TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
50nci
Birleşim
23
Şubat 2021 Salı
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- Erzurum Milletvekili
İbrahim Aydemirin, iktisadi gelişmeler ve Doğu Anadolunun
kalkınma trendine ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Kütahya Milletvekili Ali
Fazıl Kasapın, işitme ve görme engelli insanların
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Diyarbakır
Milletvekili Dersim Dağın, 21 Şubat Uluslararası Ana Dili
Gününe ilişkin gündem dışı konuşması
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- İzmir Milletvekili
Murat Çepninin, Kral çıplak. diyenlerin en büyük korku olduğuna,
HDPye ve Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğluna
saldırının sebebinin bu olduğuna ilişkin
açıklaması
2.- Kocaeli Milletvekili Sami
Çakırın, Hacı Bektaş Velinin vefatının 750nci
yıl dönümü olması nedeniyle UNESCO tarafından 2021
yılının anma ve kutlama yıl dönümleri arasına alındığına,
Cumhurbaşkanlığının 11 Şubat 2021 tarihli
genelgesinde 2021 yılının Hacı Bektaş Veli
Yılı olarak kutlanmasının öngörüldüğüne, Hacı
Bektaş Veliyi rahmetle yâd ettiğine ilişkin
açıklaması
3.- Mersin Milletvekili Ali
Cumhur Taşkının, 2020 yılının son ayında
sanayi üretim verilerinin bir önceki yılın son ayına göre yüzde
9 artış gösterdiğine, son verilerin ülkenin
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın liderliğinde, AK
PARTİ iktidarında, 2023 ekonomik hedefleri doğrultusunda emin
adımlarla ilerlediğini gösterdiğine ilişkin
açıklaması
4.- Mersin Milletvekili
Cengiz Gökçelin, Boğaziçi Üniversitesinde seçilerek rektörlük
yapmış, ömrünü bilime adamış, yüzlerce makale
yayınlamış olan Profesör Doktor Üstün Ergüderin tehditvari bir
söylemle kulağının bükülmeye çalışılmasını
asla kabul etmediklerine, AKPnin ülkeyi karıştırmasına
izin vermeyeceklerine ilişkin açıklaması
5.- Adana Milletvekili Ayhan
Barutun, Adana ilinde insanların bolluk ve bereket kadar barış
ile hoşgörü ikliminde yaşadığına, iktidarı
tarımsal üretim alanlarında üreticileri mağdur eden, ekili
dikili alanlara hukuksuzca el konulmasından ve yasa dışı
mafyatik oluşumların neden olduğu güvenlik sorunlarından
doğan olumsuzlukları engellemeye çağırdıklarına
ilişkin açıklaması
6.- Niğde Milletvekili
Ömer Fethi Gürerin, esnafa geçici değil ayakta kalmasını
sağlayacak destek verilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
7.- Muğla Milletvekili
Süleyman Girginin, Bodrum Yarımadası İçme Suyu Projesinin
imalat ve proje hatalarından dolayı milleti canından
bezdirdiğine, Tarım ve Orman Bakanlığına
Bodrumluların su çilesinin ne zaman biteceğini sorduğuna
ilişkin açıklaması
8.- Gaziantep Milletvekili
Bayram Yılmazkayanın, Gaziantep Ticaret Odasının Covid-19
pandemisinin ekonomik etkilerinin azaltılması amacıyla
esnafın kredi, hibe ve teşvik paketleriyle desteklenmesi, kısa
çalışma ödeneğinin en az asgari ücret tutarında
olması, emlak vergisi, çevre temizlik vergisi ve kültür vergilerinin
alınmaması, kira artışlarının işletme lehine
düzenlenmesi gibi beklentileri olduğuna ilişkin açıklaması
9.- Adıyaman
Milletvekili Abdurrahman Tutderenin, Covid-19 nedeniyle Adıyaman ili
merkez Yaylakonak Beldesinin Merkez ve Karaçalı Mahallelerinde karantina
tedbirleri uygulandığına, hemşehrilerine geçmiş olsun
dileklerini ilettiğine, Adıyaman ilinde vaka sayısının
artmasının sağlık tesislerinin eksikliğinden
kaynaklandığına, bu eksikliğin giderilmesi için
Sağlık Bakanlığına çağrıda bulunduğuna
ilişkin açıklaması
10.- Osmaniye Milletvekili
İsmail Kayanın, yerli ve millî silahlı insansız hava aracı
SİHA Bayraktar TB2nin gerçekleştirilen operasyonlarda terör
örgütlerine çok ağır kayıplar verdirdiğine, Karabağ
zaferinin arkasında Türk SİHAlarının olduğuna dikkat
çekildiğine ilişkin açıklaması
11.- Osmaniye Milletvekili
Mücahit Durmuşoğlunun, AK PARTİ Grup Başkan Vekili Özlem
Zengine yönelik yapılan ahlaksız ve kirli yorum ile son dönemlerde
döviz rezervleri üzerinden Hazine ve Maliye eski Bakanı Berat Albayrak
aleyhine CHP tarafından yürütülen haksız ve seviyesiz söylemleri
şiddetle kınadığına ilişkin açıklaması
12.- Gaziantep Milletvekili
Ali Muhittin Taşdoğanın, Gaziantep iline yaptığı
yatırımlardan dolayı Gençlik ve Spor Bakanlığına
teşekkür ettiğine, Kamil Ocak Spor Salonunun yıkılmasının
ardından şehir merkezinde müsabık 1 veya daha fazla spor salonu
ihtiyacı ortaya çıktığına ilişkin
açıklaması
13.- Bursa Milletvekili
Nurhayat Altaca Kayışoğlunun, Maliye
Bakanlığının Bursa ilinde sağlıkla ilgili
başlattığı, boşanmalara sebep olacak kadar aile
içindeki huzuru bozan denetim yöntemine bir an önce son vermesi ve insan
haklarını ihlal etmemesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
14.- Muğla Milletvekili
Burak Erbayın, Covid-19 pandemisinden en çok etkilenen sektörlerden
birinin turizm sektörü olduğuna, Avrupada aşılama
çalışmalarının hızlı bir şekilde devam
etmesinin 2021 turizm sezonu için umut vadettiğine, bunun için
turizmcilerin beklentisinin sağlıkçılar, eğitimciler ve
güvenlik görevlilerinin ardından turizm sektöründe
çalışanların aşılanmasına öncelik verilmesi
olduğuna ilişkin açıklaması
15.- Mersin Milletvekili
Alpay Antmenin, Mersin ilinde Mersin Limanı işletmesi şirketi
MIPın limanın yanındaki Atatürk Parkına göz
koyduğuna, Mersin Limanı eğer genişleyecekse yerinin
olduğuna, Atatürk Parkının Mersin ilinde ilelebet
kalacağına ilişkin açıklaması
16.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkanın, Ardahan ilinin düşman işgalinden
kurtarılışının yıl dönümünde işgal boyunca
Ardahan ilinde bağımsızlık mücadelesi verirken hayatını
kaybeden şehitlere rahmet dilediğine, kurtuluşunun 100üncü
yılında Ardahanlıları selamladığına, Devlet
Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün İGA
tarafından işletilen İstanbul Havalimanının 2021-2022
dönemine ait kira bedellerinin iki yıl boyunca yüzde 50 indirimli
uygulanmasına karar verdiğine, Kızılayda liyakatsiz atamaların
devam ettiğine, her kurum gibi Kızılayın da bu dönemde
tarumar edildiğine ve parti kurumu hâline getirildiğine, Van ili
Özalp ilçesinde yer alan halk pazarında 3 Kasım 2020 tarihinde
çıkan yangında 95 dükkânın yandığına,
yangının ardından esnafa verilen sözlerin
tutulmadığına, on bir yıl önce Van iline
yapılacağı müjdelenen çevre yolunun hâlâ
tamamlanamadığına, yolun tamamlanmamasının ve
yapılan kamulaştırmaların ciddi mağduriyetlere neden
olduğuna, Hükûmeti bu konuda duyarlı olmaya davet ettiklerine
ilişkin açıklaması
17.- Manisa Milletvekili
Erkan Akçayın, 21 Şubat 2021 tarihinde AK PARTİ Grup
Başkan Vekili Tokat Milletvekili Özlem Zengine sosyal medya üzerinden
yapılan çirkin saldırıyı bir kez daha nefretle
kınadıklarına, son zamanlarda sosyal medya üzerinden insan
haysiyetine, namusuna ve şerefine yönelik gerçek veya bot hesaplardan
gerçekleştirilen linç kampanyalarının planlı ve
maksatlı bir şekilde hemen hemen aynı kaynaklardan organize
edildiğine, cezaevlerinden gelen sözde mağduriyet mektuplarının
insaniyet ve masumiyet kisvesi altında servis edilerek gerçeklerin
çarpıtıldığına, Adalet
Bakanlığının mahkûm hakları ve cezaevi
koşulları konusunda ihtimam gösterdiğine, Ege Üniversitesinde
eğitimine devam ederken altı yıl önce 20 Şubat 2015te PKKlı
teröristler tarafından öldürülen Fırat Yılmaz
Çakıroğlunu ve onun şahsında terör
saldırılarında hayatını kaybedenleri rahmetle
andığına ilişkin açıklaması
18.- İstanbul
Milletvekili Hakkı Saruhan Oluçun, 21 Şubat Uluslararası Ana
Dili Gününü kutladığına, ülkede çok dilli bir yaşamın
birlik duygusunu pekiştireceğini düşündüğüne, son
zamanlarda belli çevrelerin akademi, hukuk ve insan hakları
dünyasından insanları hedef hâline getirdiğine ve bu zihniyetin
bugün ülkede yürütme görevinde bulunduğuna, yürütmenin çeşitli
mensupları tarafından akademi, insan hakları ve hukuk
dünyasına yönelik yapılan saldırıları
kınadıklarına, Cumhurbaşkanlığı
Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk
Politikaları Kurulu Başkan Vekili Mehmet Uçumun, Hiç kimse bu
ülkede İletişim Başkanlığı kurumundan hesap
soramaz. derken kendilerini kastettiğine, devletin eleştirilemez,
hesap vermez ve kutsal olduğunun ilan edildiğine, devletin görevinin
hesap vermek olduğuna, bu iktidarın yaklaşımını
kınadıklarını bir kez daha ifade ettiğine ilişkin
açıklaması
19.- Sakarya Milletvekili
Engin Özkoçun, Genel Kurulda 3 araştırma komisyonu raporunun
görüşüleceğine, Meclisin ortak sorunların, ortak zenginliklerin
birlikte değerlendirildiği, beraber politika üretildiği bir zemin
olduğuna, şehitlerin acısının ortak olduğuna,
işsizliğin, pandeminin, kadın cinayetlerinin, çocuk
istismarlarının ortak sorunlar olduğuna, iklim
değişikliği ve kuraklığın ortak kaygı
olduğuna, sorunları birlikte çözmeye çalışmak zorunda
olunduğuna, ortak aklın çalıştırılması
gerektiğine, 12nci Dönem kursiyer astsubayların sehven KHK
mağduru olduğuna, 900 astsubay ve 60 uzman çavuşun beş
yıldır atama ve terfi beklediklerine, araştırılmadan
ilişiklerinin kesilmesinin bir mağduriyet olduğuna, bu
mağduriyetin daha da ağırlaşmadan ortadan
kaldırılması gerektiğine, bunun herkesin görevi
olduğuna ilişkin açıklaması
20.- Çankırı
Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlunun, AK PARTİ Grup
Başkan Vekili Özlem Zengine yapılan çirkin
saldırıları kınadığına ve bu konuda herkesin
dayanışma içerisinde olması gerektiğine, Özlem Zengine
karşı hakaretamiz yaklaşımlar karşısında
ikiyüzlü tutumu nedeniyle Twitteri bir kez daha
kınadığına, bugünün 1998 yılında İstanbul
Üniversitesinde insanların kıyafetleri, başörtüleri,
sakalları nedeniyle kampüse girmelerinin yasaklandığı bir
gün olduğuna, ülkenin bugünkü kazanımlarının demokratik
hakların kullanılması açısından ne kadar önemli
olduğunu görmemenin mümkün olmadığına, gençlerin kendileri,
aileleri, millet ve bütün insanlık için en güzel başarılara imza
atacaklarına inancını belirtmek istediğine, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin Anayasasına göre resmî dilin Türkçe olduğuna,
Türkçe dışında hangi dille konuşulursa konuşulsun
kayıtlara İç Tüzük gereğince aynı şekilde geçtiği
hususunun herkes tarafından bilindiğini hatırlatmak
istediğine, terörle ve terör örgütleriyle mücadelenin kesintisiz bir
şekilde süreceğine, önümüzdeki aylarda millî eğitim ordusuna 20
bin yeni öğretmenin dâhil olacağı müjdesini hatırlatmak
istediğine, hiçbir ayrım gözetmeksizin 84 milyona hizmet edeceklerine
ilişkin açıklaması
21.- Çankırı
Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlunun, İstanbul Milletvekili
Hakkı Saruhan Oluçun yerinden sarf ettiği bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
V.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Hakkı Saruhan Oluçun, Çankırı Milletvekili
Muhammet Emin Akbaşoğlunun yaptığı
açıklamasında HDPye sataşması nedeniyle
konuşması
2.- Çankırı
Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlunun, İstanbul Milletvekili
Hakkı Saruhan Oluçun sataşma nedeniyle yaptığı
konuşmasında AK PARTİye ve AK PARTİ Genel Başkan
Yardımcısı Mehmet Özhasekiye sataşması nedeniyle
konuşması
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri
1.- İYİ PARTİ
Grubunun, Kocaeli Milletvekili Grup Başkan Vekili Lütfü Türkkan
tarafından, engelli çocuğa sahip olan ailelerin
yaşadığı sorunların araştırılarak
çözüme kavuşturulması amacıyla 28/12/2020 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan
(10/3623) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 23 Şubat 2021 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
2.- HDP Grubunun, Mardin
Milletvekili Ebrü Günay ve arkadaşları tarafından, ana dil
hakkının uygulanması için gerekli tedbirlerin alınması
ve önündeki engellerin kaldırılması amacıyla 23/2/2021
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 23 Şubat 2021 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
3.- CHP Grubunun, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Gündeminin Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
kısmında yer alan, karşılıksız çek keşide
etmek sebebiyle hapis cezası alan kişilerin durumlarının
tespit edilmesi ve ortaya çıkabilecek sorunların
araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan (10/2759) esas numaralı Meclis
Araştırması Önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun
23 Şubat 2021 Salı günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
VII.- OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı
TBMM Başkan Vekili Süreyya Sadi Bilgiçin, hiçbir konuşmada ek süre
uygulaması yapılmadığını hatırlatmak
istediğine ilişkin açıklaması
2.- Oturum Başkanı
TBMM Başkan Vekili Süreyya Sadi Bilgiçin, telefonuna gelen mesajlardan
nadir hastalıklarla mücadele eden hastaların ve
yakınlarının da Komisyon Raporu üzerindeki görüşmeleri
ilgiyle takip ettiklerinin anlaşıldığına, Dünya Kas
Hastaları Derneği Başkanı DMD hastası Çağlar
Özyiğitin teşekkürlerinin Genel Kurulla
paylaşılmasını istediğine, nadir hastalıklarla
mücadele eden hasta ve hasta yakınlarını saygıyla
selamladıklarına ilişkin konuşması
VIII.- BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Önergeler
1.- Adana Milletvekili Ayhan
Barutun, (2/1012) esas numaralı Kanun Teklifinin İç Tüzükün 37nci
maddesi uyarınca doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi (4/110)
IX.- KANUN
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler
1.- Kayseri Milletvekili
Çetin Arık ve 30 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Mahir Polat ve
19 Milletvekilinin, Kayseri Milletvekili Hülya Nergis ve 22 Milletvekilinin,
MHP Grubu Adına Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan
Akçayın, Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ve 32 Milletvekilinin,
İYİ Parti Grubu Adına Grup Başkanvekili İstanbul
Milletvekili Yavuz Ağıralioğlunun; Down Sendromu, Otizm ve
Diğer Gelişim Bozukluklarının
Yaygınlığının Tespiti ile İlgili Bireylerin ve Ailelerinin
Sorunlarının Çözümü İçin Alınması Gereken Tedbirlerin
Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri (10/242, 349, 392, 394, 397,
401) ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 200)
2.- Kütahya Milletvekili Ali
Fazıl Kasap ve 28 Milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Ali Fazıl
Kasap ve 24 Milletvekilinin, Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve 32
Milletvekilinin, Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 Milletvekilinin,
Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan ve 19 Milletvekilinin,
Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan ve 19 Milletvekilinin,
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 21 Milletvekilinin,
MHP Grubu Adına Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan
Akçayın, Ankara Milletvekili Arife Polat Düzgün ve 23 Milletvekilinin,
Samsun Milletvekili Ahmet Demircan ve 34 Milletvekilinin, Diyarbakır
Milletvekili Semra Güzel ve 19 Milletvekilinin, Denizli Milletvekili Yasin
Öztürk ve 20 Milletvekilinin; ALS, SMA, DMD, MS Hastalıklarında ve
Kesin Tedavisi Bilinmeyen Diğer Hastalıklarda Uygulanan Tedavi ve Bakım
Yöntemleri ile Bu Hastalıklara Sahip Kişiler ve
Yakınlarının Yaşadıkları Sorunların ve
Çözümlerinin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri (10/184, 185, 281, 403, 585,
604, 734, 914, 915, 917, 920, 921) ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 199)
3.- Mersin Milletvekili
Rıdvan Turan ve 31 Milletvekilinin, MHP Grubu Adına Grup
Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, Hatay Milletvekili
Hacı Bayram Türkoğlu ve 24 Milletvekilinin, CHP Grubu Adına Grup
Başkanvekili Manisa Milletvekili Özgür Özelin, İYİ Parti Grubu
Adına Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Yavuz
Ağıralioğlunun; Tıbbi ve Aromatik Bitki
Çeşitliliğinin Korunmasında, Bunların Üretiminde ve Pazarlanmasında
Karşılaşılan Sorunlar ile Alınması Gereken
Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri (10 / 361, 405, 406, 407,
410) ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S.
Sayısı: 159)
X.- YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- İzmir Milletvekili
Atila Sertelin, ülkemize Alman menşeili Covid-19 aşısından
10 bin doz getirildiği iddiasına ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40275)
2.- İstanbul
Milletvekili Yüksel Mansur Kılınçın, Türk Silahlı
Kuvvetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat
Teşkilatının taşınır mallarını
birbirine devredebilmesine yönelik yapılan mevzuat
değişikliğine ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Fuat Oktayın cevabı (7/40276)
3.- İstanbul
Milletvekili Turan Aydoğanın, iflas eden elektronik ürün
satışı yapan bir firmanın işçilerinin
alacaklarının akıbetine ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40277)
4.- İstanbul
Milletvekili Sibel Özdemirin, AB Raporunda yayımlanan GRECO tavsiyelerine
uyulmasına ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Fuat Oktayın cevabı (7/40278)
5.- Eskişehir
Milletvekili Arslan Kabukcuoğlunun, Merkez Bankasının 2020
yılında yaptığı altın satışlarına
ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40281)
6.- Niğde Milletvekili
Ömer Fethi Gürerin, Türkiyede faaliyet gösteren altın madenlerine dair
çeşitli verilere ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Fuat Oktayın cevabı (7/40408)
7.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, mevsimlik tarım
işçilerinin çalışma koşullarına ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40409)
8.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, 2019-2020 yıllarında
darphanede üretilen gram ve çeyrek altın miktarlarına ilişkin
sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40410)
9.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, kayıt dışı
mevsimlik işçilere,
18-29 yaş arası
iş yeri açmak isteyen kişilerin bir yıl boyunca BAĞ-KUR
primi ödememesine,
Kamu kurumlarına ait
inşaat projelerinde taşeron sisteminin kaldırılmasına,
Ülkemizde çocuk işçi
statüsünde bulunan çocuk sayısına,
Bakanlık bünyesinde
bulunan yetiştirme yurtlarında ek ders
karşılığı çalışan kişilere,
Sendika üyesi kamu
görevlileri sayısı ile sendika üyelerine baskının
önlenmesine yönelik çalışmalara,
BAĞ-KURdan
aldıkları maaş ile geçimini sağlayan ailelere dair
bazı verilere,
Ülkemizdeki sanat tarihi
bölümü mezunlarına ve istihdamına,
Formasyon eğitimi
almış muhasebe-finans ve pazarlama öğretmenlerinin
atamalarına,
İlişkin
soruları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40411), (7/40412), (7/40413), (7/40414),
(7/40416), (7/40417), (7/40418), (7/40422), (7/40425)
10.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, belediyelerde bulunan engelli
destek birimleri ve engelliler için sesli kütüphanelere ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40415)
11.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, enerji üretiminin
arttırılmasına ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Fuat Oktayın cevabı (7/40419)
12.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, aile içi şiddet gören
kadınlara,
Polis merkezlerine
yapılan aile içi şiddet başvurularına,
İlişkin
soruları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40420), (7/40423)
13.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, 25 Ocak 2020 tarihi itibarıyla
Türkiyedeki boşanma sayılarına ve çocuklara yönelik verilen
kararlara ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Fuat Oktayın cevabı (7/40421)
14.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, okullarda şiddetin
önlenmesine yönelik yapılan çalışmalara,
Ülkemizde okula giden
kız çocuklarının oranının artırılması
ile kadına yönelik şiddeti ve erken yaşta evlilikleri önleme
konularında yapılan çalışmalara,
İlişkin
soruları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40424), (7/40426)
15.- Eskişehir
Milletvekili Arslan Kabukcuoğlunun, kamu personeli atamalarına
ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40580)
16.- Adana Milletvekili Tulay
Hatımoğulları Oruçun, PTT çalışanların
çalışma koşullarına ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40581)
17.- Şırnak
Milletvekili Hüseyin Kaçmazın, Hrant Dink cinayeti kapsamında
soruşturmaya dâhil edilen kamu görevlilerine ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40582)
18.- İstanbul
Milletvekili Hakkı Saruhan Oluçun, bir büyükelçilikte basın
müşavirliği görevi yapmış olan bir kişinin
uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle
tutuklandığı ve çeşitli suçlardan dolayı yargılandığı
iddiasına ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Fuat Oktayın cevabı (7/40585)
19.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, ülkemizdeki çocuk evi, sergi
evi ve çocuk yuvası verilerine,
Sosyal yardım alan
ailelerin eğitim gören çocuklarına yönelik maddi destek verilmesi
talebine,
Boşanmış veya
eşini kaybetmiş kadınlara verilen desteklere,
Koruyucu aile
uygulamasının artırılmasına,
2019-2021 yılları
arasında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler
Bakanlığı bütçesinden iller bazında ayrılan kaynak
miktarına,
Sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakıflarından eğitim yardımı
alan kişi verilerine,
2010-2020 yılları
arasındaki işsizlik verilerine,
2021 yılı
itibarıyla kamu kurumlarında boş bulunan engelli
kadrolarına,
İlişkin
soruları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40648), (7/40655), (7/40656), (7/40657),
(7/40661), (7/40662), (7/40664), (7/40666)
20.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, sağlık yönetimi
bölümü mezunu atamalarına ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Fuat Oktayın cevabı (7/40649)
21.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, içme suyu olarak
kullanılan musluk sularının denetimine ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40650)
22.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, Sağlık Bakanlığında
boş bulunan kadro sayısına ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40652)
23.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, son beş yılda
kapatılan köy ve kasaba okullarına,
Mevsimlik işlerde
çalışan ailelerin çocuklarının eğitimi için yürütülen
çalışmalara,
Yurt dışında
öğrenim gören kişi verilerine,
Yabancı dil
öğretimine,
Okulların bünyesinde
bulunan spor tesislerine,
İllere göre özel
okullarla ilgili verilere,
İlişkin
soruları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40653), (7/40654), (7/40667), (7/40669),
(7/40671), (7/40677)
24.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, son bir yılda konkordato
ilan eden şirket sayısına ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Fuat Oktayın cevabı (7/40658)
25.- Giresun Milletvekili
Necati Tığlının, Giresun Limanında bulunan
siloların kaldırılacağı yönündeki haberlere
ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40659)
26.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, son beş yılda gümrük
vergisi düşürülen ürünlere,
2020 yılında
Rusyaya ihraç edilen ürünlere,
İlişkin
soruları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40663), (7/40668)
27.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, 2020 yılında
kullanılan banka kredilerinin miktarlarına ve türlerine ilişkin
sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40670)
28.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, 2020 yılındaki
doğrudan sermaye girişlerine ilişkin sorusu ve
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktayın
cevabı (7/40672)
29.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, tarımsal üretimin ekolojik
koşullara uygun yapılması konusunda yürütülen
çalışmalara,
2018-2021 yılları
arasındaki kırmızıbiber ithalatına,
2018-2021 yılları
arasındaki nohut ithalatına,
İlişkin
soruları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat
Oktayın cevabı (7/40673), (7/40675), (7/40676)
23 Şubat
2021 Salı
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Süreyya Sadi BİLGİÇ
KÂTİP
ÜYELER: Necati TIĞLI (Giresun), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
-----0-----
BAŞKAN Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 50nci Birleşimini açıyorum.(x)
Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce 3
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri
beşer dakikadır, uzatma yapmayacağım.
Gündem dışı
ilk söz, iktisadi gelişmeler ve Doğu Anadolunun kalkınma
trendiyle ilgili söz isteyen İbrahim Aydemire aittir.
Buyurun Sayın Aydemir.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemirin, iktisadi gelişmeler ve
Doğu Anadolunun kalkınma trendine ilişkin gündem
dışı konuşması
İBRAHİM
AYDEMİR (Erzurum) Değerli Başkanım, çok teşekkür
ediyorum, şahsınızda yüksek heyeti saygıyla, ihtiramla
selamlıyorum.
Efendim, iki kavram, iki
konsept -yeni ifadesiyle- dile getireceğim, onlar üzerine bir iki kelam
etmeye çalışacağım.
Biri, genç jenerasyonun,
özellikle 20li yaşlardaki insanlarımızın hiç terennüm
etmediği, aklına getirmediği bir kavram; makûs talih. Bizim
yaşlardakiler, 40lı yaşlardakiler çok iyi bilirler bu
kavramı çünkü siyasetçiler biteviye bunu kullanırlardı.
Özellikle seçim zeminlerinde yahut da siyasetçi bir yere
vardığında mutlaka ama mutlaka öncelikli olarak
dillendirdiği kavram buydu. Efendim Buranın makûs talihini biz
yeneceğiz, bizim çalışmalarımızla berhava
edeceğiz. derlerdi. Hususen Doğu Anadolu Bölgesi için bu kavram
kullanılırdı yani benim de içinde bulunduğum, ilimin içinde
bulunduğu bölgemiz için kullanılırdı. Bizimle beraber
berhava oldu, bertaraf oldu bu kavram; şu anda hayatın
dışına itildi. Niye? Çünkü yaptıklarımızla,
icraatlarımızla öylesine bir zemin hazırladık ki artık
makûs talih diye bir kavram kullanılmaz oldu.
Bunu şunun için
söylüyorum arkadaşlar: Erzurumda bizim büyüklerimiz, özellikle maharet
sahiplerine dönük Dili varsa, dilceği de vardır. derlerdi.
Göğsümü gere gere, böyle, başım çok dik bir biçimde
altını çizerek söylüyorum: Öylesine bir on dokuz yıl
yaşattık ki ülkemize, ülkemizin her zerresi, her zemini aynı
şekilde kalkındı, gelişti. Şimdi, gittiğinizde
Hakkâriye, ülkemizin eşsiz bir beldesidir, çok sık gitmişimdir,
hâlen daha gidiyorum, eşi menendi olmayan bir zemin
açılmıştır. Niye? Çünkü biz, Kastamonu ile Hakkâriyi asla
ayırmadık, Kocaeli ile Vanı ayırmadık; bizim
lügatimizde öteki diye bir kavram olmadı, o yüzden her yeri mamur hâle
getirdik.
Bakın, bunları
yaparken kullandığımız aparatlar vardı, kullandığımız
kavramlar vardı, kullandığımız kurumlar vardı.
Neydi bunlar? Daha önce Devlet Planlama Teşkilatı diye bir
kurumumuz vardı, herkes bilir bunu. Bizimle beraber bu kalktı ama yerelde,
hemen hemen her ili ifade eden özel devlet planlama teşkilatları ihdas
ettik. Şu anda kalkınma ajansları bunu havidir, bunu
içermektedir. Bunlar kanalıyla illere projeler geliştiriyoruz, o
zeminler kalkınsın, gelişsin diye bir gayret sarf ediyoruz.
Doğu Anadoluda DAP diye bir kurumumuz var, yine eşsiz bir kurum,
onunla beraber, mezralara varıncaya kadar insanlara huzur enjekte etmeye
çalışıyoruz. Bunlar bizim sahaya nakşettiğimiz özel
hâllerdir ve bundan dolayı ne kadar iftihar etsek azdır
arkadaşlar. Bakın, ben Erzurumdayım, Doğu Anadolu Sanayici
ve İş Adamları Derneğinin 3 dönem
Başkanlığını yaptım, o bölgeyi karış
karış biliyorum ve şimdi, terörden arınmış,
bölücü hainlerden arınmış bir zemin, öylesine huzurlu ki
insanlarımız mutlu bir biçimde, devlete muti bir biçimde bu
hizmetlerden istifade ediyorlar. Arzumuz ve isteğimiz o ki bütün bütün bu
bölücü hâl ortadan kalksın ve kardeşane iklim berdevam olsun,
süreklilik arz etsin.
Arkadaşlar, bu noktada
bir şey söyleyeceğim. Bizim Erzurumun Tekman ilçesi, Erzurumu ifade
eden çok eşsiz bir ilçemizdir, çok nadide bir ilçemizdir; orada
Selahattin Karakoç diye bir ağabeyim var benim, yaşı 70i
geçmiştir; 13 şehidimizle ilgili, özellikle, konuşmam
olduğunu duyunca Şunu bir terennüm eder misin? demişti bana,
insanlık şarlatanları için yazmış, göndermiş
bana: İnsanlık Şarlatanları diyor, Onlar da
insandılar. Kimin için diyor bunu? Katledilen 13 şehidimiz için
diyor. Kararan ufuklarda ağaran tandılar. diyor. Beydiler,
hakandılar, handılar/Sizden önce davranabilirlerdi ama sizi insan
sandılar diye bir dörtlük düşmüş bana, göndermiş. (AK
PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar) Bunu Kürt
kimlikli, bu milletin esaslı bir parçası olan Selahattin
ağabeyim göndermiş. Bizim bütün mukimlerimiz yani o bölgede
yaşayan herkes bu kıvamdadır, bu niteliktedir, vatanseverdir,
kalitelidir, milletine bağlıdır, yürekten
bağlıdır. Dolayısıyla, böyle olduğu için
arkadaşlar, bereket de sahaya yayılıyor. Sayın
Cumhurbaşkanımızın üslubu, tarzı herkesin yüreğine
nakşolunmuş bir hâlde ve Cumhur İttifakımız, özellikle
14 tane ilden bahsedeceğim
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Efendim, bu Erzurumun köylerinde internet yok Sayın Başkan, ona ne
zaman
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Aydemir.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
İnan ki yok ya, Erzurumun köylerinde internet yok.
İBRAHİM
AYDEMİR (Devamla) Değerli Başkanım, bir şey
söyleyeceğim, Mahmut Bey bir özel not düştü; bu, çok değerli.
Söylediğin şeyi çok
önemsiyorum Mahmut Bey. Şimdi, ne isteniyor bizden?
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Bir dakika verin Başkanım, ne olur ya.
İBRAHİM
AYDEMİR (Devamla) Bütün problemleri hallettik biz elhamdülillah,
köylerimize internet kafe talep ediliyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
SALİH CORA (Trabzon)
Yani yol talep etmiyor.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Ya internet yok Sayın Başkanım.
İBRAHİM
AYDEMİR (Devamla) Yollar bitti, su bitti, elektrik bitti; dört
başı mamur hâldeyiz, Mahmut Bey de bunu teyit ediyor ve elhamdülillah
bunları da yapma gayretindeyiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Başkanım, sözleri anlaşılmıyor, hatip değerli
şeyler anlatıyor, bir izin verin.
İBRAHİM
AYDEMİR (Devamla) Ben, bu noktada bütün milletvekili
arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Ben, bu noktada AK
PARTİ heyetine ve Cumhur İttifakını ifade eden Milliyetçi
Hareket Partisi heyetine
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Ayrıştırıcı dil kullanma, hepimiz birliğiz
burada.
İBRAHİM
AYDEMİR (Devamla) -
hususen yüreğimle teşekkür ediyorum, Allah
var etsin.
Hepinize saygı
sunuyorum, var olun, sağ olun. (AK PARTİ ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Sayın Başkanım, ayrıştırıcı dil
kullanıyor, burada Meclis bir bütün.
Erzurumlular
birleştirici olur ya, böyle ayrıştırıcı dil
kullanır mı?
İBRAHİM
AYDEMİR (Erzurum) Teşekkür ettim size ben.
BAŞKAN Gündem
dışı ikinci söz, işitme ve görme engelli
insanlarımızın sorunları hakkında söz isteyen Kütahya
Milletvekili Ali Fazıl Kasapa aittir.
Buyurun Sayın Kasap.
(CHP sıralarından alkışlar)
2.-
Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasapın, işitme ve görme engelli
insanların sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
ALİ FAZIL KASAP
(Kütahya) (Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasapın işaret
diliyle konuşmasına başlaması) (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sizler beni
anlamadınız, bu cümleyle başlamak istiyorum, normalde
konuşabiliyor olsa idik Ben anlatamadım. diye hitap edecektim ama
sizler beni anlayamadınız. Türkiyede işitme engelliler
başta olmak üzere engellilerin çok ciddi problemleri var. Ülkemizde, yüzde
12,5 oranında yani yaklaşık 8,5 milyon engelli olduğu kabul
ediliyor. Bu engellilerin içinde ortopedik engelliler var, zihinsel
engellilerimiz var, görme engellilerimiz var, işitme engellilerimiz var,
bir de çok ciddi bir yekûn teşkil eden sosyal engellilerimiz var.
Sosyal engellilerimiz kimler?
Eğitim yoksunu insanlarımız, işsizlerimiz, fakirlerimiz ve
baskı altındaki kadınlarımız mevcut. 8,5 milyon
insanımız, aileleri ile birlikte toplamda 30 milyonu geçen bir kitle
teşkil ediyor ve bunlar, maalesef yeterli oranda yardım
alamıyorlar. Buradaki yardım -kastedilen- sadece maddi yardım ve
bunları bağımlı hâle getirmek. Bakın, 657 lira para
veriyorsunuz bakıma muhtaç olan bir kişiye, 657 lira ve bu sosyal
engelliliği devam ettiriyorsunuz, artı
bağlılığı, artı muhtaçlığı devam
ettiriyorsunuz.
Engellilerimiz konusundaki en
önemli unsur, erişilebilirlik. Bazı şeylere, hayatın normal
akışına erişememeleri, ulaşamamaları, sürekli
engellerle karşılaşmaları; bizim oluşturduğumuz
Şimdi,
ortopedik engellilerin sorunları malum; toplu taşıma
vasıtaları da dâhil olmak üzere bir sürü engeller var, rampalar var,
okullarda ergonomik dizayn yok, bir engellinin uçakta yerleşmesi, bir
otobüste yerleşmesi mümkün değil, uçakta lavabo ihtiyacını
gidermesi mümkün değil. Birleşmiş Milletlerce yapılan akde,
sözleşmeye göre de bizimkiler maalesef yeterli düzeyde uygun değil.
İşitme engelliler
için de şöyle bir şey söylemek istiyorum: Bir devlet kurumuna, bir
belediyeye, bir hastaneye gittiğinde işitme engellilerin çok ciddi
iletişim sorunu oluyor ve bunun için, bakın, Aile
Bakanlığındaki istihdam edilen toplam işitme engelli
tercüman sayısı Türkiyede 61, sadece ve sadece 61, her ile birisi
dahi düşmüyor 2021 Türkiyesinde.
Türkiyede işitme
engelli vatandaşlarımızın ilkokuldan sonra okulu
bırakma oranı yüzde 60, dünyada bu oran yüzde 25. İşitme
engelli vatandaşlarımız, insanlarımız asla yüksekokul
bitiremiyorlar. İşitme engellilerin, yüksekokula gitme
şansları yok. İşitme engelli tercüman
sayısını demin söylemiştim -bunlar Türkiye için çok ciddi
bir durumdur- Türkiyede Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler
Bakanlığına bağlı olarak çalışan işitme
engelli tercüman sayısı sadece 61. İstihdam oranları
düşük, dünyada yüzde 57, bizde yüzde 41. OECD ülkelerinde engellilere ayrılan kamu yardımı
gayrisafi millî hasılanın yüzde 2si ile 5i arasında
değişirken Türkiye'de binde 1, sadece binde 1. Türkiye'de
engellilerin yoksulluk ve dışlanmışlık riski yüzde 77.
Şimdi, öncelikli olarak
neler yapılması gerekiyor, onu söyleyeyim: Öz bakımları zor
olduğu için, engellilerimiz için su indirimi; iletişimde
sıkıntıları olduğu için telefonda indirim, internette
indirim sağlanması gerekiyor. Engelli bireylerin şimdiki o
engelli merkezlerinde olduğu gibi toplumdan tecrit edilmesi doğru
değil, toplumla iç içe, bağımsız yaşayabilmelerinin
sağlanması gerekiyor. Özellikle körlerimiz -kendileri o şekilde
söylenmesini istiyorlar- ve sağırlarımız, az görenlerimiz
-özellikle çocuklar- mağdur oluyor.
Şimdi EBA sistemi
yaptık, EBA sistemi her türlü engelliyi kapsamıyor. Bakın,
şu anda benim şu konuşmamı Türkiye'deki hiçbir işitme
engelli vatandaşımız anlayamıyor, dinleyemiyor ve Meclise,
şuraya kendilerinin gönderdikleri milletvekillerinin
konuşmalarını maalesef anlayamıyorlar. Bir işitme engelli
tercümanı olsa çok iyi olurdu. Stenograf arkadaşlar da muhtemelen
benim işaret diliyle kısmen de olsa anlattığım
şeyleri kayda geçemediler.
Sayın
Başkanım, göstermiş olduğunuz duyarlılık için
teşekkür ediyorum, engellilerle ilgili bugün bir hayli gündeme gelmiş
bu sorunlar hepimizin sorunları; toplumumuzun üçte 1ini ilgilendiren
sorunlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ FAZIL KASAP
(Devamla) - Tüm Meclisin duyarlı olacağına inanıyorum. Bir
engelli meclisi oluşturulması talebimdir -bu konuyu hep birlikte
değerlendiririz- bunun siyasi yönü yoktur ve tercih sebebidir.
Hepinize teşekkür
ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Gündem dışı
üçüncü söz, 21 Şubat Dünya Ana Dili Günü münasebetiyle söz isteyen
Diyarbakır Milletvekili Dersim Dağa aittir.
Buyurun Sayın Dağ.
(HDP sıralarından alkışlar)
3.-
Diyarbakır Milletvekili Dersim Dağın, 21 Şubat
Uluslararası Ana Dili Gününe ilişkin gündem dışı
konuşması
DERSİM DAĞ
(Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz üzere, 21
Şubat Dünya Ana Dili Günüydü. Bu vesileyle bir kez daha tüm
halkların Dünya Ana Dili Gününü kutluyorum.
Ana dili, kişinin
kişiliğinin, duygusal ve zihinsel gelişiminin ayrılmaz bir
parçasıdır. Aynı zamanda, ana dili, o dili konuşan toplumun
tarihinin ve kültürünün taşıyıcısıdır da. Dünyanın
birçok ülkesinde farklı diller anayasal güvence altına
alınırken Türkiyedeyse farklı diller devletin yasaları ve
aygıtlarıyla yok edilmeye çalışılıyor.
Şimdiye kadar, ana dili mücadelesi yürüten onlarca kişi hakkında
dosya açıldı, gözaltına alındılar ve
tutuklandılar. Ana dilinde eğitim isteyen onlarca Kürt öğrenci
üniversitelerden uzaklaştırıldı. Kürtçe eğitim veren
okullar kapatıldı. Belediyeler bünyesinde açılmış olan
kreş ve bakımevleri kayyumlar tarafından kapatıldı.
KHKlerle, Kürtçe yayın yapan radyo, televizyon, gazete, dergi ve
basın ajansları kapatıldı. Yine, Kürtçe üzerinde
araştırmalar yapan KÜRDİ-DER, İstanbul Kürt Enstitüsü ve
KÜRT-DER hukuksuzca kapatıldı ve yıllardır Kürtler ve
dilleri üzerine inkâr ve asimilasyon politikaları yürütülüyor ama ben
buradan tüm Kürt gençleri adına bir kez daha söylüyorum: Bizler Kürtüz,
dilimiz Kürtçe ve ana dilinde eğitim almak istiyoruz.
Şimdi, bu söylediklerimi
kendi ana dilim olan Kürtçede söyleyeceğim:
(x)
ÜMİT YILMAZ (Düzce)
Propaganda yapıyor Sayın Başkan, propaganda yapıyor.
METİN NURULLAH SAZAK
(Eskişehir) Hesaplaşma
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Sayın Başkan
ARZU ERDEM (İstanbul)
Anlamıyoruz.
ÜMİT YILMAZ (Düzce)
Belki PKK propagandası yapıyor.
METİN NURULLAH SAZAK
(Eskişehir) Hesaplaşma
FAHRETTİN YOKUŞ (Konya)
Anlaşılmıyor Başkan, anlamıyoruz. Bize tercüman
lazım.
METİN NURULLAH SAZAK
(Eskişehir) Hesap başka, hesap başka.
DERSİM DAĞ
(Devamla) Sevgili arkadaşlar, şimdiye kadar yaptığım
konuşma Meclis tutanaklarına bilinmeyen bir dil olarak geçecektir.
FAHRETTİN YOKUŞ
(Konya) Doğru, bilemiyoruz.
DERSİM DAĞ
(Devamla) Meclisin, Türkiyede yaşayan 25 milyon Kürtün dilini
tanımaması bile ısrarla yürütülen asimilasyon ve inkâr
politikasını özetler niteliktedir.
FAHRETTİN YOKUŞ
(Konya) Hadi oradan!
DERSİM DAĞ
(Devamla) Değerli arkadaşlar, dün, Kürt Dil Platformu ve Kürt Dili
ve Kültür Ağı Kürtçenin resmî dil ve eğitim dili olması
için bir imza kampanyası başlattı. Çok kısa bir sürede binlerce
kişi bu kampanyaya destek verdi ve Kürtçenin resmî dil olmasını
talep etti. Milyonlarca Kürtün varlığını ve dilini yok
sayamazsınız ve milyonların ana dilde eğitim isteğini
kabul edin.
MEHMET CELAL FENDOĞLU
(Malatya) Kimsenin yok saydığı yok. Resmî dil
DERSİM DAĞ
(Devamla) - Gelin, bir an önce bu yasakçı zihniyeti bir kenara
bırakın. Çok dilli kamu hizmetlerini hayata geçirin.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DERSİM DAĞ
(Devamla) Bitiriyorum.
BAŞKAN İlave süre
vermiyorum.
DERSİM DAĞ
(Devamla) Türkiye'de konuşulan tüm ana dilleri yasal güvence altına
alın.
(x) (HDP
sıralarından alkışlar)
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Tutanaklara geçmesi
açısından ifade ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN Buyurun.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Konuşmacının tüm
temelsiz iddialarını reddettiğimiz belirtmek isterim.
Teşekkür ederim.
KEMAL PEKÖZ (Adana) Neyi
iddia etti?
Kardeşiz. diyorsunuz.
Öğrensene dilini kardeşinin. Neyin anlaşılması?
BAŞKAN Vallahi siz
anlamışsınız, ben ne dediğini anlamadım!
(Gülüşmeler) Yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî dili olan Türkçenin
dışında yapılan bu konuşmadan ben hiçbir şey
anlamadım.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Yarısını anladık.
Bütün iddialarını reddettiğimizi belirtmek istiyorum.
KEMAL PEKÖZ (Adana) Ne
iddia etti, söylesene? Ne anlattı, söylesene?
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, şimdi, sisteme giren ilk 15 milletvekiline yerlerinden
birer dakika süreyle söz vereceğim.
Sayın Çepni
IV.-
AÇIKLAMALAR
1.-
İzmir Milletvekili Murat Çepninin, Kral çıplak. diyenlerin en
büyük korku olduğuna, HDPye ve Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk
Gergerlioğluna saldırının sebebinin bu olduğuna
ilişkin açıklaması
MURAT ÇEPNİ (İzmir)
Teşekkürler Başkan.
Tüm diktatörlükler önce
gerçeğe savaş açarlar, mutlak itaat ve sessizlik isterler. En büyük
korkuları Kral çıplak. diyenlerdir. İşte HDPye
saldırının, vekilimiz Gergerlioğluna
saldırının sebebi budur. Yalandan sorumlu bakana bugün Eş
Genel Başkanımız Pervin Buldan yanıt verdi.
Televizyonlarda, Mecliste kendinden geçerek linç kampanyası örgütleyenler
iyi izlesinler, cesaretleri varsa yayınlasınlar. Aralarındaki
koltuk kavgasını HDP üzerinden yürütenlere yanıtımız
nettir: Telaşınızın herkes fakında ama korkunun ecele
faydası yok. Saray ve etrafındaki rant çevreleri kaybedecek, ezilen
milyonlar kazanacak.
BAŞKAN Sayın
Çakır
2.-
Kocaeli Milletvekili Sami Çakırın, Hacı Bektaş Velinin
vefatının 750nci yıl dönümü olması nedeniyle UNESCO
tarafından 2021 yılının anma ve kutlama yıl dönümleri
arasına alındığına,
Cumhurbaşkanlığının 11 Şubat 2021 tarihli
genelgesinde 2021 yılının Hacı Bektaş Veli
Yılı olarak kutlanmasının öngörüldüğüne, Hacı
Bektaş Veliyi rahmetle yâd ettiğine ilişkin
açıklaması
SAMİ ÇAKIR (Kocaeli)
Sayın Başkan, 2021 yılının Hacı Bektaş Veli
Yılı olarak kutlanmasına dair Cumhurbaşkanlığının
11 Şubat 2021 tarihli genelgesinde, düşünce ve öğretileriyle
asırlardır sevgi, hoşgörü, birlik, beraberlik ve barış
öğütleyen Hacı Bektaş Velinin vefatının 750nci
yılı olması münasebetiyle 2021 yılı, UNESCO
tarafından anma ve kutlama yıl dönümleri arasına
alındığından bahisle Hacı Bektaş Velinin insan
sevgisine, hoşgörüye ve barışa dayalı geniş kitleleri
etkileyen düşünceleri Anadoluda toplumsal kimlik ve birliğin oluşmasına
ve sürdürülmesine katkılar sağladığı vurgulanarak,
Anadoludan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada kendinden sonraki
nesillerin yolunu aydınlatmaya devam eden Hacı Bektaş Veli,
Yunus Emre ve Mevlâna gibi düşünür ve gönül insanlarının inanç,
ahlak, hoşgörü, sevgi ve saygıyı esas alan yaşam
felsefeleriyle, birlik ve beraberlik anlayışının
yerleşmesinde bugün de merkezî bir rol oynamaya devam ettiği
belirtilerek fikirlerinin önemi vurgulanmaktadır.
Rahmetle yâd ediyor, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın
Taşkın
3.-
Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkının, 2020
yılının son ayında sanayi üretim verilerinin bir önceki
yılın son ayına göre yüzde 9 artış gösterdiğine,
son verilerin ülkenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın
liderliğinde, AK PARTİ iktidarında, 2023 ekonomik hedefleri
doğrultusunda emin adımlarla ilerlediğini gösterdiğine
ilişkin açıklaması
ALİ CUMHUR TAŞKIN
(Mersin) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
2020nin son ayına
ilişkin açıklanan sanayi üretim verilerimiz beklentileri aşarak,
bir önceki yılın son ayına göre yüzde 9 artış
gösterdi.
Salgın başladığında
Türkiye'nin 2020de yüzde 5 daralacağını öngören IMF, gelinen
noktada, Türkiye'nin yüzde 1,2 büyüyeceği şekilde önceki tahminini
güncellemek zorunda kaldı.
Tedarik zincirlerinde
yaşanan tüm aksaklıklara rağmen, üretim sektörümüz,
uluslararası taahhütlerde tüm dünyaya örnek olacak bir gayret ortaya
koydu. Geçtiğimiz yıl her şeye rağmen, 169,5 milyar dolar
ihracat rakamına ulaşarak küresel ihracattaki payımızı
ilk defa yüzde 1in üzerine çıkardık. Son veriler de açıkça
göstermektedir ki Türkiye, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep
Tayyip Erdoğanın liderliğinde, AK PARTİ iktidarında,
2023 ekonomik hedefleri doğrultusunda emin adımlarla ilerlemektedir
diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın
Gökçel
4.-
Mersin Milletvekili Cengiz Gökçelin, Boğaziçi Üniversitesinde seçilerek
rektörlük yapmış, ömrünü bilime adamış, yüzlerce makale
yayınlamış olan Profesör Doktor Üstün Ergüderin tehditvari bir
söylemle kulağının bükülmeye çalışılmasını
asla kabul etmediklerine, AKPnin ülkeyi karıştırmasına
izin vermeyeceklerine ilişkin açıklaması
CENGİZ GÖKÇEL (Mersin)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
AKP baskıcı bir
yönetim anlayışında olduğunu artık saklama gereği
duymuyor. Süleyman Soylu çıkıyor, eski Boğaziçi Üniversitesi
Rektörü Üstün Ergüderi aradığını ve Kendisini
aradım, böyle işlere girmemesi lazım geldiğini söyledim.
diyor.
Dünyanın
sayılı üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesinde
seçilerek rektörlük yapmış, ömrünü bilime adamış, yüzlerce
makale yayınlamış bir akademisyenin tehditvari bir söylemle,
deyim yerindeyse Süleyman Soylunun kulak bükmeye
çalışmasını asla kabul etmiyoruz. Süleyman Soylu, sen,
sayın hocamıza nasihat verecek ne bilgi ne birikime sahipsin.
Siyaseten birilerine yaranacağım diye ömrünü bilime adamış
bir akademisyeni hedef hâline getiremezsin. Buradan söylüyorum: AKPnin bu
ülkeyi karıştırmasına asla izin vermeyeceğiz.
BAŞKAN Sayın
Barut
5.-
Adana Milletvekili Ayhan Barutun, Adana ilinde insanların bolluk ve
bereket kadar barış ile hoşgörü ikliminde
yaşadığına, iktidarı tarımsal üretim
alanlarında üreticileri mağdur eden, ekili dikili alanlara hukuksuzca
el konulmasından ve yasa dışı mafyatik
oluşumların neden olduğu güvenlik sorunlarından doğan
olumsuzlukları engellemeye çağırdıklarına ilişkin
açıklaması
AYHAN BARUT (Adana)
Sayın Başkan, maalesef, güzel Adanamız iktidarın
yanlış politikalarıyla tarımda geri
bırakılmıştır. Yılda 3 ürün alınan Adana,
bolluk ve bereket kadar kardeşliğin ve hoşgörünün de
başkentidir. Etnik kökeni ve inancı ne olursa olsun
insanımız, barış ve hoşgörü ikliminde
farklılıklara saygı çerçevesinde yaşamaktadır.
Adanada maalesef, ekili ve
dikili tarım arazileri ile tarımsal üretim alanlarında
üreticilerimizi ve köylülerimizi mağdur eden asayiş konuları
vardır. Zaman zaman basının da gündemine gelen, ekili dikili
alanlara hukuksuzca el konulması, yasa dışı mafyatik
oluşumların neden olduğu güvenlik olayları sıkça
yaşanmaktadır. Halkımızın, üreticilerimizin ve
köylülerimizin huzurunu bozan, tarımsal üretimi ve üreticilerimizin
güvenliğini tehdit eden bu olumsuzlukların son bulmasını
istiyoruz. İktidarı bu konuda sorumluluk duygusuyla etkin önlem
almaya, huzuru ve asayişi bozan bu olumsuzlukları engellemeye
çağırıyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın
Gürer
6.-
Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürerin, esnafa geçici değil ayakta
kalmasını sağlayacak destek verilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
ÖMER FETHİ GÜRER
(Niğde) Teşekkürler Başkan.
Esnaflarımız
kapalı iş yerlerinden dolayı, faal olanlar da gelir
kaybıyla büyük mağduriyet yaşamaktadır. Sosyal güvenlik
prim ödemeleri ile vergi, elektrik, doğal gaz fatura bedelleri bir
yıl süreyle faizsiz ertelenmelidir. Kısıtlama nedeniyle kapanan
kahvehane, internet kafe, kıraathane, elektronik oyun salonu, bilardo
salonu, halı saha işletmeleri, düğün salonu ile paket servisle
sınırlanan restoran, lokanta, pastane, kafe, kafeterya
işletmeleri batma noktasına gelmiştir. Sigorta prim borcu
nedeniyle esnaf ve sanatkârın sağlık hizmetlerinden
yararlanabilme süresi normalleşinceye kadar sürmelidir. Ödenemeyen
krediler normalleşme sağlanıncaya kadar ertelenip faizler
silinmelidir. Krediyi ödeyemeyeni kara listeye almak yerine destek kredisi
alması sağlanmalıdır. Esnafa geçici destek değil
ayakta kalmasını sağlayacak destek verilmelidir. Adalet ve
Kalkınma Partisi iktidarı büyük sıkıntı
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Girgin
7.-
Muğla Milletvekili Süleyman Girginin, Bodrum Yarımadası
İçme Suyu Projesinin imalat ve proje hatalarından dolayı
milleti canından bezdirdiğine, Tarım ve Orman
Bakanlığına Bodrumluların su çilesinin ne zaman
biteceğini sorduğuna ilişkin açıklaması
SÜLEYMAN GİRGİN
(Muğla) Teşekkürler Sayın Başkan.
Bodrumlular DSİ
hatlarının sorumlularını arıyor. Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğünce düzenlenen ihalelerle
yaptırılan ve 2011 yılı sonunda tamamlandığı
ifade edilen Bodrum Yarımadası İçme Suyu Projesi, imalat ve
proje hatalarından dolayı milleti canından bezdirmiştir.
Meydana gelen arızalar, çok sayıda yerleşim alanında
yetmiş iki saate varan su kesintilerine sebep olmasının
yanı sıra, yol içinde çok büyük ölçekli çukurlar oluşturarak kazalara
meydan vermekte, ayrıca sel etkisi yaratıp taşkın ve su
basmalarına neden olarak toplum sağlığı adına
büyük bir risk hâline gelmiştir. Daha önce vermiş olduğumuz
yazılı soru önergesinin üzerinden geçen iki yılda, bin olan
arıza sayısı 2 binli rakamlara ulaşmış ancak
sorunun çözümü adına hâlen herhangi bir adım
atılmamıştır. Tarım ve Orman
Bakanlığına soruyorum: Bodrumluların su çilesi ne zaman
bitecek?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın
Yılmazkaya
8.-
Gaziantep Milletvekili Bayram Yılmazkayanın, Gaziantep Ticaret
Odasının Covid-19 pandemisinin ekonomik etkilerinin
azaltılması amacıyla esnafın kredi, hibe ve teşvik
paketleriyle desteklenmesi, kısa çalışma ödeneğinin en az
asgari ücret tutarında olması, emlak vergisi, çevre temizlik vergisi
ve kültür vergilerinin alınmaması, kira
artışlarının işletme lehine düzenlenmesi gibi
beklentileri olduğuna ilişkin açıklaması
BAYRAM YILMAZKAYA (Gaziantep)
Sayın Başkan, Gaziantep iş ve esnaf dünyasının yüzde
84ünü temsil eden Gaziantep Ticaret Odasının ve esnafımızın
salgın döneminde ortak sorun ve beklentileri var. Bunların
bazıları şöyle: Tüm sektörlerin Covid-19 sürecinin ekonomik
etkilerinin azaltılması amacıyla uzun vadeli, faizsiz,
düşük faizli kredi, hibe ve teşvik paketleriyle desteklenmesi; Covid
salgını nedeniyle geciken kredi takiplerinin yıl sonuna kadar
ertelenmesi; kısa çalışma ödeneği tutarının
çalışanların yaşam koşullarının
bozulmaması için en az asgari ücret tutarında olması; YEKDEM
öncelikli olmak üzere, enerji giderleri üzerinden alınan vergi
maliyetlerinin yıl sonuna kadar kaldırılması; KOSGEB
tarafından fuarlara katılan firmalara sağlanan fuar
desteklerinin artırılması; Covid-19 salgını nedeniyle
faaliyetleri kısıtlanan ve mücbir sebep kapsamına alınan
işletmelerin emlak vergisi, çevre temizlik vergisi ve kültür vergilerinin
alınmaması; salgın nedeniyle kira
artışlarının işletmelerin lehine olacak şekilde
düzenlenmesi; elaman ve kalifiye personel yetiştirilmesi amacıyla
meslek liselerinde işbaşı eğitimlerinin
artırılması ve meslek
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Tutdere
ABDURRAHMAN
TUTDERE (Adıyaman) Teşekkür ediyorum Başkanım.
Covid-19
salgını ülkemizde etkilerini sürdürmeye, can almaya devam etmektedir.
Ülkemizde ve seçim bölgem olan Adıyamandaki vaka sayıları
vatandaşlarımızı tedirgin etmektedir. Vakalar nedeniyle
Adıyaman merkeze bağlı Yaylakonak Beldesinin Merkez Mahallesi ve
Karaçalı Mahallesinde karantina tedbirleri uygulanmıştır.
Karaçalı ve Merkez Mahalleleri ile Adıyamanın diğer
bölgelerinde karantinaya alınan tüm hemşehrilerimize geçmiş
olsun dileklerimi iletiyorum.
Adıyamandaki
vaka sayılarının artışının temel sebebi,
Adıyamandaki sağlık tesislerinin eksikliğidir. Buradan tüm
halkımıza ve Adıyamanlı hemşehrilerime
çağrıda bulunuyorum: AK PARTİnin kongreleri sizi
yanıltmasın; corona sokakta, caddede, pazarda her yerde aramızda
dolaşmaya devam ediyor, bu nedenle tedbirlere uyalım.
Bu vesileyle,
Sağlık Bakanlığına da açıkça çağrıda
bulunuyorum: Adıyamandaki 150 yataklı Devlet Hastanesi başta
olmak üzere, ilimizdeki sağlık tesislerinin eksikliğini bir an
evvel giderin.
Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
Sayın Kaya
10.- Osmaniye Milletvekili
İsmail Kayanın, yerli ve millî silahlı insansız hava
aracı SİHA Bayraktar TB2nin gerçekleştirilen operasyonlarda
terör örgütlerine çok ağır kayıplar verdirdiğine, Karabağ
zaferinin arkasında Türk SİHAlarının olduğuna dikkat
çekildiğine ilişkin açıklaması
İSMAİL
KAYA (Osmaniye) Teşekkürler Sayın Başkanım.
Türkiye'nin ilk
yerli ve millî silahlı insansız hava aracı, SİHA Bayraktar
TB2, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında
gerçekleştirilen operasyonlarda terör örgütlerine çok ağır
kayıplar verdirdi. Operasyonlardaki etkinliğiyle adından söz
ettiren TB2, dünyada da geniş yankı uyandırdı. Dünyada
gelişmiş ülkelerin medyaları Türkiyenin insansız hava gücü
başarısından bahsediyor. Karabağ zaferinin
arkasında Türk SİHAlarının olduğuna dikkat çekiliyor.
Tüm dünya ülkeleri, Türkiyenin hava hâkimiyet gücünü son derece
geliştirdiğini ifade ediyor. Avrupada ise Biz neden
yapamıyoruz? paniği başladı. Avrupa Birliği
fonları bu alana aktarılmaya başlandı. Görüldüğü
üzere, tüm dünya başarılarımızı
kıskanmaktadır. Rabbim, ordumuza, devletimize, milletimize zeval
vermesin, askerimizin ayağına taş değdirmesin, ordumuzu
mücadelesinde muzaffer eylesin diyerek Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın
Durmuşoğlu
11.-
Osmaniye Milletvekili Mücahit Durmuşoğlunun, AK PARTİ Grup
Başkan Vekili Özlem Zengine yönelik yapılan ahlaksız ve kirli
yorum ile son dönemlerde döviz rezervleri üzerinden Hazine ve Maliye eski
Bakanı Berat Albayrak aleyhine CHP tarafından yürütülen haksız
ve seviyesiz söylemleri şiddetle kınadığına
ilişkin açıklaması
MÜCAHİT
DURMUŞOĞLU (Osmaniye) Teşekkürler Sayın
Başkanım.
