştur. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener “YÖK’ü
kapatıp yetkilerini üniversitelere vereceğiz ki üniversiteler de bilim
yapabilir olsun.” demektedir. YÖK, son derece fuzuli ve gereksiz bir kurumdur.
Üniversitelere yüklenen ve Türkiye'de genelgeçer
anlayışı ifade eden mesleki uzman yetiştirme misyonunun dışında, üniversiteler,
öncelikle bilginin üretildiği, bireylere, bilgi üretebilecekleri olanakların
değişik kanallar aracılığıyla sağlandığı bilim yuvalarıdır. Ancak bunun
olabilmesi, bilgi üretiminde rehberlik, mentorlük rolü oynayan akademisyenlerin
öncelikle serbest düşünme imkânlarının sağlanmasına ve akademisyenlerin belli
bir bilgi birikimine sahip olmasına bağlıdır. Dahası, akademisyenler
aracılığıyla yapılan araştırmaların ülke içi ve dışı kamu kuruluşlarıyla
entegre olarak bilgi sirkülasyonunun sağlanması, bulundukları kurumların belli
standarttaki normlara getirilmesi gerekir.
On sekiz yıllık AK PARTİ iktidarının üniversitelerle
ilgili övündüğü tek konu, 81 üniversiteye bina yapıp nicelik olarak üniversite
sayısını çoğaltmak olmuştur. İşimiz maalesef “mış gibi” davranmaktır. Ülkemizde,
eğitimde on sekiz yıl önce sahip olduğumuz kazanımları kaybediyoruz. Gün
geçtikçe eğitimimiz kötüye gitmektedir. İşte PISA sınavları sonuçları: 2002’de
PISA sınavlarında bizim çocuklarımız 33’üncü sıradayken, 2018’de 40’ıncı sıraya
düşmüşlerdir.
Arkadaşlar, üniversitelerin başarısında değişik
derecelendirme kriterleri vardır. Ben size burada “Times Higher Education”
sınıflandırmasından bahsedeceğim. 2002’de ilk 500’de bizim 4 üniversitemiz
varken 2019’da bu sayı 2’ye düşmüştür. Üniversitelerimizin geldiği aşama bu.
Üniversiteler “rahat” “hazır ol” “amirini say” “şunu giy bunu giy” bunlarla
uğraş yeri değildir. Zaten, toplumda bunları düzenleyen ceza yasaları vardır.
Üniversitelere bunların girmesi ve oradakileri bunlarla hizaya getirmeye
uğraşmak çok beyhude ve gereksiz bir iştir.
Üniversitelerin kıymeti “7,5 milyon öğrenci
okutuyoruz.” da değildir; üniversitelerin kıymeti ürettikleri bilimdir,
bilgidir. 1996 yılında üniversitelerimiz uluslararası yayın sıralamasında
27’nci sıradayken yayın başına atıfları 12,3’tü. 2016’da ülkemiz dünyada 17’nci
sıraya yükseldi ama buradaki atıf sayısı yayın başına 0,64’e düştü; 1 bile
değil, yarımın biraz üzerinde. Üniversitelerin neler ürettiği bu sonuçlarda
gizlidir.
Sayın vekiller, algı yönetimini bırakalım, üniversitelerimizin
karnesine bakalım. Üniversitelerimizin karnesi budur. Kendimizi kandırmayalım.
Dünyada büyük bir yarış vardır; 83 milyonluk ülke kalkınmasını, gelişmesini
birkaç bin iyi eğitim görmüş, yurt dışında eğitim görmüş insanlarla sağlayamaz.
Bize düşen “mış gibi” yapmak değil, gerçek sorunlara eğilmek olmalıdır. Eğitim
öğrenim alanında ter dökmeliyiz, geleceğimiz bu gayretlere bağlı olacaktır.
Liyakat, adalet tam olmalıdır.
Ülkemizde bugün şu yoktur ki 2 genç, 2 çocuk sınava
girsinler; biri kazansın, birisi kazanmasın. Kazanan göğsünü gere gere “Bildim,
kazandım.” diyemiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Kabukcuoğlu.
ARSLAN KABUKCUOĞLU (Devamla) – Kazanamayan da “Benim
bilgim bu kadarmış, kazanamadım ama çalışırım, uğraşırım, didinirim,
kazanırım.” diyemiyor. Böyle bir liyakatsizlik, böyle bir adaletsizlik ve bu
arada, heder olan giden çocuklarımız ve heder olup giden ülkenin istikbali var.
Çocukları, gençleri dünyadaki akranlarını bilimde geride bırakan, yalnız
kendisini değil, açtığı bilim yoluyla dünyayı aydınlatan bir ülkeyi inşa
etmemiz dileğiyle saygılarımı sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin
10’uncu maddesinde yer alan “yüzde otuzunu” ibaresini “yüzde yirmi beşini”
olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Yıldırım Kaya Sibel
Özdemir Turan
Aydoğan
Ankara İstanbul İstanbul
Süleyman Bülbül Mustafa
Adıgüzel Alpay
Antmen
Aydın Ordu Mersin
Mahir Polat Fikret
Şahin Ahmet
Akın
İzmir Balıkesir Balıkesir
Serkan Topal Abdurrahman
Tutdere Tekin
Bingöl
Hatay Adıyaman Ankara
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Önerge
hakkında konuşmak isteyen, Ordu Milletvekili Sayın Mustafa Adıgüzel.
Buyurunuz Sayın
Adıgüzel. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ADIGÜZEL
(Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 10’uncu maddeyle getirilen
düzenleme, akademik çalışmalarda kuruluşlar tarafından desteklenen projelere
kaynak aktarımını öngörüyor; ayrıca, proje değerlendirmesi yapacak uzmanlara da
ücret imkânı tanıyor, bunu destekliyoruz.
Yine, 10’uncu maddeyle
rektör, rektör yardımcısı, genel sekreter gibi yöneticilere döner sermaye
dışında huzur hakkı, yönetici payı, danışmanlık gibi kalemlerle ilave ücret
ödenmesi engelleniyor, bunu da destekliyoruz.
Ancak tıp
fakültelerinde düzeltilmesi gereken bir haksızlığı da burada dile getirmek
istiyorum. Tıp fakültelerinde öğretim üyelerinin bir kısmının muayenehane hakkı
var, yeni açmak isteyenler ise mevzuatla engelleniyor. Aynı işi yapan hocalar
arasında eşitlik bozulmaktadır. Birçok değerli hocamız, özel hastanenin cazip
tekliflerini aradaki ücret uçurumu nedeniyle kabul etmek zorunda kalıyor ve tıp
fakülteleri öğretim üyesi erozyonuna uğruyor. Bazı vatandaşlar özel bilgi, hoca düzeyinde muayene
ve müdahale gerektiren hastalıkları için üniversitelerde hocalara muayene
olamadığından, özel hastanelerde yüksek ücretlerle muayene ve tedavi olmak
durumunda kalıyorlar. Bu nedenlerle, tıp fakültesi öğretim üyelerine
muayenehane hakkının aynı diğer mevkidaşları gibi mesai dışında, uygun
koşullarda sağlanması için Sağlık Bakanlığı ile YÖK topu birbirine atmaktan
vazgeçmeli ve bu işi bir an önce çözmelidirler.
Biraz da Covid-19 salgınıyla ilgili birkaç önemli
noktaya değinmek istiyorum. Hükûmet sorunun önünü alan, öngören proaktif bir
mücadele yöntemi izlemiyor, bir şeffaflık sorunu yaşanıyor; bu kesin. Salgınla
ilgili bilgiye karşı alınan önlemler, salgına karşı alınan önlemlerden daha
fazladır, âdeta salgından daha çok bilgiye karantina uygulanıyor. Hatta,
doktorlar, hemşireler bu süreçte kendi hastasının tahlil sonucunu dahi
öğrenemiyor.
Arkadaşlar, sorunumuz ortak, birbirimizi
kandırmayalım, durumu net bir şekilde ortaya koyalım, sonra birlikte çözelim.
Şimdi buradan sonrasını bir vekil olarak değil de bir hekim olarak ifade etmek
istiyorum. Arkadaşlar, her Covid-19 hastasının testi pozitif olmayabilir, hatta
testi negatif hastaların sayısı, pozitiflerden daha fazla. Tekrar ediyorum,
Covid-19’da testi negatif olan hastaların sayısı, pozitif olanlardan daha
fazla. Bu yüzden, ICD-10 teşhis kodlamasında Dünya Sağlık Örgütü testin negatif
veya pozitif olduğuna bakılmaksızın, her ikisinin de Covid-19 olarak kodlanmasını
istiyor. Dünya bunu böyle kabul ediyor, bizim Sağlık Bakanımız da böyle kabul
ediyor çünkü gönderdiği kılavuzda böyle. Eğer hastalığın tüm belirtileri varsa,
film, tomografi de uygunsa testi negatif bile olsa Covid-19 kabul ediliyor,
öyle tedavi ediliyor, eğer vefat etmişse de bu şekilde defnediliyor. Fakat
ilginç nokta şu, buraya dikkat: Sağlık Bakanı, sadece pozitif hastaların
sayısını açıklıyor, negatif vakaları sayıya dâhil etmiyor. Nedenini bilmiyorum,
bu da umre meselesi gibi, spor müsabaka kararı gibi, sokağa çıkma yasağı gibi
kendi iradesi olmayabilir.
Sadece İstanbul’da günlük vefat sayıları, Bakanın
tüm Türkiye için açıkladığı rakamlardan fazla. Birçok ilden kayda geçmeyen
vefatlar aileleri tarafından bildiriliyor. Ben bu konuları Sayın Bakanla her
mecrada tartışmaya hazırım. O elindeki verilerle gelsin, biz de kendi
tespitlerimizi ortaya koyalım.
Sokağa çıkma yasağı için 60 yaş üstü, 20 yaş altı
derken şimdi de hafta sonu uygulaması geldi. Bundan sonra “prime-time”
“part-time” bakalım ne gelecek? Böyle taksit taksit, parsel parsel karantina
olmaz; salgında tüm zinciri kontrol etmemiz lazım.
Şu tabloya bir bakın değerler arkadaşlarım: Burada
sütunu yüksek olanlar 20 ila 60 yaş arası bölge. 20 yaş altında ve 60 yaş
üzerinde vakaların az olduğunu görüyorsunuz. Biz bu 20 ila 60 yaş arasına bir
çözüm getiremezsek bu işle mücadele etmemiz zor. Bunu özellikle söylemem
gerekiyor.
Hatalardan biri de evde izolasyon uygulamasıdır.
Covid-19 hastaları evine gönderiliyor. Böyle bir tedavi yöntemi yok. Eve
gönderilen hasta, evden 5 hasta daha alıp hastaneye geliyor, bazen de evden
hastanın cenazesi çıkıyor. Bunu yapmak yerine, örneğin, İstanbul’da 40 bin
yataklı otellerimiz var. Bugün olmayacaklar, ne zaman olacaklar? Bunların 5 bin
yatağını ayırsak; bu hastaları evlerine değil, oraya göndersek; başlarına da
birer doktor, hemşire koysak daha doğru olmaz mı?
Maske konusunda milleti de kendinizi de kandırmayın.
Eczanelerden uygulama başlatıldığı söylendi, şimdi de mesaj engeli çıktı.
Yormayın milleti, bırakın eczaneler TC numarası üzerinden ücretsiz versin.
Sağlık çalışanlarını ek ödemede ayırmayın.
Doktorların büyük bir bölümü, aile hekimleri kapsam dışında. Bu zor koşullarda
insanların motivasyonunu bozmayın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım.
MUSTAFA ADIGÜZEL (Devamla) – Sağlık çalışanlarının
koruyucu maskeleri eksik, kendi maskelerini kendileri üretiyorlar; isteyene,
Sayın Bakana da resimlerini gösterebilirim.
Bugün Tıbbi Mümessiller Günü, kendilerini tebrik
ediyorum. Bu arada, hastane ve doktor ziyaretleri yapamayacağı hâlde bazı ilaç
firmaları, tıbbi mümessilleri eczanelere ziyaret yapmaları için ya da telefonla
sipariş almaları için zorlamaktalar. Bu süreçte bunlar uygun değildir.
Yaş sınırı nedeniyle evinde kalmak zorunda kalan,
maaşını alamayan emekliler var. Kimsesi olmadığı için bir aydır evde. Açlık
içinde olanları tespit ettik. Bazı evlerde insanlık dramı yaşanıyor. Genel
yönetim, yerel yönetim, bilgi ve adres paylaşımı, görev bölümüyle -hepsi bizim
insanımız- onlara sahip çıkalım.
Kuveyt’te, Limaka bağlı havaalanı inşaatı
şantiyesinde resmen işçi kıyımı yaşanıyor; buradaki işçilere “Kıdem tazminatı,
ihbar tazminatı paralarından vazgeçtiğinize dair evrak imzalayın, sizi
Türkiye’ye gönderelim.” deniyor. Bu hangi vicdana sığar?
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, 11’inci madde üzerinde 3 önerge vardır.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin
11’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Madde 11- 2547 sayılı Kanunun ek 8 inci maddesine
aşağıdaki fıkra eklenmiştir. ‘Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim
elemanlarına, unvanlarına göre Devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen maaş ve
ders ücreti tutarından az ücret verilemez. Bu fıkra kapsamında Devlet
yükseköğretim kurumlarında ödenen emsal ücretin hesaplanmasında ilgili mevzuat
uyarınca aylıklara ilişkin hükümlerin uygulandığı kadroya bağlı ödemeler
dikkate alınır.’”
