TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
11inci
Birleşim
26
Ekim 2021 Salı
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- OTURUM BAŞKANLARININ
KONUŞMALARI
1.- Oturum
Başkanı TBMM Başkan Vekili Celal Adanın, Türkiye
Cumhuriyetinin müdafaayinefis için Suriye ve Irakta varlık göstermek
zorunda olduğuna, yüz yıl önce Mehmetçikin arkasında duran
kurucu Meclisin ruhunun bugün yine konuşacağını ümit
ettiğine ve Suriye ve Irakla ilgili tezkerelerin etkisinin sadece Suriye
ve Irakta değil, Türkiyeyi köşeye sıkıştırmak
isteyen bütün güçlerin tam kalbinde hissedileceğine ilişkin
konuşması
2.- Oturum
Başkanı TBMM Başkan Vekili Celal Adanın, Meclis
Başkan Vekilleri ve Grup Başkan Vekilleriyle yapılan
toplantıda İç Tüzüke bağlı kalma ve 20 kişiye söz
verme noktasında bir kabulün söz konusu olduğuna fakat sisteme
giremeyen milletvekillerinin taleplerini de yerine getireceğine ilişkin
konuşması
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- İstanbul
Milletvekili Memet Bülent Karataşın, İstanbulun
sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- İstanbul
Milletvekili Onursal Adıgüzelin, Türkiyedeki genç işsizlik sorununa
ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Bursa
Milletvekili Emine Yavuz Gözgeçin, kadın girişimcilerin Türkiyedeki
gelişimine ilişkin gündem dışı
konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Bursa
Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlunun, Bursanın
Orhangazi ilçesinin Muradiye Mahallesindeki üst geçit sorununa
ilişkin açıklaması
2.- İzmir
Milletvekili Murat Çepninin, savaş tezkeresine hayır diyeceklerine
ilişkin açıklaması
3.- Kocaeli
Milletvekili Sami Çakırın, sınır güvenliğine
ilişkin açıklaması
4.- Erzurum
Milletvekili İbrahim Aydemirin, Ziya Gökalpın 97nci ölüm yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
5.- İstanbul
Milletvekili Arzu Erdemin, kadınlara muhtarlık ve köy ihtiyar
heyetlerinde seçme ve seçilme hakkı verilmesinin 88inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
6.- Mersin
Milletvekili Cengiz Gökçelin, Mersin Erdemlideki ardıç
ağaçlarının kesilmesinin durdurulması gerektiğine
ilişkin açıklaması
7.- Kastamonu
Milletvekili Hasan Baltacının, şeker fabrikalarının
piyasaya şeker satışının durdurulmasına
ilişkin açıklaması
8.- Mersin
Milletvekili Hacı Özkanın, Türkiyenin egemenlik hakları
konusundaki beyanlarda herkesi daha dikkatli olmaya davet ettiğine
ilişkin açıklaması
9.- Malatya
Milletvekili Mehmet Celal Fendoğlunun, helikopter ambulans hizmetlerine
ilişkin açıklaması
10.- Burdur
Milletvekili Mehmet Gökerin, İŞKUR İşbaşı
Eğitim Programlarının yeniden
başlatılmasının aciliyet arz ettiğine
ilişkin açıklaması
11.- Antalya
Milletvekili Feridun Bahşinin, Ziya Gökalpın ölüm yıl dönümüne
ve Akdeniz Üniversitesi Merkez Yemekhane İşletme Müdürlüğünde
çalışan işçilerin kadro taleplerine ilişkin
açıklaması
12.- Mersin
Milletvekili Ali Cumhur Taşkının, Türkiyenin ihracatta rekor
kırdığına ilişkin açıklaması
13.- Iğdır
Milletvekili Habip Eksikin, Iğdırın Karakoyunlu ilçesine
bağlı Mürşitali köyündeki tapusuz arazi sorununa ve Patnos
Cezaevindeki mahpusların Kürtçe mektuplarının tercüman
ücretlerinin tutuklulardan talep edilmesinin hukuk dışı
olduğuna ilişkin açıklaması
14.- Kahramanmaraş
Milletvekili Sefer Aycanın, trafik kazasında hayatını
kaybeden Doktor Rümeysa Şene Allahtan rahmet dilediğine ve
sağlık personelinin çalışma şartlarına
ilişkin açıklaması
15.- Edirne
Milletvekili Okan Gaytancıoğlunun, çeltik üreticisinin
sorunlarına ilişkin açıklaması
16.- Ağrı
Milletvekili Abdullah Koçun, Ağrının eğitim
alanındaki sorunlarına ilişkin açıklaması
17.- Niğde
Milletvekili Selim Gültekinin, ABD Büyükelçiliğinin Viyana
Sözleşmesinin 41inci maddesine atıfta bulunarak
yaptığı açıklamaya ve Türkiyenin tam
bağımsız bir ülke olduğuna ilişkin
açıklaması
18.- Balıkesir
Milletvekili Fikret Şahinin, Isparta Şehir Hastanesindeki
usulsüzlükle ilgili belgede Sağlık Bakan Yardımcısı
Şuayip Birincinin imzası olduğuna ilişkin
açıklaması
19.- Şırnak
Milletvekili Hüseyin Kaçmazın, cezaevlerindeki hukuk dışı,
ırkçı ve saldırgan uygulamalardan derhâl vazgeçilmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
20.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Çelebinin, Memleket Partisi olarak tezkereye evet
oyu vereceklerine ilişkin açıklaması
21.- Sivas
Milletvekili Ahmet Özyürekin, Âşık Veyselin doğumunun 127nci
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
22.- Şanlıurfa
Milletvekili Ömer Öcalanın, Şanlıurfanın Suruç ilçesinin
sorunlarına ilişkin açıklaması
23.- Gaziantep
Milletvekili İmam Hüseyin Filizin, Adıyamanın Gölbaşı
ilçesindeki üniversite öğrencilerinin yurt sorununa ilişkin
açıklaması
24.- Gaziantep
Milletvekili İrfan Kaplanın, Gaziantepin Alpaslan ve
Fıstıklık Mahalleleri arasına üst geçit yapılması
gerektiğine ilişkin açıklaması
25.- Mersin
Milletvekili Olcay Kılavuzun, Mersin Büyükşehir Belediyesi ve
diğer CHPli belediyelerde işçi kıyımı
yaşandığına ilişkin açıklaması
26.- Sivas
Milletvekili Semiha Ekincinin, iç işlerimize burnunu sokmaya
çalışanların Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğanın kararlı ve dik duruşu sayesinde geri adım
attığına ve Âşık Veyselin doğumunun 127nci
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
27.- Kocaeli
Milletvekili Lütfü Türkkanın, Kuzey Irakın Avaşin bölgesinde
şehit olan Uzman Çavuş Yunus Emre Yalmana Allahtan rahmet,
yakınlarına başsağlığı ve yaralı
askerimize de acil şifalar dilediğine, Sağlık eski
Bakanı Osman Durmuşun ölüm yıl dönümüne, Ziya Gökalpın
97nci ölüm yıl dönümüne, İYİ Partinin 4üncü kuruluş
yıl dönümüne, asgari ücretin döviz kuru karşısında erimeye
devam ettiğine, Kocaeli Gebze Eskihisardaki balıkçıların
sorunlarına, Çankırıdaki üniversite öğrencilerinin
barınma sorununa ve TBMM web sayfasında Birleşmiş
Türkiye şeklindeki hatalı yazımın düzeltilmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
28.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, Pençe-Yıldırım Harekâtı
bölgesinde şehit olan Uzman Çavuş Yunus Emre Yalmana Allahtan
rahmet, kederli ailesine başsağlığı ve yaralı
askerimize de acil şifalar dilediğine, Ziya Gökalpın 97nci ölüm yıl dönümüne, Âşık Veyselin doğumunun 127nci yıl
dönümüne, Sağlık eski Bakanı
Osman Durmuşun ölüm yıl dönümüne, bazı Batılı ülkeler
ve uluslararası kuruluşlar tarafından Türkiye aleyhinde
yürütülen asılsız itham ve kara propagandalara ilişkin
açıklaması
29.- Siirt
Milletvekili Meral Danış Beştaşın, Türkiyenin hukuka
uymak durumunda olduğuna ve büyükelçiler meselesinde de önce
sinirlenmiş gibi yapıp sonra geri adım atmanın ancak bu
iktidarın yapabileceği bir şey olduğuna, Zerzevan Kalesine
reklam araçları konulmasının doğru
olmadığına, cezaevlerinde işkencenin sistematik bir hâl
aldığına ve bunu asla kabul etmeyeceklerine ilişkin
açıklaması
30.- Manisa
Milletvekili Özgür Özelin, Pençe-Yıldırım Harekâtı
bölgesinde şehit olan Uzman Çavuş Yunus Emre Yalmana Allahtan
rahmet, milletimize ve ailesine başsağlığı
dilediklerine, Asistan Doktor Rümeysa Şenin ölümüne yoğun iş
yükü ve uykusuz nöbetlerin yol açtığına, sağlık
çalışanlarının sorunlarıyla ilgili bir araştırma
komisyonu kurulması noktasında bütün gruplardan destek
beklediklerine, İYİ Partinin 4üncü kuruluş yıl dönümüne,
İçişleri Bakanı Süleyman Soylunun kuzeni Mehmet Soylunun
yolsuzluk soruşturmasının yürütüldüğü SGK Teftiş
Kurulu Başkanlığına Süleyman Soylunun Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı dönemindeki Hukuk Müşaviri
Oğuzhan Tekinin atanmasını herkesin vicdanına
bıraktığına ve İstanbulda ve Ankarada 2 no.lu
Baronun kurulması için kamu avukatlarına baskı
yapıldığına ilişkin açıklaması
31.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaşın, cumhuriyetin 98inci kuruluş
yıl dönümünü kutladığına, gündemde bulunan asker
göndermeyle ilgili tezkerelere ve İstanbulda ve Ankarada 2 no.lu Baronun
kurulması için kamu avukatlarına baskı
yapıldığıyla ilgili bir haksızlık varsa bunun
takipçisi olacaklarına ilişkin açıklaması
32.- Siirt
Milletvekili Meral Danış Beştaşın, Deniz Poyraz
davasıyla ilgili ayrıntıları mutlaka öğreneceklerine
ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının, Türk Dili Konuşan Ülkeler
Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA) Türk Grubunun AK PARTİ Grubu
kontenjanından İstanbul Milletvekili İsmet Uçmanın
vefatı nedeniyle boşalan üyelik için AK PARTİ Grubu
Başkanlığınca İstanbul Milletvekili Erol Kayanın
aday gösterildiğine ilişkin tezkeresi (3/1706)
2.- Türkiyenin millî
güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve
her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde
gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriyedeki tüm terör örgütlerinden
ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf
etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî
güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiyenin güney kara
sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir
meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla
ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiyenin menfaatlerini
etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre
ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve
dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut,
şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin
olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde
sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı
ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı
silahlı kuvvetlerin Türkiyede bulunması, bu kuvvetlerin
Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre
kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü
tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin
Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre
yapılması için 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı Türkiye
Büyük Millet Meclisi Kararıyla verilen ve son olarak 7/10/2020 tarihli ve
1266 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla 30/10/2021
tarihine kadar uzatılan izin süresinin Anayasanın 92nci maddesi
uyarınca 30/10/2021 tarihinden itibaren iki yıl
uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1704)
3.- Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFILin görev süresinin uzatılması
yönündeki 2591 (2021) sayılı Kararı çerçevesinde, hudut,
şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının; 1701 (2006) sayılı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880
sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen
ilkeler kapsamında; Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü
bünyesinde UNIFILe, 31/10/2021 tarihinden itibaren bir yıl daha
iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin
Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasanın 92nci
maddesi uyarınca izin verilmesine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1705)
B) Önergeler
1.- Kütahya Milletvekili
Ali Fazıl Kasapın, (2/3714) esas numaralı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Mali ve Sosyal Haklarında Düzenlemeler ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi'nin
doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasına ilişkin önergesi
(4/144)
VII.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu
Önerileri
1.- Danışma
Kurulunun, Anayasa'nın 92nci maddesi kapsamında sunulan (3/1704) esas
numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin
görüşmelerinde siyasi parti grupları adına yapılacak
konuşmaların süresinin en fazla 2 konuşmacı tarafından
kullanılabilmesine; bu birleşimde gündemin
Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları
kısmında yer alan işlerin tamamlanmasına kadar
çalışmaların sürdürülmesine ilişkin önerisi
VIII.- YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- Kocaeli Milletvekili Ömer
Faruk Gergerlioğlu'nun, Marmara Denizi'ndeki oksijen oranının
azalmasına yönelik alınacak tedbirlere,
- Tunceli Milletvekili Alican
Önlü'nün, Tunceli'nin Ovacık ilçesinde yapımı devam eden
TOKİ konutlarının ne zaman tamamlanacağına,
- İstanbul Milletvekili
Züleyha Gülüm'ün, Malatya'da yürütülen maden arama faaliyetlerine,
İlişkin
soruları ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un
cevabı (7/51938),(7/51939),(7/52099)
2.- İzmir Milletvekili
Bedri Serter'in, TÜBİTAK tarafından denizlerin korunmasına
yönelik verilen desteklere ilişkin sorusu ve Sanayi ve Teknoloji
Bakanı Mustafa Varank'ın cevabı (7/53191)
3.- Gaziantep Milletvekili
İrfan Kaplan'ın, Bakanlığa yöneltilen yazılı soru
önergelerinin cevaplanma durumuna ilişkin sorusu ve Sanayi ve Teknoloji
Bakanı Mustafa Varank'ın cevabı (7/53192)
4.- İzmir Milletvekili
Bedri Serter'in, Temmuz 2018'den bu yana İzmir'de KOSGEB kredilerinden
yararlananlara ilişkin sorusu ve Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa
Varank'ın cevabı (7/53193)
26 Ekim 2021 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkan
Vekili Celal ADAN
KÂTİP ÜYELER: Mustafa AÇIKGÖZ
(Nevşehir), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin 11inci
Birleşimini açıyorum.(x)
Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
III.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili
Celal Adanın, Türkiye Cumhuriyetinin müdafaayinefis için Suriye ve
Irakta varlık göstermek zorunda olduğuna, yüz yıl önce
Mehmetçikin arkasında duran kurucu Meclisin ruhunun bugün yine
konuşacağını ümit ettiğine ve Suriye ve Irakla ilgili
tezkerelerin etkisinin sadece Suriye ve Irakta değil, Türkiyeyi
köşeye sıkıştırmak isteyen bütün güçlerin tam kalbinde
hissedileceğine ilişkin konuşması
BAŞKAN Değerli milletvekilleri,
kurulduğu günden beri Türkiye Büyük Millet Meclisinin kader çizgisi ile
Türk milletinin rotası birbirini tamamlamıştır. Türk
milletinin ateş ve ihanetle imtihana çekildiği günlerde
işgalciye teslim olmayanlar kutlu Meclisin temelini
atmıştır. Son Osmanlı Mebusan Meclisinin harp yorgunu
sıralarından, Kuvayımilliyenin barut kokan saflarından
yola çıkanlar bu çatının altında
toplanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürkün önderliğinde ay
yıldızın ışığını yükseltenler, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin de kurucu kadrosu olmuştur. Onların emsalsiz
kahramanlıkları sayesinde bu Meclis gazi unvanıyla
şereflenmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, devletin kurucusu,
milletin koruyucusudur. Türk milletinin Meclisi, Türk askeriyle omuz omuza
vermiş, Polatlıya kadar ilerleyen düşmana karşı
direnmiştir. Sakaryada destan yazan ruhun arkasında bu Meclisin
Mehmetçike verdiği teminat vardır. Büyük Taarruzun süvarileri
dörtnala hücuma kalkmışken onların hızına rüzgâr katan
güç, bu Meclisin onlara duyduğu inançtır.