AK PARTİ Grup
Başkan Vekilimiz Avukat Sayın Özlem Zengin Hanımefendiye
yönelik ağza alınmayacak şekilde ahlaksız ve alçakça
yapılan kirli yorumu ve son dönemlerde döviz rezervleri üzerinden eski
Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Berat Albayrak aleyhine CHP
tarafından yürütülen haksız ve seviyesiz söylemleri şiddetle
kınıyorum. 2020 pandemi koşulları içinde, küresel
piyasalardaki olağandışı dalgalanmaların zorunlu kıldığı
ortamda, finansal istikrar hedefi doğrultusunda gerçekleştirilen
döviz rezervi işlemlerinin maksadı dışında
çarpıtılarak seviyesiz bir siyaset malzemesine dönüştürülmesi
asla kabul edilemez. Bu gibi polemiklerle vaktimizi ve enerjimizi çalarak bizi
hedeflerimizden uzaklaştırabileceklerini sananların hesap
edemediği tek şey, bizlerin bu yola çıkarken sadece Rabbimizden
yardım istediğimiz ve milletimizden destek talep ettiğimizdir.
Kim ne yaparsa yapsın, hangi oyunları planlarsa planlasın,
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan
liderliğinde
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Taşdoğan
12.-
Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğanın, Gaziantep iline
yaptığı yatırımlardan dolayı Gençlik ve Spor
Bakanlığına teşekkür ettiğine, Kamil Ocak Spor
Salonunun yıkılmasının ardından şehir merkezinde
müsabık 1 veya daha fazla spor salonu ihtiyacı ortaya
çıktığına ilişkin açıklaması
ALİ MUHİTTİN
TAŞDOĞAN (Gaziantep) Teşekkürler Sayın Başkan.
Gençlik ve Spor
Bakanlığımızın Gaziantepe yapmış
olduğu yatırımlarla birlikte, şehrimiz gençlik ve spor
anlamında önemli bir konuma gelmiştir. Öncelikle bu
yatırımlardan dolayı teşekkür ederim.
Gaziantepin emektar spor
salonlarından olan Kamil Ocak Spor Salonunun
yıkılmasının ardından şehir merkezimizde
müsabık bir veya daha fazla spor salonu ihtiyacı ortaya
çıkmıştır. Avrupada ter döken Gaziantep Basketbol
Takımımızın ve diğer alt liglerde bulunan
takımlarımızın resmî müsabaka yükünün tamamı
Şahinbey Spor Salonuna kalmıştır. Bu sebeple, Gençlik ve
Spor Bakanlığımızın ivedi şekilde Gaziantep
Gençlik ve Spor İl Müdürlüğümüze tahsisli ve merkezî konumda bulunan
arsalar üzerinde şehrimize yakışır büyüklükte müsabık
bir spor salonu kazandırması ihtiyaç olarak hasıl olmuştur.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın
Kayışoğlu
13.-
Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlunun, Maliye
Bakanlığının Bursa ilinde sağlıkla ilgili
başlattığı, boşanmalara sebep olacak kadar aile
içindeki huzuru bozan denetim yöntemine bir an önce son vermesi ve insan
haklarını ihlal etmemesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
NURHAYAT ALTACA
KAYIŞOĞLU (Bursa) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Maliye
Bakanlığının Bursada başlattığı
sağlıkla ilgili harcamalarla, operasyonlarla ilgili inceleme,
anlatılanlara göre tam anlamıyla bir insan hakları ihlallerine
dönüşmüş. Maliye, cerrahların geçmişe dönük
faturalarını incelemeye alıyor, hastaların kişisel
bilgilerine ulaşıyor ve tamamen hasta haklarını,
kişisel bilgilerini ihlal eder şekilde bir denetim
gerçekleştiriyor. Örneğin, kadın doğumla ilgili operasyon
geçiren veya estetik bir operasyon geçiren hastanın hakları ihlal
edilerek evlerine sarı zarflar gönderiliyor veya telefon ediliyor.
İşte, örneğin, kürtaj yaptırdığı, kaça
yaptırdığı gibi sorular soruluyor ve bu mahremiyet ihlal
edilerek aile içinde birtakım tartışmaların,
huzursuzlukların doğmasına da sebebiyet verdiği
anlatılıyor. Boşanmalara varana kadar aile içindeki huzuru bozan
bu denetim yöntemine Maliye Bakanlığı bir an önce son vermelidir
ve insan haklarını ihlal etmemelidir.
BAŞKAN Sayın
Erbay
14.-
Muğla Milletvekili Burak Erbayın, Covid-19 pandemisinden en çok
etkilenen sektörlerden birinin turizm sektörü olduğuna, Avrupada
aşılama çalışmalarının hızlı bir
şekilde devam etmesinin 2021 turizm sezonu için umut vadettiğine,
bunun için turizmcilerin beklentisinin sağlıkçılar,
eğitimciler ve güvenlik görevlilerinin ardından turizm sektöründe
çalışanların aşılanmasına öncelik verilmesi
olduğuna ilişkin açıklaması
BURAK ERBAY (Muğla)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Covid-19dan etkilenen
sektörlerden bir tanesi de ülkemize önemli döviz girdisi sağlayan turizm
sektörüdür. Bu sektör 3 milyon 500 bin kişiye istihdam
sağlamaktadır. Ayrıca, taşımacılıktan
tekstile, tarımdan hayvancılığa kadar birçok sektörü de
etkilemektedir.
2019 yılında
ülkemize 52 milyona yakın turist gelmiş, yaklaşık 35 milyar
dolar döviz girdisi elde edilmiştir. 2020de ise ülkemize gelen turist
sayısı, maalesef, 16 milyona, turizm geliri de 12 milyar dolara
gerilemiştir. Bu tablo, ülkemiz ekonomisi açısından çok önemli
bir kayıptır. Avrupada aşılama
çalışmalarının hızlı bir şekilde devam
etmesi 2021 turizm sezonu için umut vadetmektedir ancak ülkemizin hak
ettiği payı alabilmesi, tedbirlerin bir an önce
alınmasından geçmektedir. Turizm sektörü temsilcilerinin beklentisi,
sağlıkçılar, eğitimciler, güvenlik görevlilerinin
ardından turizm sektöründe çalışanların
aşılanmasına öncelik verilmesidir.
BAŞKAN Sayın
Antmen
15.-
Mersin Milletvekili Alpay Antmenin, Mersin ilinde Mersin Limanı
işletmesi şirketi MIPın limanın yanındaki Atatürk
Parkına göz koyduğuna, Mersin Limanı eğer genişleyecekse
yerinin olduğuna, Atatürk Parkının Mersin ilinde ilelebet
kalacağına ilişkin açıklaması
ALPAY ANTMEN (Mersin)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Mersinde, şehrin
güneyinde, Mersin Limanı 1950 yılında yapılırken
oluşturulmuş, sahilde 1.200 metre uzunluğunda yetmiş
yıllık bir parkımız var; Atatürk Parkı. Bu park Mersin
Limanına dayanmakta ve bugünlerde bu parka, Atatürk Parkına Mersin
Limanı işletmesi şirketi MIP göz koymuş durumda.
Yalnız, şunu söylemek istiyorum: Mersin Büyükşehir Belediye Başkanımız
Sayın Vahap Seçerin de belirttiği gibi Bu parkın ne Atatürk
Parkı adına ne de kendisine biz Mersinliler olarak
dokundurmayacağız. Mersin Limanı eğer genişleyecekse
genişleyeceği yeri var fakat Atatürk Parkından ellerini
çekmeleri gerekiyor ve son kez söylüyorum Atatürk Parkı Mersinde ilelebet
kalacaktır.
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
Şimdi Sayın Grup
Başkan Vekillerinin söz taleplerini karşılayacağım.
Buyurun Sayın Türkkan.
16.-
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın, Ardahan ilinin düşman işgalinden
kurtarılışının yıl dönümünde işgal boyunca
Ardahan ilinde bağımsızlık mücadelesi verirken
hayatını kaybeden şehitlere rahmet dilediğine,
kurtuluşunun 100üncü yılında Ardahanlıları
selamladığına, Devlet Hava Meydanları İşletmesi
Genel Müdürlüğünün İGA tarafından işletilen İstanbul
Havalimanının 2021-2022 dönemine ait kira bedellerinin iki yıl
boyunca yüzde 50 indirimli uygulanmasına karar verdiğine,
Kızılayda liyakatsiz atamaların devam ettiğine, her kurum
gibi Kızılayın da bu dönemde tarumar edildiğine ve parti
kurumu hâline getirildiğine, Van ili Özalp ilçesinde yer alan halk
pazarında 3 Kasım 2020 tarihinde çıkan yangında 95
dükkânın yandığına, yangının ardından esnafa
verilen sözlerin tutulmadığına, on bir yıl önce Van iline
yapılacağı müjdelenen çevre yolunun hâlâ
tamamlanamadığına, yolun tamamlanmamasının ve
yapılan kamulaştırmaların ciddi mağduriyetlere neden
olduğuna, Hükûmeti bu konuda duyarlı olmaya davet ettiklerine
ilişkin açıklaması
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gazi Mustafa Kemal
Atatürk önderliğinde başlatılan Millî Mücadele kapsamında,
Kâzım Karabekir komutasındaki doğu harekâtıyla, Ardahan 23
Şubat 1921de düşman işgalinden kurtarılmıştır.
İşgal boyunca Ardahanda bağımsızlık mücadelesi
verirken hayatını kaybeden aziz şehitlerimize rahmet diliyorum,
onları minnet ve şükranla anıyorum.
Kurtuluşunun 100üncü
yılında Ardahanı, burada bulunan Ardahan milletvekillerimizi ve
tüm Ardahanlı vatandaşlarımızı en içten
duygularımla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Devlet Hava Meydanları
İşletmesinden bahsetmek istiyorum size. Devlet Hava Meydanları
İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından işletilen
havalimanlarında, 2020 yılı içerisinde düzenlenen ve vadesi 31
Ocak 2021e ötelenen kira bedeli faturalarına ait tutarların iptal
edileceği belirtildi, 2021-2022 dönemine ait kira bedellerinin de iki
yıl boyunca yüzde 50 indirimli uygulanmasına karar verildi. Böylece,
iktidar, Kalyon, Cengiz, Limak ve Mapa ortaklığındaki İGA
tarafından işletilen İstanbul Havalimanının 1 milyar
45 milyon euroluk 2020 yılı kirasını da iptal etti.
Bakın, 1 milyar 45 milyon euro. Esnafın vergisi faiziyle öteleniyor,
çiftçiye haciz geliyor, çiftçi traktörünü kaçırıyor, insanlar geçim
derdindeyken intihar ediyor; devletin kasası hâlâ bu beşli çeteye
çalışmaya devam ediyor. EYTliye ayrılacak. diyoruz, ona
Bütçe yok. diyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Devam edin,
buyurun.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli)
Öğrencilerin KYK borçlarını silin. diyoruz. Bu para, sizin
Kalyon İnşaata verdiğiniz 9,5 milyar liralık vergi
istisnasının yarısı; onu gözünüz görmüyor, gözünüz Kalyon
İnşaatı ve diğer ortaklarını görüyor. Yandaş
müteahhitleri kollamaktan hiç kimseye sıra gelmiyor. Sizler kafayı
beşli çeteyle bozmuşsunuz, milleti gördüğünüz yok,
vatandaşın hâlini de görmüyorsunuz; sırça köşklerden
görülmüyor sanıyorum. Gerçekten yazık ama, artık biraz da
perişan hâldeki bu milleti düşünün, bizi de bir kere olsa bari
şaşırtın ama nafile, bildiğiniz yolda yürümeye devam
ediyorsunuz, yavaş yavaş da gidiyorsunuz.
Evet, Kızılayda
liyakatsiz atamalar devam ediyor. Kızılay, orada bulunan
yöneticilerin aile şirketine döndü, o yüzden ben yazıyorum sosyal
medyada da Sakın ha, kandan başka hiçbir şey vermeyin.
Kanınızı bağışlayın ama sakın oraya
herhangi bir bağışta bulunmayın. Zira
anlatacağım şimdi neler oluyor, daha önce de anlattım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın
sözlerinizi.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) AK
PARTİnin eski belediye meclis üyesi olan Kızılay Genel
Başkan Yardımcısı Murat Ellialtının kardeşi
Hurşit Ellialtı, Kızılay Gayrimenkul Bakım
Şirketine genel müdür olarak atanmış, bunu basından
öğrendik. Bu, Kızılayda dönen dolapların ilki değil,
sonuncusu da olmayacak, onu biliyoruz. Kızılay, geçmişten
bugüne, Türk insanının başı dara düştüğünde,
herhangi bir felaketle karşılaştığında gözünü
diktiği ilk yer. Eski ismiyle Hilâl-i Ahmer.
Savaş zamanında bile Hilâl-i Ahmer Cemiyetinin, o Cemiyette
çalışan hemşirelerin savaşta yaralanan askerlerin
başında çekilmiş fotoğrafları hâlâ gözümüzün önünden
gitmiyor, hâlâ o fotoğraflar arşivlerde. Daha önce de söyledim,
bugüne kadar, sizin döneminize kadar Kızılayın bu fonksiyonu hep
devam etti ama her kurumu olduğu gibi Kızılayı da bu
dönemde tarumar ettiniz, parti kurumu hâline getirdiniz; getirmeye de devam
ediyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Toparlayın
sözlerinizi.
Son kez açayım, buyurun.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli)
Teşekkür ediyorum Başkanım.
Son olarak Van ilimizden söz
etmek istiyorum. Vanın Özalp ilçesinde yer alan halk pazarında 3
Kasım 2020 tarihinde çıkan yangında 95 dükkân yanmış,
halk pazarı âdeta kül olmuştur. Yangının ardından
esnafa verilen sözler tutulmamış; 95 iş yeri, sahiplerinin
yanı sıra çalışan işçilerle birlikte yüzlerce aile
daha mağduriyet yaşamaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde
buradaki esnafımız için SMSle yardım kampanyası
başlatılsa da Özalp Halk Pazarı esnafının talebi,
hasar tespit çalışması yapılması, yangının
afet kapsamında değerlendirilmesi ve zararların
karşılanarak iş yerlerinin tekrar yapılmasıdır.
On bir yıl önce Vana
çevre yolu yapılacağının müjdesi verilmişti ancak
projenin açıklandığı gün Vanda kardeşlerimizin
yaşadığı bu mutluluk yerini üzüntü ve mağduriyete bıraktı çünkü yol hâlâ tamamlanamadı.
Vanda nüfus ve trafik arttıkça çevre yolunun hâlâ tamamlanamaması
ciddi mağduriyetlere neden olmaya başladı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Cümlenizi bitirin.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli)
Bitiriyorum.
Bu yolla ilgili olarak önemli
bir konuya da vurgu yapmak istiyorum: Çevre
yolunun geçtiği araziler birçok insanın geçim kaynağı. Bu
arazilerde vatandaşlar tarım yaparak evlerine ekmek götürüyorlar.
Arazi sahibi için tek geçim kaynağı olan böylesine önemli bir yerin,
bedel ödenmeksizin yüzde 40ın üzerinde kesintiler yapılarak elden
alınması kabul edilebilir bir durum değildir.
Kamulaştırma yapılmadan kesinti yapılması ve kalan
arazinin de başka yerlerde dağıtımının
yapılması telafisi imkânsız zararlara sebep olacaktır.
Uzunca yıllardır devam eden komşuluk ve akrabalık
ilişkileri sürerken bir başka arazinin bir başka kişinin
arazisiyle komşu edilmesi husumetlerin doğmasına sebep olacaktır.
Vanlı vatandaşlarımızın
sıkıntılarının çözümü noktasında Hükûmeti
duyarlı olmaya davet ediyoruz.
Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın
Akçay, buyurun.
17.-
Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, 21 Şubat 2021 tarihinde AK
PARTİ Grup Başkan Vekili Tokat Milletvekili Özlem Zengine sosyal
medya üzerinden yapılan çirkin saldırıyı bir kez daha
nefretle kınadıklarına, son zamanlarda sosyal medya üzerinden
insan haysiyetine, namusuna ve şerefine yönelik gerçek veya bot
hesaplardan gerçekleştirilen linç kampanyalarının planlı ve
maksatlı bir şekilde hemen hemen aynı kaynaklardan organize
edildiğine, cezaevlerinden gelen sözde mağduriyet
mektuplarının insaniyet ve masumiyet kisvesi altında servis
edilerek gerçeklerin çarpıtıldığına, Adalet Bakanlığının
mahkûm hakları ve cezaevi koşulları konusunda ihtimam
gösterdiğine, Ege Üniversitesinde eğitimine devam ederken altı
yıl önce 20 Şubat 2015te PKKlı teröristler tarafından
öldürülen Fırat Yılmaz Çakıroğlunu ve onun
şahsında terör saldırılarında hayatını
kaybedenleri rahmetle andığına ilişkin açıklaması
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Muhterem milletvekilleri, 21
Şubat 2021 tarihinde AK PARTİ Grup Başkan Vekili ve Tokat
Milletvekili Sayın Özlem Zengine sosyal medya üzerinden yapılan
çirkin ve aşağılık saldırıyı bir kez daha nefretle
kınıyoruz. Sayın Özlem Zenginin şahsında aynı
zamanda tüm kadınları da hedef alan saldırganın yargı
nezdinde hak ettiği cezayı alacağına inanıyoruz.
Son zamanlarda hakaret,
küfür, karalama ve iftira kampanyalarıyla başlatılan itibar
suikastları, terör örgütlerinin namlusunda sosyal medya silahı olarak
kullanılmaktadır. Sosyal medya üzerinden insan haysiyetine, namusuna
ve şerefine yönelik gerçek veya bot hesaplardan gerçekleştirilen linç
kampanyaları, planlı ve maksatlı bir şekilde hemen hemen
aynı kaynaklardan organize edilmektedir. İftira ve itibar
suikastları sosyal mecralarla sınırlı kalmamakta,
saldırganlar ağız ve niyet birliğiyle organize
olmaktadırlar. Cezaevlerinden gelen sözde mağduriyet mektupları
insaniyet ve masumiyet kisvesi altında servis edilmekte, gerçekler
çarpıtılmaktadır. Ne tuhaftır ki bu hükümlülerin hangi
suçtan mahkûm edildikleri ise saklanmakta, söylenmemektedir. Adalet
Bakanlığı, mahkûmların hakları ve cezaevi
koşulları konusunda titizlikle ihtimam göstermektedir. İlgili
konularda itibar edilecek yegâne merci Türkiye Cumhuriyetinin resmî kurum ve
kuruluşlarıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Devam edin,
buyurun.
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Sayın Başkan, Fırat Yılmaz Çakıroğlu İzmir
Ege Üniversitesinde eğitimine devam ederken, altı yıl önce 20
Şubat 2015te, PKKlı hain teröristler tarafından düzenlenen
alçak saldırıda şehit olmuştur. Fırat Yılmaz
Çakıroğlu ve diğer ülküdaşlarımız Ege
Üniversitesinde yuvalanan öğrenci kisveli teröristlere karşı
sessiz kalmamış, Adam aldırma, geç git. dememiştir.
Fırat Yılmaz Çakıroğlu mütevazı duruşu, mücadele
azmi ve cesaretiyle tarih eğitimi ve öğretimi görürken, tarih okurken
adını tarihe yazdıran yiğit bir kardeşimizdir.
Üniversiteler öğrenci kisveli teröristlere teslim edilmeyecek, her türlü
terör örgütü kökünden kazınana kadar terörle mücadele devam edecektir.
Fırat Yılmaz Çakıroğlunun manevi şahsında, hain
terör saldırılarında hayatını kaybeden bütün
şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Sayın Başkan,
teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Sayın Oluç, buyurun.
18.-
İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluçun, 21 Şubat
Uluslararası Ana Dili Gününü kutladığına, ülkede çok dilli
bir yaşamın birlik duygusunu pekiştireceğini
düşündüğüne, son zamanlarda belli çevrelerin akademi, hukuk ve insan
hakları dünyasından insanları hedef hâline getirdiğine ve
bu zihniyetin bugün ülkede yürütme görevinde bulunduğuna, yürütmenin
çeşitli mensupları tarafından akademi, insan hakları ve
hukuk dünyasına yönelik yapılan saldırıları kınadıklarına,
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkan
Vekili Mehmet Uçumun, Hiç kimse bu ülkede İletişim Başkanlığı
kurumundan hesap soramaz. derken kendilerini kastettiğine, devletin
eleştirilemez, hesap vermez ve kutsal olduğunun ilan edildiğine,
devletin görevinin hesap vermek olduğuna, bu iktidarın
yaklaşımını kınadıklarını bir kez daha
ifade ettiğine ilişkin açıklaması
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın vekiller, 21
Şubat Dünya Ana Dili Günüydü, biraz gecikmeli de olsa Dünya Ana Dili Günü
kutlu olsun demek istiyorum ve bunu dilim döndüğünce birkaç dilde söylemek
istiyorum.
Zazacada
(x) demek istiyorum.
Ermenicede
(x) demek istiyorum.
Arapçada
(x) demek istiyorum ve Kürtçede, Kurmanci
lehçesinde
(x) demek istiyorum.
Çok dilli, çok kültürlü bir
ülkede ana dillerin özgürce kullanılması, ana dilinde eğitim ve
öğretimin yapılabilmesi toplumu bölmez, tam tersine birleştirir
ve bir araya getirir, güzelliktir ve zenginliktir, bunu hiç unutmayalım.
Dilini kaybeden bir millet
hafızasını kaybeder hatta hatta inancını kaybeder. Ana
diliyle bağları zayıflayan toplumların zamanla
sürüleşmesi, sömürgeleşmesi, kimliksizleşmesi kaçınılmazdır.
diyor. Kim diyor? Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep
Tayyip Erdoğan. Gerçekten katılmamak mümkün değil. 35 ayrı
ülkede Türkçe, ana dil, ikinci veya yabancı dil olarak iletişim
sağlıyor. diyor Recep Tayyip Erdoğan ve baktığımızda,
bu 35 ülkede Türkçenin konuşulması ve kullanılması bu
toplumları, bu ülkeleri bölmüyor. Türkiyede de çok dilli, çok kültürlü
bir yaşam bölmez; tam tersine birleştirir, özgürleştirir,
insanları bir araya getirir ve birlik duygusunu pekiştirir diye
düşünüyorum.
İkinci değinmek
istediğim konu: Son zamanlarda, belli çevreler, hem akademi
dünyasından hem hukuk dünyasından hem de insan hakları
dünyasından insanları hedef hâline getiriyorlar ve ne yazık ki
bu zihniyet bugün Türkiyede yürütme görevinde bulunuyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Devam edin.
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Profesör Ayşe Buğra bunlardan biriydi, Eren Keskin,
Şebnem Korur Fincancı ve en son Profesör Üstün Ergüder de bunlardan
biri oldu. Üstün Ergüderin arkadaşları, öğrencileri, dostları
bir imza kampanyası başlattılar ve Her zaman demokrasiden,
özgürlükten, eşitlikten, hukuktan, üniversite özerkliğinden yana olan
ve tüm bu değerleri bütün yaşamı boyunca sorumluluk
aldığı alanlarda etkili kılan bilim insanı,
uluslararası akademi dünyasında büyük bir saygınlık
kazanmış Boğaziçi Üniversitesi eski Rektörü çok kıymetli
Profesör Doktor Üstün Ergüderin meslektaşı, öğrencisi, dostu,
arkadaşı olmaktan onur duyuyoruz. dediler. Bu yürütmenin
çeşitli mensupları tarafından akademi dünyasına, insan
hakları ve hukuk dünyasına yönelik bu saldırıları en
sert biçimde kınıyoruz ve protesto ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın
sözlerinizi.
HAKKI SARUHAN
OLUÇ (İstanbul) Tamamlıyorum efendim.
Son olarak değinmek
istediğim bir konu: Cumhurbaşkanı
Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk
Politikaları Kurulu Başkan Vekili gibi iki sıfat
taşıyan Mehmet Uçum geçen gün dedi ki Hiç kimse bu ülkede
İletişim Başkanlığı kurumundan hesap soramaz.
Bizi kastetti bunu söylerken. İletişim Başkanına Hesap
verecek. demek devletten hesap sormaktır; devlet hesap vermez. dedi. Çok
tuhaf bulduk, çok tuhaf bulduk. Yani Devletten hesap soramazsınız.
diyor. Daha 90larda devlete her türlü eleştiriyi yapıp birçok
suçlamada bulunup Hesap soracağız. diyenlerin iktidarında,
devlet birdenbire eleştirilemez oluyor, kutsal ilan ediliyor. E, devlet
kutsalsa biz yöneticiler de kutsalız demek isteniyor yani devlet
eleştirilemez, hesap vermez; yöneticiler de eleştirilemez, hesap
vermez demek istiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın
sözlerinizi.
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Tamamlıyorum efendim.
Biz çok açıkça şunu
vurgulayalım: Devlet kutsal değildir ve devletin görevi zaten hesap
vermektir, toplumdaki muhalif olanların da iktidarda olmayanların da
birinci görevi hesap sormaktır. Antik Çağda bile bu konu böyle
tartışılmadı yani Mehmet Uçum, maalesef, Aristodan Jean
Bodine, Machiavelliden Hobbesa, Rousseaudan postmodern düşünürlere
kadar hepsinin gerisinde olan bir akılla konuşuyor ve düşünüyor.
Yani Sümer tabletlerinde bile basit kaideler, kurallar Mehmet Uçumdan daha
ileri bir içeriğe sahip. Yani belli ki iktidar o kadar kör etmiş ki
kendilerini kutsal sayıyorlar. Biz bu düşünceye katılmıyoruz,
İletişim Başkanını eleştiriyoruz,
eleştiririz, hesap da sorarız çünkü kendisi devlet de değildir
üstelik. Firavun da kutsal ilan etmişti kendini Hesap
soramazsınız. diyordu ama tarihe geçen bütün firavunlardan hesap
soruldu. Türkiyede de hesap sorulan biri vardı, onu hatırlatmak
istiyorum. 12 Eylül 1980 askerî darbesini yapmış olan
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Oluç, son kez açıyorum.
Buyurun.
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Son cümlelerim
Teşekkür ediyorum.
cunta şefi Kenan Evren
Her şeyi devlet adına yapıyorum. diyordu ama sonunda
yargılandı, mahkûm oldu ve devlet adına yaptığı
her şeyden mahkûm olmuş oldu. Dolayısıyla, hesap vermek,
hesap sormak demokrasilerde, devletlerde, iktidarın ve muhalefetin
olduğu bütün toplumlarda ve sistemlerde çok doğal, olması
gereken bir şeydir. Bunu yapamazsınız. diyen
anlayışın demokrasiyle alakası yoktur; otokrattır,
diktatördür. Bu Her şeyi ben belirlerim. anlayışıyla bu
işler yürümez, bunu bir kez daha söyleyelim. Bu iktidarın
yaklaşımını da bu açıdan sert biçimde
kınadığımızı bir kez daha ifade edelim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın
Özkoç
19.-
Sakarya Milletvekili Engin Özkoçun, Genel Kurulda 3 araştırma
komisyonu raporunun görüşüleceğine, Meclisin ortak sorunların,
ortak zenginliklerin birlikte değerlendirildiği, beraber politika
üretildiği bir zemin olduğuna, şehitlerin
acısının ortak olduğuna, işsizliğin, pandeminin,
kadın cinayetlerinin, çocuk istismarlarının ortak sorunlar
olduğuna, iklim değişikliği ve kuraklığın
ortak kaygı olduğuna, sorunları birlikte çözmeye
çalışmak zorunda olunduğuna, ortak aklın
çalıştırılması gerektiğine, 12nci Dönem kursiyer
astsubayların sehven KHK mağduru olduğuna, 900 astsubay ve 60
uzman çavuşun beş yıldır atama ve terfi beklediklerine,
araştırılmadan ilişiklerinin kesilmesinin bir
mağduriyet olduğuna, bu mağduriyetin daha da
ağırlaşmadan ortadan kaldırılması
gerektiğine, bunun herkesin görevi olduğuna ilişkin
açıklaması
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya)
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda 3 araştırma komisyonu raporunu
görüşeceğiz. Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partilerimizin
temsilcilerinin yer aldığı, birlikte
çalıştığı komisyon raporları bunlar. Meclis,
çatısı altında ortak sorunlarımızın, ortak
zenginliklerimizin birlikte değerlendirildiği, beraber politika
üretildiği bir zemindir. Bizim bugün Türkiyede en fazla
ihtiyacımız olan bu ortaklık ve uzlaşı zeminidir. Başarabildiğimiz
alanlar var, bunu çoğaltmalıyız.
Şehitler ortak
acımızdır; işsizlik, pandemi, kadın cinayetleri, çocuk
istismarları ortak sorunlarımızdır. Ülkemizin hazinesi
ortak zenginliğimiz; eğitime erişemeyen, yatağa aç giren
çocuklar ortak derdimizdir; iklim değişikliği, kuraklık
ortak kaygımızdır. Hangi partinin insanı diye bakmadan
sorunları çözmeye, doğruyu birlikte yaratmaya çalışmak
zorundayız.
Halkımız çok zor
durumda, ekonomik ve sosyal olarak zorunlu bir süreçten geçiyoruz. Doğru
işleyen bir siyasete ihtiyacımız var ve ortak akla
ihtiyacımız var. Demokrasi uzlaşma kültürüdür; uzlaşı
anlamakla, soru sormakla, hesap vermekle, birlikte üretmekle mümkün olur. Bu
Meclis çatısı altında her birimizin sorumluluğu var.
Birlikte yol almanın gereklerini yerine getirmeli, ortak aklı bir
arada çalıştırmalıyız.
Değerli
arkadaşlarım, 12nci dönem kursiyer astsubayları sehven KHK
mağdurudurlar. 900 astsubay ve 60 uzman çavuş beş
yıldır atama ve terfi bekliyor. Darbe girişimi sonrasında,
30 Ağustos 2016da mezun oldular.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Devam edin.
Buyurun.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya)
İzne gönderildiler ve 29 Ekimde yayınlanan KHKyle
araştırmadan, soruşturmadan ilişkileri kesildi. Bu bir
mağduriyettir. Güvenlik soruşturmaları yapıldı.
Adlarına açılmış herhangi bir dava da yok. İçlerinde
varsa kuruyu yaştan ayıklamak da devletin görevidir.
İçişleri Bakanı bu çocuklara söz verdi. Görüştükleri herkes
Haklısınız, mağdursunuz; düzelecek, atamalarınız
olacak. vaadinde bulundu ancak sonuç yok, bu vatan evlatları hâlen
bekliyorlar. Mağduriyet daha fazla
ağırlaştırılmadan artık ortadan
kaldırılmalı, atamalar yapılmalıdır. Bu,
hepimizin görevi.
Teşekkür ediyor,
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın
Akbaşoğlu...
20.-
Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlunun, AK
PARTİ Grup Başkan Vekili Özlem Zengine yapılan çirkin
saldırıları kınadığına ve bu konuda herkesin
dayanışma içerisinde olması gerektiğine, Özlem Zengine
karşı hakaretamiz yaklaşımlar karşısında
ikiyüzlü tutumu nedeniyle Twitteri bir kez daha kınadığına,
bugünün 1998 yılında İstanbul Üniversitesinde insanların
kıyafetleri, başörtüleri, sakalları nedeniyle kampüse
girmelerinin yasaklandığı bir gün olduğuna, ülkenin bugünkü
kazanımlarının demokratik hakların kullanılması
açısından ne kadar önemli olduğunu görmemenin mümkün
olmadığına, gençlerin kendileri, aileleri, millet ve bütün
insanlık için en güzel başarılara imza atacaklarına
inancını belirtmek istediğine, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
Anayasasına göre resmî dilin Türkçe olduğuna, Türkçe
dışında hangi dille konuşulursa konuşulsun
kayıtlara İç Tüzük gereğince aynı şekilde geçtiği
hususunun herkes tarafından bilindiğini hatırlatmak
istediğine, terörle ve terör örgütleriyle mücadelenin kesintisiz bir
şekilde süreceğine, önümüzdeki aylarda millî eğitim ordusuna 20
bin yeni öğretmenin dâhil olacağı müjdesini hatırlatmak
istediğine, hiçbir ayrım gözetmeksizin 84 milyona hizmet edeceklerine
ilişkin açıklaması
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Değerli milletvekilleri,
hepinizi hürmetle selamlıyorum.
Öncelikli olarak, Grup
Başkan Vekilimiz Sayın Avukat Özlem Zengin Hanımefendiye bir
müptezelin çirkin ve alçakça saldırıları nedeniyle bu
saldırıları kınıyorum, lanetliyorum ve bu konuda bütün
herkesin ortak bir dayanışma içerisinde olması gerektiğinin
altını çizmek istiyorum. Bu vesileyle de Twitterın, o sosyal
mecranın, teröristlerle ve birtakım sapkınlarla ilgili
eleştirileri dahi engellediği hakikatinden yola çıkarak,
Sayın Özlem Zengin Hanımefendiye karşı bu alçakça, hakaretamiz
yaklaşımların karşısında ikircikli, ikiyüzlü
tutumu nedeniyle de Twitterı kınadığımı
belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
tarihte bugüne bir baktığımızda, bir İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olarak, maalesef, 1998 yılında
bugünün, İstanbul Üniversitesinde insanların kılık
kıyafetleri nedeniyle, başörtüleri nedeniyle, sakalları
nedeniyle üniversite kampüsüne girmelerinin yasaklandığı bir gün
olması, gerçekten, bizi yaklaşık yirmi üç yıl öncesindeki
yaşadıklarımıza tekrar, şöyle bir muhasebe yapmaya
götürdü. O günden bugüne geldiğimizde, Türkiyenin hangi badireleri
atlattığını, nerelere ulaştığını,
elhamdülillah, bu kazanımların, Türkiyenin bugünkü kazanımlarının
ne kadar değerli olduğunu hep beraber idrak edebilme, görebilme, bu
konudaki bütün ayrımların ortadan kalktığını
bizzat yaşama imkânına erişmemizin demokratik hakların
kullanılması açısından ne kadar büyük bir önemi haiz
bulunduğunu görmemek mümkün değil.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Devam edin,
buyurun.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Bu nedenle ben, gençlerimizin
ümidimiz olduğuna, geleceğimiz olduğuna, onların
derslerinde gerçekten başarılı bir şekilde, kendileri için,
aileleri için, aziz milletimiz için ve bütün insanlık için en güzel başarılara
imza atacaklarına tam manasıyla inancımızı da
belirtmek isterim.
Efendim, biraz evvel, tabii,
kürsüde konuşan hatip ile daha sonra gündeme gelen konuşmalar
içerisinde Anayasa ve İç Tüzük gereğince şunu ifade etmek
isterim: Türkiye Cumhuriyeti devletinin Anayasasına göre resmî dili
Türkçedir, ortak dilimiz Türkçedir; sonuç itibarıyla Türkçe
dışında hangi dille konuşulursa konuşulsun, bunun
kayıtlara İç Tüzük gereğince bir şekilde, aynı şekilde
geçtiği hususu herkes tarafından bilinmektedir, bunu hatırlatmak
isterim.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın
sözlerinizi.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Sonuç itibarıyla, değerli
arkadaşlar, bu konuda terörle ve terör örgütleriyle mücadelemiz kesintisiz
bir şekilde sürecektir, terör örgütlerine ilişkin mutlaka hesap
sorulmaktadır ve sorulacaktır. Bunun örneği en son Garada da
görülmüştür, Kandilin kapısı olan Gara teröristlerin
başına yıkılmıştır. Bu konuyla ilgili
Kandilde de Sincarda da gerekli bütün müdahaleler devletimiz tarafından
yapılacaktır, bundan da hiç kimsenin şüphesi bulunmasın.
Diyarbakır Anneleri bu konuda en güzel ifadeyi ortaya koymaktadır:
Devletimiz var olsun, PKK terör örgütü kahrolsun. sözü her şeyi özetlemektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sözlerinizi
tamamlayın.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Bu vesileyle, son olarak, önümüzdeki
aylarda, inşallah, millî eğitim ordumuza 20 bin öğretmenin de
dâhil olacağı müjdesini buradan bütün sevgili vatandaşlarımıza
hatırlatmak isterim. İnşallah, 84 milyon
insanımızın tamamına hiçbir ayrım gözetmeksizin hizmet
edeceğimizi, üstün gayretle çalışacağımızı
tekrar ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN Nedir
Sayın Oluç, 60a göre mi söz talebiniz?
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Evet.
BAŞKAN 60a göre bir
dakika, buyurun.
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Teşekkür ederim.
Kayıtlara geçmesi için
söylüyorum: Çok manidar buldum. Kürsüde konuşan hatibimiz, Dünya Ana Dili
Günü itibarıyla Türkçe konuştuklarını Kürtçe de
söyleyeceğim. dedi, ikisinin çevirisini yaptı. Ben, bulunduğum
yerden Zazaca, Ermenice, Arapça ve Kürtçe Dünya Ana Dili Günü kutlu olsun.
sözlerini söyledim. Sayın Grup Başkan Vekilinin bunları
değerlendirirken, bu ana diller, Kürtçe ana dil meselesini konuşurken
meseleyi teröre getirmesi, aslında Kürtçeye bakışını,
Kürt halkına bakışını bir kez daha ortaya koydu. Bunun
kayıtlara geçmesi için bir dakika söz aldım.
Teşekkür ediyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
MEHMET RUŞTU
TİRYAKİ (Batman) Aynen öyle!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) Bununla ne alakası var!
MAHMUT TOĞRUL
(Gaziantep) Kürtçeden bahsediyoruz, o nereden bahsediyor?
MEHMET RUŞTU
TİRYAKİ (Batman) Kürtçeden bahsediyoruz, terör diyor ya!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) PKK, kurban olsun Kürtlere!
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın
Akbaşoğlu, 60a göre bir dakika yerinizden söz vereceğim.
Buyurun.
21.-
Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlunun,
İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluçun yerinden sarf ettiği
bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Bu, kesinlikle büyük bir
çarpıtmadır. Bakın, ana dille ilgili, bir şekilde
yabancı dil olarak, bilinmeyen bir dil olarak geçtiğinden hareketle
bir eleştiri getirildi. Bu konudaki bahsi kapattım, bir başka
bahis olarak açtım. Alakası yoktur demek ki
BAŞKAN
Anlaşılmıştır.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Ancak bütün meseleleri bu
şekilde çarpıttıklarının bir ispatıdır bu
mesele. Sonuç itibarıyla, PKK, ana dilde konuşan Kürtlerin en büyük
düşmanıdır, bu konuda net bir durum söz konusudur. Bütün Kürtlerin,
PKKnın karşısında olması lazım gelir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET RUŞTU
TİRYAKİ (Batman) HDPyle konuşuyorsun, HDPyle.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Hiç alakası olmayan bir
şey.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Sayın Başkan, bana da bir dakika verebilir misiniz?
BAŞKAN Size veremem
Sayın Tanal.
Evet, Sayın Oluç 60a
göre bir dakika daha söz vereceğim ama mikrofonu son kez açıyorum,
bir daha açmayacağım arkadaşlar.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Sayın Başkan, bir dakika daha verebilir misin?
BAŞKAN Buyurun
Sayın Oluç.
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Sayın Başkan, Çarpıtmadır. diyerek
sataşmada bulundu, onun için 60a göre istemiyorum.
BAŞKAN Yerinden
değil, o zaman kürsüden.
Buyurun. İki dakika
süreniz.
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Tutanakları isteyelim, tutanaklarda daha net bir şekilde çıkar
ortaya. Ben Sayın Akbaşoğlunun bahsettiği gibi
anladım Sayın Başkan.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Sayın Başkanım, milletvekilleri arasında
ayrımcılık yapmayın, sizden istirham ediyorum.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Ben herhangi bir sataşmada
bulunmadım.
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Çarpıtma. dediniz.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Çarpıttınız. Ne
alakası var, açık bir şekilde çarpıttınız.
BAŞKAN Efendim, burada
bir açık sataşma vardır.
Buyurun Sayın Oluç.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Başkanım, herkese söz veriyorsun, bana niye söz vermiyorsun?
BAŞKAN Sayın
Tanal, siz de birisiyle anlaşın, size sataşsınlar,
sataşmadan vereyim.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Ben size sataşıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Buyurun
Sayın Oluç.
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluçun, Çankırı
Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlunun yaptığı
açıklamasında HDPye sataşması nedeniyle
konuşması
HAKKI SARUHAN OLUÇ
(İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın vekiller,
konuştuğumuz konunun ne olduğu belli ama
yaklaşımınız hep böyle olduğu için ben
itirazımı dile getirdim ve kayıtlara geçsin istedim. Yani
Kürtçeden bahsediyoruz, siz lafı teröre getiriyorsunuz; hukuktan
bahsediyoruz, lafı teröre getiriyorsunuz. Anlayışınız
bu.
Daha geçen gün sizin
partinizin bir yöneticisi, Genel Başkan Yardımcınız Mehmet
Özhaseki, bize oy veren seçmenlerin hepsine bela okudu ya, hepsine bela okudu
kendisi.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Alakası yok.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Devamla)
Şimdi, bakın, anlayışınız bu. Şimdi, Kürt
düşmanlığını öyle bir noktaya getirdiniz ki, sizin bir
Genel Başkan Yardımcınız bize oy veren 6 milyondan fazla
seçmene bela okuyabiliyor, beddua edebiliyor, bir halka bela okuyor. Şimdi
böyle bir durumla karşı karşıyayız ve o adam hâlâ
iş başında, hâlâ sizin yöneticiniz, hâlâ onu
kınamadınız. Kendisi bir de özür dilemeye
kalkıştı, özrü kabahatinden büyük ya. Dedi ki: Heyecanlanmışım.
Yani heyecanlanınca bir halka bela okumak, bir partinin milyonlarca
seçmenine bela okumak normal oluyor, öyle mi? Yani Ben yanlış
yapmışım, bir halka bela okumakla yanlış
yapmışım, öz eleştiri veriyorum. diyemedi. Bu erdemi
gösteremedi. Neden? Çünkü bir kuyruk acısı var. Çünkü Ankarayı
ona kaybettirdiğimiz için bizim seçmenlerimize, bize oy veren Kürt
halkına ve Türkiye demokrasi güçlerinin tamamına bela okuma
hakkını kendisinde görüyor. Bakın, biz ona bela okumuyoruz, onu
savunanlara bela okumuyoruz, ona oy verenlere bela okumuyoruz ama kendisini
Allaha havale ediyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun
Sayın Akbaşoğlu.
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Aynı şekilde bir
sataşma söz konusu hem grubumuza hem Genel Başkan
Yardımcımıza ve onun üzerinden AK PARTİye. Alakası
olmayan hususlarla çarpıtarak bir beyanda bulundu, ben de cevap vermek
istiyorum sataşmadan dolayı.
HÜDA KAYA (İstanbul)
Ne dedi, ne dedi?
BAŞKAN Size de söz
vereceğim sataşmadan ama rica ediyorum yeni bir sataşmaya yol
açmadan Sayın Akbaşoğlu.
MAHMUT TOĞRUL
(Gaziantep) Sataşma yok Başkan.
BAŞKAN Yoksa
birleşime ara vereceğim.
Buyurun.
2.-
Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlunun,
İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluçun sataşma nedeniyle
yaptığı konuşmasında AK PARTİye ve AK PARTİ
Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhasekiye
sataşması nedeniyle konuşması
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Çankırı) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; çok açık bir şekilde her şey
tutanaklarda belli, ben hiç kimseyle ilgili bir sataşmada bulunmadım.
Sonuçta, burada konuşmacının bir beyanına dönük, efendim,
Kürtçeyle ilgili veya başka bir dille ilgili konuşmanın
bilinmeyen bir dil olarak bütün diller için geçirildiğine ilişkin
İç Tüzükle ilgili hususu hatırlattım.
MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep)
Barack Obama burada konuşurken bilinmeyen dil mi dediniz?
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Devamla) Ama konuşma metnimde
konuşacağım hususlara ilişkin, bu konularla ilgili, terörle
ilgili mücadelemize ilişkin bir bahis söz konusu olduğu için bu konuyla
ilgili de hatırlatmada bulundum ancak tamamen olayları
çarpıtarak başkalaştırdınız. Şunu çok iyi
bir şekilde ifade edelim ki, bütün olaylar böyle çarpıtmadan
dolayı sizler tarafından kamuoyuna aktarılıyor. Kürtlerin
düşmanı PKKdır. PKK, ASALA örgütünün yerini almış bir
örgüttür ve aslında Kürdistan için değil, büyük Ermenistan ve büyük
İsrail için çalışan, savaşan bir terör örgütüdür.
Dolayısıyla, biz bununla ilgili söz söylerken siz Kürt kardeşlerimizin
kendi ana dillerindeki konuşma hakkını gündeme getiren,
demokratik hak olarak bunu meşrulaştıran, kendi ana dilinde
kurslar görebilen, eğitimler yapabilen bir noktaya taşıyan AK
PARTİyi başka bir noktadan eleştirmeye ve PKKnın üstünü
örtmeye çalışıyorsunuz!
MAHMUT TOĞRUL
(Gaziantep) Nerede yaptı bunu nerede? Nerede yapılıyor?
MUHAMMET EMİN
AKBAŞOĞLU (Devamla) - Meselenin
özellikli noktası budur. Bu konuda PKKya terör örgütü deme
noktasında hep beraber bir ortak dili ortaya koyalım.
şeklindeki çağrımıza ayrıksı bir noktada
duruyorsunuz ve konuları karıştırıyorsunuz. Asla ve
kata benim söylemimi bağlamından kopartarak kimsenin çarpıtmaya
hakkı ve yetkisi yoktur. Söylediğimiz her şey ortadadır ve
sonuna kadar da arkasındayız.
Teşekkür ederim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep)
- Bela okumanın da arkasında mısınız Sayın
Başkan?
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Herhâlde şimdi bana bir dakika söz düşüyor, değil mi
Başkan? Ben şimdiye konuşmuştum. Cebinizde paranız
mı bitecek Başkanım, bir dakika verseniz ne olacak? Sayın Başkan,
ben şimdiye bir dakika konuşmuştum yani bir para
kaybınız mı olacak?
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
İYİ PARTİ
Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
VI.-
ÖNERİLER
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
İYİ PARTİ Grubunun, Kocaeli Milletvekili Grup Başkan Vekili
Lütfü Türkkan tarafından, engelli çocuğa sahip olan ailelerin
yaşadığı sorunların araştırılarak
çözüme kavuşturulması amacıyla 28/12/2020 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan
(10/3623) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 23 Şubat 2021 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
23/2/2021
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu
23/2/2021 Salı günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzükün 19uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla
arz ederim.
Lütfü
Türkkan
Kocaeli
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Kocaeli Milletvekili Grup
Başkan Vekili Lütfü Türkkan tarafından, engelli çocuğa sahip
olan ailelerin yaşadığı sorunların
araştırılması ve çözüme kavuşturulması
amacıyla 28/12/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırma
önergesinin diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerin
23/2/2021 Salı günkü birleşimde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Önerinin
gerekçesini açıklamak üzere, İYİ PARTİ Grubu adına
Sayın Hüseyin Örs, buyurun. (İYİ PARTİ
sıralarından alkışlar)
İYİ PARTİ
GRUBU ADINA HÜSEYİN ÖRS (Trabzon) Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; özel gereksinimleri olan çocukların
ailelerinin yaşadığı sorunların
araştırılması ve çözüme kavuşturulması
hakkında İYİ PARTİ Grubu olarak vermiş olduğumuz
önerge hakkında söz aldım. Genel Kurulu saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
özel gereksinimleri olan çocuklara bakım verenlerin yüzde 93,4ü birinci
dereceden yakınlarıdır yani anneleridir, babalarıdır,
kardeşleridir, ailenin içindendir. Bu çocukların ailelerinin
karşılaştığı birçok problem var. Bu problemler
bizlere geldiği gibi zaman zaman siz değerli milletvekillerimize de
gelmektedir. Bu problemlerin başında, bu aileler,
çocuklarının bakımında yardım alacakları kimsenin
olmadığını söylemektedirler, yani çocuklarının
bakımıyla yalnızca kendilerinin uğraşmak zorunda
kaldıklarını, tek başına olduklarını ifade
etmektedirler. Çocuğun geleceğiyle ilgili kaygılar, aile içinde
uyumsuzluk, engelin yaşam
kısıtlayıcılığı, çocuğun sağlık
sorunlarının tedavisinde karşılaşılan sorunlar ve
bakımının oluşturduğu ek ilave masraflar özel
gereksinimleri olan çocuğu bulunan aileler için önemli bir problem hâline
gelmektedir, sorun hâline gelmektedir.
Değerli arkadaşlar,
engelli ailelerin eğitilmesi, engellilerin sosyal katılım ve
fırsat eşitliğinin sağlanması doğrultusunda sivil
toplum, kamu sektörü ve üniversiteler arasında iş birliğinin
güçlendirilmesi gerekmektedir. Devlet bu hususta gerekli adımları bir
an önce atmalı, bu ailelerimizin taleplerini yerine getirmelidir.
Değerli milletvekilleri,
Dünya Engellilik Raporuna göre dünyada ve Türkiyede engelli
insanlarımızın sayısı gün geçtikçe artmaktadır.
Annemiz, babamız, komşumuz, arkadaşımız,
kardeşimiz engelli olabilir. Birlikte iç içe yaşıyoruz ama ne
yazık ki engelliler sayıları kadar görünür değildirler.
Sokakta, okulda, iş yerlerinde, parklarda onlara çok rastlayamıyoruz
çünkü toplum olarak onlara yeterli ölçüde erişilebilir ortamları
sağlayamıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
engellilere verilen haklar sosyal devlet anlayışında eşit
yaşama hakkı kapsamında yapılması gereken
düzenlemelerdir. Unutmayalım ki engelli vatandaşlarımıza
verilecek haklar bir lütuf değil, sosyal devlet anlayışıyla
eşit yaşama hakkı kapsamında yapılması gerekenlerdir.
Değerli arkadaşlar,
biz İYİ PARTİ olarak toplumun her kesiminin
sorunlarını -gerek milletvekilleri gerek diğer yöneticilerimiz-
her zeminde dile getiriyoruz, bizler Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu
sorunları dile getiriyoruz. Sayın Genel Başkanımız da
grup toplantılarımızda milletin sesi kürsüsünde farklı
kesimlerin temsilcilerine söz veriyor. Keşke TRT yayınları
kesmese de bizi idare edenler de milletin kürsüsündeki milletin sesine kulak
verse. Değerli arkadaşlar, bugün de grup toplantımızda lise
döneminde geçirdiği kaza sonucunda engellilikle tanışan bir
kardeşimiz konuktu, bir kızımız konuktu ve kendisinin ve
tüm engellilerin yaşadığı sorunları dile getirdi. Ben
de kendisini çok dikkatli dinledim. Bu kardeşimiz der ki: 2021 e-KPSS
sonrasında yaklaşık 200 bin engelli birey atama bekliyor. Bu
kardeşimiz der ki: Yerel yönetimlerin yetki alanına giren otopark,
büfe, dükkân ve pazar tezgâhı gibi yerlerde kiralama yoluyla işsiz
engelli bireylerin yararlanması sağlansın. Yine bu engelli
kardeşimiz bugün sabah bizim grup toplantısında dedi ki:
Otobüslerdeki asansörler ile üst geçitlerdeki asansörlerin sık sık
arızalanması bizler için ulaşımı içinden
çıkılmaz bir hâle getirmiştir. Yine bu kardeşimiz bugün
dedi ki: Engellilerin medikal malzeme, protez, cihaz ve benzeri
ihtiyaçları bir sosyal devlet olma gereği ve pozitif
ayrımcılığın getirisi olarak Sağlık
Bakanlığı tarafından ücretsiz olarak
karşılansın ve özellikle maddi sıkıntılar içinde
olan engelli bireyler bu konuda mağdur edilmesin.
Ben de bugün grup
toplantımızda bu sorunlarını dile getiren ama TRTde
yayınlanmayan kardeşimin sözlerini yüce Meclise arz ediyor, Genel
Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve
CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Filiz Kerestecioğlu Demir
konuşacak.
Buyurun. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ PARTİ grup
önerisi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Evet, Türkiyede gerçekten
nüfusun yüzde 12,3ünün engelli olduğu saptanmış durumda. Bu,
ailelerle birlikte tabii ki 3 katına çıkıyor ve neredeyse
nüfusun yüzde 38i, yaklaşık 30 milyonu, engelli ve ailelerinden oluşuyor.
Bu, ciddi olarak gerçekten ele alınması gereken bir durum. Engelliler
öncelikle diyor ki: Engellerseniz engelliyiz yani siz engellediğiniz için
aslında engelliyiz. Muhtaç, hasta ve âciz olmakla eş kabul edilen
hatta bazen sivil toplum kuruluşları tarafından da
pekiştirilen engelli algısının değişmesi
gerektiğini ifade ediyorlar.
Engelliler, insanların
çeşit çeşit özellikler taşıdıklarını ve
-tırnak içerisinde söylüyorum- tam ve eksik gibi ikilikler
yaratmanın kendisinin zaten ayrımcılığın esas
nedeni olduğunu ifade ediyorlar. Bu nedenle arkadaşlar, sahip olunan
bu zenginliği tıpkı cinsiyet ya da farklı bir kimlik gibi
ele almamız gerekiyor. Halkların Demokratik Partisi Engelli
Komisyonumuz da hem engellilerin yaşadıkları sorunları hem
de çözüm önerilerini ortaya koydukları bir engelli manifestosu
hazırlığı içerisindeler ve engelliliği bireysel bir
durum olarak değil, birey ile toplum arasında bir etkileşim
olarak tanımlıyor. Bu nedenle de ön yargılar, klişeler,
bilgiye erişim, binalara, ulaşıma erişim ve sosyal
organizasyondaki başarısızlıklar gibi
sorunlarının çözümünün toplumsal olduğunu savunuyorlar. Her
alanda geçerli olduğu gibi önemli olan, engellileri konunun öznesi hâline
getirmek, ortaya koydukları önerilere kulak vermek.
Burada bir noktayı daha
vurgulamak isterim: Engellilere yapılan yardımlar ailelerin gelir
durumları esas alınarak yapılıyor yani birey olarak o
kişiyi kabul etme anlayışının nasıl da
olmadığını görebiliyoruz bu örnekten de. Bu nedenle,
gerçekten engellilere kulak vermek, onların önerilerini getirmek,
onları tartışabilmek önemli ama biz engellilerimiz,
çocuklarımız, kadınlarımız diliyle konuşmaya ve
tartışmaya devam ettikçe sürekli sahiplenme görüntüsü altında
aslında sorunları hiçbir şekilde ortaya koyamayız ve
onlarla da başa çıkamayız.
Sonuç olarak, önergeyle talep
edilen komisyonun kurulması gibi engellilere kulak vermemize vesile olacak
her girişime ellerimizi kaldırmamız gerekir diyorum,
saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Sayın Ali Fazıl Kasap.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ
FAZIL KASAP (Kütahya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
her ne kadar önergede engelli çocuklara bakım diye yazılmak
zorundaysa da özel gereksinimi, özel ihtiyacı olan çocuklar kapsamında
değerlendirmek gerekiyor ve bunun için, tüm engelliler için bu
araştırma önergesine ve bir komisyon kurulmasına sonuna kadar
destek vereceğiz.
Bakın, bu resimde bir
kız çocuğumuz var; artık kız çocuğumuz
diyemeyeceğim, bir erişkin, şu anda 19-20 yaşlarında.
Ben çocuk hekimiyim, bunun benzeri yüzlerce çocukla
karşılaştım. Olay sadece bir para vermekle, işte
engelli yardımı veya aile bakım ödeneği vermekle bitmiyor.
Bu çocuğumuz 10 yaşına kadar ilkokula gitmemişti.
Bulunduğum ilde bu çocuğun gidebileceği hiçbir ilkokul yoktu,
tekerlekli sandalyeye mahkûm. 10 yaşında okuyamaz. diye
Aileye
ısrar edip bu çocuğun ilkokula gitmesini sağladık, okulda
rampa yapıldı; daha sonra, ikinci sene üst kata geçmesi gerekti,
okula engelli asansörü yaptırdık. Tuvaletleri ergonomik olarak o
çocuk için değiştirdik. Sonra bu kız çocuğumuz bir liseye
gitti; kız meslek lisesini bitirdi, şu anda 21-22 yaşında
ve hayata dört elle bağlanıyor. Tek kusuru; bazı engeller var,
şehirde istediği yere gidemiyor. Ailesi her gün bu çocuğu
kucakta götürdü, servisleri yok, rehabilitasyon falan hepsi Hak getire.
Özellikle rehabilitasyonla ilgili de sıkıntılar var, ödenekler
yetmiyor. Bu çocuğun 10 yaşına kadar kalmasının
sebeplerinden biri de mutlaka evde birinin başında beklemesi
gerektiği içindi. Arkadaşlar, Türkiyede şu anda engellilere
bakış açısı bu.
Bir diğer çocuğumuz
-yine, kendisinin belinin altı tutmuyor- Sabancı Üniversitesi -ismini
vermeyeceğim- Mekatronik Bölümünü ikincilikle bitirdi, Fransada doktora
yaptı, şu anda kendisi bilgisayar konusunda doktora sahibi bir
yetişkin; hayata bağlandı, şu anda yazılım
yapıyor ve bir çocuğumuzu kazandırdık.
Şimdi, oradan başka
bir mevzuya kısaca geçmek istiyorum: İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın. diye bir söz var, sık sık
kullanılıyor. Türkiyede SMA-1de 0-2 yaş grubunda sadece 100
hasta var ve Sağlık Bakanı ısrarla diyor ki: Yeterli
çalışma yok. Amerika yapmış, Almanya yapmış,
İngiltere yapmış, Japonya yapmış, 200 milyon dolar
tutuyor; uçağın yarısını satsanız yeterli.
Bu önergeye sonuna kadar
destek veriyoruz, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Orhan Erdem.
Buyurun. (AK PARTİ
sırasından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
ORHAN ERDEM (Konya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
İYİ PARTİnin engellilere dönük önerisi üzerine AK PARTİ
adına söz almış bulunmaktayım. Tüm Gazi Meclisi ve
ekranları başında olan halkımızı saygıyla,
hürmetle selamlarım.
AK PARTİ engelliler
noktasında bu ülkeye bir şanstı. 2001 yılında, parti
daha iktidara gelmeden, parti programındaki anlayışıyla tüm
illerde ve genel merkezinde özürlüler koordinasyon merkezini kurdu; Lokman Ayva
Vekilimiz sağ olsun, o zaman onun da katkılarıyla çok önemli
adımlar atıldı. 2005 yılında, bu ülkede yok
sayılan engellilere dönük özel eğitim, istihdam, sosyal
yardımlar, evde bakım, özel bakım ve erişilebilirlik
konularında tek tek onların menfaatine dönük adımları
içeren maddeler -1.500 madde- bu Meclisten çıktı. 2007, 2008 ve 2016ya
kadar da Birleşmiş Milletlerde engelli hakları noktasında
sözleşmeye ilk imzayı atan ülkemiz, 2016 yılında kanunlarda
da bu değişiklikleri yaparak ek protokolü de hayata geçirdi. 2010da
Anayasanın 10uncu maddesine eklenen fıkrayla engellilere dönük
pozitif ayrımcılık ayrı bir bakış
açısını da yine getirdi.
Kısaca, bu önergede
bahsedilen konuların hepsi hayata geçmiş durumda. Şu anda
engellilerin eğitiminden, rehabilitasyonundan
Kütahya Vekilimizin
bahsettiği örnekler tek tük çıkar, her şey bitti demiyoruz ama
nereden nereye gelindiğini birazcık vicdanla anlamak gerekir diyorum.
Şu anda 600 bine yakın engelli için Ailesi baksın,
dışarıda imkânı yok. İşte
çalışırsa bu aç kalır, kendi de bakamaz. diyerek devlet
bunlara maaş bağladı ve çocuklarına veya engellisine
baktırıyor, bakamıyorsa parasını ödeyerek -30 bine
yakın- merkezlerde baktırıyor.
Yine, önergede bahsedilen
Geçici hizmet verilsin
Kırk beş gün veya daha fazla, aile talep
ederse bu noktada merkezlerde engellilere bakım veriliyor.
Kısaca, engelliler
konusunda AK PARTİnin yaptıklarını saysam burada bize
saatler yetmez. Önergede bahsedilen, bence yeterince özenle
hazırlanmamış konuların hepsi zaten hayatta olanlar.