Mahir
Polat Tekin
Bingöl Sibel
Özdemir
İzmir
Ankara
İstanbul
Ahmet
Akın Yıldırım
Kaya Alpay
Antmen
Balıkesir
Ankara
Mersin
Süleyman
Bülbül Turan
Aydoğan Serkan
Topal
Aydın
İstanbul
Hatay Fikret
Şahin Abdurrahman
Tutdere
Balıkesir
Adıyaman
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Şimdi, önerge hakkında konuşmak isteyen,
İstanbul Milletvekili Sayın Sibel Özdemir.
Buyurunuz Sayın Özdemir. (CHP sıralarından alkışlar)
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Evet, ben de yükseköğretimde önemli değişiklikler
yapan bu kanun teklifinin 11’inci maddesi üzerinde söz aldım. Sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, benim üzerinde söz aldığım
madde şu: “Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına,
unvanlarına göre Devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az
ücret verilemez.” Önemli ve çok gecikmiş bir madde olarak görüyoruz bu
düzeltmeyi.
Bildiğiniz üzere, ülkemizde vakıf yükseköğretim
kurumları 1984 yılından itibaren kurulmaya başlandılar, özellikle 90’lı
yıllarda artış sağlandı; en çok açıldığı süreç ise 2000’li yıllar ve bu kanun
teklifiyle de yine 2 tane daha vakıf üniversitesi kurulacak. 80 vakıf üniversitesi kurumunun 60 tanesi yani yaklaşık yüzde 70’i 2002
yılından sonra kurulmuş. Baktığımız zaman, bu üniversitelerimizin özellikle
bazılarının kuruluş amacı, yapısı, işlevi, niteliği, kadroları, AR-GE altyapısı,
finansal şeffaflığı gibi bazı alanlarda gerçekten çok ciddi sorunları
tartışılmaktadır. Özellikle, evet, bu 78 vakıf üniversitesinde neredeyse 27 bin
akademisyen görev yapmakta ve 606 bin de öğrencisi bulunmaktadır. Plansız ve
hızla sayılarının artmasıyla daha kolay ulaşılabilir hâle geldiler vakıf
üniversiteleri ancak kimi vakıf üniversitelerinin saygınlığı düşerken bilimsel
üretkenlikleri ise nedense değerlendirilemedi. Vakıf olma nitelikleri nedeniyle
de vergi muafiyetleri sağlanırken harcama kalemlerinin şeffaflığına ilişkin
neredeyse hiçbir çalışma yapılmadı, kaynakları nasıl ve nerede harcadıklarının
şeffaflığı sorunluydu.
YÖK’ün geçen yıl çok
önemli bir raporu oldu bu üniversitelerle ilgili. Evet, rapora göre, gerçekten,
bu saydığımız çok ciddi sorunlar ortaya çıkmış oldu. Özellikle raporda dikkat
çekilen, tanıtım ve reklama çok yüksek bütçeler ayırdıkları; kütüphanesi
olmayan, bilimsel araştırmaya harcama yapmayan, düşük miktar ve oranlarda
burslu öğrenci kabul eden birçok üniversitenin olduğu da ortaya çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri, bugün, bu kanun teklifinde gerçekten vakıf
üniversitelerinin bu sorunlarına dönük gecikmiş de olsa, az da olmuş olsa bazı
düzenlemeler var. Bu üniversitelerde gerçekten, söylediğim gibi, 2002 yılında
yüzde 75 oranında artış sağlandı ve daha kurulurlarken çok ciddi yasal
düzenlemeler gerekiyordu, uluslararası kriterler gerekiyordu. Ancak özellikle
eğitim kaliteleri, altyapıları, bilimsel altyapıları, mali ve idari yapılarıyla
ilgili çok ciddi sorunlar vardı. Bugün, kısmen bu sorunların çözülmesini ve bu
kanundaki değişikliklerin gerçekten uygulamaya da yansımasını temenni ediyoruz.
Önceden, vakıf
üniversitelerine ağırlıklı olarak devletten giden kadrolar vardı ama artık,
kendi kadroları var bu üniversitelerin. Burada akademisyenliğe başlayan genç akademisyenlerimiz var. Bu
bilim insanlarının özlük hakları, çalışma koşulları, bunlar bugüne kadar hiç
tartışılmadı; kontenjanlar hızla artırıldı, sınırsız büyümelerinin önü açıldı.
Düşük maaşlarla çalıştırılan akademisyenler üzerindeki aşırı ders yükleri,
çalışma koşulları, bunlar hiç düşünülmedi. Bugün Sayın Komisyon Başkanı da
söyledi, yeni bir düzenleme yapılıyor, doğru bir düzenleme. İşte, buradaki,
danışman öğretim üyelerinin öğrenci sayılarına da bir sınır getiriliyor, bu da
olumlu bir düzeltme. Geç kalmasına rağmen biz destek oluyoruz bu kanuna. Ancak
eksiklikler ve karşı çıktığımız durumlar da vardı; özellikle, bugün de detaylı
tartıştığımız disiplin kurallarıyla ilgili. Evet, bu kanun, üniversitede
çalışan akademisyenlere mali ve özlük haklarıyla önemli katkılar sağladı ama
maalesef, disiplin konusunda sorunlar var. Bu sorunların kısmen de olsa
düzeltilmesi ve uygulamada da gerçekten sorun yaratmamasını temenni ediyoruz.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bu kanunun 22’nci
maddesinde bir düzenleme yapıldı, muhtemelen konuşmayacağız o maddelerde ama
ben değinmek istiyorum. Şöyle ki vakıf üniversitelerindeki öğretim üyelerine,
bilim insanlarına hususi damgalı pasaport alma hakkı sağlandı. Benim de bu
konuda kanun teklifim vardı; Değerli Milletvekilimiz, Hocamız Ayhan Altıntaş’ın
da çalışması, kanun teklifi vardı, beraber çalıştık ne yapabileceğimiz
konusunda ve bu teklife önergeyle bir madde olarak eklendi. Bu büyük bir
kazanım. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Hocalarımızın uluslararası
bilimsel çalışmalara katılması açısından gerçekten önemli bir kazanım oldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
SİBEL ÖZDEMİR (Devamla) – İzninizle Sayın Başkan,
tamamlayacağım.
Değerli milletvekilleri, biliyorum, geç saat oldu,
sabrınıza sığınıyorum.
Mali ve özlük hakları, evet, iyileştirildi ama
dediğim gibi akademik ve idari özgürlüklerinde gerçekten çok ciddi sorunlar
var. Dar kapsamlı, belirsiz, subjektif maddeler var disiplin maddelerinde.
Bunlar, bir akademik disiplin için gerçekten uygun değil. 657’deki aynı
maddenin akademisyenlikte yer almasını doğru bulmuyoruz çünkü akademisyenlik
gerçekten çok özel bir alan olmakla birlikte kamu görevlilerinden çok farklı
bir meslektir. Bu anlamda disiplin konusunda daha dikkatli kavramlara ihtiyaç
var. Sonuç olarak en büyük temennimiz, dediğim gibi, bu baskıcı ortamın
uygulamada sorunlar ve mağduriyetler yaratmamasıdır.
Maddeyi desteklediğimizi bir kez daha söylüyorum.
Gerçekten, YÖK’e özellikle nitelik, kalite noktasında, sorunları çözme
noktasında, bu konularda biz destek oluyoruz. Bu noktada daha çok çalışmalar
yapılmasını da buradan tekrar dile getiriyorum.
Sizleri, Genel Kurulu da tekrar saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
11’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Madde 11- 2547 sayılı Kanunun ek 8’inci maddesine
aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim
elemanlarına, unvanlarına göre Devlet yükseköğretim kurumlarında ödenmekte olan
ücret tutarından az ücret verilemez. Bu fıkra kapsamında Devlet yükseköğretim
kurumlarında ödenen emsal ücretin hesaplanmasında ilgili mevzuat uyarınca
aylıklara ilişkin hükümlerin uygulandığı kadroya bağlı ödemeler dikkate
alınır.”
Muazzez
Orhan Işık Züleyha
Gülüm Tulay
Hatımoğulları Oruç
Van
İstanbul
Adana
Ömer
Öcalan Tuma
Çelik
Şanlıurfa
Mardin
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ ORHAN ERDEM (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Şimdi önerge hakkında konuşmak isteyen
Şanlıurfa Milletvekili Sayın Ömer Öcalan.
Buyurunuz Sayın Öcalan. (HDP sıralarından alkışlar)
ÖMER ÖCALAN (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Genel Kurulu ve halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Biliyoruz AKP, YÖK’ü kaldırmak için iktidara geldi,
on sekiz yıl geçti, bırakın YÖK’ü kaldırmayı, YÖK ile üniversite öğrenciliği
kavramı, üniversite hocalığı, yazılan tez, yazılan kitap, makalelerle birlikte
eğitime dair bütüncül bir değersizleştirmeyi hepimize yaşattı. Eğitimin,
üniversitenin değersizleştirilmesini hafife almayın sakın. Eğitim
değersizleşince toplumsal değerler bütünüyle değersiz hâle gelir. Çok uzağa
gitmeye de gerek yok. Şu corona günlerinde bir sokağa çıkma yasağı ilan edildi
65 yaşındaki vatandaşlarımıza ve orada, yeni nesil gençlerimiz, maalesef, yaşlı
avına çıktılar ve orada çeşitli videolar çektiler. Maalesef, bu, AKP’nin
yetiştirdiği genç nesilleri gözler önüne sermektedir. Sadece bu hâl, AKP’yle
yetiştirilen gençliğin durumunu da izah etmeye yeterli değil. Asıl korkunç
tablo, bu jenerasyonun, on-on beş yıl sonra bu ülkenin yönetiminde ve
akademisinde görev almasıyla ön plana çıkacaktır.
Değerli milletvekilleri, AKP, her alanda yaşanan
sorunları yapısal bir şekilde çözmek yerine popülist siyasete malzeme olarak
kullanmayı âdeta temel bir yaklaşım olarak benimsemiştir. Çözüm sürecinde,
Kürtçe eğitimle ilgili -seçmeli Kürtçe derslerin açılması bağlamında- Dicle,
Bingöl, Mardin Artuklu ve Muş Alparslan Üniversitesinde Kürdoloji Bölümleri
açılmıştır. Buralardan 1.700’ü aşkın öğrenci mezun oldu. Ne yazık ki sonrasında
bu bölümü bitiren öğrencilerin ne devlet kurumuna ne de farklı bir alana
atamaları yapılmadı. Şu an mevcut olan bölümler, lisans ve lisansüstü, her yıl
100 mezun verirken atamaları neredeyse hiç yapılmamaktadır. Bu bölümlerdeki
akademisyenlerin akademik bilgilerinin yer aldığı YÖKSİS’te, diller arasında
Kürtçe olmadığından kaynaklı, akademisyenler yazdıkları Kürtçe makaleleri
YÖKSİS’e Türkçe olarak girmek zorundalar. Yani şimdi, Kürtçenin Kurmanci ve
Zazaki lehçesinde yılda kaç tane tez yazılıyor, makale yazılıyor, maalesef
bilmiyoruz. Bir başka örnek ise TÜBİTAK’tan Kurmanci ve Zazaki dillerindeki
projelere de destek yok çünkü dil seçeneklerinde Kurmanci ve Zazaki de yoktur.
Bilindiği gibi, Ocak 2020’de bir atama yapıldı
arkadaşlar. Bu atamada, Kürtçe dilinden 2 kişinin ataması gerçekleşti, 1’i
Zazakice, 1’i Kurmanci bölümünden. Türkçe ve Türk Dili Edebiyatı için de toplam
1.677 atama yaşanmıştır. Buyurun size, bu Türkiye’deki Kürt ve Türk
kardeşliğinin bir başka hikâyesi.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de 2002’de 93 tane olan
üniversite sayımız 2019’da 202’ye çıkmıştır. Sadece on yedi yılda 109 adet
üniversite kurulmuştur. Baktığı her şeyi ve her yeri inşaat olarak gören AKP,
yeni kurulan bu üniversitelerle, güzel ve süslü binalar inşa etti. Ancak ne var
ki bu binaların içini akademik ve bilimsel değerlerden de mahrum bıraktı.
Değerli milletvekilleri, YÖK ve AKP’yle yok olmuş
üniversitelerin hâline bir de kütüphane ve kitap bağlamında bakalım. YÖK’ün
kendi raporuna göre, Türkiye’de 104 üniversitede öğrenci başına basılı kitap
sayısı 5’in altındadır; 4 üniversitedeyse öğrenci başına 1 kitap dahi
düşmemektedir. Yani bu üniversitelerde kitaptan çok öğrenci sayısı vardır. Bir
örnek verelim: Türkiye’nin 4’üncü büyük şehrinde bulunan 1975 yılında kurulmuş
Bursa Uludağ Üniversitesinin bütün kütüphanelerinde bulunan basılı kitap sayısı
225.030, öğrenci sayısı ise yaklaşık 79 bin yani öğrenci başına düşen kitap
sayısı 2,8.
Değerli arkadaşlar, öğretim üyeleri ve üretilen
akademik çalışmalar bağlamında duruma bakıldığında tablonun korkunçluğu daha
net ortaya çıkmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
ÖMER ÖCALAN (Devamla) – On yedi yılda Türkiye’de
profesör sayısı 2,9 kat, doçent sayısı 2,9 kat, yardımcı doçent sayısı 3,5 kat,
öğretim görevlisi sayısı 3,4 kat, araştırma görevlisi sayısı 1,9 kat artmıştır.