Bugün de Türkiye Cumhuriyeti müdafaayinefis için
Suriye ve Irakta varlık göstermek zorundadır. Ankarada,
İstanbulda, İzmirde, Hatayda, Trabzonda, Diyarbakırda
bombalar patlamasın diye bu milletin evlatları
sınırlarımızın ötesinde nöbettedir. Bu tezkere,
PKKnın, PYDnin, IŞİDin ve hudutlarımızın
ötesinde pusu kurup Türkiyeyi avlamaya çalışanların kâbusudur.
Türkiyenin kendini koruma refleksi dünyanın en meşru hareketidir. Bu
meşruiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tasdik edilmesi
hayatidir.
Ümit ediyoruz ki yüzyıl önce Mehmetçikin
arkasında duran kurucu Meclisin ruhu bugün yine konuşacaktır. Bu
tezkerenin etkisi yalnızca Suriyede, Irakta değil; Türkiyeyi
köşeye sıkıştırmak isteyen bütün güçlerin tam kalbinde
hissedilecektir.
Bu vesileyle tekrar saygılarımı
sunuyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
Gündeme geçmeden önce 3 sayın milletvekiline
gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, İstanbulun
sorunları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Memet
Bülent Karataşa ait.
Buyurun Sayın Karataş. (MHP
sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
İstanbul Milletvekili Memet Bülent
Karataşın, İstanbulun sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşması
MEMET BÜLENT KARATAŞ (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul kentimizin
sorunları hakkında konuşma yapmak üzere gündem
dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi ve
Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepimizin malumu
olduğu üzere bu makamlar bizlere vatandaşların temsil
makamı olarak tayin edilmiştir. Bu görevi layıkıyla yerine
getirmek, bu makamların hakkını vermek bizim en asli
görevimizdir. Bu bağlamda, seçim bölgem olan ve 17 milyon nüfusuyla
ülkemizin en büyük şehri olan İstanbulumuzun sorunlarından
sizlere kısaca bahsetmek istiyorum. İstanbul gibi büyük bir kentin
elbette problemleri, sıkıntıları olacaktır. Bu
problemlerin çözümü için de kentin tüm paydaşları üzerine düşeni
yapmalıdır. Bu paydaşlar içerisinde en önemli aktör
kuşkusuz halkın iradesiyle göreve gelen yerel yönetimlerdir.
İstanbul gibi dinamik bir kentin kesintisiz ve kaliteli bir hizmet
anlayışıyla yönetilmesi esastır. İstanbulun hizmet
ihtiyacını karşılamak Büyükşehir Belediyesinin tek
görevidir ancak gelin görün ki vatandaşlarımız İstanbulda
büyük bir hizmet yoksunluğu yaşandığını,
özellikle çevre kirliliği, ulaşım ve altyapı
sorunlarının had safhaya ulaştığını ifade
etmektedirler.
Değerli milletvekilleri, bildiğimiz üzere,
İstanbulumuzda özellikle denizlerimizde yaşanan kirlilik ülkemize
yakışmayacak oranlara yaklaştı ve bu yıl ülkece ciddi
bir müsilaj sorunuyla mücadele ettik. Kirlilik bu boyutlara gelmeden evvel
Marmara Denizinde yaşanan renk değişimi ve ağır
kokuyla birlikte kirlilik seviyesi alarm vermekteydi. Bizler de geçtiğimiz
yıl ekim ayında vermiş olduğumuz yazılı soru
önergesiyle, yaşanan kirliliğin ciddi boyutlara ulaşmaması
için gerekli uyarıları yapmıştık, özellikle
arıtma tesislerinin bu konudaki öneminin altını çizmiştik
ancak tüm aşamaları tamamlanmış ileri biyolojik arıtma
tesisi projelerini Gerek yok. diyerek iptal eden Sayın
İmamoğlu ve İstanbul Belediyesi yönetimi bu
uyarılarımızı ciddiye almamıştır. Ve ne
yazık ki söz konusu soru önergemizi Meclisimize sunduktan altı ay
sonra müsilaj sorunu patlak vermiştir.
Ardından, İETT otobüslerinde sıkça
yaşanan arızaları ve kazaları ele
aldığımız bir yazılı soru önergesi daha sunduk.
Yolcu güvenliği konusunu bir kez daha gündeme getiren bu
arızaların neden kaynaklandığını İstanbul
Büyükşehir Belediyesi yönetimine sorduk, bakım ve onarım
periyotlarıyla ilgili bilgi istedik ve ne yazık ki dünyanın en
genç toplu taşıma filosuna sahip olmasına rağmen her gün
arızalanan bu otobüslerin arıza sebeplerine ilişkin yine
herhangi bir bilgi alamadık.
Duyarsızlığı ve hizmet
kalitesiyle her yerden patlak veren İstanbul Büyükşehir Belediyesinde
bu defa da İSKİ boruları patlamaya başladı.
İstanbulun birçok semtinde ve ana arterlerde yaşanan içme suyu
hattı arızaları su kayıp ve kaçakları oluşturarak
kesintilere sebep oldu, kesintilerin yanı sıra büyük bir su israfı
da yaşandı. Öyle ki İSKİnin 2020 verilerine göre sisteme girilen
toplam su miktarının yüzde 18i temin ve dağıtım
sistemlerinden kaynaklanan kayıp ve kaçaklardan dolayı israf edildi.
Bunun çok ciddi bir oran olduğunun altını çizmek isterim. Can
güvenliği açısından da büyük risk oluşturan bu patlamalar
sonucu su baskınları ve ani çökmeler meydana geldi.
Hatırlarsınız, geçtiğimiz haziran ve temmuz aylarında
oluşan bu çukurlara bir minibüs ve bir motosikletli kurye düşmüş
ve son anda kurtarılmışlardı.
Değerli milletvekilleri, yine, son olarak
sunduğumuz yazılı soru önergesinde ise İstanbul'un bitmeyen
çilesi trafik sorununa yer verdik. Trafik sorununun çözümü konusunda en önemli
adımlardan biri de kuşkusuz ki metro inşaatlarının
tamamlanmasıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEMET BÜLENT KARATAŞ (Devamla) - Sayın
Başkan
BAŞKAN - Buyurun Sayın Karataş,
toparlayın.
MEMET BÜLENT KARATAŞ (Devamla) - Ancak
İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimi ne yazık ki bu konuda da
sınıfta kalmıştır. İstanbul'un ulaşım
sorununun mevcut Başkanın keyfine kalmaması gerektiği
ortaya çıkmış, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından yarım bırakılan metro projeleri
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından
devralınmıştır. Buna rağmen, yapımı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen ve
tamamlanması gereken Ataköy-İkitelli metro hattı
çalışmaları bir türlü tamamlanmamıştır. 2019
yılına kadar zaten yüzde 80 oranında tamamlanan Ataköy metro
hattı neden hâlâ tamamlanmamıştır, anlamak mümkün değildir.
İstanbullu her gün yeni bir hizmet kusuru ve
yetersizliğiyle mağdur olurken turistik ziyaretlerine devam eden
Sayın İmamoğlu, sadece boş zamanlarında belediye
binasına uğramaktadır; İstanbul'un sorunlarına
kayıtsız kalmaya devam ederek il il, ilçe ilçe gezmekte,
İstanbulun problemleri çığ gibi büyümektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEMET BÜLENT KARATAŞ (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, konuşmama son vermeden evvel bir kez daha Sayın
İmamoğlunu İstanbulluların gerçek sorunlarına kulak
vermeye davet ediyor, saygıdeğer Meclisimizi ve siz değerli milletvekillerimizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Gündem dışı ikinci söz,
Türkiyede genç işsizlik hakkında söz isteyen İstanbul
Milletvekili Onursal Adıgüzele ait.
Buyurun Sayın Adıgüzel. (CHP
sıralarından alkışlar)
2.-
İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzelin,
Türkiyedeki genç işsizlik sorununa ilişkin gündem
dışı konuşması
ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gençlerin en önemli
sorunlarından biri olan işsizlik meselesi üzerine söz almış
bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Tüm Türkiyeyi olduğu gibi gençleri de kara bir
kış bekliyor. Gençlerin tek bir sorunu yok, gençlerin önünde bir
sorunlar yumağı var. Bu sorunlar yumağının tek bir
sorumlusu var, o da Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı. Bugün
cumhuriyet tarihinin en büyük işsizlik oranıyla karşı
karşıyayız. Gençlerin istihdam sorununa çözüm bulmayan ekonomi
politikaları gençleri umutsuzluğa sürüklemiş durumda,
milyonlarca genç işsiz. Öyle bir tablo var ki karşımızda
Adalet ve Kalkınma Partisinin TÜİKi bile 4 gençten 1inin işsiz
olduğunu söylüyor; 2 milyon 805 bin genç ne eğitimde ne de
istihdamda. Hani, Batı bizi kıskanıyor ya, Batı ülkelerinin
ortalamasına baktığımızda, Batıda, OECD
ülkelerinde 10 gençten 1i işsizken Türkiyede her 3 gençten 1i
işsiz. Değerli arkadaşlar, iş bulan
arkadaşlarımız da öyle mükemmel bir hayat sürmüyor. Sizin
kurmuş olduğunuz mazlumdan alan, yandaşa veren düzen sonucu, 3-4
üniversite bitirmiş genç arkadaşlarımız asgari ücretle
çalışmak zorunda kalıyor, hatta iş bulan her 100
kişiden 32si kayıt dışı çalışmak zorunda.
Hâl böyle olunca, gençlerin tek hayali ne oluyor? Tek hayali, yurt
dışına göç etmek oluyor.