Şu denebilir: Daha iyisine ulaşalım, daha çok şey
yapalım. Buna da AK PARTİ olarak Hükûmetlerimiz
uğraştı, uğraşıyor. Bundan sonra da
uğraşacağımızı herkes biliyor.
Selam ve saygılar. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN İYİ
PARTİ grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul edilmemiştir.
Halkların Demokratik
Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır. Okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
2.-
HDP Grubunun, Mardin Milletvekili Ebrü Günay ve arkadaşları
tarafından, ana dil hakkının uygulanması için gerekli
tedbirlerin alınması ve önündeki engellerin kaldırılması
amacıyla 23/2/2021 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 23
Şubat 2021 Salı günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu
23/2/2021 Salı günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzükün 19uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Öneri:
23 Şubat 2021 tarihinde
Mardin Milletvekili Sayın Ebrü Günay ve arkadaşları
tarafından verilen (11705) grup numaralı ana dil hakkının
uygulanması için gerekli tedbirlerin alınması ve önündeki
engellerin kaldırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırması Önergesinin
diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 23/2/2021
Salı günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.
Hakkı
Saruhan Oluç
İstanbul
Grup
Başkan Vekili
BAŞKAN Önerinin
gerekçesini açıklamak üzere Halkların Demokratik Partisi Grubu
adına Sayın Mehmet Ruştu Tiryaki.
Buyurun. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA MEHMET
RUŞTU TİRYAKİ (Batman) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ana dil hakkının Türkiyede
konuşulan tüm dillere uygulanması için gerekli tedbirlerin
alınması ve kültürel çeşitliliği, çok dilliliği
desteklemek amacıyla Anayasanın 98inci ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105inci maddeleri uyarınca bir
önerge sunduk. Bu önerge konusunda desteğinizi istiyorum. Öncelikle
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, bu vesileyle
Dünya Ana Dil Gününün tüm dünya halklarına kutlu olmasını ve
ana diller üzerindeki tüm baskıların
kaldırılmasını umuyorum.
1999 yılında
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO
tarafından 21 Şubat günü Dünya Ana Dil Günü olarak kabul edildi.
Bugünün kabul edilmesinin birkaç nedeni vardı; çok dilliliği ve
kültürel çeşitliliği desteklemek, ana dilin kullanımı ve
geliştirilmesinin önündeki yasal engelleri kaldırmak ve ana dili
öğrenim hakkına dikkat çekmek amaçları taşıyordu.
Aradan geçen yirmi iki
yılda Türkiyede konuşulan ve yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya olan veya kırılgan kategorisinde yer alan 18 dilin
korunması ve yok olmalarının önüne geçilmesi için hâlâ gerekli
anayasal düzenlemeler yapılmadı, ana dil hakkının önündeki
engeller kaldırılmadı.
İlk kez 2000
yılında dünya çapında kültürel çeşitliliği ve çok
dilliliği desteklemek amacıyla kutlanmaya başlayan Dünya Ana Dil
Günü kültürel olarak çok çeşitli olan Türkiye açısından da
oldukça önemli bir anlam taşıyor. Zira, UNESCO raporuna göre, dünyada
2.500, Türkiyede de 18 dil ya yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya veya büyük bir tehditle karşı karşıya.
Türkiyede konuşulan ve
yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan 3 tane dil var:
Bunlar; Ubıhça, Mlahso dili ve Kapodokya Yunancası. Yine, UNESCO
raporlarına göre, Adıgece, Abhazca, Kabar-Çerkez dilleri ile
Kürtçenin Zazaki lehçesi de kırılgan diller arasında yer
alıyor.
Bu yıl 22ncisi kutlanan
Dünya Ana Dil Günü, Kürtçe, Arapça, Lazca, Ermenice, Hemşince, Çerkezce,
Çeçence, Süryanice gibi dilleri konuşan milyonlarca insan, milyonlarca
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı kendi ana dillerinden
koparıldığı, kendi ana dilleriyle eğitim hakları
güvence altına alınmadığı için buruk bir ortamda
kutlanıyor.
Dünya Ana Dil Gününde
Türkiyede büyük bir insan hakkı olan ana dilinde eğitim hakkı
kısıtlanmıştır, bu politika sonucunda âdeta bir dil
kırımı yaşanmaktadır. Ana dilinin
kullanılmasının engellenmesi kuşkusuz toplumun
değişik kesimleri açısından büyük sorunlara yol açıyor
ama bundan en çok etkilenen çocuklar oluyor. Ana dilde eğitim hakkı
desteklenmediği için Türkiyede milyonlarca çocuk anne ve
babalarının dillerini öğrenemiyor, bu dil yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya. Birleşmiş Milletlere ve Avrupa
Konseyine tabi olan, bağlı olan ülkeler aslında ana dilin
korunması için pek çok uluslararası sözleşmeye imza attı.
İmza atan bu ülkelerden biri de Türkiye. Örneğin, Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu 18 Aralık 1992 tarihinde 47/135 sayılı
bir karar aldı. Bu karar uyarınca, taraf olan devletlerin tamamı
ana dilin korunması, geliştirilmesi ve kültürel
çeşitliliğin, zenginliğin geliştirilmesi amacıyla bir
dizi çalışma yürütecekti. Evet, Türkiye bu sözleşmeye imza attı
ama imza attığı bu sözleşmedeki ana dilde eğitim
konusundaki bütün maddelere çekince koydu. Dolayısıyla, Türkiyede
ana dilde eğitim hakkı, resmî olarak uluslararası
sözleşmelere konulan çekinceler nedeniyle büyük bir sorunla
karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Asıl sorun
şu: Şimdi herkes diyor ki Anayasamız açık, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarına Türkçe dışında hiçbir dilde
ana dilde eğitim yaptırılamaz. Bu bir Anayasa kuralı.
Doğru, bu Anayasa kuralını tartışabiliriz ve bu Anayasa
kuralını tartışılır buluyoruz ama ana dili olarak
olmasa da bu ülkenin yurttaşlarına annelerinin diliyle, kendi
dilleriyle eğitim olanağı tanınması için hiç mi bir
adım atılamaz?
Ayrıca, ana dilde
eğitim hakkını savunan partimiz veya partimizin
dışındaki binlerce kurum
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU
TİRYAKİ (Devamla) Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Ek süre
vermiyorum Sayın Tiryaki.
Teşekkür ediyorum.
MEHMET RUŞTU
TİRYAKİ (Devamla) Sadece şunu söyleyeyim: Bunun başka
yolları var, ana dil temelli çok dilli eğitim yapılabilir. Bu
eğitim kurumlarının hepsinde elbette Türkçe eğitim
verilmelidir ama çocuklarımıza kendi ana dillerinde de eğitim
verilmesinin yolu açılmalıdır diyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Sayın Tekin Bingöl.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TEKİN
BİNGÖL (Ankara) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Çok hızlı
konuşmak zorundayım.
Herkesçe kabul edilen, asla
üzerinde tartışılmayacak bir konu vardır ki Türkiyenin ana
dili Türkçedir. Bu asla tartışılmaz ve Anayasada da güvence
altına alınmıştır. Ama Anayasanın bir başka
maddesi daha var, 10uncu madde; o maddede der ki: Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Bu
maddede bahsedilen özellikler nedeniyle hepimiz farklıyız ve bu
farklılıklarla birlikte eşit yurttaşız. Eşit
yurttaş olduğumuz için de bu bahsedilenlerin tamamı hepimiz için
bir haktır. Bunların başında da ana dil gelir. Çünkü ana
dil doğuştan kazanılmış bir haktır, ana dil bir
çocuk hakkıdır, yani çocuklar için vazgeçilmez bir haktır ve bu
hakkın kullanılması asla engellenmemeli.
Bakın değerli
milletvekilleri, insanlar iki ortamda kesinlikle ana dillerini kullanmak
isterler; biri hâkim önünde; diğeri hekim önünde. Niçin? Çünkü orası
onlar için hayati önem taşır. Onun için kendilerini çok iyi bildikleri
ana dilleriyle ifade etmek isterler. (CHP sıralarından
alkışlar) Dolayısıyla, ana dilini
kullandırtmadığınız zaman o insanların
hayatıyla oynamış olursunuz.
Bir başka şey daha
var, bazen Parlamentoda da bilinmeyen bir dil diye anlamsız bir cümle
sarf ediliyor. Vallaha, Parlamento dâhil bazı diller için bilinmeyen bir
dil dense dahi Kürtler rüyalarını Kürtçe görmeye devam edecekler.
(CHP ve HDP sıralarından alkışlar) Bilinmeyen bir dil
dense dahi bu topraklarda yaşayan bütün yurttaşlar kendi ana
dilleriyle düşünmeye devam edecekler ne kadar engellenirse engellensin.
Bakın, öyle büyük bir
tehlike var ki değerli milletvekilleri, bugün dünya üzerinde 7 bine
yakın dil var ama bunun 2.400 küsuru tehlike altında. Türkiyede de
bu tehlikeyi hisseden diller var; Abhazca, Adigece, Çerkezce, Lazca ve daha
birçok dil, 18 dil yok olmayla karşı karşıya. Gelin, bu
ülkenin güzelliği, o 7 bölgede var olan zenginliğimiz, bizi var eden
bu dillerin ve bu kültürün zenginleşerek devam etmesi için bu Parlamento
elinden geleni yapsın. Aksi takdirde, yarın, o 18 dil yok
olduğunda 18 farklı kültür bu topraklardan yok olacak; bu da herhâlde
sizi mutlu etmeyecektir. Nefret dili kullanmak
ayrıştırmayı, ötekileştirmeyi getirir, buradan da en
büyük zararı Türkiye çeker ve Türkiye uçurumun eşiğine gelir
diyor, saygılar sunuyorum. (CHP ve HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Hacı Ahmet Özdemir.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) Değerli Başkan, kıymetli
milletvekilleri, aziz milletimiz; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Burada, grup sözcülerinin
konuşmalarını dinleyince epeyce ortak bir karara neredeyse
gelmiş durumdayız kanaati bende hâkim oldu. Ruştu Beyi büyük
bir dikkatle dinledim, söylediği şey şu: Türkçe resmî dildir,
Türkiyenin ana dilidir. Eğitim kesinlikle Türkçe olmalıdır, biz
buna karşı çıkmıyoruz. Yalnız, Kürtçe dersler de
olmalıdır. Bu var, birazdan ben size bununla ilgili bilgileri
aktaracağım.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına konuşan arkadaşımız da gayet olumlu biçimde ta
baştan dedi ki: Türkçenin tartışmasız ana dil olduğu
kabul edilmelidir, resmî dil olduğu kabul edilmelidir ama Türkiyede
konuşulan diğer dillere de yaşama hakkı tanınmalıdır
çünkü bu, en doğal haklardan bir tanesidir. Buralarda zannediyorum hiç
kimsenin itiraz edeceği bir nokta yoktur. Zaten bununla alakalı da
biz gerekli düzenlemeleri 2000li yıllardan itibaren yapıyoruz,
özellikle 2002den sonra yaptıklarımız bunların hakikaten
gerçekleştiğini göstermektedir. Siz ana dil diye söylemeye devam
ettiğiniz sürece biz de bunları söylemeye devam edeceğiz. Nedir?
Bir defa Kürtçe isim konulması 2003ten itibaren mümkün hâle getirildi mi?
Getirildi; sadece ahlak kurallarına uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten
adlar bu kapsam dışında tutuldu. 2009dan itibaren radyo ve TV
yayınlarında Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde
yayına izin verildi mi? Verildi. Daha sonra TRT Şeş, şimdi
TRT Kurdî olarak yayın yapıyor mu? Yapıyor. 2004ten itibaren
özel kurslarla verilen Kürtçe eğitim devam ediyor mu? Ediyor. 2012-2013
eğitim öğretim yıllarından itibaren Yaşayan Diller ve
Lehçeler dersinde yer alan Kürtçenin, 5inci sınıftan itibaren
seçmeli ders olarak okutulması var mı? Var -Ruştu Bey bunu söyledi-
işte bunlar hep yapılmış. 2009dan itibaren de Mardin
Artuklu Üniversitesinde önce Kürdoloji Enstitüsü adıyla, daha sonra
Yaşayan Diller Enstitüsü adıyla ve burada da Kürt Dili ve Kültürü
Ana Bilim Dalında Kürtçe okutuluyor. Yani Ruştu Beyin
söylediği, diğer arkadaşımızın söylediği
şeyler bugün gerçekleştirilmiş durumdadır. Anayasa
maddesine de değinildi, ben ona da değinecek değilim.
Şu kadarını
söyleyerek sözlerimi noktalıyorum: Kolay kolay bir eğitim dili
oluşturulması mümkün olmuyor. Onun için, ölü bir dil olmasına
rağmen tıpta hâlâ Latincenin hükümferma olduğunu görüyoruz.
Buna da dikkatlerinizi
çekerek önerinin aleyhinde olduğumu belirtiyor, saygılar sunuyorum.
MAHMUT TOĞRUL
(Gaziantep) Bir Mardin Artukluyu arayın ne durumda olduğunu
öğrenin Sayın Vekilim, bir arayın Mardin Artukluyu.
BAŞKAN Halkların
Demokratik Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
3.-
CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin Genel Görüşme ve
Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
kısmında yer alan, karşılıksız çek keşide
etmek sebebiyle hapis cezası alan kişilerin durumlarının
tespit edilmesi ve ortaya çıkabilecek sorunların
araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan (10/2759) esas numaralı Meclis Araştırması
Önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 23 Şubat 2021 Salı
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
23/02/2021
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu
23/2/2021 Salı günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İç Tüzükün 19uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Engin
Özkoç
Sakarya
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan,
karşılıksız çek keşide etmek sebebiyle hapis cezası
alan kişilerin durumlarının tespit edilmesi ve ortaya
çıkabilecek sorunların araştırılarak çözüm
yollarının belirlenmesi amacıyla verilmiş olan (10/2759)
esas numaralı Meclis Araştırması Önegesinin
görüşmesinin Genel Kurulun 23/2/2021 Salı günlü (bugün)
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Önerinin
gerekçesini açıklamak üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Sayın Başkan; karşılıksız çıkan çeklerde,
hepinizin bildiği gibi, önce adli para cezasına hükmediliyor; adli
para cezasının zamanında ödenmemesi üzerine de
alacaklının şikâyeti üzerine bu ceza hapis cezasına
dönüşüyor ve düzenleyen kişiler hapse giriyor. İşte, ben
sürekli olarak karşılıksız çıkan çek
kavramını kullanıyorum, karşılıksız çek
düzenleyenler kavramını kullanmıyorum zira çek, hiçbir zaman
karşı tarafı dolandırmak amacıyla peşinen,
karşılıksızdır düşüncesiyle düzenlenmez. Bir
alışverişte bir alıcı vardır, bir
satıcı vardır; malı alan kişi satıcıya
çekini verir, zamanında o çeki ödemek üzere bankada
karşılığını da bulundurur ama şartlar öyle
gelişir ki çekin karşılığı bankada
çıkamayabilir, çeki veren kişi taahhüdünü yerine getirememiş
olabilir, bu nedenle çek karşılıksız çıkmış
olabilir.
Bir kere,
Anayasamızın 38inci maddesi ekonomik suça ekonomik ceza
kavramını benimsemiştir; 2001 yılı Anayasa
değişikliğiyle bu düzenleme Anayasamıza girmiştir. Bu
düzenleme -daha önce de ifade ettiğim gibi- Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine Ek 4 no.lu Protokolün 1inci maddesi hükmüdür. Bu hüküm
Anayasamıza taşınmıştır. Anayasamız diyor
ki: Hiç kimse sözleşmeden doğan bir yükümlülüğünü yerine
getirmemiş olmaktan dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.
Hapse koyamazsınız, hiçbir Avrupa Birliği ülkesinde böyle bir
düzenleme yok. Böyle bir hapis cezası hukuka aykırıdır,
vicdana aykırıdır değerli arkadaşlar.
Bakın, bu konuda
Sayın Erdoğan Başbakanken Meclisten bir yasa geçti, çekte hapis
cezası kaldırıldı ve Sayın Erdoğan, o düzenlemeyi
şu cümlelerle savundu: Artık çek borcundan dolayı kimse cezaevine
girmeyecek; cezaevine girmeyecek ama on yıl süreyle hiçbir yerde çek
karnesi alamayacak. O yasa tasarısının Genel Kuruldaki
görüşmeleri sırasında AK PARTİden değerli bir
milletvekili arkadaşımız Sayın Yılmaz Tunç, Genel
Kurulda AK PARTİ Grubu adına tümü üzerinde konuştu. Bakın,
cümleleri şöyle: 2009 yılında karşılıksız
çek keşide etme fiiline yaptırım olarak adli para cezası
öngörülmüştür. Ancak adli para cezasının ödenmemesi durumunda,
infaz aşamasında hapis cezasına dönüştüğünden
ekonomik suça ekonomik ceza ilkesiyle ilgili eleştiriler yoğunluk
kazanmıştır. Bu değişikliklere rağmen çeklerle
ilgili tartışmalar azalmamış -yani çekte hapis
cezasını getirmiş olmasına rağmen- çek, hem alacaklar
hem de borçlar açısından sorun olmaya devam etmiştir. Bu
sorunları ve eleştirileri ortadan kaldırmak, uluslararası
sözleşmelere ve Anayasanın 38inci maddesine uyumu sağlamak hem
de karşılıksız çek davaları nedeniyle mahkemelerimizin
iş yükünü azaltmak maksadıyla bu tasarı gündeme gelmiştir.
diyor, devam ediyor Sayın Tunç -o tasarıda yani çekte hapis
cezasını kaldıran tasarıda, daha sonra bu
yasalaştı- Alacaklının hukukunu koruyan düzenlemeler de
vardır, kimse endişe etmesin. diyerek onları
açıklıyor. Peki, arkadaşlar, ne değişti? 2012de çekte
hapis cezası kaldırıldı, 2016da bu ceza tekrar getirildi.
Değişen bir şey yok. Çekte hapis cezası var diye çekler
karşılıksız mı çıkmıyor? Öyle bir şey
yok. Bakın, 2020 yılı, kriz yılı yani pandemi
nedeniyle ekonominin yavaşladığı bir dönem;
aşağı yukarı 14 milyon çek düzenlenmiş, 194 bini
karşılıksız çıkmış. Niye? E, pandemi var.
İnsanlar ödemelerini yapamıyorlar. Yapamadığı için
çekler karşılıksız çıkıyor.
Çekte en çok
karşılıksız çıkan dönem ne zaman biliyor musunuz?
Hapis cezasının olduğu 2009 yılı -kriz
yılıdır- tam 25 milyon çekin 1 milyon 756 bini
karşılıksız çıkmıştır. Hapis
cezası var. E, niye karşılıksız? Ödeyemiyor adam.
Krizde nasıl ödesin?
Bakın, bir
vatandaşımız bana şunu söyledi, bana WhatsApptan yaz
dedim. Çek mağdurları beni sürekli arıyor, onlarca kişinin
böyle maili var ama zaman kısıtlı olduğu için sizlere
onları anlatma imkânım yok. Ben üniversite hastanelerine ve devlet
hastanelerine mal veriyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Ek süre
vermiyorum Sayın Hamzaçebi, çok teşekkür ediyorum.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Bir dakika veriyordunuz.
BAŞKAN Vermiyorum
efendim, vermiyorum.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Öyle mi? Kusura bakmayın, ben bir dakika
veriyorsunuz düşüncesiyle
BAŞKAN Yok. Vermiyorum
ama mevkidaşım olarak sözlerinizi tamamlamanız için
mikrofonunuzu açıyorum.
Buyurun.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Kusura bakmayın, ben bir
dakika ilave süre var düşüncesiyle kendimi ona
hazırlamıştım. Nezaketinize teşekkür ediyorum.
O zaman onu da çok
kısaca söyleyeyim size.
Ben üniversite
hastanelerine, devlet hastanelerine mal veriyorum, Yüz elli günde ödeme
yapılacak. deniliyor sözleşmeye göre ama iki yüz elli günde
yapılıyor. Ben de nasıl olsa yüz ellinci günde ödeme bana
yapılır diye gidip tefeciden borç aldım. Tefeci benim 4 tane
çekimi yazdırdı ve ben şimdi hapis cezasıyla
karşı karşıyayım." diyor. Mart ayında
dolandırıcıları dahi Meclis affetti, yani İnfaz
Yasasında yapılan düzenlemeyle beş yıla kadar hapis
cezası olan, hatta altı yıla kadar hapis cezası olan bütün
dolandırıcılar cezaevinden çıktı, bu düzenleme çeke
uygulanmadı. Ödemeni yap, 26 Marta kadar yüzde 10unu öde, sonra on
beş taksitle kalanını öde ancak o zaman kurtulursun."
denildi. Gelin, arkadaşlar, bunu değiştirelim.
Teşekkür ederim,
saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim
Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
VII.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Süreyya Sadi Bilgiçin, hiçbir
konuşmada ek süre uygulaması yapılmadığını
hatırlatmak istediğine ilişkin açıklaması
BAŞKAN Değerli
milletvekillerimiz, hiçbir konuşmamızda ek süre uygulaması
yapmıyoruz, tekrar bilgilerinize hatırlatıyorum.
VI.-
ÖNERİLER (Devam)
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.-
CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin Genel Görüşme ve
Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
kısmında yer alan, karşılıksız çek keşide
etmek sebebiyle hapis cezası alan kişilerin durumlarının
tespit edilmesi ve ortaya çıkabilecek sorunların
araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan (10/2759) esas numaralı Meclis
Araştırması Önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun
23 Şubat 2021 Salı günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN İYİ
PARTİ Grubu adına Sayın Bedri Yaşar.
Buyurun Sayın
Yaşar. (İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
İYİ PARTİ
GRUBU ADINA BEDRİ YAŞAR (Samsun) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün 21 Şubat 2021
Bayburtun düşman işgalinden kurtuluşunun 103üncü yıl
dönümü. Bilindiği üzere, Bayburt, Rus işgaline
uğramış, özellikle Rusların yerli iş birlikçileri
Ermenilerin çok yoğun mezalim yaptığı illerimizden biridir,
bununla ilgili tarihî vesikalar da mevcuttur. Dolayısıyla, Bayburtun
düşman işgalinden kurtuluşunun 103üncü yıl dönümünü
kutluyorum, tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle
anıyorum.
Değerli milletvekilleri;
ülkemizde çek konusu Türk Ticaret Kanunuyla düzenlenmiş ve bir ödeme
aracı olarak ticaretin her kademesinde yerini almıştır.
Yani netice itibarıyla süre kısıtlı olduğu için
şunu söylemek istiyorum: Özellikle, bu geçtiğimiz süreler içerisinde,
çeke yasak getirildiği andan itibaren -Sayın Hamzaçebi rakamlar verdi
ama ben de birkaç şey söyleyeyim- mesela, 2007 yılında
yazılan çek sayısı 182.159, 2017de 333.703, 2018de 332 bin
yani 2006dan bu tarafa çeklerin yazılması, ödemeyle ilgili maalesef,
bir yaptırım oluşturamamıştır. Bunu söylerken
şunu da ifade etmek istiyorum: Yani burada hem borçlular mağdur hem
de alacaklılar mağdur durumdadır. Özetle şu: Ekonomik suçun
karşılığı, ekonomik ceza olmalıdır diye
düşünüyoruz. Netice itibarıyla yıllardır ticaretin
içerisinde olup devletten alacağı olanlar, hastane örneği verildiği
gibi Karayollarında da bir sürü firmalar aynı şekilde, devletin
diğer kurum ve kuruluşlarında iş yapan firmalar ödeme
konusunda, alacak konusunda çok ciddi problemler yaşıyorlar. E,
borcunu alamadığı için, alacağını tahsil
edemediği için dolayısıyla borcunu ödemekte de güçlükler
çekiyor. E, bu şartlar altında biz, bu insanları hapse mahkûm
ederek herhangi bir şeyi tahsil edebilme imkânımız inanın
çok zayıf. Belki, 5 bin, 10 bin lira gibi küçük rakamları ailesinin
bulup ödeme imkânı var ama ciddi müesseselerin, bu konuda ciddi takibe
uğrayan müesseselerin ödeme imkânları maalesef yok.
Dolayısıyla insanların içeride olmasının bu işle
ilgili bir karşılığı da yok. Biz bırakalım
dışarıda hiç olmazsa alacaklarını ve
borçlarını takip etme fırsatı yakalasınlar ki
alacaklıları da mağdur olmasın. İnanın, içeriye
ne kadar çok adamı atarsanız onların alacaklıları da
en az o kadar mağdur olur.
Buna paralel olarak, burada
bir cezai müeyyide olabilir yani bireysel hürriyetlerini
kısıtlamaktan daha çok, ekonomik olarak, işte Şu kadar
adet çek ödenmediği takdirde veya şu kadar miktar çek ödenmediği
takdirde bundan sonra bu tür işlemleri yapmada kısıntıya
uğranabilir. denebilir. Zaten bankaların, hepiniz de biliyorsunuz ki
çeki yazılan insanlarla ilgili meşhur kara listeleri var. 50 sefer,
bunların silineceğine dair bu Parlamentodan kanun
çıkmış olmasına rağmen, daha yirmi sene önceki, otuz
sene
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Yaşar.
BEDRİ YAŞAR
(Devamla) Sayın Başkanım, benim de grup yönetiminde olma
şansım var, ben de oradan dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN
Haklısınız Sayın Yaşar.
Çok teşekkür ediyorum.
BEDRİ YAŞAR
(Devamla) Peki, teşekkür ediyorum. İyi çalışmalar
diliyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Çok mersi.
Sağ olunuz.
BEDRİ YAŞAR
(Samsun) Maalesef, olabilirdi Başkanım.
BAŞKAN
Hemşehrilikten olabilirdi belki ama o kısmını
atladınız, neyse.
Halkların Demokratik
Partisi Grubu adına Sayın Mahmut Celadet Gaydalı, buyurun. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA MAHMUT
CELADET GAYDALI (Bitlis) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu grup önerisi üzerine söz
almış bulunmaktayım. Sizleri ve kamuoyunu saygıyla
selamlarım.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği üzere Covid-19 salgını başta esnaf ve üreticiler
olmak üzere toplumun tüm kesimini ekonomik ve sosyal açıdan ciddi oranda
olumsuz etkilemiştir. Devletin açıkladığı kısa
süreli ve geçici destekleme paketleri, esnafın, üreticinin, küçük ve orta
ölçekli işletmelerin yani iş insanlarının
sorunlarını çözmek bir yana dursun, mevcut borçlarını
öteleyen, borca borç ekleyen bir yapıya dönüştürmüştür. Bu
kısır döngü içerisinde insanlar 2 seçenekten 1ini yapmak zorunda
kaldı, ya ticarethanelerinin kapısına kilit vurmak ya da
ticarette kalabilmek için borçlarına yeni borçlar eklemeyi göze almak.
Ticarette kalabilmek, para
kazanabilmek adına yapılan işlemlerden biri de aslında
çekle borçlanma türüdür. Çek Kanununda defalarca kez değişiklik yapıldı
fakat bu çek hususu bir sorun olarak kalmaya devam etti. Hem çek yazan hem de
çek alan açısından ciddi sorunlar var. Özellikle, bu vadeli çekler
hususu çok büyük bir sorun olmaktadır. İki üç ay sonrasına çek
yazılıyor ve karşılıksız çıkan çeklere hapis
cezası uygulanıyor. Bu hapis cezasının süresi üç ay. Hapis
cezasının amacı, borcunu ödemeye teşvik edilmesi ama reel
anlamda çok da bir anlamı yok. Çünkü borcunu ödemeyecek ya da ödeyemeyecek
kişiyi ne kadar içeride tutarsanız tutun bunun bir
karşılığı olmuyor. Aynı zamanda, grup önerisinde
de belirtildiği üzere Anayasa açısından da sorun teşkil
etmektedir. Burada bir yaptırım öngörülüyor fakat kanuni açıdan
sorunlu bir düzenlemedir. Aynı zamanda, madem hukuki açıdan bir ceza
yaptırımı öngörülüyor, o zaman bankalara da bir sorumluluk
yüklenmelidir. Bu işi neresinden tutarsanız tutun bir başka
yönden sorun ortaya çıkacaktır.
Maliye eski Bakanı
giderayak bir laf söyledi: At izi, it izine karıştı; Allah
sonumuzu hayretsin. dedi. Eskiden söz senetti, şimdi ise senet bile para
etmiyor. Yalan rüzgârıyla yönetilen ülkemizde fırtınalar eserken
istatistikler göstermiştir ki, yalan söylendikçe utanma duygusu da
aynı oranda azalmaktadır.
Hepinizi saygıyla
selamlarım. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Sayın Yılmaz Tunç.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; CHP grup önerisi hakkında AK PARTİ Grubu adına
söz aldım. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Grup önerisinde
karşılıksız çekte hapis cezasının devamı
hâlinde ortaya çıkan sorunların araştırılması
için Meclis araştırması komisyonu kurulması talep
edilmektedir.
Çek, hepinizin bildiği
gibi Türk Ticaret Kanununda kambiyo senetleri arasında düzenlenmiş
bir ödeme aracıdır. Ülkemizde de dünyada örneği olmayan bir
şekilde ileri tarihli düzenlenerek vadeli bir ödeme aracı olarak
kullanılmakta ve ticaret hayatında da önemli bir yer tutmaktadır.
1985 yılından önce
karşılıksız çek keşidesi, ceza hukukunun genel
hükümleri çerçevesi içerisinde dolandırıcılık
sayılarak bir yıldan beş yıla kadar bir cezai
yaptırım öngörülüyordu. 1985 yılında 3167 sayılı
Kanunda çek keşidesi suçu düzenlendi. Burada da
karşılıksız çekte bir yıldan beş yıla varan
cezalar öngörülmüştü. 2001 yılında da ekonomik suça ekonomik
cezayı öngören bir Anayasa değişikliği
gerçekleşmişti. 2003 yılında bu Anayasa
değişikliği de gerekçe gösterilerek 3167 sayılı
Kanunda değişiklik yapıldı; ilk kez işleyenlere para
cezası, mükerrerlere de hapis cezası getirildi. 2009
yılında yine bu düzenlemenin de sonuçta hapis cezası getirmesi
nedeniyle Anayasaya aykırılık eleştirileri oldu ve
2009da 5941 sayılı Çek Kanunu çıkarıldı. Burada da
adli para cezası öngörüldü, ödenmediği takdirde de hapis
cezasına dönüşen bir sistem ortaya çıktı. 2012
yılına geldiğimizde de -biraz önce Sayın Hamzaçebinin
benim konuşmama da atıf yaptığı dönemde, Meclis
görüşmelerinde- karşılıksız çek keşide etme
suçunu mevzuatımızdan kaldırdık. Tabii o dönemde Türkiye
Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonunun, TOBBun, bu konuda Bankalar
Birliği Risk Merkezinin de kurulmuş olması nedeniyle çekte adli
yaptırımın, hapis cezasının olmaması
gerektiği yönünde görüşleri vardı. Meclis de bu görüşler
doğrultusunda hapis cezasını kaldırdı. Dört
yıllık bir dönem uygulandı; hapis cezasının
olmadığı bir dönem ama tabii daha sonra iş
dünyasından, yine esnaflardan, TOBBdan talepler geldi, çeke güvenin
azaldığı yönünde talepler geldi. Meclis yeni bir yasal düzenleme
yaparak 2016da Çek Kanununun 5inci maddesinde çek bedelinin
karşılıksız kısmı kadar adli para
cezasını yeniden kanunlaştırdı yani 2009daki eski
duruma gelmiş olduk. Tabii pandemiyle birlikte ticaret hayatındaki
zorluklar nedeniyle de yeni bir düzenleme yapmamız
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
YILMAZ TUNÇ (Devamla)
Tamamlıyorum Başkanım.
BAŞKAN Maalesef
Sayın Tunç...
YILMAZ TUNÇ (Devamla) Çok
önemli ama
Sataşma vardı.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın)
Tamamlasın.
Sayın Başkan,
yarım kalmasın tamamlasın.
BAŞKAN Hepsi önemli.
Bütün arkadaşlarımızın söyledikleri önemli Sayın Tunç,
çok teşekkür ediyorum.
YILMAZ TUNÇ (Devamla) Tam
da sonuna geldim Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Tunç
sözlerinizi lütfen tamamlayınız. Ben mikrofonu açmayacağım
ama.
YILMAZ TUNÇ (Devamla)
Bağlayayım, tamam.
İki bin
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Ses gelmiyor bize Başkanım.
YILMAZ TUNÇ (Devamla)
Dinlemek isteyenler
BAŞKAN
Arkadaşlar
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Anayasal hakkımız var. Ses verin Başkanım, dinleme
hakkımız var, ses gelmiyor bize.
YILMAZ TUNÇ (Devamla) Ama
yararlanmak istiyorlar Sayın Başkanım. Talep var.
BAŞKAN Sayın
Tunç, bakın, beni zor durumda bırakıyorsunuz, bana
yardımcı olmanızı rica ediyorum. Yardımcı
olmanızı rica ediyorum Sayın Tunç.
YILMAZ TUNÇ (Devamla) Ben
sözlerimi bağlayamadım Başkanım.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın)
Yani bunda yardımcı olacak bir şey yok Başkanım.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Sayın Başkanım, biz piyes mi oynuyoruz, rol mu yapıyoruz?
Ses gelmiyor, hatipten öğrenmek istiyoruz.
AYHAN BARUT (Adana) Zaman
çok zaten Başkanım, konuşsun bir dakika.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Yani ses gelmiyor bize.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın)
Kendisi Adalet Komisyonu Başkanı, dinlemek istiyoruz.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Ya Başkanım, Adalet Komisyonunun Başkanı ve önemli bir
konu biz de öğrenmek istiyoruz.
İBRAHİM
AYDEMİR (Erzurum) Çok da güzel konuşuyor, ifade ediyor.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Ve ses de gelmiyor bize. Yani sizden istirham ediyorum, duyamıyorken
niye istemiyorsunuz Başkanım?
BAŞKAN Sizi
kıramayacağım, buyurun beş dakika daha süre veriyorum,
beş dakika.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Verin, beş dakika da verin, on dakika da verin. Ne fark edecek?
YILMAZ TUNÇ (Devamla)
Beş dakikaya gerek yok Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Tunç, ben açtım mikrofonu, ne kadarını
kullanırsanız.
(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Tabii. Yani Cumhuriyet Halk Partisi varsa herkes için var Başkanım.
YILMAZ TUNÇ (Devamla)
Sayın Başkanım, ben tabii, İYİ PARTİ
milletvekiline söz hakkı verilmedi.
BAŞKAN Bakın, hiç
kimseye söz vermedim Sayın Tunç, hiç kimseye vermedim ama zorluyorsunuz
yani.
YILMAZ TUNÇ (Devamlı)
Tabii, CHP milletvekiline bir uzatma verildi, böyle bir durumda tabii
karışıklık oldu. Ben devamını inşallah talep
eden milletvekili arkadaşlarımıza anlatmak istiyorum.
BAŞKAN Teşekkür
ederiz, şimdi değil sonra anlatacaksınız herhâlde.
YILMAZ TUNÇ (Devamla)
Burada dengeyi kuracak bir sistemi hep birlikte görüşmemiz lazım. Bu
konuda eğer varsa bir sorun yine Meclisin bu sorunu ortadan
kaldıracak, alacaklıyı da borçluyu da düşünecek bir
düzenleme yapma kabiliyeti her zaman vardır diyorum, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Evet,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Sayın Başkanım, Sayın Yılmaz Bey, bir öneri dedi.
Bakın, o para cezasını hazineye vereceğimize, borçlu
tarafından alacaklıya verilirse denge sağlanmış olur.
Yazıktır günahtır, çünkü bakın, çekin bedeli
BAŞKAN Sayın
arkadaşlar, bakın, bu pandemi döneminde sizi uygun bir şekilde,
vakitli bir şekilde evlerinize göndermeye çalışıyorum ama
istiyorsanız sabaha kadar da oturur çalışmalara devam ederiz.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Başkanım, doğru bir çözüm getiriyoruz. Bakın, bir dakika
söyleyeyim ben çözüm önerimizi.
BAŞKAN İç
Tüzükün 37nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme
alınma önerisi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
VIII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
Önergeler
1.-
Adana Milletvekili Ayhan Barutun, (2/1012) esas numaralı Kanun
Teklifinin İç Tüzükün 37nci maddesi uyarınca doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/110)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İç Tüzük 37ye göre
(2/1012) esas numaralı kanun teklifimin değerlendirmek üzere gündeme
alınması hususunu bilgilerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Ayhan
Barut
Adana
BAŞKAN Önerge üzerinde
teklif sahibi olarak Adana Milletvekili Sayın Ayhan Barut
konuşacaktır.
Süreniz beş
dakikadır.
Buyurun.
AYHAN BARUT (Adana)
Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri, ekranları
başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarımız;
hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Tasarruf gerekçesiyle sürekli
ve kalıcı hâle getirilen kalıcı saat uygulamasına
karşı bu Gazi Mecliste sürekli sesimizi yükselttik, tepki gösterdik
ama ne yazık ki tek adam düzeninde sesimizi dinletemedik. Peki, bu
kalıcı saat uygulamasına neden ve nasıl geçildi bir
hafızamızı tazelemekte fayda var. Bu karara Danıştay
nezdinde bir veli yürütmenin durdurulması için bir dava açtı.
Danıştay, yaz saati uygulamasını kalıcı hâle
getiren bu Bakanlar Kurulu kararının yürütmesini velinin itirazı
üzerine iptal etti. Kararda, 697
sayılı Günün Yirmi Dört Saate Taksimine Dair Kanunda
Hükûmetin ancak bir saatlik değişmeyle yetkilendirildiği, buna
rağmen Bakanlar Kurulunun yasaya aykırı şekilde
değişikliği kalıcı hâle getirdiği,
sınırlı yetki verdiği de anlatıldı. Özetle Danıştay
şunu dedi: Bakanlar Kurulu yetki kullanımını
aşmıştır, yaz saati uygulamasını kalıcı
hâle getiremez; 697 sayılı Kanunu da değiştiriyor. Bu
nedenle oy çokluğuyla bu yürütmeyi durdurmaya karar verdik.
Danıştayın bu kararından sonra yaz saati uygulamasında
ısrar eden ve dayatan dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan
devrik damadın isteği üzerine Mecliste 28 Kasım 2017 tarihinde
7061 sayılı Torba Yasayla değişiklik kalıcı hâle
getirildi. Bu uygulama sayısız mağduriyet yarattı, ekonomik
zararlar gördü insanlar.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) -
Meclisin mehabeti açısından kendinize yakışan bir üslup
Uygunsuz ifade kullanıyorsunuz, kendinizle rekabet ediyorsunuz.
AYHAN BARUT (Devamla)
Kalıcı hâle getirilen yaz saati düzenlemesi ülkemizin birçok
şehrinde sabahın çok erken saatlerinde okula giden ilkokul öncesi,
ortaokul düzeyindeki öğrenciler başta olmak üzere, mesaiye
başlayan kamu kurum ve kuruluşları, özel şirketlerdeki
çalışanlar, fabrika çalışanları büyük sorunlar
yaşadı. Eminim ki burada AK PARTİli milletvekili
arkadaşlarımız ve MHPli milletvekili
arkadaşlarımız da bu durumdan rahatsızdır çünkü bu
durum sadece bizler için değil, onların da çocuklarının
okula gittiğini, yakınlarının
çalıştığını biliyoruz, bundan olumsuz
etkilendiğini düşünüyoruz.
Ülkemiz aslında bu
uygulamayla Somali, Tanzanya, Sudan, Uganda, Cibuti, Etiyopya gibi ülkelerle
aynı saat diliminde yani Avrupadan uzaklaşarak Arap ülkeleri
kategorisine girdi. Ülkemiz saat tanımlamasında ise elektronik
ortamlarda Orta Doğu ülkesi olarak görülmeye başlandı.
Öte yandan da Batıdan
hızla uzaklaştık, örneğin İngiltereyle zaman dilimi
farkı üç saat; Almanya, Fransa, İspanyayla iki saat gibi bir zaman
dilimi farkına ulaştı. Bu durumda da örneğin hazır
giyim ve konfeksiyon ihracatının 18 milyar dolar olduğunu, bunun
da yüzde 75inin Avrupaya ihraç edildiğini düşündüğümüzde
ticari mesai saatlerinin uyuşmadığını, mesainin
14.00ten sonra burada başladığını ve bunun da ticarete
zaman bırakmadığını söylemek istiyoruz. Bu durumda
ekonomimizin ne kadar zarar gördüğü ortada.
İtibardan tasarruf
olmaz. diyenlerin yazlık, kışlık, uçan saraylarda
yaşaması nasıl bir israfsa, tasarruf gerekçesiyle
kalıcı hâle getirilen yaz saati uygulaması da anlamsız ve
israftır. Ayrıca, herkes iyi biliyor ki, bu uygulamayla birlikte 2
kat daha fazla elektrik tüketimine yol açıldı. Nereden mi biliyoruz?
Çünkü 2012 ile 2015 yılları arasında elektrik tüketimi
artışı 6 ila 9 milyar kilovatsaatken bu uygulamanın
başladığı 2016 yılında tüketim
artışı 15 milyar kilovatsaat olmuştur. Özetle, bu
uygulamada tasarruf sağlanmamıştır. Bu uygulamayla birlikte
Elektrik Mühendisleri Odasının hazırladığı
raporlar gerçeği net ortaya koymuştur ama bu rapor da halktan saklanmıştır,
açıklanmamıştır. Kaldı ki söz konusu dayanak
gösterilen akademik raporların hiçbiri burada açıklanmadı.
Danıştayın durdurduğu fakat devrik Bakanın
ısrarıyla yaşama geçirilen akıl almaz uygulamada neden
ısrarcı olduğunuzu merak ediyoruz. Her sorun bitti de saat
uygulaması mı kaldı? Ne istediniz bu zaman diliminden? Yoksa bir
avuç yandaş -elektrik tekelleri- şirketin çıkarları mı
düşünülüyor? Aklımıza otoyol, köprü, şehir hastanelerinde
olduğu gibi elektrik üretim dağıtım firmalarına bir
garanti mi verildi diye sormak geliyor. Gelin, bu yanlıştan
vazgeçelim, tüm bu olumsuzlukların çözümü için tekrar yaz ve kış
saati uygulamasını hayata geçirelim diyorum.
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul
edilmemiştir.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
17.03
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.16
BAŞKAN:
Başkan Vekili Süreyya Sadi BİLGİÇ
KÂTİP
ÜYELER: Necati TIĞLI (Giresun), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 50nci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Gündemin Özel Gündemde Yer
Alacak İşler kısmına geçiyoruz.
1inci sırada yer alan,
Down sendromu, otizm ve diğer gelişim bozukluklarının
yaygınlığının tespiti ile ilgili bireylerin ve ailelerin
sorunlarının çözümü için alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla kurulmuş bulunan (10/242, 349, 392, 394, 397,
401) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 200
sıra sayılı Raporu üzerindeki genel görüşmeye
başlıyoruz.
IX.-
KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A)
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
1.-
Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve 30 Milletvekilinin, İzmir
Milletvekili Mahir Polat ve 19 Milletvekilinin, Kayseri Milletvekili Hülya
Nergis ve 22 Milletvekilinin, MHP Grubu Adına Grup Başkanvekili
Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, Diyarbakır Milletvekili Semra
Güzel ve 32 Milletvekilinin, İYİ Parti Grubu Adına Grup
Başkanvekili İstanbul Milletvekili Yavuz
Ağıralioğlunun; Down Sendromu, Otizm ve Diğer Gelişim
Bozukluklarının Yaygınlığının Tespiti ile
İlgili Bireylerin ve Ailelerinin Sorunlarının Çözümü İçin
Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis
Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri
(10/242, 349, 392, 394, 397, 401) ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 200) (x)
(xx)
BAŞKAN Komisyon?
Yerinde.
İç Tüzükün 103 ve
104üncü maddelerine göre, Meclis Araştırması Komisyonunun
raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine
aittir. Daha sonra, İç Tüzükün 72nci maddesine göre siyasi parti
gruplarına ve şahısları adına 2 üyeye söz
verilecektir.
Alınan karar
gereğince siyasi parti grupları adına yapılacak
konuşmaların süreleri en fazla 2 kişi tarafından
kullanılabilecektir. Ayrıca istemi hâlinde Komisyona da söz verilecek
bu suretle Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel
görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri,
Komisyon ve siyasi parti grupları için yirmişer dakika, önerge
sahipleri ve şahıslar için onar dakikadır.
Komisyon Raporu 200 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Raporun üzerinde söz alan
sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Gruplar adına ilk söz,
İYİ PARTİ Grubu adına Sayın Aylin Cesur, Isparta
Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Sefer
Aycan, Kahramanmaraş Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu
adına Sayın Sait Dede, Hakkâri Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Sayın Çetin Arık, Kayseri Milletvekili; Sayın
Metin İlhan, Kırşehir Milletvekili; Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Sayın Bahar Ayvazoğlu, Trabzon Milletvekili;
Sayın Kemal Çelik, Antalya Milletvekili.
Evet, ilk söz İYİ
PARTİ Grubu adın Sayın Aylin Cesurun.
Buyurun Sayın Cesur.
(İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
İYİ PARTİ
GRUBU ADINA AYLİN CESUR (Isparta) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinde grubu olan tüm partilerin ayrı ayrı vermiş
oldukları önergelerin birleştirilerek 13 Kasım 2018de
kurulmuş olan Down sendromu, otizm ve diğer gelişim
bozukluklarıyla ilgili araştırma Komisyonu 14 Mayıs 2019da
çalışmalarına başladı ve Down sendromu, otizm ve
diğer gelişim bozuklukları için kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu pek çok sivil toplum örgütünün ve
uzmanların yoğun desteği ve katkılarıyla 12 Mart
2020de Meclis Başkanlığımıza raporunu sundu. Sunulan
bu rapor gayet detaylı ve eğer uygulamaya geçirilebilirse çok
faydalı olacak bir rapor; katkı sağlayan herkese, değerli
Komisyon üyelerimize, uzmanlarımıza, sivil toplum örgütlerinden, kamu
ve özel, her yerden Komisyona destek sağlayan her bir kişiye ben
şahsım adına teşekkür ederim.
Buraya 2 tane not düşmem
gerekiyor. İlki, raporun tamamlandığı tarih olan 12 Mart
2020 yani ülkemizde ilk Covid-19 vakası tespit edilmesinden iki gün
sonraya gelen tarih. Salgın ortamında engelli vatandaşlarımız
ve aileleri için pek çok ciddi sorun oluştu ve sunulan hizmetlerde ciddi
aksamalar yaşandı. Bu sebeple, raporun güncellenmesi, salgınla
ilgili bir başlık daha eklenmesi ve tavsiye edilen çözüm önerilerine
işin salgın boyutunun da eklenmesi gerektiğini benim söylemem
lazım.
Down sendromlu
öğrenciler için EBA ders içerikleri ve TV üzerinden bu derslere
katılım uygun olamıyor. Kaynaştırma uygulamasıyla
okuyan Down sendromlu öğrencilerin kendi sınıfıyla
aynı içerikle, uzaktan eğitim ortamlarında dersi takibi de çok
zor. Normalde de kaynaştırma öğrencileri, sınıf
müfredatını desteksiz olarak zaten takip edemezler.
Pandemi sürecinde evde
eğitim hizmetleri durdu. Ailelere, pandemi döneminde çocuklarına
yönelik herhangi psikososyal destek verilemedi ve aileler kapanma sürecinde
çocuklarında oluşan davranış bozukluklarıyla başa
çıkmakta her zamankinden daha fazla zorlandılar ve maalesef her biri
uygun yöntemlerle de bilgilendirilemedi. Yine bu riskler göz önünde tutularak
Sağlık Bakanlığı tarafından bağışıklığı
görece daha düşük olan Down sendromlu çocuklara yönelik bir önlem de
alınamadı.
Şimdi, ikinci olarak
uygulamaya geçilebilirse diyorum çünkü bundan önceki araştırma
komisyonu raporlarının sunuluşundan sonra bu komisyonlardan
çıkan değerli önerilerin Hükûmet tarafından uygulamaya
geçirilmediğine tanıklık ettik maalesef, bunu üzülerek ifade
etmek zorundayım. Zorundayım ki bu değerli rapor Hükûmetiniz
tarafından dikkate alınsın ve bir an önce buradaki öneriler
hayata geçirilsin ve bunun başında da SMA, ALS, DMD, MS ve diğer
hastalıkları araştırdığımız Meclis
Araştırma Komisyonu var; geçen günlerde hep beraber
tanıklık ediyoruz. Bence komisyonlar bunları görüşürken
daha görüşme esnasında ilgili bakanlıklarla temasa
geçildiği andan itibaren o komisyonların görüşmeleri
sırasındaki çok değerli fikirlere hükûmetler çok daha hassas bir
şekilde kulaklarını açmalı ve kulak kabartmalılar.
Maalesef ALSyle ve SMAyla ilgili hâlâ çocuklarımızın
yaşadığı sıkıntılara beraberce
tanıklık ediyoruz.
Şimdi, bu raporlar,
yazılmalarının üzerinden aşağı yukarı bir
yıl geçtikten sonra Meclise sunuluyor. Komisyon raporları bu esnada
kamuya açık. İktidar partisinden bazı milletvekili
arkadaşlarımız hem de komisyondalar yani işi
kolaylaştırıcı bir durum esasında bu yani bunu icraata
geçirmek anlamında; bu konunun altını çizmek istiyorum. Bakın,
bu rapora konu olan engelli vatandaşlarımızın
bırakın bir yılı, kaybedecekleri bir günleri bile yok.
Sorunlarının çözülemediği her gün engelli
vatandaşlarımız ve aileleri için hayal edemeyeceğimiz
zorluklar ve acılarla geçiyor. Onca emekle Down sendromu, otizm ve
diğer gelişim bozuklukları için hazırlanmış olan
bu Komisyon raporunun da Meclisin tozlu raflarına kalkmasından
duyduğum endişenin altını tekrar çizmek istiyorum.
Şimdi, sistemsel bir
sitem daha var esasında, bunu da dile getirmem lazım. Bu komisyonlar
işlerken ve kuruluşlarında bütün partiler, siyasi partiler
olarak biz hep beraber teklif etmemize ve Komisyondaki Değerli
Başkanımızın ve arkadaşlarımızın çok
iyi niyetle çalışmalarına bizzat tanıklık etmeme
rağmen, bu komisyonların çalışmalarının,
sistemsel yaşanan sıkıntının daha iyi
olabileceğini
Bende bir hissiyat oluşturdu, bunu sizlerle ve
kamuoyuyla paylaşmam lazım. Mevcut sistemden kaynaklı olarak
komisyonlarda da
Biz Komisyona 6 tane önerge vererek gitmiş, üstelik de
hep beraber bunu şevkle üstlenmiş Komisyon üyeleri olarak ilk
toplandığımız gün Sayın Başkanımız
seçildi ve Başkan tarafından önümüze konulan oylamada bir liste
verildi Bunları, yönetimi oylayın. diye. Yönetimden şikâyetçi
değilim, sonuna kadar gayet iyi ilişkiler içerisinde biz Komisyon
çalışmalarımızı tamamladık ve devam ettirdik;
bunda bir sıkıntım yok. Yani, bu, Değerli
Başkanımızın ve arkadaşlarımızın çok
iyi niyetle ele aldıkları bir konuydu ve üstün gayretleriyle
gecelerini gündüzlerine katarak
Hatta Komisyondaki üye
arkadaşlarımızın bir kısmının kendi
evlatlarında, kendi ailelerinde de bu sıkıntılar
vardı. Bunda bir itirazım yok ama ben mesela, doktor bir milletvekili
olarak çok daha fazla motive olmuş bir şekilde -yine, ben
motivasyonumu düşürmedim ve gayrete devam ettim ama- daha iyi
çalışabilirdim ya da diğer arkadaşlarımdan da
aynı bu iç huzursuzluğu hissettik. Keşke önümüze bir liste konup
da ortak hep beraber yapabildiğimiz bu kadar ulvi, önemli bir konuda,
bütün hepimizi ilgilendiren bir konuda Komisyon yönetimi vesaire belirlenirken
-bu sistemden kaynaklı- önümüze bir dayatma Seçin bunları.
denmeseydi. Bu, yine, sistemsel bir sorun olarak önümüzde.
Daha sonra bakanlıklara
gittiğimiz ziyaretlerde uzman arkadaşlarımız çok
değerli çalışmalar yaptılar. Her birine gerçekten çok çok
teşekkür ediyorum ama o çalışmaları ilgili Bakana sunarken
sanki şöyle bir kaygı vardı Ya, her şeyi de ne kadar çok
iyi yapıyorsunuz ama işte hani bu da olsa mı acaba? filan gibi
fazla nazik bir üslupla
Oysaki biz bakanlıklardan talep etmeye gittik.
Aile Bakanına gittik, Bunlar bunlar lazım, değişmeli.
dedik, onlar da bizi, kendilerini savunma içerisindeki konuşmalarla
değil de gerçekten yürekli ve iyi karşıladılar ama bu
karşıladıklarında -bir savunmaya geçer gibi- Biz
bunları bunları yaptık. konuşmaları yerine Ya, biz
yaptık ama yapmadığımız, eksik olan neyimiz var
arkadaş, söyleyin de gelin bunları çözelim beraber. deselerdi
keşke. Maalesef böyle bir şeyle karşılaşmadık.
Hani bir Körler sağırlar birbirini ağırlar. gibi olmamalı.
Hiç değilse bu komisyonlarda, bu tip komisyonlarda mademki ulvi bir konu,
madem bu evlatlarımız, çocuklarımız hepimizin çocuğu-
bari işi politize olmaktan, siyasallaştırmaktan
çıkarmamız lazım. Ben o yüzden, normalde makro siyasetin içinde
uzun süren geçmiş siyasi hayatıma rağmen, Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki bu ilk dönemimde ilk araştırma komisyonunda
yaşadığım bu hayal
kırıklığını bu manada sizlerle paylaşacağım.
Sayın Başkanım ve değerli arkadaşlarım üzerlerine
alınmasınlar, onlarla alakalı değil; bu, sistemsel bir
sorun yoksa biz çok uyumlu bir şekilde çok değerli
çalışmaları beraberce yaptık.
Şimdi, bu sitemimi de
ettikten sonra etmem lazımdı- konunun birazcık, bu raporun,
Türkiye sivil toplumunun yıllarca süren emeklerinin sonucu olarak çıkmış
bir başarı öyküsünün zirve noktası olarak
sonuçlanabileceğini ve verilen onca emeğin ve sahip olunan onca
umudun, iyimserliğin boşa gittiği ülkemiz için bir başka
hayal kırıklığı da olabileceğini, bu ikisinin
önümüzde olduğunu söylemem lazım; önünüzde ve elinizde değerli
arkadaşlar.
Şimdi, işin
sağlık boyutu ve engelli vatandaşlarımız söz konusu
olduğunda Bu işin siyaseti olmaz, partilerüstü bir konu. deniyor
ama her şeye rağmen maalesef az önce söylediğim gibi- sıkıntılarla
karşılaşabiliyoruz. Ama meseleyi yine de siyasi hâle getiren,
ortaya böyle bir Meclis çalışması çıkmasına
rağmen, icracı olmaktan uzak, hık deyici hâle gelmiş
bakanlıklar ve Mecliste olmayan ve sadece locadan izleyici olmuş bir
Hükûmet var, kaygımız bundan. Yani Hükûmet bu işi kendi prensip
olarak ele almalı ve yani Bu, Komisyona ortak olarak
çıkmış bir çalışma, derhâl bunları hayata
geçirmeliyiz. demeli. Bu, sistemsel bir sorun, bunu çözmemiz gerekiyor.
Buradaki yapılan
çalışma millete ait çünkü yüzde yüz bir temsil var, bunu da
dikkatinize sunuyorum. Hükûmet politikaları belirlenirken bunlar siyaseten
belirleniyor ancak Meclis araştırması komisyonu
çalışmalarını ülkenin, toplumun genelinin menfaati için
çözümlerle ortaya koyuyor ve iktidarın bu konuyu tam olarak
üstleneceğine umudum hâlen var, inşallah öyle olacaktır.
Neden bu çözümler
uygulanmıyor? diye iktidara sorduğumuzda Şundan veya bundan
uygulamıyoruz. demiyor iktidar, maalesef Biz gereken her şeyi
yapıyoruz, şöyle iyiyiz, böyle iyiyiz. diyorlar. İşte
bunlar, az önceki konuya girememe, bu kaygıları dile getirme nedenim
çünkü bana göre rapor zaten her şeyi içeriyor. Bundan sonra
uygulayıcıların uygulaması asıl önemli olan, o yüzden
bu konuyu biraz fazla uzun dikkatinize sundum.
Sivil toplum sorunca da niyet
okunuyor, hatta kötü ithamlarla, hatta teröriste kadar varan suçlamalarla
karşılaşılıyor maalesef; bunları hep beraber
yaşıyoruz.
Biraz da raporun
içeriğinden bahsetmem gerekirse engelliler için sosyal devletin idare
etmesi, planlaması ve hizmet sunması gereken 4 temel adım söz
konusu. Bunlardan ilki, teşhis, tanı, takip ve tedavi; ikincisi
eğitim; üçüncüsü aile destekleri; dördüncüsü ise istihdam.
Öncelikle, ciddi bir veri ve
istatistik sorunumuz var. Yerine, engeline ve yaşına göre kaç
vatandaşımız var, daha tam olarak bunu bilmiyoruz; ekonomik
durumları, eğitim durumları nedir, bunu bilmiyoruz. TÜİK
2002 Türkiye Özürlüler Araştırmasına göre yaklaşık 8
milyon vatandaşımız yüzde 40 ve üzeri engele sahip. Daha az
zayıf bir araştırma olan 2011 Nüfus ve Konut Araştırmasına
göre 4 milyon 876 bin engelli tespit edilmiş, bugünse Ulusal Engelli Veri
Sisteminde kayıtlı 2 milyon 508 bin engelli
vatandaşımız var. Farklılıkları görüyor musunuz?
Şimdi, Komisyon istedi
diye Sağlık Bakanlığı otizm, Down sendromu ve
diğer hastalıklarla alakalı 2019 verilerini alabildik ancak
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığında hâlâ
2011 verileri var, iyi mi? Yani 4üncü sayfasında diyor ki: Türkiye
genelinde engelli bireylerin il bazında
dağılımını tahmin eden son araştırma 2011 Nüfus
ve Konut Araştırması. Komisyon raporunun 121inci
sayfasında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler
Bakanlığı Verileri başlıklı kısmındaki
tablolarda da yine aynı veriler söz konusu; veri yok yani 2011den sonra.
Bu durum hem planlama ve etkin kaynak yönetimi açısından hem de
vatandaşlarımızın sosyal devlet hizmetleriyle
buluşturulması açısından ciddi bir zafiyet. Kimse kusura
bakmasın, ben bunu hekim olarak söylüyorum: Bana göre, gerçekten bu bir
rezalet. Yani on yıl önceki verilerle iş yapılır mı
arkadaşlar? Neredesiniz, hangi dünyada yaşıyoruz?
Farklı engel
gruplarına yönelik güncel çalışmalar yapılıp
sonuçların kamuoyuyla düzenli olarak paylaşılması
gerekiyor. Yaklaşık 12 milyon vatandaşımız ve
ailelerini ilgilendiren bu kadar ciddi bir konu için bir kaptan lazım. Ben
bunu Komisyonda da sık sık dile getirdim, arkadaşlarım
şahit. Bana göre en büyük eksiğimiz bu. Pek çok iyi şey
yapılmış, yani okullar var, eğitim birimleri var,
rehabilitasyon öğretmenleri var, sağlık birimleri var, bununla
ilgili çocuk psikiyatrları var, ergoterapistler var, fizyoterapistler var,
var da var ama bunları vatandaşla buluşturacak ve zamanında
buluşturacak
Ki belli hastalıklarda, otizmde 3 yaşa kadar
teşhisin konulması hayata normal devam açısından çok çok
önemli ama bunda gecikmeler yaşanıyor. İşte, bir kaptan
olmalı.