Buna karşın, bilimsel ve kabul edilebilir akademik yazım değeriyse gittikçe
azalmaktadır. Bildiğiniz gibi, akademide yabancı dil ölçüsü de önemli bir
parametredir. 1973 doçentlik sınavında bir dilden, profesörlük sınavındaysa
başka bir dilden girilirken artık, 22 Şubat 2018 tarihinde doçentlik için
yabancı dil barajı 55 puana düşürülmüştür.
Bir de barış akademisyenleri durumu vardır
arkadaşlar. Barış akademisyenleri, bu ülkede barış olsun, savaş olmasın,
çatışma olmasın diye bir bildiriye imza attılar; maalesef, analarından
emdikleri sütleri burunlarından getirdiler ama onlar bu tarihe barış yanlıları
olarak geçti.
Herkese başarılar. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Yükseköğretim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 11’inci maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “eklenmiştir” ibaresinin “ilave edilmiştir”
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Fahrettin
Yokuş Arslan
Kabukcuoğlu
İzmir Konya Eskişehir
Ayhan
Erel Bedri
Yaşar Orhan
Çakırlar
Aksaray Samsun Edirne
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ ORHAN ERDEM (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen, Aksaray
Milletvekili Sayın Ayhan Erel.
Buyurunuz Sayın Erel. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
AYHAN EREL (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, yüce Türk milleti; sözlerimin hemen başında, inandığı davasında
hiç taviz vermeyen, dik duran, eğilmeyen ve bugün Hakk’ın rahmetine kavuşan
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş’ı rahmetle anıyorum;
ailesine, Bağımsız Türkiye Partisine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 11’inci maddesi üzerinde partim İYİ PARTİ
adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz madde, vakıf yükseköğretim
kurumlarında görev yapan öğretim elemanlarının, devlet yükseköğretim
kurumlarındaki emsallerinden daha az ücret almamaları için gerekli
düzenlemeleri içermektedir. Ben de bir eğitimci olarak “eşit işe eşit ücret”
ilkesiyle öğretim elemanlarının ücret farklılıklarının önüne geçecek bu
maddeyi, geç kalınmış bir düzenleme olsa da desteklediğimizi ifade etmek
istiyorum.
Yine ayrıca, vakıf üniversitelerinde görev yapan
öğretim görevlilerinin ders saatleri sayısının da devlet üniversitelerinde ders
veren hocaların ders saatleriyle eşit seviyeye getirilmesi daha uygun
olacaktır.
Değerli milletvekilleri, ilk başta kuruluş amacı,
başarılı ama yoksul öğrencilerin kaliteli eğitim almasını sağlamak olan vakıf
üniversitelerinin büyük bir bölümünün kuruluş amaçlarından uzaklaştığını
görmekteyiz. Çok sayıda özel üniversite, tam bursluluk oranlarını YÖK’ün
belirlediği yasal sınır olan yüzde 10 civarında gerçekleştiriyor. Bunun dışına
çıkan, tam bursluluk veren vakıf üniversitesi bir elin parmak sayısı kadar
azdır.
Yine, bu vakıf üniversitelerinin kütüphanelerinin
yetersiz kaldığını, öğrencilerin kütüphanelerden yeteri kadar faydalanmadığını
görmekteyiz. Öğrenci başına düşen kitap sayısının 10’un üzerinde olduğu
yalnızca 11 tane vakıf üniversitesi var, 30 üniversitede bu sayı 5’in altında,
bazılarında bu rakam sadece 1 ila 3 aralığında.
2018 yılında, Türkiye genelinde 62 vakıf
üniversitesinden 13’ü AR-GE’ye kendi bütçesinden hiç kaynak ayırmamıştır.
Bütçesinin yüzde 10’undan fazlasını AR-GE’ye ayırmak durumunda olan vakıf
üniversiteleri bu kurala riayet etmemiş, sadece 3 vakıf üniversitesi AR-GE’ye
ödenek ayırmıştır.
Kıymetli milletvekilleri, günümüzde yaşadığımız
problemden dolayı üniversitelerimiz kapalı, öğrencilerimizin tamamı
memleketlerine gittiler ancak özel yurtlarda kalanlar ile öğrenci olarak
kiraladıkları evler hâlâ kendilerine ait olanlar buralara ödeme yapmak
durumundadırlar; hem yurtlara hem de evlere kira ödemektedirler. Bu, genç
öğrencilerimizi sıkıntıya sokmaktadır. Bununla ilgili gençlerimiz acilen bir
düzenleme beklemektedirler.
Yine, devletimiz her ile üniversite açmakla övünüyor
oysa biz, marifetin her ile üniversite açmak olmadığı, her üniversiteden mezun
ettiği gence iş bulmanın asıl marifet olduğu düşüncesindeyiz. Şimdi, günümüzde
her şeyi planlayabilecek bilgiye, birikime, teknik imkânlara sahip olan
devletimiz, gençlerin geleceğini niye planlamaz bunu anlamış değiliz. Yani
günümüzde Türkiye’nin on yılda, otuz yılda, elli yılda ne kadar öğretmene, ne
kadar mühendise, ne kadar siyasal bilgiler fakültesi mezununa ihtiyacı olduğu
planlanamaz mı? Ve biz her ile üniversite açarak gençlerimizin dört sene, beş
sene bu üniversitelerde oyalanmasına, gençliklerinin heba edilmesine sebep
olmaktayız. Üniversiteyi bitirdikten sonra da iş isteyen bu gençlerimizin,
maalesef, iş taleplerine cevap veremiyoruz. Keşke bir planlama yapılarak hangi
alanda ne kadar lisans mezunu gence ihtiyacımız var, bunlar belirlense ve
üniversite öğrencileri bu planlamaya göre alınsa, yetiştirilse. Bu
öğrencilerimizin de hayalleri heba olmasın diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi 12’nci madde üzerinde 2 önerge vardır, ilk
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
12’nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
MADDE 12 – 2547 sayılı Kanunun ek 9 uncu maddesine
aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Vakıf yükseköğretim kurumları, ön lisans, lisans,
tezli yüksek lisans ve doktora düzeyindeki her bir diploma programında öğrenim
gören öğrencilerden; ilgili programın en yüksek merkezi yerleştirme puanına
sahip en az yüzde yirmi beşi kadar öğrenciyi, söz konusu programın öğrenim
süresi boyunca ücretsiz okutmakla yükümlüdür. Bu öğrencilerden eğitim ve
öğretim süreçlerine ilişkin herhangi bir ücret talep edilmez. Tezli yüksek
lisans, doktora ve özel yetenek sınavı ile öğrenci alan programlarda en yüksek
yerleştirme puanı sıralaması dikkate alınır, puan eşitliği durumunda kadın
adaylara öncelik verilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar
Yükseköğretim Kurulu Tarafından belirlenir.”
Muazzez
Orhan Işık Züleyha
Gülüm Ömer
Öcalan
Van İstanbul Şanlıurfa
Tulay
Hatımoğulları Oruç Tuma
Çelik Gülüstan
Kılıç Koçyiğit
Adana Mardin Muş
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ ORHAN ERDEM (Konya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Muş
Milletvekili Sayın Gülüstan Kılıç Koçyiğit.
Buyurunuz Sayın Kılıç Koçyiğit. (HDP sıralarından
alkışlar)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Ben de Enfal katliamının 34’üncü yılında bu
katliamda yaşamını yitiren herkesi saygıyla andığımı ifade etmek istiyorum ve
bu katliamı yapanları da lanetlediğimi, bu katliamı yapanların insanlık
tarihine lanetli olarak geçtiklerinin altını çizmek istiyorum.
Şimdi, tabii, bir yasa görüşüyoruz, yükseköğretime
dair bir yasa görüşüyoruz ve ülkemizdeki ilk üniversite aslında 1846 yılındaki
Darülfünun. İnişli çıkışlı bir hayatı var Darülfünunun ama en nihayetinde 1933
yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir kararıyla kapatılıyor ve bu kapatma
gerekçesi de aslında “Üniversitede reform yapacağız." diye ifade ediliyor.
Fakat biz biliyoruz ki Darülfünunun kapatılma gerekçesi, oradaki muhalif
aydınları ve bilim insanlarını susturmaya dönük bir şey ve aslında bir parti
devleti politikasına uyumlu bir şekilde kadrolarını tasfiye etmek istedikleri
açık ve net. Şimdi, aradan bunca yıl geçti, seksen yedi yıl geçmiş ve biz
seksen yedi yıl sonra yine yükseköğretime dair baskıcı bir yasayı, baskıcı bir
düzenlemeyi sabahın bu saatinde konuşuyoruz değerli arkadaşlar.
Şimdi, yükseköğretim nedir? Aslında, bilimsel
düşüncenin ifade edildiği, bilimin, aklın, mantığın, ilkelerin, özgürlükçü
düşüncenin hâkim olduğu yerdir fakat baktığınız zaman, Türkiye'de bu düşünceden
ve bu yaklaşımdan eser olmadığını görüyoruz.
Şimdi, AKP hükûmete gelmeden önce ne diyordu? “Biz
YÖK'ü kaldıracağız, üniversiteler özerk olacak.” Niye? Çünkü 28 Şubat
yaşanmıştı ve başörtülü öğrenciler üniversiteye gidemiyorlardı, bir akılla
üniversite bir kesimi dışlıyordu, o zamanki YÖK dışlıyordu. Bunun üzerine de
dünya kadar olay yaşanmıştı fakat AKP iktidara geldi, bir dönem bu süreci
FETÖ’cülerle, Gülen hareketiyle beraber yürüttüler fakat daha sonrasında,
devlete yerleştikten sonra tek adam rejimini, kendi parti ideolojisini devletin
bütün kurumlarına ama en özelde de tabii ki yükseköğretime yedirmeye çalıştı.
Bırakın YÖK’ü kaldırmayı, YÖK’ü daha baskıcı bir hâle getirdiniz ve bugün artık
üniversitelerde özerklikten de bilimden de özgür düşünceden de bahsetmek ne
yazık ki mümkün değil.
Şimdi, siz 2017 yılında bir düzenleme yaptınız ve
dediniz ki: “Yükseköğretim üyelerinin de disiplin kuralları 657’ye tabi olsun.”
ve bu, Anayasa Mahkemesinden döndü, yürürlük tarihi dokuz ay sonra. Şimdi
sıkıştınız, yeniden getiriyorsunuz bu yasayı. Peki, gerçekten akademiyle
konuştunuz mu, gerçekten bu işin paydaşlarıyla konuştunuz mu? Hayır,
konuşmadınız. Yine bir corona operasyonuyla getirmişsiniz ve çıkarmaya
çalışıyorsunuz.
Şimdi, en nihayetinde getirmek istediğiniz
düzenlemenin baskıcı bir düzenleme olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Birkaç
şeyi ifade ederek başlayabiliriz. Birincisi; sizin döneminizde artık temel
kadro biçimi, istihdam biçimi olarak 33/a kadrosunu kaldırdınız ve artık 50/d
üzerinden atamaları yapıyorsunuz. Bu ne demek? Aslında bu, oradaki hiçbir
akademisyenin iş güvencesinin olmaması demek, oradaki yöneticinin, oradaki
üstünün iki dudağı arasındaki bir akademik hayata maruz kalması demek. Bunu
açık ve net bir şekilde söyleyelim.
İkincisi; bu taslakla ne yapıyorsunuz? 19’uncu
maddesinde açık öğretim kurumlarının döner sermaye gelirlerinin fazlasını,
yüzde 80’ini YÖK’e aktarıyorsunuz. Bu da üniversitenin özerkliğine aykırı bir
düzenleme ama bunu da getiriyorsunuz. Fakat en önemli olanı, disiplin
cezalarına ilişkin olanı değerli arkadaşlar. Disiplin cezalarıyla aslında
üniversiteleri tam bir zapturapt politikasıyla yönetmek istiyorsunuz. AKP
ideolojisini hâkim kılmak istiyorsunuz; liyakatsiz, bilimden uzak, bilimsel
düşünceden, eleştirel akıldan uzak bir sistemi üniversitelerde hâkim kılmak
istiyorsunuz.
Şimdi, bu disiplin cezalarından bir ikisi… Niçin
disiplin cezası alır bir öğretim görevlisi? Örneğin, “Görevi sırasında amirine
sözle saygısızlık yapmak…” Nedir saygısızlık? Bunun ölçüsünü kim belirleyecek?
Peki, amirin altındakine saygısızlık ne olacak? Bununla ilgili bir şey yok.
“Maiyetindeki elemanlarının yetiştirilmesine özen
göstermemek” “Gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” “Özürsüz ve kesintisiz 3-9 gün
göreve gelmemek.” Şimdi, öğretim görevlileri memnun mudur? “Her sabah sekizde
kalkacak, üniversiteye gidecek, akşam işe gidecek.” Böyle bir akıl olabilir mi?
Ne zaman araştırma yapacak, ne zaman kütüphaneye gidecek, ne zaman gerçekten
gözlem yapacak, sahada olacak? Bunlara dair hiçbir şey yok “Sabah gelsin, akşam
gitsin.” Deyim yerindeyse aslında, bir iş yapmasın, iş yapmış gibi görünsün
istiyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Koçyiğit.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) – Aslında, gerçekten
nitelikli bir üniversiteden, bilimsel düşünceden koptuğunuz bu koyduğunuz
disiplin hükümleriyle açık ve net. Fakat bu disiplin hükümlerinden en çarpıcı
olanı bu, “Gerçeğe aykırı rapor düzenlemek.” Aslında bu düzenleme kime yönelik?