İktidar Büyüyoruz, uçuyoruz,
kanatlanıyoruz! diyor. Evet arkadaşlar, Türkiyede uçan, kaçan,
büyüyen, kanatlanan gençler var! Bakın, TÜGVA gençliği
TÜGVA
listelerindeyseniz işsizlik derdiniz yok; KPSSden
Peki, geçmişte yaptığınız
gibi hâlâ ne yapıyorsunuz, biliyor musunuz? Liyakatsiz isimleri devlet
kadrolarına dolduruyorsunuz ve hiç yüzünüz kızarmıyor. Dönüp
diyorsunuz ki: Gençler iş beğenmiyor. Değerli arkadaşlar,
yüksek lisans mezunu genç bu ülkede garsonluk yapıyor, atanamayan
öğretmen tuvalet temizliyor. Gençler, haksızlığa,
hukuksuzluğa isyan ediyor, On iki saat çalışıyorum,
insanca yaşayamıyorum. diye şikâyet ediyor, 90 puan
aldım, torpilli biri önüme geçti. diye karşı çıkıyor,
gençler Hayatta kalmak değil, yaşamak istiyorum. diyor, Bir
sinemaya giderken, bir kitap alırken, bir akşam
dışarıda yemek yerken kara kara düşünmek istemiyorum.
diyor ama siz, gençlerin sorunlarına kulaklarınızı tıkamışsınız.
Son günlerde bir moda çıktı, gençler
sorunlarını anlatıyor, oradan bir AKPli dayı araya giriyor
Telefonunu çıkar. diyor. Değerli arkadaşlar, gençlerin cebinde
telefondan başka ne kaldı! Gençlerin dünyayla tek iletişimi o
cep telefonuyla, ona da mı göz diktiniz?
Peki, şu tablodan niye bahsetmiyorsunuz?
Bakın değerli arkadaşlar, Türkiyede bir genç son model bir
telefon alabilmek için doksan iki buçuk gün çalışmak zorunda, hiç
başka bir şey de yiyip içmemesi lazım. Peki, bizi kıskanan
Almanyada durum ne? Sadece dokuz buçuk gün. Bu 10 kat farkın sorumlusu
kim? Bu 10 kat farkın sorumlusu on dokuz yıllık Adalet ve Kalkınma
Partisi iktidarı. (CHP sıralarından alkışlar)
Üç hafta önce Ulusal Genç İstihdam Stratejisi
ve Eylem Planı açıkladınız, yine böyle büyük laflar. Peki,
ne diyor bu planda? Diyor ki: Genç işsizlik oranını yüzde
17,8e düşüreceğim. Yani Adalet ve Kalkınma Partisinin hedefi,
gençlere verdiği müjde, her 5 gençten 1inin işsiz olacağını
söylemek. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisinin Türkiyeyi getirmiş
olduğu nokta bu.
Değerli arkadaşlar, hadi yüz binlerce
gencin haksızlığa, hukuksuzluğa maruz kalmasına
vicdanınız sızlamıyor, geçmişten de mi hiç ders
almadınız?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ONURSAL ADIGÜZEL (Devamla) Tamamlayabilir miyim
Sayın Başkanım?
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
ONURSAL ADIGÜZEL (Devamla) - Bu devletin
kadrolarını FETÖ'cülerle doldurdunuz; bilerek, görerek paralel devlet
kurmalarına göz yumdunuz, 15 Temmuzda yüzlerce vatandaşımız
hayatını kaybetti. Hiç mi ders çıkarmadınız da bugün
geldiğimiz noktada TÜGVA diye bir vakıf kurumsal kaynak
planlaması yazılımı oluşturuyor, sonrasında
mülakatlarda kumpaslar kuruyor masada. Bizim anladığımız
siz hiç akıllanmamışsınız; yeni paralel devletlere, o
cemaate, bu tarikata devleti teslim etmek istiyorsunuz. Aklınızı
başınıza alın! Bugün sorunlarını
önemsemediğiniz, cebindeki telefonuyla dalga geçtiğiniz gençler size
sandıkta gerekli dersi verecek.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Gündem dışı üçüncü söz,
kadın girişimcilerin Türkiyedeki gelişimi hakkında söz
isteyen Bursa Milletvekili Emine Yavuz Gözgeçe aittir.
Buyurun Sayın Gözgeç. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
3.-
Bursa Milletvekili Emine Yavuz Gözgeçin, kadın
girişimcilerin Türkiyedeki gelişimine ilişkin gündem
dışı konuşması
EMİNE YAVUZ GÖZGEÇ (Bursa) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ olarak hayatın
her alanında kadının yer alması amacıyla bugüne kadar
reform niteliğinde adımlar attık, atmaya devam ediyoruz.
Kadın girişimcilik destekleri,
İşte Anne, Annemin İşi Benim Geleceğim, Kız
Kardeşim, Türkiyenin Mühendis Kızları Projeleri ve burada
sayamadığım birçok destek ve hibe programlarıyla
kadınlar iş hayatında girişimcilikten sanayiciliğe,
hizmet sektöründen ihracatçılığa kadar her alanda her geçen gün
daha etkin bir rol üstleniyor. Kadınların iş gücüne
katılım oranı yüzde 31i geride bıraktı. Eğitim
düzeyi artıkça iş gücüne katılım oranları da
artıyor. Sayın Emine Erdoğan Hanımefendinin Haydi
Kızlar Okula kampanyasının ve geçtiğimiz günlerde
himayelerinde başlatılan eğitim hayatı yarıda kalan
kadınların açık lise yoluyla eğitimlerini
tamamlamalarını hedefleyen Nerede Kalmıştık
Projesinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca geçtiğimiz
hafta Mecliste kabul edilen kadın kooperatiflerine ve engelli
kooperatiflerine pozitif ayrımcılık getiren düzenleme de
kadın girişimciliğini daha da artıracaktır. Kadın
kooperatifleri hem kadın istihdamının artmasına vesile
oluyor hem de bulundukları bölgenin gelişimine de katkılar
sunuyor. Daha önce KEFEKte de Kırsal Alanda Kadının
Güçlendirilmesi ve Kırsalda Kadın Girişimciliğinin
Desteklenmesi Alt Komisyonu Başkanlığı yapmıştım.
Buradaki raporda tespit ve önerilerimizin birçoğu da On Birinci
Kalkınma Planında yer aldı.
Tarım-Aile-Ticaret Bakanlığınca
imzalanan Kadın Kooperatiflerinin Güçlendirilmesi İşbirliği
Protokolüyle kadın kooperatiflerinin geliştirilmesi amacıyla 81
ilde yapılan çalıştaylar, bu konuda verilen eğitimler
farkındalığı daha da arttırdı.
Bakanlıkların kadınlara yönelik finans, bilişim ve
girişimcilik eğitimleriyle kadın girişimci sayısı
her geçen gün artıyor. KOOP-DES Projesi kapsamında 2020
yılında 139 kadına 15 milyar destek verildi. Bugün Tarım
Bakanlığına bağlı 129, Ticaret Bakanlığına
bağlı 640 kadın kooperatifi var; 2015te bu sayı sadece
Ticaret Bakanlığında 41, Tarım Bakanlığında
17ydi.
Bugün inançla, azimle, kararlılıkla
çalışıp Bir fikrim var. diyerek hayallerinin peşinden
giden birçok kadının başarı hikâyelerine şahitlik
ediyoruz. Bursadan bir örnek vermek istiyorum: Karacabeyde kadın çiftçi
Aylin Yıldız, 6 kadın çiftçiyle bir araya gelerek
Dağkadı Üreten Kadınlar Tarımsal Kalkınma
Kooperatifini kurdu. Ata tohumlarından elde edilen domates, biber
yetiştirip ev yapımı ürünlerle üretim sürecine
başladı. Sonra Tarım İl Müdürlüğünden gıda
güvenliği, paketleme, hijyen konusunda destekler aldı. Yine
tıbbi aromatik bitki sınıfında yer alan ekinezya bitkisini
üretmeye başladı. Tarlaya koydukları arı kovanlarıyla
ekinezya balı üretmeyi başardılar. Şimdi 30a varan
üyesiyle tüm ürünlerini e-ticaret yoluyla da Türkiye'nin dört bir yanına
gönderiyor. Aylin Yıldız, 2020 yılında FAO tarafından
gıdanın kahramanı seçildi.
Bursada başka illere de örnek olan kadın
kooperatifi sayısı her geçen gün artıyor. 6-7 tane kadın
kooperatifi varken şimdi Bursada 27 kadın kooperatifi var. Yerel
yönetimlerimiz de daima kadınların en güçlü destekçisi. Bursa
Büyükşehir Belediyemiz, salgında vefa destek paketlerini kadın
kooperatiflerinden aldığı ürünlerle hazırladı. Yine,
Osmangazi Belediyemizin üretici pazarları, Yıldırım
Belediyemizin neredeyse her mahallede açtığı kadın
girişimcilik merkezleri kadınların ekonomiye değer katmasının
yolunu açıyor.
Yine, Bursada Elif Çetin, arabasına koltuk
kılıfı almak için gidiyor, fiyatta anlaşamayınca kendi
evindeki dikiş makinesiyle kılıfı dikiyor, sonra KOSGEBin
eğitimlerine katılıyor, projesini KOSGEBe sunuyor,
aldığı destekle makinelerini alıp iş yerini
açıyor; şimdi teknelere, arabalara döşeme işi yapıyor.
Biz istiyoruz ki kadınlar, sorun
alanlarıyla değil, ekonomide başarılarıyla, siyasette
başarılarıyla, sanatta, sporda başarılarıyla
gündem olsun. Birileri kadın üzerinden kendilerine yol açmak isterken biz,
kadınların kendilerinde var olan potansiyeli gerçekleştirmesi
için kadınlara yol açmak istiyoruz. Daha güçlü Türkiye'yi, üreten,
çalışan kadınlarla, mühendis kızlarla; yüreğinde iman,
vatan sevgisi olan, gelecek nesilleri yetiştiren annelerle -şiddetten
beslenen, teröre yaslananlarla değil- yüreği merhamet dolu
kadınlar ve erkeklerle omuz omuza inşa edeceğimize yürekten
inanıyorum.
Saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
şimdi, sisteme giren ilk 20 milletvekiline yerlerinden birer dakika
süreyle söz vereceğim.
Altaca Kayışoğlu, buyurun.
V.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca
Kayışoğlunun, Bursanın Orhangazi ilçesinin Muradiye
Mahallesindeki üst geçit sorununa ilişkin açıklaması
NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Çözümü basit işler var, basit olduğu için
de belediye başkanlarının ilgisini çekmiyor herhâlde. Oysa bu
basit işlerin bazen ağır vebali oluyor. Bursa-Yalova yolunun iki
yakasına kurulu Orhangazi ilçemizin Muradiye Mahallesini ikiye bölen yol
nedeniyle can kayıpları yaşanıyor. Muhtarımız
Kadri Ergen, acilen üst geçit yapılması gerektiğini söylüyor
fakat bir türlü bu üst geçit yapılmıyor. Mevlâna diyor ki: Akıl
sonradan ah çekmek için değil, düşünüp tedbir almak içindir. AKPli
yöneticiler -zaten hiç ah çekmiyorlar da- vatandaşa ah çektirmemek için
akıllarını kullanarak görevlerini yapsınlar diyorum.
BAŞKAN Sayın Çepni
2.-
İzmir Milletvekili Murat Çepninin, savaş
tezkeresine hayır diyeceklerine ilişkin açıklaması
MURAT ÇEPNİ (İzmir) Teşekkürler
Başkan.
Savaş tezkeresine hayır diyeceğiz;
inkâra, asimilasyona, katliam siyasetine karşı mücadele eden Kürt
halkı için hayır diyeceğiz; açlıkla, yoksullukla, talanla
mücadele eden emekçi halklarımız için hayır diyeceğiz;
inanç özgürlüğü için mücadele eden Aleviler için hayır
diyeceğiz; IŞİD barbarlığına ve şiddete
karşı direnen kadınlar için hayır diyeceğiz. Bu
tezkere, sarayın kendini kurtarma operasyonudur; bu tezkere, sadece
sarayın yelkenlerini ve ceplerini şişirecek. Demokrasi,
eşitlik, özgürlük için, bu suça ortak olmayalım, hayır
diyelim.
BAŞKAN Sayın Çakır
3.-
Kocaeli Milletvekili Sami Çakırın,
sınır güvenliğine ilişkin açıklaması
SAMİ ÇAKIR (Kocaeli) Sayın Başkan,
ülkemiz jeopolitik konumuyla dünyanın göz bebeği sayılabilecek
bir bölgede bulunmaktadır. O nedenle bu ülke üzerine yapılan
planların haddi hesabı bitmez. Tarihimizin bize öğrettiği,
uluslararası ilişkilerin ve müttefik blokların bu ülkenin
büyümesini, bağımsızlığını sadece kendi
lehlerine yorumlayarak çıkarları ve maddi menfaatleri yönünde
değerlendirdiğidir. Son yıllarda yaşanan F-35
sarmalında parası ödendiği hâlde uçakların teslim
edilmeyişi, sınırlarımızda yaşanan göçmen
hareketliliğinde ortaya konan insanlık dışı ikircikli
tutum ve davranış, kayda değer sadece 2 örnek. Bu
coğrafyada sınır güvenliğiniz adına
atacağınız her adım, müdahale mecburiyetinizin size
çizdiği yol haritasıdır. Alışılagelmiş
bakış açısının dışına çıkan bir
Türkiye, bugün Batının ve mandacı zihniyetin sevmediği bir
Türkiye ise kimse kusura bakmasın ama Allahın izniyle biz bu yolda
yürümeye devam edeceğiz diyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın Aydemir
4.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemirin, Ziya
Gökalpın 97nci ölüm yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum)
Değerli Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Efendim, sizin çok yakından
tanıdığınız 2 isim var; birisi, Tortumlu Ziyaeddin
Fahri Fındıkoğlu, diğeri Horasanlı Mümtaz Turhan.