Engelli
vatandaşlarımızın hayatının her aşaması
bir plan dâhilinde organize edilmeli. Bakın, İngilterede,
İrlandada Engellilerden Sorumlu Devlet Bakanı var, Fransada
Başbakanlığa bağlı çalışan Engelliler
İçin Devlet Sekreterliği var. Mesela, Almanyadaki sistem bizim gibi
biraz dağınık ama Gençlik Refahı Ofisi engellilerle
ilgileniyor. Bakın, dikkatinizi çekiyorum, altını çiziyorum:
Bizde Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Yani bizim
daha bakış açısı olarak yaklaşımımız
nasıl bakar mısınız? Almanya, engellileri aktif ve hayata
daha katılımcı bir hayat yaklaşımıyla, Gençlik
Refahı Ofisi adı altında inceliyor; biz maalesef
engellilerimizi yaşlılarımızla beraber toplumun başka
bir potasına itiyoruz. Buradan, baştan değiştirmemiz
lazım, daha bakış açısını değiştirmemiz
lazım. Niye toplumun dışında, engelliler ve
yaşlılar, ne demek bu? Ben, bir doktor olarak bunu şiddetle
kınıyorum.
Bu koordinasyonsuzluk içinde
eğitimi yarım kalanlar, gerekli yardımı alamayanlar,
sağlık konusunda erişim sorunu yaşayanlar ve istihdama
katılamayanlar o kadar çok ki. O kadar çok vatandaş bize
başvuruyor ki her yerden, her platformdan, o kadar çaresiz ki; bu hâle
gelmemeli. Bütün bunlar, her şeyi yapılan bir ülkede, her
şeyimizin olduğu, sağlık altyapımızı
artık tamamladığımız bu yüzyılda, cumhuriyetin
100üncü yılına gelinen bu zamanda, koordinasyonsuzluk ve
kaptansızlıktan kaynaklı.
Şimdi, 1 Temmuz 2005te
5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun kabul edildi. 3
Aralık 2008de Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına
İlişkin Sözleşmeye taraf olundu. Ülkemizde hâlihazırda
Demirel hükûmetlerinin başlattığı engelli yardımı
ve istihdamda engelli kotası vardı. 1983ten beri rehabilitasyon ve
kaynaştırma eğitimi uygulanıyordu. Engelliler için özel
eğitimin tarihi ülkemizde 1989a kadar dayanıyor. Siz de EKPSSyi
getirdiniz. Orada da yeteri kadar atama yapılmıyor ve
vatandaşlarımızın engel tür ve derecelerinin aynı
sınava tabi tutulmalarından kaynaklı bir sınav adaletsizliği
var; çok şikâyet var. Bunu da düzeltmek ve değiştirmek
lazım.
Durum şöyle bir hâle
gelmiş, bir hizmet varsa eğer: Orada bir hizmet var uzakta, ancak
hizmetin kendisi sorun yaratıyor ve mağduriyeti artıyor. Yani
bir hizmet var uzakta, o hizmet bizim hizmetimizdir, çözmesek de bakmasak da o
hizmet bizim hizmetimizdir gibi bir anlayışla hadiseye
yaklaşıyorsunuz maalesef. İşte, o zaman da bunun adı
sosyal devlet olmuyor.
Bunu neye dayanarak
söylüyorum? Birleşmiş Milletler Engelli Hakları
Sözleşmesinin taraf olan devletlere yüklediği sorumluluklara, Birleşmiş
Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi Türkiye STK Gölge Raporunun
listelediği 132 maddelik sorunlara dayanarak söylüyorum, engelli
vatandaşlarımızdan ve ailelerinden her gün gelen onlarca
şikâyet ve talebe dayanarak söylüyorum. Erişilebilirlik ve kişi
özgürlüğü hakkı, eğitim, sağlık, rehabilitasyon
hakkı, istihdam, sosyal ve siyasal yaşama katılım, seyahat
hakkı gibi pek çok alanda sorunlar yaşanmaya devam ediyor.
İlgili kanunlarımız var evet ama yine aynı sorun;
uygulanmıyor, yine sistemsel.
OECD verilerine göre,
bütçesinden engelliler için pay ayırmada 38 ülke arasında 35inciyiz.
Gayrisafi millî hasılanın binde 5ini engelli
vatandaşlarımıza ayırıyoruz, oysaki OECD
ortalaması yüzde 2. Mesela, Polonya yüzde 2,2, İspanya yüzde 2,4,
İsrail yüzde 2,9, Danimarka yüzde 4,9 engellilere ayırıyor. OECD
ortalamasına göre harcama yapmamız demek, engellilerimiz için bizim
şu an harcadığımızın en az 4 katı harcama
yapmamız demek. İyi bir verimiz yok, istatistiğimiz yok, sosyal
doku envanterimiz yok, 2020 ve sonrası için günümüz koşullarına
uygun salgın odaklı, özel gereksinimli bireylere yönelik ulusal eylem
planımız yok. Hâlbuki kaynak kadar bunların nasıl
kullanıldığı da gerçekten çok önemli.
Diğer ülkelere
baktığımızda en büyük harcamayı eğitim
programlarına ayırıyorlar ve kotalar var. Almanya ve Fransada
kota yüzde 6, bizdekinin 2 misli. Bizde, kotayı dolduramayan kamuya
yönelik bir yaptırım da söz konusu değil. Kotaların
doldurulamadığı 25.851 pozisyon var yani engelli
vatandaşlarımız işlerle buluşturulamıyor.
Sorular: Neden? Yanıtlar: İş ortamları
çalışmamız için uygun değil. Erişilebilirlik
sağlanmamış. İşi kâğıt üstünde verip bizi
evimize gönderiyorlar. Sosyal hayata katılamıyoruz.
İşten çıkalım diye mobbing uygulanıyor. gibi
cevaplar alıyoruz. Aslında gerçek cevap şu: Dostlar
alışverişte görsün yöntemi. Maalesef yönetim
anlayışı bu, kimse alınmasın. Bakın, direkt
beceriksizlik demiyorum.
2014te, engellilerin
uğradığı ayrımcılığın suç
sayılması için eylemin nefret saikiyle işlenmiş
olduğunun ispatı istenmeye başladığı için
haksızlığa uğrayan vatandaşlarımız hukuk
önünde haklarını alamaz hâle gelmiş.
Ülkemizde 0-18 yaş
grubunda 352 bin otizmli çocuk, eğitim, sağlık ve sosyal
hizmetlerden yararlanmak için bekliyor. Eğitime erişebilen otizmli
çocuk sayısı yaklaşık 29 bin, bunlar haftada iki-dört saat
eğitim alıyorlar yani ayda on saat kadar eğitim alabiliyorlar
oysaki haftalık kırk saat eğitime ihtiyaçları var
bunların ve ayda kırk saat, haftada en az on saat almalılar ve 3
yaşından itibaren akranlarıyla beraber okumaları için,
zihinsel ve sosyal gelişim için bu çok çok önemli.
Okula kayıt oranına
göre, ilkokuldan sonra eğitimden ayrılıyorlar maalesef.
2019-2020 yıllarına ait Millî Eğitim istatistiklerinde
öğrenci sayıları anaokulu ve ilköğretimde 344 binken
ortaöğretimde 81 bine düşüyor; neden? Yani devam edemiyorlar, çünkü
oturtamamışız sistemi; etmeleri gerekiyor normalde.
Şimdi, Yardımlarda
biz çok iyiyiz. diyenlere sesleniyorum ben buradan: Evde ve kurumlarda
bakım yetmez. Oralarda da pek çok noksan var -onları şimdi dile
getiremeyeceğim vakit yok- çok konuştuk bunları Komisyonda ama
engelli bireylerimizin diğer bireylere eşit, başkasına hiç
ihtiyacı olmadan özgürce yaşamını devam ettirecek
yardıma ihtiyaçları var. Bunların ihtiyaçlarını
tamamlamamız lazım; protez, araçlar, tekerlekli sandalye, işitme
cihazları gibi. Bunlar için devlet çok az ödenek veriyor gerçekten de.
Oysaki engelli vatandaşlarımıza indirimler var ama mesela
ulaşımda işte, toplu taşıma araçlarında,
duraklarda, istasyonlarda, havalimanlarında, bunlara erişimde
sıkıntı var, altyapı hizmetleri. Bunları
tamamlamamız lazım.
Yine bu merkezlerde
sıkıntılar çok büyük. Az önce söyledim, denetlenme
sorunları var, hocalar... Aileler birtakım rehabilitasyon
merkezlerinin ticari işletme anlayışından şikâyetçi;
orada çalışanlar yeterli para alamamaktan şikâyetçi;
birtakım insanlar -devlet- bunların gerçek uzman
olmadıklarından, o tip merkezlerin birtakım insanları çalıştırdığından
şikâyetçi yani yine denetleme ve koordinasyonsuzluk sorunu var.
Bunları devlet çözecek, ben çözecek değilim, ben söyleyeceğim
bunları. Devlet olduğumuzda, biz de yönettiğimizde
çözeceğiz inşallah ama bugün siz çözeceksiniz.
Şimdi, sorun
yıllardır gündemde, YÖK ve Millî Eğitim Bakanlığı
sorunu çözmemiş ve gölge öğretmenler konularında çok ciddi
sorunlar var. Ben Komisyonda -şimdi vaktim çok daraldı- çok önemli
bir konu olarak yerel yönetimlerin bu işe mutlaka dâhil edilmeleri
gerektiğinin üstünde çok durmuştum çünkü herkese ulaşması
lazım, yani Urfadaki adama da Bursadaki kişiye de aynı
derecede ulaşabilmemiz lazım. Her yerdeki vatandaş engelliyse
engelli, otistikse otistik ya da Down sendromluysa Down sendromlu. Oralara, her
yere devletin gidebilmesi için yerel yönetimleri bu işin içine sokmak iyi
bir çözüm olabilir. Ben burada bunun altını çizmek istiyorum.
Yine, bütçenin niteliği
artırılmalı.
Erken teşhisin çok
önemli olduğunu söylemiştim.
STKler, dernekler daha iyi
desteklenmeli.
Dediğim gibi, özel
gereksinimli bireylere yönelik ulusal eylem planı
Altını çok
çok çiziyorum ve iktidar sahiplerine sesleniyorum: Bu değerli
çalışmanın vakit kaybettirilmeden hayata geçirilmesi, ilgili
konuların derhâl kanunlaşması ve bu uygulamalarda reformlara ve
iyileştirilmelere gidilmesi gerekiyor. Eğer bunları yapmazsak
Sosyal devletiz. diyemeyiz. Yani, yapılmadığı takdirde, o
zamana kadar -yani o zaman dediğim, bizim iktidar
olacağımız zaman- bu işlere maruz kalmış ve
mağdur olmuş vatandaşlarımızın çocuklarına,
evlatlarımıza yazık. Sizlerin de çocukları, hepimizin
çocukları bunlar. Biz gelip bunları yapacağız. Sosyal
devletin ilk yapması gereken mutlaka bu ve birinci işimiz olması
lazım. Bugün Türkiyenin birinci işi pandeminin yönetimidir çünkü hem
ekonomik anlamda hem sağlık anlamında çok ciddi
sıkıntıya soktu bu iş bizi. Ama bunun içerisinde,
pandeminin içerisinde devlet olarak, devleti yönetenler olarak sizlere, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin yüce ögelerine ben de sesleniyorum ve istirham ediyorum
ki bu raporu dikkate alınız ve kanunlaştırınız.
Hepinizi sevgiyle
saygıyla selamlıyorum; tekrar tüm Komisyon üyelerine, tüm
çalışanlarına teşekkürlerimi sunuyorum.
Saygılarımla.
(İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Sayın Sefer Aycan, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA SEFER AYCAN
(Kahramanmaraş) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
görüşülmekte olan Down ve otizm sendromu ve diğer gelişim
bozukluklarının sıklıklarının saptanması,
ilgili kişilerin ve ailelerinin yaşadıkları sorunlara çözüm
geliştirilmesi amacıyla kurulan komisyon raporu üzerine Milliyetçi
Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Bu konuda Milliyetçi Hareket
Partisi olarak biz de önerge vermiştik. Tabii, 5 partinin de önergeleriyle
ortak bir Komisyon kuruldu, Komisyon çalışmalarına
katıldık ve bu çalışmalar da bence çok iyi oldu; Sayın
Başkan ve Komisyon üyelerine, Komisyona katılan uzmanlara ve
katkıda bulunan herkese teşekkür ediyorum. Komisyon raporunu Mart
2020de tamamlayarak teslim etti, şimdi bunu konuşuyoruz. Tabii ki
inşallah, bundan sonraki dönemde burada yazılan öneriler kurumlar
tarafından, bakanlıklar tarafından uygulamaya konur. Tabii,
sürem kısa olduğu için -her şey de aslında geniş bir
şekilde raporda var ama- ben burada daha çok öneriler kısmında
konuşacağım.
Tabii, bunlar çok ciddi
hastalıklar, ağır hastalıklar, maalesef çoğu da
tedavisi olmayan hastalıklar ve hem kişiyi hem de aileyi ciddi
şekilde zorlayan hastalıklardır ve çoğunun da tedavisi
yoktur. O yüzden her hastalık için olduğu gibi bu hastalıklar
için de aslolan hastalığı önlemektir. Keşke bu
hastalıkları tamamen önleyebilsek, bir hasta bile olmasa ve ülkemizin
hastalık yükünü azaltabilsek. Bütün çabayı da buna vermek lazım
çünkü tedavi zordur, bazen imkânsızdır ama önlemek daha
insancıldır, daha ekonomiktir, daha sağlıklı bir
konudur. O zaman, önleme konusunda neler yapabiliriz, ona bakmamız
lazım.
Down sendromu bir kromozom
anomalisidir. Biliyorsunuz, insanda 46 tane kromozom vardır, Down
sendromlu kişilerde 21inci kromozom 3 tanedir. Yani bu ne demek? Bu Down
sendromlu kişilerde 47 tane kromozom vardır. Bir anomalidir, evet;
neden oluyor, çok da bilmiyoruz. O yüzden, bunu önlemek açısından da
elimizden gelen bir şey yok aslında ama birtakım ipuçları
var, belki onlardan yola çıkmamız lazım. Toplumumuzda, ülkemizde
akraba evlilikleri sık, akraba evlilikleriyle uğraşmamız
lazım. Özellikle güneydoğuda ve güney illerimizde akraba evlilikleri
fazla; akraba evlilikleriyle uğraşmamız lazım. 1inci
çocuğu Down olan kişinin 2nci çocuğunun Down olma ihtimali daha
yüksek. Bunun için genetik danışmayı artırmamız
lazım, gebelik öncesinde genetik danışmanın mutlaka
olması lazım. Ondan başka, 1inci çocuğu Downlu olan
kişilere yine mutlaka bir genetik danışma yapmak lazım.
Bir başka risk faktörü
annenin yaşıdır. 45 yaşından sonra Downlu çocuk
doğma ihtimali artıyor, yaşlı gebeliklerde Down görülme
riski artıyor. Bunun için, bunu da dikkate alarak ona göre gebelikleri
planlamak gerekiyor. Bu yüzden, ülkemizde daha hassas, daha duyarlı olarak
bunları önlemeye yönelik çalışmalar yapmamız lazım.
İkinci grup, otizm,
dikkat eksikliği veya öğrenme güçlükleri gibi hastalıklar. Bu
konuda daha da sıkıntıdayız, çok da nedenini bilmiyoruz.
Neden oluyor da nöronlarda yapısal veya kimyasal değişiklikler
oluyor, bunları bilmiyoruz ve bu sıklıkla artan durum. Özellikle
otizm, evet, bir spektrum; çok ağır formlarından çok hafif
formlarına kadar değişen formlarda görüyoruz ama çok da nedenini
bilmiyoruz. Suçlanan faktörler var; tarım ilaçları, gıda
katkı maddeleri, çevresel faktörler gibi birçok faktör suçlanıyor;
bununla ilgili çalışmaları artırmamız lazım.
Özellikle gıda katkı maddeleri çok riskli, bebeklik döneminde
kullanılmaması gerekiyor ve çocuklarda uyaran faktörler bunlar ve
ciddi bir kimyasal madde alımına sebep oluyor. Bununla ilgili de çok
dikkatli olmamız ve bunlarla ilgili ilişkileri netleştirip
bunlardan da uzak durmayı sağlamamız lazım.
Bu tür hastalıklarda
erken tanı çok önemlidir. Eğer hastalığı
önleyemiyorsanız erken tanısını yapmak lazım. Bizim
açımızdan, sağlık yönetimi açısından erken
tanı ikincil koruma diye kabul edilir. Eğer
hastalığı tamamen önleyemiyorsanız erken tanı koyup...
Ne kadar erken tanı koyarsak o kadar iyi tedavi edebiliriz, o kadar
başarılı oluruz ve o kadar hayata uyumlarını da
sağlayabiliriz. Bu nedenle her hastalık için erken tanı çok
önemlidir ama bu Down, otizm konusunda erken tanı çok daha önemli oluyor.
Downun erken tanısı için kromozom analizi yapmamız lazım, özellikle
gebeliğin 16ncı ve 20nci haftasında üçlü test dediğimiz
testin yapılmasıyla kromozom anomalisini saptayabiliriz. Eğer
böyle bir durum olursa anneyi, aileyi bu duruma hazırlamak ve
yetiştirmek gerekiyor. Bunların testini mutlaka her gebelikte
yapmamız lazım, bütün gebelere mutlaka gebeliklerinin 16ncı
haftası ila 20nci haftası arasında üçlü test denilen testleri
yapmayı sağlamamız lazım, bu sistemi kurmamız
lazım.
Bunların
dışında gebelik süresini çok iyi takip etmemiz lazım, gebe
muayenesi çok önemli, gebenin mutlaka takip altında olması gerekiyor.
Eğer riskli gebelikse, ileri yaşlı bir gebelik ya da düşük
yaşlı bir gebelikse, anne sigara içiyorsa, daha önceki gebeliklerinde
sorun varsa bu gebelikleri çok çok daha yakından takip etmek gerekiyor.
Gebelik sonrasında da gebelik sırasında geçirilen enfeksiyonlar
çok risklidir.
Doğum süreci çok önemli.
Hiçbir çocuğun doğumda zorluk çekmemesi, doğum sürecinin
uzamaması gerekiyor. Birçok sorun doğum sürecinin uzaması ve
çocuğun oksijensiz kalmasından kaynaklıyor. Bu nedenle
doğumların mutlaka hastanede ve gerekli müdahalelerin
yapılabilecek şekilde hazırlıklı yapılması
çok önemli bir konu, bu tür sorunların ortaya çıkmasını
önlemek için.
Çocuk doğdu, takibi çok
çok önemli. Bebeklik ve çocukluk döneminde mutlaka düzenli olarak takip etmemiz
gerekiyor. Özellikle otizmi 3 yaşından önce yakalarsak çocuğu
çok daha iyi tedavi etme ya da rehabilite etme ve hayata uyumunu sağlama
şansımız var. Bu nedenle bu tür hizmetleri de iyi organize
etmemiz lazım. Tabii, sistematik muayene yanında bununla ilgili
testler var, otizmi saptamak için tarama testleri olarak kullanılan
testler var; bu testlerin yaygın bir şekilde
kullanımını sağlamak lazım. Nasıl
yapacağız bunu? Özellikle, şimdiki sistemimizin birinci
basamağı aile hekimliği olduğu için aile hekimlerini bu
konuda çok iyi eğitmemiz ve mutlaka şüphelendiği her kişiye
otizm tarama testini yapmamız gerekiyor. Ondan sonra da eğer
şüphelenirse, bulguları varsa da bunu bir uzmana göndererek tanı
koyulmasını sağlamamız lazım. Tabii, tanı
konulduğu an bunun takibinin ve izlemesinin çok ciddi bir şekilde
yapılması gerekiyor.
Evet, sağlık
açısından en önemlisi önlemek, taramak ve erken tanı koymak.
Tabii ki tanı konulduktan sonra tedavisinde çok yapabileceğimiz bir
şey yok; elimiz kolumuz biraz kısıtlı ama yine de özellikle
rehabilitasyon konusu çok önemli hâle geliyor. Sağlık personeli bunu
yapıyor. Sağlık personelimizin ben bu konuda eksiğinin olduğunu
düşünmüyorum, çok fedakârca bu işleri yapıyor. Şimdi de
bildiğiniz gibi bu yükünün üzerine bir de Covid eklendi, tabii, yükü daha
da arttı ama tüm sağlık personeline verdiği hizmetlerden
dolayı teşekkür ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Saygılarımızı sunuyoruz hepsine ve
destekliyoruz ve desteğimizin de devam edeceğini belirtiyoruz. Büyük
bir fedakârlık içinde bu işi yürütüyorlar. Yeni sağlık
personeli alımı gerekiyor, yükünü azaltmak lazım, yükünü
azaltmak ve bu sirkülasyonu sağlamamız gerekiyor. Bu konuda da yeni
sağlık personeli alımının yapılarak mevcut
sağlık personelini desteklemekte fayda görüyorum.
Üçüncü konu: SGKyle ilgili
kısımlar var. Evet, SGKnin Türkiyede yükü çok büyük, hakikaten, 83
milyon kişinin sağlık hizmetlerini finanse ediyor ve tabii, çok
kişinin prim veremediğini de düşünürsek ya da asgari ücret
düzeyindeki insanların primlerinin çok düşük olduğunu da
düşünürsek SGKnin yükü artıyor. Devletimiz ciddi bir şekilde
hazineden sübvanse ediyor, destekler yapıyor ama yine da sağlık
harcamaları çok ciddi bir şekilde artıyor. Büyük beklenti
SGKden. Özellikle bu kişilerin tedavilerinde, takiplerinde ben
ayrıcalık gösterilmesini istiyorum SGK tarafından. Bu
çocukların -özelikle de bunların çoğu yoksul çocuklar-
ailelerinin ekonomik durumu iyi değil. Şimdi, katkı payı
alınıyor. Katkı payının mantığı
sağlık hizmetinin kötü kullanımını önlemeye
yöneliktir. Başkalarına yapılabilir ama çocuklara
yapmayalım. Katkı payı uygulaması sağlık
hizmetlerinden, tedaviden, cihazdan yararlanmayı
kısıtlıyor; en azından çocuklara bunu kaldıralım.
Kronik hastalığı olan, örneğin tip 1 diyabetli çocuklar
için insülin pompası veya kan şekeri takibi için sensör, işitme
kaybı olanlar için kulaklık veya bununla ilgili ameliyatlar veya Down
sendromlu kişiler için tekerlikli sandalye, otistik çocuklar için
rehabilitasyon hizmetleri gibi hizmetlerde katkı payını
kaldıralım ve bu çocuklara ne ihtiyaçları varsa verelim diye
düşünüyorum. Bir de sayı sınırlamasını
kaldırmamız lazım yani 30 seans fizik tedavi alacaksınız,
sonra almayacaksınız. demek bunların hizmetlerini,
bunların gelişimini, takibini zorlaştırır. Hepsine
yapamıyorsak bile en azından çocuklara katkı payı
uygulamasından mutlaka vazgeçmek ve sayı
sınırlamasından da vazgeçmek gerekir diye düşünüyorum.
Dördüncü sorun eğitim ve
istihdam sorunu. Bu çocuklar için eğitim çok önemli. Takiplerini yapmak,
sosyal hayata uyumlarını sağlamak, erişimleri
açısından belki sağlık hizmeti kadar -özellikle otistik kişiler
için, Downlu kişiler için- mutlaka özel eğitim ihtiyacı da var.
Evet, özel eğitim kurumlarımız var ama bu özel eğitim
kurumlarını artırmamız lazım, buradaki öğretmen
donanımını artırmamız lazım. Orada da ders kısıtlaması
var, özel ders kısıtlaması var, bunu da kaldırmamız
gerekir diye düşünüyorum çünkü bu çocuklar için eğitim bir ölçüde
tedavidir; gelişiminin devamı için, uyumunun devamı için mutlaka
özel eğitim alması gerekiyor. O yüzden de özel eğitim
okullarının, özel eğitim öğretmenlerinin sayısını
artırmak ve desteklemek gerekiyor.
Bir farklı uygulama da
özel eğitim dışında karma sınıflarda
yapılıyor. Aslında düşünce olarak doğru; diğer
insanlardan ayırmadan yaşasın isteniyor, karma
sınıflarda ayrımcılık yapılmadan eğitim
alsın isteniyor. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz tüm engellilerin
eşit vatandaş olarak yaşamasından yanayız ve bununla
ilgili her türlü kolaylaştırmayı ve desteği vermeye de
hazırız. Bu çocukların eğitiminin de karma
sınıflarda olması daha çağdaş bir yaklaşım
fakat buna da hazırlıklı olmak lazım.
Şimdi, özel eğitim
için ağır olanlar veya burada ayrılanların
dışında normal eğitime devam edenlerde de mutlaka özel
eğitim bilen, rehberlik bilen öğretmenleri istihdam etmemiz
lazım ve bu okullarda tüm öğretmenleri ve çocukları
farkındalık konusunda eğitmemiz gerekiyor; hepimizin buna
alışık olması lazım.
Komisyon
çalışmaları sırasında da çok kötü örnekler gördük; bir
engelli çocuğun okula alınmadığını ve bununla
ilgili ailelerin ayaklandığını biliyoruz -Komisyon
Başkanımız da gitti- bu tür olayları yaşamamamız
lazım. Onun için hem o okula hem de toplumun tümüne
farkındalıkla ilgili bilgilendirmeler yapıp eğitim
yapmamız lazım ve kesinlikle bu çocukları dışlamadan,
hayatımızın bir parçası olarak eğitimlerini sürdürmelerini
sağlamamız gerekiyor.
Tabii öğretmenlerimiz de
çok kutsal bir iş yapıyor. Öğretmen
açığımızı gidermek lazım, özellikle özel
eğitim desteğimizi artırmak lazım; her çocuk için özel
eğitim mutlaka yapılmalı ve özel eğitimden anlayan
öğretmenler istihdam edilmeli. Bu nedenle öğretmen ataması da
gereklidir.
Özel eğitime ara
vermemek gerekiyor bir de. Evet, kötü günler yaşıyoruz, Covid her
yerde başımıza bela ama özel eğitimi durdurmak çok daha
büyük sıkıntılara sebep oluyor; ailelerin yükünü
artırıyor, birçok aile tabii ki bununla baş edemiyor. Bu nedenle
her şeye rağmen, tüm önlemleri alarak özel eğitimi de
sürdürmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Bir diğer konu, aileler.
Ailelerin hayatı tabii ki bu çocuklarla birlikte çok etkileniyor. Mutlaka
ailelere destek vermemiz lazım. Bu sadece maddi destek değil, sosyal
destekleri de vermemiz gerekiyor. Hayatları bu çocuklar oluyor, tüm
dünyaları bununla geçiyor ve sosyal hayatları bitiyor. Onun için
gündüz bakımevleri veya tam süreli bakımevleri olması lazım
ve çok ağır sorunları olan, evde bakılan kişilere de
mutlaka evde bakım hizmetleri vererek bu çocukların
hayatlarını sürdürmelerini sağlamak, ailelere de sosyal destek
vermek, yardımcı olmak en önemli konulardan biridir diye
düşünüyorum.
Tabii, bu çocukları
okutmamız, meslek edindirmemiz gerekiyor ve ondan sonra da istihdam etmemiz
gerekiyor. Bu konuda da bütün aşamalarda sadece ilkokulda değil
ortaokulda, lisede ve üniversitede de bu çocukların okumasına yönelik
düzenlemeler yapmak lazım. Burada özellikle YÖKe büyük görev
düşüyor, bunlar için ayrı kontenjan ayrılması lazım.
Tabii, iyi bir şey yapıldı. Engelli KPSS diye bir sınav
var ama Engelli KPSSnin içerisinde de kişilerin engeline göre
düzenlemeler yapılması ve bu çocuklara kontenjan ayrılması
çok gerekli bir durumdur. Bunları yaparak bu çocukların okuması,
hayata bağlanması, hayata tutunmasını da sağlamak en
önemli sorundur.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak biz, insanlarımızın, tüm engellilerimizin de
bağımsız olarak yaşamasını istiyoruz ve bununla
ilgili yapılacak her konuya da buradan destek vereceğimizi özellikle
yine bir kez daha belirtmek istiyorum.
Tabii, Başkanım,
aslında bir önerimiz, bir çalışmamız vardı. Bu
çalışmaların çoğunu bakanlıklar yapacak, kurumlar
yapacak; işte, Millî Eğitim Bakanlığına çok
sorumluluk, yük düşüyor, YÖKe, Gençlik ve Spor Bakanlığına
önemli yük düşüyor. Bu çocukların spor yapmasını da
sağlamamız lazım. Bunlarla ilgili gereken yasal düzenlemeyi de
yapmayı amaçlıyorduk, o kısım eksik kaldı. Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, yapılacak yasal düzenlemelere de her zaman var
olduğumuzu belirtmek istiyorum. Belki bir eksikliğimiz, bunu da
tamamlayarak biz üzerimize düşeni yapalım, ondan sonra da ilgili
bakanlıkların kendi çalışmalarını yaparak bu
çocukların ve ailelerin hayatını kolaylaştırması
lazım.
Son olarak da yerel
yönetimlere değinmek istiyorum. Tabii, yerel yönetimlerin
yapacağı çok iş var; bunlarla ilgili gündüz bakımevi, tam
süreli bakımevi, engelli yaşam merkezleri kurup burada bu ailelere
yardımcı olması, bunlara sosyal destek vermesi, bunların
hayatını kolaylaştıracak düzenlemeler yapmasını
da çok önemsiyoruz.
Ulaşım sorununu
halletmemiz lazım. Akülü, tekerlekli sandalyeyi daha çok kişiye
ulaştırabilmemiz lazım. Bunları hareketli hâle getirmek hem
onların hem ailelerinin üzerinden büyük bir yük alacaktır. Bunlarla
ilgili, bu özel yaşam merkezleri yanında, parkların
yapılması, ulaşım sorunlarının giderilmesi de
yerel yönetimlerden en çok beklediğimiz konulardır.
Tekrar söylüyorum: Milliyetçi
Hareket Partisi olarak yapılacak her türlü düzenlemeye, engellilerin
sorunlarını çözmeye yönelik yapılacak her türlü düzenlemeye
destek olacağımızı belirtiyor, saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (MHP ve
AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Sait Dede, buyurun. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA SAİT
DEDE (Hakkâri) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Down
Sendromu, Otizm ve Diğer Gelişim Bozukluklarının
Yaygınlığının Tespiti ile İlgili Bireylerin ve
Ailelerin Sorunlarının Çözümü İçin Alınması Gereken
Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerine söz almış
bulunmaktayım.
Konuyla ilgili büyük emekleri
olan demokratik kitle örgütlerine, sivil toplum örgütlerine, üniversitelere ve
en başta da bu mağduriyetleri yaşayan ve aralıksız
mücadele eden ailelere, özellikle de annelere bize yol gösterdikleri için
teşekkürlerimizi, saygılarımızı sunuyoruz.
Raporda emeği geçen
Komisyon üyelerimize teşekkür ediyoruz.
HDP olarak ailelerin
mücadelesinin her zaman yanında olacağımızı ve
üzerimize ne düşüyorsa yapacağımızı belirtmek
istiyoruz.
Komisyon, kapsamlı bir
çalışma yürüterek, birçok kurumla, kuruluşla ve ailelerle
görüşmeler gerçekleştirerek hazırladığı raporun
Sonuç kısmında 324 öneride bulunuyor. Yine, raporda, yapılması
lazım gelen yasal düzenlemelere ilişkin ayrıntılı
açıklamalar yer almaktadır. Dileriz, en kısa zamanda,
yaşanan eksikliklerin, mağduriyetlerin ve toplumca
yarattığımız engellerin ortadan kaldırılması
noktasında gerekli yasal düzenlemeler bir an önce yapılır. Her
yaştan otizmli, Down sendromlu ve diğer gelişim zorlukları
olan yurttaşların insan haklarına uygun, kaliteli bir yaşam
sürmesi, toplum içinde yerini alması, başta sağlık,
eğitim, istihdam ve bakımı olmak üzere tüm hayat
şartlarının, dünyanın gelişmiş ülkelerinde
olduğu gibi iyileştirilmesi için gerekli tedbirler en kısa
sürede alınmalıdır.
Özel gereksinimli bireylere,
başlangıçtan itibaren hak temelli olmayan, sadece yardım temelli
yaklaşımların temel sebebi, bu alanda yasal düzenlemenin
olmamasıdır. Kanunun yokluğu demek, devlete, topluma hukuki
sorumluluk yüklememek demektir. Bu noktada, derhâl yasal düzenlemelere
gidilerek hukuksal güvence sağlanmalı, gerek özel gereksinimli birey
gerekse de ailesi açısından doğumdan başlayarak bir
yaşam boyu destek sistemi kurulmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
Down sendromu genetik bir farklılık, bir kromozom anomalisidir. En
basit anlatımıyla, sıradan bir insan vücudunda bulunan kromozom
sayısı 46 iken Down sendromlu bireylerde bu sayı, 3 adet 21inci
kromozom olması nedeniyle 47dir. Down sendromu tedavi edilmesi gereken
bir hastalık değil, genetik bir farklılıktır. Hücre
bölünmesi sırasında yanlış bölünme sonucu 21inci kromozom
çiftinde fazladan 1 kromozomun yer almasıyla meydana gelir. Down sendromlu
çocuklar çevreleri, aileleri, okul, akranları, hizmet
sağlayıcıları tarafından desteklenip akranlarıyla
bir arada, aynı ortamda büyürlerse hem zihinsel hem de sosyal becerileri
daha üst düzeye çıkar. Bu sebeple, hayat boyu eğitim, Down sendromlu
çocukların gelişimi ve hayata tam katılımı için en
önemli araçtır. Eğitimlerle, hayat boyu yapılması gereken
günlük fiziksel, zihinsel ve sosyal aktiviteleri, iş hayatında
ihtiyaç duyacakları becerileri güçlenecektir. Eğitim süreci Down
sendromlu bebeklerin bir ayını doldurmasıyla başlamalı
ve hayat boyu değişen ihtiyaçlarına göre devam etmelidir. Bir
aydan itibaren fizyoterapiyle başlayan eğitim, daha sonra bireysel
eğitim, dil terapisi diye devam eder. Okul çağına doğru ise
her çocukta olduğu gibi 3 yaşında kreşle okul öncesi
eğitime başlaması, sonraki dönemde diğer çocuklar gibi okul
süreçlerini takip etmesi, bu arada ise destek eğitimleri alması
gerekmektedir. Eğitimde okul öncesi kreşlerle başlayan ve örgün
eğitimle devam eden bu yaşam boyu öğrenim sürecinde Down
sendromlu çocukların eğitimlerden akranları gibi fayda
görebilmeleri için, her çocuk gibi okul öncesi eğitime 3
yaşından itibaren başlamaları ve yaşları
ilerledikçe diğer çocuklar gibi eğitim basamaklarında
ilerlemeleri, okul öncesi ve okul çağındaki eğitimlerine
akranlarıyla aynı sınıfta, aynı okulda, aynı
derslerde bireyselleştirilmiş bir müfredatla devam etmeleri,
sınıfta öğrenimlerini destekleyecek uygun araç,
kolaylaştırıcı materyale ve gerektiğinde öz bakım
ihtiyaçları için okullarda görev alacak eğitimli, uygun destek
personeline erişebilmeleri, destek eğitim hizmetlerini okul
içerisinde alabilmeleri, okul yönetimleri ve öğretmenler tarafından
kabul görmeleri çok önemlidir.
Bugün
yaşadığımız dünyada artık her bireyin
farklılığını hesaba katarak ona özgü eğitim
planlarını mümkün kılan eğitim programlarına
doğru bir yönelim söz konusudur. Bu da beraberinde, birbirinden
farklı özelliklere sahip bireylerin ayrıştırılarak
değil, hayatta olduğu gibi eğitimde de bir arada olması gerektiği
anlayışını ve uygulamalarını beraberinde
getirmiştir. Türkiyede, tam bir veri olmamasına karşın,
Türkiye Down Sendromu Derneğine göre yaklaşık 70 bin Down
sendromlu kişi olduğu tahmin ediliyor. Down sendromu bir
hastalık değildir, başta da söylediğimiz gibi, genetik bir
farklılıktır ancak Türkiyede bu açıdan da toplumsal bilinç
oluşturma noktasında, başta eğitim olmak üzere birçok
alanda yetersizlikler yaşanmaktadır. Down sendromlu bireylerde
bebeklik döneminde 1 aylıktan itibaren fizik tedavi eğitimine
başlanması gerekmekte ancak devletin haftada iki saat sağladığı
bu ücretsiz eğitim hakkından faydalanabilmek için öncelikle bir rapor
alınması gerekmektedir. Ancak, aileler bu raporun çeşitli
bahanelerle 1 yaşından önce verilmediğini ifade ediyorlar. Yine,
bir ayda verilen sekiz saatlik eğitimin çok yetersiz kaldığını,
çocuklarının sosyal hayata dâhil olması için olmazsa olmaz
konuşma terapisinin ise bu raporlara dâhil edilmediğini ve çok
maliyetli olan bu eğitime kendileri gibi birçok ailenin ulaşmadığını
ifade etmişlerdir. Tüm bu nedenlerden dolayı otizmli bireylerin, Down
sendromu, hiperaktivite, dikkat eksikliği bozukluğu gibi
gelişimsel farklılıkları olan bireylerin aileleriyle
birlikte maruz kaldığı mağduriyetlerin ve ihmallerin
nedenlerini ortadan kaldırmak için gerekli çalışmaları bir
an evvel yapmak gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Millî Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2019-2020 verileriyle
oluşturulmuş tabloya göre zorunlu eğitim çağında olup
da birden fazla yetersizliği nedeniyle ilköğretim veya ortaöğretim
programlarına devam edemeyecek durumdaki 107.190 öğrenciye 1.583
okulda 9.796 derslikle eğitim hizmeti verilmektedir. Yine, dikkat çeken
diğer bir veri de okul öncesi, ilkokul kademesinde 44.265 olan
öğrenci sayısının ortaokul kademesinde 37.086ya, lise
kademesinde ise 25.839a düşüyor olduğu gerçeğidir. Yani,
zorunlu eğitim döneminde bu öğrencilerimizin yüzde 58i örgün
eğitimin dışına çıkmaktadır. Bu son derece vahim
bir tablodur.
Değerli milletvekilleri,
Down sendromu genetik bir farklılık, otizm ise gelişimsel bir
farklılıktır. Otizmin genetik ve çevresel faktörlerle
ilişkisi üzerine çalışmalar yapılmaktadır fakat
etiyolojisi üzerine kesin bir sonuca varılmamıştır.
Bilimsel araştırmalara göre, otizm, sosyal etkileşim, iletişim
ve davranış sorunlarıyla kendini gösterir. Uygun eğitsel düzenlemeler
yapılmadığında otizm, bireylerin kendilerinin ve
çevresindekilerin yaşamlarını her yönden olumsuz etkileyen ve
yaşam boyu süren bir uyumsuzluk hâline gelmektedir.
Yapılmış net bir araştırma olmamasına
rağmen, Türkiye'de 1,5 milyon otizmli bireyin, bundan etkilenen aileleri
de içine kattığımızda 4,5 milyon kişinin
etkilendiğini söylemek mümkündür. 0-14 yaş grubu
aralığında otizmli çocuk sayısıysa yaklaşık
olarak 140 bindir.
Otizmli bireyler, sadece
kendi yaşamlarını değil, çevrelerinde onlardan sorumlu olan
kişileri de etkilemektedirler. Gerekli eğitsel önlemlerin
alınması hâlinde ise pek çok otizmli çocuk söz konusu
uyumsuzlukları çeşitli oranlarda aşabilmekte, bir
farkındalık hâli olarak otizmli bireyler daha nitelikli bir hayat
sürebilmektedirler. Yine yapılan araştırmalara göre, otizme
yönelik eğitime tercihen 3 yaştan önce başlanması,
eğitimde otizme yönelik uygun müfredatın hazırlanıp
uygulanması ve pedagojik vurgular içermesi gerekmektedir. Ancak,
Türkiye'de otizmli bireylere kapsamlı bir şekilde eğitim
verebilecek kapasiteye sahip alanlar hâlâ
oluşturulmamıştır, bu nedenle çoğu otizmli çocuk
aileleriyle birlikte ciddi mağduriyetler yaşamaktadır.
Üniversitelerde yeterli sayıda program ve öğretim üyesinin
olmaması da otizmli bireylerin eğitiminin eksik kalmasına sebep
olan bir diğer nedendir. Pandemide ise bu -başlıca eğitim
sorunları- daha da derinleşmiş ve keskinleşmiştir,
üzerine sağlık endişeleri de eklenmiştir.
Down sendromlu kişilerde
bağışıklık sistemi daha düşük olmakta ve
çoğu zaman sendromdan dolayı kalp rahatsızlıkları,
tiroit problemleri, lösemi, işitme sorunları, akciğer ve orta
kulak enfeksiyonları gibi hastalıklara daha yatkın
olmaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında, çocuklarda
Covid-19 etkilerinin Down sendromlu çocuklar için daha ciddi riskler
taşıyabileceği olasılığı hiç göz önüne
alınmamıştır. Bu çerçevede, Down sendromlu çocuğu olan
sağlık çalışanlarına çocuklarını
koruyabilmek yolunda ek önlemler sunulmamıştır.
Yine otizmli, dikkat
eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, özgül öğrenme
bozukluğu, bilişsel gelişim sorunları olan bireylerin ve
diğer özel gereksinimli bireylerin pandemi koşullarında uzaktan
eğitim sürecinde gerekli ve yeterli eğitimi almaktan uzak
kalmaları yaşanan zorluk ve mağduriyetleri
artırmıştır. Pandemi döneminde, özel gereksinimli bireylere
EBA üzerinden verilen eğitimlerle yetinilmiş, bu öğrenciler
tamamen okul için EBA üzerinden verilebilecek destek eğitiminden,
kısmen de rehabilitasyon merkezlerinde verilen eğitimden yoksun kalmışlardır.
İlgili bakanlıkların, bu sebeplerle, pandemi
koşullarını da göz önüne alarak Komisyon raporunu tekrardan
değerlendirmeleri gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bugün özel gereksinime ihtiyaç duyan yurttaşlarımızın
sorunlarını elbette, sadece Millî Eğitim
Bakanlığı bünyesinde yapılacak kısmi düzenlemelerle
çözüme kavuşturmak mümkün değildir. Yine, sadece bütçe ayrılarak
da yapılamaz. Yalnız Millî Eğitim Bakanlığı
değil; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı gibi
bakanlıkların, yine, sivil toplum örgütleriyle, ailelerle
kuracakları diyalogla insani ve ahlaki politikalar üretilebilir.
Bürokratik engeller bu noktada mutlaka aşılmalıdır.
Bakın, daha önce
rehabilitasyon merkezlerine gitmiş özel gereksinimli bireylere beş
altı yıl sonra RAMların artık eğitim raporu
vermemeleri o yurttaşları zor durumda bırakmakta, yaşam
alanları ve eğitim hakları kısıtlanmaktadır.
Birçok yerde bu tür uygulamalarla karşılaşıyoruz.
Kendi ilim Hakkâride de
böyle ciddi bir sıkıntı yaşanabilmektedir. 25-30
yaşlarında özel gereksinimli bir birey belli bir süre rehabilitasyon
merkezine gittikten sonra eğer bir ilerleme kaydetmiyorsa bu sefer
rehabilitasyon araştırma merkezleri bunlara rapor vermemekte ve bu
haklarından mahrum kalmaktadırlar.
Yine, bazı RAMlarda
fizyoterapist bulunmadığı için fiziksel yetersizliği
bulunan bireylere ilişkin sağlıklı bir değerlendirme
yapılamamaktadır.
Ayrıca bölgesel sorunlar
da mevcuttur. Mesela Hakkâri sağlık kurumunda psikiyatrist ya da yan
dal çocuk birimleri olmadığı için, rapor için yurttaşlar
Diyarbakır, Van ya da Erzuruma gitmek zorunda kalmaktadır. 2020
yılında altı ay boyunca Hakkâride çocuk psikiyatristi
olmadığı için çocuklara yönelik öğrenme raporu veya
zihinsel bir rapor verilmemiştir. Benzer durumun Türkiyenin birçok
yerinde yaşandığını söyleyebiliriz. Artvinin,
Hakkârinin, Batmanın veya Yozgatın bir köyündeki ailenin ilgili
kuruluşlara ulaşması diğer yerlere göre farklılık
gösterebiliyor.
Yine, yaşanan çevre,
ailenin sosyoekonomik durumu ve benzeri birçok parametre özel gereksinimli
bireyin gelişimini etkilemektedir. Bu noktada da multidisipliner bir
çalışma gerektiğini tekrar söylemek istiyoruz. Özel gereksinime
ihtiyaç duyan yurttaşlar için kapsayıcı eğitim son derece
önemlidir. Kapsayıcı eğitimle kişi sisteme adapte edilmez,
sistem herkesin erişebileceği bir biçimde tasarlanır. Çocuk
okula uydurulmaz, okullar gerek fiziki ve gerek kadro olarak herkesin
eğitim görmesine uygun hâle getirilir.
Peki, bu şartlar
altında, ana dili Kürtçe olan özel gereksinimli bir yurttaş bu gereksinimini
nasıl karşılayacak? Evde, sokakta, mahallede Kürtçe konuşan
ama okula geldiğinde farklı bir dille karşılaşan birey
nasıl eğitim alacak? Dilin çocuğun kendi gelişimi, kendini
ifade etme, zihinsel becerilerini geliştirme, kendi
dışındaki dünyayı anlama açısından önemli;
anadilin çocuğun kendisini ifade etme ve kavramları
anlamlandırma açısından son derece önemli olduğu bir
gerçektir. Dil, kurucu işlevi olan bir unsur. Böylece, bireyler
dış dünyayı dil aracılığıyla
algılıyorlar, kendilerini bu şekilde keşfediyorlar,
yeteneklerini açığa çıkarıyorlar. Bu bakımdan,
bireylerin kendi ana dillerinde eğitim almalarına karşın,
kendi ana dili olmayan ikinci bir dilde ya da yabancı dil olarak kabul
edilecek dillerde eğitim almaları gelişimlerini de zorlamaktadır.
Dediğimiz gibi, çözüm
sadece hekimlerde değil, sağlık politikalarında değil,
sadece Millî Eğitim Bakanlığında değil, sadece Gençlik
ve Spor Bakanlığında değil; çözüm, farklılıkların
bir arada yaşayabildiği toplumsal bir yapıdadır. Bunun için
de tüm kurum ve kuruluşlara eşit oranda sorumluluk düşmektedir.
Bu yüzden de özel bireye yaklaşımın mutlaka multidisipliner ve
ortaklaşa olması gerekmektedir.
Sözlerimi tamamlamadan önce,
sivil toplum örgütlerinin bu konudaki taleplerini buradan dile getirmek istiyorum.
Bu talepler, Komisyon tarafından hazırlanan bu raporun
akıbetinin farklı nedenlerle hayata geçirilmeyen önceki raporlar gibi
olmaması ve raporda yer alan önerilerin sivil toplumla iş
birliği içerisinde hızlıca hayata geçirilmesi için gerekli somut
adımların atılması, yine, Meclisin yönlendirmesiyle Millî
Eğitim Bakanlığı, Sağlık
Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler
Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı gibi ilgili
başlıca bakanlık ve kuruluşlarla yapılacak
çalışmalarla yasal mevzuata kavuşturulması yönünde
taleplerdi. Ve özel bireye yaklaşırken mutlaka en fazla dikkat
edilmesi gereken şudur: Bunun bir hastalık
olmadığını, bunun toplumda bir farklılık
olduğunu, aslında bizim toplumu buna hazırlamamız
gerektiğini bir daha vurgulamak istiyorum.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Sayın Çetin Arık.
Sayın Arık, süreniz
on dakikadır.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ÇETİN
ARIK (Kayseri) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Gazi Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Araştırma Komisyonu raporu üzerinde grubum
adına söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
otizm, doğuştan gelen, yaşamın ilk yıllarında
ortaya çıkan ve yaşamın her dönemini etkileyen
nörogelişimsel bir bozukluktur. Otizmin görülme
sıklığı da her yıl artmaktadır.
Bakınız, 1980li yıllarda her 2.500 çocuktan 1i otizmli
doğarken bugün her 54 çocuktan 1i otizmli doğmaktadır.
Doğal olarak şu soruyu sorabilirsiniz sayın milletvekilleri: Her
54 çocuktan 1i otizmli doğuyor ise biz bu çocukları niçin
göremiyoruz? Yanıtı işte bu fotoğraf. Siz Beratı
annesinin elinden tutup sokakta yürürken göremezsiniz çünkü henüz 8
yaşında olan Berat evinin balkonundaki demir parmaklıklar
arkasında hapis hayatı yaşıyor. Peki, hapis hayatı
yaşayan sadece Berat mı? Hayır, değil. Bakınız,
sayın milletvekilleri, bu da başka bir fotoğraf, bu da Umut.
Umutun annesi de Umutu ellerinden ayaklarından yatağa
bağlamakta bulmuş çareyi. Sakın ha, beni de yanlış
anlamayın. Ben, ne Beratı ne de Umutun annesini yargılamak
için, suçlamak için bu fotoğrafları göstermiyorum; benim
isyanım, bu annelere bu çaresizliği yaşatan sisteme, düzene.
Sayın milletvekilleri,
inanın, çoğu otizmli aile çocuklarıyla birlikte evlerinde hapis
hayatı yaşıyor çünkü toplum otizmi bilmiyor, bu çocukları
ve ailelerini yargılıyor ve dışlıyor.
Düşünebiliyor musunuz, bakınız, Aksarayda bir muhtar adayı
Kaynaştırma eğitimi alan bu özel çocukları okuldan
attıracağım. diyerek mahalleden oy istiyor ve kazanıyor.
Dediğini de yapıyor, hem de okul müdürüyle birlikte yapıyor.
Sayın milletvekilleri, biz ne ara bu kadar vicdansız,
acımasız, hâlden anlamaz olduk, inanın ki bilmiyorum. Toplum
Beratların farkında değil ama üzülerek söylüyorum ki Gazi
Meclisimiz de farkında değil.
Değerli milletvekilleri,
evet, binbir zorlukla da olsa Araştırma Komisyonu kuruldu, Komisyon
büyük bir titizlikle çalıştı, kimi dinlemesi gerekiyorsa
dinledi, nereye gitmesi gerekiyorsa gitti. Teşekkür ediyorum ama sayın
milletvekilleri, bu raporun üzerinden tam bir yıl geçti; bir yıl
oldu, ancak bugün görüşebiliyoruz. Siyaset yapmak için söylemiyorum,
üzülerek söylüyorum ki Gazi Meclisimizin önceliği Beratı değil
de mafya babalarını hapis hayatından kurtarmak oldu.
Peki, sayın
milletvekilleri, ne yapmak gerekiyor? Ne yapmak gerekiyor, çare ne? Öncelikle
samimi olmak gerekiyor. Bir sorun var ve bu sorunu çözmek için samimi olmak
gerekiyor. Otizmin farkında olmak, otizm konusunda kamuoyunun
farkındalığını artırmak gerekiyor.
Sayın milletvekilleri,
otizmin bilinen en önemli ilacı eğitim. Bu çocukları hayatta
tutabilmek için, erken başlayan, yoğun, kesintisiz, haftada en az
kırk saat süren nitelikli eğitim almaları gerekiyor; çare bu.
Eğitim, her çocuğun
anayasal hakkıdır ama otizmde, Down sendromunda, haktan da öte
ilaçtır, tedavidir, tek çaredir. Almaları gereken eğitim haftada
kırk saat ama aldıkları ayda on iki saat. Ben sorarım
sizlere, normal gelişim gösteren çocuklarımıza haftada kırk
saat eğitim desteği verirken tek ilacı eğitim olan bu
çocuklarımıza ayda on iki saat eğitim desteği vermek reva
mıdır? Şimdi Beratın niçin kafesin arkasında hapis
hayatı yaşadığını anlayabiliyor musunuz? Tek
ilaçları nitelikli eğitim ve verilse bu eğitim, Beratlar da
hapis hayatından kurtulacaktır.
Sayın milletvekilleri,
bana Otizmin resmini çiz. deseniz herhâlde bu resmi çizerdim. Bu resme
dikkatli bakmanızı istiyorum. Beratı kafese
kapatmışsınız Hadi, akranların gibi sen de uç.
diyorsunuz. Berat uçamaz, uçamaz; uçması için öncelikle kafesin
kapısını açmanız gerekiyor. Gelin kafesin
kapısını açalım, Beratın da özgürlüğe, gökyüzüne
kavuşmasını sağlayalım. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
ülkemizde özel eğitimde hem kadro hem de donanım anlamında çok
ciddi eksiklikler mevcuttur. Bakınız, ülkemizde 32 üniversitede özel
eğitim öğretmenliği lisans programı yürütülmekte. Bu
üniversitelerin 18inde hiç profesör, 17sinde de hiç doçent yok; 11inde de ne
doçent var ne de profesör. Ülkemizde öncelik, yeni özel eğitim bölümleri
açmak değil, var olanı güçlendirmek olmalı. Var olanı
güçlendirelim ki nitelikli özel eğitim öğretmenleri
yetiştirelim. Olması gereken bu ama inanın, gerçek çok daha
acı. Gerçek ne biliyor musunuz sayın milletvekilleri? Gerçek, bu çocuklarımızın
eğitimini, özel eğitim öğretmeni olmayan, bir aylık
sertifika programıyla uzman eğitici unvanı almış,
otizmin osundan, Downun Dsinden habersiz kişiler yapıyor.
Maalesef ki gerçek bu.
Bakınız sayın
milletvekilleri, çünkü balık baştan kokuyor. Bakın, Millî
Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri
Genel Müdürü bir din kültürü öğretmeni. Yani itirazımız din
kültürü öğretmeni olmasına değil, konusu olmamasına,
konusunun dışında olmasına. Baştaki kişi
alanın dışında olunca, özel çocuklarımıza okul
öncesi eğitim öğretmeni, çocuk gelişimi ya da sınıf
öğretmenleri eğitim veriyor. Hatta itfaiye bölümü mezunları,
bahçe bitkileri bölümü mezunları da isterse bu çocuklarımıza
ders verebiliyor. Ben şimdi sorarım sizin vicdanlarınıza:
Siz, normal gelişen çocuklarınızı, alanı
dışında, sadece bir ay eğitimle sertifika almış
birisine teslim eder misiniz? Etmezsiniz. Çocuğunuzun matematik dersine
bahçe bitkileri bölümü mezunu birisinin girmesine gönlünüz razı olur mu?
Olmaz. Peki, bu çocukların günahı ne? Bu çocukların günahı
ne sayın milletvekilleri? Beratı, Umutu niçin alanı
dışındaki birilerine emanet ediyoruz? Bu ayıp değil mi,
bu günah değil mi, bu vebal değil mi, bu vicdansızlık
değil mi? Geliniz sayın milletvekilleri, bu ucuz iş gücü,
sertifika sevdamızdan vazgeçelim çünkü söz konusu olan insanın
hayatıdır.
Sayın milletvekilleri,
bu çocuklarımız ve aileleri pandemiden orantısız derecede
etkilendiler. Kazanımlarının çoğunu maalesef ki kaybettiler,
aileler perişan. Ama Sayın Millî Eğitim Bakanı uzaktan
eğitimle sertifika almanın yolunu açtı bu süreçte. Uzaktan
eğitimle, hem de on saat ders alıp sertifika alan kişiler
uzaktan otizm ve Down sendromlu çocuklarımıza ders verecekler. Bu
kadarına pes! Bu karar, özel eğitim ihtiyacı olan
çocuklarımızın gözden çıkarılmasıdır. Bu
büyük bir haksızlıktır, adaletsizliktir, bu tavır
doğru bir tavır değildir; bu tavırla Çocuk Hakları
Sözleşmesi ihlal edilmektedir, bu tavır Birleşmiş Milletler
Engelli Hakları Sözleşmesine aykırıdır.
Sayın milletvekilleri,
hatırlıyor musunuz, bir Otizm Eylem Planımız vardı,
hani, 3 Aralık 2016 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan. Bu planla
otizmli bireylerin toplumsal hizmetlerden diğer bireylerle eşit
yararlanması sağlanacaktı. Hani, ne oldu, ne oldu? Üzerinden tam
bin beş yüz kırk yedi gün geçti, Beratlar hâlâ kafeste. Hiçbir somut
adım atılmadı, her şey kâğıt üzerinde kaldı.
Endişem şu ki, hazırlanan bu rapordaki önerilerin de
kâğıt üzerinde kalması, bu konuda ailelere Tırnağınız
varsa başınızı kaşıyın. denilmesidir.
Değerli milletvekilleri,
otizmli çocuğu olan annelerin, babaların sizlere selamları var.
Yaşadıkları zorlukları anlamanızı ve çözüm
üretmenizi bekliyorlar. Aileler, son umut olarak, bu rapordaki hayatlarını
kolaylaştıracak somut önerilerin
kanunlaştırılmasını bekliyorlar.
Çocuklarının eğitimlerini, içerisinde sanatın, sporun da
olduğu, bilimsel, kanıta dayalı, yoğun ve haftada en az
kırk saat almalarını istiyorlar. Özel eğitim kanununun
çıkarılmasını ve çıkarılacak kanunlarda da
Birleşmiş Milletler Engelli Haklarına Dair Sözleşmenin
maddelerinin esas alınmasını istiyorlar.
Cumhurbaşkanlığı bünyesinde otizmle ilgili bir bilim kurulu
kurulmasını öneriyorlar. Otizmli, Down sendromlu bireylerin iş
koçu destekli istihdama katılmaları için gerekli düzenlemelerin
yapılmasını talep ediyorlar. Kendilerine düzenli psikolojik
destek verecek aile destek birimlerinin kurulmasını bekliyorlar çünkü
otizmli çocuğu olan ailelerde boşanma oranı yüzde 80.
Günümüzde bakımevi
kavramı, eskide kalmış, insan onuruna aykırı bir
kavramdır. Aileler, sadece bakıldıkları değil, üretip,
mutlu, güvenli olacakları, her il ve ilçede gündüzlü ve yatılı
yaşamevleri istiyorlar. Eğitim masrafları, sağlık
giderleri ve benzeri giderler düşünüldüğünde, evde bakım
maaşının, gelire bakılmaksızın, en az asgari
ücret düzeyine çıkarılmasını talep ediyorlar. Annelerin
erken emeklilik koşullarının iyileştirilmesini, babaların
da bu haklardan yararlanmasını talep ediyorlar. Otizmli çocuğunu
terk eden ve gerekli sorumluluklarını alamayan ebeveynlere yasal
yaptırımların gözden geçirilmesini talep ediyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÇETİN ARIK (Devamla)
Herhâlde sürem bitti Sayın Başkan.
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
ÇETİN ARIK (Devamla)
Peki, ben teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ikinci söz talebi Sayın Metin İlhanın.
Sayın İlhan,
süreniz on dakikadır.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA METİN
İLHAN (Kırşehir) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Down sendromu, otizm ve diğer gelişim
bozukluklarının yaygınlığının tespiti ile
ilgili bireylerin ve ailelerinin sorunlarının çözümü için alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu olarak uzunca bir inceleme ve
araştırma döneminin ardından sorunların tespiti ve çözüm
önerilerine yönelik hazırladığımız raporu Komisyon
olarak tamamlayıp Meclisin gündemine nihayet alabildik.
Sözlerime başlamadan
önce, hayatın içinde yer alan ve toplumun direkt olarak neredeyse üçte
1ini, dolaylı olarak da hepimizi ilgilendiren böyle önemli bir konuda
farklı siyasi partilerden oluşmuş Komisyon üyelerimize, konunun
hassasiyetine binaen farklı kurum ve kuruluşlardan gelen ve uyum
içerisinde Komisyon üyeleriyle çalışan uzmanlara, Meclis
personelimize, incelemeler için gittiğimiz yerlerde bizimle iş
birliği yapan kamu görevlilerine ve son olarak da Komisyon
Başkanlığını adil bir şekilde, büyük bir özen,
çaba ve nezaketle yürüten Sayın Kemal Çelike huzurlarınızda
teşekkür etmek istiyorum. Umarım Komisyon
çalışmalarında yaşadığımız uyum,
birliktelik ve bunun sonucu oluşan verimli çalışma düzenini
Genel Kurul çalışmalarında da sağlarız.
Sayın milletvekilleri,
Anayasamızın 5inci maddesinde devletin görevleri
sıralanırken Devletin ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya,
insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışması.
ifadelerine yer verilir. Sosyal devlet, bu bakımdan, dezavantajlı
bireylerin toplum hayatı içinde eşit olarak yer alabilmeleri için
engelleri kaldırmak ve sorunları çözmekle yükümlüdür.