Sayın Onur Hamzaoğlu’na yönelik, Sayın Bülent Şık’a yönelik. Neden? Çünkü Onur
Hamzaoğlu Kocaeli Üniversitesinde Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanıydı,
Kocaeli Kandıra ve Dilovası’nda saha araştırmaları yaptı ve bu araştırmaların
sonucunda yeni doğan bebeklerin kakasında ve anne sütünde ağır metaller tespit
etti, bu raporu açıkladı. Ona ödül vermesi gerekenler ne yaptılar? Onun
hakkında dava açtılar ve Sayın Onur Hamzaoğlu bu nedenle yargılandı değerli
arkadaşlar.
Sayın Başkan, bir dakika daha rica ediyorum bitirmek
için.
BAŞKAN – Buyurun.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) – İkincisi, Bülent
Şık değerli arkadaşlar. Bülent Şık ne yaptı? Bülent Şık da Antalya’da Sağlık
Bakanlığının yaptığı bir araştırmada görev aldı ve bu araştırma aslında şunu
içeriyordu: Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli’de çevresel
faktörlerin insan sağlığı üzerine etkilerinin araştırılmasıydı. Sağlık
Bakanlığı bu raporu yayınlamadı; insanların, halkın sağlığını tehdit eden bütün
çevresel etkenleri görmezden geldi; gidip Sayın Bülent Şık’ı bu raporu
açıkladığı için de dava etti değerli arkadaşlar. Yani sadece bir üniversitenin
bilimsel olması yetmiyor, ürettiği bilginin toplum yararına olması, halkın
yararına olması gerekiyor. Yoksa, biliyoruz, atom bombasını yapanlar da bilim
insanlarıydı, nükleer silahları yapanlar da bilim insanlarıydı ama onlar
insanlık tarihine en büyük kötülüğü yaptılar. Onun için, toplum yararına olan
bilimsel bilginin karşısına disiplin cezalarıyla, baskıcı yöntemlerle çıkmayın.
Üniversiteye özgürlük, akla, bilime özgürlük diyorum.
Saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 12’nci
maddesinde yer alan “on beşi” ibaresinin “yirmisi” şeklinde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Yıldırım
Kaya Sibel
Özdemir Turan
Aydoğan
Ankara İstanbul İstanbul
Tekin
Bingöl Süleyman
Bülbül Ahmet
Akın
Ankara Aydın Balıkesir
Alpay
Antmen Abdurrahman
Tutdere Mahir
Polat
Mersin Adıyaman İzmir
Serkan
Topal Fikret
Şahin
Hatay
Balıkesir
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ ORHAN ERDEM (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak üzere İstanbul
Milletvekili Sayın Sibel Özdemir.
Buyurunuz Sayın Özdemir. (CHP sıralarından alkışlar)
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Evet tekrar, 12’nci madde üzerine söz aldım. Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bir önceki madde vakıf üniversitelerindeki
akademisyenlere yönelik bir düzenlemeydi, bu maddede ise değerli
milletvekilleri, vakıf üniversitelerindeki öğrencilere ilişkin düzenleme
yapılıyor. Vakıf yükseköğretim kurumlarının her bir diploma programında -ön
lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora programlarında- öğrenim gören
öğrencilerden ilgili programın en yüksek yerleştirme puanına sahip en az yüzde
15’i kadar öğrencinin öğrenim süresi boyunca tam burslu okutulması
öngörülmektedir.
Değerli milletvekilleri, 78 vakıf yükseköğretim
kurumunda yaklaşık 606 bin öğrenci bulunmakta ve kontenjanlar her sene ciddi
oranda artırılmaktadır. Bu kontenjan artışının önüne geçmek ve niteliği belli
bir seviyede tutmak için neyse ki YÖK tarafından bir başarı sırası uygulaması
getirildi. Planlı ve daha zamanında yapılmalıydı bu. Neden ısrarla vakıf
üniversitelerine plansızca, onların altyapılarına bakılmadan kontenjan verildi?
Bakıldığı zaman, 2018 ÖSYM Kılavuzu verilerine göre öğrencilerin yaklaşık yüzde
12’sine tam burs verilmekte vakıf üniversitelerinde ve belli oranlarda
bursluluk olsa da büyük bir çoğunluk bu üniversitelerde doğal olarak ücretli
okumakta. Bu konuyu görüşmüşken şuna da değinmek istiyorum açıkçası: Her eğitim
öğretim yılı öncesinde öğrenim ücretleri, sizlerin de bildiği gibi büyük bir
kaos yaratmaktadır. Vakıf üniversitelerinde kontrol edilemeyen öğrenim
ücretleri talep edilmektedir. Bu olay gerçekten çığırından çıkmış durumdadır.
Burada ciddi bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Eğitim ücretleri gibi çok temel
bir alanda siyaset dışı bir çalışma yapılması, ortak bir hazırlık ve düzenleme
yapılması da gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, YÖK’ün Vakıf Yükseköğretim
Kurumları 2019 Raporu’nda gerçekten ciddi veriler var. Burada öğrenci başına
cari gider ortalamasına bakıldığında 2017-2018 eğitim öğretim yılında öğrenci
başı cari gider ortancası yaklaşık 13 binken, 26 tane vakıf yükseköğretim kurumunda
öğrenci başı cari hizmet gideri 10 binin altında kalmış. Alınan ücretlere göre
bu miktar çok düşük kalmaktadır. Çoğu üniversitede öğrencilerden elde edilen
gelirler öğrenciye maalesef dönmemektedir. Peki, bu gelirler nereye
harcanmaktadır? Bu yıl yapılan raporda da belirttiğim gibi, yaklaşık 220 milyar
lira reklam ve tanıtıma harcanmış; kütüphaneye yapılan harcama 60 milyar ama en
vahimi öz kaynaklı AR-GE bütçeleri 41 milyar civarında yani reklam bütçesi,
kütüphane harcamasının 4 katı, AR-GE bütçesinin de 5 katı. Gerçekten çok vahim
bir durum. Oysa bu kaynakların reklam ve tanıtıma değil, öğrenciler için
-özellikle barınma, beslenme, sosyal imkânlar, kültürel faaliyetler- ve en
önemlisi bilimsel araştırma, nitelikli eğitim gibi alanlarda kullanılması
konusunda da önlemler alınmalıdır. Evet, bu tür çarpıklıklarla birlikte,
ülkemizde her yıl maalesef üniversite mezunu sayısı hızla artmaktadır yani
üniversitede okuyan öğrenci sayısı hızla artmaktadır ama aynı zamanda
üniversite mezunu işsiz sayısı da artış göstermektedir. TÜİK verilerine göre
genç nüfusumuzun en az 3 milyon 200 bini işsiz ama değerli milletvekilleri,
bunun yaklaşık 2 milyonu üniversite mezunu işsizlerden oluşuyor. 2019 yılında
her yıl kayıtlı 4 işsizden 1’i üniversite mezunudur. Değerli milletvekilleri,
Avrupa İstatistik Kurumu EUROSTAT’ın verilerine göre Avrupa ülkelerinde eğitim
seviyesi arttıkça işsizlik oranı düşerken ülkemizde bu tablonun tam tersi.
Üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranının, ilköğretim mezunlarından
yüksek olduğu tek ülke Türkiye; bunu da belirtmek istedim sizlere. Bu durum,
açıkçası siyasi iktidarın eğitim, istihdam, üretim politikalarının sorunlu
olduğunu ve yetişmiş gençlere dahi istihdam yaratamadığını göstermektedir. Bu
sorunun aşılması için nitelikli eğitimi, üretime dayalı ekonomiyi, kalkınma ve
istihdam politikalarını hedefleyen planlı, stratejik, bütüncül bir yaklaşım
ortaya koyulmalıdır. Bunun yolu da nitelikli, çağın gereklerine uygun, bilgi ve
beceriyle donatılmış, dünyayı yakından takip eden gençler yetiştirmekten
geçmektedir. “Her ile bir üniversite” “Her isteyene bir vakıf üniversitesi”
gibi bir anlayıştan hızla uzaklaşmak gerekmektedir. YÖK’ün son dönemlerde
ihtisaslaşma, kalite, nitelik çalışmalarının, bu anlamda bu sürece destek
olmasını diliyoruz.
Evet, dediğim gibi, burada, vakıf üniversitelerinde
daha yüksek oranda burslu öğrenci okutulması düzenlemesi, gerçekten olumlu bir
düzenleme. Burada, aslında öğrenci gelirlerinden elde edilen kaynakların da
eğitimin niteliğinin artırılmasına… Ki bugünlerde, gerçekten bilimin ve
bilimsel araştırmanın bu kadar hayati olduğu bir dönemde, bu üniversitelerin
kaynaklarının büyük oranda bilimsel araştırmaya ayrılması noktasında da
düzenlemelere ihtiyaç vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
SİBEL ÖZDEMİR (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Evet, son olarak da şunu belirtmek istiyorum: Bu
kanun teklifine, sağlıkta şiddetle ilgili gerçekten çok geç kalmış olan bazı
kanun maddeleri de eklenecek. Bu vesileyle, gerçekten sağlıkçılarımız için
siyah kurdele yerine artık beyaz kurdele takacak olmamız büyük, önemli bir adım
ve bugünlerde gerçekten büyük bir fedakârlıkla çalışan sağlık emekçilerimize de
ben şükranlarımı ve minnetlerimi de sunarak bugünkü konuşmamı tamamlamak
istiyorum.
Sizleri de saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi 13’üncü madde üzerinde 1 önerge vardır,
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
13’üncü maddesinin tekliften çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Muazzez
Orhan Işık Züleyha
Gülüm Tulay
Hatımoğulları Oruç
Van İstanbul Adana
Ömer
Öcalan Tuma
Çelik
Şanlıurfa Mardin
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ ORHAN ERDEM (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Adana
Milletvekili Sayın Tulay Hatımoğulları Oruç.
Buyurunuz Sayın Hatımoğulları Oruç. (HDP
sıralarından alkışlar)
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 13’üncü madde adrese teslim bir madde. Bilim ve Sanat
Vakfına ait olan İstanbul Şehir Üniversitesine Halk Bankası aracılığıyla
yapılan müdahaleye bir yasal kılıf bulmak ve bunu bir gelenek hâline getirmek…
Ve deniyor ki bu maddede: Vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet izninin
kaldırılması hâlinde, öğrencilere verilen bursların garantör üniversitelere
ödenmeye devam etmesi yani burada öğrenciye değil, yine sermayeye ödeme
yapılması… Burada korunmak istenen yine öğrenci değil, burada yine sermaye
korunmaktadır.
Bakın, coronavirüsle mücadele ederken açıklanan
ekonomik önlem paketinde yine sermayeyi kurtarmak hedeflendi. Öğrencilerin
uzunca bir zamandan beri başlattığı bir kampanya vardı, KYK borçlarının
silinmesi. Hele şimdi bu coronavirüs günlerinde elzem olan konulardan biri
buyken bu hiçbir şekilde iktidar tarafından gündeme alınmadı.
Evet, buraya gelmesi gereken esasen YÖK’ün
kaldırılması yasası. Çünkü YÖK, 12 Eylül darbesinin ürünüdür ve bugün AKP’de
aktif mücadele edenler bundan çok çektiği için mücadele etti ve bu anlamda
ilerici, demokrat, aydın kesimlerin de desteğini aldı. Oysaki güç ele
geçirildikten sonra aynı şey devam etti.
Bakın, YÖK, üniversitelerin bilim, özgür bir akademi
ve özerk bir bilim üretmelerinin önünde bir engel; askerî cunta mantığının,
militarist zihniyetin bilimi, akademiyi belirlemesini ve kuşatmasını
sağlamaktadır.
YÖK, akademisyeni, öğrenciyi kuşatıyor ve
otoriterlik kurmaktadır üstünde. Oysaki şimdi, şu anda görüştüğümüz bu 212 sıra
sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda değişiklik yapan Teklif buna dair bir değişiklik
yapmak yerine bunu biraz daha katmerleyerek ileri taşımaktadır.
“Demokratik açılım” diye iktidara geldiniz.
İktidarda değilken tabii ki YÖK eleştiri konusuydu sizin için. Şimdi ise
baktığımızda onu aşmak için elinizden geleni yapıyorsunuz yani daha da otoriterleşme…
İtaatkâr bir nesil yetiştirmek için, ana sınıfından
itibaren defaatle eğitimi değiştiren işler yaptınız. Defalarca, defalarca
müfredat değişti, defalarca eğitim sistemi değişti, sınav sistemi değişti ama
bir türlü kafanızdakini de oturtamadığınız için bu değişime ve aslında bilimle,
akılla oynamaya devam ediyorsunuz. Âdeta bilimle uğraşıyorsunuz; biyoloji,
kimya, matematik neredeyse düşmanınız hâline gelmiş, evrim teorisiyle
uğraşıyorsunuz, hacamatçıların önünü açan işler yapıyorsunuz.
Bakın, bu ülkenin onurlu, bu ülkenin demokrat
akademisyenleri, araştırmacıları bir kampanyaya dâhil oldular ve savaşın devam
ettiği, şiddetin devam ettiği bir dönemde dediler ki: “Biz, bu suça ortak
olmayacağız.” Bir cümle okumak isterim imzaladıkları metinden: “Kürt
vatandaşlara ve oradaki tüm halklar için, Sur’da, Cizre’de, Silopi’de,
Nusaybin’de ağır silah kullanılarak şiddet uygulanmasına karşıyız.” dediler,
“Barış istiyoruz.” dediler. Fakat ne yapıldı? Bunlar KHK’yle ihraç edildi.