Bunların fikir öncüsü bir başka isim var, her hâliyle bu milletin
asaletini ifade eden bir isimdir bu. 97nci ölüm yıldönümünü
yaşıyoruz şimdi. Millet kavramını en iyi anlatan
isimdir o. Efendim, kültür konseptini tarihe, kayıtlara en net geçen
isimdir. Medeniyet nedir? diye tarife baktığınıza, oraya
gidersiniz. Bu isim, Diyarbakırımızın bağrından
çıkmış; bölücü vatan hainlerine inat, milleti bir gören Ziya
Gökalp gibi bir bayrak isimdir. İhtiramla aziz ruhu önünde
eğiliyorum.
Saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ ve
MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Allah rahmet etsin.
Sayın Erdem
5.-
İstanbul Milletvekili Arzu Erdemin,
kadınlara muhtarlık ve köy ihtiyar heyetlerinde seçme ve seçilme
hakkı verilmesinin 88inci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
ARZU ERDEM (İstanbul) Teşekkür ederim
Saygıdeğer Başkanım.
28 Ekim 1933te, bundan tam seksen sekiz yıl
önce, ülkemizde kadınlara muhtarlık ve köy ihtiyar heyetlerinde seçme
ve seçilme hakkı verilmiştir. Bu vesileyle tüm
muhtarlarımızı saygılarımla selamlıyorum.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk
ve silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi rahmet ve
minnetle anıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Gökçel
6.-
Mersin Milletvekili Cengiz Gökçelin, Mersin
Erdemlideki ardıç ağaçlarının kesilmesinin
durdurulması gerektiğine ilişkin açıklaması
CENGİZ GÖKÇEL (Mersin) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
İklim değişikliğiyle ilgili en
önemli mücadele alanımız ormanlarımızdır ancak son
zamanlarda Tarım Bakanlığı eliyle büyük bir ağaç
katliamı yapılıyor. Mersin Erdemli ilçemiz Güzeloluk ve
Akpınar Mahallelerinde yaklaşık 4 bin dönümdeki ardıç
ağaçları, enerji üreten santrallerde yakılmak için katlediliyor.
Vatandaşlarımız feryat ediyor. Kuraklığa ve
soğuğa çok dayanıklı, gelişmesi de bir o kadar zor olan
nadide ardıç ağaçlarımız katlediliyor. Oysa ardıç
ağacının son yıllara kadar her türlü kesimi
yasaklanmıştı. Şimdi ne oluyor da içinde yedi yüz
yıllık anıt ağaç olan ardıçları katlediyorsunuz?
Bu mu sizin iklim değişikliği eylem planınız? Bu mu sizin
kuraklıkla mücadeleniz? Derhâl Güzeloluk ve Akpınardaki kesimleri
durdurun; ormanlarımıza, yeşil alanlarımıza
kıymaktan vazgeçin.
Teşekkürler.
BAŞKAN Sayın Baltacı
7.-
Kastamonu Milletvekili Hasan Baltacının,
şeker fabrikalarının piyasaya şeker
satışının durdurulmasına ilişkin
açıklaması
HASAN BALTACI (Kastamonu) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Kastamonu Şeker Fabrikasının da
aralarında bulunduğu, başta kamuya, özele ve kooperatiflere ait
fabrikaların piyasaya şeker satışının
durdurulması, karaborsacılığa fırsat
yaratmıştır. Fabrika satış fiyatı KDV dâhil 212
lira olan bir çuval şekerin piyasadaki fiyatı, 280 liraya kadar
çıkmıştır. Ayrıca, fabrikadan şeker almak
isteyenlere şeker satış listesinin genel müdürlükte
belirlendiği ifade edilmektedir. Şeker satışlarının
durdurulmasının amacı nedir? Genel Müdürlük, kime şeker satılacağına
neye göre karar vermektedir, kime hizmet etmektedir?
Halkın fabrikalarını satıp
şeker ülkesi olarak anılan Türkiyeyi bu tabloyla karşı
karşıya bırakanlara bir kez daha sesleniyoruz: Şeker
vatandır, her fabrika kaledir, sattıklarınızı elbet geri
alacağız.
BAŞKAN Sayın Özkan
8.-
Mersin Milletvekili Hacı Özkanın,
Türkiyenin egemenlik hakları konusundaki beyanlarda herkesi daha dikkatli
olmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması
HACI ÖZKAN (Mersin) Teşekkürler Sayın
Başkan.
Türkiye Cumhuriyeti, yüksek bir diplomatik birikime
sahiptir. Ülkemizde görev yapan tüm diplomatlar için bu, son derece
değerli bir birikimdir. Uluslararası kurallara uyarak Türkiye ile
kendi ülkeleri arasındaki bağları güçlendirmek için ülkemizde
görev yapan diplomatlara karşı devletimizin misafirperverliği
dünyaca ünlüdür. Aynı şekilde, devletimizin egemenliği konusunda
da çok yüksek bir hassasiyete sahibiz. Ülkemizin iç işlerine ve egemenlik
haklarına karışma anlamına gelen her beyanı en güçlü
şekilde reddettik ve reddedeceğiz. Cumhurbaşkanımız
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, devletimizin başı olarak bu
duruşu en net ve en güçlü şekilde ortaya koymuştur. Türkiye'nin
egemenlik hakları konusundaki beyanlarda herkesi daha dikkatli olmaya
davet ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın Fendoğlu
9.-
Malatya Milletvekili Mehmet Celal Fendoğlunun,
helikopter ambulans hizmetlerine ilişkin açıklaması
MEHMET CELAL FENDOĞLU (Malatya) Teşekkür
ederim Başkanım.
Türkiye genelinde 17 bölgede hizmet veren helikopter
ambulans hizmeti, yüklenici firmanın mahkeme tarafından tasfiyesine
karar verilmesi nedeniyle aralarında Malatyanın da bulunduğu 5
merkezde durduruldu. Malatya merkezli helikopter ambulans, Malatya,
Elâzığ, Tunceli, Bingöl, Erzincan ve Erzurumu kapsayan bölgemize
hizmet veriyordu. 17 bölgeye göre son altı ay uçuş
yoğunluğu içinde Malatyaya, nisanda 3üncü, mayısta 5inci,
haziranda 4üncü, temmuzda 4üncü, ağustosta 1inci, eylülde 1inci ve
toplamda yüz otuz yedi bin saat uçuşuyla tüm bölgeler içinde 1inci
sırada hizmet veren hava ambulans, bölgemizde ve terör bölgesinde çok
sayıda yaralımıza hizmet vermiştir. Hava ambulansın
tüm bölgelerden daha yoğun ihtiyaç olan Malatya merkezli bölgemize tekrar
verilmesini Sağlık Bakanımızdan talep ederiz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Göker
10.-
Burdur Milletvekili Mehmet Gökerin, İŞKUR
İşbaşı Eğitim Programlarının yeniden
başlatılmasının aciliyet arz ettiğine
ilişkin açıklaması
MEHMET GÖKER (Burdur) Sayın
Başkanım, İŞKUR, İşbaşı Eğitim
Programı uygulamasıyla işsiz kişilerin bir
kısmını iş gücüne dâhil ediyor. Birçok iş kolunda
işe girecek çalışanların ilk üç aylık maaş ve
sigorta primi program kapsamında İŞKUR tarafından
karşılanıyor. Böylelikle, işverene ilk üç ay
çalışan maliyetinde kolaylık sağlanarak istihdam
teşvik ediliyor. Fakat son günlerde programın durdurulduğu
gerekçesiyle işverenlerin İşbaşı Eğitim
Programı başvuruları kabul edilmiyor. Neden başvuru
alınmadığı sorulduğunda ise genel müdür
değişikliği nedeniyle mevzuatta ve evraklarda
değişiklik olabileceği gerekçe gösteriliyor. Yazılı
hiçbir nedene dayanmayan ve sözlü olarak durdurulduğu belirtilen
İŞKUR İşbaşı Eğitim Programının,
gerek işverenlerimiz gerekse iş bekleyen
vatandaşlarımız için yeniden başlatılması
aciliyet arz etmektedir.
BAŞKAN - Feridun Bey, buyurun.
11.-
Antalya Milletvekili Feridun Bahşinin, Ziya
Gökalpın ölüm yıl dönümüne ve Akdeniz Üniversitesi Merkez Yemekhane
İşletme Müdürlüğünde çalışan işçilerin kadro
taleplerine ilişkin açıklaması
FERİDUN BAHŞİ (Antalya) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Büyük Atatürk'ün fikirlerimin babası
dediği büyük Türkçü Ziya Gökalp'ın dün ölüm yıl dönümüydü.
Kendisini rahmetle ve minnetle anıyorum, ruhu şad olsun.
Akdeniz Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor
Dairesi Başkanlığına bağlı Merkez Yemekhane
İşletme Müdürlüğünde yemekhanelerde her türlü haktan yoksun
olarak çalışan 250 civarında işçi vardır; 4857
sayılı İş Kanununa tabidirler ancak bugüne kadar Maliye
Bakanlığının işçi kadrosuna
alınmamışlardır. Talepleri, bu konuda bir düzenleme
yapılarak Maliye Bakanlığına bağlı işçi
statüsü kazanmaktır. En kısa zamanda bu düzenlemenin yapılarak
mağduriyetlerinin giderilmesini talep ediyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Mersin Milletvekili Ali Cumhur Bey,
buyurun.
12.-
Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkının,
Türkiyenin ihracatta rekor kırdığına ilişkin
açıklaması
ALİ CUMHUR TAŞKIN (Mersin) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep
Tayyip Erdoğan liderliğinde AK PARTİ olarak on dokuz
yıllık iktidarımız süresince her yönüyle gelişen, güçlenen
ve kalkınan, bölgesel ve küresel bir güç olma yolunda emin adımlarla
ilerleyen ülkemiz, ihracatta yeni bir rekora daha imza attı. Türkiye'nin
dünya ihracatından aldığı pay, cumhuriyet tarihinde ilk kez
yüzde 1in üzerine çıktı. Artık, Türk ürünleri dünyanın
dört bir yanına ihraç ediliyor. Eylül ayı ihracatımız da
yine, ilk kez 20 milyar dolar seviyesini aşmıştır. Türkiye,
1974te bir yılda 1,5 milyar dolar ihracat yapıyordu, 1990da ise bir
ayda 1,5 milyar dolar ihracat yapıyordu, 15 Ekim 2021de bir günde 1,5
milyar dolar ihracat yaparak tarihî bir başarı göstermiştir.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep
Tayyip Erdoğan liderliğinde üretim, istihdam ve ihracat temelli
ekonomik büyümemiz sürecek, Türkiye büyüyecek diyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN Iğdır Milletvekili Habip
Bey, buyurun.
13.-
Iğdır Milletvekili Habip Eksikin,
Iğdırın Karakoyunlu ilçesine bağlı Mürşitali
köyündeki tapusuz arazi sorununa ve Patnos Cezaevindeki mahpusların Kürtçe
mektuplarının tercüman ücretlerinin tutuklulardan talep edilmesinin
hukuk dışı olduğuna ilişkin
açıklaması
HABİP EKSİK (Iğdır)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Iğdırın Karakoyunlu ilçesine
bağlı Mürşitali köyünün tümünün evlerinin bulunduğu
araziler tapusuzdur. Köyün tümü, hazine arazisinde bulunmaktadır.
Köylülerin on yıllardır sahip olduğu bu arazilerin tapuları
için fahiş düzeyde ücretler talep edilmektedir. Yine, Mürşitali
köyüne ait mera arazisi, TİGEM tarafından âdeta gasbedilmiştir.
Her yıl bu arazinin bir kısmı daha gasbedilmektedir.
Mürşitali köylülerinin bu mağduriyeti derhâl giderilmesi gerekir.
Yine, Patnos Cezaevinde mahpusların Kürtçe
mektuplarının idare tarafından kontrol edilmesi için, tercüme
edilmesi için tercüman ücretleri tutuklulardan talep edilmektedir. Adalet
Bakanlığı, bu konuyla ilgilenmeli ve bu sorunu çözmelidir.