Bakınız, uzun,
verimli bir Komisyon süreci yaşadık. Özellikle alan ziyaretlerimizde,
ülkemizin her bölgesinde bu konuda çözülmesi gereken büyük sorunlar olduğunu
gördük. Özellikle son yıllarda Down sendromu, otizm ve diğer
gelişimsel bozuklukların yaygınlığının
gittikçe arttığını, bu durumların pek çok ailenin ve
bireylerin, yaşamlarını doğrudan etkilediğini, söz
konusu bireylere ve ailelerine ilişkin sağlık, eğitim,
sosyal yaşama katılım, sosyal haklar ve iş
yaşamında önemli sorunların ve eksikliklerin bulunduğunu ve
bunların sonucu bu bireylerin, aşılması zor güçlüklerle
karşılaştıklarını tespit ettik. Örneğin, ilk
incelemede bulunduğumuz Kırşehir ve diğer 7 ilde tespit
ettiğimiz kadarıyla, devletin bu konuda süregelen birtakım
çalışmaları bulunmakta. Ancak engelsiz yaşam merkezlerinin
ve okullarımızın nicelik olarak yeterli
olmadıklarını açıkça söyleyebilirim. Bu kurumlarda
çalışanların önemli bir kısmının yeterli
eğitim düzeyinde ve tecrübede olmadıklarını gördük.
Ayrıca bu merkezlerde çalışan eğitimci, öğretmen,
psikolog, bakıcı ve benzeri personelin özlük ve ekonomik
haklarında eşitsizlikler ve problemler olduğu, bunun da
dolaylı olarak iş verimini ve motivasyonlarını olumsuz
etkilediği gerçeği de ortada durmaktadır. Birkaç on saatlik
sertifika programlarıyla, hele ki çok hassas bir konu olan ve merkezinde
insanı barındıran bu sorunların çözümü için yeterlilik
sağlanamaz. Bu, ivedilikle çözülmesi gereken çok büyük bir eksikliktir.
Zira ülkemiz, engellilerin eğitimi konusunda özel eğitime bütçeden
ayrılan kaynak başta olmak üzere gelişmiş ülkelerle
kıyaslandığında olması gereken düzeyin çok
gerisindedir. Bu durumda olan vatandaşlarımızın eğitim
alma ve meslek edinme taleplerini gerçekleştirme olanakları bu
sebeple son derece sınırlıdır.
Örneğin, otizm
hakkında konuşmak gerekirse ülkemizde her 68 çocuktan 1i otizmli
doğuyor, her yirmi dakikada 1 otizm tanısı alınıyor,
bu sayı ne yazık ki istatistiksel olarak sürekli bir artış
sergilemekte. Ülkemizde otizmin ne olduğu, belirtileri ve tedavisi tam
anlamıyla bilinmemekte. Otizmin tedavisi, erken tanı ve sürekli bir
eğitimle mümkün olabilmektedir. Ayrıca bu bireylerin anne ve babalarının
da eğitim, psikolojik destek ve sosyal hayata adaptasyonları
konusunda tek elden çözüm sağlayacak kurumların devlet eliyle
işleve geçirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, büyük çoğunluğu
kendini ifade edemeyen ve sürekli bakıma muhtaç yetişkin bireylerden
oluşan dezavantajlı bireyler ilerleyen yıllarda hem ailelerine
hem de devletimize telafisi çok zor olabilecek maddi ve manevi yükler
getirebilecektir.
İncelemelerde
bulunduğumuz her yerde ailelerin gayretlerine ve devletin desteğine
olan ihtiyaçlarına tanık olduk. Komisyon çalışmaları
sürecinde ülkemiz genelinde de gündem oluşturan ve idari sorunlar olarak
sadece birkaç alt düzey memura fatura edilen Aksaraydaki -gerçekten de çok
vahim olay- ve Kayserideki rehabilitasyon merkezinde engelli bir çocuğun
iç acıtan dövülme görüntüleri sonrası bir anne yüreğimizi burkan
şu trajik cümleyi kurdu: Ben ölünce evladım ne olacak? Bir anne
olarak engelli çocuğumdan önce ölmek korkutuyor beni. Lütfen, bizden sonra
devletin güvencesinde insana yaraşır bir yaşam sunun
çocuklarımıza. Evet, bizler sorumluluk makamının
merkezinde olan kişiler olarak bir anneye bu cümleyi söyletebiliyorsak bu
sorunun ne kadar büyüdüğüne gözlerimizi kapayamayız ve
Anayasanın 42, 49, 50 ve 70inci maddelerinde belirtilen hakları sağlamak
adına, başta Meclisimiz olmak üzere, yürütme organları ve bu
gibi süreçlerde çok daha aktif olması gereken yerel yönetimlerle birlikte
gerekli koordinasyonu sağlayarak uyum içinde üzerimize düşen görev ve
sorumlulukları eksiksiz olarak yerine getirmek zorundayız. En
basitten 5378 sayılı Kanunun 3üncü maddesindeki Binaların,
açık alanların, ulaşım ve bilgilendirme hizmetleri ile
bilgi ve iletişim teknolojisinin, engelliler tarafından güvenli ve
bağımsız olarak ulaşılabilir ve kullanılabilir
olması şeklindeki erişim hakkıyla ilgili ülkemiz genelinde
hâlâ çok önemli aksaklıkların olduğu aşikârdır.
Araştırma Komisyonu
olarak, çalışmalarımız devam ederken sorunlara ve çözüm
önerilerine yönelik elde ettiğimiz bulguları doğrudan
bakanlarla, YÖK Başkanı ve diğer ilgililerle paylaşmak amacıyla
ziyaretlerde bulunduk. Dezavantajlı bireyler, gerek kamuda gerekse de özel
sektörde iş bulma başta olmak üzere, tayin, nakil, rotasyon,
emeklilik, özlük hakları ve benzeri durumlarda da ciddi sorunlar
yaşamaktadır. Takdir edersiniz ki binde 2 gibi bir oran oldukça
yetersizdir. Ülke nüfusumuzun onda 1i engelli
vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Buna ailelerini de
katarsak yaklaşık 25 milyon gibi bir rakama ulaşmaktayız.
Ülkemizde 2019 Haziran ayı itibarıyla kamu kurumlarında
çalışmış olan Down sendromlu, otizmli ve diğer
gelişimsel bozuklukları bulunan sigortalılardan engelli
maaşı alanların sayısı 3.671 rakamıyla
olması gerekenin çok ama çok altındadır. Dolayısıyla,
belirli gün ve haftalara özgü empati, farkındalık ve pozitif
ayrımcılık içeren süslü paylaşımlar, ne yazık ki
reel yaşamda -ifade ettiğim tespitlerde de görüldüğü üzere-
karşılığını bulamamaktadır. Somut,
sürdürülebilir adımların devlet eliyle atılması elzem
duruma gelmiştir. Aileler, engelli çocuklarına zaman ayırmak ve
bakmak zorunda olduklarından iş bulmakta
zorlandıklarını, bulsalar da uzun süreli çalışmakta
zorlandıklarını ısrarla belirtmektedirler. Bizlerden
iş bulmada pozitif ayrımın yapılmasını ve
çalışma şartlarının da yeniden düzenlenmesini talep
etmektedirler.
Bununla ilgili çok önemli bir
diğer konu ise engelli çocuğu bulunan ebeveynlerin yıpranma
haklarının neredeyse hiç olmamasıdır. Mevcut 5510
sayılı Kanuna göre, başka birinin sürekli bakımına
muhtaç derecede ağır engelli çocuğu bulunan kadınlara, prim
ödeme gün sayılarının dörtte 1i oranında yıpranma
hakkı verilmektedir. Öncelikle bu rakam azdır ve de kanunla
belirlenen engel oranı, ebeveynlerin yaşadığı reel
yaşamdaki zorluk ve sıkıntıları karşılayamayacak
oranda çok yüksektir. Çalışana, bakmakla yükümlü olduğu engelli
çocuğu dolayısıyla verilmesi gereken yıpranma
hakkının herhangi bir sınır belirlenmeden engelli
çocuğu olan her anneye verilmesi şarttır.
Değerli milletvekilleri,
Komisyon süresince yaptığımız alan
çalışmalarında gördük ki gerek ailelerimiz gerekse de
çalışanlarımız konunun Meclis gündemine gelmesini ve bu
sayede mevcut sorunların çözümü için yeni bir başlangıç
yapılmasını büyük bir umutla beklemektedirler.
Dolayısıyla çok önemli sorunları mevcut olan bu hassas konuda,
toplumsal bir dayanışma ve anlayış içinde, Komisyon
çalışmalarımız sonucu oluşan 324 maddelik önerileri de
dikkate alarak başta Türkiye Büyük Millet Meclisi, kamu kurum ve
kuruluşları ve de belediyeler olmak üzere gerekli eş güdüm de
sağlanarak ilerleme katedebileceğimizi özellikle belirtmek istiyorum.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Bahar Ayvazoğlu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA
BAHAR AYVAZOĞLU (Trabzon) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Meclis Araştırması Komisyonumuzun raporuyla
ilgili olarak AK PARTİ Grubumuz adına söz almış
bulunuyorum. Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Komisyonumuz,
çalışmalarına başladığı ilk günden itibaren
sıklıkla toplanarak ve konuyu tüm hatlarıyla ele alıp
mevcut yasalar, yasaların uygulanma şekli, yaşanan sorunlar,
paydaş kurumlar ve kurumların entegre çalışma
şekilleri ve en önemlisi de hem sorunu yaşayan bireyler ve aileleri
hem de konuyla ilgili STKler ve konunun paydaşı tüm kurumların
tek tek fikirlerinin, taleplerinin ve yetki alanlarının bilgisinin
alındığı, dinamik, programı net ama esneyebilen bir
yol haritası belirledi.
Bu kapsamda, aileyi
bebeğin doğumundan itibaren yalnız bırakmayacak ve ailenin
talep etmesine gerek kalmadan her türlü eğitim, sağlık,
danışmanlık, yardım ve sosyal hizmetleri belirleyerek
ailelerin yararlanmasını sağlayacak aile destek mekanizması
oluşturulması; özel gereksinimli bireylerin ailelerinin
ihtiyaçları olduğunda çocuğunu kısa süreli veya tam gün
güvenle bırakabileceği merkezlerin sayıca artırılarak
her ilde olmasının sağlanması için yerel yönetimlerle
iş birliğiyle çalışmalar yapılması;
ağır bir sorumluluk taşıyan ailelerin moral bulmaları
için Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Kızılay tarafından
düzenlenen engelsiz kampların, gerekli altyapıya sahip diğer
kurum ve kuruluşlarca da gerçekleştirilmesi ve
yaygınlaştırılması; özel gereksinimli bireyler için
gerçek bir terapi niteliği taşıyan müzik ve spor
alanlarında bireylerin sanatsal ve sportif faaliyetlere
katılımının artırılması; özel gereksinimli
bireylerimizin bağımsız, kendine yeterli şekilde
yaşamalarının diğer bir boyutu olan istihdam süreçlerine
katılımlarının desteklenmesi, bu alanda iş koçu
destekli istihdam modellerinin geliştirilmesi; nüfusu 100 bini geçen
belediyeler tarafından özel gereksinimli bireylerin
çalışabilecekleri korumalı iş yerleri kurulması ve bu
iş yerlerine belirli ayrıcalıklar tanınması gibi
sayısı ve konusu çoğaltılabilecek, Komisyon raporumuzu
inceleyerek daha kapsamlı bilgi sağlayabileceğiniz
önerilerimizin çok önemli olduğu kanaatindeyiz.
Bahsettiğimiz tüm bu
konulara ek olarak komisyon çalışmaları süresince yerel
yönetimlerin özel gereksinimli bireyler ve ailelere yönelik pek çok faaliyet
yürüttüğü gözlemlenmiştir. Yerel yönetimlere bu konuda daha fazla
görev ve yetki verilmesinin ve mevcut işleyiş hükümlerine ilaveten
birtakım yeni düzenlemeler getirilmesinin de yerinde
olacağını düşünüyoruz. Araştırma Komisyonumuzun
çalışmaları esnasında yerel yönetimlerin çalışmalarına
yön verebilecek birtakım öneriler de geliştirdik: Büyükşehir
belediyeleri ile nüfusu 100 binin üzerindeki belediyelere engelsiz yaşam
merkezleri açma zorunluluğunun getirilmesi, il belediye meclislerinde ve
nüfusu 100 binin üzerindeki ilçe belediye meclisleri bünyesinde engellilere
yönelik zorunlu ihtisas komisyonlarının kurulması; tüm
belediyelerin yetki alanında ikamet eden engelli vatandaşların
engel gruplarına ve oranlarına, yaş, cinsiyet, eğitim ve
sosyal durumlarına ilişkin bilgileri içeren veri tabanları
oluşturulmasının da yerinde olacağı fikrindeyiz.
Sayın milletvekilleri,
sosyal güvenlik sistemiyle ilgili olarak da katılım payı, fizik
tedavi ve rehabilitasyon seans sayısı, robotik rehabilitasyon
sayısı, tekerlekli sandalyelerle ilgili iyileştirmelere gidilmesinin;
Sağlık Uygulama Tebliği kapsamının genişletilmesinin
yerinde olacağını düşünüyoruz.
Şüphesiz, özel
gereksinimli bireylerle ilgili en önemli alanlardan biri eğitim. Erken ve
yoğun eğitimin bu bireylerin topluma kazandırılması
açısından taşıdığı önem hepimizin malumu. Bizim
de raporumuzda yer alan 324 önerimizin 137si eğitim sistemiyle ilgilidir.
Bu kapsamda raporumuzda, eğitsel değerlendirme ve tanılama
sürecine, erken çocukluk ve okul öncesi dönem eğitimine, örgün eğitim
sistemine, yaygın eğitim sistemine, öğretim programları ve
bireyselleştirilmiş eğitim programlarına, aile
eğitimine; fiziki düzenlemeler, öğretim materyalleri ve
değerlendirme sürecine; fiziki erişilebilirlik ve eğitim
ortamlarının işlevsel kullanılmasına, destek
eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerine, ihmal ve istismardan korumaya,
meslek elemanlarına, yükseköğretime geçiş sürecine ve ÖSMYye ve
YÖKe ilişkin pek çok önerimiz yer almaktadır.
Millî Eğitim
Bakanlığımız tarafından, tam zamanlı
kaynaştırma, bütünleştirme yoluyla eğitimlerine devam eden
otizm spektrum bozukluğu olan öğrencilerin akademik sosyal ve öz
bakım becerilerini okul ortamında desteklemek amacıyla
kolaylaştırıcı kişinin görevlendirilebileceği
düzenlenmişti. Bu nedenle Sayın Bakanımız Ziya Selçuk
Beyefendiye teşekkür ediyoruz. Ancak, kolaylaştırıcı
kişinin destek ihtiyacı belirlenen tüm öğrencileri
kapsamasının ve istihdamlarının
sağlanmasının da yerinde olacağı düşüncesindeyiz.
Yükseköğretime
geçiş süreciyle ilgili olarak da özel eğitime ihtiyacı olan
öğrenciler eğitimlerini bireyselleştirilmiş eğitim
programlarına göre tamamladıkları için, yükseköğretime
geçiş sınavlarında da bu programlara uygun soruların
hazırlanmasının ve sınav sisteminin buna uygun hâle
getirilmesinin gerektiğine inanıyoruz. Ortaöğretim kademesinde
özel eğitim programları uygulanan özel eğitim okullarından
mezun olan öğrencilerimizin, mezuniyet belgesine dayalı,
sınavsız olarak kabul edilebileceği ön lisans
programlarının oluşturulması da yerinde olacaktır.
Komisyon
çalışmalarımızın sonunda vekili olduğum ilimiz
Trabzonda gerçekleştirdiğimiz
çalıştayımızın, raporumuzun son hâlini almasında
çok önemli bir rolü olduğunu da eklemeden geçemeyeceğim. Yine
Komisyon çalışmaları esnasında gerçekleşen
Sağlık Bakanlığımız bünyesinde Otizm, Zihinsel
Özel Gereksinimler ve Nadir Hastalıklar Dairesi Başkanlığının
kurulması bunun en somut örneği. 2020 yılı Ocak ayı
itibarıyla kurulan Başkanlığımızca, aradan geçen
bu bir yılda, pandemi döneminde olmamıza rağmen, Komisyonumuzun
raporunda yer alan sağlık alanındaki önerilerin tek tek ele
alınarak; yerli ve yabancı akademisyenlerle ve UNICEF, Dünya
Sağlık Örgütü, Dünya Bankası gibi kurumlarla iş
birliği yapılarak ulusal veri tabanı, farkındalık,
tarama programları, erken müdahale, diş tedavileri, yataklı
servis ihtiyaçları, yetişkinliğe geçiş ve
yetişkinlikte verilecek hizmetler, bireysel hizmet
danışmanlığı ve çok disiplinli aile destek merkezleri,
aile eğitimleri, personel donanımı, ilaçsız müdahaleler
gibi konularda projeler başlatıldığını da
memnuniyetle ifade etmiş olayım.
Sayın milletvekilleri,
Komisyon raporumuz, ailelerimizin ve evlatlarının
hayatlarını kolaylaştırma, ebeveynlerin Biz
öldüğümüzde bize bağımlı yaşayan
çocuklarımızın geleceği ne olacak? şeklindeki endişelerinin
sadece onların değil devletimizin de sorunu olduğunu
hissettirmek ve yeni bir başlangıç yapmamızı sağlamak
için büyük ve çok önemli bir adımdır. Nitekim Aile, Çalışma
ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın yatılı
bakımevleri konusunda önemli çalışma ve uygulamaları
olduğunu bizzat yerinde gözlemledik. Bununla birlikte bakımevlerinin
ve ağır düzeyde engelli bireylere hizmet verecek merkezlerin
sayılarının artırılması gerektiği, geride
kalan engelli bireyin kendi evinde kalabilmesini sağlayacak
mekanizmaların kurulması ve ailelerin kaygılarının
giderilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
İhtiyaçlarımızın
farklılığına tanıklık ederek merhamet ve
şefkat arasındaki ince çizgiye dikkat edeceğimiz güzel, umutlu
ve aydınlık yarınlara ulaşmak dileğiyle, başta tüm
bu çalışmalarımıza olanak sağlayan
Cumhurbaşkanımız ve liderimiz Sayın Recep Tayyip
Erdoğana, Meclis Başkanımız Sayın Mustafa
Şentopa, Komisyon Başkanımız Sayın Kemal Çelike,
Komisyon üyelerimiz ve bunu siyasetüstü tutarak güzel bir çalışma
yapmamızı sağlayan kıymetli milletvekillerimize;
Komisyonumuza katkıda bulunan bakanlarımıza, bakan yardımcılarımıza,
genel müdürlerimize, bürokratlarımıza, STKlerimize,
üniversitelerimize, ailelerimize ve Komisyonda görevli uzmanlarımıza
huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Son olarak sizlerin de
hoşgörüsüne sığınarak bizi ekranları
karşısında heyecan ve mutlulukla izlediğini bildiğim
kıymetlilerimizden olan Hakan, Arda, Hasan, Mehmet, Didar, Ayşenaz,
Melisa, Furkan, Ahmet, Kayra, Taha, Pınar, Öğüt, Sühan, Ömer, Beyza,
Yusuf, Mehmetcan, Tarık, Mert, Tayfur, Mustafa, Sedat, Haktan, Erman,
Köksal, Cihan, Alihan, Gökhan, Burak, Gülcan, Seval, Denizcan, Burhan,
Kürşat, Emre, Merte Cumhurbaşkanımızın gönül
selamını iletmek ve çok sevildiklerini buradan hem kendilerine hem de
kıymetli annelerine ve babalarına iletmek de istedim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Teşekkür ediyorum.
Tüm bu çalışmalar
sonucunda sunulan raporumuzun sonucunun aksayan tüm yönleri gideren ve ailelere
umut verecek bir yasayla taçlanması dileğiyle Gazi Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına ikinci söz, Sayın Kemal Çelikin.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Çelik, süreniz on
dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA
KEMAL ÇELİK (Antalya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Down Sendromu, Otizm ve Diğer Gelişim
Bozukluklarının Yaygınlığının Tespiti ile
İlgili Bireylerin ve Ailelerinin Sorunlarının Çözümü İçin
Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan
Meclis Araştırması
Komisyonu Raporuyla ilgili AK PARTİ Grubumuz adına söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle Gazi Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği üzere
Araştırma Komisyonumuz 2018
yılında kurulmuş ve göreve başlamıştır.
Burada raporumuzu tam bir uyum ve mutabakat içerisinde tamamladık, hiçbir
muhalefet şerhi olmadan ittifakla bir rapor hazırladık. Ben bu
bakımdan arkadaşlarımıza özellikle teşekkür etmek
istiyorum, hatta tek tek teşekkür etmek istiyorum. Sayın Aylin
Cesura çok teşekkür etmek istiyorum. Sayın Sefer Aycan Hocama çok
teşekkür etmek istiyorum katkılarından dolayı. Sayın Necdet
İpekyüze gerçekten çok teşekkür etmek istiyorum, çok güzel
katkıları oldu. Sayın Metin İlhana çok teşekkür
ediyorum. Sayın Çetin Arıka çok teşekkür ediyorum. Sayın
Hüseyin Avni Aksoya çok teşekkür ediyorum. Sayın Radiye Sezer
Katırcıoğluna çok teşekkür ediyorum. Sayın Bahar
Ayvazoğluna çok teşekkür ediyorum. Sayın Hülya Nergise çok
teşekkür ediyorum. Sayın Mehmet Ali Cevheriye çok teşekkür
ediyorum ve Sayın Vildan Yılmaz Gürele çok teşekkür ediyorum.
Gerçekten teşekkürü ve alkışı arkadaşlarımız
hak ettiler. (Alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya nüfusunun
yaklaşık yüzde 15ini engelli bireyler teşkil etmektedir,
ülkemizde ise bu oran yaklaşık yüzde 13 civarındadır.
Engelli bireylerin önemli bir kısmını da maalesef
-Komisyonumuzun çalışmasında yer alan- Down sendromu, otizm
spektrum bozukluğu, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu,
özgül öğrenme bozukluğu, kişisel gelişim sorunları ve
serebral palsili olan bireyler oluşturmaktadır.
Arkadaşlarımız, özellikle Sefer Aycan Hocam, Down sendromu,
otizm konusunu çok güzel açıkladı; onun için ben o konuya çok girmek
istemiyorum hem de vakitten kazanmak için. Komisyonumuzun
çalışmaları sonucunda tespit ettiğimiz kadarıyla diğer
konularda kısaca bilgi vermek istiyorum.
Dikkat eksikliği ve
hiperaktivite bozukluğu konusu ise erken çocukluk döneminde başlayan
ve temel belirtileri yaşam boyu devam edebilen gelişimsel bir
nöropsikiyatrik bozukluk şeklinde tanımlanmaktadır. Dünya genelindeki
ve ülkemizdeki oranı yüzde 5 ile yüzde 7 arasındadır.
Özgül öğrenme
bozukluğu ise bireylerin okuma, yazma, dinleme, anlama, kendini ifade etme
ya da matematik alanında yaşıtlarına ve zekâlarına
göre belirlenenin önemli ölçüde altında olmasıdır. Özgül öğrenme
bozukluğunun yaygını ise dünyada ve ülkemizde yüzde 3 ile yüzde
9 arasındadır.
Bilişsel gelişim
sorunları yani zihinsel yetersizlik ise bilişsel yetenek ve uyumsal
becerileri ciddi kısıtlılıkla karakterize olan bir
bozukluktur. Bilişsel gelişim sorunlarının görülme sıklığı
ise yüzde 2 ile 3 civarındadır.
Önemli bir konu da beyin
felci olarak bilinen serebral palsi. Anne karnında veya yaşamın
erken döneminde gelişimini tamamlamamış beyinde kalıcı
fakat ilerleyici olmayan hasar görülmesi sonucu ortaya çıkan, postür
gelişimini etkileyen ve aktivite kısıtlılıklarına
sebep olan nörovasküler bir bozukluk olup görülme oranı dünyada binde
2,1dir, Türkiyede de aşağı yukarı aynıdır.
Değerli
arkadaşlarım, Meclis Araştırması Komisyonumuz
şöyle bir çalışma gerçekleştirdi: Tüm
Bakanlıkların yetkililerini bizzat genel müdürlük düzeyinde davet
ettik, dinledik; bu arada akademisyenleri davet ettik, dinledik; STK
temsilcilerini davet ettik; özel gereksinimli bireyleri davet ettik, ailelerini
davet ettik ve dinledik. Gerçekten katkılarından dolayı her
birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Ayrıca, Komisyon
çalışmaları devam ederken belli bir noktaya geldikten sonra
bazı Bakanlarımızı bizzat ziyaret ederek sorunları
yerinde aktardık; örneğin, Millî Eğitim
Bakanımızı ziyaret ettik, Sayın Sağlık
Bakanımızı ziyaret ettik, Çalışma
Bakanımızı ziyaret ettik, Gençlik ve Spor
Bakanımızı ziyaret ettik. Ayrıca ilgisinden dolayı YÖK
Başkanımızı da bizzat ziyaret ederek sorunları, çözüm
önerilerimizi aktardık ve bundan da çok fayda gördük.
İBRAHİM
AYDEMİR (Erzurum) Bravo.
KEMAL ÇELİK (Devamla)
Örneğin, Millî Eğitim Bakanımız
kolaylaştırıcı kişi uygulamamızı, önerimizi
hemen hayata geçirdi; Sağlık Bakanımız da Otizm Dairesi
Başkanlığını kurmuş oldu. Bunu, bizim
Komisyonumuzun bir çıktısı olarak görebiliriz. Ayrıca, YÖK
Başkanımız da üniversitelere girişle ilgili ve akademik
kariyerle ilgili belli adımlar atacağını bize ifade etti.
Ayrıca tabii, çok önemli
bir konu var, farkındalık konusu yani bizler hepimiz
başımıza gelmediği sürece bu olayın farkında
değiliz, farkındalık çok önemli. Bu bakımdan ülkemizin
belli bölgelerinde farkındalık ziyaretlerini yapalım dedik.
Arkadaşlarımızla oturduk, nereleri ziyaret edebiliriz diye
konuştuk, ilk önce Sayın Metin İlhanın memleketinden,
Kırşehirden başlayalım dedik. Kırşehirde
Sayın Valimizi, Belediye Başkanımızı, tüm ilçelerin
belediye başkanlarımızı, kaymakamlarımızı,
STK temsilcilerini davet ettik yani ticaret odasını, sanayi
odasını, hepsini davet ettik. Tüm illerde böyle yaptık, ilk önce
Kırşehirle başladık. Bunun çok verimli olduğunu
gördük, farkındalık olayının gerçekten çok önemli ve
faydalı olduğunu ve bu ziyaretlerimizin de faydalı olduğunu
görmüş olduk. Daha sonra Konyaya gittik, aynı çalışmamızı
orada da yaptık, ayrıca orada bu tür kuruluşları da ziyaret
ettik. Kocaeliye gittik. İstanbula gittik. Aksarayda bir problem
vardı, oraya Komisyonumuz olarak uzmanlarımızla beraber intikal
ettik ve sorunun çözümüne gerçekten çok katkımız oldu; örneğin,
okul müdürü değiştirildi çünkü biliyorsunuz, idareciler konusu burada
çok önemliydi, gerçekten de çok iyi bir atama yapıldı, oradaki sorun
da kolayca çözülmüş oldu. Ayrıca, Aksaraydan sonra Kayseride bir
çalışmamız oldu, orada yerel yönetimlere çok görev
düştüğünü özelikle ifade ettik. Yine, Trabzon iline de son gezimizi
yapmış olduk. Bunların da çok faydalı olduğunu gördük.
Değerli
arkadaşlarım, çocukların gelişiminde erken tanı bir
kere çok önemli. Bu bakımından, size bir örnek veriyorum: Bilim
Adamı, Profesör James Heckmanın Nobel Ekonomi Ödülünü
almasını sağlayan bir çalışması var, diyor ki:
Erken çocukluk döneminde yani ilk 3 yaşta bir çocuğa 1 birim
harcama, yatırım yaparsanız topluma 8 birim geri dönüş
gerçekleşiyor. Onun için, ilk 3 yaş çok önemli, bunu da özellikle
ifade etmek istiyorum.
İşte, bu çerçevede
bazı önerilerimize de geçmek istiyorum. Ulusal veri tabanının
oluşturulması, veri ve bilgi paylaşımı, hizmet
sağlanan gruplara ilişkin ortak politika geliştirilmesi
konusunun çok önemli olduğunu ve
Cumhurbaşkanlığının da bünyesinde bir ortak komisyonun
oluşturulması gerektiğini ifade ediyoruz. Haritalandırma
sistemi ile ulusal veri tabanı oluşturulmasının ve
belirlenecek kriterler çerçevesinde tüm kurumların kullanımına
açılmasının hizmetlerin etkinliğini ve verimliliğini
sağlayacağı inancındayız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
bünyesinde de şöyle bir önerimiz var: Engellilere ilişkin daimî bir
ihtisas komisyonun kurulması gerektiğini ifade ediyoruz,
inşallah bu yönde de bir çalışma yapacağız.
Otizm Eylem Planı
2016da hayata geçirildi, çok önemli bir kısmı yapıldı ama
yapılmayanlarda var ama benzer şekilde özel gereksinimli bireylere
yönelik ulusal eylem planını yapmamız gerektiğine
inanıyorum.
Yine, bu hastalıklarla
ilgili toplumda şöyle bir hassasiyet var: Gıda güvenliği,
tarım ilaçları, çevresel kirlilik, aşı ve ilaçlar gibi
etkenlerin gelişimsel bozukluklar üzerinde bir etkisi olup
olmadığının Bakanlıklarımızca ciddi
şekilde araştırılması gerektiğine
inanıyoruz.
Bireysel hizmet
danışmanlığının kurulması gerektiğine
inanıyoruz.
Sağlık kurulu
raporlarının artık daha kısa sürede
çıkarılmasıyla ilgili de önerimiz var ve bu konuda da bir
düzenlememiz inşallah olacak.
Sayın milletvekilleri,
özellikle pandemi döneminde de bazı uygulamalar
yapılmıştır, onlardan da kısaca bahsetmek istiyorum.
Kısıtlamaların hemen ardından özel gereksinimli bireylere
ve ailelerine ilişkin sokağa çıkma
kısıtlamalarının istisnaları, ekonomik destekler ve
uzaktan eğitim uygulamaları gibi farklı alanlarda kolaylıklar
sağlanmıştır. Kamuda ve özel sektörde otizmli ve
bakıma muhtaç çocuğu olan ebeveynlerden en az bir tanesinin izinli
sayılması sağlanmıştır. Sokağa çıkma
kısıtlamasında özel gereksinimli çocuklar için refakatçi
uygulamasına geçilmiştir. Özel gereksinimli öğrenciler için
Millî Eğitim Bakanlığı EBA uzaktan eğitim sistemine
geçilmiştir yani bu konuda da önemli çalışmalar
yapılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
KEMAL ÇELİK (Devamla)
Aslında önerilerimiz çok ama hepinizden arzumuz şudur: Çok güzel yani
muhalefet şerhi olmadan bir rapor hazırlandı. Bu raporu
Sayın
Başkanım, müsaade ederseniz?
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Çelik.
KEMAL ÇELİK (Devamla)
Ben hemen açıklayabilirim, söylemem gerekiyor.
BAŞKAN Siz söyleyin,
kayıtlara giriyor.
KEMAL ÇELİK (Devamla)
Peki, peki.
Şimdi, biz, bu
Komisyonumuzu gönül komisyonu olarak adlandırdık.
İnşallah, biz, bundan sonra bu Komisyonumuz devam ediyor gibi fiilen
çalışmamıza devam edeceğiz. Meclisimizde de bazı yasal
düzenlemeleri yapmamız gerekiyor çünkü bu konu gerçekten çok önemli. Bu
bakımdan da inşallah tüm partilerden bu Komisyonumuzun
rehberliğinde bazı adımlar atmamız gerektiğine
inanıyorum ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Down Sendromu, Otizm ve
Diğer Gelişim Bozukluklarının
Yaygınlığının Tespiti ile İlgili Bireylerin ve
Ailelerinin Sorunlarının Çözümü İçin Alınması Gereken
Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulmuş Bulunan Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme
tamamlanmıştır.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati:18.58
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 19.13
BAŞKAN:
Başkan Vekili Süreyya Sadi BİLGİÇ
KÂTİP
ÜYELER: Sibel ÖZDEMİR (İstanbul), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 50nci Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2nci sırada yer alan,
ALS, SMA, DMD, MS hastalıklarında ve kesin tedavisi bilinmeyen
diğer hastalıklarda uygulanan tedavi ve bakım yöntemleri ile bu
hastalıklara sahip kişiler ve yakınlarının yaşadıkları
sorunların ve çözümlerinin belirlenmesi amacıyla kurulmuş
bulunan (10/184, 185, 281, 403, 585, 604, 734, 914, 915, 917, 920, 921) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 199 sıra
sayılı Raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.
2.-
Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 28 Milletvekilinin, Kütahya
Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 24 Milletvekilinin, Kayseri Milletvekili
Çetin Arık ve 32 Milletvekilinin, Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20
Milletvekilinin, Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan ve 19
Milletvekilinin, Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan ve 19
Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 21
Milletvekilinin, MHP Grubu Adına Grup Başkanvekili Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, Ankara Milletvekili Arife Polat Düzgün ve 23
Milletvekilinin, Samsun Milletvekili Ahmet Demircan ve 34 Milletvekilinin,
Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ve 19 Milletvekilinin, Denizli
Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 Milletvekilinin; ALS, SMA, DMD, MS Hastalıklarında
ve Kesin Tedavisi Bilinmeyen Diğer Hastalıklarda Uygulanan Tedavi ve
Bakım Yöntemleri ile Bu Hastalıklara Sahip Kişiler ve
Yakınlarının Yaşadıkları Sorunların ve
Çözümlerinin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri (10/184, 185, 281, 403, 585,
604, 734, 914, 915, 917, 920, 921) ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 199) (x)
(xx)
BAŞKAN Komisyon?
Yerinde.
İç Tüzükün 103 ve
104üncü maddelerine göre, Meclis Araştırması Komisyonunun
Raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine
aittir. Daha sonra, İç Tüzükün 72nci maddesine göre siyasi parti
gruplarına ve şahısları adına 2 üyeye söz
verilecektir.
Alınan karar
gereğince, siyasi parti grupları adına yapılacak
konuşmaların süreleri en fazla 2 kişi tarafından
kullanılabilecektir. Ayrıca, istemi hâlinde Komisyona da söz
verilecek; bu suretle, Meclis Araştırması Komisyonu Raporu
üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri,
Komisyon ve siyasi parti grupları için yirmişer dakika, önerge
sahipleri ve şahıslar için onar dakikadır.
Komisyon Raporu 199 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Raporun üzerinde söz alan
sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: İYİ PARTİ
Grubu adına Sayın Abdul Ahat Andican, İstanbul Milletvekili;
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Ali Muhittin
Taşdoğan, Gaziantep Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi
Grubu adına Sayın Semra Güzel, Diyarbakır Milletvekili;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Mustafa Adıgüzel, Ordu
Milletvekili, Sayın Gamze Taşcıer, Ankara Milletvekili; Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Ahmet Demircan, Samsun
Milletvekili.
İlk söz, İYİ
PARTİ Grubu adına Sayın Abdul Ahat Andicanın.
Buyurun Sayın Andican.
(İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
İYİ PARTİ
GRUBU ADINA ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; nadir hastalıklar 21inci yüzyılla
birlikte giderek sadece bir sağlık sorunu olmaktan çıkıp
sosyal ve ekonomik manada da bir sorun hâline gelmiş bir hastalık
grubu ve günümüzde yaklaşık 8 bin farklı nadir hastalık
var. Bunların içerisinde Türk kamuoyu tarafından da bilinen SMA, DMD,
MS, ALS gibi bir anlamda kodlanmış çeşitli hastalıklar var
ve ülkelere göre farklılık göstermekle beraber 2 binde 1
görüldüğü zaman bir hastalık -2 binde 1in altında
görüldüğü zaman- nadir hastalık adı veriliyor.
Ülkemizde kesin rakamlar
bilinmiyor ama söylediğim gibi sayı çok olduğu için,
hastalık cinsi çok olduğu için yaklaşık 6-7 milyon
civarında insanın bu hastalıklardan etkilendiği
düşünülmekte. Akraba evlilikleri ciddi bir sorun ve mesela Avrupada ve
Amerikada akraba evliliği yüzde 1in altında ama TÜİK
raporlarına göre Türkiyede 2017 yılı itibarıyla yüzde 23,2
akraba evliliği var. E, bunun doğal sonucu olarak da mesela Avrupada,
söz gelimi Yunanistanda 11 bin doğumda 1 SMA hastası görülürken
Türkiyede 6 bin doğumda 1 SMA hastası görülüyor. Bu olayı
genetik geçişleri olan diğer hastalıklar açısından da
düşündüğünüz zaman ciddi bir rakam ortaya çıkabilir.
Nadir hastalıkların
çoğu -hemen hemen yarısı diyebiliriz, yüzde 50si- çocukluk
çağında görülüyor. İlk 1 yaş içerisinde bebek ölümlerinin
yüzde 35i nadir hastalıktan oluyor ve yine çocukların yüzde 30u 5
yaşını görmeden hayatlarını kaybediyorlar.
Geçen aylarda,
hatırlayacaksınız, Amerika Birleşik Devletlerinde tedavi
olarak kullanılan ve yeni bulunmuş bir ilaç, 2 milyon 150 bin dolar
civarında bir ilaç. Ve bunun için de 2 yaşına kadar
yapılması lazım. diye bazı SMA hastalarının
aileleri yardım kampanyaları başlatmışlardı. Bu
da Türkiyede gündem oluşmasını sağladı; SMA ve DMD
yani duchenne musküler distrofi gibi hastalıklar, bu nedenle, kamuoyu açısından biraz
bilinir hâle geldiler. Genellikle 20-40 yaşlarında görülen ve
kadınlarda daha sık görülen multipl skleroz dediğimiz MS
hastalığı ve erkeklerde daha sık görülen ama 55-60
yaşlarından itibaren görülmeye başlanan ALS yani amyotrofik
lateral skleroz da bu nadir hastalıklara örnek olarak verilebilir. 2018 yılında hayatını kaybeden
meşhur fizikçi ve evrenbilimci Stephen Hawking, daha geçen yıl
itibarıyla hayatını kaybeden Suna Kıraç amyotrofik lateral
skleroz yani ALS hastalarıydı.
Burada,
sırası gelmişken, Suna Kıraç Hanımı hürmetle ve
rahmetle yâd ediyorum, çünkü Koç Üniversitesi bünyesinde bu hastalıkla
ilgili, yani ALSyle ilgili bir enstitü kurulmasına önayak oldu.
Bu
hastalık grubunda ölüm oranı çok yüksek ve bunun nedeni,
hastalıkların yüzde 95inde gerçek anlamda bir tedavinin
bulunamamış olmasıdır.
Nadir
hastalıklar sadece hastayı ilgilendirmiyor. Ne yazık ki fiziksel
ve zihinsel yetersizlikleri nedeniyle evde sürekli bir bakıma ihtiyaç
duyuyor, bu da aileden birisini ya da birkaç kişiyi neredeyse sürekli bir
şekilde bu hastayla ilgilenmek zorunda bırakıyor; tam gün
şeklinde ilgilenilmesi zorunluluğu ortaya çıkıyor. Tabii,
diğer kardeşler bundan etkileniyor; aile, öğretmen, çevre ve
engelli olarak çalışma imkânını bulmuşlarsa iş
çevresi de bu açıdan etkileniyor.
Nadir
hastalıklar konusundaki temel sorunlar; tanı konulmasında
zorluklar ve geç tanı konulması -başlangıçta bunu
söylemeliyiz- bu hastalıklara özgü sağlık kurumlarının
çok az oluşu, bu hastalıklarla ilgili deneyime ve bilgiye sahip
yeterli sağlık elemanlarının bulunmayışı.
Sayısı 8 bine ulaşan farklı hastalıkların her
birine ait hasta sayısı çok azaldığı için klinik
çalışmaların yapılmasında zorluklar var. Toplumsal
açıdan bilinirlik çok az ve yine biraz önce söylediğim gibi, her
hastalık başına düşen hasta sayısı çok
azaldığı için bu durumda ilaç şirketleri bu alanda
yatırım yapmaktan hoşlanmıyorlar, yapmak istemiyorlar,
devlet tarafından veya sponsor desteği olmadıkça da bu alana
yatırım yapmak istemiyorlar. Zorluklara rağmen bir ilaç
üretildiği zaman da maliyeti ve satış fiyatı çok yüksek
oluyor.
Dünyada bu nadir
hastalıkların tanısı için de geçen süre ortalaması
bayağı uzun. Bazı hastalıklarda doğumdan hemen sonra
tanı konulabiliyor ama bazı hastalıklarda tanının
konulması neredeyse dört yıl, beş yıl zaman alıyor ve
bunların da bir anlamda yüzde 30-40 kadarında yanlış
tanı konuluyor, hasta uzun yıllar yanlış tanıyla
tedavi olmak zorunda kalıyor. Bu nedenle de nadir hastalıklarda
kullanılan ilaçlara dünya genelinde yetim ilaç deniliyor, yani hevesle
üretilmeyen ve para yatırımı yapılmayan ilaç anlamına
geliyor. Bunun nedeni de ister nadir hastalık için olsun ister başka
bir hastalık için olsun -kronik bir hastalık için mesela- bir
ilacın üretimi çok ciddi bir zaman alıyor, yıllarca
uğraşması gerekiyor firmanın ve çok ciddi yatırım
yapması gerekiyor; çok zorlu ve pahalı bir süreç. İlaç
şirketleri de bu hasta sayısı az olduğu için her
hastalık başına düşen, bu olaya yatırım yapmak
istemiyorlar ve darboğazı aşabilmek için birçok ülke, bu konuda
teşvikler sunmak suretiyle, bu alana ilaç şirketlerinin
yatırım yapmasını cazip hâle getirmeye
çalışıyorlar.
Şimdi, böyle bir sürecin
başlaması ilginç bir gelişmeye neden oldu. 2018 yılı
itibarıyla dünya yetim ilaç pazarı 130 milyon dolar
civarındaydı. Yapılan projeksiyonlara göre yani 2024
yılına doğru gidildiğinde yetim ilaç
satışlarının yaklaşık 242 milyar dolar civarında
bir rakama ulaşacağı düşünülüyor. Bunun da büyük nedeni,
bulunan ilaçların ciddi paralarla, ciddi fiyatlarla satılıyor
olması.
Bütün bu çabalara rağmen
8 bin hastalığın ancak 300 kadarında ilaç
geliştirebilmek mümkün olmuştur. Yani bir diğer deyişle,
nadir hastalıkların, 8 bin çeşit nadir hastalığın
ancak yüzde 4ünde ilaç bulunabilmiştir ve bu ilaçlardan -maalesef- yüzde
100 etkili olan ilaç neredeyse yok gibidir. Hasta bu ilaçları
kullandığı zaman hastalığından kurtulamamakta ama
yaşam kalitesi biraz daha artmaktadır, daha iyi bir hayat sürme
imkânı bulmaktadır fakat bunun ciddi sorunu şudur: Hayat boyu
kullanılacak olan bu ilaçlar -hasta hayatını sürdürdüğü
sürece- varlıklı bir ailenin bile kaldırabileceği
miktarın çok ötesindedir sayın milletvekilleri. Bu nedenle devlet
desteğine ihtiyaç göstermektedir ki bizi en çok ilgilendiren -yani devlet
açısından söylüyorum, yürütme açısından söylüyorum- alan da
budur. Örneklemek için söylüyorum: SMA hastalarında kullanılan
Spinraza isimli bir ilacın bir kutusunun fiyatı 62.339 eurodur ve
bunu, hasta hayatta olduğu sürece kullanmaya devam edecek. Yine duchenne
musküler distrofi dediğimiz DMD hastalığında
kullanılan Translarna isimli bir ilacın da - içerisinde sadece 30
saşe var- bir kutusu 5 bin eurodur. Şimdi, bu ilaçların
devamlı kullanılacağını düşünürsek olayın
ekonomik ağırlığı kolayca
anlaşılabilecektir. Dolayısıyla bu hastaların tedavisi
kaçınılmaz bir biçimde devletle ilişkili olmak zorundadır,
devletle ilişkili olmak zorundadır.
1990lı yıllardan
itibaren özellikle Avrupadaki gelişmiş ülkeler bu meselenin
getirdiği sosyal boyutu, daha doğrusu getireceği sosyal boyutu
ve devlete yükleyeceği ekonomik boyutu fark ettikleri için, bunlara belli
bir standardizasyon ve belli bir uluslararası konumlanma, bu
hastalıklara yönelik bir konumlanma gerçekleştirmeye
başladılar ve bu dönemde çoğu her bir hastalığa göre
şekillenen ulusal takip merkezleri için belli standartlar
oluşturdular, kalite standartlarını belirlediler ve
bunların EUROPLAN adı verilen bir sistem içerisinde, maddi destek
vererek gelişmesini sağladılar.
Bu merkezlerin temel
özelliği, en önemli özelliği -ki Türkiye açısından bu da
çok önemlidir geleceğe yönelik- hasta odaklı, multidisipliner bir
yapıda olmaları ve ileri derecede uzmanlık ve teknoloji isteyen
bilgileri kullanacak niteliklere sahip olmalarıdır. Bu kriterlere
göre, buralarda belli bir konuda uzmanlaşmış doktorlar,
hemşireler, laboratuvar uzmanları, araştırmacılar,
genetik danışmanları, sosyal hizmet uzmanları ve hasta
danışmanları bulunmak zorundadır. Hastaların
tanı, tedavi, rehabilitasyon ve palyatif ihtiyaçlarıyla ilgili
uzmanları bir araya getiren ya da bu koordinasyonu sağlayan bu
merkezler, aynı zamanda, tedavi kılavuzları oluşturmak,
hasta örgütleriyle iş birliği içinde olmak, bütün disiplinlerden
sağlık çalışanlarına eğitim sağlamak, hem
hastalara hem de sağlık çalışanlarına güvenilir bilgi
sağlamak, hastalığın doğasının anlaşılmasını
sağlayacak tanı ve tedaviyi geliştirecek araştırma ve
inovasyona katkıda bulunmak gibi faaliyetler gerçekleştirmek
durumundadırlar. Nitekim, yirmi yıl kadar süren bu
çalışmanın sonrasında AB genelinde bulunan 2.500
civarında merkez, sanal ağlarla birleştirilmiş ve Avrupa
referans ağları oluşturulmuştur. Bunu
ayrıntılı olarak anlatmamım nedeni şudur değerli
milletvekilleri: Türkiye -önünde bir örnek var- bu örneği almak, uygulamak
zorunda; aksi takdirde, gelecekte içinden çıkamayacağı, yükünü
kaldıramayacağı bir sağlık sorunuyla ve sosyal sorunla
karşı karşıya kalacaktır, bu nedenle
ayrıntılandırdım.
Türkiyeye gelince
Kısaca, Türkiyede durumun ne olduğuna bir bakalım. Ne
yazık ki sağlığın birçok alanında olduğu
gibi bu alanda da belirlenmiş bir ulusal strateji yoktur. Hastanelerin bir
koridorunu veya küçük bir bölümünü ayırarak bir tabela asmak suretiyle
oluşturulan sayıları sınırlı nörodejeneratif kas
hastalıkları bölümleriyle bir anlamda -tabirimi mazur görün- yasak
savma politikası benimsenmiş durumdadır. Kuşkusuz böylesi
bir yapılanma anlayışı, doğal olarak nadir
hastalık konusunda uzmanlaşamayan sağlık personeli
anlamına gelmektedir dolayısıyla tedavi ve rehabilitasyon
hizmetlerinde ciddi bir yetersizlik söz konusu olmaktadır. Bugün,
ülkemizde 50 civarında ruhsatlandırılmış yetim ilaç vardır.
Ruhsatlı olmayan ilaçlarda ise talebin önce bilimsel komisyonlarda
onaylanarak yurt dışı ilaç listesine alınması, daha
sonra da Türk Eczacıları Birliği veya Sosyal Güvenlik Kurumu
aracılığıyla ithal edilmesi şeklinde uzun bir
bürokratik süreç söz konusu olmaktadır.
Sonuç olarak, nadir
hastalıklar konusu, ülkemizde, bugün devletin hangi
hastalıklara, hangi ilaçlara ve ne kadar ödeyeceği -bakın,
hangi hastalıklara, hangi ilaçlara ve ne kadar ödeme yapacağı-
üçgeni içerisinde sıkışmış durumdadır. Ama biraz
önce söyledim, nadir hastalıklar konusu, bilinçlenme arttıkça, tüm
dünyayla ülkenin entegrasyonu sağlandıkça, ailelerin tedavi
arayışını başlatmasıyla, ülkemizin önünde,
önümüzdeki yıllarda ciddi bir sağlık sorunu olarak
karşımıza çıkacaktır. Dolayısıyla bu konuda
yapılması gereken şeyleri satır başları olarak
sıralamak istiyorum, mikro düzeyde değil ama makro bir
bakış açısıyla sıralamak istiyorum.
Öncelikle, ulusal bir
sağlık stratejisi belirlemek zorundayız değerli
arkadaşlar. Epidemiyolojik olarak verilerin toplanması,
hastalıklarla ilgili bilgi paylaşımı için, konunun
paydaşlarını içeren, kapsayan Türkiye referans ağı ve
ulusal kayıt sistemi oluşturma mecburiyeti vardır ve bu
sistemlerin uluslararası sistemlerle entegre hâle gelmesi, bilgi ve
deneyim alışverişi yapılması lazımdır. Türk
toplumunda görülme sıklığı daha yüksek olan nadir
hastalıkları önceleyecek şekilde, uluslararası
standartlarda multidisipliner referans tanı ve tedavi merkezleri
kurulmalıdır. Bu merkezler hasta tanı ve tedavisinin
yanında, nadir hastalıklar alanında çalışacak
uzmanların ve yardımcı sağlık elemanlarının
eğitilmesi konusunda da faaliyet göstermelidir.
Bu hastalıkların
yüzde 80inin genetik olduğu noktasından hareketle,
taşıyıcı gen sahiplerinin evlenmeden veya çocuk sahibi
olmadan önce ortaya konulmasını sağlayacak antenatal tanı
merkezleri oluşturulmalıdır; bu, Türkiye için çok önemlidir.
Genetik tanının maliyeti 10 eurodur arkadaşlar, 10 euro.
Taşıyıcı ailelerin Preimplantasyon Genetik Test (PGT)
sonrası tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olmalarını
sağlarsanız, bu şekilde hastalıklı -SMA- bir çocuk
dünyaya gelmeyeceği için, ailelerin sağlıklı bir
çocuğa sahip olmalarına imkân verilmiş olacağı için
yük büyük ölçüde azalacaktır. Onun için antenatal genetik tarama
merkezleri ve tanı merkezleri çok büyük önem taşımaktadır.
Bu hastaların evde
bakımı için solunum cihazından havalı yatağa, akülü
arabadan aspirasyon cihazına çok sayıda yardımcı araç
kullanılmaktadır. Devlet bunların bir kısmını ödemekte,
bazı cihazları ve sarf malzemelerini ise ödememektedir. Bu konunun
gözden geçirilerek her hastalığa özgü araçların
sağlanması -farklılıklarına göre sağlanması-
ve devletin katkı oranlarının artırılması
gerekmektedir. Bu, kaçınılmaz bir şekilde devletin geleceği
noktadır, kimin iktidarda olduğundan bağımsız olarak,
hangi sağlık politikasını uyguladığından
bağımsız olarak.
Yetim ilaçlar konusunda bir
mevzuat düzenlemesi yapılmalıdır, henüz bir düzenleme yok.
İlaçların karşılanması konusunda bürokratik
işlemler hızla sonuç alacak şekilde düzenlenmelidir.
Şimdi, burada
huzurunuzda bir şeyi daha gündeme getirmek istiyorum. Amerikada
-biliyorsunuz, biraz önce konuşmamda söylemiştim- FDA Zolgensma
isimli bir ilaca onay verdi, SMAlı hastalarda kullanılmak üzere. 2
yaş altında enjeksiyonla yapılan bir gen tedavisidir bu ve
fiyatı 2 milyon 125 bin dolardır. Etki mekanizması, hücre
içerisine girerek protein üretmek şeklindedir, çok basitçe söylüyorum. Bu
ilacın başarılı olması hâlinde, gelecekte yüzde 80i
genetik olan nadir hastalıkların çoğu için benzer
çalışmaların yapılacağını öngörmek kehanet
olmayacaktır. Türkiye bu alanda bir şey yapmak zorunda. Bu alanda
çalışma yapabilecek kurumlara destek olmak suretiyle, gelecekte çok
büyüyeceği belli olan yetim ilaçlar pazarında uluslararası bir
aktör olmanın yolunu aramalıdır. Çok iyi bir yatırım
olacaktır, sonuç alınabilirse de ülkemizde hem kendi içerisindeki
nadir hastalıklar sağlık sorununu çözmek açısından hem
uluslararası planda katkı sağlamak açısından ve
ekonomik girdi sağlamak açısından büyük önem
taşımaktadır. Sadece Sağlık Bakanlığı bünyesinde
olacak bir iş değil tabii ama iktidar bu konuyu gündeme almak
zorundadır.
Son olarak, bu
hastalıklarla mücadelede toplumun bütün katmanlarının, özellikle
de eğitim öğretim camiasının bilinçlendirilmesi çok
önemlidir. Nadir hastalıklara düçar olmuş insanlar, özellikle
çocuklar, sanki uzaydan gelmiş gibi bir muameleyle karşı
karşıya kalmaktadırlar, bu da tabii, bu hastaların
yaşam kalitesini ve sosyal ilişkilerini büyük ölçüde
zorlamaktadır. Devletin bu nedenle bir farkındalık
çalışması yapması lazım. Devlet bunu tek
başına yapamaz, yaparsa da resmî bir tanımlama olacağı
için çok etkili olmayabilir ama STKler aracılığıyla yapmak
durumundadır, yapabilir veya STKlerle iş birliği hâlinde yapabilir
bu alanda yapılanları. Fakat bu STKlerin bilgili insanlar
tarafından kurulmuş olduğunu denetlemesi lazım yani bu
çalışmaları, gerçekten o hastalık için, hastalara
yardım için kurulmuş STKler olduğunu, o bireylerden
oluştuğunu denetlemesi lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ABDUL AHAT ANDİCAN
(Devamla) Son cümlemi söylüyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Mikrofonu
açmıyorum.
Buyurun, devam edin
Sayın Andican.
ABDUL AHAT ANDİCAN
(Devamla) Bu nedenle, bu amaca hizmet etmek üzere STKleri denetlemeli ve
uygun gördüğü STKlerle de toplumu bilinçlendirme
çalışmasını devlet-STK iş birliği içerisinde
gerçekleştirmelidir.
Saygılar sunuyorum.
(İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Sayın Ali Muhittin Taşdoğan, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ALİ
MUHİTTİN TAŞDOĞAN (Gaziantep) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 199 sıra sayılı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Değerli heyetinizi,
ekranları başında bizleri takip eden yüce Türk milletini ve
gözü, gönlü bugün yüce Meclisimizde olan nadir hastalıklardan muzdarip
hastalarımızı ve ailelerini saygılarımla
selamlıyorum.
Bugün dünyada
tanımlanmış 6 binin üzerinde nadir hastalık olduğu
bilinmektedir. Dünya nüfusunun yüzde 7sinin bu hastalıklardan
etkilendiği tahmin edilmektedir. Dünyada nadir hastalıklardan
muzdarip 400 milyon kişi bulunduğu düşünülmektedir. Ülkemizde
akraba evliliği oranının dünya ortalamasından daha fazla
olması sebebiyle, toplumumuzda bu oranın daha da yüksek olduğu
tahmin edilmektedir.
Nadir hastalıkların
önemli bir kısmı otozomal resesif kalıtım göstermektedir,
yani bir çekinik genimiz varsa, akrabalarımızdan birisi de aynı
çekinik geni taşıyorsa, siz, çocuklarınızda ya da
torunlarınızda bu hastalıkla karşılaşmak zorunda
kalacaksınız demektir. Türkiyede yaklaşık 5-6 milyon
kişinin bu hastalıklardan etkilendiği tahmin ediliyor ve bu
kişilerin yüzde 80inin nadir hastalığının genetik
kökenli olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca, bu hastalıkların
yüzde 50 ile 70inden maalesef çocuklarımız etkilenmektedir.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizde Türkiye nadir hastalık millî politika çalışmaları
2014 yılında Onuncu Beş Yıllık Kalkınma
Planıyla başlamış, 2019 yılında hız kazanmıştır.
2014 yılında Sağlık Bakanlığı Hasta
Hakları ve Tıbbi Sosyal Hizmetler Daire
Başkanlığı tarafından Nadir Görülen Hastalıklar
Raporu hazırlanmıştır. 2015 yılında Türkiye Sağlık
Enstitüleri Başkanlığı, Sağlık
Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa
Birliği Genel Müdürlüğü iş birliğiyle İkinci Türk
Tıp Dünyası Kurultayında Nadir Hastalıklar
Çalışma Grubu kurulmuştur. 2016 yılında
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından Nadir
Hastalıklar Çalıştayı düzenlenmiş, 2017
yılında Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Türkiye
Sağlık Enstitüleri Başkanlığı iş
birliğiyle Uluslararası Nadir Hastalıklar Paneli ve
Çalıştayı gerçekleşmiştir. Bu panelde, ülkemizdeki
mevcut durum ve Sağlık Bakanlığının nadir
hastalıklar uygulamaları değerlendirilmiş,
uluslararası gelişmeler ve iyi uygulama örnekleri
bildirilmiştir. 80 klinisyen hekimin katılımıyla Nadir
Hastalıklar Aksiyon Planı Çalıştayı kapalı oturum
olarak gerçekleştirilmiş, bu çalıştayda 4 ana
başlık altında millî hedefler ve eylem planı
oluşturulmuştur.
Sayın milletvekilleri,
2019 yılına gelindiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu
bulunan siyasi partilerin birlikte karar altına aldıkları,
Anayasanın 98inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
104üncü ve 105inci maddeleri gereğince ALS, SMA, DMD, MS
hastalıklarında ve kesin tedavisi bilinmeyen diğer nadir
hastalıklarda uygulanan tedavi ve bakım yöntemleri ile bu
hastalıklara sahip kişiler ve yakınlarının
yaşadıkları sorunların ve çözümlerinin belirlenmesi amacıyla
üzerinde konuştuğumuz raporu oluşturan Meclis
Araştırması Komisyonu kurulmuştur. 22/5/2019-23/10/2019
tarihleri arasında yapılan 9 toplantıda, kamu kurum ve
kuruluşları, bilim insanları, STKler, hasta ve hasta
yakınları sunumlarını gerçekleştirmiştir. Türkiye
Sağlık Enstitüleri Başkanlığı ziyaret edilerek
faaliyetleri hakkında bilgi alınmış, bu program
sırasında hasta ve hasta yakınları evlerinde ziyaret
edilmişlerdir. Meclis Araştırması Komisyonu
çalışmaları devam ederken, Sağlık
Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
bünyesinde 6 Ocak 2020 tarihinde Otizm, Zihinsel Özel Gereksinimler ve Nadir
Hastalıklar Daire Başkanlığı kurulmuştur. Yeni
kurulan Daire Başkanlığının iş ve
işlemlerine yönelik mevzuat çalışmalarının yürütülmesi
ve nadir hastalıkların ülkemize özgü tanımlanmasının
yapılması gerekmektedir.
Nadir hastalıklarda
erken tanı ve tedaviye zamanında erişimin önemi, Komisyon
çalışmalarında ilgili paydaşlar ile Komisyon üyeleri
tarafından ve ayrıca Komisyona sunulan raporlarda sık sık
vurgulanmıştır. Bu doğrultuda, 10 Ocak 2020 tarihinde,
Resmî Gazetede Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezleri
Yönetmeliği yayımlanmıştır.
Meclis
Araştırması Komisyonu raporunun 4üncü bölümünde, Komisyon
toplantılarına katılan paydaşların ilettiği sorun
ve talepler ile ilgili kurumlardan elde edilen bilgiler de değerlendirilerek
öneriler hazırlanmıştır. Bu öneriler; sağlık
hizmetlerine yönelik öneriler, sosyal güvenlik hizmetlerine yönelik öneriler,
bakım ve sosyal destek hizmetlerine yönelik öneriler, eğitim ve
öğretim hizmetlerine yönelik öneriler, çalışma hayatı boyunca
yapılması gereken öneriler, toplumsal
farkındalığı artırmaya yönelik öneriler, sivil toplum
kuruluşlarına yönelik öneriler, nadir hastalıklara yönelik
öncelikli öneriler olarak belirlenmiş, Komisyon raporunda
ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Bu konuyla ilgili
izlenmesi ve yürütülmesi gereken politikanın
Cumhurbaşkanlığına bağlı bir birim veya ofis
tarafından yapılması önerimiz dikkate alınsa da,
Sağlık Bakanlığı bünyesine bağlı olarak
Otizm, Zihinsel Özel Gereksinimler ve Nadir Hastalıklar Daire Başkanlığı
kurulmuş olup bu, önemli bir başlangıç ve kazanım
olmuştur.