Ağzını açıp konuşan KHK’lerle ihraç edildi ve böylece akademi, bilim emekçileri
açlıkla, yoksullukla, işsizlikle, itibarsızlaştırmakla biat etmeye zorlandılar
fakat biat etmediler, direnmeye de devam ettiler. Evet, 21’inci yüzyılda bilime
bu tür müdahaleler gerçekleşirken benim aklıma filmini de izlediğim Hypatia
geliyor. 4’üncü yüzyılda İskenderiye’de matematik çalışmaları yapan, felsefe
çalışmaları yapan Hypatia, bütün baskılara rağmen fikirlerini en açık bir
biçimde ifade etmekten hiç çekinmedi. Büyük İskender’in generali Soter, İskenderiye’ye
gelip kendini Firuvun ilan ediyor ve dini, siyasal amaçları için kullanarak
neredeyse “Tanrının yeryüzündeki halifesiyim.” diyerek müdahale etmeye başlıyor
İskenderiye’deki ilerici akımlara ve İskenderiye okuluna.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Şunu
söylüyorlar: “Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders
vermesine ne erkeğin üzerinde ne de hiç kimse üzerinde bir yetki sahibi
olmasına asla izin veremeyiz. Kadın sessiz olacak, kadın sessiz kalacak.”
Hypatia’yı bu açıklamalardan sonra bir güruh işkenceyle katleder.
20’nci yüzyılda Hitler benzerini yapar “Çocuk,
kilise, mutfak.” der kadına, orayı adres gösterir ve akademi kürsülerini
kadınlara yasaklar. Şimdi ise 21’inci yüzyılda AKP bundan farklı bir adım
atmamaktadır. Fakat şunu bilmeliyiz ki gerçekten, tarih firavunları, Hitleri
yargılamıştır. Aynı şekilde tarih, bilime, özgür düşünceye, ifade özgürlüğüne
ket vuranları ve onu esir almaya çalışanları yargılayacaktır. Bu ülkede ve
dünyada Hypatialar bitmez. (HDP sıralarından alkışlar)
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan,
hatibin ortaya koymuş olduğu temelsiz iddiaların tümüne itirazımız vardır.
Kayda geçirmek istiyorum, reddettiğimizi bildirmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
66.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, Çankırı
Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yerinden sarf ettiği bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan, ben de
şunu söylemek isterim: Temelsiz iddialarla değil; tarihten gelen isimlerle,
referanslarla dolu dolu bir konuşma yapıldı. Bu nedenle, biz de reddi
reddediyoruz.
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14’üncü madde üzerinde önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
15’inci madde üzerinde önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları
tamamlanmıştır.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 02.23
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 02.35
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nimetullah ERDOĞMUŞ
KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL
(Kütahya), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 85’inci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
212 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon yerinde.
Şimdi, ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci bölüm 16 ila 30’uncu maddeleri kapsamaktadır.
İkinci bölüm üzerinde söz isteyen, İYİ PARTİ Grubu
adına Bursa Milletvekili Sayın İsmail Tatlıoğlu.
Buyurun Sayın Tatlıoğlu. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
İYİ PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) –
Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer mensupları; gecenin bu saatinde, ikinci
bölümle ilgili görüşlerimizi kısaca paylaşmak üzere huzurlarınızdayız.
Gerçekten, üniversitelerle ilgili 30 maddelik bir
kanun teklifi ve biz bu teklifin büyük bir kısmına da hem Komisyonda hem de
Genel Kurulda olumlu baktığımızı belirttik. Sadece 7’nci maddede ciddi bir
itirazımız var, 16’ncı ve 22’nci maddeler üzerine de verdiğimiz değişiklik
önergeleri var. Bir de üniversite öğrencileriyle ilgili, gerek ön lisans gerek lisans
gerek lisans üstü, geriye dönük bir af ihdası talebimiz oldu ve bunlar da
özellikle AK PARTİ tarafından uygun bulunmadı.
Şimdi, ben bu teklifi yapan Sayın Orhan Atalay’ı
dinlediğimde, gerçekten konuşmasının yedi buçuk dakikasına bütün duygularımla katılıyorum
ve de hakikaten böyle bir konuşmayı onaylıyoruz. Sayın Atalay, medeniyetlerin
zuhurundan bahsetti, Antik Yunan, 11’inci yüzyılda Bağdat, Endülüs. Tabii,
burada, Semerkant ve Maveraünnehir’i unuttu, sanki İslam dünyasında Semerkant
ve Maveraünnehir bir medeniyet bölgesi değilmiş gibi. Son üç yüzyılda Batı
medeniyetinden bahsetti ve güzel bir şey söyledi, çok güzel, ana damardan bir
şey söyledi, dedi ki: “Medeniyetlerin ana merkezi bilimdir ve bunlara imkân
sağlamak lazım. Nedir bu imkânlar? Özgürlüktür, özerkliktir.” Çok doğru. Ama
çok değerli arkadaşlar, bu teklifte bunun tersi var. Bu teklif 7’nci maddede
657’deki disiplin mevzuatını üniversiteye şamil kılıyor. Yani biz
üniversitelerimizi tapu dairesi hâline getirme konusunda bir kanun maddesi ihdas
ettik, 7’nci madde bu. “Saygı gösterecek amirlerine.” diyor, saygı göstermezse
disiplin suçu. Ben otuz beş, otuz altı yıllık üniversite öğretim üyeliği yapmış
bir arkadaşınızım, üniversitelerde amir-memur olmaz. Üniversitelerde öğretim
üyeleri, fakülte kurulları, yönetim kurulları, koordinatör idareciler olur ve
üniversitenin saygıyla ilgili bir sorunu olmadı bu zamana kadar, bundan sonra
da olmaz zaten. Ama biz, atadığımız kadrolara, dekana, rektöre, “altlarında
çalıştırdıkları” olarak tarif ettiğimiz değerli öğretim üyelerini baskılamak
için bu tür disiplin cezaları getiriyoruz. Bu, üniversiteyi özerk yapmaz; bu,
üniversiteyi özgür yapmaz; bu, üniversitede, Sayın Atalay’ın belirttiği gibi,
bilim felsefesinin yeşereceği alanlar yapmaz; tam tersi yapar, üniversiteyi
fakirleştirir, üniversiteyi değersizleştirir ve gerçekten de
bugün baktığımızda temel sorun üniversitelerimizde şu: Üniversiteler, beşerî
sermaye planlamasını bile yapamayan ve de beşerî sermayemizi israf eden bir
mekanizmaya dönüşmüş durumdadır. Bu nedenle de üniversiteye baktığımızda,
kamuyu da devleti bile besleyecek bir üretim yok.
Çok basit bir örnek
vererek konuşmamı tamamlamak istiyorum. Daha geçenlerde Libya konusunda bir
tezkere görüşmesi oldu ve biz bu tezkere görüşmeleri çerçevesinde
üniversitelerimizi aradık, dedik ki: “Üniversitelerin Libya konusunda ne gibi
çalışmaları var da biz bundan da yararlanarak bir doğru karar vermemizi
sağlayalım.” İnanın, üniversiteleri çok fakir bulduk. Üniversiteler, siyasete
göre, iktidarlara göre şekillenen yerler olmamalı. Bu daha önce de böyleydi,
soğuk savaş döneminde de böyleydi, 28 Şubat sürecinde de böyleydi ama bugün
daha da derinleşmiş bir durumda gidiyor ve bir de son olarak, gerçekten
üniversitelerimize millî gelirden kaynak aktarma bakımından çok ciddi bir düşüş
içerisindeyiz. Üniversitelerimizi bu anlamda desteklememiz gerekir.
Hepinize saygılar
sunarım, iyi geceler dilerim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – İkinci bölüm
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci bölümde yer
alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra
ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
16’ncı madde üzerinde 1
adet önerge vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 16’ncı maddesinin tekliften çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
Muazzez Orhan Işık Ömer
Öcalan Abdullah
Koç
Van Şanlıurfa Ağrı
Tuma
Çelik Züleyha
Gülüm Tulay Hatımoğulları Oruç
Mardin İstanbul Adana
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Konuşmalarını
yapmak üzere Ağrı Milletvekili Sayın Abdullah Koç.
Buyursunlar Sayın Koç.
ABDULLAH KOÇ (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, tam otuz dört yıl önce Saddam
rejimi tarafından Kürtlere yönelik gerçekleştirilen soykırımda 180 binin
üzerinde insan katledildi; Enfal soykırımını şiddetle kınıyoruz, unutmayacağız
ve unutturmayacağız.
Değerli milletvekilleri, biz günün bu saatinde
üniversiteleri yani bilim kurumlarını tartışıyoruz. Elbette olumlu düzenlemeler
var fakat gelin görün ki Türkiye’de mevcut olan bilim kurumlarının ne denli
sıkıntılı olduklarını, ne denli sorunlu olduklarını ne yazık ki hep beraber
görüyoruz.
Bakın, ben Marx’ın bir sözüyle sözlerime devam etmek
istiyorum. “En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alışveriş ve
pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı. Bu, o zamana kadar el değiştiren
fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi
şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle, her şey ticaret
konusu oldu. Bu, genel kokuşma ve evrensel ölçekli alışveriş dönemidir. Eğer
ekonomik terimlerle ifade etmek gerekirse bu, maddi olsun, manevi olsun, her
şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bir zamandır."
diyor Karl Marx.
Bakın, insan ve topluma, onun sorunlarına
yabancılaşmış bir kuruma bilim kurumu denilebilir mi? Olguları, süreçleri
sorgulamayan, siyasal iktidarlara karşı âciz bir bilim dalından, bir bilim
kurumundan bahsedilebilir mi? Devlet ve sermaye karşısında bağımsız olmayan bir
kurum bilim üretebilir mi? Uygarlık, tarihi yapabilen insanlığın ortak
mirasıdır fakat resmî ideoloji, bilimsel, entelektüel faaliyetin içini boşaltan
bir durumdur. Bu resmî ideolojinin kıskacına giren üniversiteler ve ne yazık ki
YÖK’ün kendisidir.
İfade özgürlüğünün var olması bilimi üretmenin temel
koşuludur. Bilimin üretilmesinde ifade özgürlüğü de böylesine temel bir koşul
hâlindedir. İfade özgürlüğü bilim için temel bir koşul olmasına rağmen,
Türkiye’de üniversitelerde ifade özgürlüğü diye bir sorun da yoktur çünkü resmî
ideolojinin gereklerine göre ayar verilmiş olan kurumlardır. İfade özgürlüğünü
sınırlayan üniversite özerkliğinin de bir anlamı yoktur.
Yükseköğretim Kurulu politik bir kurumdur; devletin,
Hükûmetin, mevcut olan siyasal iktidarın direktiflerini üniversitelere tebliğ
eden kurum durumundadır. YÖK, üniversiteleri tek tipleştiriyor, bilimden
uzaklaştırıyor, akademik özgürlüklerini yok ediyor, bilim insanları ve
öğrenciler üzerinde baskı kuruyor, çeşitli yasakçı anlayışlar nedeniyle
bilimsel araştırmaları dahi engelliyor. YÖK artık kaldırılmalı ve onun yerine,
üniversitelerin açılması, işleyişi ve yürütülmesi konuları için akredite bir
kalite kurumu kurulmalıdır. Bu kurum, üniversitelerin ne yapması gerektiğine
karışmayan, denetleyici bir kurum da olmalıdır. Bu yeni sistemde üniversitelere
kalite, verim performansına göre bütçe verilmeli ve bu bütçe, üniversiteler
arasında pozitif bir rekabet ortamı şeklinde paylaşılmalıdır. Üniversitelerin
belirli alanlarda uzmanlaşmaları da acilen sağlanmalı ve bu konuda, YÖK’ün
üniversiteler üzerinde olan tahakkümü kesinlikle ortadan kaldırılmalı, özgür
bilimin üretildiği bir alan yaratılmalıdır.
Teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, madde 17’de önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 18’de önerge yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Madde 19’da önerge yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 20’de önerge yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 21’de önerge yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir
önerge vardır. Önergeyi okutup Komisyona soracağım, Komisyon önergeye salt
çoğunlukla katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım,
Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden
kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin
21’inci maddesinden sonra aşağıdaki maddenin eklenmesini, sonraki maddelerin
buna göre sıralanmasını arz ve teklif ederiz.
Yıldırım
Kaya
Ankara
MADDE 22- 2547 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde
eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 81- Yükseköğretim kurumlarında
hazırlık dâhil bütün sınıflarda intibak, önlisans, lisans tamamlama, lisans,
lisansüstü öğrenimi gören öğrencilerden bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe
kadar, kendi isteğiyle ilişikleri kesilenler dâhil, her ne sebeple olursa olsun
ilişiği kesilenler ile bir programı kazandıkları halde kayıt yaptırmayanlar bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren sekiz ay içinde ilişiklerinin
kesildiği yükseköğretim kurumuna başvuruda bulunmaları şartıyla bu Kanunun 44
üncü maddesinde belirtilen esaslara göre 2020-2021 eğitim-öğretim yılında
öğrenimlerine başlayabilirler.
Müracaat edenlerden askerlik zamanı gelmiş olanların
askerlikleri tecil edilmiş sayılır. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte
askerlik görevini yapmakta olanlar terhislerini takip eden 2 ay içinde ilgili
yükseköğretim kurumuna başvurmaları halinde bu maddede belirtilen haklardan
yararlandırılır.