Mahpuslara bu ücretlerin yüklenmesi tamamen hukuk dışıdır,
keyfîdir, kabul edilemez bir durumdur.
Teşekkürler Sayın Başkan.
BAŞKAN Kahramanmaraş Milletvekili Sefer
Bey, buyurun.
14.-
Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycanın,
trafik kazasında hayatını kaybeden Doktor Rümeysa Şene
Allahtan rahmet dilediğine ve sağlık personelinin
çalışma şartlarına ilişkin açıklaması
SEFER AYCAN (Kahramanmaraş) Sayın
Başkan, iki gün önce otuz altı saatlik mesai sonrası trafik
kazasında hayatını kaybeden Doktor Rümeysa Şene Allahtan
rahmet diliyorum.
Bu kaza, bir kez daha sağlık personelinin
çalışma şartlarını gündeme getirdi. Özellikle asistan
doktorlar, iki günde otuz altı saat aralıksız mesai yapmak
zorunda kalmaktadır. Genelde ise doktorlar, diğer sağlık
personeli uzun mesailer yapmakta, gece sabaha kadar nöbet tutmakta veya
icapçı nöbeti tutmaktadır. Çok yoğun ve stresli bir
çalışma saati, gece nöbetiyle daha zorlu hâle gelmektedir. Bu
çalışma tarzı bir günlük değil, her gün devam eden bir
süreçtir. Sağlık personelinin yükünü azaltmak gerekir, gece
vardiyasının nöbet sürelerinin kısaltılması uygun
olacaktır. Yeteri kadar sağlık personelimiz vardır, yeni
sağlık personeli atamasıyla mevcut sağlık personelinin
yükünü azaltmak ve daha iyi çalışmalarını sağlamak
mümkündür.
Saygılarımla.
BAŞKAN Gaytancıoğlu...
15.-
Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlunun,
çeltik üreticisinin sorunlarına ilişkin açıklaması
OKAN GAYTANCIOĞLU (Edirne) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Geçtiğimiz yıl Tarım Kredi
Kooperatiflerinin ve Şeker Şirketinin piyasaya girerek üreticiden
4.400 liraya satın aldıkları luna çeltik şimdi 3.500
liraya, yine 6.800 liraya alınan cameo çeltik şimdi 4.800 liraya
alınıyor, hatta alıcı bulmuyor.
Geçen sene çiftçi tarladayken ithalat kararı
verip 300 bin ton pirinç ithal ederek üreticiye âdeta rakip yaratanlar
şimdi neredeler? Bir dönem üreticinin kara gün dostu olan Toprak
Mahsulleri Ofisi nerede? İpsala, Meriç, Uzunköprü, Edirnedeki çeltik
üreticileri kan ağlıyor. On beş yıldır 10 kuruş
olan destekleme primi artırılmadı ama gümrük vergileri sürekli
sıfırlanıyor, gübreye yüzde 200 zam, mazota, ilaca,
elektriğe sürekli zam, çeltik üreticisi perişan; bu feryadı
duyun.
BAŞKAN Sayın Koç...
16.-
Ağrı Milletvekili Abdullah Koçun,
Ağrının eğitim alanındaki sorunlarına
ilişkin açıklaması
ABDULLAH KOÇ (Ağrı) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Patnos Fen Lisesinde kimya öğretmeni yok, bu
okula derhâl kimya öğretmeni atanmasını talep ediyoruz. Yine,
Patnosa bağlı Kızıltepe köyünde bulunan
Kızıltepe İlkokuluna öğretmen atanmadığı
için okul kapatılmıştır. Seçim bölgem olan Ağrı
ve ilçelerinde kırsal kesimlerde bulunan birçok okul, benzer
veya farklı gerekçelerle eğitim ve öğretim hizmeti
verememektedir. Ağrıdaki öğretmen açığının
giderilip kapalı olan köy okullarının ivedilikle açılması
gerektiğini söylüyor, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın
Gültekin
17.-
Niğde Milletvekili Selim Gültekinin, ABD
Büyükelçiliğinin Viyana Sözleşmesinin 41inci maddesine atıfta
bulunarak yaptığı açıklamaya ve Türkiyenin tam
bağımsız bir ülke olduğuna ilişkin
açıklaması
SELİM GÜLTEKİN
(Niğde) Teşekkürler Sayın Başkan.
10 ülkenin
büyükelçilerinin yayımladığı hadsiz mesaja
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğanın
dik duruşu, yapılan diplomatik görüşmeler ve verilen tepkiler
sonrası ABD Büyükelçiliğinin yaptığı Viyana
Sözleşmesinin 41inci maddesine riayet etmeyi teyit eder.
açıklamasına diğer büyükelçilikler de
katılmışlardır.
Türkiye tam
bağımsız bir ülkedir. Türkiye bir hukuk devletidir. Türkiye
diplomaside, masada ve sahada güçlü bir ülkedir. Yine, Türk yargısı
hiçbir gücün etkisi altında değildir, bağımsız olarak
aziz milletimiz adına karar vericidir. Hiçbir güç, hiçbir irade aziz
milletimizin iradesinden büyük değildir.
Cumhurbaşkanımızın kararlı liderliğinde
cumhuriyetimizin 100üncü yılını kutlayacağımız
2023 hedefimiz için daha güçlü ve büyük Türkiyenin inşasına devam
ediyor ve bu yolda da sonuna kadar Sayın
Cumhurbaşkanımızın yanındayız diyor, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
Balıkesir Milletvekili Fikret Bey, buyurun.
18.-
Balıkesir Milletvekili Fikret Şahinin,
Isparta Şehir Hastanesindeki usulsüzlükle ilgili belgede Sağlık
Bakan Yardımcısı Şuayip Birincinin imzası
olduğuna ilişkin açıklaması
FİKRET
ŞAHİN (Balıkesir) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Önce temel atma töreni
düzenlenip yaklaşık dört buçuk ay sonra da ihalesi temel atılan
firmaya verilen Isparta Şehir Hastanesindeki yolsuzluk ve usulsüzlükle
ilgili belgeleri kamuoyuyla iki hafta önce paylaşmış
olmamıza rağmen Sağlık Bakanlığından ve
AKPli yetkililerden şu ana kadar herhangi bir cevap
alınamamıştır.
Yolsuzluk ve usulsüzlük
evrakının altında, ihale komisyonuna baskı yapmak
amacıyla düzenlenen belgenin altında şu anki Sağlık
Bakan Yardımcısı Şuayip Birincinin imzası
vardır. Sağlık Bakanına seslenmek istiyorum: Şu anki
bu usulsüzlükte imzası bulunan yardımcınızla göreve devam
etmeyi düşünüyor musunuz, yoksa o kişiyi görevden almayı
planlıyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Şırnak Milletvekili Hüseyin
Bey, buyurun.
19.-
Şırnak Milletvekili Hüseyin Kaçmazın,
cezaevlerindeki hukuk dışı, ırkçı ve saldırgan
uygulamalardan derhâl vazgeçilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Birçok cezaevinden her gün ırkçı,
ayrımcı, düşman hukukuna dayalı, ceza içinde ceza dayatan
uygulamalara dair bilgiler geliyor. Aktarılan bilgiye göre
Şırnak T Tipi Kapalı Cezaevinde 16 kişilik iki
koğuşa cezaevi müdürü eşliğinde gardiyanlar tarafından
baskın düzenlenmiş ve mahpuslar, gardiyanlar tarafından
darbedilmiştir. Burnu kırılan, kolundan yaralanan, iç kanama
geçiren mahpuslar var. Yine, Silivri 5 No.lu Cezaevinde koğuşlar
tatbikat adı altında basılıyor, oda değişimi
yapıldığı söylenerek mahpuslar, kişisel
eşyalarını bile almalarına fırsat verilmeden ringlerle
kampüs içindeki başka cezaevlerine götürülüyor. Mahkûmların, halay
çektikleri için haklarında topluca soruşturma açılıyor,
halay çekmek suç sayılıyor. Sürgün edilen mahkûmlara çıplak
arama dayatılıyor, kabul etmediklerinde de ırkçı hakaretler
ediliyor, işkenceler uygulanıyor. Bu hukuk dışı,
ırkçı ve saldırgan uygulamalardan derhâl vazgeçilmeli.
Teşekkürler Sayın Başkan.
BAŞKAN İzmir Milletvekili Mehmet Ali
Bey, buyurun.
20.-
İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebinin,
Memleket Partisi olarak tezkereye evet oyu vereceklerine ilişkin
açıklaması
MEHMET ALİ ÇELEBİ (İzmir)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Memleket Partisi
olarak Türkiye'nin birliğine, bütünlüğüne, kardeşliğine,
güvenliğine karşı çevrilmiş binlerce tır silahın
namlusuna gül takacak değiliz. Demokrasi, barış kisvesiyle o
namluları okşayanlardan olmayacağız. ABDnin Dedeağaç
ve Larissada, Giritte, güneyimizde kuşatmasını görüyoruz.
Emperyalizmin terör koridoruna, bu koridorun denize ulaşmasına geçit
verilmemelidir, PKK/YPGnin bölgedeki varlığına müsaade
edilmemelidir. Devletimizin, milletimizin, kahraman Mehmetçikimizin
yanındayız. İki yıllık süreye şerh koyuyor, bu
süre bir yıl olmalı diyor; tezkereye Memleket Partisi olarak evet
oyu vereceğimizi duyuruyoruz. Atatürk cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır,
Kuvayımilliye dimdik ayaktadır.
Saygılarımla.
BAŞKAN Sivas Milletvekili Ahmet Bey, buyurun.
21.-
Sivas Milletvekili Ahmet Özyürekin, Âşık
Veyselin doğumunun 127nci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
AHMET ÖZYÜREK (Sivas) Teşekkürler Sayın
Başkanım.
Âşıklık geleneğinin önemli
temsilcilerinden Sivasımızın yetiştirdiği büyük halk
ozanımız Âşık Veysel Şatıroğlunu
doğumunun 127nci yılında rahmet ve saygıyla anıyorum.
Gönül gözüyle hem kendi dünyasını hem bugünü
aydınlatmış, çok sayıda eserleriyle kültürümüze önemli
katkılarda bulunmuştur. Bundandır ki çağlar ötesine
verdiği mesajlarıyla eserleri millî kültürümüze bir pınar gibi
akmaya devam edecektir. Ben giderim adım kalır. diyen Veyseli
unutmak mümkün olmayacak, her daim gönül dostları adını hatırlayacaktır.
Teşekkürler Sayın Başkanım.
BAŞKAN Şanlıurfa Milletvekili Ömer
Bey
22.-
Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalanın,
Şanlıurfanın Suruç ilçesinin sorunlarına
ilişkin açıklaması
ÖMER ÖCALAN (Şanlıurfa) Sayın
Başkan, Urfa ile Suruç arasındaki 16 kilometrelik yol ölüm yoluna
dönmüştür. Karayolları Genel Müdürlüğü ne zaman görevini
yapacaktır? Urfadaki ilçelerimizin arasında Suruç ilçesine
yaklaşım âdeta düşmanca. Çiftçilerimizin arazilerini su
basmıştır, şu an onlarca köy su altında, ekilen
tarım arazileri maalesef biçilememektedir. Devlet Su İşleri ne
yapmaktadır, Tarım Bakanlığı ne yapmaktadır? Bu,
Suruça olan yanlış yaklaşımdan bir an önce dönülmelidir,
16 kilometrelik yol derhâl yapılmalıdır, ölümlerin önüne geçilmelidir.
Urfanın Suruç ilçesinin tarım çiftçilerinin de sorunları bir an
önce halledilmelidir.
Teşekkürler.
BAŞKAN Sayın Gürer
Sayın Yalım
III.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)
2.-
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili
Celal Adanın, Meclis Başkan Vekilleri ve Grup Başkan
Vekilleriyle yapılan toplantıda İç Tüzüke bağlı kalma
ve 20 kişiye söz verme noktasında bir kabulün söz konusu
olduğuna fakat sisteme giremeyen milletvekillerinin taleplerini de yerine
getireceğine ilişkin konuşması
BAŞKAN Değerli milletvekilleri, geçen
hafta Meclis Başkanımızın Başkanlığında
Meclis Başkan Vekillerinin, Grup Başkan Vekillerinin
katıldığı toplantıda özellikle İç Tüzüke
bağlı kalmamız konusunda bir karar birliği oluştu. 20
kişiye söz vereceğimiz noktasında bir kabul söz konusu.
Şimdi bazı arkadaşlar sisteme giremediklerini ifade ediyorlar,
tabii, haklı olarak yine söz istiyorlar; o bakımdan, bu talepleri
yerine getireceğim.