TÜSEBin stratejik AR-GE ve
iş birliği projeleri kapsamında 2022ye kadar
açtığı çağrılar kronik hastalıklar, kanser ve
nadir hastalıklarla ilgili olup üç yıllık bütçesi 600 milyon TL
olarak onaylanmıştır. Bireysel ve Dönüşümsel Tıp
Alanı Uygulamalı Projesi için 8 Temmuz 2019da TÜSEB tarafından
çağrı açılmış ve ilgili çağrıya 20 bin hasta
başvurusu yapılmış, başvurulara esasen 104 farklı
hastalık kategorize edilerek kronik hastalıklar, nadir
hastalıklar, kanser olmak üzere hastalıklar 3 gruba
ayrılmış, 55 farklı nadir hastalık için
başvuruların yapıldığı belirlenmiştir.
İlk nadir hastalık metabolizmasının taranmasında
Duchenne Musküler Distrofi hastalığıyla
başlanmıştır. 2019-2020 yıllarında ülkemizde ivme
kazanan, anlattığım politika çalışmaları
neticesinde, artık nadir hastalıklar devlet politikamız
bulunmaktadır diyebiliriz.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizin nadir hastalıklarla ilgili bilimsel ve klinik
altyapısının oluşturulmasıyla birlikte üreten ülke
modeline geçmesi hedeflenmektedir. Bu alanda gelişmiş ülkelerin
tarama modelleri ve Orphanet altyapı oluşturma
çalışmaları kapsamında monitörize edilmelidir. Türkiyede
nadir hastalıklar konusundaki farkındalık düzeyi, hem kamuoyu
hem de kamu kurum ve kuruluşları nezdinde giderek artmakta olup hasta
odaklı ve uzun soluklu çözümlere yönelik farklı politikalar
geliştirilmesi görüşü benimsenmiş ve gerekli adımlar
atılmıştır. Türkiyede, nadir hastalıklar
tedavilerinin ve yetim ilaçların ilaç endüstrisindeki en inovatif,
teknolojik açıdan en gelişmiş ve gelecek vadeden stratejik bir
segment olması sebebiyle, nadir hastalıklar millî politikası
doğrultusunda strateji ve yol haritası hazırlanmalıdır.
Stratejik nadir hastalık ilaçları üretimi veya yerlileştirilmesi
için hastalık alanları belirlenmeli, spesifik politika belgeleri
hazırlanmalı ve 2023 yılına kadar yapılması
planlanan işlerin takibi en üst düzeyde gerçekleştirilmelidir. Bu
itibarla, Meclis Araştırması Komisyonu raporunun Genel Kurul
gündemine alınması, 2019 ve 2020 yılında Mecliste
yapılmış çalışmaların hayat bulması, millî
politikaya yön vermesi açısından büyük önem
taşımaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Komisyon raporu çalışmaları sırasında önerdiğimiz
ve dikkate alınarak rapor metnine eklenen bazı görüşlerimiz ile
ilave bazı önerilerimizi de buradan tavsiye etmekte yarar görüyoruz. Nadir
hastaların ilaca ve tedaviye erişimine yönelik millî politikamız
olmalıdır. Bu kapsamda, nadir hastalıklarla mücadele toplum
sağlığı politikalarının öncelikli
hususlarından biri olmalıdır. Millî politikalar, tanı ve
tedavi süreçlerinin iyileştirilmesine yönelik millî planların
oluşturulup desteklenmesi gibi unsurları kapsamalıdır.
Yenilikçi tedavilere Türk hastaların erişimi için inovatif
biyofarmasötik firmalar desteklenirken, aynı zamanda, ülkemizde yetim
ilaçlar alanında yerli üretim kapasitesi oluşturulmalı, gerekli
altyapı ve mevzuat çalışmaları tamamlanmalıdır.
Tanı ve tedaviye erişim koşullarında iyileştirmeye
yönelik sistemler geliştirilmelidir. Nadir hastalığı olan
bir kişinin doğru tanıyı alması ortalama sekiz
yıl, hatta daha fazla sürebilirken, bu tanıyı almak için birden
fazla doktora görünmesi gerekmektedir. Tanıdaki bu gecikmeler bir taraftan
hastanın durumunun geri dönüşümsüz ilerlemesine yol açarken,
diğer taraftan yanlış ve geç tanı sebebiyle
başvurular, gereksiz test ve tedaviler sağlık sistemi için
önemli bir maddi yük oluşturmaktadır.
Doğru tanıdaki
gecikmenin başlıca sebebi, nadir hastalıklara ilişkin
farkındalığın ve etkilenen hasta sayısının
düşük olmasıdır. Nadir hastalıklara spesifik tanı
yöntemleri yaygınlaştırılmalıdır. Evlilik öncesi,
yeni doğan, hatta gebelik dönemi de dâhil olmak üzere, taramaların
kapsamının genişletilerek tanıyı destekleyen verilerin
elektronik sağlık kayıtlarıyla değerlendirilmesi,
hastaların doğru zamanda, erken teşhis ve tedavi alması
kolaylaştırılmalıdır. Nadir hastalıklar
alanında uzmanlaşmayı artırmalıyız. Nadir hastalıklarda
uzmanlaşmış tanı ve tedavi merkezleri
geliştirilmelidir. Bununla birlikte, nadir hastalık şüphesiyle
bireylerin doğru uzmanlık ve merkezlere yönlendirilmesi de kritiktir.
İlaca hızlı
erişim için destekleyici unsurlar oluşturmalıyız.
Ülkemizde, nadir rastlanan hastalıkların tedavisinde
kullanılacak ilaçların ruhsatlandırılması, fiyatlandırılması
ve geri ödemesi konularında ayrı bir prosedür bulunmamaktadır.
Yetim ilaç ve tedaviye hızlı erişim için GMP denetimleri ve
ruhsatlandırma süreçleri yüksek öncelikli olarak değerlendirilmeli ve
nadir hastalıklar millî politikasına uygun bir ruhsatlandırma
mevzuatı yayımlanmalıdır.
Tüm dünyada yetim
ilaçların geri ödemeleri çoğunlukla alternatif geri ödeme
modelleriyle karşılanmaktadır. Geri ödemede, bilimsel olarak
kanıtlanmış klinik fayda esas alınarak geri ödeme modelleri
geliştirilmelidir.
Tedavinin
devamlılığına yönelik sistemler geliştirmeliyiz.
Pandemi sürecinin oldukça zorlu geçtiği Avrupa ülkelerinin dâhil
olduğu EURORDIS grubunun, nadir hastalık sahibi bireyler ve bu
bireylere bakım veren yakınları dâhil olacak şekilde 5
binden fazla kişiye ulaşarak yaptığı ankete göre, her
10 hastadan 9u doğrudan IV infüzyonlar, nakil, ameliyat prosedürlerinde
ertelemeler ya da destekleyici tedavilerine erişimlerinde kesintiler
yaşamıştır. Yine, aynı ankette cevaplanan sorulara
göre, bu kesintiler, hastanın kendisinin ya da hastaya bakım
verenlerin Covid-19 enfeksiyonuna yakalanma endişesi
taşıması ve tedavi merkezlerinin kapatılması ya da
infüzyon ünitelerinin kapanması nedeniyle yaşanmıştır.
Ankete cevap veren her 10 kişiden 6sı, tedavi planlarındaki bu
kesinti ve ertelemenin organ hasarı, tedavi sonuçlarında gerileme
veya hayati risk oluşturduğunu da ifade etmişlerdir. Günlük
hayatta pek çok bariyerle karşı karşıya olan nadir
hastalıklara sahip bireylerin, gerekli koruyucu ekipman, gerekli kalifiye personel
ve benzeri koşullar sağlanarak evde infüzyon gibi tedavi
devamlılığını sağlayacak hizmetlerle
desteklenmesi onların tedaviye ulaşma konusundaki
yaşadıkları güçlükleri azaltacak, bu bireyleri sosyolojik ve
ekonomik olarak destekleyecektir.
Sayın milletvekilleri,
ülkemizde yetim ilaçlar alanında yerli üretim kapasitesi
oluşturulması gerekmektedir. Ayrıca, formülasyon geliştirme
ve üretim teknoloji transferi konusunda zorluklar da vardır. Nadir
rastlanan hastalıklardan muzdarip hastaların sayıca az olması
nedeniyle sınırlı miktarda üretim yapılması
gerekmektedir. İlaç ham maddelerinin pahalı olması, üretim
kapasitesinin az olması nedeniyle üretim tesisinin yüksek verimde
kullanılamaması söz konusu ya da yüksek verimde
kullanılmasını destekleyecek ihracatın sağlanması
zorunludur. Üretime özel tesis ve özel ekipman gerekliliğine dayalı
ek yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Ruhsata esas teşkil
edecek dosya içerisinde de iki üretim serisi üzerinde hazırlandığında,
stabilite, test analizleri ve resmî laboratuvara gönderilecek analiz numune
miktarları da dikkate alındığında yüksek ürün
geliştirme maliyetleriyle karşılaşılmaktadır.
Kıymetli
milletvekilleri, Türk devlet aklı, sosyal devlet olma
anlayışını Orhunda, Yeniseyde taşa
kazımış; Selçukluda, Osmanlıda coğrafyalara
dokumuş ve bu geleneği yüzyıllardır İnsanı
yaşat ki devlet yaşasın. felsefesiyle oluşturmuştur.
Bugün de yine aynı felsefeyle, Türkiye Cumhuriyeti devleti, küresel
pandemi sürecinde tüm dünyaya el uzatarak insanlık mührünü, kendisini medeni
addedenlerin ruhlarına işlemiştir.
Son zamanlarda ülke
gündeminde sıkça yer bulan, nadir hasta ve hasta
yakınlarının mağduriyetlerini kullanarak yazılı
ve görsel medya üzerinden kamuoyu baskısı oluşturulması,
ilaçların ve tedavilerin dünyada ilk defa ülkemizde geri ödeme sistemine
dâhil edilmesine yönelik gerçekçi olmayan yaklaşımlarla toplumumuz,
devletimiz ve kamu kurumlarıyla karşı karşıya
getirilmeye çalışılmaktadır.
Nadir hastalıkların
tedavisinde, klinik araştırmalarla etkinliği ve
güvenilirliği kanıtlanmamış ve maliyet etkili olmayan
ilaçların ülkemizde ruhsatlandırılması öncesi kamuoyu
baskısıyla ödenmesinin sağlanması için yapılan
birtakım propagandalara şahit oluyoruz. Bakınız, bu çok
tehlikeli bir çalışmadır. Zira kamuoyu ve medya
baskısı oluşturma yaklaşımı, ekonomik unsurlardan
ziyade hastaları ve hasta yakınlarını sosyal açıdan
incitmekte ve psikolojik zarar verebilmektedir. Çünkü devletimizin, daha zengin
ve daha gelişmiş devletlerin bile vermediği veya veremediği
birçok hizmeti ve ilacı nadir hastalarımıza
sağladığına Komisyon çalışmalarımızda
şahit olduk.
Nadir hastalıklara sahip
bireylerin ve ailelerinin sorunlarının olmadığını
söylemek tabii ki abes olur fakat devletimizin verdiği hizmetleri ve
yaptığı çalışmaları görmezden gelmek ise çok
büyük haksızlık olacaktır. Neden haksızlık
olacaktır? Bunun için bazı verileri sizlerle
paylaşacağım. Nadir hastalık, ICD tanılı
hastalıkların tedavisinde ilaç hariç sağlık hizmetleri için
2017 yılında yaklaşık 333 milyon Türk lirası ve 2018
yılında yaklaşık 381 milyon Türk lirası Sosyal Güvenlik
Kurumu tarafından ödenmiştir. Yine, nadir hastalıkların
tedavisi için Ek-4/A Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesinde yer alan nadir
hastalıklar ilaçları yani yetim ilaçlar için tahakkuk tutarı
2015 yılında 210 milyon TL, 2017 yılında 334 milyon TL,
2018 yılında 407 milyon TLdir. Nadir hastalıkların
tedavisi için Ek-4/Cde yani Yurt Dışı İlaç Listesinde yer
alan nadir hastalık ilaçları tahakkuk tutarı,
sırasıyla, 2017 yılında 157 milyon euro ve 2018
yılında yaklaşık 217 milyon eurodur.
Sonuç olarak, devletimizin bu
tedavileri ve ilaçları karşılamadığını iddia
etmek vicdansızlık olacaktır.
Biz Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, nadir görülen hastalıklara sahip bireylerin ve ailelerinin
her zaman yanında olacağımızı, sorunlarının
çözülmesi ve taleplerine ilişkin her zaman çözüm odaklı
çalışacağımızı belirtmek istiyoruz.
Gazi Meclisimizi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Halkların
Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Semra Güzel.
Buyurun. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA SEMRA GÜZEL
(Diyarbakır) Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
ekranları başında bizi izleyen tüm herkesi selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
ALS, SMA, DMD, Multipl Skleroz hastalıklarında ve kesin tedavisi
bilinmeyen diğer hastalıklarda uygulanan tedavi ve bakım
hizmetleri ile bu hastalıklara sahip kişiler ve
yakınlarının yaşadıkları sorunların ve
çözümlerinin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu 8 Mayıs ve 16 Kasım 2019
tarihleri arasında çalışmalarını yürütmüş ve
büyük emekler sonucu bu raporu ortaya çıkarmıştır. Fakat bu
raporun yayınlanmasından bir yıl sonra Genel Kurula getiriliyor
oluşu, seslerini bizlere duyurmaya çalışan
yurttaşların mağduriyetlerine mağduriyetler kattı.
Rapor oluşturulduktan hemen sonra Meclise getirilebilir ve ailelerin
mağduriyetlerinin giderilmesi, hastalıkların tarama testleriyle
görülmesinin engellenmemesi için gerekli adımların atılması
sağlanabilirdi. Bu pandemi süreci içerisinde nadir hastalıklarla
mücadele eden birçok hasta ve aile defalarca Sağlık
Bakanlığına ve Meclise sesini duyurmaya
çalışmasına rağmen Bakanlık ve Meclis
sessizliğini korudu.
Varlık Fonuna
aktarılacak olan 75 milyon TLnin SMAlı çocukların tedavisi
için harcanması amacıyla başlatılan kampanyada,
Bakanlığın bu konuya nasıl
yaklaştığını yeniden gördük. Bakanlık bu kampanya
üzerine açıklama yapıp Gen tedavisinin işe
yaradığını gösteren veri yok. açıklaması üzerine
aileler açıklama yapmak zorunda kaldı. Şu an yurt
dışından getirme izni olan Zolgensma isimli, 24 Mayıs
2019da FDA tarafından onaylanan ilacın SMA tedavisinde işe
yaradığını gösteren çalışmalar var, tedavisi
olumlu sonuç veren hastalar var. Bildiğiniz üzere, ruhsat izni verilmeden
ilaçların satılması yasak yani ilaç ruhsatsız değil
fakat SGKnin geri ödeme listesinde olmadığı için, ilaç şu
anda 2,4 milyon dolara satılıyor. Ayrıca, 2 yaş altı
SMA Tip-1 hasta sayısı 100dür yani bu çocukların tedavisinin
masrafları sarayın bir uçağının maliyeti bile
değildir. SGK geri ödeme kapsamına alınırsa 600 bin dolara
düşecektir.
Değerli milletvekilleri,
insani amaçlı ilaca erken erişimin sağlanabilmesi için, söz
konusu ilacın genel olarak dünyada en az faz 2
çalışmalarını tamamlamış, faz 3
çalışmalarına başlamış ve Türkiye
dışında ruhsatlanmış olması gerekmektedir.
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu verilerine göre ise, 118 adet
ilaçta insani amaçlı erken erişime ülkemizde izin verilmiş ve
bunların yaklaşık yüzde 40ı nadir hastalıkların
tedavisinde kullanılmaktadır. Yani Bakanlık, izin verilmiş
olan ve hastalıkta tedavi olarak kullanılan bu ilaçla ilgili Etkili
olduğunu gösteren bir veri yoktur. gibi bilimselliğe dayanmayan bir
açıklamayla aileleri mağdur etmiştir. Sağlık
hakkını talep eden yurttaşlara adil ve sosyal devlet ilkesiyle
yaklaşılmalıdır. Bugün birçok nadir hastalıkla
uğraşan yurttaşımızın evde bakım hizmetleri
devlet tarafından karşılanmalıdır. SMA
hastalarında oldukça önemli olan ve değeri yaklaşık 25 bin
TL olan öksürtme cihazı, Zolgensma gibi ilaçlar SGK tarafından
ücretsiz karşılanabilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
raporun Genel Kurula geleceğini öğrenince, bu hastalıklarla
mücadele eden ailelerimizle ve Komisyona davet ettiğimiz derneklerimizle
yeniden iletişime geçtik ve bu süreçte acilen çözüm bulunmasını istedikleri
meseleleri dinledik. Öncelikle, bu pandemi sürecinde çok ciddi
mağduriyetlerin oluştuğu açık. Birçok hastamız pandemi
sürecinden kaynaklı tedavilerini ya göremedi ya eksik gördü ya da maalesef
ki pandemi sürecinin iyi yürütülmemesinden kaynaklı
yaşamını yitirenler oldu. Mesela ALS hastalarının
yaşaması için solunum cihazı hayati bir öneme sahip fakat
salgın sırasında bu hastaların randevu sorunu ve hasta
yoğunluğu nedeniyle normal kontrolleri ve uyku testleri aksamış.
Ayrıca, hastalar solunum cihazı için gerekli olan yeni heyet raporuna
ulaşmak için hastane ortamında bulunmaktan çekinmektedirler.
Ventilatör reçetesiyle SGK kurumuna giden hasta yakını ventilatör
bulamıyor. Piyasada eskiden 20 bin TL olan ventilatörler şu anda 50
bin TL civarı ve SGKnin karşıladığı fiyat ise
18.500 TL. Bu dönemde hastaların bu farkı ödemesi çok zor. Yine bu
hastalar için oldukça önemli olan trakeostomi ameliyatı için dahi randevu
almak imkânsız hâle geldi çünkü ameliyat sonrası hastalar yoğun
bakımda kalmak durumunda ve yoğun bakımların durumu da malumunuz.
BIPAP solunum cihazı almak için gerekli olan spirometre değerleri,
arteriyel kan gazı değerleri kriterleri acil başvuran hastalarda
çok az farkla karşılanmadığı durumlarda hastaya
oksijen verilerek evine gönderilmekte, evinde hiperkapni, karbondioksit narkozu
nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Bu salgın sürecinde, 2020
yılı boyunca 176 ALS hastası hayatını kaybetti ve bu
sayı 2019 yılında sadece 78di.
Değerli milletvekilleri,
bir diğer mağdur grup, kas hastası olarak bilinen DMDli
hastalardır. Türkiye Kas Hastalıkları Derneğinin pandemi
sürecinde yaptığı on-line ankete göre, Sağlık
Bakanlığı tarafından kas hastaları için alınan
önlemlerin yetersiz olduğu düşünülmektedir. Ankete
katılanların yüzde 78i kas hastalığı nedeniyle
alınan ergoterapi, konuşma terapisi, fizik tedavi, masaj ve
rehabilitasyon hizmetlerinin bu süreçte tamamen iptal edildiğini,
askıya alındığını ve ertelendiğini dile
getirmiştir.
Komisyon sürecinde
farklı illerde yeni kas hastalıkları merkezi
açılacağına dair, 20ye tamamlanacağına dair
derneklere söz verilmişti. Ancak açılan yeni kas
hastalıkları merkezlerinde fizyoterapi, nöroloji, kardiyoloji
doktorlarının bulunmaması nedeniyle il dışında bu
bölüm doktorlarının olduğu merkezlere gitmek zorunda
bırakılan ve mağdur edilen hastalar var. Şu anda 20 kas
hastalığı merkezinden sadece Eskişehir ve Antalyada
bulunan merkezler tam teşekküllü hizmet verebilmekte, diğer
merkezlerde birçok eksiklikler mevcut; kimilerinde sağlık
çalışanı dahi yok.
Ve bir diğer
hastalık grubu, SSPE hastaları. Diyarbakırda bir SSPE
hastasının ailesi bizlere kızlarının tedavi için
götürdükleri hastanede doluluk nedeniyle corona hastalarının
olduğu yere yatırıldığını belirtti. Sağlıklı
bir bireyin dahi burada yatışının yapılması bir
facia iken, bir SSPE hastasının yatırılması bizlere
hastanelerimizin ne durumda olduğunu gösteriyor. SSPE
hastalarının tedavisinin araştırılması,
çalışma yapılması bu ailelerimizin temel talebidir. Aileler
birçok yerde muhatap dahi bulamadıklarını ifade ediyorlar,
birçok yerde çocuk nörolojisi uzmanı olmadığı için aileler
başka şehirlere gitmek durumunda kalıyor. Yine bu hastalara dair
yatak, hasta bezi gibi ihtiyaçların ücretsiz
karşılanmasını talep ediyorlar ve maalesef, durum bu denli
acil iken biz Bakanlığın aşı sıralamasında
nadir hastalıkları taşıyan hastaların ilk
sıralarda olmadığını görüyoruz. Şu anda
ailelerimizin temel taleplerinden biri de bir an önce aşı listesine
bu hastalıkların eklenmesidir.
Değerli milletvekilleri,
bu raporda çok değerli tespitler ortaya konuldu, evlilik öncesi SMA tarama
testlerinin uygulanmaya konulması gerektiği gibi. ALS, SMA, DMD,
multipl skleroz ve diğer nöromusküler hastalıklar için mevcut durumda
var olan nöromusküler hastalık merkezlerinin etkin olarak çalışması
ve sürdürülebilirliği için nöromusküler hastalık merkezlerine yönelik
altyapı mevzuatlarında düzenlemeler gerektiği, SGK
kapsamında finansmanı sağlanan tıbbi malzeme ve
cihazların kapsamı ve miktarının artırılması,
SGK tarafından finansmanı sağlanmayan tıbbi cihazların
da ödeme kapsamına alınması gerektiği, kronik nadir
hastalığı olan kişilerin sağlık
raporlarının, reçete işlemlerinin
kolaylaştırılmasını sağlayacak düzenlemelerin
yapılarak hastaların bu işlemleri yürütürken
yaşadığı zorlukların giderilmesi gerektiği,
engelli bireylerin evde bakım destek ücretlerinden yararlanabilmesi için
mevcut kriterlerin kolaylaştırılması, hanenin geliri yerine
engelli bireylerin gelirlerinin esas alınarak düzenlemelerin
yapılması gerektiği gibi önemli öneriler yer alıyor. Bunlar
aynı zamanda ailelerimizin, hastalarımızın talepleridir. Bu
önerilerin yer aldığı raporun eksiksiz, amasız,
fakatsız bir şekilde acilen yerine getirilmesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri,
nadir hastalıklara yakalanan hastalarımızın sorunları
elbette ki bu ülkenin genel sağlık sorunlarından azade
değil. Kas hastalıkları merkezi açılıyor
sağlıkçı yok, SSPE hastası rahatsızlanıyor, yer
olmadığı için korona hastalarının olduğu yere
yatırılıyor. Yoğun bakım üniteleri dolu diye hastalar
trakeostomi ameliyatlarını olamıyorlar. SGK geri ödeme
listesinde olmadığı için hastalar ilaçlarını
alamıyor ya da alırken maddi olarak çok ciddi zorlanıyor,
yaptıkları kampanyalar engelleniyor. Bu pandemi süreci içerisinde
sağlık sistemimizin esasında toplum
sağlığının değil, sermaye odaklı çalışmaların
sonuçlarını, acılarını hep beraber
yaşıyoruz.
Birçok hastanemizde
yoğun bakım ünitelerinin yetersiz olduğu çok bariz bir
şekilde ortada. Sırf bu yüzden hayatını kaybeden hastalar
var. Rapor almak için, ilaç yazdırmak için pandemi nedeniyle hastaneye
gitmeye çekinen, tedavisini aksatan birçok kronik hasta var. Bu süreçte
pandemiyle mücadele edilirken diğer birçok sağlık kolu ihmal
edildi ve ilerleyen dönemlerde toplum olarak bunun sonuçlarını çok
daha derinden hissedeceğiz. Yine bizler defalarca dile getirmemize
rağmen sağlıkçı atamalarının yeterli sayıda
yapılmaması çok ciddi sorunlara yol açıyor.
Sağlık, sadece
tedavi edici hastalıklara odaklanamaz. Özellikle, nadir hastalıklarla
mücadele etmeye çalışan hastalarımızın ciddi anlamda
yardımcı sağlık hizmetlerine, evde bakım hizmetlerine
ihtiyacı var. Bu hastalarımızın sosyal yaşamda da
sağlıklı bir şekilde var olabilmesi için özgün sosyal
alanlara, iş alanlarına ihtiyacımız var. Bütünlüklü
düşünülmeyen hiçbir sağlık sorunu bütünlüklü olarak sonuç vermez.
Bu hastalarımızı eve hapsedip sadece yaşamalarını
sağlamaya çalışmak yeterli değildir ki sağlık
sistemimiz bunu bile maalesef sağlayamıyor. O yüzden, bu vesileyle
bir kez daha hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Yardımcı
sağlık hizmetleri kolunda acil atamalar yapılmalı, bu
hastalarımızın daha insani koşullarda bir hayat sürmesi
için sosyal sağlık hizmetleri de nitelikli, ücretsiz ve ana dilinde
tüm yurttaşlara sağlanabilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
buradan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız
ve şu an cezaevinde olan Doktor Selçuk Mızraklı ve yine
Diyarbakır Belediyesine seçilen ama KHKli olması
dolayısıyla mazbatası verilmeyen Diyarbakır İl Eş
Başkanımız, tutuklu sağlık emekçisi Hülya Alökmen
Uyanık şahsında cezaevlerinde bulunan bütün tutsakları
selamlayarak bir noktaya daha değinmek istiyorum. Bu nokta,
sağlıkçı bir vekil olarak sorumluluğunu hissettiğim
cezaevlerinin durumudur. Cezaevlerinde yüzlerce hasta, yaşlı, kronik
hastalığı olan mahpus var. Pandemi sürecinde başta bu
gruplar olmak üzere bütün tutsaklar Hükûmetin insafına
bırakılmış durumda. Geçtiğimiz günlerde bir aile
ulaştı bana 96dan beri cezaevinde olan ve şu an 81
yaşında İskenderun Cezaevinde olan babaları için.
Babamızın sağlık durumu çok kötü, birçok kronik
hastalığı var. Kaç defa corona semptomları gösterdi ama
cezaevi revirinde tek başına tutuluyor. dedi. Bu sadece bir örnek.
81 yaşında kronik hastalığı olan bir insan hâlâ
cezaevinde tutuluyor ve Coronaya yakalandığı takdirde vebalini
kim ödeyecek? sorusunun cevabı yok. Keza, 80 yaşında hasta
tutuklu Ali Boçnak, 75 yaşında hasta tutuklu Takiyettin Özkahraman bu
süreçte cezaevinde hayatını kaybetti. 2 Ekim 2020de cezaevinde
Muhammed Emir corona sebebiyle yaşamını yitirdi. Bunlar sadece
birkaç örnek.
ÖHD cezaevi raporuna göre,
şu anda en az 300 bin tutuklu risk grubunda. Bakanlık ısrarla bu
insanları cezaevinde tutmaya devam ediyor. Peki, bu insanlar cezaevinde
sağlık açısından güvende mi? Burada, bizler günde 2-3 maske
değiştirebilirken, cezaevinde tutsaklar 1 maskeyi bazen aylarca
kullanıyor. Hijyen malzemeleri çok kısıtlı bir şekilde
tutsaklara veriliyor. Temizliğin son derece önemli olduğu bugünlerde
cezaevlerinde bazen sıcak suya haftada sadece bir kez erişilebiliyor.
Pandemi bahane edilerek tutukluların hastaneye sevki
gerçekleştirilmiyor. Kronik hastalığı olan birçok tutsak bu
süreçte tedavisini yarım bırakmak zorunda kaldı.
Değerli milletvekilleri,
bazı cezaevlerinde tutuklular kendilerine herhangi bir temizlik ürünü,
maske, losyon, kolonya, eldiven, deterjan veya dezenfektan
dağıtılmadığını ifade etmiş, talep
edildiğindeyse idare tarafından Temizlik malzemelerini kantine
göndereceğiz, oradan satın alabilirsiniz. denmiş.
İdare tarafından
hastane sevklerinin durdurulduğunu ve şifahen acil bir durumda sevk
olacak olursa gidebildiklerini söylüyorlar. Hastaneden döndükleri zamansa
cezaevlerinde mahpusların on dört gün o hâlleriyle karantinada
kalacakları tutuklulara bildirilmiş. Bu doğrultuda, tedavisi
devam eden kanser hastaları ile hastaneye sevk olması gereken tutuklular
hastanelere sevk edilmemektedir. Bütün bunların yanı sıra kötü
muamele, çıplak arama, disiplin cezaları, açık ve kapalı
görüşlerin askıya alınması, dergi ve gazetelerin tutsaklara
verilmemesi gibi birçok insan hakkı ihlali de var. İktidar her ne kadar
inkâr etse de bunları artık kamuoyu ve hepimiz biliyoruz. Bütün
bunlara karşı tam seksen dokuz gündür tutsaklar açlık grevi
eyleminde ve iktidar tutsakların bu taleplerini ve seslerini duymazdan
gelmeye devam etmektedir. Pandemi sürecinde cezaevlerine daha hassas
yaklaşılması gerekirken iktidar bunu bir fırsata çevirmeye
çalışmakta ve içerideki tutsaklara dair ciddi hak ihlalleri
gerçekleştirerek tamamen bir tecrit sistemi uygulamaya
çalışmaktadır. Tutsaklar çok temel bir talebi dillendirmektedir.
Tecrit bir insanlık suçudur ve bundan vazgeçilmelidir. Pandemi süreciyle
beraber açlık grevlerinin yükü çok daha ağır olabilir.
Bakanlık bu insanlık dışı uygulamayı en
başta bir sağlık hakkı ihlali olarak görüp derhâl son
vermelidir.
Değerli milletvekilleri,
sağlık bir bütündür; ruh sağlığı, fiziksel
sağlık, toplumsal sağlık, siyasal sağlık hâlinin
bir bütün olarak ele alınması ve bu kapsamda
yaklaşılması gerekmektedir. Buradan bir kez daha, insan
ayırt etmeksizin yurttaşların sağlık hakkına
eşit yaklaşılması gerektiğini, içeride veya
dışarıda, her nerede olursa olsun sağlıktan
yararlanmanın bir insan hakkı olduğunu ve devletin bunu yerine
getirme görevi olduğunu hatırlatıyoruz. Özellikle, dezavantajlı
durumda olan gruplara daha hassas yaklaşmak bu sorumluluğun temelidir.
Bu anlamda, görüşülmekte
olan bu raporda da yer alan her bir bilginin, ailelerin, derneklerin,
uzmanların, hekimlerin araştırmaları ve talepleri sonucu
ortaya çıktığını, önerilerimizin bir an önce hayata geçirilmesi
gerektiğini ve hastaların daha fazla bekletilmemesi gerektiğini
buradan bir kez daha ifade ediyoruz.
Genel Kurulu
selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ilk söz Sayın Mustafa Adıgüzelin.
Sayın Adıgüzel,
süreniz on dakikadır.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
ADIGÜZEL (Ordu) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; SMA ve
diğer nadir hastalıklarla ilgili Komisyonumuz Mayıs 2019da
göreve başladı ve Başkanlığa raporu sunduğumuz Mart
2020ye kadar yaklaşık bir yıl çalıştık.
İstanbulda 8-9 Kasım 2019 tarihinde iki günlük
çalışmamız da oldu ve burada bazı sağlık
kurumlarıyla, evlerinde hasta ziyaretleri yaptık. 86 bilim insanı,
dernek ve kuruluş katkı verdi; ben buradan hepsine çok teşekkür
ediyorum. Ayrıca, özel bir teşekkürü de burada 5 partinin Komisyona
katılan milletvekillerine yapmak istiyorum. Çok uyumlu, güzel bir
çalışma yaptığımızı buradan ifade etmek
istiyorum.
Burada, raporda çözüm
önerileri olarak 8 başlıkta öneri sunduk, bu raporda zaten var. Ben
nadir hastalıklardan çok kısa bahsetmek istiyorum. Bunlar,
yaklaşık 8 bin tanımlanmış hastalıktır,
nüfusun yüzde 7sini etkiler. Türkiyede de 6-7 milyon kişinin bundan
etkilendiğini biliyoruz. SMA, kistik fibrozisten sonra en çok görülen
2nci hastalıktır, 7 bin doğumda 1 görülür. Türkiyede
doğum miktarı yıllık 1 milyon 200 bin olduğu için
buradan hesaplanan rakam 150-200 civarında SMAlı bebeğimizin
doğduğudur. Bunların yaklaşık 200 kadarı Tip 1
hastasıdır. Aslında bunların hem evlilik öncesi hem de
doğum öncesi taranarak tespit edilme şansı var ama mevzuattaki
eksiklikler ve altyapı eksiklikleri nedeniyle bunları
başaramıyoruz ve daha sonraki pahalı tedavilerin geri ödemesinde
de birçok sorun yaşıyoruz. SMAda Spinraza isimli ilacı önceki
yıl zorlukla geri ödeme kapsamına aldırmıştık.
Önce, bu ilaçta yaşanan sorunları ve ailelerin bazı taleplerini
iletmek istiyorum. Spinrazada ilaca erişim sorunları ve ilacı
kesilen hastalar var. İlk 4 doz yükleme, üç aylık bir sürede
işte şu kadar gelişme olmazsa ilacınız kesilir.
deniyor. Bu sürenin bir bilimselliği yok. Yani, üç ay sonra belki fayda
etmedi ama beş ay sonra edecek. Bu nedenle tedavisi kesilen çocuklar var.
2017-2020 arasında tam 300 çocuğumuzun tedavisi kesilmiş
durumda. Çocukların âdeta bu puanı tutturdu, tutturmadı diye
böyle cendereye sokulması vicdani değil; aileler bu
kısıtlamaların kaldırılmasını istiyor.
Spinraza yine 17 farklı şehirde 28 merkezde veriliyor. Bu
çocukların transferi de çok zor. Bunların kolay tedavi merkezlerine
erişmesi lazım ve tedavi merkezlerinin artırılması
gerekiyor. Medikal malzeme ve cihaz sorunları var. Özellikle Tip 1
hastaların kullandığı malzemelerin birçoğu SGKnin
geri ödeme kapsamında değil. 2020 yılı itibarıyla
fiyatı 25 bin lira olan öksürtme cihazının da geri ödeme
kapsamına alınması talebi var. Elimde bir liste var, buradan
eğer talep edilirse bu listeyi takdim edebilirim.
Şimdi,
tartışma konusu olan esas bu gen tedavisi Zolgensmaya gelecek
olursak. Türkiyede uygulanmıyor, milyon dolarlardan bahsediliyor, maliyeti
var, erken uygulanması gerekiyor, tedavi için 2 yaşından küçük
ve 21 kilodan az olması gerekiyor fakat en iyi yanıt üç-altı ay
içerisinde veriliyor. Dolayısıyla aileler, çocuklar bu süreyle,
zamanla yarışıyor; birçoğu daha tanı konulamadan,
tedaviye erişemeden bu süreyi geçirmiş oluyor. 2020de tam 23
kampanya vardı; birçoğu buna ulaştı, birçoğu
ulaşamadı. Şimdi de kendi ilim Ordudan Mirza Kılıç
bebek benzer bir şekilde yardım bekliyor. Bu nedenle özellikle
gebelik öncesi ve doğum öncesi, SMAnın ve diğer nadir
hastalıkların tanısına yönelik girişimler,
çalışmalar yapmamız lazım. Bunlar maliyeti son derece az
malzemeler. Daha sonra gelişecek olan, hasta olduktan sonraki yüksek
maliyetleri engellemek ve sağlıklı bir toplum yaratmak
açısından da bu çok önemli.
İkincisi, hastalık
tanısı konulan yavrularımızın erken dönemde
teşhisini, yeni tedavi yöntemlerinin SGKnin geri ödeme kapsamına
alınmasını ve bu yeni yöntemler için en önemlisi Türkiyede de
merkezlerin açılmasını tartışmamız lazım.
Çünkü bizim bununla ilgili yetişmiş insanlarımız da var,
kurumlarımız da var. Tam burada bir bilgi vermek isterim: SMA
konusunda önde gelen hocalarımızdan Profesör Doktor Haluk
Topaloğlu, Sağlık Bakanlığına Zolgensma
tedavisini biz Türkiyede yapabiliriz, üniversitemizde buna yer açtık,
bununla ilgili altyapımız var. diye başvuruda bulunuyor -burada
tarihi de var, 5 Mayıs 2020- Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
Kurumunun SMAyla ilgili birimindeki yetkiliye ulaşıyor fakat buna
cevap bile verilmiyor değerli arkadaşlarım yani bu
tartışmaları bitirecek ve bu çocuklara umut olacak bu merkez
Türkiyede olabilirdi, cevap bile verilmedi. Peki ne oldu? Şu anda
Macaristanda olan, İsrailde olan bir tedavi yöntemi Türkiyede yok ve
belki de bu tedavi Türkiyede olsa bu çocuklar ortada kalmayacak, zamanla
yarışmayacaktı. Kim gibi? Mersinde Duru Meriç bebeğin
sadece kırk günü var değerli arkadaşlarım.
Şimdi, Bakan, Zolgensma
konusu gündeme geldiği zaman şu talihsiz açıklamayı
yaptı: Bu tedavinin bilimsel olarak işe
yaradığını gösteren şimdilik somut bir veri
bulunmamaktadır. Çocuklarımızı yabancı ilaç
şirketlerine kobay olarak kullandırmayacağız. Yurt
dışına tedaviye ulaşmak için giden çocuklarımız
bu ülkenin insanıydı ve bu çocuklar madem kobay olarak
kullanılıyorsa, bu Sağlık Bakanı eğer
insanlarımızın sağlığından sorumluysa bunlar
giderken niye engellemedi? Yine,
bu Kobay olarak kullanılıyor. dediği ilaç Sağlık
Bakanlığının yurt dışı ilaç listesine
eklenmiş. Buradan göstermek istiyorum, burada var. Hangi tarihte eklenmiş?
22 Aralık 2020. Bakan ne zaman açıklama yapıyor? 3 Ocak 2021
yani bu listeye eklendikten on beş gün sonra açıklama yapıyor,
diyor ki: Bunun işe yaradığına dair veri yok. Şimdi,
açıklama bölümünde de makam oluru diyor. Makam kim? Makam biz
değiliz. Siz resmî olarak bu ilacı tanıdıktan sonra böyle
bir açıklama yapıyorsunuz. Aslında bu şu: Sırf
eksiklerini kapatmak için abartılı ifadelerle eleştirilerin
önüne geçmeye çalışırken daha büyük yaralar açıyorsunuz.
Üstelik etkinlik verileri de Bakanı yalanlıyor. Zolgensma
dediğimiz gen tedavisi yüzde 95, Risdiplam yüzde 88, Spinraza yüzde 61.
Belli ki gen tedavisi en çok etkili olan tedavi.
Diğer
ülkelere bir bakalım, burada değişik şeyler söylendi, ben
buradan bilimsel olarak verileri söyleyeyim. Bakın, Almanya, İtalya,
ABD, Japonya, birçok ülke var, bunların tamamını
karşılıyor, tedavi merkezleri de var, bunun da buradan
bilinmesini istiyorum.
Sonuç
olarak değerli arkadaşlarım, devlet her yere buldu, bu 100-150
çocuğuna birkaç milyon lirayı bulamadı. Kaynak sıkıntısı
var. diye toplumdan bile öneriler geldi. İşte, Millî Piyangonun
yılbaşı çekilişinde boş bilete çıkan miktar
Varlık Fonuna aktarılınca tüm toplumdan geniş bir talep
geldi Bunu bu çocuklarımıza kullanalım. diye, kabul görmedi.
Yine, benzer bir önergeyi biz verdik. Elektrik faturalarına yansıyan
TRT payını bu çocukların tedavisine kullanalım. diye bir
önerge verdim. Bu önergem benim Sağlık Bakanına pandemiden bu
yana verdiğim 28 önergeden sadece 1iydi. 128 soru sordum pandemi
süresince Sağlık Bakanına, 127sine cevap gelmedi, sadece 1ine
geldi, bu SMAydı. Buna hemen cevap geldi Hayır, bunu kabul
edemeyiz, TRT payını oraya aktaramayız. dendi. Şimdi bu 28
önergedeki 128 sorudan 127sine cevap yok. Herhâlde sorduğumuz sorular
Sağlık Bakanına çok zor geldi, verecek cevabı yok diye
düşünüyorum. Bu soru önergelerini biz sormuş olmak için sormuyoruz.
Bunlar sahadan aldığımız veriler, bilgiler. Bunlarla
aslında bir yerde soru sorarken bir yandan da yöntem gösteriyoruz yani
öneride bulunuyoruz. Yani, her biri birer emek. Aslında akıllı
bir yönetim bunları alır değerlendirir, bunlardan
faydalanır. Hatta ben iddia ediyorum: Şu 128 sorudan cevap
vermediği 127sine bir baksaydı bu pandemiyi emin olun şundan
daha iyi yönetebilirdik, şimdi bulunduğumuz yer daha iyi bir yer
olabilirdi.
Hazır yeri
gelmişken, sıkça mesaj geliyor, burada söylemek istiyorum. Diş
teknisyenleri ile ilaç mümessilleri aşı için öncelik kapsamına
alınmamış, herhâlde sağlık çalışanı
kabul edilmiyor bu arkadaşlar. Hâlbuki birçok sahayı geziyorlar,
özellikle ilaç mümessilleri, diş teknisyenleri de birçok hastayla
karşılaşıyor. Sağlık
Bakanlığının sağlık çalışanı
olduğu bilinciyle bunları da dikkate alıp aşılama
kapsamına almasında fayda var.
Bir uyarım da Karadeniz
Bölgesine. Şu oldu, bu oldu, kongreler oldu vesaire ama şu anda Ordu
ilim vaka sayısında 1inci sıradadır bütün uyarılara
rağmen. Şu anda oradaki bu mücadeleyi yöneten Sağlık
Müdürlüğünde Sağlık Müdürü de dâhil olmak üzere 60 personelimiz
Coviddir. Bu şekilde Orduda yavrularımız, denetimsiz birçok
yurtlarda, kapalı olması gereken yurtlarda, cemaat yurtlarında
Bugün haber aldım, Çaybaşı ilçesinde 60 öğrencimiz Covid
olmuştur ve hastaneye götürülmek yerine evlerine gönderilmiştir, şimdi
aileleri de karantina altındadır. Bu şekilde bu süreci
doğru yürütemezsiniz. Bir akıl çerçevesinde, bilim çerçevesinde
yürütmek zorundasınız. Bu vakaların sık görüldüğü
yerlerde derhâl önlem alınması lazım. O Çaybaşında
şu anda çocuklar Covid, öğretmen Covid, Millî Eğitim Müdürü
Covid, Kaymakam Covid, başka bir şey söylemiyorum.
Saygıyla Meclisi
selamlıyorum, sağ olun. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ikinci söz talebi Sayın Gamze
Taşcıerin.
Buyurun Sayın Taşcıer.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GAMZE
TAŞCIER (Ankara) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Üç yüz altmış dokuz
gün, tam üç yüz altmış dokuz gün, yani bir yıl yani bir yıl
dört gündür bu raporun Genel Kurula gelmesini bekliyoruz. Defalarca ama
defalarca çağrı yaptım, basın toplantıları
düzenledim, kürsüden seslendim, televizyonlarda haber bültenlerinde
çağrı yaptım, gazetecilere demeç verdim, önergeler verdim, bilgi
edinme başvurularında bulundum, Bu raporu neden rafta
bekletiyorsunuz? diye sordum, hiçbir yanıt alamadım. Bugün, evet,
lütfedip getirdiniz ama ben sormaya devam edeceğim. Bu raporu neden bir
sene beklettiniz? Bir yıl olmuş dile kolay. Belki sizin için bir
önemi olmayabilir, Meclis Başkanı için de bir önemi olmayabilir ama
bu sürede nadir hastalığı olan kaç çocuğu kaybettik
bilginiz var mı? Yok, benim de yok ama bizzat
tanıdığım çocuklar, sürekli görüştüğüm aileler
var, maalesef hayatlarını kaybeden çocuklar var. Ve biliyorum benim
bildiğimden çok daha fazlası var. Bu raporu neden bir sene
beklettiniz? Komisyon 5 Şubat 2019 tarihinde kuruldu, 5 partinin
milletvekilleri olarak etkin bir katılımla çalıştık.
Ben süreç içerisinde gerçekten parti gözetmeksizin tüm tespitlerin ve çözüm
önerilerinin ortaya konulması noktasında 5 siyasi partideki
milletvekili arkadaşlarıma da çabalarından dolayı
teşekkür etmek istiyorum.
Başta hastalar olmak
üzere, nadir hastalıklarla ilgili dernekleri, kamu kurumlarını,
eğitimcileri, doktorları, medikalcileri, tek tek ve uzun uzun
dinledik. Gerçekten bilmediğimiz çok şey öğrendik. Bu
zorluğu bizzat yaşayan insanların hayat hikâyelerini ve
sorunlarını dinledik. Konuya partilerüstü bir mesele olarak
baktık, hastaların ve ailelerin sorunlarını ve önerilerini
rapora taşıdık. Özellikle ifade etmek istiyorum, rapora da parti
olarak muhalefet şerhi koymadık. Taslak raporunu derneklerle
paylaştığımızda çok güzel ve detaylı bir
çalışma olduğunu ama bir an önce kesinleşerek devletin bir
adım atması gerektiğini ifade ettiler ve bir yıl boyunca
raporu sordular bize. Her ay çağrı yapmamıza rağmen
maalesef raporun da neden bekletildiğiyle ilgili bir yanıt
alamadık. Herhâlde birilerinin keyfini bekledik ama bu raporda bahsedilen
çocukların değil bir yıl, bir dakika bekleyecek zamanı
yoktu; hâlâ yok. Mesela SMAlı çocuklarımızın tedavileri
için yaş ve kilo şartı var, bu raporda yer alan öneriler hayata
geçirilmediği her bir gün belki de 1 çocuğun hayatının
kaybına yol açılıyor. Bu rapor neden bir yıl bekletildi?
Evet, bu rapor bir öneriler bütünü. Buradan geçmesiyle tüm sorunların bir
gecede çözülmeyeceğini biliyoruz ancak bugüne kadar Arafta
kalmış bir rapor Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
yürütmeye bir çağrı niteliğindedir Sorunlar belli, çözümler
belli; iş artık sana düşüyor. demektir. Bu rapor rafta tozlu
dursun diye yazılmadı, her biri Meclis iradesidir ama Meclisin
iradesini dikkate almayan bir yönetim var.
Değerli milletvekilleri,
bu raporda sorun ve çözümü iki boyutta inceledik. Birincisi: Mevcut
hastaların tedavilerini nasıl sağlarız ve hastaların
ve ailelerin yaşam kalitelerini nasıl iyileştiririz.
İkincisi de hasta sayısının artışını
nasıl önleriz.
Türkiyede nadir
hastalığı olanların sayısı bilinmiyor. Binlerce
nadir hastalık var ve tek tek onların sorunlarını anlatmaya
maalesef zaman yok ama sözlü ifadeler ve dernek verilerine göre 5 bine
yakın DMD, 1.500e yakın SMA hastası çocuğumuz var. Bu
çocuklar için aileleri -bilmezsiniz ama- evlatları nefes alsın diye
Millî Piyangodan Varlık Fonuna aktarılacak 75 milyon lira
SMAlı çocuklar için kullanılsın. diye çağrı
yaptıkları için bizzat Sağlık Bakanı tarafından
kirli kampanya yapmakla suçlanıp âdeta terörist ilan edildiler, destek
verenler de ilaç şirketlerinin sözcüsü olmakla suçlandılar.
Çocukları gözlerinin
önünde eriyen aileler
Çocukları nefes alamıyor, yürüyemiyor; aileler
iyileşmesi için milyonda bir ihtimal de olsa farklı tedavileri
denemek istiyorlar. Bundan daha doğal, daha insani bir talep olabilir mi?
Talepleri sadece ilaç veya tedavi de değil, bakım masraflarının
da üstlenilmesi. Örneğin, SMA ve DMDli evladı olan ailelerle her
konuştuğumuzda öksürtme cihazından bahsediyorlar. Bu
cihazın fiyatı 25 milyon ila 40 milyon arasında ancak SGK bunu
karşılayamıyor. Öyle bir cihaz ki bu, çocukların nefes
almasını sağlıyor çünkü çocuklar kaslarını
kullanamıyor, kendi kendine öksüremiyorlar. Bu fiyatlar aileler
tarafından karşılanabilir fiyatlar değil ancak
yardımlarla alabiliyorlar. Yardım bulabiliyorlar mı? Maalesef
onda da yeteri kadar destek göremiyorlar. Ailelerin bu insani yardım
talebini görmezden gelemeyiz daha fazla. Bu bir vicdan ve biraz
anlayış işidir.
Hastaların hayat
kalitelerini artırabilmek için onlarca öneri var bu raporda ama
uygulanacak mı, bilmiyoruz. Şimdiye kadar
uygulanmadığı için de ümitli olamıyoruz. Örneğin
raporda şu not var: 2018 yılının ilk on ayında
devletin SMA hastalığı için yaptığı harcamalar,
ilaç için 308 milyon lira, medikal malzemeler için 3 milyon lira ve hastane
giderleri için 42 milyon lirayı bulmuş; bir yılda ortalama 423
milyon lira para harcamış.
Peki, kökten çözümü var
mı bu hastalığın? Evet, var. SMA
hastalığını unutulmaya yüz tutmuş bir hastalık
olarak tarihe geçirebiliriz. Bunun maliyeti de sadece 5 dolar. Evlilik öncesi
yapılacak bir tarama testiyle genetik ayrıştırma
yapılabilir, çiftlerden doğan çocuklarda SMA bulunma
olasılığı önceden belirlenebilir.
Taşıyıcı olan aileler tüp bebek yöntemine yönlendirilerek
de sağlıklı çocuk sahibi olması sağlanabilir.
Şunun altını
özenle çizmek istiyorum: Burada paranın hiçbir önemi yok ama para meselesi
önemli derseniz, şöyle bir kıyaslama yapmak istiyorum: 2019
yılında yaklaşık 550 bin çift evlilik yaptı. Eğer
-evlenen çiftlerden sadece birine tarama testi yapılması yetiyor- bu
test evlenen çiftlerden sadece birine yapılsaydı devlete maliyeti
19,3 milyon civarı olacaktı yani SMA hastalığı için
harcanan paranın sadece yüzde 4,5u. Sayın Fahrettin Koca 29 Mart
2019da Bir yıllık süreci geçmeden kiti yerlileştirme
noktasında ciddi bir gayret içindeyiz. ifadesini kullandı. O günden
bugüne yaklaşık iki yıl geçti ve 340 SMAlı çocuk daha
dünyaya geldi. Peki, bu çocukların sağlıksız bir
şekilde dünyaya gelmesinin sorumlusu kim?
Değerli milletvekilleri,
o kadar öneriler var ki bu raporda, gerçekten çok kapsamlı bir
şekilde hazırlandı, hepsine değinmek mümkün değil ama
ailelerin hayati taleplerini bir iki maddede paylaşmak istiyorum: SGKnin
karşıladığı ilaç için çocukların gelişim
skorlaması hastanelerde yapılıyor ama aileler çocukların ev
dışı ortamda gerildiğini ve aslında yapabildiği
hareketleri yapamadıklarını ilaçların da bu nedenle
kesildiğini ifade ediyor. Bu skorlama sistemi daha adil bir şekilde
düzenlenebilir. Tedavi, ilaç ve tıbbi cihaz katılım
payından muafiyet kapsamı nadir hastalıkları kapsayacak
şekilde genişletilerek SGK tarafından geri ödeme miktarı
güncellenmeli ve cihaz ile ödenen ücret arasındaki uçurum
kaldırılmalı ve kronik nadir hastalığı olan
kişilerin sağlık raporlarının ve reçete
işlemlerinin kolaylaştırılmasını sağlayacak
düzenlemeler yapılmalı, rapor için evden hastaneye, hatta şehir
değiştirme derdi artık son bulmalı.
Bir öneri de benden:
Hastaları, aileleri, onlara destek olmak isteyen insanları terörize
etmeyi bırakın, bu insanların tek isteği
evlatlarının acı çekmemesi. Ve son olarak da üç yüz
altmış dokuz gün boyunca bu raporu rafta beklettiniz, bir an önce
önerileri hayata geçirerek bu insanlara borcunuzu ödeyin.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Ahmet Demircan, buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA
AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Meclisimizde grubu bulunan siyasi partilerin birlikte karar
altına aldıkları Meclis Araştırma Komisyonumuz, ALS,
SMA, DMD, MS ve henüz tedavisi tespit edilmemiş hastalıklara maruz
kalan hastaların ve yakınlarının karşılaştığı
problemlere çözüm geliştirmek, yaşam kalitelerini artırmak,
ilgili kurumlara gerekli önerilerde bulunmak ve toplumda farkındalık
oluşturmak amacıyla kurulmuş ve çalışmasını
tamamlamıştır.
Komisyonumuz bu
çalışmayı yaparken bizzat hastaları, hasta yakınlarını,
hasta derneklerini, STKleri, tabipler odasını, eczacılar
odasını, Sağlık Bakanlığı, Aile,
Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Millî
Eğitim Bakanlığı ilgililerini, üniversitelerden bilim
insanlarımızı dinlemiştir.
Komisyon
çalışmalarına katkı sağlayan başta Komisyon üyesi
milletvekillerimize, diğer bütün katılımcılara ve raporun
hazırlanmasına emek veren Komisyon raportör ve uzmanlarına
teşekkürlerimi sunmayı borç bilirim.
Komisyon, süresi yetmeyince
ek süre almış ve raporunu 8/4/2020de Meclis
Başkanlığına teslim etmiş ve
dağıtımı yapılmıştır.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Sayın Başkanım, ben hatipten çok özür dilerim. Eski
Bakanım da çok iyi hatip ve konuya çok güzel değiniyor. CHP grup
burada, AK PARTİ Grubundan 7 arkadaş burada; böyle bir şey
olabilir mi? Ara verin de arkadaşlarımız gelsinler, hatipten de
çok özür dilerim.
AHMET DEMİRCAN (Devamla)
Süremi isterim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; mümkün olan en yüksek sağlık
standardına ulaşma hakkı olarak tanımlanan sağlık
hakkı, temel insan hakkı olan yaşama hakkının
ayrılmaz bir parçasıdır. İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesinin 25/1inci maddesinde Herkesin kendisinin ve ailesinin
sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi
bakım hakkı vardır. Herkes işsizlik, hastalık,
sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi
dışındaki koşullardan doğan geçim
sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
denilmek suretiyle en temel hak olan yaşama hakkı çerçevesinde
sağlık hakkına yer verilmiştir. Dikkat edilirse bu maddede
sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkıyla birlikte
düzenlemiştir.
Anayasamız devletimizin
temel özellikleri arasında sosyal devlet olmayı sayıyor. 17nci
ve 56ncı maddelerde de sağlık hakkının ve sosyal
hakların sorumluluğunu Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimdeki
sağlık ve sosyal kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek
yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde
yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.
hükmüyle devlete yüklemiştir.
Değerli milletvekilleri,
2003 yılında hayata geçirilen Sağlıkta Dönüşüm
Programı kapsamında yapılan reformlarla sağlık
hizmetlerine erişim kolaylaştırılmıştır.
Birinci basamak sağlık hizmetlerinin aile hekimliği sistemi
çerçevesinde düzenlenmesi, sağlık hizmetlerinin kalitesinin
artırılması, koruyucu sağlık hizmetlerine
ağırlık verilmesi, sağlık bilgi sistemlerinin
geliştirilmesi, tüm nüfusu kapsayacak şekilde de bir genel
sağlık sigortasının sağlanmış olması bu
adımlardandır.
Sağlık
alanında personel sayısı imkânlar ölçüsünde
artırılmıştır ve artırılmaya devam
etmektedir. 2002de toplam 57.406 olan hekim sayısı, 87.871i uzman,
86.677si tabip olmak üzere toplam 174.548e, ebe hemşire
sayımız 113.872den 275.452ye, diğer personel sayımız
ise 256 binden 635 bine ulaşmış bulunmaktadır. Hekim ve
hemşire sayısı açısından düzeyimiz AB ve OECD
ortalamasının yaklaşık yüzde 50sindeyken yüzde 65ine
yükselmiş bulunuyor. Sözlerimin burasında, bu rakamlarla AB ve OECD
ülkelerine göre pandemi sürecinde fevkalade başarılı bir hizmet
ortaya koyan Bakanımızı, tüm sağlık personelimizi,
Hükûmetimizi, sağlık kahramanlarımızı tebrik ediyor,
saygıyla selamlıyorum. Sağlık altyapısı
hızla yenilenmiş, çağın gerekleri ve sağlık
hizmetlerinin ihtiyaç duyduğu teknik donanım
sağlanmıştır. Hastane yatak sayısı 2002de 164
bin iken günümüzde 253 bine, nitelikli yatak sayısı 2002de 18.934
iken şimdi 161 bine yükselmiştir. 2002de yoğun bakım yatak
sayısı 2.214 iken günümüzde 47.628e yükselmiştir; bunun da
yaklaşık 8 bini pandemi sürecinde üretilmiş bulunmaktadır.
Yoğun bakım yatak sayısı açısından nüfusa oranla
dünyada en önde yer almaktayız. 112 acil sağlık hizmetleri, 3
uçak, 17 helikopter, 6 deniz botu ve tam donanımlı 6 bin kara
ambulansıyla en üst düzeyde verilmektedir. Pandemi sürecinde pek çok
Avrupa ülkesinde görülen yetersizlik manzaraları
yaşanmamıştır. Pandemi süreci, bu yapılan
yatırımların ne kadar isabetli olduğunu da
göstermiştir.
Değerli milletvekilleri,
sağlık her şeyin başı, yaşam hakkının
ayrılmaz unsuru; yüksek bilgi, teknoloji, ilaç gibi çok özel ve özellikli
ürünlerin kullanıldığı bir alandır. Bireylerin, bu
hizmetlerin maliyetini karşılayabilmeleri mümkün değildir.
İşte, işin burasında sosyal devlet anlayışını
devreye sokmuş bulunuyoruz. Uzun yıllar yapılamayanı
yaptık, sosyal devlet altyapısını, 2006 yılında
sosyal güvenlik kurumlarını bir araya getirerek, 2008deyse genel
sağlık sigortasını kurarak, 2012de de genel
sağlık sigortasını uygulamaya koyarak inşa ettik; bu
bir devrimdir, pek çok gelişmiş ülkenin bile
başaramadığı bir devrimdir. Sosyal güvenlik alanında
yapılan reformla herkes genel sağlık sigortası
kapsamına alınmıştır. Sağlık hizmetine,
ilaca ve diğer ihtiyaçlara ulaşımın önündeki engeller
kaldırılmış, böylece geçmişte sıkça
karşılaştığımız ilaç kuyrukları, hastanelerde
rehin kalma gibi durumlar ortadan kalkmıştır. Pandemi sürecinde
her türlü test, ilaç, hastane hizmetleri, aşı ücretsiz olarak
vatandaşlarımıza sunulmaktadır. Aşı hususunda
önlerde yer aldığımız medyada da görülmektedir.
Sağlık hizmetlerindeki bu gelişme toplumda memnuniyetin
artmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak sağlık çok
dinamik bir alandır; yeni durumlar, yeni çözümler gerektirir.