Bu maddede yer alan hükümlerden yararlanarak
ayrıldığı yükseköğretim kurumuna kayıt yaptırıp işi veya ikametinin başka bir
ilde bulunduğunu belgeleyenler, üniversiteye giriş yılı itibarıyla geçmek
istediği diploma programının taban puanını sağlamaları ve ikamet ettikleri
ildeki yükseköğretim kurumlarının senatolarının da uygun görmesi halinde,
senatolar tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikamet ettikleri
ildeki üniversitelerdeki eşdeğer diploma programlarına yatay geçiş
yapabilirler.
Bu maddeden yararlanıp bir yükseköğretim kurumunda
öğrenci statüsü kazananlar başvurmaları halinde Anadolu Üniversitesi, Atatürk
Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi bünyesindeki açık öğretim önlisans veya
lisans düzeyindeki eşdeğer bölümlere yatay geçiş yapabilirler. Bu maddenin
uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Yükseköğretim Kurulu
yetkilidir.”
BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla
katılıyor musunuz?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER - Salt çoğunluğumuz yok, katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla
katılmamış olduğundan önergeyi işlemden kaldırıyorum.
Şimdi, 22’nci madde üzerinde önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
23’üncü madde, önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 24, önerge yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 25, önerge yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 26, önerge yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Madde 27, önerge yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir
önerge vardır.
İç Tüzük’ün 87’nci maddesi hükmüne göre
“Görüşülmekte olan teklifin konusu olmayan sair kanunlarda ek ve değişiklik
getiren yeni bir kanun teklifi niteliğindeki değişiklik önergeleri işleme
konulamaz.”
Şimdi okutacağımız yeni madde ihdasına dair
önergeyi, yukarıdaki hüküm nedeniyle usule uygun olmamakla beraber 5 siyasi parti
grubunun mutabakatı ve konunun önemini de göz önüne alarak emsal teşkil etmemek
üzere işleme alıyorum.
Önergeyi okutup Komisyona soracağım, Komisyon
önergeye salt çoğunlukla katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak
görüşme açacağım, Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi
işlemden kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 212 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne
aşağıdaki maddenin eklenmesini ve diğer maddelerin buna göre teselsül
ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
Bülent
Turan Muhammed
Levent Bülbül Meral
Danış Beştaş
Çanakkale Sakarya Siirt
Dursun
Müsavat Dervişoğlu Engin
Özkoç
İzmir Sakarya
“MADDE 28 - 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununun ek 12 nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkra ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Kamu veya özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev
yapan sağlık personeli ile yardımcı sağlık personeline karşı görevleri
sebebiyle işlenen 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan kasten yaralama
(Madde 86), tehdit (Madde 106), hakaret (Madde 125) ve görevi yaptırmamak için
direnme (Madde 265) suçlarında;
a) İlgili maddelere göre tayin edilecek cezalar yarı
oranında artırılır.
b) Türk Ceza Kanununun 51’inci maddesinde düzenlenen
hapis cezasının ertelenmesi hükümleri uygulanmaz.”
"Şiddetin vuku bulduğu sağlık kurum ve
kuruluşunda, faile veya yakınına mağdurun verdiği hizmeti verebilecek başka
sağlık personeli ve yardımcı sağlık personeli bulunması hâlinde hizmet ilgili
diğer personel tarafından verilir.”
BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla
katılıyor musunuz?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Salt çoğunluğumuz vardır Başkanım, salt
çoğunlukla katılıyoruz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış
olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.
Söz isteyen, Halkların Demokratik Partisi Grubu
adına Muş Milletvekili Sayın Gülüstan Kılıç Koçyiğit.
Buyurunuz Sayın Kılıç Koçyiğit. (HDP sıralarından
alkışlar)
HDP GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda gerçekten
çok önemli bir madde görüşüyoruz. Özellikle bu corona günlerinde kamuoyunun da
beklentisinin, gözünün Mecliste olduğu ve toplumda “sağlıkta şiddet” diye
bilinen meselenin çözümüne dair bir uzlaşı gerçekleştirildi. Tabii, bu
uzlaşının olması önemli ve anlamlıdır; önemli bir konuda adım atıyoruz fakat
tam anlamıyla bizim teklifimizin, en azından önerilerimizin gerçekleşmediğini
de ifade etmemiz gerekiyor. Bu anlamda, özellikle teklif metninde, Türk
Tabipleri Birliğinin önerdiği şeyler vardı, onlar hayata geçemediler fakat buna
rağmen teklifi olumlu olarak gördüğümüzü ifade edelim.
Şimdi, öncelikle, ben öneriye gelmeden önce bir iki
temel değerlendirme yapmak istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlar, hatırlarsınız, çok kısa
bir süre önce yine Sağlık Komisyonunda sağlıkta şiddeti konuştuk fakat bizim
orada sağlıkta şiddete, temel olarak oraya odaklanmamız gerekirken, aslında
mezun olan hekimlerin güvenlik soruşturmalarına takılması meselesi daha ön
plana çıktı çünkü sağlıkta şiddet görüntüsünün altında aslında güvenlikçi bir
yaklaşım Komisyona getirilmişti. Neyse ki Meclisten o hâliyle tam anlamıyla
çıkmadı.
Bununla beraber, sağlıkta şiddet olgusunun en
nihayetinde toplumsal, sosyal, ekonomik nedenleri olduğunu görmemiz gerekiyor.
Bugün eğer bir toplumda yoksulluk almış başını gidiyorsa, eğer bir toplumda
vergi adaleti yoksa, eğer bir toplumda ücret adaleti yoksa; eğer bir toplumda
her gün yetkililer, iktidar şiddet dilini benimsiyorsa, şiddeti teşvik
ediyorsa, bu, aslında sağlıktaki şiddeti de artıran etkenlerden biridir.
Bununla beraber, en temelde şunu söylememiz
gerekiyor: AKP’nin 2003 yılında hayata geçirdiği sağlıktaki dönüşümün kendisi,
aslında, bugünkü şiddet olgusunun temelini oluşturuyor. AKP ne yaptı? İşte
“Kuyrukları bitiriyoruz, artık SGK kuyrukları olmayacak. Artık herkes istediği
hastaneye gidecek, istediği eczaneden ilaç alacak.” dedi ama bununla beraber,
aslında, bu ülkedeki kamusal sağlık sistemini tasfiye etti. Ne yaptı? Sağlık
ocaklarını ortadan kaldırdı, bölgesel düzenlemeleri ortadan kaldırdı, aile
hekimliği uygulaması getirdi, SSGSS’yi getirdi ve en nihayetinde hastaneler
işletmeye, hastalar müşteriye döndü. Bunun karşılığı olarak da şöyle bir ilke
benimsendi: “Müşteri velinimetimizdir. Onun için her zaman müşterinin
haklılığını dikkate almamız ve her zaman için müşteriyi memnun etmemiz
gerekir.” Bu olgunun kendisi, bu bilincin kendisi her gün yöneticiler
tarafından topluma pompalandı.
Tabii, bununla da kalmadı, aynı zamanda, her gün
aslında hekimleri, sağlık çalışanlarını itibarsızlaştıran cümleler bu iktidarın
yöneticileri tarafından, sorumluları tarafından dile getirildi. Örneğin, birkaç
şey söyleyeyim: “Sağlıkta reform yaptık.” dediniz, bu propagandayı öne
çıkardınız ama şunu söylediniz: “Çalışmayan doktoru çalıştıracağız. Bıçak
parasını kaldıracağız. Doktorun elini, hastanın cebinden çıkaracağız. Ben
doktora iğne yaptırmam, doktorlar adamı felç ederler alimallah. ‘Doktor efendi’
dönemi bitti.” şeklindeki dil ve söylemleriniz, aslında sağlıkta şiddeti
tırmandırdı, meşrulaştırdı ve toplumun bu şiddeti kanıksamasına yol açtı. Bu
anlamda, bugünkü bu şiddet olgusunun arkasında AKP’nin sağlık politikalarının
olduğunu birinci elden söylememiz gerekiyor.
Tabii, sayılar gerçekten çok yüksek. Bir iki sayı
vermek gerekirse, örneğin, 2019 tarihindeki Dilekçe Komisyonuna, Sağlık
Bakanlığının gönderdiği veriye baktığınız zaman 15.841 vaka
yaşanmış, bunlardan da 11.204 olay yargıya taşınmış değerli arkadaşlar, bunlar
öyle sıradan rakamlar değil, çok yüksek.
Yine, Sağlık
Bakanlığının hayata geçirdiği ALO şiddet hattı var, biliyorsunuz 113. Buradaki
kodlamada 2012 yılının Mayıs ayından 2019 Ağustos ayına kadar 91.355 şiddet
vakası bildirilmiş değerli arkadaşlar ve bunlar da aslında çok yüksek rakamlar.
2017 yılında sağlıkta şiddet yüzde 168 oranında artmış, bakın yüzde 168. Bunlar
da çok yüksek oranlar.
Şimdi, tabii, AKP en
temel yapıyı bozdu. Neydi?
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) – Bitireceğim
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Tamamlayalım.
GÜLÜSTAN KILIÇ
KOÇYİĞİT (Devamla) - O da Türkiye’nin gerçekten bölgesel bazda teşkilatlanmış
sağlık teşkilatını dağıttı ve onun yerine -demin de söylediğim gibi- daha çok
piyasa koşullarına terk edilmiş, piyasanın insafına bırakılmış bir sağlık
sistemini yerleştirdi. Halk, bu sağlık sistemi içerisinde sağlık hizmeti
alamadığı her anda aslında bunun acısını gidip sağlık çalışanından, sağlık
emekçisinden çıkarıyor. Yani bugün, bir hastaneye gittiğiniz zaman bir gün
muayene oluyorsunuz, ikinci hafta gidip ultrason çektiriyorsunuz, üçüncü hafta
tomografi; siz, bir ay sonra ancak teşhis konulup tedavi ediliyorsunuz ve bütün
bu süreçte halkımız, biriken o negatif enerjisini de tabii ki gidip sağlık
emekçisine yönlendiriyor.
Son olarak, şunu ifade
edeyim: Yani bütün bunlar sizin politikalarınızın sonucu ama neyse ki bugün
düzeltmek için bir adım atıyorsunuz, bu anlamda da ortaklaşma arayışınızı ve
ortaklaşma çabanızı gerçekten takdir ettiğimizi, bu anlamda daha ileriki kanun
tekliflerinde de bu ortaklaşmayı öne çıkarmanızı en azından dilediğimi ifade
edeyim.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) – Bitireceğim
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Tamamlayalım.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) – Şimdi, TTB’nin
bu teklife girmesini istediği bölüme gelince, direkt okuyacağım öneriyi değerli
arkadaşlar: “Şiddetin vuku bulduğu sağlık kuruluşunda şiddet mağduru sağlık
personeli sağlık hizmeti verebilecek durumda olsa dahi acil durumlar dışında
faile ya da yakınına sağlık hizmeti vermekten çekilme hakkına sahiptir. Acil
durumlar dışında, fail veya yakını aynı kurumda bir başka sağlık personeline
veya bir başka sağlık kuruluşuna sağlık hizmeti alabilmesi için
yönlendirilebilir.” Bu, aslında deontolojide de uluslararası literatürde de
tanınan bir çekilme, kaçınma hakkı. Çok yerinde bir değerlendirme, tabii bunun
istisnası sadece acil durumlardır; bu anlamda, bunun böyle yasalaşmasını
istediğimizi tekrardan ifade etmek istiyorum.
Bu yasanın sağlıkta şiddeti azaltıp sağlık
çalışanlarını, sağlık emekçilerini daha huzurlu, mutlu bir çalışma ortamına
kavuşturmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (HDP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Ali Şeker.
Buyurunuz Sayın Şeker. (CHP ve HDP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; öncelikle 5 partinin ortaklaşa uzlaşısıyla hazırlanan
bu yasanın önemini anlatmak istiyorum. Uzun zamandır birçok konuda uzlaşma
talebimiz oldu ancak bu konuda uzlaşabildik. İstediğimiz sonucu yeteri kadar
elde etmesek de önemli bir adımdır ve bu konuda emeği geçen tüm milletvekili
arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)
Bu hazırladığımız yasada en önemli konu, sağlık
çalışanına, sağlık kuruluşunda çalışan kişilere, eczacılara karşı görevini
yaparken suç işlendiği takdirde cezalara yüzde 51 artırım getiriliyor, bu çok
önemli.
Bu sürece kadar kaybettiğimiz Doktor Göksel Kalaycı,
Doktor Ali Menekşe, Doktor Ersin Arslan, Doktor Melike Erdem, Doktor Aynur Dağdemir,
Doktor Kamil Furtun, Doktor Hüseyin Ağır, Doktor Fikret Hacıosman ve Doktor
Kaan Erol’u saygı ve rahmetle anmak istiyorum.
Bu arada, Covid salgınında canını kaybeden değerli
sağlık çalışanlarını bir kez daha saygıyla anmak istiyorum. O sağlık çalışanları
gecesini gündüzüne kattı, yüzlerinde böylesi bir iz kaldı; o gece gündüz
çalışmaların sonucunda maskeler ve gözlükler yüzlerinde böyle derin bir iz
bıraktı.