İmam Hüseyin Filiz, buyurun.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
23.-
Gaziantep Milletvekili İmam Hüseyin Filizin,
Adıyamanın Gölbaşı ilçesindeki üniversite
öğrencilerinin yurt sorununa ilişkin açıklaması
İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Gaziantep)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
1998 yılında Gaziantep Üniversitesine
bağlı olarak kurulan Gölbaşı Meslek Yüksekokulu,
Adıyaman İl Özel İdaresince tahsis edilen ve o zamanlar
atıl durumda olan Vali Selahattin Onur yerleşkesinde mevcut binalar
tamir edilerek 1999-2000 akademik yılında eğitim öğretime
açılmış, yerleşke içindeki apart odalar da yurt hâlinde
düzenlenmişti. 2006 yılında Adıyaman Üniversitesine
bağlanan meslek yüksekokulu yerleşkesinin bir süre önce Gençlik ve
Spor İl Müdürlüğünün talebiyle Adıyaman Valiliğince
üniversiteden geri alınmasıyla öğrenciler yurtsuz
kalmışlardır. Gölbaşı ilçesinde öğrencilerin
kalacağı başka bir yurt binası yoktur. Sorunun ivedi çözümü
için şu anda atıl hâlde bulunan apart odaların yurt olarak
kullanılmak üzere yeniden düzenlenmesini ve sorunun temelden çözülmesi
için de Kredi Yurtlar Kurumunca ivedilikle programa alınarak bir yurt
binası yapılmasını gençlerimiz adına talep ediyor,
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
BAŞKAN İrfan Kaplan
24.-
Gaziantep Milletvekili İrfan Kaplanın,
Gaziantepin Alpaslan ve Fıstıklık Mahalleleri arasına üst
geçit yapılması gerektiğine ilişkin
açıklaması
İRFAN KAPLAN (Gaziantep) Teşekkürler
Sayın Başkan.
Seçim bölgem Gaziantepin Alpaslan ve
Fıstıklık Mahallesi arasında sıklıkla ölümlü ve
yaralanmalı kazalar meydana gelmektedir. Basına ve kamuoyuna
yansıyan haberlere göre son bir ayda 3 vatandaşımız bu
bölgede geçirdiği trafik kazasında yaşamını
yitirmiştir, onlarca yaralanmalı kaza meydana gelmiştir.
Alpaslan Mahallesinde market, AVM gibi ticari yerler
olmadığından mahalle sakinleri Fıstıklı
Mahallesine gitmek zorunda kalmaktadırlar. Özellikle sabahları ve
iş çıkışlarında oldukça trafik yoğunluğu
olan bu bölgeye acilen bir üst geçit yapılması gerekmektedir. Meclis
kürsüsünden ilgililerin bu konuya hassasiyet göstermelerini diliyor, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Beyler, bir dakika talebi
olmasın, 20 kişiyle sınırlı.
Olcay Kılavuz
25.-
Mersin Milletvekili Olcay Kılavuzun, Mersin
Büyükşehir Belediyesi ve diğer CHPli belediyelerde işçi
kıyımı yaşandığına ilişkin
açıklaması
OLCAY KILAVUZ (Mersin) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Mersin Büyükşehir Belediyesi ve diğer
CHPli belediyelerde tarihin en büyük işçi kıyımı
yaşanmaktadır. Vatanını ve milletini sevmenin suç, ülkücü
ve milliyetçi olmanın ise işten çıkarılmaya gerekçe
olduğu CHPli belediyelerde yapılan zulümler asla
unutulmayacaktır. İnsanların helal lokmasına göz dikmek hak
mıdır? Emekçilerin ekmeğine kan doğramak hukuk mudur? Anne
babaları işsiz, masum çocukları ise çaresiz bırakmak reva
mıdır? Sosyal demokrat geçinip emeğin
düşmanlığını yapan, konu emekçi olunca faşizmin
dik âlâsını uygulayan bu zihniyet tarih karşısında
suçlu, millet vicdanında mahkûm olacaktır.
BAŞKAN Semiha Hanım, buyurun.
26.-
Sivas Milletvekili Semiha Ekincinin, iç
işlerimize burnunu sokmaya çalışanların
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın kararlı ve dik
duruşu sayesinde geri adım attığına ve Âşık
Veyselin doğumunun 127nci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
SEMİHA EKİNCİ (Sivas) Teşekkür
ediyorum Kıymetli Başkanım.
İç işlerimize burnunu sokmaya
çalışanlar Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğanın kararlı ve dik duruşu sayesinde geri adım
attı. Türkiye'nin eski Türkiye olmadığını, tehditlere
asla pabuç bırakmayacağını ve dik durmanın ne demek
olduğunu dosta düşmana bir kez daha güçlü bir biçimde gösterdiği
için, ülkemizin gücüne her alanda güç katan liderimiz,
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğana
şükranlarımı sunuyorum.
Yüz yirmi yedi yıl önce dünyaya bir Veysel
geldi Ben giderim adım kalır/ Dostlar beni hatırlasın
ve
birçok dizesiyle gönüllere taht kurdu, dostları onu hiç unutmadı.
Hemşehrimiz, ünlü halk ozanımız Âşık Veyseli
saygıyla anıyor, Genel Kurulu selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, şimdi
de söz talep eden Grup Başkan Vekillerine söz vereceğim.
Buyurun.
27.-
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın, Kuzey
Irakın Avaşin bölgesinde şehit olan Uzman Çavuş Yunus Emre
Yalmana Allahtan rahmet, yakınlarına
başsağlığı ve yaralı askerimize de acil şifalar
dilediğine, Sağlık eski Bakanı Osman Durmuşun ölüm
yıl dönümüne, Ziya Gökalpın 97nci ölüm yıl dönümüne,
İYİ Partinin 4üncü kuruluş yıl dönümüne, asgari ücretin
döviz kuru karşısında erimeye devam ettiğine, Kocaeli Gebze
Eskihisardaki balıkçıların sorunlarına,
Çankırıdaki üniversite öğrencilerinin barınma sorununa ve
TBMM web sayfasında Birleşmiş Türkiye şeklindeki
hatalı yazımın düzeltilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Kuzey Irakın Avaşin bölgesinde
yürütülen operasyonda el yapımı patlayıcının infilak
etmesi sonucu İstihkâm Uzman Çavuş Yunus Emre Yalman şehit
düştü, 1 askerimiz de yaralandı. Kahraman Mehmetçikimize Yüce
Allahtan rahmet, ailesi ve yakınlarına
başsağlığı diliyorum; yaralı askerimize de acil
şifalar diliyorum. Şehidimizin ruhu şad, mekânı cennet
olsun, aziz milletimizin başı sağ olsun.
Bugün, 57nci Hükûmetin Sağlık
Bakanı, değerli ağabeyimiz Osman Durmuşun ölüm yıl
dönümü. Merhum Osman Durmuşu vefatının 1inci yılında
saygıyla anıyorum. Allah'tan bir kez daha rahmet diliyoruz kendisine.
Türk milliyetçiliğinin temellerini atan,
fikirleriyle cumhuriyetin kuruluşunda yer alan ilk Türk sosyoloğu ve
fikir sanat adamı Ziya Gökalpı vefatının 97nci
seneidevriyesinde rahmetle ve minnetle anıyoruz.
Dün büyük zorluklarla ve gayretüstü bir mücadeleyle
demokrasiyi, hukuku, adaleti ve muasır medeniyet seviyesini hedef alarak
kurulan partimizin, İYİ Partinin 4üncü kuruluş
yılını idrak ettik. Kuruluş yıl dönümümüz ülkemize ve
aziz milletimize hayırlı olsun. Kuramaz. dediler, kurduk; Devam
ettiremez. dediler, ettirdik; engelleri aşa aşa, bariyerleri devire
devire inandığımız yolda yürüdük ve başardık.
Bugün milletimizin gönlünde yer ederek Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil
edilen güçlü bir siyasi parti konumuna geldik. Aynı kararlılıkla
iktidar olmak için çığ gibi büyümeye ve hızla koşmaya devam
ediyoruz. Bu sebeple 25 Ekim 2017 tarihi Türk siyaseti açısından bir
dönüm noktası olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) İYİ Partinin
kuruluşuyla beraber Türkiyede özgür ve ilkeli siyaset alanı
açılmış, İYİ Parti Türkiyeden göç etmek isteyen
gençlere, alım gücü azalan ve ekonomik sıkıntılarla
boğuşan memura, çiftçiye, işçiye, emekliye yani toplumun tüm
kesimlerine umut olmuştur. Her türlü iftiraya ve hakarete rağmen
dimdik duran Genel Başkanımız Sayın Meral Akşenerin
öncülüğünde, hak ve hukuk yolundan ayrılmadan, milletimizin
kutsalı, onuru, özgürlüğü ve mutluluğu yolunda gerekirse cefa
çekmeye hazır neferler olarak mücadelemizi azimle sürdürmeye devam
edeceğiz.
Asgari ücret döviz kuru karşısında
erimeye devam ediyor. Artan döviz kuruyla birlikte asgari ücret bir günde 299
dolardan 293 dolara geriledi yani asgari ücretlinin maaşı yirmi dört
saatte 6 dolar birden düştü. Diğer bir ifadeyle, sabah evden
çıkan bir asgari ücretli akşam eve gittiğinde cebindeki paradan
57 lira kayboldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Dolar arttıkça
peynirden yumurtaya, etten tavuğa tüm gıda ürünlerine zam geliyor.
Doların durdurulamaz yükselişi vatandaşlarımızın
alım gücünü gittikçe azaltıyor. Kur artıkça milletimiz
fakirleşmeye devam ediyor. On dokuz yıllık
iktidarınızla övünüyorsunuz, on dokuz yılın sonunda
geldiğiniz nokta maalesef bu.
Gebze Eskihisara gittiğimizde orada
balıkçılık yapan, daha doğrusu balıkçılık
yapmaya çalışan kardeşlerimizi ziyaret ediyoruz. Geçtiğimiz
günlerde yine oradaydık. Balıkçılıkla geçinmeye
çalışan kardeşlerimizin hâlini hatırını sorduk
ama gerçekten bir sorduk bin ah işittik. Artık, balığa
çıkamadıklarını söylüyorlar, balık
tutamadıklarını söylüyorlar. Niye biliyor musunuz? Çünkü o
bölgedeki balıkçılarımıza ceza kesiyorlar. Ceza
kesilmesinin sebebi ne? Orada Karaçalı denilen bir alan var, Osmangazi
Köprüsünün olduğu yer, balık geçişinin en çok olduğu yer
orası. Köprü yapılmadan önce de balık tutuyordu
balıkçılar orada ama şimdi, balık tutuyorlar diye ceza
kesiliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Köprü yapılmadan önce
de balık tutuyorlardı, şimdi ceza kesiliyor yani Burada
balık tutmayın. deniliyor. Bu balıkçıların geçim
kaynağı hiç kimsenin umurunda değil. Onların bize
sorduğu soruyu ben burada sormak istiyorum: Ne olacak bu
balıkçıların hâli, Eskihisardaki?
Son olarak, Çankırıdan söz etmek
istiyorum. Çankırı Karatekin Üniversitesinde bir öğretim
yılında yaklaşık 15 bin öğrenci öğretim görecek
ancak Çankırıda öğrencilerin ikamet ve barınma
ihtiyaçlarını karşılayacak yeterince öğrenci yurdu ve
kiralık ev maalesef yok. Devlet ve özel yurtlar 3.500 ila 4 bin
öğrenci barındırıyor, kiralık ev bulmak oldukça zor.
Eski Çankırı diye adlandırılan yerleşim yerleri
Karatekin, Fatih, Tabakhane, İncili Çeşme, Kırkevler ve
Karataş Mahallelerinde evlerin neredeyse tamamı fiziki ömrünü
tamamlamış, insanların duramayacağı,
barınamayacağı hâlde, harap durumda ve yüzde 40ı boş
durumda. Buralarda sit alanı olan yapılar korunmuş, süratle
kentsel dönüşüm başlatılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sayın
Başkanım, çok önemli başka bir konuya değinmek istiyorum
konu haricinde.
BAŞKAN Buyurun.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Bugün gündemi
milletvekillerimize gönderirken ister istemez Türkiye Büyük Millet Meclisinin
web sayfasından alıntı yaptık ve milletvekillerimize
gönderdik. Türkiye Büyük Millet Meclisinin web sayfasında
yazdığı şekliyle okuyorum Sayın Başkan:
Birleşik Türkiyenin ve millî güvenliğinin
özür diliyorum,
Birleşmiş Türkiyenin ve millî güvenliğinin
Bu sehven
yapılmış bir hataysa bunu ivedilikle düzeltin ama buradan maksat
başka bir şeyse o maksadı sizden dinlemek isteriz.
Birleşmiş Türkiye nedir? Neresi ayrıydı da siz
birleştirdiniz? Bunu bize izah edin. Veyahut da sehven
yapıldıysa lütfen vakit geçirmeden bunu düzeltin. Ben Sayın
Meclis Başkanını aradım, buraya gelmeden önce özellikle bu
konuyu bildirmek istedim. Yani sehven yapılmış bir hataysa
lütfen düzeltin ama maalesef şu ana kadar zannediyorum
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın
Başkanım, bitiriyorum. Müsaade ederseniz bitireyim.