Nadir hastalıklara musap
bireylerin hastalıklarının tanı ve tedavisinde zorluklar
gözlenmektedir. Nadir görülmeleri nedeniyle tanı konulması
zorlaşmakta, ilgili uzmana ulaşılması gecikebilmektedir. Bu
hastalıkların pek azının tedavisinde sınırlı
sayıda ilaç bulunmakta yetim ilaç diye adlandırılan bu
ilaçlara ulaşmak kolay olmamaktadır. Nadir hastalıklarla
mücadele eden hastalarımız ve onlara sahip çıkan, binbir
zorlukla baş etmeye çalışan yakınlarının
karşılaştığı sorunları daha yakından
ele almak, çözüm yollarını geliştirmek ve yalnız
olmadıklarını göstermek devletimizin görevidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde nadir
hastalıklar hakkında kısa bir bilgi sunmak isterim. Nadir
hastalıklar, diğer hastalıklara kıyasla az sayıda
insanda görülen hastalıklardır. Ancak az sayıda insanda
görülmesinin aksine çeşitleri, sayıları az değildir. Dünya
genelinde yapılan çalışmalar sonucunda yaklaşık olarak
8 bin civarında nadir hastalık bulunduğu ve bu
hastalıkların sadece yüzde 5inin tedavisinin mevcut olduğu
görülmektedir. Dünya genelinde yaklaşık olarak 400 milyon
kişinin, başka bir deyişle genel nüfusun yüzde 6 ila 8inin,
Avrupada 30 milyon, Amerika Birleşik Devletlerinde 25 milyon
kişinin nadir hastalıklardan etkilendiği düşünülmektedir.
Bu oranlar ülkemiz nüfusuna uyarlandığında yaklaşık
olarak 5 ile 6 milyon arasında kişinin nadir hastalıklardan birine
sahip olduğu tahmin edilmektedir. Nadir hastalıkların yüzde 80i
genetik kökenlidir, yüzde 50si çocukları etkilemektedir ve nadir bir
hastalığa sahip bireylerin yüzde 30u 5 yaşından önce
hayatını kaybetmektedir. Bu hastalıkların büyük
kısmının tedavisi olmadığı için bunlar yetim
hastalıklar olarak, ilaçları da yetim ilaçlar olarak
adlandırılmaktadır.
Hastalık bazında
değerlendirme yapmaya bu kısıtlı süre içinde imkân yok
ancak ALSye ve güncelliği nedeniyle SMAya kısaca değinmek
isterim:
ALS (amyotrofik lateral
skleroz) beyin ve spinal kordun üst ve alt motor nöronlarında
dejenerasyonla karakterize ilerleyici bir hastalıktır. Sebebi belli
değildir. Ancak destek tedavisiyle hastalara yararlı olmaya
çalışılıyor. Genetik bir sorumluluk yoktur, yüzde 10
civarında genetik bağ görülmüştür. ALSli hasta
sayısının bugün Türkiyede 10 bin civarında olduğu
tahmin edilmektedir.
Yine nadir görülen bir
hastalık olan SMA (spinal musküler atroti) ise merkezî sinir sistemini,
kas ve iskelet sistemini etkileyen kalıtsal bir nöron
hastalığıdır. Halk arasında gevşek bebek
sendromu olarak da bilinir. Omurilikteki motor sinir hücrelerini tutarak
yürüme, yeme ve nefes alma gibi temel işlevlerini ortadan
kaldırır. Bu bebekler doğdukları zaman bez bebek
gibidirler, çok gevşek durumdadırlar. SMA Tip 1 çok erken yaşta,
doğumdan önce bile gelişebilir, doğar doğmaz da
karşımıza çıkabilir, ağır seyreder; Tip 2 1,5
yaşında başlar, seyir ağır değildir; Tip 3 ve Tip
4te ise seyir ağır değildir. SMAda kullanılan ilaç
Nusinersen Sodyum, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA tarafından
23/12/2016 tarihinde ruhsatlandırılmasını müteakip
ilacın ülkemizdeki hastaların erişimine sunulması için
ilgili branş hekimlerinin geniş katılımıyla bir
çalıştay düzenlenerek kriterler belirlenmiş ve hasta bazlı
yapılan yurt dışı ilaç kullanım başvuruları
doğrultusunda yurt dışı ilaç listesine 23/1/2017 tarihinde
dâhil edilmiştir yani bir ay sonra. İlacın geri ödenmesine ilişkin
değerlendirme ise Sosyal Güvenlik Kurumu bünyesindeki komisyonlarca
yapılmış olup SMA Tip 1 için ilk Sağlık Uygulama
Tebliği (SUT) 5/7/2017de yani yaklaşık beş ay sonra
yayınlanmış ve ilaç, geri ödeme kapsamına
alınmıştır. Bu ödemeyi, dünya üzerinde, en önde, en
başta sosyal güvenlik kapsamı dâhiline alan ülkelerin
başında yer almaktayız.
İlacın SMA Tip 2,
Tip 3 hastalarda kullanılmasına ilişkin süreç, 2018
yılı Mart ayında TİTCK bünyesinde yapılan bilimsel
komisyon toplantısı sonrası alınan kararlar
doğrultusunda başladı. SMA Tip 2, Tip 3 tanısına
ilişkin SUT, 1/2/2019 tarihinde yayımlanarak uygulamaya girdi. SMA
hakkındaki gelişmeleri takip eden SMA Bilim Kurulu -bakın,
SMAyı bir bilim kuruluyla takip ediyoruz- kararlarıyla süreçler
yönetilmektedir. Gen tedavisi ve ilaç tedavisi, uygun hastaya uygun tedavi
Kurul kararıyla tatbik edilmektedir. Bilim Kurulu, gen tedavisinde
etkinlik ve güvenilirlik açısından henüz yeterli kanıt
bulunmadığı şeklinde karar
yayınlamıştır.
Değerli milletvekilleri,
hastalıklarla mücadeleyi konuşuyorsak hasta olmamayı başa
almak gerekir yani koruyucu sağlık işin başıdır.
Bunun için farkındalık oluşturma, toplumsal bilinç
geliştirme önemlidir. Nadir hastalıklar mevzubahis olunca yüzde 80i
genetik geçişli olması hasebiyle akraba evliliği önemli hâle
geliyor. Bu arada, kalıtsal hastalıklara karşı alınabilecek
en etkili tedbir evlilik öncesi tarama testleridir. Eğer her iki taraf
taşıyıcı ise hamilelik öncesinde sağlıklı
çocuk edinmelerine kamu desteği verilebilir, tüp bebek desteği
verilebilir, genetik olarak sağlıklı çocuk sahibi olma
imkânı sunulabilir. Benden önceki değerli hatip
arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, 2017de
Bakanlığa geldiğimizde bu SMA tarama testiyle ilgili
çalışmaları başlattık, bu çalışmalar
tamamlandı, şimdi ihale aşamasında ve kitler
alınıp tarama testleri uygulanacak.
Değerli milletvekilleri,
Komisyonumuzun raporu 4 bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümde
tedavisi bilinmeyen hastalıkların tanımı, nedenleri,
etkileri, tedavi yöntemleri; ikinci bölümde hasta ve hasta
yakınlarına sunulan sağlık hizmetlerinde mevcut durum ve
sorunlar; üçüncü bölümde ise hasta ve hasta yakınlarına sunulan
bakım ve sosyal destek hizmetleri, eğitim ve öğretim hizmetleri
ile çalışma hayatına yönelik hizmetlerde mevcut durum ve
sorunlar; dördüncü bölümde ise sorunlara yönelik çözüm önerileri ele
alınmıştır.
Komisyon
toplantılarına katılanların ilettiği sorun ve talepler
konusunda ilgili kurumlarla yapılan yazışmalardan elde edilen
bilgiler değerlendirilmiş ve -hasta ziyaretleriyle, hasta
yakınlarıyla- bu konulara ilişkin bütün öneriler ele
alınmış ve sunulmuştur. Bu bağlamda, öncelikli olarak
hasta ve hasta yakınlarına sağlanan sağlık
hizmetlerine ilişkin süreçlerde yaşanan problemlerin çözümüne yönelik
ulusal politikaların oluşturulmasının önemi
vurgulanmıştır.
Nadir hastalıklarda
erken tanı ve tedaviye zamanında erişimin önemi
açıktır. Nadir hastalıkların tanı, tedavi ve
bakım süreçlerinin yüksek maliyetli olmasının hasta ve hasta
yakınlarının yaşadığı sorunlar arasında
yer alması nedeniyle bu süreçteki sosyal güvenlik haklarının da
mutlaka geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Sosyal
güvenlik hizmetlerine yönelik çözüm önerileri başlığı
altında hastaların tedavi, ilaç ve tıbbi malzemeye erişim
koşullarının iyileştirilmesine yönelik olarak hastalar ve
hasta dernekleri tarafından sunulan öneriler, istekler
değerlendirilmiş ve yer verilmiştir. Gerek hasta dernekleri
tarafından Komisyon toplantılarında dile getirilen gerekse
Komisyona sunulan raporlarda belirtilen nadir hastalıklara sahip engelli
bireylerin ve yakınlarının bakım ve sosyal destek hizmetleri,
eğitim ve öğretim hizmetleri ile çalışma hayatında
yaşadıkları sorunlara yönelik çözüm önerileri de bu bölümde
sunulmaktadır.
Nadir hastalıklar
konusunda toplumsal farkındalık ve bilinç düzeyinin
artırılmasının önemini vurgulamıştık. Sivil
toplum kuruluşlarının devreye girmesi, basının,
medyanın da bu konuda sorumlu ve bilinçli davranması, bilincin
gelişmesine hizmet etmesi gerekir.
Değerli milletvekilleri,
konuşmamın bu bölümünde, süremiz içerisinde önerilen çözümlerden bir
bölümünü zikretmek istiyorum. Çözümler raporda çok detaylı olarak var,
oradan çözümleri tek tek değerlendirmek mümkün ama öne çekmek
istediklerimizden bir kısmı şöyle: Nadir hastalıkların
ülkemize özgü tanımı ve kapsamı belirlenmelidir. Nadir
hastalıklar konusunda ulusal sağlık politikaları
belirlenmeli ve strateji geliştirilmelidir. Nadir hastalıklar, üst
politika belgelerinde öncelikli alan olarak ele alınmalıdır.
Nadir hastalıklar alanında uzmanlaşmış merkezler
oluşturulmalı, uluslararası iyi modeller incelenerek ülkemize
uygun bir model belirlenmeli ve işler hâle getirilmesi
sağlanmalıdır. Bu alanda yapılacak ve yapılmakta olan
bütün AR-GE çalışmaları desteklenmelidir. Nadir hastalıklar
için geliştirilecek merkezlerde, hasta ve hasta yakınlarına
psikososyal danışmanlık hizmeti verebilen üniteler
oluşturulmalıdır. ALS, SMA, DMD, MS ve diğer nadir
hastalıklar konusunda mutlaka bir ulusal veri tabanı
oluşturulmalıdır. Bu SMA tarama programının, evlilik
öncesi tarama programlarına dâhil edilmesi sağlanmalıdır.
Benzer şekilde, talep edilmesi hâlinde, evli olup gebelik planlayan
ailelerin de SMA, DMD gibi genetik geçişi kanıtlanmış, bir
nadir hastalık indeks olgusu saptanan çiftlerin de bu teste ücretsiz
erişimi sağlanmalıdır.
Evde sürekli bakıma
muhtaç derecede ağır engelli bireyin bakımını yapan
çalışmayan anne veya babasının veya aile üyesinin
emeklilik, sosyal güvenlik hakları düzenlenmelidir.
Arkadaşlar, bu
çalışma bir son değil, başlangıç olarak
değerlendirilmeli. Bugüne kadar olduğu gibi, bu hizmetlerin
sunulmasında katkı sağlayan Cumhurbaşkanımız ve
bakanlarımızın yasamayla koordineli olarak
çalışmalarını sürdüreceğine ve
geliştireceğine inanıyorum.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından
alkışlar)
VII.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)
2.-
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Süreyya Sadi Bilgiçin,
telefonuna gelen mesajlardan nadir hastalıklarla mücadele eden
hastaların ve yakınlarının da Komisyon Raporu üzerindeki
görüşmeleri ilgiyle takip ettiklerinin
anlaşıldığına, Dünya Kas Hastaları Derneği
Başkanı DMD hastası Çağlar Özyiğitin
teşekkürlerinin Genel Kurulla paylaşılmasını
istediğine, nadir hastalıklarla mücadele eden hasta ve hasta
yakınlarını saygıyla selamladıklarına
ilişkin konuşması
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, telefonuma gelen mesajlardan da bu nadir hastalıklarla
yaşayan ve mücadele etmek zorunda kalan hastalarımız ve
yakınlarının da ilgiyle komisyon raporu üzerindeki bu Genel
Kurul görüşmelerini takip ettikleri anlaşılıyor.
Çağlar Özyiğit,
kendisi de DMD kas hastası, yine zannediyorum, Dünya Kas
Hastalıkları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı da
sizlerle teşekkürlerini paylaşmamı istedi, selamları var.
Biz de buradan kendisini, bütün hastalarımızı ve hasta
yakınlarımızı saygıyla sevgiyle selamlıyoruz. (AK
PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
IX.-
KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A)
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler (Devam)
2.-
Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 28 Milletvekilinin, Kütahya
Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 24 Milletvekilinin, Kayseri Milletvekili
Çetin Arık ve 32 Milletvekilinin, Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20
Milletvekilinin, Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan ve 19
Milletvekilinin, Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan ve 19
Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 21
Milletvekilinin, MHP Grubu Adına Grup Başkanvekili Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, Ankara Milletvekili Arife Polat Düzgün ve 23
Milletvekilinin, Samsun Milletvekili Ahmet Demircan ve 34 Milletvekilinin,
Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ve 19 Milletvekilinin, Denizli
Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 Milletvekilinin; ALS, SMA, DMD, MS
Hastalıklarında ve Kesin Tedavisi Bilinmeyen Diğer
Hastalıklarda Uygulanan Tedavi ve Bakım Yöntemleri ile Bu
Hastalıklara Sahip Kişiler ve Yakınlarının Yaşadıkları
Sorunların ve Çözümlerinin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis
Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri
(10/184, 185, 281, 403, 585, 604, 734, 914, 915, 917, 920, 921) ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 199) (Devam)
BAŞKAN ALS, SMA, DMD,
MS hastalıklarında ve Kesin Tedavisi Bilinmeyen Diğer
Hastalıklarda Uygulanan Tedavi ve Bakım Yöntemleri ile Bu
Hastalıklara Sahip Kişiler ve Yakınlarının
Yaşadıkları Sorunların ve Çözümlerinin Belirlenmesi
Amacıyla kurulmuş bulunan Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati:20.54
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 21.05
BAŞKAN:
Başkan Vekili Süreyya Sadi BİLGİÇ
KÂTİP
ÜYELER: Necati TIĞLI (Giresun), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 50nci Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
3üncü sırada yer alan,
tıbbi ve aromatik bitki çeşitliliğinin korunmasında,
bunların üretiminde ve pazarlanmasında karşılaşılan
sorunlar ile alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
kurulmuş bulunan (10/361, 405, 406, 407, 410) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonunun 159 sıra sayılı Raporu
üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.
3.-
Mersin Milletvekili Rıdvan Turan ve 31 Milletvekilinin, MHP Grubu
Adına Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçayın,
Hatay Milletvekili Hacı Bayram Türkoğlu ve 24 Milletvekilinin, CHP
Grubu Adına Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Özgür Özelin,
İYİ Parti Grubu Adına Grup Başkanvekili İstanbul
Milletvekili Yavuz Ağıralioğlunun; Tıbbi ve Aromatik Bitki
Çeşitliliğinin Korunmasında, Bunların Üretiminde ve
Pazarlanmasında Karşılaşılan Sorunlar ile Alınması
Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis
Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri
(10 / 361, 405, 406, 407, 410) ve Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (S. Sayısı: 159) (x) (xx)
BAŞKAN Komisyon?
Yerinde.
İç Tüzükün 103 ve
104üncü maddelerine göre, Meclis Araştırması Komisyonunun
raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine
aittir. Daha sonra, İç Tüzükün 72nci maddesine göre siyasi parti
gruplarına ve şahısları adına 2 üyeye söz
verilecektir.
Alınan karar
gereğince siyasi parti grupları adına yapılacak olan
konuşmaların süreleri en fazla 2 kişi tarafından
kullanılabilecektir. Ayrıca, istemi hâlinde Komisyona da söz
verilecek bu suretle Meclis Araştırması Komisyonu raporu
üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Komisyon raporu 159 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Raporun üzerinde söz alan
sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: İYİ PARTİ
Grubu adına Sayın Arslan Kabukcuoğlu, Eskişehir
Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Nevin
Taşlıçay, Ankara Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi
Grubu adına Sayın Rıdvan Turan, Mersin Milletvekili; Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Sayın Servet Ünsal, Ankara Milletvekili;
Sayın Okan Gaytancıoğlu, Edirne Milletvekili; Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın İbrahim Aydın,
Antalya Milletvekili.
İlk söz, İYİ
PARTİ Grubu adına Sayın Arslan Kabukcuoğluna aittir.
Sayın Kabukcuoğlu,
buyurun. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
İYİ PARTİ
GRUBU ADINA ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 159 sıra sayılı Tıbbi ve
Aromatik Bitki Çeşitliliğinin Korunmasında, Bunların
Üretiminde ve Pazarlanmasında Karşılaşılan Sorunlar
ile Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine İYİ
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım.
Ülkemizde kişi
başına gayrisafi millî hasılanın 1998le aynı düzeyde
olduğunu dikkate alırsak, özellikle çiftçilerde kişi
başına düşen kazancın azaldığını ve
millî gelirden çiftçilerin aldığı payın yüzde 6
olduğunu düşünürsek hem ülke ekonomisini düzeltmek hem de çiftçilerin
durumunu düzeltmek için acilen önlemler alınması gerektiği
ortadadır.
Şimdiye kadar ormanlar
odun ürünleri yönünden değerlendirilmiş veya millî parklar olarak
kullanıma sunulmuştur, oysa orman altı ürünleri çok geniş
imkânlar sunmaktadır. Buradan hareketle, tıbbi ve aromatik bitkiler
bir kültür bitkisi olarak ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.
Acı biber
dışında kimyon, kekik, sumak ve diğer tüm aromatik bitkiler
ülkemizde ithal edilmektedir.
Dünyada toplam 422 bin bitki
türü sayısı varken bunların 52 bini tıbbi ve aromatik bitki
türüdür. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yaklaşık 20
bin bitki tıbbi amaçlarla kullanılmaktadır. Bitkisel droglar
için başlıca ticaret merkezleri Çin, Hindistan, Amerika Birleşik
Devletleri, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya, İngiltere ve Hong
Kongdur.
Bir Dünya Bankası
raporuna göre tıbbi bitkisel droglar ve aromatik ürünlerin 2050
yılında oluşturacakları pazar 500 milyar dolar
civarındadır. Bitkisel drogların dünya ticaretindeki yeri 2018
yılı itibarıyla 62 milyar dolardır, pazarın
yıllık büyüme hızı ise yüzde 7dir.
Uçucu yağların
dünya ticaretindeki yeri 150 bin tondan fazladır, 600 bin hektar da
tarımı yapılmaktadır, 1 milyon çiftçi bu işle
uğraşmaktadır. Küresel uçucu yağ pazarı 6,5 milyar
dolar olup 2022-2025 yıllarında 15,8 milyar dolara ulaşması
bekleniyor; 2020 yılı için 370 bin tondur ve değeri de 10 milyar
dolara tekabül eder.
Portakal, okaliptus, nane ve
limon esansları 100 bin ton olup tüm uçucu yağların üçte 2sini teşkil
ediyor. Bunlar Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere tarafından
ithal edilmektedir.
Yılda 300 milyon
dolardan daha fazla miktarda tıbbi ve aromatik bitki ihracatı
gerçekleştirilmektedir; kekik, defne, ada çayı olarak 34 milyon dolar
kadar ihracat yapılmıştır. 2018 yılı
itibarıyla belli başlı aromatik bitki ürünü ihracatı 47
milyon dolar, ithalatı ise 33 milyon dolardır.
Gül yağının
iki önemli üreticisi Türkiye ve Bulgaristandır; 2018 yılı
itibarıyla 14 bin ton taze gül üretilmiş olup yaklaşık 1,6
ton gül yağı elde edilmiştir. Ülkemizin önemli aromatik
bitkilerinden sadece -demin de söylediğim gibi- acı biber
ihtiyacımız karşılanmakta ve diğer hepsinden ithalat
yapılmaktadır.
Kekik, 2018de 17.666 ton
üretilmiş olup 57 milyon dolar değerindedir; bin tonu kekik olarak
tüketilirken 5,5 milyon dolar ihraç geliri sağlanmıştır.
Ada çayı 7,2 milyon
dolar karşılığı 1.962 ton kuru ada çayı
yaprağı ihraç edilmiştir. Türkiye ve İspanya dağ
çayının dünyadaki iki önemli üreticisidir.
Nanenin 670 ton kadar
hasadı yapılıyor, 2 milyon 106 bin dolar ihracat geliri var;
nane esanslarından ise 45.177 dolar ithalat bedeli ödemekteyiz.
Defnenin 2018
yılında 40 milyon dolar karşılığı
ihracatı var, yılda 1 ton kadar defne yağı ithal ediyoruz.
Anason, 5i endemik olmak üzere
toplam 27 türle temsil edilmektedir. Türkiyede yılda yaklaşık
10 bin ton anason tohumu üretilir, bunun 7 bin tonu rakı üretiminde
kullanılmaktadır, 2018 yılında 10 milyon dolarlık
ihracat yapılmıştır.
Ihlamura, 2018de 1 milyon
812 bin dolar ihracata, 54 bin dolar ithalata ödeme yapmışız.
Sığla
yağı halk tıbbında yara iyileştirici olarak biliniyor;
2018de 94 bin dolarlık ihracat yapılmış.
Meyan kökü 3,2 milyon dolar
karşılığı 1.090 ton olarak ihraç edilmiştir.
Şevketibostan tazeyken
sebze olarak tüketilir; kurutulmuş kök kabuklarından hazırlanan
ürünler idrar yollarında taşın düşürülmesinde
başarılıdır.
Sahlebin yumrusu kurutulup
öğütülür. Nesli tükenmekte olan ve toplanması ülkemizde yasak olan
bir bitkidir. Muğla, Samsun, Aydın, İzmir, Yalova illerinde
salep tarımı yapılmaktadır.
Büyük ekonomik değeri
olmayan ürünlerimiz ise şöyledir: Keçiboynuzu, kimyon, rezene, biberiye,
sumak, çörek otu, kişniş, keten tohumu, safran, haşhaş,
baharat karışımları ve diğerleri. Ülkemiz, 36-42 kuzey
paralelleri arasında yer alır; Avrupa-Sibirya, İran-Turan ve
Akdeniz iklimlerinin kesiştiği yerdedir. Bir yerde iklimler ne kadar fazla kesişiyorsa orada endemik
bitkiler o kadar fazla olmaktadır ve bu yüzden de bizde endemik
bitkilerin, toplam 12 bin çiçek-bitki taksonunun üçte 1ini aromatik ve
tıbbi bitkiler oluşturmaktadır. Floranın yüzde 30u endemik
bitkidir, hiçbir ülkede bu kadar yüksek endemik bitki yoktur.
Tıbbi ve aromatik
bitkiler ilaç, kozmetik, parfüm gibi pek çok alanda kullanılmaktadır.
Tıbbi ve aromatik bitkilerin hacmi Türkiyede 2023te 5 milyar dolar,
dünya pazarında ise 115 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.
Bitkilerin tıbbi
tedavide kullanıldığına dair bilgiler milattan önce 30 bin
yılına kadar uzanmaktadır. Mezopotamyada, mağaralarda,
insan izleriyle birlikte civanperçemi, gül, kanarya otu, hatmi çiçeği,
ebegümeci, denizüzümü gibi değişik bitkilerin izine
rastlanmıştır. Hipokratın da milattan önce 4üncü
yüzyılda 60 çeşit bitki kullandığını bilmekteyiz.
Yine, milattan önce 325
yılında İskenderin Doğuya yaptığı sefer
sayesinde Batı baharatla tanışmıştır. İbni
Sinanın tanı ve tedavi içeren kitaplarında pek çok tıbbi
bitkiler vardır, bunlar uzun süre Batıda tıbbi kitap olarak
okutulmuştur.
Selçuklular Anadoluda
tıbbi binaların, hastanelerin yanında tarçın,
kişniş, kekik gibi değişik bitkileri ilaç olarak
kullandılar. Osmanlı İmparatorluğu zamanında da
değişik bitkiler ilaç olarak kullanılmıştır.
Modern tıpta da birtakım bitkiler kullanılmaktadır. Dünya
Sağlık Örgütü verilerine göre yaklaşık 20 bin kadar bitki
tedavi amacıyla kullanılmaktadır. 4 milyar kadar insan
sağlık sorunları için ilk etapta bitkisel drogları
kullanmayı tercih etmektedir. Reçeteyle satılan ilaçların yüzde
25i de bitkilerden elde edilmektedir. Ülkemizdeki ticari amaçla doğrudan
toplanarak iç ve dış piyasaya satılan bitki sayısı 347
kadardır, 35 tanesi endemiktir. Doğadan toplanıp yurt
dışına satılan doğal bitkilerin sayısı ise
100dür. TÜİK verilerine göre, ülkemizde yaklaşık 20 çeşit
tıbbi ve aromatik bitkinin ekimi 1,3 milyon dekar alanda
yapılmaktadır. Tıbbi ve aromatik bitkilerin ekim alanı 2020
yılına göre yüzde 40 oranında artmıştır; bunun
yanında, keten, kenevir, safran gibi bitkilerin ekimi azalmıştır.
Ülkemizde tıbbi
bitkilerin satışının önemli bir kısmı
aktarlardan, baharatçılardan veya internetten yapılmaktadır.
Bunlar çok defa kuralına uygun olmayan, gelişigüzel ambalajlar
içerisinde ve gerekli standartlara uymayan satışlardır.
Bunların bir kısmı kendi başına problem teşkil
etmektedir, problem yaratmaktadır.
Ülkemizde tıbbı ve
aromatik bitkiler konusunda birçok kurum müdahildir. Türlerin doğal
florada toplanması, biyolojik çeşitliliğin korunması ve
sürdürülebilmesi, AR-GE çalışmaları, tarımsal üretim, üretimin
planlanması ve üretimin verilerinin toplanması konusunda Tarım
ve Orman Bakanlığı; mamul madde üretimi ve nihai ürün
ruhsatlandırılması, kullanılması ve halk
sağlığının korunması konusunda Tarım ve
Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı;
günlük uygulamaların ve ticari verilerin oluşturulmasında
Ticaret Bakanlığı; istatistik verilerin
oluşturulmasında TÜİK Başkanlığı;
standartların oluşturulmasında Türk Standardları Enstitüsü;
mevcut biyoçeşitliliğin kullanıma aktarılması ve
farmakope araştırmalarının oluşturulmasında
üniversiteler; tarımsal desteklerin ve stratejilerin
oluşturulması hususunda Tarım Bakanlığı ve
Kalkınma Bakanlığı yine ve bunların AR-GEsinin
yapılmasında TÜBİTAK yetkilidir.
Ülkemizin mevcut toprak ve su
kaynakları ile biyoçeşitlilik durumu dikkate alınarak küresel
rekabet gücünü artırmak, uluslararası piyasaların talep
ettiği kalite ve miktarda tıbbi ve aromatik bitkilerin üretimini
artırmak amacıyla özellikle Tarım ve Orman
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı, kalkınma ajansları, üniversiteler
ve diğer kurum kuruluşlar tarafından çok sayıda proje
tamamlanmış ve uygulamaya konulmuştur.
Ülkemizde katma değeri
yüksek bitki üretimi artmakla beraber istenen düzeyden uzaktır. Hızla
gelişen ve değişen yurt içi ve yurt dışı
eğilimleri takip eden bir kurumsal yapımız henüz yoktur.
Tıbbi ve aromatik
bitkiler besin takviyesi, bitkisel çay, baharat, aroma ve kıvam
artırıcı olarak fonksiyonel amaçlı
kullanılmaktadır. Drog bitkilerin kök, sap, yumru, gövde veya odunsu
yapı, kabuk, yaprak, çiçek, meyve veya tohumları
kullanılmaktadır.
Tıbbi ve aromatik
bitkiler gıdaların raf ömrünü uzatıcı olarak
kullanılmaktadır. Fesleğen, kekik, biberiye, oğul otu, ada
çayı içerdikleri antimikrobiyal nedeniyle gıdalarda bozulmayı
önleyici etkiye sahiptir. Böylece bu gıdalara bir katma değer ve bir
değer artışı sağlarlar. Bu özelliklere sahip bitkiler
aynı şekilde dezenfektan olarak toplu kullanım alanlarında
da temizlik malzemesi olarak kullanıma sunulmuştur.
Hekimin teşhisi için,
denetimi ya da reçetesiz ya da tedavi takibi olmaksızın
tasarlanmış ve amaçlanmış olan geleneksel tıbbi
ürünlere uygun özel uygulamaları olan oral, haricen uygulanan veya
inhalasyon yoluyla kullanılan müstahzarlardan olması gerekir.
Biyoçeşitliliğin
korunması için uluslararası mevzuat vardır. Birleşmiş
Milletler Biyoçeşitlilik Sözleşmesi gereğince uluslararası
hukuk ilkeleri uyarınca devletler kaynaklarını kendi çevre
politikaları doğrultusunda kullanma hakkına sahiptir ve kendi
yargı yetkileri veya kontrolleri dâhilindeki faaliyetlerin, diğer
devletlerin çevrelerine veya ulusal yargı yetkilerinin
sınırları dışındaki alanların çevrelerine
zarar vermemesini de sağlamakla sorumludurlar. Ülkeler kendi genetik
kaynaklarına erişimini kısıtlama yetkisine sahiptirler veya
ülkeler, ikinci ülkelerle kendi hâkim oldukları bu genetik yapıyı
birlikte değerlendirebilirler, kullanabilirler.
Takviye Edici Gıdalar
Tebliği gereğince takviye edici gıdaların tekniğine
uygun ve hijyenik şekilde üretim, hazırlama, işleme, muhafaza,
depolama, taşıma ve piyasaya arzını sağlamak üzere
ürün özellikleri belirtilmektedir. Tarım ve Orman Bakanlığı
mevzuatında bitki listesi ve zehirli ve zararlı oldukları için
gıda amaçlı kullanımı yasak olan bitkilerin listesi
vardır.
Ekonomik sürdürülebilirlik
için sözleşmeli üretimle küçük ölçekteki üreticilerin örgütlenmesi büyük
önem arz etmektedir. Hububat, sebze, meyve ve benzeri ürünler kadar yaygın
bir pazarlama ağı ve kullanım alanı bulunmamaktadır.
Tıbbi ve aromatik bitki toplayan çiftçiler için pazarlama sorunu, bu
ürünleri ham madde olarak kullanan imalatçılar için de ham maddeye
erişim sorunu vardır. Bu nedenle sözleşmeli üretim modeline
ihtiyaç duyulmaktadır. Sözleşmeli üretimle üreticiler bir de
kooperatifleşecek olursa aile çiftçiliği şeklinde küçük ölçekte
yapılan tıbbi ve aromatik bitki üretiminin pazarla entegrasyonu
kolaylaşacaktır, ekonomik sürdürülebilirlik tesis edilmiş
olacaktır.
Üretim aşamalarında
sürekliliğin sağlanması, üretim maliyetlerinin düşürülmesi,
işçilik giderlerinin azaltılması ve mekanizasyonla mümkün
olacaktır. Bu sebeple, yeni mekanizasyonların geliştirilmesi
gerekmektedir. Mevcut mekanizasyon imkânlarının üretimin her
aşamasında verimli kullanılabilmesi için ürün bazında
kümelenme çalışmaları yapılmaktadır.
Belirli bir faaliyet
alanında uzmanlaşmış bir grubun değer zincirlerinde
yer alan diğer paydaşlarla -kamu kurumları, sivil toplum
kuruluşları, üniversiteler gibi- birlikte oluşturduğu
coğrafi yoğunlaşma yığın olarak
tanımlanmaktadır. Bu yığınlar arasında
işletmelerin rekabet gücünü geliştirmek amacıyla bilinçli bir
iş birliği yaratabilen gruplara ise küme denir. Her sektörde
uygulanabilecek olan kümelenme modelinin ortak paydası, coğrafi
yakınlık, uzmanlaşma, diğer zincirlerdeki farklı
aktörlerin bir araya gelmesi, iş birliği ve güven
ortamıdır. Değer zincirlerinde ilişki hâlinde olan üretici
ve işletmelerin bir araya geldiği kümelenme modeliyle üretim
maliyetlerini düşürerek rekabet, istihdam ve ihracat potansiyelinin
artırılması ve bölgesel kalkınma sağlanabilecektir ki
bu, bizim en çok ihtiyaç duyduğumuz bir durumdur.
Tıbbı ve aromatik
bitkiler sektöründe nihai üründe sağlanacak markalaşma ve pazarlama
kabiliyeti ham madde üretimindeki sürdürülebilirliği de peşinden
sürükleyecektir. Üretim planlaması yapılırken yurt içi ve yurt
dışı pazarları piyasa öngörüleriyle değerlendirilmeli,
nihai ürünlerden başlayarak bu üründe kullanılması planlanan
bitkisel üretim çalışmaları yapılmalıdır.
Üretimin
sürdürülebilirliğinin sağlanması, yıllık üretim
miktarının yanında, depolama imkânlarının
artırılmasıyla doğru orantılıdır. Günümüz
dünyasında tıbbi ve aromatik bitkiler yıllık stoklu olarak
üretilmektedir. Bu nedenle işin içerisine bir de lisanslı depoculuk
girmektedir. Ülkesel bir üretim planlaması yapılabilmesi için
stratejik bitkilerin belirlenmesi ve öncelenmesi gerekir.
Tarım arazilerinde
mevcut bitkiler ile tıbbi ve aromatik bitkilerin rekabeti mümkün
değildir. Marjinal alanlardaki su
kısıtlılığının olduğu tarımsal
üretim havzalarında, erozyon bölgelerinde, hazine arazilerinde, orman
altında, küçük aile şirketlerinde ve münavebe uygulamalarında
ilk olarak planlanmalıdır.
Tıbbi ve aromatik bitki
üretimine ihtiyacımız vardır, ithalatı fazladır.
Dışarıda da büyük bir pazar vardır. Bizim pazar
payımız düşüktür. Ortamda bir kargaşa vardır.
Düzenleyici bir otoriteye ihtiyaç vardır.
Doğal ortamda üretim,
genellikle ormanda odun dışı orman ürünleri olarak
değerlendirilmektedir. Ürün toplama, bu konuda eğitim almış
kimselerce yapılmalı ve üretimin sürdürülebilirliği
sağlanmalıdır.
Ülkemiz florasında
yetişen bitkilerin birçoğu gelişigüzel toplama, sanayileşme,
şehirleşme, tarla açma, aşırı otlatma, turizm,
pestisit kullanımı, yabancı otla mücadele,
ağaçlandırma gibi nedenlerle risk altındadır.
2013 yılında defne,
kekik, ladin, fıstık çamı kozalağı, ıhlamur,
yaban elması, harnup başta olmak üzere 231 bin ton ürün elde
edilmiş olup Orman Genel Müdürlüğü bu toplamadan 4,2 milyon Türk
lirası, köylüler 31,5 milyon Türk lirası, tüccarlar ise 223,5 milyon
Türk lirası gelir elde etmiştir.
2018 yılında ise
yukarıda bahsedilen bitkilere ilaveten geven, yaban mersini, dut,
kızılcık, fındık, zeytin, alıç, nar, sakız,
yabani kiraz, vişne, hurma, trüf, ardıç, elma gibi bitkiler de
toplama kapsamına girmiş ve 534 bin tonluk bir toplamda 6,45 milyon
Türk lirasını Orman Genel Müdürlüğü, 182 milyon Türk
lirasını çiftçi ve 668 milyon Türk lirasını ise tüccarlar
kazanmıştır. Her durumda tüccarların kazanması Orman
Genel Müdürlüğü ve çiftçilerin toplamından kat kat fazladır.
Bu çalışma
esnasında tıbbi ve aromatik bitki üreticilerinde gördüğüm
handikap, hepsi ürünlerine bir ilaç muamelesi yapmaktadır. Biliyoruz ki
ilaç deyince ürün kendiliğinden değerlenmektedir ve taliplisi de
artmaktadır. Pandemi döneminde de gördük ki bir ilacın elde edilmesi
için on beş ila yirmi yıl gibi bir süre gerekmektedir; 5, 6 faz da
devam etmektedir ve toplam maliyeti de 1 milyar doları bulmaktadır.
Covid-19 aşısında faz 3 çalışması henüz yeni
bitmiştir, faz 4 çalışması ise uygulamadadır.
İlacın deney aşamalarından geçerek güvenilir
kullanılmasının zaman ve maddi olarak maliyeti yüksektir. Herhangi
bir maddeye ilaç denilebilmesi için birtakım iddialardan öteye müspet
deliller gerekmektedir. Ülkemiz, tıbbi ve aromatik bitkilerden ülkemizdeki
bunca endemik çeşitliliğe rağmen yararlanamıyor. Tıbbi
ve aromatik bitkilerin dış ticaretindeki dengesi negatiftir, millî
gelirin yüzde 8i tarım ürünlerinden olmalıdır. 10 milyondan
fazla işsizimiz vardır, tıbbi ve aromatik bitkiler bize büyük
fırsatlar yaratmaktadır. Konu her bakımdan etraflıca
araştırıldığında ülkemiz için önemli fırsat
kapıları açıktır.
Bu Meclis
araştırmasının yapılmasında herkesten çok yarar
gördük. En başka sayın milletvekillerine, Grup Başkan
Vekilllerine, pek çok imkân hazırlayan Sayın Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanına, siyasi tecrübesi ve birikimlerini
başarıyla uygulayan, çalışmaları ustaca yürüten
Komisyon Başkanımız Antalya Milletvekili Sayın İbrahim
Aydına, Komisyon üyesi kıymetli milletvekillerine, ziyaret edilen
illerin valilerine, bürokratlarına, özel teşebbüs yetkililerine, özel
şirket sahiplerine ve de yasama uzmanlarına, Meclis
bürokratlarına ve sekreterlerine çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
(İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Sayın Nevin Taşlıçay, buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA NEVİN
TAŞLIÇAY (Ankara) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
159 sıra sayılı Tıbbi ve Aromatik Bitki
Çeşitliliğinin Korunmasında, Bunların Üretiminde ve
Pazarlanmasında Karşılaşılan Sorunlar ile
Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Aziz Türk milletini
ve Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Birleşmiş Milletler
Gıda ve Tarım Örgütü Biyoçeşitlilik El Kitabında
tıbbi ve aromatik bitkiler, hastalıkları önlemek,
sağlığı korumak ve rahatsızlıkları tedavi
etmek amacıyla insanlara ilaç sağlayan bitkiler olarak
tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre
yaklaşık 20 bin bitkinin tıbbi amaçlarla
kullanıldığı ve yaklaşık 4 milyar insanın
-yani dünya nüfusunun yarısının- sağlık
sorunlarını ilk etapta bitkisel droglarla çözmeye
çalıştığı bilinmektedir. Ayrıca
gelişmiş ülkelerde reçeteli ilaçların yaklaşık yüzde
25inin etken maddesini bitkilerden elde edilmiş olan ilaçlar
oluşturmaktadır.
Avrupada 150 milyondan fazla
insan geleneksel tedavi yöntemlerinden yararlanmaktadır. Bu hususta
başı çeken ülke olan Almanyada halk geleneksel tedavi yöntemlerine
yılda 10 milyar avro harcamakta ve söz konusu harcamanın yüzde 50si
sigorta kurumlarınca karşılanmaktadır.
Bilindiği üzere Anadolu
toprağı birçok medeniyete ve dünya tıp tarihine
adlarını yazdırmış Hipokrat, Galen, İbni Baytar
gibi bilim insanlarına yurt olmuştur. Öte yandan Orta Asyadan
Anadolu ve Balkanlara kadar geniş bir alanda yaşayan Türk milleti dünyanın
zengin folklorik tıbbi bilgi birikimine sahip milletler arasında
bulunmaktadır. Bu geniş coğrafya içerisinde Anadolumuzdaki halk
hekimliği, ana unsur olarak atalarımızın Orta Asyadan
getirdikleri, temeli binlerce yıllık Türk halk tıbbını
da temsil etmektedir. Dolayısıyla kadim bir tarihe ve zengin
tıbbi ve aromatik bitkilere sahip Anadolunun uluslararası bir marka
olarak Anadolu tıbbı adıyla daha özgün ve kalıcı
hâle getirilmesi gerekmektedir, tıpkı geleneksel Çin tıbbı,
Kore tıbbı, Kampo tıbbı ve Alman tıbbı gibi.
Bugün, mevzuata göre yasak
olmasına rağmen, bitkisel ürünlerin birçok hastalığa iyi
geldiği ifade edilerek kontrolsüz bir şekilde satışı
yapılmaktadır; ilgili kurumlar denetimlerde yetersiz kalmakta ve
mevzuattaki birtakım boşluklar istismar edilmektedir. Tüm dünyada bu
yönde sorunların yaşandığı Dünya Sağlık
Örgütünün raporlarında da görülmektedir. Tarım ve Orman
Bakanlığının yürütmüş olduğu biyolojik çeşitlilik,
geleneksel bilginin korunması çalışmalarında
uluslararası anlaşmalar çerçevesinde halk reçeteleri
toplanmaktadır.
Avrupa Birliği üyesi
ülkelerdeki ve ülkemizdeki mevzuatta geleneksel bitkisel tıbbi ürün
tanımı, Bileşiminde yer alan tıbbi bitkilerin başvuru
tarihinden önce Türkiyede veya Avrupa Birliği üye ülkelerinde en az on
beş yıldır, diğer ülkelerde ise otuz yıldır
kullanılıyor olduğu bibliyografik olarak
kanıtlanmış; terkip ve kullanım amaçları
itibarıyla hekimin teşhis için denetimi ya da reçetesi ya da tedavi
takibi olmaksızın kullanılması tasarlanmış ve
amaçlanmış olan; geleneksel tıbbi ürünlere uygun özel endikasyonları
bulunan; sadece spesifik olarak belirlenmiş doz ve pozolojiye uygun özel
uygulamaları olan; oral, haricen uygulanan veya inhalasyon yoluyla
kullanılan müstahzarları. şeklindedir.
Geleneksel bitkisel
tıbbi ürünler konusunda mevzuat düzenlemesi olmakla birlikte dünya
genelinde yaşanan gelişmelere oranla ülkemizde yeterli düzeyde
gelişme sağlanamadığı görülmektedir. Küresel pazarda
söz sahibi olunabilmesi ve bu alanda ithalatın azaltılarak öz kaynakların
kullanımını daha da geliştirmek üzere Anadolu
tıbbı inovasyon merkezi adı altında bir kurumsal
yapıya ihtiyaç duyulmaktadır. Geleneksel bitkisel tıbbi
ürünlerde Almanyanın, kozmetikte ise Fransanın model ülke
alınarak ülkemizde bu alanda ruhsat alacak ürünlerin sayısı
artırılmalıdır. Bu amaçla, bu ürünlerin üretimi
kapsamında bilgilendirme ve teşvik programlarının
hazırlanması ve yasal süreçlerinin
kısaltılmasının,
kolaylaştırılmasının faydalı olacağı değerlendirilmektedir.
Yine, bu ürünlerde ihracata yönelik stratejinin tespit edilmesi ve eylem
planına dönüştürülmesi gerekmektedir.
Sağlık
okuryazarlığımızın istenilen düzeyde
olmadığı gerçeğinden hareketle tıbbi ve aromatik
bitkilerin kullanım alanları ve şekli konusunda bilinç düzeyinin
yeterli olmaması da önemli sağlık sorunlarına neden olabilmektedir.
Sağlık Bakanlığı tarafından 2014
yılında yapılan ve 5882 kişinin
katıldığı anket sonuçlarına göre, ülkemizde
insanların yüzde 60,5inin geleneksel ve tamamlayıcı tıp
metotlarını hayatlarının bir döneminde tedavi amaçlı
kullandığı tespit edilmiştir. Bunların yüzde 59,1inin
de bitkisel veya bitkisel karışımları
kullandığı kaydedilmiştir.
Ülkemizde, bitkisel ürünlerin
büyük bir bölümü aktarlar, doğrudan satış kanalları,
e-ticaret siteleri ve marketler aracılığıyla halka
sunulmaktadır. Bitkisel ürünlerin sadece küçük bir bölümü eczaneler
aracılığıyla halka ulaştırılmaktadır.
Söz konusu bu ürünlerin eczane dışında, serbestçe, yeterli
denetimden uzak satılması toplum sağlığı
açısından tehlike oluşturabileceğinden, yerli ilaç
sanayisinin de konuya sahip çıkmasıyla hâlihazırda pahalı
olan ithal bitkisel ürünler yerli üretimle daha ucuza mal edilebilecek, ithalat
azaltılacak, bunun yanında ilaç kalitesinde standardize bitkisel
ürünlerin kullanımı artarak gerçek tedavinin sağlanması
mümkün olabilecektir.
Doğal floradan ham madde
temini çoğunlukla amaç dışı türlerin bilinçsiz
toplanmasıyla gerçekleşmektedir. Doğadan toplamada
koruma-kullanma dengesi içinde doğrudan bitkilerden
yararlanılmalı, sürdürülebilir kullanım ilkesi dikkate
alınmalıdır. Nesli tükenme tehlikesi altında olan türler
doğal florada koruma altına alınmalı ve takibi
yapılmalıdır. Diğer türlerde ise uygun toplama bilgileri
oluşturularak toplayıcılara eğitimler verilmeli ve üretimin
sürdürülebilirliğini sağlayan politikalar
oluşturulmalıdır. Bu nedenle de yapılan envanter
çalışmaları büyük önem arz etmektedir.
Ham maddenin kesintisiz
olarak sektöre sunulabilmesi için hem biyolojik çeşitliliği koruyacak
şekilde çevresel sürdürülebilirliğe hem de üretim
aşamasında faaliyette bulunan tarafların söz konusu faaliyetine
devam etmesini sağlayacak şekilde ekonomik sürdürülebilirliğe
önem verilmelidir. Doğadan toplama faaliyetlerinin iyi toplama,
yetiştiriciliğin ise iyi tarım uygulamaları kriterlerine
uygun olarak yapılması çevresel sürdürülebilirliğe önemli
katkılar sağlayacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizde doğal olarak yetişen
tıbbi ve aromatik bitkilerin envanter çalışmalarının
tamamlanması, potansiyel üretim miktarlarının ivedilikle
belirlenmesi, farmakopelerde belirtilen ve arz açığı bulunan
bitki türlerinde ise kültüre alma çalışmalarının
yapılması önem arz etmektedir. Doğal bitki zenginliğimize
rağmen, hâlen, ülkemizde temin etmek mümkünken yurt dışından
ithal edilmekte olan pek çok bitki türü ve bitmiş ürün de mevcuttur. Kısacası,
tıbbi ve aromatik bitkilerin ham ürün olarak satışı yerine,
katma değeri yüksek, işlenmiş mamul veya yarı mamul madde
olarak pazarlanmasını sağlayacak stratejilerin hayata geçirilmesi,
sektörde markalaşmaya gidilmesi, iş birliği modelleri ve kümelenmenin
teşvik edilmesi ilke olarak öncelikli hedeflerimiz olmalıdır.
Üretimi hedeflenen tıbbi ve aromatik bitkiler için
yatırımları hızlandıracak ve yönlendirecek ürün
bazlı fizibilite raporlarının ilgili kamu otoritesi
tarafından hazırlanıp yayınlanması gerekmektedir.
Mevzuatta kabul gören ilgili farmakopelerde yer alan bitkisel drogların
tek veya karışımları hâlinde ambalajları üzerinde
endikasyonlarının belirtilerek sadece eczanelerde sunulması,
hekimler tarafından reçete edilmesi, majistral reçete olarak eczacı
tarafından hazırlanması, eczacılara tıbbi çay
hazırlama yetkisinin mevzuatla sağlanması ve Sosyal Güvenlik
Kurumu tarafından geri ödemeye tabi tutulması sektörün
gelişimine önemli ölçüde katkı sağlayacaktır. Zaman
geçirilmeden tıbbi ve aromatik bitkilerden farklı alanlarda
farklı ürünler geliştirilmesine yönelik ihtisas
teknoparklarının kurulması, bunların desteklenmesi ve
mevcut teknoparkların bir veya birkaçının bu alanda
ihtisaslaşmasının teşvik edilmesi, terapötik etki gösteren
tıbbi çayların Avrupada olduğu gibi eczacılar
tarafından hazırlanması ve eczanelerden hastaya
ulaştırılması, kullanılan bitkilerin ilgili
farmakopede özel olarak belirtilmesi, tıbbi ve aromatik bitkilerden
üretilecek yeni ilaçların ve yeni ürünlerin geliştirilmesinin araştırma
merkezleri ve eczacılık fakülteleri için performans kriteri olarak
belirlenmesi ve bu çalışmaların özel olarak teşvik
edilmesi, bu konuda lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim gören tek meslek
grubu olduğu için eczacılık fakültelerinde lisans, yüksek lisans
ve doktora programlarında tıbbi ve aromatik bitkilerle ilgili
akademik çalışmaların ve projelerin daha fazla desteklenmesi,
ülkemizde çok büyük ihtiyaç olan ekstre üretim tesislerinin devlet eliyle belli
lokasyonlarda kurularak standart ekstre ve dolayısıyla bitkisel ilaç
ham maddesi elde edilmesi sağlanarak ekstre ithalatının asgariye
indirilmesi, internet ve benzeri kanallarla satışı yapılan
tıbbi ve aromatik bitki ürünleriyle ilgili izleme ve kontrol tedbirlerinin
geliştirilmesi ve aykırı uygulamalara ilişkin denetimin ve
cezai müeyyidelerin artırılması, bitkisel tıbbi ürünlerin
dikkatli kullanımına yönelik kamu spotlarının
hazırlanması ve bu kamu spotlarında hekim ve eczacı danışmanlığının
vurgulanması bu hususta yol almamızı sağlayacak önemli başlıklar
arasındadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, tıbbi ve aromatik
bitkilerin üretim süreci emek yoğun bir iştir. Bu özelliği
dikkate alındığında, özellikle kadın ve engelli
bireylerin halk eğitim programları vasıtasıyla sertifikalandırılması
ve özel teşviklerle üretim işleme sürecinde görev
almalarının sağlanması, ayrıca bu sektörde istihdam
edilen dezavantajlı bireylerin sosyal güvenlik primlerinin belirli
oranlarda kamu tarafından karşılanması, yine kadın
girişimciler tarafından kurulan ve yönetilen tıbbi ve aromatik
bitki işleyen işletmelere özel teşvik mekanizmalarının
oluşturulması ve mevcut desteklerin etkinleştirilmesi
gerçekleştiği takdirde büyük bir istihdam imkânı
oluşturacaktır.
Ülkemizde öncelikle birçok
firma tarafından dünya standartlarında tıbbi ve aromatik bitki
üretimi sırasında, sonrasında, gıda, kozmetik ve ilaç
sanayisinin kullandığı standardize bitkisel ham maddelerin
üretilmesi gerekmektedir çünkü kaliteli ve standardize ham madde bu işin
olmazsa olmazıdır. Bitkisel ham maddeleri kullanan sektörlerce
bitmiş ürün olarak fonksiyonel gıda, gıda takviyesi, bitkisel
çay, bitkisel kozmetik ve bitkisel ilaçlar üretilerek hem Türkiye
pazarında hem de dünya pazarlarında hak ettiğimiz noktaya
sanayi, üniversite ve kamu kurumları iş birliğiyle bir an önce
varılmalıdır.
Doğadan
toplamaların sürdürebilir şekilde floraya zarar vermeden
yapıldığı, bitki üreticilerinin ve
toplayıcılarının eğitildiği, talebi fazla olan
bitkilerin iyi ziraat uygulamalarına ve organik tarıma uygun olarak
kültüre alındığı, yetiştirme tekniklerinin her bitkiye
özgü ve ekolojik koşullara göre saptandığı, yurt
dışında geliştirilmiş ve ülkemiz ekolojik
koşullarına adapte olabilecek çeşitlerin getirtilerek ülkemiz
iklim koşullarında denendiği, tıbbi ve aromatik bitkilerin
en önemli sorunlarından biri olan tohumluk temini için kurumsal
altyapının oluşturulduğu, çeşit geliştirmeye
yönelik ıslah çalışmalarının desteklendiği, hasat
sonrası işlemlerde, depolama ve nakliyede uygun standartların
sağlandığı, üretilen bitkilerin işlenmesi ve pazarda
istenilen standartlara uygun hâle getirilmesi ve uygun pazarın
bulunması için gerekli çalışmaların
yapıldığı bir sistemi rahatlıkla hayata geçirebiliriz.
Ben de bu raporun
hazırlanması sürecinde emeği geçen milletvekillerimize,
uzmanlarımıza, akademisyenlerimiz başta olmak üzere Komisyon
çalışmalarımıza katkı veren herkese teşekkür
etmek istiyorum.
Bu konuyla ilgili bugüne
kadar çok şey dile getirildi ama sanırım en somut adım bu
rapor ve bu raporda dile getirilen öneriler, en önemlisi de bu iş için
tıbbi ve aromatik bitkiler üst kurulu olarak ayrı bir kurum ihdas
edilmesi gerekliliğidir. Millî servet acilen işlenmeli, yer üstü
madenlerimiz olan tıbbi bitkiler en hassas ve özenli şekliyle millî
gelire tahvil edilmelidir.
Halk
sağlığını ilgilendiren her türlü ürünün, özellikle de
suistimale bu kadar açık olan ve de etken madde içeren bitkisel tıbbi
ürünlerin sadece eczacı eliyle ve eczane kanalıyla hastaya
ulaştırılması gerekliliğini ifade ederek sözlerime son
verirken, bugünkü şartlarda her türlü ruhsatlandırma ve kontrol
işlemlerinin de Sağlık Bakanlığı eliyle
yürütülmesi gerekliliğinin altını bir kez daha çizmek isterim.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederiz.
Halkların Demokratik
Partisi Grubu adına Sayın Rıdvan Turan, buyurun. (HDP
sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN
(Mersin) Sayın Başkan, değerli vekiller ve ekran
karşısındaki kıymetli halkımız; hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Oldukça yoğun bir
çalışma sonucunda Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Komisyonu olarak
bir rapor üretmiş olduk. Ben öncelikle, bu Komisyonda yer alan bütün
milletvekili arkadaşlarımın emeğine sağlık
diyorum, teşekkür ediyorum onlara. Önemli bir çalışma oldu fakat
biz Halkların Demokratik Partisi olarak Mecliste bu çalışmaya,
daha doğrusu bu rapora şerh düşen zannediyorum tek siyasi
partiyiz. Bu yirmi dakikalık süre içerisinde Türkiyenin temel tarım
politikaları bağlamında bu rapora neden şerh
düştüğümüzü ve alternatif çözüm önerilerimizin neler olduğunu
sizinle paylaşmaya çalışacağım değerli
arkadaşlar.
Öncelikle şunu ifade
etmeye çalışayım: Tıbbi ve aromatik bitkiler, adı
üzerinde özellikle sağlık sektöründe, insan
sağaltımında kullanılan, aynı zamanda aromatik niteliğe
sahip olan, 20 bin civarında üyesi olan devasa bir florayı
anlatıyoruz bunlardan bahsederken. Bu flora insanların binlerce
yıldan beri uygarlık serüveninde defalarca kullandığı,
hastalıklardan, salgınlardan korunmalarına imkân sağlayan
çok sayıda bitkisel drogun da üretim alanı. Böyle olduğu için
gelişen zaman içerisinde bunlar, özellikle ecza endüstrisinde yoğun
olarak yani yöresel tıbbın, geleneksel tıbbın
dışında kimya ve ilaç endüstrisinde de yoğun olarak
kullanıldı ve kullanılmaya devam ediyor. Biz de doğal
olarak
Türkiye, bitkisel
florası oldukça güçlü bir ülke, mikroklima etkilerinden dolayı,
farklı iklimsel koşulları içerisinde barındırıyor
olmasından dolayı gerçekten dünyanın en değil ama en fazla
bu tip bitkileri barındıran ülkelerinden bir tanesi, yani tıbbi
ve aromatik bitkiler ülkemizde yoğun olarak bulunuyor. Yine doğal
olarak, bu varlıklara sahip olmaktan kaynaklı olarak
insanımızın daha iyi yaşaması için, en azından
bitkisel kaynaklı ilaçların daha fazla yapılabilmesi için,
ithalatçı olduğumuz bu alanda giderek kendimize yeten ve
ihracatçı bir ülke olabilmek için de bu konuda adım
atılması gayet doğal. Fakat bizim tam da şerh
düştüğümüz mesele şu: Şimdi, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler
Komisyonu olarak bir rapor yayınlandı, bir çalışma sürdürüldü
ve dikkat edin, konuşmacıların tümü bir ekonomik büyüklükten
bahsediyor yani Türkiyenin gayrisafi millî hasılasına şu kadar
milyon dolar, bu kadar milyar dolarlık bir katkıdan bahsediliyor.
Meseleyi yalnızca buradan aldığımızda yani bir
ekonomik değer, bir ekonomik büyüklük olarak ele
aldığımızda hemen bunun yanına eklenmesi gereken
ekonomik, siyasi, sosyal etkiler konuşulmadığında,
tartışılmadığında ve Komisyon raporuna bunlar
dercedilmediğinde elimizde yalnızca Bunlardan biz ne kadar para
kazanırız? meselesi kalıyor. Bu, birilerini motive ediyor
olabilir, birilerini mutlu ediyor olabilir daha fazla para kazanıyor olmak
ama şimdi düşünün ki tıbbi ve aromatik bitkiler devasa bir
sektör olacak, devlet buraya birtakım desteklemeler sunacak ve büyük bir
değer oluşacak. Yani, şöyle varsayalım: Tıbbi ve
Aromatik Bitkiler Komisyonu olarak biz bir pasta yaptık, bu pastayı
masanın üzerine koyduk, fakat bu pastanın nasıl
paylaşılacağına ilişkin hiçbir söz söylemedik. Önemli
mi bizim açımızdan paylaşımı? Evet, önemli. Yani,
milyar dolarlık bir sektör üretiyorsanız ve bu sektör,
tarımın bütünü gibi tarım tekellerinin sultası altında
kalacaksa, yani küçük ölçekli üreticilerin buradan daha fazla gelir elde
etmesini, sosyal kazanç sağlamasını, ekonomik kazanç sağlamasını
destekleyecek ve temin edecek planlar, programlar yapılmazsa değerli
arkadaşlar, bunun sonucu, bu servetin bir azınlığın
elinde temerküz etmesi olacaktır. Peki, bu nasıl sağlanır?
Bir defa büyüklük, ekonominin büyümesi bir şeydir ama bizim
açımızdan, yani ana akım iktisatçılara karşı
olarak bizim gibi iktisadi felsefeyi savunanlar açısından 2 şey
çok önemlidir: Büyümenin nasıl paylaşılacağı ve
istihdam yaratıp yaratmayacağı meselesi. İşte tam
böyle bir noktada milyar dolarlık bir sektör oluştururken Tıbbi
ve Aromatik Bitkiler Komisyonu Ya, kardeşim, bu milyar dolar nasıl
paylaşılacak? Yani köyünde bu işi yapmaya çalışan
insanların, binlerce, on binlerce insanın, bizim garibanların
hâli uluslararası tarım tekelleri -örneğin Fransa bu konuda çok
önde, aromatik bitkilerin ticareti konusunda çok çok önde, keza Çin yine öyle-
karşında acaba ne olacak? Yoksa oluşturduğumuz bu milyar
dolarlık sektör bir azınlığa mı hizmet edecek?
sorusunu sormamış durumda. Ee, biz bu soruyu soruyoruz.
Sorduğumuz bu soruya da şöyle cevaplar veriyoruz: Bir sektörü ihya
etmek, bir sektörü oluşturmak bir şeydir ama devlet denen
mekanizmanın aynı zamanda servetin nasıl
bölüşüleceğine ilişkin -hele demokratik bir devletse söz konusu
olan- servetin nasıl adil bölüşüleceğine ilişkin bir
tahayyüle sahip olması gerekir. Bunu kurumlarıyla yapar, servetin
dağıtımı için ihdas ettiği kurumlarla bunu yapar, bunu
böyle başarır.
Bizim de önerimiz var tabii,
yıllardan beri, en azından iki yıldan, üç yıldan beri
sürekli kooperatiflerden bahsediyoruz. O sebeple, bu rapora
düştüğümüz temel şerhle, kooperatifler temelinde servet
bölüşümünü tabana yayacak, yoksul köylüyü, küçük ölçekli üreticileri
destekleyecek bir rapor mantalitesine sahip olmaması sebebiyle eleştiriyoruz.