Sağlık çalışanları gecesini gündüzüne katıp
insanlara iyilik yapmak için, sağlığına kavuşturmak için uğraşırken maalesef
onlar şiddete maruz kalıyor. Ve bu şiddete maruz kalma öyle bir şey ki benim bu
yasa teklifini verdiğimden beş yüz elli sekiz gün sonra ancak bu yasa
çıkabiliyor, bu arada da 30 bine yakın Beyaz Kod uygulaması oldu, sağlıkçıya şiddetten
dolayı Beyaz Kod’a başvuran 30 bine yakın sağlık çalışanı oldu. Ben umut
ediyorum ki bundan sonra bu artan cezalar karşısında insanlar artık kendilerine
şifa dağıtmak için uğraşan sağlık çalışanlarına el kaldırmazlar, eğer
kaldıracak olurlarsa da ciddi bir karşılığı olacağını da bundan sonra
bilmeliler. Gerek sağlık çalışanlarına gerek eczacılara, şifa dağıtan o
meleklere daha dikkatli davranırlar diye umut ediyorum.
Biliyorsunuz, sağlıkta dönüşüm politikalarıyla
birlikte, sağlıkta hizmete erişemeyenler sağlıkta karşısında kimi gördüyse
-hekim, hemşire, eczacı- ona maalesef şiddet uyguladılar ve bunun sonucunda da
yüzlerce yaralanan ve binlerce de şiddete maruz kalan sağlık çalışanımız oldu.
Beyaz Kod adına tezat kara bir tablo yarattı ve bu süreçte de 2013 yılında
ortalama 29 kişi Beyaz Kod’a başvururken 2019 yılında günde ortalama 51 sağlık
çalışanı Beyaz Kod’a başvurmak zorunda kaldı.
Değerli milletvekilleri, pandemiyle mücadele eden
sağlık çalışanlarına bu hediyeyi takdim ettiğiniz için hepinize bir kere daha
teşekkür ediyorum. Buna ihtiyaçları vardı çünkü bu çok çetin bir mücadele ve
uzun sürecek bir mücadele ve bu mücadelede bizden alkıştan öte bir şeyler
istediklerini Sayın Sağlık Bakanı da burada ifade etmişti. Bu görevi yerine
getirmek bu Parlamentoya nasip oldu. İnşallah, eksik bulduğumuz yerleri de
ilerideki süreçte yerine getirip onu da karşılamış oluruz.
Biz demiştik ki: “Alkış korumaz, yasa korur.” Bu
yasanın bundan sonra koruması için artık, görev yargı mensuplarına düşüyor,
bunu layıkıyla uygulayarak halkın sağlıklı kalma hakkının korunmasına da hizmet
etmiş olacaklar. (CHP sıralarından alkışlar)
Sadece sağlıkçıya saldırmıyorlar onlar, o
sağlıkçının şifa dağıttığı insanların da şifa bulmasına engel oluyorlar ve
hekimlere karşı işlenen bu şiddet, hekimlerin daha çok geri, defansif
dediğimiz, hekimin kendisini korumaya yönelik bir tutum almasına sebebiyet
veriyor. Bu da aslında halkın istediği sağlık hizmetini almasını engelliyor.
Hekim önce kendini korumaya kalkınca, risk almayan hekim, halkına yeteri kadar
sağlık hizmeti de veremiyor. Bunun için bu imkânı da sağlamış oluyoruz bu süreç
içerisinde.
Burada, TTB, Türk Hemşireler Derneği, Türk
Eczacıları Birliği ve sendikaların ve diğer katkı veren tüm kuruluşların da
emekleri için kendilerine teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Şeker.
ALİ ŞEKER (Devamla) - Bu süreç içerisinde ülkenin
dört bir yanında yoğun bakımlarda, acil servislerde Covid hastalığıyla mücadele
eden tüm sağlık çalışanlarını bir kez daha alkışlamanızı diliyorum. (Alkışlar)
Bu tür şiddete maruz kalan sağlık çalışanlarını bu ülkede artık görmeyelim.
Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Çanakkale Milletvekili Sayın Bülent Turan.
Buyursunlar Sayın Turan. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA BÜLENT TURAN (Çanakkale) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kamuoyunun çoktan beri beklediği, 1 milyon 100
binden fazla sağlık çalışanımızın, canlarını canlarımız için feda eden sağlık
çalışanlarımızın uzun zamandan beri beklediği kanun teklifini bugün tüm
partilerimizin Grup Başkan Vekillerinin imzasıyla Meclisimize sunma imkânı
bulduk.
Biliyoruz ki ceza, tek başına suç
işlemeyi engelleyen bir adım değil. İdam cezalarının olduğu birçok ülkede ne
kadar fazla suça konu olduğu hepimizin malumu. Ama ceza siyasetimize özel
zamanlarda, özel düzenlemeleri teşvik eden bir anlayış ortaya koyduk.
Tabii ki her meslek
kıymetlidir. Şiddetin tümü kime karşı olursa olsun kötüdür. Kural, tüm
düzenlemelerin herkese eşit olmasıdır. Biz buna hukuk teorisinde “denkleştirici
adalet” diyoruz. Ancak, bir de “dağıtıcı adalet” var ki bu da fail ile mağdurun
özel durumunu değerlendiren, daha adil bir devlet olmayı sağlayan, imkân veren,
farklı bir teori. Dolayısıyla, eşitlikten öte, adaletli bir devletin yapacağı;
özel durumlarda, özel beklentilerin, özel sorunların özel maddelerle revize
edilmesidir. Daha önce sporda şiddet gibi, kadına karşı şiddet gibi birçok
konuda da benzer anlayışta adımlar atıldı. Yoksa biliyoruz ki “Suçluyu kazıyın
altından insan çıkar.” iddiası da bir gerçeklik. O yüzden, biz bu teklifi
hazırlarken sadece sağlıkçılarımız değil, sadece Adalet Bakanlığımızın
mensupları değil, tüm ilgililerle bir araya gelerek; kriminoloji, penoloji,
viktimoloji şeklindeki bütün teorileri bir araya koyarak, bilimden yararlanarak
bu teklifi hazırlamaya çalıştık. Çok taraf vardı ama her tarafın da kabul
edeceği bu metni hayata geçirmeyi bir gurur bildik.
Tabii ki önümüzde bir
gerçeklik var, tüm dünyanın savaştığı küresel bir sorun var. Bu sorunun en
önünde de bizim sağlıkçılarımız var. Hatta, yeri geldiğinde canlarını bu millet
için, insanımız için feda eden sağlıkçılarımız var. Bu vesileyle ben hepsine
Allah’tan rahmet diliyorum. Ümit ediyorum, hasta olanlarımız da acil şifa
bulur.
Daha eski yıllarda,
2011’de, 2018’de değişik adımlar atılmış benzer konularla ilgili.
Sağlıkçılarımız için adli yardım imkânı, özel sağlık kuruluşlarında kamu imkânı
verilmesi, iş yerinde ifade alınmasına imkân verilmesi gibi önemli imkânlar
verilmiş. Ancak, buna rağmen şiddetin hâlâ zaman zaman gündemimizde olması, dünyadaki bu önemli
sorunun ülkemizde de yoğun yaşanıyor olması bizi tekrar bu konuyu masaya
yatırmaya itmiş oldu. Bu teklifimize göre artık, bu maddeye matuf olan
işlemlerde kamu-özel ayrımı, hatta daha ötesi, eczane, diş hekiminin kendi özel
muayenehanesi, doktorun kendi özel çalışma yeri ayrımı yapmaksızın tüm
sağlıkçılarımız bu maddenin muhatabı olacaklar. Sadece doktor değil, sadece
hemşire değil, diş hekimi, ebe, fizyoterapist, psikolog, diyetisyen 6197 sayılı
Kanun’daki eczacılarımız, hemşire yardımcılarımız, sağlık teknikerlerimizin
hepsi bu kanunun muhatabı olacaklar.
Bu kanuna baktığımızda 4 önemli suçta yani, kasten
yaralama, tehdit, hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarında yüzde
50 oranında bir artırıma gidiyoruz. Zaten, sağlık çalışanlarımızın kamu
personeli gibi değerlendirilmesinden kaynaklı bir yüzde 50 artma vardı, şimdi,
ilave bir yüzde 50 artırımla beraber cezaların daha farklı uygulanması, daha
ağır uygulanması gündemde. Yine, bunun yanında sağlık çalışanlarımız için bu
suçlar, bu cezalar söz konusu olduğunda cezasızlık algısı olmasın diye de hapis
cezasının ertelenmemesi hükmü, yani infazın ertelenmemesi hükmü karara
bağlanıyor.
Bir diğer maddemiz de, sağlık çalışanımız ile fail
arasında, yani mağdur ile fail arasında bir illiyet varsa sağlık çalışanımıza
çekilme hakkı veriyor. Yani, o fail ile o sağlık çalışanı arasında daha önce
bir münakaşa, bir niza olmuşsa o sağlık çalışanımıza, aynı görevi yapan başka
birisi varsa çekilme hakkı veriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayalım efendim.
BÜLENT TURAN (Devamla) – Çekilme hakkı tanınıyor.
Dolayısıyla tüm partilerimizin, 5 partinin hepsinin farklı görüşleri oldu,
hepsinin bu kanuna ilişkin “Daha ileri olsun.” “Daha eksik olsun.” “Daha farklı
olsun.” iddiaları oldu. Kendi arkadaşlarımızın benzer ve farklı önerileri oldu.
Sağlık Bakanımız başta olmak üzere tüm Bakanlık personelimizin belki de daha
fazla, daha öte beklentileri oldu. Ama bir daha söylüyorum: Ceza sistematiğini
kurarken eşitlik esasını, adalet anlayışını, tüm bakanlıkların kanaatini almak,
ortak bir metinde uzlaştırmak kolay bir iş değildi.
Ümit ediyorum bu teklifin yasalaşmasından sonra
artık gündemimizde sağlık çalışanlarına karşı şiddet bir daha olmasın, artık
bir daha bu konuları konuşmayalım. Ama bir şey daha söylemek isterim: Eğer bir
daha ihtiyaç olursa, yine 5 partimiz bir araya geliriz, eksik kalan bir mesele
varsa da onu beraber çözeriz.
Bu kanunun bu şartlar altında önemli bir açığı
gidereceğini, önemli bir beklentiyi karşılayacağını düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT TURAN (Devamla) – Sayın Başkan, bir dakika…
BAŞKAN – Selamlayalım efendim.
BÜLENT TURAN (Devamla) – Sayın Başkan, şu an saat
gece üç. Tüm partilerimizin vekilleri burada. Büyük bir özveriyle bu sorunun
çözümü için mesai harcıyoruz.
Ben teklife beraber başladığımız başta MHP olmak
üzere bugün tüm Grup Başkan Vekilleriyle beraber imza koyan siyasi
partilerimize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Tekrar, bu mücadelede canını yitiren doktorlarımıza,
hemşirelerimize, sağlık çalışanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Tekrar,
sağlık çalışanlarımızın hasta olanlarına acil şifalar diliyorum.
Bu vesileyle tüm sağlık çalışanlarımızı ve Gazi
Meclisimizi tekrar saygıyla selamlıyor, hayırlı akşamlar diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Şimdi 2 Sayın Grup Başkan Vekiline söz
vereceğim.
İYİ PARTİ Grup Başkan Vekili Sayın Dervişoğlu.
Buyurunuz Sayın Dervişoğlu.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
67.- İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun, sağlık
çalışanlarına yönelik şiddetin cezalarının artırılması yolundaki düzenleme iş
birliğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilerek ülkenin temel
meselelerine sahip çıkıldığının ispatlandığına ilişkin açıklaması
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU İzmir) – Çok teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli milletvekillerini,
öncelikle, bugün geride bıraktığımız mesai günündeki performansları ve
karşılıklı iyi niyetleri münasebetiyle tebrik ediyorum.
Zor bir günü geride bıraktık diyorum ama oldukça
kapsamlı bir kanun teklifini de yasalaştırma arifesindeyiz. Bu kapsam içerisinde
sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin cezalarının misliyle artırılması
yolundaki kanun teklifini de el birliğiyle, iş birliğiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündemine getirdik. Demek ki doğru şeyler yapılınca, el birliğiyle,
iş birliğiyle, gönül birliğiyle kararlar alabilmek de mümkün olabiliyor. Bu
yönüyle de Türkiye Büyük Millet Meclisini tebrik ediyorum. Bu zamana kadar
sağlık çalışanlarını alkışladık. Bütün siyasi partiler önceden konuyla ilgili
önergeler vermişlerdi. Türkiye’nin temel meselelerine Türkiye Büyük Millet
Meclisinin sahip çıktığını da ispatladık. Bu yönüyle, Türkiye Büyük Millet
Meclisi de sağlık çalışanlarına verdiği destekle alkışı hak ediyor.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. Bu kanunun
hayırlara vesile olmasını, suistimal edilmemesini, istismar edilmemesini
temenni ediyorum ve tekraren söylüyorum: Allah, bize her zaman doğru şeylerde
ortak karar almak noktasında bulundursun, iyi niyetimizi muhafaza etmemize
yardımcı olsun.
Saygılar sunarım efendim. (İYİ PARTİ, AK PARTİ, CHP
ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Başkan
Vekili Sayın Bülbül, buyursunlar.
68.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, sağlıkta
şiddetin önlenmesi amacıyla 5 siyasi parti grubunun uzlaşması neticesinde
Yükseköğretim Kanunu Teklifi’ne getirilen düzenlemenin hayırlı olmasını temenni
ettiklerine ilişkin açıklaması
MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sağlıkta şiddetin önlenmesi amacıyla,
parti gruplarının uzlaşması neticesinde YÖK Kanunu’na ilave ettiğimiz
düzenlemenin hayırlı olmasını temenni ediyoruz.