BAŞKAN Düzeltmişler.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Efendim?
BAŞKAN Bu sizin
yaptığınız açıklamayı düzeltmişler.
Basılı gündem doğru basılmış
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sayın
Başkanım
BAŞKAN Buyurun.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Yazılı evrakta
düzeltildiğini gördük ama web sayfasında ben buraya inene kadar aynı bu şekilde duruyordu. Meclis
Başkanını da arayıp bunun düzeltilmesi konusunda bir
uyarıda bulunacaktım, şu ana kadar herhangi bir dönüş
olmadı. Sehven yapıldığını düşünmek
istiyorum aksi hâlde bizi çok sıkıntıya koyar, sizleri de tabii
ki.
Teşekkür ediyorum.
(İYİ Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Arkadaşlardan gelen bilgi,
yenilemişler.
Sayın Akçay, buyurun.
28.-
Manisa Milletvekili Erkan Akçayın,
Pençe-Yıldırım Harekâtı bölgesinde şehit olan Uzman
Çavuş Yunus Emre Yalmana Allahtan rahmet, kederli ailesine
başsağlığı ve yaralı askerimize de acil
şifalar dilediğine, Ziya
Gökalpın 97nci ölüm yıl dönümüne, Âşık
Veyselin doğumunun 127nci yıl dönümüne, Sağlık eski Bakanı Osman Durmuşun ölüm
yıl dönümüne, bazı Batılı ülkeler ve uluslararası
kuruluşlar tarafından Türkiye aleyhinde yürütülen asılsız
itham ve kara propagandalara ilişkin açıklaması
ERKAN AKÇAY (Manisa) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
25 Ekim 2021de yani dün
Pençe-Yıldırım Harekât bölgesinde PKK terör örgütü
tarafından döşenen el yapımı patlayıcının
infilakı sonucunda askerimiz Piyade Uzman Çavuş Yunus Emre Yalman
şehit olmuş, bir askerimiz de yaralanmıştır. Hain
saldırıda hayatını kaybeden şehidimize Allahtan
rahmet, kederli ailesine başsağlığı, yaralı
askerimize de acil şifalar diliyorum. Aziz milletimizin başı
sağ olsun.
Sayın Başkan, dün, Türk
milliyetçiliğinin ufku, Gazi Mustafa Kemal Atatürkün fikirlerimin
babası olarak nitelendirdiği Ziya Gökalpın vefatının
97nci yıl dönümüydü. Ziya Gökalp, örsünün başında çevresine
kıvılcımlar saçan bir demirci ustası gibi millî
duyguların ateşini saçmış bir Türk milliyetçisi ve dava
adamıdır. Başta Türkçülüğün Esasları olmak üzere
ortaya koyduğu eserlerle tarih, kültür, medeniyet, millî vicdan
kavramlarının izahını ve dilde, dinde, ahlakta, hukukta,
felsefede millî vicdan kavramlarının izahını, siyasette
millî tavrın ne olması gerektiğini ortaya koymuştur.
Gökalp; Türklük, İslamlık ve çağdaşlaşma gibi
kavramları Türkleşmek, İslamlaşmak,
Muasırlaşmak adlı eserinde izah etmiştir. Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine fikirleriyle tesir eden büyük
mütefekkir Ziya Gökalpı rahmet ve şükranla anıyoruz.
Sayın Başkan, dün büyük ozanımız
Âşık Veysel Şatıroğlunun doğumunun 127nci
yıl dönümüydü. Âşık Veysel sazıyla, sözüyle Türk kültürünün
âşıklık geleneğini yaşatmış ve sonraki
nesillere emanet etmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Âşık Veysel tabiat
sevgisini insan sevgisiyle bütünleştirmiş, Anadoluyu
şiirlerinin kalpgâhı yapmıştır. Âşık Veysel
vatan, millet ve bayrak sevgisini ve bu sevgiden gurur duyulması
gerektiğini birçok şiirinde dile getirmiştir. Vatan Sevgisini
İçten Duyanlar şiirinde şu dizelerle öğüt verir: Vatan
bizim, ülke bizim, el bizim / Emin ol ki her çalışan kol bizim / Ay
yıldızlı bayrak bizim, mal bizim / Söyle Veysel öğünerek,
överek. Âşık Veyseli bir kez daha rahmet ve şükranla
anıyoruz.
Sayın Başkan, bugün 21inci ve 23üncü
Dönem Kırıkkale Milletvekilimiz ve eski Sağlık Bakanı
Ağabeyimiz Profesör Doktor Osman Durmuşun vefatının 1inci
yıl dönümüdür. Merhum Osman Durmuş başarılı
çalışmaları ve mütevazı duruşuyla Türk milletinin
takdirini kazanmış mümtaz bir devlet ve siyaset adamıydı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Başkan.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Merhum Osman Durmuş
Hocamızı rahmetle anıyoruz.
Sayın Başkan, Türkiyeye
düşmanlık güden birtakım odaklar yeniden harekete geçmiş,
ülkemize yönelik organize ve senkronize saldırılara tevessül
etmektedirler. Bazı Batılı ülkeler ve uluslararası
kuruluşlar yayınladıkları düzmece raporlar ve
yaptıkları küstah açıklamalarla
düşmanlıklarını bir kez daha ortaya
çıkarmışlardır. 18 Ekim 2021de büyükelçilerin
müşterek açıklamasıyla başlayan sistematik
saldırılar 19 Ekim 2021de Avrupa Komisyonu tarafından
yayınlanan Türkiye Raporuyla devam etmiştir. Yine, 21 Ekimde Mali
Eylem Görev Gücünün Türkiye'nin gri listeye alındığını
açıklamasıyla kaos planının son perdesi
aralanmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurunuz Sayın Akçay.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Anlaşılan o ki Garp
cephesinde yeni bir şey yok. Darwinist, ırkçı, sömürgeci,
materyalist Batının ülkemize düşmanlığı aynen
devam etmektedir. Türkiye'nin terörle mücadelesini orantısız ve
gereksiz bulan odaklar etkin ve kararlı terörle mücadelemizi baltalamaya
çalışmakta, teröristlere kol kanat germektedirler. Emperyal odaklar
demokrasi ve insan hakları kisvesi altında terör örgütlerini
eğit donat faaliyetleriyle açıkça desteklemekte ve finanse
etmektedir. ABD Temsilciler Meclisinde 26 Eylül 2021de onaylanan 2022 savunma
bütçesinin 177 milyon dolarının terör örgütü PKK/YPGye tahsis
edilmesi bunun açık göstergelerindendir. Türkiye terör örgütlerinin kuyruğuna
basmakta, yankıları ne hikmetse Batıdan gelmektedir.
Batılı ülkeler başkentlerinde terör örgütlerine ofisler açarak,
teröristleri uluslararası kuruluşların özel odalarında
ağırlayarak Türkiye'nin üzerinde kılıç sallamaya tevessül
etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun toparlayınız
Sayın Akçay.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Türkiye PKK/PYD, FETÖ,
DAEŞ başta olmak üzere bütün terör örgütleriyle en etkin mücadele
yürüten ve en çok bedel
ödeyen ülkedir. Türkiye aleyhinde yürütülen bütün faaliyetler,
asılsız itham ve kara propagandalar ayaklarımızın
altındadır.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Beştaş, buyurun.
29.-
Siirt Milletvekili Meral Danış
Beştaşın, Türkiyenin hukuka uymak durumunda olduğuna ve
büyükelçiler meselesinde de önce sinirlenmiş gibi yapıp sonra geri
adım atmanın ancak bu iktidarın yapabileceği bir şey
olduğuna, Zerzevan Kalesine reklam araçları konulmasının
doğru olmadığına, cezaevlerinde işkencenin sistematik
bir hâl aldığına ve bunu asla kabul etmeyeceklerine ilişkin
açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Evet, büyükelçiler meselesi her ne kadar
kapatılmış gibi görünüyorsa da daha uzun süre
tartışılmaya devam edecek. Hakikaten, bu olayı izah etmek,
anlamak aslında bütün ayrıntıları değerlendirmekten
geçiyor. Açıkçası, iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı, ben sinirlenince
bütün toplum da sinirlensin, hakaret edince herkes hakaret etsin, ben bir U
dönüşü yapınca da herkes birden yine beni
alkışlasın... Her hâlükârda bir alkışlanma
ihtiyacı var. Büyükelçiler meselesinde kendi kendilerine çıkıp
Ey bilmem neler neler
diyerek persona non grata istenmeyen insan -onlar
adam diyor ama- olarak niteleyebileceğimiz uluslararası bir mesele
gündeme geldi. İki gün dolar fırladı, yükseldi, milyonlarca
insan daha çok yoksullaştı, bütün dünya bu krizi konuştu. Ne
oldu sonra? Özeti şu; Erdoğan dedi ki: İç işlerimize
karışamazsınız. Büyükelçiler de dediler ki: Zaten biz
sizin iç işlerinize karışmıyoruz ki, biz hukukun
gereğini söylüyoruz. Sonra Erdoğan yine dedi ki: Tamam, olumludur,
kalabilirsiniz.
Şimdi, dünden beridir manşetlerin bini
beş para açıkçası. Financial Times başta olmak üzere bütün
uluslararası basın bu olayı Erdoğan geri adım
attı. diye duyururken Sabah gazetesi Büyükelçiler geri adım attı.
diyor. Burada sorun şu: Türkiye hukuka bağlı mı, değil
mi? Burada mesele hukuktur. Avrupa Parlamentosu açıklama yaptı; Erdoğan'ın
hedef gösterdiği 10 büyükelçiye yönelik tedbirlerin anlaşılmaz
ve mesnetsiz olduğunu belirterek Kavala kararının AİHM
tarafından verildiğini hatırlattı. Kavala
kararını, Demirtaş kararını büyükelçiler vermedi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Bu
kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi verdi. Şöyle bir
dünya yok: Türkiye diyecek ki Ben istediğim sözleşmeyi
imzalıyorum ama gereğini yerine getirmiyorum; Anayasa'ya
90ıncı madde gibi bir madde de koyuyorum, yine hukuku
uygulamıyorum; dünya da tıpış tıpış bana
uyacak. Türkiye hukuka uymak durumundadır ve büyükelçiler meselesinde de
şimdiye kadar Türkiye'nin aklıyla alay etmeye çalışan
iktidar bloku, iktidar gücü, dünyanın aklını da hafife almaya
çalıştı ama şunu unutmasınlar: İki artı iki
dört eder. İstedikleri kadar söylesinler, krizi kendileri yarattı,
kendileri batırdı ve önce sinirlenmiş gibi yapıp sonra geri
adım atmak ancak bu iktidarın yapabileceği bir şey.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Beştaş,
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt)
Sayın Başkan, tarihî bir bölgemiz var; UNESCO Dünya Mirası
Geçici Listesinde yer alan üç bin yıllık bir geçmişe sahip olan
Zerzevan Kalesi aynı zamanda Roma İmparatorluğu'nun doğuda
son garnizonu olan Mithras Tapınağına sahip tarihî bir yerdir,
gidenler bilirler. Her yıl oraya on binlerce turist akın eder ve son
bir yılda da 1 milyona yakın insanın ziyaret ettiği kalede
kazılar hâlâ devam ediyor. Dün, bir görüntü
ulaştırıldı bize, kalenin en merkezî yerine taştan ve
üzerinde Göktürk alfabesiyle bir şeylerin yazılı olduğu
metal bir blok dikilmiş. Bu, tarihe nasıl bir
saygısızlık; bu, nasıl bir hadsizlik ve terbiyesizlik
anlamak mümkün değil. Yaptığımız
araştırmalarda metal blokun Türkiyenin Millî Uzay
Programının tanıtımının bir parçası olarak
oraya yerleştirildiğini öğrendik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın Sayın
Beştaş.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) Bu
valilik bilgisinde mi yapılıyor, bilmiyoruz ve açıkçası her
kafasına esen tarihî bölgelere böyle metal bloklar ya da reklam
araçları koyamaz. Zerzevan, hassas ve çalışmaların
sürdüğü bir yer. Bu yılın Zerzevan yılı olması
başvurusu varken UNESCOya, bu tarz şeylerin doğru
olmadığını belirtmek istiyoruz.
Sayın Başkan, cezaevlerindeki sorunlar,
işkenceler, kötü muameleler hiçbir şekilde bitmiyor. Bugün, yine
sayısız başvuru aldık. Biraz önce gelen bilgiler,
Silivride yine mahpuslar sürgün ediliyor, koğuşlar
darmadağın edilmiş ve halay çekmek artık bir disiplin suçu
olarak -herhâlde- yönetmeliğe mi yazıldı, kanunlara biz bilmeden
mi dercedildi onu bilmiyoruz. Yine, yüzlerce kişiye halay çektikleri için
disiplin soruşturması açılmış. Yine, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanımız Selçuk
Mızraklının odasının kapısında şu an
gardiyanların beklediği haberi geldi. Sebep neymiş?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Toparlayalım Sayın
Beştaş
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) Bünyan
Cezaevinde, aralarında Selçuk Mızraklının da olduğu
siyasi mahpusların koğuşlarının arasına
IŞİDliler yerleştirilmek isteniyor, bunu durdurun diyoruz.