Evet, bu sektörün gelişmesi, üretimde bulunması falan filan bunlar
elbette önemli şeyler fakat burada bir eşitliği
sağlamadıktan sonra, çok uluslu şirketler
karşısında tıbbi ve aromatik bitkiler üreten kesimlerin kooperatifler
başlığı altında örgütlenmelerini sağlayıp
bunlara ilişkin tedbirler almadıktan sonra, emin olun, günün sonunda
bizim bu devasa floramızdan bir avuç uluslararası tekel faydalanacak.
Hani birileri hep emperyalizm, emperyalizm diyor ya, işte emperyalizm
esasen bu. Yani iktisadi planda sizin içinize girmiş, floranızı,
faunanızı dilediği gibi kullanan, derelerinizi sulta altına
alan, ekonomik planda sizi sömüren mekanizmaları eğer ekonomik ve
siyasi planda karşılayacak ve bunları massedecek öneriler
üretmiyorsanız, aslında ürettiğiniz şey son analizde emperyalizmin
bizim ülkemizdeki sömürü payını ve pastasını büyütmek
anlamına geliyor. Meseleye bu zaviyeden bakıldığında,
evet, mutlaka bu raporun işi değildir belki ama bu raporda mutlaka bu
paylaşım ilişkisinin en azından olabildiğince adaletli
hâle getirilebilmesi için tıbbi ve aromatik bitki yetiştiricilerinin
kooperatifler temelinde örgütlenmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu
kooperatifler özellikle küçük ölçekli üreticilerin çatısı
altında örgütleneceği kooperatifler olmak zorunda.
Türkiyede kooperatif mevzuatı
buna uygun mu? Vallaha değil, değil yani. 3 tane
bakanlığın altında 3 tane kooperatif yasası var. Yani
ben şimdi çalışıyorum, bir kanun teklifi de yazdım,
yakında sunacağım da ama yani gerçekten bunların
içerisinden çıkmak mümkün değil. AKP, kooperatif yasasına
ilişkin bir çalışma sürdürdü, bunu biliyoruz, henüz ayan
olmamış olsa da orada bu mantık yok, ya, bu kamucu mantık
yok. Dolayısıyla, Kooperatifler Yasasını tek bir yasa
hâline getirip, bir kooperatifler bakanlığı altında bu
yasanın uygulanmasını sağlayıp, bir kooperatifler
bankasıyla bunu destekleyip -kooperatifler bankası diyorum çünkü
Ziraat Bankasının ne işe yaradığını
konuşmayalım, süre yetmez- bir kooperatifler bankasıyla
özellikle küçük ve orta ölçekli çiftçileri destekleyecek bir perspektif
oluştuğunda, işte o zaman tıbbi ve aromatik bitkiler
çalışması da daha makul bir yere oturacaktır. Bunun
yapılmadığı koşullarda şöyle çok kaba bir
benzetmeyle yaptığımız iş şu olacak: Zaten 40
yerinden yaralanmış, zaten pek çok problemle malul olan Türkiye
tarımının; ithalatçı pozisyona düşmüş, girdi
fiyatlarının alıp başını gittiği, çiftçi
borçlarının 5 milyardan 120 milyar liraya arttığı, 40
milyon dönüm arazinin haczedildiği
Değil mi? Yani bunların her
biri bir sorun. Ondan sonra, yüzde 100lerin çok çok üzerinde girdi, özellikle
gübre fiyatlarının arttığı, çiftçi
yaşının 55e çıktığı; sırf AKP
iktidarı boyunca 2 tane Trakya alanı kadar toprağın
tarımın dışına itildiği, üzerine beton
döküldüğü, Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikaları sayesinde, yayla
yasaklarıyla, mera yasaklarıyla birlikte bölgenin tarımsal
potansiyelinin iyiden iyiye tahrip edildiği bir yerde yani bu kadar
-artık ne diyelim- direnci zayıflamış olan bir yerde ve
yetmiyormuş gibi uluslararası tarım tekellerinin 1980 askerî
darbesi ve 24 Ocak kararlarıyla bu ülkeye neoliberalizmle beraber sert bir
giriş yaptığı; 1989daki finansal serbestleşme,
2002de güçlü ekonomiye geçiş, Dervişin programıyla beraber
iyiden iyiye tarımın uluslararası tarım tekellerinin önüne
serildiği; AKP marifetiyle tarımsal KİTlerin tek tek tasfiye
edildiği, Tarım Yasasıyla, Şeker Yasasıyla bu
alanın âdeta gücü yeten yetene hâline dönüştürüldüğü ve
çiftçinin bu kadar gadre uğradığı bir yerde, değerli
arkadaşlar, bunun üzerine, bu çürük yapının üzerine tıbbi ve
aromatik bitkilere ilişkin iyi bir şey inşa etmek mümkün
değil; bak, çok açık söylüyorum, mümkün değil.
Yapılmalı mı? Evet, yapılmalı ancak bu çürümüş
yapı, bu köhnemiş yapı, bu düzen ele alınıp
değerlendirilmeden buradan mantıki bir sonuç çıkarmak, buradan
gerçekten sosyal adaleti sağlayacak bir ortam yaratabilmek mümkün
değil. Yani eğri oturup doğru konuşalım, şimdi
Güzel bir şey yaptık. diye iddia edebiliriz. Evet, iyi bir
çalışma oldu ama son tahlilde bunun pratikte uygulanması
tarım dinamiklerini zedeleyecekse, adaletsizliği artıracaksa
Bu, böyle olacak. Hemen örnekleyeyim: Geçtiğimiz aylarda bir torba yasa
görüştük. Bunun içerisinde ormanlara ilişkin de bir şey
vardı ve ormanlarda tıbbi ve aromatik bitkiler
yetiştiriciliğine ilişkin bir madde vardı,
hatırlayacaksınız. Ya, şimdi, tıbbi ve aromatik bitki
yetiştirmek istiyoruz da ormanları yok etmek istemiyoruz. Bunu niye
söylüyorum? Çünkü bir bitki kültüre alındığında onun
yetişmesi için girdiye ihtiyacınız olur, ilaca
ihtiyacınız olur. Bu, ormanın faunasındaki doğal
predatörlerin yani zararlıları yok edici böceklerin ölmesi
anlamına gelir. Bu muazzam bir orman kaybına neden olur.
Bak, şimdi, orman
konusundaki perspektifin zayıf olması, buraya yırtma
yapıştırma yapar gibi tıbbi ve aromatik bitkilerin
eklenmesi ve ne kadar büyük bir sorunla karşı karşıya
olduğumuzu görelim burada. Buna benzer çok fazla örnek verebilirim, süre
yeterli değil. Ama günün sonunda meseleyi şöyle ele almak lazım:
Değerli arkadaşlar, bakın, Anadolu ve Mezopotamya
coğrafyası tarımın beşiği. Özellikle avcı
toplayıcı toplumlardan tarıma dayalı toplumlara
geçtiğimizde yani emmer ve eincorn buğdaylarının
evcilleştirilmesiyle birlikte şu anda, şu Genel Kurul içerisinde
gördüğünüz her şeyin müsebbibi tarımsal artının
yaratılmasıdır. Yani insanların tüketebileceğinden
daha fazlasını üretmesi, birtakım alanlarda uzmanlaşmaya
başlaması, bilimin, teknolojinin, meteorolojinin, botaniğin,
zoolojinin, her şeyin oluşmasına imkân sağladı. Bu
topraklarda oldu, bak, başka bir yerde olmadı, bu toprakların
işidir bu. Ve bu bir Amerika silüetinde göründü, Fransa oldu, Osmanlı
İmparatorluğu oldu, şura oldu, bura oldu yani
uygarlığa rengini veren şey esasen buydu. Şimdi ne
yazık ki öyle bir noktaya geldik ki bütün bu sürecin sonunda
tarımın merkezi olan, uygarlığın merkezi olan pek çok
insana ait, bilime ait disiplinin çıkmasına sebep olan, bu, işte
tüketebileceğinden daha fazla üretme esası, yani neolitik devrim
diye tarif edilen şey, insanlığın gördüğü ilk devrim
bu topraklarda oldu ama ne yazık ki bu topraklarda artık ortalama
çiftçi hayatını idame ettirebilecek durumda değil, kırsal
muazzam derecede tasfiye oluyor. Bakmayın, Bakan buraya geliyor,
Tarımda şöyleyiz, böyleyiz. falan filan diyor.
Bakın, ben dün narenciye
işçileriyle beraber narenciye topladım. Sabah beşte
kalktım, Mersinde gittik bir tarlaya, narenciye topladık. Limondu
topladığımız şey. Tıbbi ve aromatik bitki mi?
Evet, tıbbi ve aromatik bitki. Ama aynı Mersinde, Davultepe
bölgesinde 60 bin narenciye ağacının, limon
ağacının kesilmesi de bu dönemde gündeme geliyor; bakın,
dikkat edin. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Yani 400 dönüm
alanın istimlak edilmesiyle birlikte, acele kamulaştırma
kararının Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasıyla
birlikte bu alandaki 60 bin ağaç kesilecek. Hani biz tıbbi ve
aromatik bitkiler konusunda iyi bir şeyler yapacaktık? Allahtan reva
mı şimdi 60 bin ağacın kesilmesi ya!
Sabah gittik limon toplamaya,
öğleye kadar limon topladık ve şunu gördüm arkadaşlar:
Bakın, oradaki mevsimlik tarım işçileri, tarla sahibinin
yaşadığı sıkıntılar, aracıların
taş atmadan Taş atıp da kolun mu yoruldu? derler ya- elde
ettikleri olağanüstü kazançlar dikkate alındığında, bu
alanın baştan sona sosyal adalet, ekonomik adalet parantezinde ele
alınıp değerlendirilmediği koşullarda, bunların
kooperatifler bünyesi ve çerçevesi içerisinde ele
alınmadığı koşullarda burada üreteceğimiz
şeyden daha çok dert üreteceğiz, ben size söyleyeyim.
Memleketlerinden kopmuş gelmiş insanlar, sabahın beşinde
yollara dökülüyorlar. Aynı minibüse ben de bindim, insan istifiydi, nefes
alamıyorduk minibüste. Bir saat kadar yol gittik, bir saat sonra, o
minibüsten dökülürcesine, hep beraber, mevsimlik tarım işçileriyle
indik, ardından bahçeye saldırdık limonları kesmek için.
Bütün bu süreç, baştan sona örgütsüz, baştan sona Saldım
çayıra, Mevlam kayıra. perspektifiyle yapılmış
durumda. Kimse aslında bir şey istemiyor biliyor musunuz?
İstedikleri yalnızca
Arada trafik polisleri yolu kesiyorlar, bu
insanlara bir de 6 bin, 7 bin lira trafik cezası kesip
araçlarını bağlıyorlar.
MEHMET RUŞTU
TİRYAKİ (Batman) Kongreye gidiyoruz. deselerdi bir şey
olmazdı.
RIDVAN TURAN (Devamla)
Evet, Kongreye gidiyoruz. deseler belki bir şey olmazdı;
doğru, onu da akıl edememişler.
Yani tarladan tabağa kadar,
üreticiden tüketiciye kadar, mevsimlik tarım işçisine kadar
inanılmaz kaotik bir durumla karşı karşıyayız.
Bundan sonra biber toplamaya
gideceğim, ondan sonra pazarcılık yapacağım ve bu
alanların her birinde biz şunu çok yakından, birinci elden görüyoruz:
Bizim, evet, daha inovatif fikirlere ihtiyacımız var.
İlacın ham maddesini de kendimiz üretmeliyiz -işte, şu
aşı konusundaki kepazelik ortada yani- ilacımızı da
üretmeliyiz. Ne bileyim, kendi besinimizi üretmeliyiz, tarımda mutlak
ithalatçı olmaktan çıkmalıyız. Evet, evet, evet ama
arkadaşlar, bunlar, bir mevzuya baktığında yalnızca
ekonomi gören akılla, yalnızca para gören akılla
çözümlenebilecek şeyler değil. Bunlar, o mevzuya baktığında
esasen orada ekolojiyi gören, doğayı gören; insanı, doğaya
hükmeden değil, doğa içinde ve diğerleriyle eşit hukuk
sahibi olan -börtü böcekle, kurbağayla, tosbağayla eşit hukuk
sahibi olan- bir varlık olarak gören bir anlayışın
değiştirebileceği şeylerdir. Onun haricinde, bütün
yaşamını doların yeşiline bağlamış insanlar
bu meseleyi çözemezler değerli arkadaşlar.
Sözlerimi şöyle
bitiriyorum: Evet, iyi bir çalışma oldu, başarılı
şeyler yaptık ama bu iki mesele -sözünü ettiğim
paylaşım meselesi, kooperatifler meselesi- çözümlenmeden bu ancak ve
ancak uluslararası sermayeye yapacağımız bir kıyaktan
öteye gitmeyecektir.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ilk konuşmacı Sayın Servet Ünsal.
Süreniz on dakikadır.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA SERVET ÜNSAL
(Ankara) Sayın Başkan, çok değerli milletvekili
arkadaşlarım; Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Araştırma
Komisyonu üyesi olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum.
Oluşturulan
Araştırma Komisyonu raporunda, bu bitkilerin etkin bir şekilde
korunması, doğadan toplanması, yetiştirilmesi,
işlenmesi ve pazarlanması konularında mevzuatın acilen
düzenlenmesi gerektiği belirtilmektedir. Evet, bu raporda tıbbi,
aromatik bitkiler konusunda 127 tane öneri yer aldı arkadaşlar. Ben
de bir tıp doktoru olarak, bu önerilerden özellikle, ülkemiz için nihai
hedefin, millî ve yerli ilaç üretimine yönelmemiz olması gerektiği
kanısındayım. Tıp biliminin öncülerinden İbni Sina
diyor ki: Şifasız hastalık yoktur, irade eksikliğinden
başka; değersiz bitki yoktur, tanınmamasından başka.
Yine Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır.
diyor İbni Sina. Aslında tam da günümüzü anlatıyor
arkadaşlar.
Evet, ülkemiz endemik bitki
çeşitliliğinde dünyanın en zengin ülkelerinden biri, 4 bine
yakın endemik bitkimiz var arkadaşlar. Bu sayı tüm Avrupadaki
endemik bitkiler kadar. Ülkemizde stratejik öneme sahip, ticarileşmiş
tıbbi ve aromatik bitkiler mevcut arkadaşlar. Bu alanda dünyada 117
milyar dolarlık bir pasta var. Bu pastadan bizim
aldığımız pay sadece 600 milyon dolar. Evet
arkadaşlar, önümüzdeki yıllarda, tabii, planlı bir
çalışmayla, hedefin 5 milyar dolarları bulması
düşünülüyor. Bunlardan, örneğin, defne, kekik, biberiye, mavi
yemiş, laden, yabani iğde, geven, yağ gülü, delice cinsi zeytin,
dağ çayı gibi bitkilerin ivedilikle doğadan toplanmaya uygun
miktarları gösterilmelidir arkadaşlar.
Koruma kapsamında
diğer önemli bir konu da biyokaçakçılıkla mücadeledir. Bu
mücadelenin de etkin yapılması gereklidir. Bilindiği üzere, birçok
bitki türümüz geçmişten günümüze bilinçsizce yok edilmiş, hatta
birçok endemik bitki yurt dışına
kaçırılmıştır. Bunun için ya çıkış
yasağı yahut da kota getirilmelidir arkadaşlar.
Yurt içinde üretilme
potansiyeli olan ama kısmen ya da tamamen ithal edilen aromatik bitkileri
söyleyeceğim şimdi. Başta karabiber, ginseng, anason, rezene,
ada çayı, oğul otu, biberiye, kişniş, zerdeçal, zencefil,
keten, susam, sumak, şerbetçi otu ve reçine gibi ürünlerin üretimlerini
mutlak yapmalıyız, özellikle de destek programlarını
geliştirmeliyiz arkadaşlar. Hele hele karabiberle ilgili ufak bir
anekdotum var, söyleyeceğim küçük bir söz var: Karabiberi nereden
alıyoruz biliyor musunuz arkadaşlar? Karabiber, karabiber
Vietnamdan ya da Brezilyadan geliyor, yıllık 15 milyon dolar para
veriyoruz, ülkemizde üretilemiyor daha karabiber.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bir diğer konu da tıbbi ve aromatik
bitkilerin işlenmesi konusu. Bunun için doğru tesisleri doğru
yerlerde yaparak istihdamı artırmalıyız ve küçük aile
işletmelerini ve kooperatifleri desteklememiz lazım. Bir daha tekrar
ediyorum: Küçük aile işletmelerini ve kooperatifleri mutlak ve mutlak
desteklemeliyiz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; ülkemizde tıbbi,
aromatik bitkilerle ilgili belki de en önemli sorun pazarlama sorunu. Maalesef,
yıllardır bu sektörü elinde tutanlar hep aynı çevreler. Bu
çevrelerin haberi olmadan üreticilerin ürünlerini direkt pazara
ulaştırması neredeyse imkânsızdır. Yani bu alanda da
mafya türemiştir arkadaşlar. Evet, bu çevreler üreticiden cüzi
fiyatlarla aldıkları ham maddeleri kendi kârlarını koyarak
iç pazara ulaştırırlar veya yurt dışına ihraç
ederler. Ülke dışına çıkış noktasıysa
genellikle İzmir kentidir, İzmir şehridir.
Sertifikası olmayan
ürünlerin internet üzerinden satışının önüne mutlaka
geçilmesi lazım arkadaşlar. Suistimalleri önlemek için cezai
müeyyidelerin artırılması önemli konulardan biridir çünkü
sonuçta insan sağlığı önemli.
Tıbbi, aromatik
bitkilerin üretiminde, toplanmasında, pazarlanmasında üzerinde
durulması ve çözülmesi gereken bazı noktalar var. Bu konuda hem
üretici, ülkemizde de en büyük pazarlayıcı olan, yerli ve millî bir
firma olan Bağdat Baharattan aldığım, pratikte çok sık
rastlanan sorunları size sıralayacağım.
Birinci sorun: Öncelikle,
Türkiye'de yetiştirilmeyen ancak yetiştirilmesi mümkün olan bazı
ürünler var. Nedir bunlar? Karabiber, zencefil ve zerdeçal. Bu ürünlerin
yetiştirilmesi için gerekli çalışmalar mutlaka
yapılmalıdır. Düşünün, karabibere bir yılda 15 milyon
dolar veriyoruz Vietnama.
İkinci sorun: Türkiye'de
yetişen ancak teknolojik, ekonomik eksiklikler nedeniyle problemli olan
bazı ürünler var. Nedir bu? Acı biber arkadaşlar. Acı biber
üretimi desteklenerek toprakta verilen firenin azaltılması gerek.
Üçüncü sorun: Üretimi az olan
ancak araştırılması gereken ürünlere ilişkin
çalışmanın yapılması lazım.
Dördüncü sorun: Bakın,
tıbbi ve aromatik bitkilerin ticaretinde, gümrüklerde yaşanan çok
ciddi sorunlar var. Gümrüğe gelen ürünlerin analizi yapıldıktan
sonra ödemenin yapılması lazım. Bizde ne yapılıyor?
Ürün geliyor, parası veriliyor, analizi yapılıyor; kötü
çıkarsa para iade edilmiyor arkadaşlar. Düşünün, benzer
şekilde, numune alındıktan sonra gümrükte geçen süre ve o
masraflar da bizim ülke içindeki firmalara yazılıyor.
Beşinci sorun:
Tıbbi, aromatik bitkilerin ve baharatların buharla sterilizasyon
süreci çok önemli. Bu da bir tek İzmirdeki firmada yapılıyor
arkadaşlar. Özellikle Hollandada bunun hiç sorun
yapılmadığını, sorunsuz yürüdüğünü söylemek
istiyorum. Bu buharlı sterilizasyon, ürünlerde kayba ve kalite
düşmesine neden oluyor.
Altıncı sorun:
Kaçakçılık olayları, vergisini ödeyerek çalışan
firmaları zorluyor. Nerede oluyor bu? Örneğin, Doğubeyazıt
bölgesinde yoğun bir şekilde acı biber kaçakçılığı
var arkadaşlar. Yüzde 75 gümrük vergisi olan acı biberde gerekli
analizler yapılmıyor, gümrüklerde de denetim
artırılmadığı için ciddi bir kaçakçılık
olayı var Doğubeyazıtta.
Yedinci sorun: Tıbbi,
aromatik bitkilerde pestisit kalıntısı olmamalı ya da
tolere edilebilir hâlde olmalı.
Sekizinci sorun: Tıbbi
ve aromatik bitkilerin aktarlarda bilinçsizce satışı mutlaka
engellenmeli. Ürünlerin sağlıklı bir şekilde işlenmesi
ve kullanılması için kontrol ve eğitimler verilmeli arkadaşlar.
Dokuzuncu sorun: İthalat
kanalıyla alınan ve işlendikten sonra ihraç edilen ürünlerde
işlenme sürecinde oluşabilecek fire miktarlarının net
olarak yapılması firmaları rahatlatacak.
Evet, Sayın Başkan
ve arkadaşlarım; geleneksel ve tamamlayıcı tıp
uygulamalarının kesinlikle destek tedavisi olduğunu
unutmayın; destek tedavisidir, tıbbi ilaç değildir.
Örneğin, Almanyada geleneksel ve tamamlayıcı tıp için
yaklaşık 10 milyar avro harcanıyor.
Bir başka uygulama
alanı ise, ormanların iyileştirici etkileri var arkadaşlar.
Örneğin, Güney Korede doğal porsuk ormanları hastalar için
iyileştirici. Bunun bizde de örneği var, terapi ormanları
anlamında; Muğlada sığla ormanları var
arkadaşlar. Bu da tedavi edici bir orman çeşidi.
Evet, yine, birçok ülkede
örneği olan fitoterapi merkezlerinin acilen kurulması gerek. En
önemli konulardan biri de bütün analizlerin yapılacağı,
uluslararası akredite kalite kontrol laboratuvarlarının acele
bir şekilde kurulması gerek. Muhtelif kamu kurumları ve
üniversitelerin bünyesinde yer alan ancak etkin bir şekilde kullanılmayan
tıbbi ve aromatik bitki gıda takviyesi analizlerini yapan
laboratuvarlar mutlak kurulmalı. ABD, Avrupa Birliği, Çin, Güney Kore
ve Japonya gibi ülkelerin bu süreçlerini örnek almalıyız
arkadaşlar.
Çok önemli bir konuyu daha
dile getirmek istiyorum. Tarım ve Orman Bakanlığının,
Sağlık Bakanlığının, Ticaret
Bakanlığının, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun ve
diğer ilgili kurumların, sahtekârca yapılan, bitkisel ürün ve
takviye edici ilaçların mevzuata aykırı her türlü,
tanıtımlarını engellemesi gerek arkadaşlar. Bu konu
mutlaka hayata geçirilmeli.
Sayın Başkan ve
değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerimi bitirirken,
yıllardır emek veren bir tıp doktoru olarak, bu Komisyonda görev
yapmış bir üye olarak, araştırma raporundaki önerilerin bir
an evvel hayata geçirilmesinin takipçisi olacağımı belirtmek
isterim. Zira, Hazreti Alinin çok güzel bir sözü var arkadaşlar:
Fırsat karınca yürüyüşüyle gelir, yıldırım
hızıyla gider. Bu hâlde, rapordaki sonuçları hayata
geçireceğiz.
Ben her şeyden önce
hepinize sağlıklı günler diliyorum ama Komisyon raporunun
oluşumunda emeği geçen Komisyon Başkanı sevgili
arkadaşım İbrahim Aydını, tüm milletvekili
arkadaşlarımı ve uzman arkadaşlarımı Cumhuriyet
Halk Partisi adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Teşekkürler. (CHP ve
İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET KAYA (Trabzon)
Ağabey, iyi konuşuyordun, bir beş dakika daha
konuşsaydın ya.
BAŞKAN Okan Bey
veriyorsa olur.
OKAN GAYTANCIOĞLU
(Edirne) Veririm yahu, ne olacak.
BAŞKAN Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ikinci söz Sayın Okan Gaytancıoğlunun.
Sayın
Gaytancıoğlu, süreniz on dakikadır.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OKAN
GAYTANCIOĞLU (Edirne) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, Sayın Komisyon Başkanım; evet, güzel bir
komisyon çalışması oldu. 26ncı Dönemde başladık
biz bu çalışmalara, 27nci Dönemde
Neredeyse iki yıl geçti.
Büyük bir emek var, çok toplandık, birçok gezi yapıldı;
öncelikle teşekkür ediyorum. İnşallah kanun teklifi hâline
gelir, kanunlaşır, o zaman da aynı heyecanı, aynı
atraksiyonu güzel bir şekilde yaşarız ama sizden umutlu
değilim çünkü siz bunu zor kanunlaştırırsınız.
Neden? Türkiye'nin birçok sorununu çözecek. Siz sorun çözmüyorsunuz, yeni
sorunlar yaratıyorsunuz.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi
olarak zaten bunları çok iyi bildiğimiz için iktidarımıza
da hazırlıklıyız. Daha 2017 yılında Genel
Başkanımızı Silivriye götürmüştük, orada bizim
tıbbi ve aromatik bitkiler tarlamız var. Belediye bizdeydi,
şimdi orada belediyeyi kaybettik ama nasılsa bir dahaki seçimlerde
tekrar alacağız. Biz çok hazırlıklıyız. Neden?
Dünyada 115 milyar dolarlık bir pazar var, Türkiye Cumhuriyetinin bu
pazardan aldığı pay -az önce Servet ağabey söyledi- 600
milyon dolar yani almamız gereken payın çok çok azı. Hedef de
2,5 milyar dolar. Anadolu bir gen bankası, 12 bin tane bitki çeşitliliği
var, 3.600 tanesi endemik. Yani bizde her şey var ama sizde politika yok,
yönetemiyorsunuz. Bunları üretmeye başlarsak desteklemesi bile yok
şu anda. Normal ürünlerin desteklemesi yok, tıbbi ve aromatik bitkilerin
desteklemesi nasıl olacak?
Bakın, biz bu
çalışmada zaten çok önemli olduğunu söylemiştik. Neden?
Aile iş gücünü kullanarak üretim yapıyorsunuz. Küçük arazilerde, yani
1 dekarlık, 2 dekarlık bir arazide ciddi bir gelir var. Örnek
veriyorum -sadece bir tane örnek vereceğim çünkü zamanı iyi kullanmak
istiyorum- buğday tarımı yapıyorsunuz, dekardan bugünkü
koşullarda 250-300 lira para kazanırsınız ama 1 dekar
lavanta tarımı yaparsanız 3.500 lira para
kazanırsınız yani 10 katı ama onu sanayi ürünü hâline
getirmeniz lazım, kozmetik sektörüyle, kimya sektörüyle, ilaç sektörüyle
iş birliği içerisine girmeniz lazım. Bu Komisyonda biz
bunları söyledik, ileride kanunlaşırsa da söyleyeceğiz ama
üniversite-sanayi iş birliği olmazsa olmaz. Yani, bu coğrafyada
her şeyimiz var ama sizde politika olmadığı için bunu
gerçekleştirmeniz zor. Biz gerçekleştiririz, bizim ciddi bir
tarım politikamız var. Sizin tarım politikanız günübirlik
yani bugün ne bitti? Buğday bitti, Bize buğday gönder. Türkiye
buğday ithalatçısı bir ülke oldu, yağ ithalatçısı
bir ülke oldu, pirinç ithalatçısı, soya, mısır
Her
şeyi ithal ediyoruz, çiftçimiz ciddi anlamda borçlu. Kasım
ayında yasa çıkardık, bütün borçları
yapılandıralım dedik. Her hafta bir müjde açıklıyorsunuz,
çiftçiler televizyonun karşısına geçiyor Acaba bu hafta bize
bir müjde var mı, borçlar yapılandırılacak mı, borçlar
affedilecek mi? Hiç böyle bir şey yok. Gübreye biraz destek veriyorsunuz
ama gübre fiyatları yüzde 100ün üzerinde artıyor, çiftçinin borcu
gün geçtikçe artıyor, tarımsal yapımız son derece bozuk.
Kuraklık komisyonu
kuracaksınız, güzel, biz de destek vereceğiz çünkü dünyada ciddi
bir kuraklık var, bu konuda bir çalışmanız yok. Nasıl
yok? Nereden anlıyoruz? Güzel bir destek vardı, 2016 yılında
sulama ekipmanları için destek veriyorlardı, onu bile kaldırdınız.
Sayın Veysel Bakanım çok iyi bilir, su için çok
uğraştı o zaman. Sulama ekipmanları için destek
veriyorlardı ama o desteği bile kaldırdılar Sayın
Bakan. 2016dan 2020ye kadar o destekler uygulandı yani tarlada damla
sulama teşkilatını, altyapısını kuranlara
ekipmanlar için verilen desteklemeleri kaldırdılar. Dünya susuzluktan
kırılıyor, Türkiye susuzluktan kırılıyor; küresel
iklim değişikliği var, kuraklık var; siz sulama ekipmanları
için verilen desteği kaldırıyorsunuz yani sizin tarımı
yönetemediğiniz, ülkeyi yönetemediğiniz zaten sadece buradan ortaya
çıkıyor ki tıbbi, aromatik bitkilerde gerekli hamleleri
yapamazsınız. Neden? Çünkü, bakın -benden önce Servet Bey gayet
güzel açıkladı- kekiğin ana vatanı biziz, her taraf kekik
dolu ama biz kekikten 50 milyon dolar para kazanabiliyoruz. 5 milyar dolar para
kazanabilecek potansiyelimiz var, marka hâline getiremiyoruz, coğrafi
işaretlemelerimiz eksik. Çok güzel bir komisyon dönemi geçirdik, birçok
bilim adamını çağırdık; ilaç hâline getirebiliriz, her
şeyi yapabiliriz ama sizde bunu yapabilecek bir potansiyel yok. Neden?
Çünkü politikalarınız günübirlik. Planlama yok; Devlet Planlama
Teşkilatını kapattığınızdan zaten belli.
Yani Ulusal Süt Konseyi oluşturuldu, özerk bir kurum. Ulusal Süt Konseyi
süt fiyatlarını belirliyor ama yem fiyatları, süt
fiyatlarını geçiyor. Yani geçen hafta burada gösterdim. Yemin içinde
ne var? Buğday var, arpa var, soya var, mısır var, küspe var;
bunların hepsini ithal ediyorsunuz, kepeği ithal ediyorsunuz. E,
şimdi bu politikalarla olmaz. Ama Türkiyede ekilmeyen araziler var. Bu
arazilerde neden bir üretim planlaması yapılmaz? Neden binlerce, on
binlerce ziraat mühendisi işsiz iken, kamuda işe alınmaz iken
Türkiye, gıda denetimi için gıda mühendislerini işe almazsa
Yılda 500 bin tane buzağı ölüyor arkadaşlar, 500 bin tane.
O buzağıların yarısını kurtarabilsek yani
veterinerleri sahaya sürebilsek Türkiye hayvan ithalatı yapmaz; bu kadar
açık, bu kadar net.
Yani çok politika var. Köyleri dolaşıyoruz, köylerde genç
kalmamış. Neden? 17 bin tane köy okulunu
kapatmışsınız, gençler şehre inmiş. Gençler köyde
kalmak istiyor.
Şimdi, Koyun Projesi
çıkardınız. İki veya üç ay önce ben burada
eleştirmiştim sizi Böyle kredi verilmez. demiştim. Şimdi
haklı çıkıyorum,
üzülüyorum. Neden? Dün bir köye gittim, Edirnenin Keşan ilçesinin
Çobançeşmesi köyüne, isim de vereyim, çocuğun adı da Samet.
Samet 30 yaşında, 2 çocuğu var, 30 tane koyun istiyor. Siz
diyorsunuz ki: Kefil getir. Ya, temiz kefili nerede buldunuz? Tapu getir.
Tapusu yok. Çocuk köyde kalmak istiyor, tarım yapmak istiyor ama siz illa
mevzuat diyorsunuz. Ya, birazcık da güvenin, birazcık da güvenin,
üretim yapsın. (CHP sıralarından alkışlar) Yani
gençlerin önünü kapatmayın, açın. Türkiye, hiç olmadı,
meralarını korusun, koyunculuk yapsın, üretim yapsın.
Çocuğun bir de kahvesi var, kahvesini de
kapatmışsınız; beş aydır kahveler kapalı.
Köylerde insanlar sadece kahveye gidiyorlar. Kahveye kira veriyor ama diyor ki:
Ya, benim kira kontratım yok, köyde kahveye kontrat yapmaya gerek yok;
elden veriyorum, kira yardımı bile alamadım. Yani bu tip
durumlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Siz
geleceği göremiyorsunuz. Nitelikli bir tarım politikası
yapmadığınız zaten daha kasım ayında belli oldu.
Neden? Geçen seneki destekleme miktarı kadar destek verdiniz. Ya,
Türkiyede yem fiyatları mı artmıyor, mazot fiyatları
mı artmıyor, gübre fiyatları mı artmıyor? Hiç olmazsa
enflasyon oranında artırın. dedik, siz aynı desteği
verdiniz. 22 milyar lira destek verdiniz çiftçiye, aynı desteği bu sene
yine veriyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar? Sonunda ne
oluyor? Türkiye her şeyi ithal ediyor ve ithal etmeye devam ediyor,
ödediğimiz döviz gün geçtikçe artıyor. Köyler boşalıyor,
kentlerde başka sorunlar başlıyor. Ondan sonra ne oluyor? Biz
Tarımsal nüfus yaşlanıyor. diyoruz. Şu anda yaş
ortalaması 55-56 civarında ama sizin bir politikanız var
mı? Yok.
Genç
Çiftçi Projesi vardı, biz de destek verdik ama bu projeyi
sonlandırdınız, ona bütçe desteği vermediniz. Niye
vermiyorsunuz? Verdiğiniz destek zaten çok azdı,
yanlıştı.
ÖZKAN
YALIM (Uşak) Hepsi çeteye gidiyor.
OKAN
GAYTANCIOĞLU (Devamla) Ama şimdi yeter ki böyle bir proje getirin,
inanın biz size destek veririz. Niye vermeyelim? Çünkü bu ülke hepimizin.
Bu ülke üretirse kalkınır; bu ülke üretirse, hakça bölüşürse
çocuklarımızın geleceği iyi olur, yoksa iyi bir gelecek
yok. Yani çıkış var, ciddi bir bütçeyle, önce çiftçiyle
hesaplaşmanız lazım. Hesaplaşma ne? Çiftçinin borcunun
üzerine aynen böyle bir bardak su içeceksiniz. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Afiyet olsun.
OKAN GAYTANCIOĞLU
(Devamla) Diyeceksiniz ki: Çiftçinin borcunun faizini siliyorum,
anaparayı da bölüyorum. Alacağın var benden zaten. Niye? Yasa
onu öngörüyor, gayrisafi millî hasılanın yüzde 1i çiftçiye destek
olarak verilir. Yani hesaplaşıyorsunuz, sonra da Köylü milletin
efendisidir. diyorsunuz.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
VEYSEL EROĞLU
(Afyonkarahisar) Okan Bey, 34 tane baraj göleti yaptık Edirneye, daha
ne istiyorsunuz?
OKAN GAYTANCIOĞLU
(Edirne) Yaptınız, eksikler de var Sayın Bakanım.
VEYSEL EROĞLU
(Afyonkarahisar) Tamam, 8 tane daha yapacağız.
OKAN GAYTANCIOĞLU
(Edirne) Yapın.
ÖZKAN YALIM (Uşak)
Sayın Bakanım, siz zaten o görevde olsaydınız bu duruma
düşmezdik. Yani biz sizi arar olduk Sayın Bakanım; gerçek
söylüyoruz, şaka değil yani.
BAŞKAN Evet,
sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Sayın İbrahim Aydın.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Aydın, ilk
kurduğunuz -araştırma komisyonu başkanı
olduğunuzda- komisyona biz de geleceğiz, ne
yaptığınızı merak ettik Komisyonda.
AK PARTİ GRUBU ADINA
İBRAHİM AYDIN (Antalya) Teşekkür ediyorum Başkanım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Tıbbi ve Aromatik Bitkiler
Araştırma Komisyonumuzun hazırladığı raporla
ilgili sizleri bilgilendirmekten son derece mutlu olduğumu ifade ediyor,
Komisyonumuz adına Gazi Meclisimizi ve aziz milletimizi saygıyla
selamlıyorum.
Ülkemizin tıbbi ve
aromatik bitki çeşitliliğine ilişkin sorunlarını
tespit etmek ve bunlara yönelik çözüm önerilerini geliştirmek
maksadıyla, uzlaşı kültürüyle çalışarak bilimsel bir
raporun ortaya çıkmasına vesile olan saygıdeğer Komisyon
üyelerimize ve uzman arkadaşlarımıza sizlerin huzurunda
şükranlarımı sunuyorum.
Tıbbi ve aromatik bitki
çeşitliliğinin korunmasında, bunların üretiminde ve
pazarlanmasında karşılaşılan sorunlar ile
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisinde temsil edilen 5 partinin ortak kararıyla kurulan ve 8
Mayıs 2019 tarihinde çalışmalarına başlayan Meclis
Araştırması Komisyonumuz çalışmalarını
tamamlamıştır. Komisyonumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından kendisine tevdi edilen araştırma konusu
kapsamında öncelikle yol haritasını belirlemiş, daha sonra
da ilgili bakanlıklardan, kamu kurum ve kuruluşlarından,
üniversitelerden, uluslararası kuruluşlardan, akademisyenlerden,
uzmanlardan, üreticilerden, ülkemizin farklı yerlerinden gelen sivil
toplum örgütü ve özel sektör temsilcilerinden oluşan toplam 68 kişi
ve kuruluşu dinlemiştir. Ayrıca Komisyonumuz, tıbbi,
aromatik bitki çeşitliliğinin yoğun olduğu ve farklı
projeler geliştirilen Çorum, Balıkesir, Konya, Karaman; özellikle
Doğu Karadenizden başlayarak Rize, Artvin, Trabzon, Giresun, Ordu,
Samsun ve güneyde Hatay, Kilis, Gaziantep ve Şanlıurfa illerine
çalışma ziyaretleri gerçekleştirerek yerinde incelemeler
yapmış ve 250den fazla ilgili kişiden değerli bilgiler
edinmiştir. Bunlara ilaveten, ülkemizde yetiştirilen tıbbi
aromatik bitkilerin ticaretine yönelik istişarelerde bulunmak ve iki ülke
arasındaki ticaretin gelişmesine katkı sunmak üzere Çin Halk
Cumhuriyetine mensup 50 kişiden oluşan iş insanları
heyetini Türkiye Büyük Millet Meclisinde ağırlamıştır.
Özet olarak, gerek Türkiye
Büyük Millet Meclisinde konuşmacı olarak gerekse sahada bizlerle
birlikte olan üreticilerimizin ve özel sektör temsilcilerimizin
çalışmalarımıza aktif olarak katılması ve
yaşadıkları tecrübeleri paylaşmaları sayesinde sorunlar
daha detaylı incelenmiş, genel duruma ilişkin resim net bir
şekilde ortaya konulmuştur. Böylelikle alınması gereken
tedbirlere yönelik gerçekçi öneriler hazırlanarak oluşturulan
Araştırma Komisyonu raporumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına arz edilmiştir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi "web" sayfamızdan da 159 sıra sayılı
Raporumuza ulaşılabilmektedir.
Meclis
Araştırması Komisyonu tarafından yapılan inceleme ve
araştırmaların sonucunda, bu bitkilerin etkin bir şekilde
korunarak doğadan toplanması, yetiştirilmesi, işlenmesi ve
pazarlanması için, mevzuat düzenlemeleri yanında, kurumsal
yapıda, kontrol hizmetlerinde, AR-GE, eğitim, tanıtım ve
toplumsal bilinçlendirme alanlarında ihtiyaç duyulan çalışmalara
ilişkin çözüm önerileri ortaya konulmuştur. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu doğrultuda Komisyon raporunda
tıbbi ve aromatik bitkiler konusuna ilişkin 8 temel başlık
altında toplam 127 adet öneri hazırlanmıştır.
Bunlardan bazılarını konuşmam esnasında sizlerle
paylaşacağım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; malum olduğu üzere, bitkilerin tıbbi
alanda kullanımı ve iyileştirici etkilerinin bulunduğu
inancı insanlığın var olduğu çok eski çağlara
dayanmaktadır. Özellikle son yıllarda, tüm dünyada gıda,
baharat, boya, ilaç, kozmetik, parfüm gibi birçok alanda yaygın
şekilde kullanılan tıbbi ve aromatik bitkilere olan ilgi artarak
devam etmektedir. Son bir buçuk yıldır tüm dünyanın
yaşadığı Covid-19 pandemisi de bu konunun önemini teyit
etmiştir. Dünyada tıbbi ve aromatik bitki pazarı hacmi
yaklaşık 117 milyar dolar iken ülkemizde milyon dolarlarla ifade edilmektedir;
dünyada, yaşlanan nüfusun sağlık problemleri, refah
artışı ve bilinçli tüketicilerin artmasıyla birkaç yıl
içinde 200 milyar doları aşması beklenmektedir, ülkemizin hedefi
de 5 milyar dolardır.
Türkiye, dünyadaki 7
fitocoğrafya bölgesinin 3ünün yani Akdeniz, Avrupa-Sibirya,
İran-Turan bölgelerinin özelliğini taşımaktadır. Tüm
bu ekosistemlerin sonucu olarak ülkemiz biyolojik çeşitlilik
bakımından küçük bir kıta karakterine sahiptir. Ayrıca, tarihsel
gelişimi içinde Anadolunun göç yolları üzerinde bulunması ve
birçok medeniyete ev sahipliği yapması bitki çeşitliliğinin
ve zenginliğinin artmasında ve gen kaynaklarının
zenginleşmesinde önemli rol oynamıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bugün dünyada tarımı yapılan
birçok kültür bitkisinin gen merkezinin Anadolu toprakları olduğu
bilinen bir gerçektir. Ülkemizde, Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel
Müdürlüğünce yürütülen ve devam eden Nuhun Gemisi projesine göre, şu
ana kadar 3.857si endemik olmak üzere 13.425 doğal bitki türü tespit edilmiştir.
Bu zenginliğin yüzde 80i ise ormanlarımızdadır. Ülkemiz,
özellikle bitki biyolojik çeşitliliği açısından yüzde 28,7
endemizm oranıyla dünyada önemli bir yere sahiptir. Ülkemizin bitkisel
genetik kaynakları içerisinde tıbbi bitkilerin önemli bir yeri
bulunmaktadır. Bu nedenle, gerek doğadan toplanan ve gerekse kültürü
yapılan tıbbi ve aromatik bitkiler açısından ülkemiz büyük
bir ekonomik potansiyele sahiptir. Ülkemiz birçok farklı ekosisteme de
sahip olduğundan bitki çeşitliliği açısından Avrupa
Kıtasından daha zengindir. Örneğin bitki türü zenginliği
dünyaca kabul edilen ve Kafkas regionunda bulunan sadece Artvin ilimizdeki
bitki çeşitliliği Almanyadakinden daha fazladır. Bir nevi bitki
zenginiyiz ama ne yazık ki bu zenginlikten yeterince faydalanamıyoruz.
Zengin biyoçeşitliliğimize ve doğa ve floradaki çok sayıda
bitki zenginliğimize rağmen, dünyada hâlen ucuz ham madde tedarikçisi
konumundayız.
En yoğun tıbbi ve
aromatik bitki ithalatı yapan ülkelerin başında ABD,
İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda, Çin ve Hindistan gelmektedir. Bu
ülkeler aynı zamanda birçok bitkinin ihracatını da yapan ülkeler
konumundadır. Üretim ve ticaret bölgeleri dikkate
alındığında tıbbi ve aromatik bitki ticaretinin ve
mamul madde üretiminin daha çok gelişmiş ülkeler tarafından
yapıldığı, Uzak Doğu ülkelerinde ise ham madde
üretiminin öne çıktığı görülmektedir.
Değerli milletvekilleri,
tıbbi ve aromatik bitki sektöründeki lider ülke konumuna ulaşmak için
sadece üretimin yeterli olmadığı ortadadır. Zira her
yıl ülkemizde doğal olarak yetişen yüz binlerce ton tıbbi
ve aromatik bitkinin gerektiği gibi değerlendirilemediği, bunun
bir kayıp servet olduğu, yine üretime konu olan bu bitkilerin yüzde
90lık kısmının ise sadece ham madde olarak ihraç
edildiği ve ihraç edilen ülkeler tarafından katma değerli
ürünlere dönüştürülerek tekrar ülkemize yüksek fiyatlarla girdiği
hepimizin malumudur. Artık yerli ve millî üretimler yapmalıyız
ve markalı ürünleri ortaya koymalıyız.
Ülkemizde, doğadan
toplanarak iç ve dış ticareti yapılan 347 tür
bulunmaktadır. Bunların da ancak yüzde 30unun dış
ticaretinin yapıldığı bilinmektedir. İhracatta en
önemli bitkiler defne, kekik, kimyon, haşhaş, çay, anason, ada
çayı, mahlep, kırmızıbiber ve bitkisel çaylardır.
Türkiye dünyanın en önemli defne, kekik ve kimyon
ihracatçısıdır. Ülkemizin yıllık ithalatı göz
önüne alındığında ise en fazla karabiber, zencefil, çörek
otu, zerdeçal ve tarçın ithal edilmektedir. Ülkemizde tıbbi
bitkilerin en önemli kısmı doğadan toplanmakta ve toplanan
bitkiler arasında nesli tükenmekte olan türler de bulunmaktadır.
Türkiyede tüketilen veya
ticareti yapılan tıbbi bitkilerin tarımı da hedeflenen
seviyede değildir. Ancak son dönemlerde kültüre alma, çeşit
geliştirme ve üretim çalışmaları hız
kazanmıştır. Tarım, kırsal kalkınmanın
lokomotifidir. Tıbbi ve aromatik bitkilerin tarımı da bu alanda
sürükleyici rol üstlenecektir. Tıbbi ve aromatik bitkilerin
sağlığa olan katkısının yanında mevcut
tarım sisteminde münavebeye uygun olması, marjinal tarım
arazilerini kullanma yetenekleri, yetiştirilme teknikleri
açısından özellikle kadınlar, engelliler ve küçük aile
işletmelerince tercih edilebilecek ve gelişmekte olan bir sektör
konumundadır. Bu konuda toprağa ulaşım çok önemlidir.
Meclisimiz, üzerine düşeni yaparak gerek orman arazilerinden gerekse
hazine arazilerinden faydalanılması için yasal düzenlemeyi
yapmıştır.
Biraz önce bizim de Komisyon
üyemiz olan Milletvekilimiz Rıdvan Turan Bey dedi ki: İşte,
ormanlar açılarak tıbbi ve aromatik bitkilere yer açılacak,
ormanlar yok olacak. Tam tersine, bozuk orman alanlarında doğal
olarak yetişen ürünlerin özellikle dere içleri gibi -mesela yaban mersini-
o tür yerlerde üretimine izin verilecek ve toprağa da
ulaşıldığı zaman bu ürünler daha fazla üretilebilecek.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RIDVAN TURAN (Mersin)
Başkanım, öyle bir kayıt yok ki! Torba yasa geçti, öyle bir
kayıt yok yani düzenleme yapılacağına ilişkin hiçbir
kayıt yok.
İBRAHİM AYDIN
(Devamla) Kültüre alınan tıbbi ve aromatik bitkilerin biyolojisi ve
ekolojisi çok iyi bilinmelidir. Üretilen miktar kadar ürünün kalitesi, etken
maddelerin farmakopelere uygun olması, iyi tarım uygulamalarıyla
yetiştirilmesi, hasadı ve tüketiciye ulaşıncaya kadar olan
tüm süreçteki iş ve işlemlerin de titizlikle yürütülmesi gerekmektedir.
Bitkilerin hangi kısmının, ne zaman hasat edileceği,
toplanacağı konularına ilişkin bilgiler yetersizdir.
Doğru bitki türünün toplanabilmesi için toplama öncesi önlem
alınması gerekmektedir. Toplayıcılar genel botanik
bilgileriyle türlerin devamlılığının önemi
konularında eğitilmelidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; özellikle sağlık riski
taşıyan ürünler başta olmak üzere tıbbi ve aromatik
bitkilerin kullanım alanları ve şekli konusunda bilinç düzeyinin
yeterli olmaması önemli sağlık sorunlarına neden
olabilmektedir. Ülkelerin en büyük zenginliği, eğitimli ve bilinçli
insan kaynağıdır. Türkiyede gerek akademisyenlerin gerek
hekimlerin gerekse de sosyal alan uzmanlarının halk
sağlığını koruyucu ve geliştirici
uygulamaları ivedilikle hayata geçirmesi gerekmektedir.
Sağlık
Bakanlığı tarafından 2014 yılında yapılan ve
5.882 kişinin katıldığı araştırma
sonuçlarına göre, ülkemizde insanların yüzde 60ının
geleneksel ve tamamlayıcı tıp metotlarını
hayatının bir döneminde tedavi amaçlı kullandığı
tespit edilmiştir. Bunların da yüzde 59unun bitkisel ve bitkisel
karışımları kullandığı kaydedilmiştir.
Ülkemizde yıllardır geleneksel tedaviler kocakarı
ilaçları denilerek dışlandı, küçümsendi, olumsuz
algılar oluşturuldu. Hâlbuki bunlar geleneksel kadim bilgilerdir ve
değerlidir, diğer bir tabirle halk reçeteleridir. Avrupada da 150
milyondan fazla insan geleneksel tedavi yöntemlerinden yararlanmaktadır.
Bu hususta başı çeken ülke olan Almanyada halk geleneksel tedavi
yöntemlerinde yılda 10 milyar avro harcamakta ve söz konusu
harcamalarının yüzde 50si sigorta kurumlarınca ödenmektedir.
Diğer taraftan, geri
kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde özellikle gelir seviyesi
düşük olan 2,5 milyara yakın insan ise kimyasal ilaçlardan
yararlanamamakta ve başta bitkilerle tedavi olmak üzere, geleneksel Çin
tıbbı, Hint tıbbı, Tibet tıbbı, akupunktur,
şaman tıbbı, kaplıca tedavisi gibi farklı çözümlere
başvurmaktadır. Bu tedavilerin bir kısmı bazı
ülkelerde tıp eğitimi içerisinde yer almakta ve diplomalı
hekimler tarafından uygulanmaktadır.
İnsan
sağlığı istismar edilemez ve kutsaldır. Ülkemizde bu
konularda boşluktan veya belirsizlikten yararlanan bazı kesimler,
zayıflama ilaçları ile kanser önleyici, tedavi edici ve benzeri
ürünlerin ilaçlarını günümüzde birer sömürü aracı hâline
getirmişlerdir. Özellikle medya üzerinden pazarlanan ve ekonomik
değeri hızla artan tıbbi ve aromatik bitkiler sektöründe
suistimaller de yaygın hâle gelmiştir. Bu durum aynı zamanda
hasta ve hasta yakınları için umut tacirliğine
dönüşmüştür. Bu tür sorunların ortadan
kaldırılabilmesi için gerekli tedbirlerin alınması,
tarafların eğitimi ve toplumun bu konuda bilinçlendirilmesiyle
yakın ilişkilidir. Çünkü yıllardır sağlığı
iyileştirmek isteyen ülkeler ile sağlığı bozup sadece
sentetik kimyasal ilaç satmak isteyen ülkeler arasında kıyasıya
bir mücadele sürüp gitmektedir. Sağlık âdeta bir pazarlama aracı
hâline getirilmiştir. Mevzuata göre yasak olmasına rağmen
birtakım ürünlerin birçok hastalığa iyi geldiği ifade
edilerek kontrolsüz bir şekilde satışı
yapılabilmektedir. İlgili kurumlar denetimlerde yetersiz kalmakta ve
mevzuattaki birtakım boşluklar istismar edilmektedir. Bu hedefe
yönelik olarak yapılacak eğitim, tanıtım, pazarlama ve
destekleme çalışmalarıyla sektörün gelişmesi
hızlanacaktır. Uluslararası pazardan pay alınabilmesi için
de ülkesel bir pazarlama ve destekleme modelinin üretimden nihai ürüne kadar,
iş paketleri çerçevesinde analiz edilerek ivedilikle uygulanması
gerekmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bilindiği üzere ülkemizin en önemli cari
açık kalemlerinden biri de maalesef tıbbi cihaz ve ilaç sektörüdür.
Acilen bu konuda dışa
bağımlılığımızın azaltılması
veya asgari düzeye indirilmesi gerekmektedir. Bu konuyu da devamlı
gündemde tutarak bilinç oluşturmamız ve ülkemizin bu konuda da mesafe
almasını sağlamamız gerekmektedir. Bütün bu nedenlerle
tıbbi aromatik bitkilerin üretiminden işlenmesine, nihai ürünün elde
edilmesine ve pazarlanmasına kadar geçen sürecin etkin şekilde yönetimi
önem arz etmektedir. Bu sektörün tüm taraflarını eş güdüm
içerisinde yönlendirecek, acil çözüm gruplarını oluşturacak;
ilgili bakanlıklar, üniversiteler ve diğer kurum ve kuruluşlarca
önceden yapılan her türlü toplantı, çalıştay, sempozyum,
kongrelerde alınan kararları gözden geçirecek; kurum ve
kuruluşların görev ve sorumluluklarını ortaya koyacak,
gerekli görüldüğünde yeni birimler oluşturmaya karar verebilecek,
Cumhurbaşkanlığı nezdinde tıbbi ve aromatik bitkiler
üst kurulu kurulmasını sağlayacak düzenlemelerin
yapılması en elzem konudur.
Yine, özellikle her ilimizde
marka olabilecek tıbbi aromatik bitkilerin uygun havzalarda üretimlerinin
başlatılması, eylem planlarının hazırlanması
ve coğrafi işaret tescillerinin yapılması önem arz
etmektedir. Bunun en güzel örneklerine Doğu Karadeniz çalışma
ziyaretinde şahit olduk. DOKAPın desteğiyle ve ANG
Vakfının koordinatörlüğünde yürütülen proje kapsamında her
ile özgü bitkiler ön plana çıkarılmaya
çalışılmıştır. Örneğin doğal mevcut
bitkilerin yanında Artvinde alıç, Rizede dağ kekiği,
Trabzonda maviyemiş, Giresunda karayemiş, Samsunda sahlep gibi
bitkiler ön plana çıkarılarak halkımızla güzel örnekler
ortaya konulmuştur. Bu güzel projeden dolayı emeği geçenlere
sizlerin huzurunda da teşekkürlerimi sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
bu yüzden, tıbbi ve aromatik bitkiler konusunda âdeta bir seferberlik
başlatarak meslek taassubundan uzak, sadece ülkemizin yüksek menfaatini
düşünerek tüm ilgili meslek grupları ve konunun uzmanlarıyla bir
araya gelmeliyiz. Burada unutulmaması gereken, tıbbi ve aromatik
bitkiler konusu hiç şüphesiz tek başına doktorların veya
eczacıların veya kimyacıların çözeceği bir konu
değildir. Bu konu; korumadan üretime, üretimden katma değerli ürünler
oluşturulmasına, gerek yurt içinde kullanıma ve gerekse yurt
dışına ihraç edilmesine kadar, doktorlar, eczacılar,
kimyacılar gibi mesleklerin yanında orman mühendisleri, ziraat
mühendisleri, biyologlar, botanikçiler, sistematikçiler, laborantlar, girişimcileri
gibi birçok meslek grubunun ve iş insanlarının bilgi birikimi ve
ortak hareket etmeleriyle çözülebilir. Nihai amacımız;
üniversitelerimiz, sanayicimiz, girişimcilerimiz ve köylümüzle iş
birliği içerisinde yeni ürünler üreterek ülkemizi ham madde tedarikçisi
konumundan yüksek katma değerler ihraç eden bir ülke konumuna
taşımaktır; ülkemiz için büyük bir ekonomik değer olan
tıbbi ve aromatik bitki çeşitliliğini korumak, üretimini
artırmak ve pazarlamasını sorunsuz hâle getirip doğal ve
sağlıklı ürünleri insanımıza sunmaktır.
Sonuç olarak hazırladığımız
Komisyon raporunda, tıbbi ve aromatik bitkiler konusunda ülkemizde ve
dünyada durum nedir, bu konuda ülkemize has sorunlar nelerdir, çözüm önerileri
neler olmalıdır, hangi konularda gerideyiz, önümüzdeki süreçte acilen
neler yapmalıyız gibi konuları gerçekçi bir şekilde ortaya
konulmuş ve ülke olarak durumumuzu sorgulayan, kurumsal yapı ve
mevzuat değişikliği dâhil tüm engellerin ortadan
kaldırılacağı bir çalışma ortaya konulmuştur.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken Komisyonumuzun
çalışmalarının ve raporumuzun bir son değil, bir
başlangıç olduğunun bilincinde olarak bundan sonraki süreçte de
tıbbi ve aromatik bitkiler konusunda farkındalığı olan
milletvekilleri olarak sektöre ilişkin sorunların takipçisi
olacağımızı belirtmek isterim.
Komisyonumuzun
çalışmalarının yürütülmesinde desteklerini esirgemeyen
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız Sayın Mustafa
Şentop Beyefendiye, 26ncı Dönemde Komisyonumuzun kurulmasına
vesile olan önergeleri veren tüm imza sahiplerine, özellikle de şu anda
beni izleyen ilk başta Orman ve Su İşleri Bakanımız
Profesör Doktor Veysel Eroğluna, Komisyonumuzun kurulmasını
destekleyen Parlamento üyelerine, Komisyonumuzda birlikte çalıştığımız
tüm üyelerimize
Burada isimlerini de saymadan geçemeyeceğim:
Eskişehir Milletvekilimiz Arslan Kabukcuoğlu, Ankara Milletvekilimiz
Nevin Taşlıçay, Mersin Milletvekilimiz Rıdvan Turan, Ankara
Milletvekilimiz Servet Ünsal, Edirne Milletvekilimiz Okan
Gaytancıoğlu, Bursa Milletvekilimiz Erkan Aydın, Mersin
Milletvekilimiz Ali Cumhur Taşkın, Artvin Milletvekilimiz Ertunç
Erkan Balta, Bursa Milletvekilimiz Refik Özen, Şanlıurfa
Milletvekilimiz Zemzem Gülender Açanal, Karaman Milletvekilimiz Recep
Şekerin büyük destekleri oldu. Yine 14 kurumdan gelen kıymetli
uzmanlarımıza; Komisyonumuza bizzat sunum yapan ve
sorularımızı cevaplayan, bilgi, belge sunan ve
çalışmalarımıza katkı sağlayan tüm resmî kurum ve
kuruluşlara; sivil toplum kuruluşlarına, akademisyenlere, özel
sektör temsilcilerine, üreticilerimize; Komisyon olarak çalışma
ziyaretlerimizde illerinde bizleri misafirperverlikle ağırlayan
milletvekillerimize, mülki idarelerimize yani valilerimize,
kaymakamlarımıza ve yerel yöneticilerimize, belediye
başkanlarımıza Komisyonumuz adına en içten
teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu raporun
sonuçlarının ülkemize ve insanımıza hayırlı
sonuçlar getirmesini temenni ediyor; Gazi Meclisimizi, siz değerli
milletvekillerimizi tekrar sevgi, saygı ve muhabbetle selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri, alkışlar; MHP
ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Tıbbi ve
Aromatik Bitki Çeşitliliğinin Korunmasında, Bunların
Üretiminde ve Pazarlanmasında Karşılaşılan Sorunlar
ile Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan
Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel
görüşme tamamlanmıştır.
Gündemimizdeki konular
tamamlanmıştır.
Alınan karar
gereğince kanun teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için, 24 Şubat 2021 Çarşamba günü
saat 14.00de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati:
22.47
(x) 7/4/2020 tarihli 78inci Birleşimden itibaren, coronavirüs salgını sebebiyle Genel Kurul Salonundaki Başkanlık Divanı üyeleri, milletvekilleri ve görevli personel maske takarak çalışmalara katılmaktadır.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
(x) 200 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(xx) (10/242, 349, 392, 394, 397, 401) esas numaralı Meclis Araştırması Önergelerinin ön görüşmeleri 6/11/2018 tarihli 14üncü Birleşimde yapılmıştır.
(x) 199 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(xx) (10/184, 185, 281, 403, 585, 604, 734, 914, 915, 917, 920, 921) esas numaralı Meclis Araştırması Önergelerinin ön görüşmeleri 5/2/2019 tarihli 48inci Birleşimde yapılmıştır.
(x) 159 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(xx) (10/361, 405, 406, 407, 410) esas numaralı Meclis Araştırması Önergelerinin ön görüşmeleri 7/11/2018 tarihli 15inci Birleşimde yapılmıştır.