Sağlık çalışanlarının bugüne kadar maruz kaldığı
şiddet nedeniyle hayatını kaybeden sağlıkçılarımızı başta rahmetle andığımızı
ifade etmek istiyorum. Özellikle, yaşamakta olduğumuz salgın hastalık
sürecinde, canını hiçe sayarak, fedakârca hizmet eden sağlık çalışanlarımızın
muhatap oldukları şiddet olayları dileriz ki son bulur. Belirtmek gerekir ki
toplumsal manada bilinçlenmenin temin edilemediği bir durumda şiddetin son
bulması mümkün olamayacaktır. Bu açıdan, toplumda şiddeti doğuran ve özellikle
sağlıkta şiddeti doğuran nedenler üzerinde ayrıca durmak gerektiğini de ifade
etmek istiyorum.
Her şeye rağmen, getirilen düzenlemeyle, umarız,
mevzuatımızın caydırıcılık açısından herhangi bir eksiği kalmamış olacaktır.
Kamu-özel ayrımı olmadan, bütün sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan sağlık
personelinin, eczacıların, diş hekimlerinin bu düzenlemenin kapsamı dâhilinde
olduğunu ifade etmek istiyorum.
Ben, bu vesileyle özellikle Covid-19 salgın
hastalığı sürecinde canını hiçe sayarak mücadele eden başta Sağlık Bakanımıza,
Sağlık Bakanlığı personelimize ve bütün Türkiye çapında bu konuda mücadele
veren sağlık ordumuza tekrar şükranlarımı dile getirmek istiyorum. Bu tür
düzenlemeler tabii ki onlar açısından bu özel dönemde değil, her zaman dikkate
alınması gereken yapılması gereken düzenlemelerdir. Ancak bu dönemin de
hassasiyeti çerçevesinde onların ihtiyaç duydukları ne varsa Türkiye Büyük
Millet Meclisi çatısı altında onların ihtiyaç duydukları hususlarda elimizden
gelen bütün çabayı sarf edeceğimizi buradan bir defa daha dile getirmek
istiyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Halkların Demokratik Partisi Grubu Başkan
Vekili Sayın Danış Beştaş.
Buyurunuz Sayın Beştaş.
69.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, corona virüsü
ve sağlıkta şiddet uygulanması nedeniyle yaşamını yitiren sağlık emekçilerini
saygıyla andığına, sağlıkta şiddetin önlenmesi amacıyla getirilen düzenlemede
bütün partilerin imzasının olmasıyla tarihî bir an yaşandığına ve sağlığın
ticari hizmet olmaktan çıkarılması gerektiğine ilişkin açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Teşekkürler Sayın
Başkan.
Ben de başta Covid-19 salgını sebebiyle ve daha önce
sağlıkta şiddetin yaygınlığı vesilesiyle yaşamını yitiren bütün sağlık
emekçilerini saygıyla öncelikle anmak istiyorum ve bütün ailelerine,
yakınlarına bu vesileyle başsağlığı dilemek istiyorum.
Evet, bugün aslında Türkiye Büyük Millet Meclisinde
çok uzun süreden sonra ilk defa 5 partinin bir kanunu ortak imzayla verip ortak
bir kabulü söz konusu. Aslında bir yönüyle tarihî bir an. Bu tarihî anların
Türkiye yurttaşlarının geleceği için devam etmesi gerektiği temennimi de ifade
etmek istiyorum. Çünkü hepimizin temel gayesi; Türkiye’de demokratik, herkesin
faydalanabileceği yasaların çıkarılması.
Evet, sağlık emekçilerinin yeri tabii ki çok özel.
Bu Covid-19 salgınında hepimiz bunu çok yakınımızda hissettik, içimizde
hissettik. Biz her zaman söyledik: “Alkış yetmez.” Şüphesiz alkışlamalıyız ama
alkıştan ziyade onları korumak, onlar hizmet yaparken bunu kolaylaştırmak gibi
bir görevimiz var. Tabii, bu vesileyle, bu yasanın çok önemli olduğunu ama
bundan sonra da bunun tek başına yeterli olmadığını, sağlıkta kökten reforma
ihtiyaç olduğunu ve bunun için yasal düzenlemeler konusunda bizim hazır
olduğumuzu da ifade etmek istiyorum. Sağlığı ticari bir hizmet olmaktan
çıkarmamız lazım hep birlikte.
Son olarak da şunu söylemek isterim: Sağlıkta şiddet
yasasının çıkarılması için Halkların Demokratik Partisi olarak kanun
tekliflerimiz oldu, sayısız araştırma önergelerimiz oldu ama ne diyelim, nasip
bugüneymiş. Keşke Covid-19 salgınından önce bunu çıkarabilseydik ama bugün
çıkarmamız da önemli.
Bu vesileyle, gece gündüz demeden halkın sağlığı
için kendi hayatını ortaya koyan, büyük hizmetler veren bütün sağlıkçılarımıza
teşekkür ediyorum. Bütün grupların da emeklerine sağlık diyorum, teşekkür
ediyorum. (HDP, AK PARTİ ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili
Sayın Engin Özkoç, buyurun.
70.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, konunun Türkiye
Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olması hâlinde nasıl bir araya
gelindiğinin tüm dünyaya gösterildiğine, birlik ve beraberlik içerisinde
ülkenin toplumsal barışını sağlayacak mesajların verilebileceğine inandığına
ilişkin açıklaması
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
bugün burada Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel
Kurulundaki bu manzara, aslında bizim özlediğimiz değil, dünyanın bizi
gözlemlemesi açısından örnek bir manzaradır. Biz, söz konusu Türkiye
Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olduğu zaman, konu gerçekten
bizim insanımız olduğu zaman nasıl bir araya geliriz, sadece Türkiye’ye değil
tüm dünyaya örnek olarak göstereceğimiz manzara budur ve bu her zaman, her
şekilde devam edecektir. Bunu tüm dünyanın görmesini isteriz.
İkinci konu, sağlıkla ilgili çalışanlar insan
hayatını kurtarmak için uğraşırken kendi hayatları tehdit altındaydı. Bununla
ilgili bu Genel Kurul ortak bir karar aldı ve onların bundan sonraki
görevlerini sağlıklı bir şekilde yapabilmeleri için bu yasayı çıkardı. Burada
bulunan bütün milletvekilleri coronavirüste 2 kişi bir araya gelemezken, kendi
ailenizde dahi, kendi evinizde dahi birbirinizden uzak durun derken burada
bulunan bütün milletvekilleri günlerden beri Türkiye Cumhuriyeti’nin ihtiyaç duyduğu
yasaları çıkartabilmek için birlikte bu Mecliste mücadele ediyorlar. Bunu da
Türk milletinin görmesi açısından çok önemli sayıyorum.
Grup Başkan Vekillerinin adları sayıldı bu yasada,
gönül isterdi ki bütün milletvekillerimizin adlarını sayalım, duyuralım ama
ayrım yapmaksızın sağlıkla ilgili burada her siyasi partiden arkadaşımız,
sağlıkçı arkadaşımız büyük mücadele verdiler. İsmail Tamer, Arife Polat Düzgün,
Arslan Kabukcuoğlu, Recep Şeker, Burhanettin Bulut, Ali Şeker, Murat Emir,
Servet Ünsal, Gülüstan Kılıç Koçyiğit, Selim Gültekin, Mustafa Açıkgöz
arkadaşlarımızı da kayıtlara geçirerek bütün milletvekili arkadaşlarımıza ve bu
kararı alan ve katkısı bulunan herkese teşekkür ediyor, bundan sonra da birlik
ve beraberlik içerisinde bu ülkenin daha büyük birlik ve toplumsal barışı
sağlayacak mesajları vereceğine inancımla yüce Meclisi selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekili Sayın Akbaşoğlu.
Buyursunlar Sayın Akbaşoğlu.
71.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, bir
nefes sıhhatin ruhumuzda ve bedenimizde devamı yönünde emek sarf eden sağlık
ordusuyla ilgili önemli bir düzenlemeye 5 siyasi parti tarafından imza
atıldığına, corona virüsü nedeniyle vefat eden başta doktorlar ve sağlık
çalışanları olmak üzere vatandaşlara Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin
açıklaması
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, tabii, sağlık konusu olunca
Kanuni Sultan Süleyman’ın dizeleri aklımıza geliyor: “Halk içinde muteber bir
nesne yok devlet gibi/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
Evet, bir nefes sıhhatin ruhumuzda, bedenimizde
devamı yönünde büyük emekler sarf eden sağlık ordusuyla ilgili bugün önemli bir
düzenlemeye hep beraber imza attık. Ben hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
İnşallah, biraz sonra Yükseköğretim Kanunu’yla ilgili değişikliklerle beraber
“Sağlıkta Şiddet Yasası” diye nitelendirilen, hakikaten sağlıkçı
kardeşlerimizin, sağlık ordumuzun beklemiş olduğu bir kanunu hep beraber hayata
geçirmiş olacağız. Bu vesileyle, tabii bu kardeşlerimizin ne kadar fedakârca
çalıştıklarını, coronavirüs, Covid-19 salgını münasebetiyle hep birlikte
müşahede etmiş oluyoruz. Ben bu vesileyle coronavirüsten vefat eden, başta
doktorlarımız, sağlık çalışanlarımız olmak üzere, bütün vatandaşlarımıza
Allah’tan rahmet ve mağfiret; hasta olan bütün sağlık ordumuza ve
vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. Bu vesileyle bütün bu kanuna hem
sağlık çalışanlarıyla ilgili sağlıkta şiddeti önlemeye ilişkin bu maddeyle
ilgili desteklerini veren bütün partilere, Grup Başkan Vekillerimize ve
Yükseköğretim Kanunu’yla ilgili kanun teklifinde bir günlük yoğun bir çalışma
neticesinde 31 maddeyi bir günde bitirmek suretiyle güzel bir performans
sergileyen yüce Meclise, bütün partilerimize teşekkürlerimi sunuyor, saygılarla
sözü size devrediyorum Sayın Başkanım. (AK PARTİ, CHP, MHP ve İYİ PARTİ
sıralarından alkışlar)
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN – Yeni maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul Etmeyenler… Yeni madde kabul edilmiş ve teklife yeni bir madde
eklenmiştir.
Buyursunlar Sayın İşler.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
72.- Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı
Emrullah İşler’in, Yükseköğretim Kanunu Teklifi görüşülürken sağlıkta şiddetin
önlenmesi amacıyla 5 siyasi partinin katkısıyla hazırlanan düzenlemenin de kabul
edildiğine, şiddete maruz kalarak vefat eden doktorlara Allah’tan rahmet,
Covid-19 salgınında mücadele veren sağlık çalışanlarına başarılar dilediğine
ilişkin açıklaması
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bugün burada Yükseköğretim Yasası’nı görüşürken çok
güzel bir hizmete hep birlikte imza atmak bizlere nasip oldu. Millî Eğitim
Komisyonu adına bütün partilerden Komisyon üyelerimizle birlikte burada bu
madde ihdasına katkı verdik. Ben bu sağlıkta çalışanlara şiddete karşı geçirmiş
olduğumuz bu maddenin hayırlı olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum. Bu
vesileyle şiddete maruz kalarak vefat eden bütün doktorlarımıza –az önce burada
isimleri anıldı- Allah’tan rahmet diliyorum. Son zamanlarda bütün dünyanın
mücadele verdiği Covid konusunda ülkemizde sağlık ordumuz gerçekten cansiparane
bir şekilde çalışıyor. Bütün doktorlarımızı buradan tebrik ediyorum, Allah’tan
kendilerine yardımcı olmasını diliyorum. Hemşirelerimize, sağlık
çalışanlarımıza bu mücadelede başarılar diliyorum. Bu mücadelede kaybettiğimiz
doktorlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Testleri pozitif çıkanlara, tedavi
gören sağlık çalışanlarımıza acil şifalar diliyorum. Tekrar bu düzenlemenin
hayırlı uğurlu olmasını diliyor, sizlere de vermiş olduğunuz katkılardan dolayı
şükranlarımı sunuyorum. (AK PARTİ, CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Ardahan Milletvekili Orhan
Atalay ile 73 Milletvekilinin Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2778) ve Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 212) (Devam)
BAŞKAN – Herhangi bir karışıklığa mahal vermemek
için bundan sonra maddeler üzerindeki önerge işlemlerine mevcut sıra sayısı
metnindeki madde numaraları üzerinden devam edilecek, kanun yazımı esnasında
madde numaraları teselsül ettirilecektir.
28’inci madde üzerinde önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
29’uncu madde üzerinde önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
30’uncu madde üzerinde önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İkinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları
tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, teklifin tümünün oylanması
açık oylamaya tabidir. İç Tüzük’ün 145’inci maddesinin ikinci fıkrasında “Başkanın
gerekli görmesi halinde açık oylama oturumun sonuna veya haftanın belli bir
gününe bırakılabilir.” denilmektedir. Bu hüküm çerçevesinde teklifin tümünün
açık oylaması 15 Nisan 2020 Çarşamba gününe bırakılmıştır. Belirtilen gündeki
birleşimde gündemin “Oylaması Yapılacak İşler” kısmında teklifin tümünün açık
oylaması yapılacaktır.
Gündemimizde başka konu bulunmadığından, alınan
karar gereğince, kanun teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 15 Nisan 2020 Çarşamba günü saat 16.00’da toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 03.33