Başka bir mesele: Vekilimiz de söyledi, dün
Şırnak Cezaevine gece yarısı bir baskın oldu ve 16
gardiyan ciddi bir saldırı yaptı, kollar kırıldı,
burunlar kırıldı, iç kanama geçiren mahpuslar var ve
açıkçası doktordan döndükten sonra da tek kişilik hücreye
alınmışlar. Sebep neymiş? Ayakta sayım
vermiyorlarmış.
Başka bir mesele: Erdal Emeç, 36
yaşında ve dokuz yıldır cezaevinde, Espiye L Tipi
Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumunda tutuluyor. Dizindeki lif
yırtığı ve çapraz bağların kopması sonucu
beş yıldır yürüyemiyor Sayın Başkan.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) -
Toparlıyorum Başkan.
BAŞKAN Buyurun, toparlayın Sayın
Beştaş.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt)
Teşekkür ediyorum.
Garip bir mesele söyleyeceğim: Bu, ortopedi
doktoruna gitmiş Giresunda, muayene olmuş; tomografi bölümündeki
doktor kendisine önce hakaret etmiş, sonra da fiziki şiddete maruz
bırakmış, Seni lime lime edeceğim, ameliyat
kâğıdın elimde. demiş. Yakınları bunları
bize aktardı. Totalde şunu söylüyorum: Şırnak, Espiye,
Silivri, Bünyan ve daha birçok cezaevinde işkence merkezleri şeklinde
-Erdal Emeç de dâhil- şu anda faaliyet yürütüyorlar. Adalet
Bakanlığına sayısız çağrı yapıyoruz,
iktidar grubuna sayısız çağrı yapıyoruz: Artık
cezaevlerinde hasta mahpusları tek tek öldürerek mi dışarı
çıkaracaklar? İşkence bir sistematik hâl aldı da haberimiz
mi yok, kararı mı alındı? Bunları asla kabul
etmeyeceğiz, buna geçit vermeyeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) Sonra da
kimse hukuka uymamızı istemesin demesinler- çünkü hukuksuzluğun
tarihini yazıyorlar.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Özel, buyurun.
30.-
Manisa Milletvekili Özgür Özelin,
Pençe-Yıldırım Harekâtı bölgesinde şehit olan Uzman
Çavuş Yunus Emre Yalmana Allahtan rahmet, milletimize ve ailesine
başsağlığı dilediklerine, Asistan Doktor Rümeysa
Şenin ölümüne yoğun iş yükü ve uykusuz nöbetlerin yol
açtığına, sağlık çalışanlarının
sorunlarıyla ilgili bir araştırma komisyonu kurulması
noktasında bütün gruplardan destek beklediklerine, İYİ Partinin
4üncü kuruluş yıl dönümüne, İçişleri Bakanı Süleyman
Soylunun kuzeni Mehmet Soylunun yolsuzluk soruşturmasının
yürütüldüğü SGK Teftiş Kurulu Başkanlığına
Süleyman Soylunun Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı dönemindeki Hukuk Müşaviri Oğuzhan Tekinin
atanmasını herkesin vicdanına bıraktığına ve
İstanbulda ve Ankarada 2 no.lu Baronun kurulması için kamu
avukatlarına baskı yapıldığına ilişkin
açıklaması
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Pençe-Yıldırım Harekât bölgesinde el
yapımı patlayıcının patlaması sonucu
İstihkâm Uzman Çavuşumuz Yunus Emre Yalman şehit oldu.
Şehidimize Allahtan rahmet, milletimize ve ailesine Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu olarak başsağlığı dileklerimizi
iletiyoruz.
Bir başka şehidimiz sağlık
emekçilerimizden. Ankara Şehir Hastanesindeki otuz altı saatlik
nöbetinin ardından evine giderken kendi kullandığı araçta uyuduğu
anlaşılan Asistan Doktor Rümeysa Şen bir trafik kazasına
karıştı ve hayatını kaybetti. Yoğun iş yükü
ve uykusuz nöbetler bu kaçınılmaz sonu
hazırlamıştı. Çok sayıda sağlıkçı
milletvekilimizin konuya dikkat çeken uyarıları, basın
toplantıları, soru önergeleri, araştırma komisyonu
kurulması önergeleri sürekli bu Mecliste reddedildi ya da cevapsız
bırakıldı. Geçmişte sağlık sisteminde
yapılan görece iyileştirmelerle övünenlerin görmesi gereken bir durum
var ki sağlık sistemimiz çöktü, insanlar sağlığa erişemiyor,
hastanelerde kuyruklar var; sağlık çalışanları mutsuz,
umutsuz, son derece yorgunlar ve son derece üzgünler. Bu konuda yarın
Meclis gündemine bir araştırma komisyonu kurulması talebini
getirmeyi düşünüyoruz. Daha beter olaylar yaşanmadan, Türkiyenin
sağlık sisteminin fotoğrafının çekileceği ve
sağlık emekçilerinin kendi sağlıkları, hayatları
ve insani şartlarda çalışmaları için gerekli düzenlemelerin
birlikte kararlaştırılacağı bir araştırma
komisyonu kurulması noktasında bütün gruplardan destek bekliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) İttifak
ortağımız İYİ Partinin 4üncü kuruluş yıl
dönümü. O süreçte her türlü engellemeyi kendi iradeleri, üyelerinin ve onlara
umut bağlayan seçmenlerinin kararlılığı, azimleri ve
Cumhuriyet Halk Partisinin dayanışmasıyla hep birlikte
aşmıştık. İYİ Partinin 4üncü
yaşını kutluyor, Türkiye siyaset hayatında uzun yıllar
birlikte olmayı ve ittifak ortağımızla beraber Türkiye'ye
çok önemli hizmetler yapmayı ümit ediyor, kendilerini kutluyoruz. (CHP ve
İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, İçişleri
Bakanı Süleyman Soylunun kuzeni Mehmet Soylunun yakın zamana kadar
ortağı olduğu soruşturma başladıktan beş ay
sonra istifa ettiği, 1 milyar liralık bir yolsuzluk
soruşturması Sosyal Güvenlik Kurumunda yürütülüyordu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Kurumdan bize gelen
çağrıları, isyanı, korkuyu burada dile getirmiştim.
Dediler ki: Teftiş Kurulu Başkanlığıyla ilgili
yönetmelik değişikliği hazırlıyorlar ve kendilerince
bir başkan koyup bu soruşturmayı kapayacaklar. Sağlık
Bakanlığının kodları ile SGK kodlarını
değiştirip normalin çok üzerinde paralar tahsil eden bu kurumu
koruyacaklar. Ben de buradan bu yönetmelik değişikliğine dikkat
çekmiştim. O yönetmelik değişikliği, korkulduğu gibi,
yapıldı ve dün akşam SGK Teftiş Kurulu
Başkanlığına Süleyman Soylunun Bakanlığı
döneminde kendisinin hukuk müşavirliğini yapan kişi atandı,
kendisi Oğuzhan Tekindir ve bütün şüpheler haklı
çıktı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın Sayın
Özel.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - SGKde, teftişten
gelmeyen, dışarıdan gelen bir hukukçu, Süleyman Soylunun hukuk
müşaviri, AK PARTİnin milletvekili aday adayı birisi oraya
getirildi. Şimdi, Süleyman Soylunun kuzeninin firmasının
soruşturmasına dikkatle bakalım bakalım. Herkesin
vicdanına bunu bırakıyorum. On beş gün önce bu isimleri ben
burada söyleyip tutanaklara emanet etmiştim.
Son konumuz, Sayın Başkan, 2. Baro. Geçen
sene alelacele buradan geçirirken dedik ki: Yanlış
yaparsınız, baroları siyasileştirirsiniz; ak barolar
çıkar, milliyetçi baro çıkar, sosyal demokrat baro çıkar, osu
çıkar busu çıkar. Avukatlar bu oyuna gelmediler. İstanbulda ve
Ankarada ite kaka 2. Baronun kurulması için -baronun yapısına
bakın- bütün kamu avukatlarına baskı yapıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Ankaradaki baskılar öyle
noktalara geldi ki geçen hafta, BOTAŞın 24 sözleşmeli
avukatından İstanbul, Ankara 2. Barosuna kaydını
yaptırmayan son 7 kişinin de sözleşmesi feshedildi. Ben
görüştüm; Benim. diyen AK PARTİli milletvekilimle benim odamda
yarın sabah görüşelim. Diyor ki: BOTAŞın hukuk
müşaviri 7 kez aradı. Son ihtar, seni seviyoruz, iyi
çalışıyorsun ama eğer 2. Baroya geçmezsen sözleşmeni
feshedeceğiz. dedi. Diyor ki: Gözyaşları içinde dosyaları
topluyorum, sözleşmemi feshettiler. BOTAŞta 2. Baroya
kayıtlı olmayan sözleşmeli bir avukat kalmadı. Ey on dokuz
yirmi yıl öncesinin kendine erdemliler hareketi diyenleri, ekmekle
oynamaya mı geldiniz, kul hakkı yemeye mi geldiniz? (CHP ve
İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bir kişi
istiyorum, çıkın ve deyin ki: 2. Baro baskısıyla ekmekle
oynamıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Bitiyor Sayın
Başkanım.
Çağıralım, nerde diyorsanız;
benim odamda, sizin odanızda, Ankara Barosunda, AK PARTİ Genel
Merkezinde, Sayın Naci Bostancının odasında
BOTAŞtan 2. Baroya kaydolmayana son ihtar, 6 telefon... Herkese gelir
söylerim. diyorlar. Bu kadar ekmekle oynamak, bir meslekle oynamak,
insanların çoluğunun çocuğunun rızkıyla oynamak, inat
uğrunda yapmak, baroyu yandaşlaştırmak için yapmak; bu mu
sizin siyasetiniz?
Yazıklar olsun! (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın Elitaş, buyurun.
31.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın,
cumhuriyetin 98inci kuruluş yıl dönümünü kutladığına,
gündemde bulunan asker göndermeyle ilgili tezkerelere ve İstanbulda ve
Ankarada 2 no.lu Baronun kurulması için kamu avukatlarına baskı
yapıldığıyla ilgili bir haksızlık varsa bunun
takipçisi olacaklarına ilişkin açıklaması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Hayırlı haftalar diliyorum.
Bu hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi salı ve
çarşamba günleri çalışacak; 29 Ekim Cuma günü cumhuriyetimizin
kuruluşunun 98inci yılı münasebetiyle perşembe günü tatil
olduğundan Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışamayacak. Ben
şimdiden cumhuriyetimizin 98inci yılını kutluyorum, nice
yüzyıllar cumhuriyetin ilelebet devam edeceğini ifade ediyorum.
Bugün 2 tezkere görüşeceğiz. Bu
tezkerelerden biri, Türkiyenin güvenliği açısından çok önemli
bir tezkere, Irak ve Suriyeyle ilgili. Biliyorsunuz Mart 2003 tarihinde
Irakın parçalanmasıyla birlikte komşumuz olan ülkeler uygun bir
ortam, yeşerebilecek bir mekân bulduklarından dolayı Türkiyeyi
kıskaca almak, terör devletçikleri kurmak, Türkiyedeki huzur ve
kardeşliği ortadan kaldırmak için girişimler,
oluşumlar oluşmasına büyük bir meydan
bırakmıştı. O günden bu tarafa Irak'ın kuzeyinden veya
komşu ülkelerden Türkiye aleyhine yapılacak her türlü faaliyetleri,
sınır ötesi harekâtı da göze alarak veya düşünerek
engelleyeceğimizin kararlı duruşunu ortaya koyduk. Yine,
aynı kapsam içerisindeki, -ikinci ülkeyle ilgili tezkeremiz- Suriye'de
ortaya çıkan, 2011 yılında başlayan ve on yıldır
devam eden, bir taraftan PKK terör örgütünün, öbür taraftan DEAŞ terör
örgütünün Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye'nin güneyinde mikro devletçikler
kurarak
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) -
ülkemizin
millî birliği ve bekasını engellemeye çalışan, iç
kargaşalar ortaya çıkarmaya hevesli mikro devletçiklerin, büyük
devletlerin oyuncağı olmuş örgütlere, terör örgütlerine
-başta PKK, DEAŞ, YPG gibi örgütler olmak üzere- meydan vermemek,
fırsat vermemek üzere Türk Silahlı Kuvvetlerine yetki veren tezkereyi
görüşeceğiz. Arkasından, Birleşmiş Milletler
kapsamında, UNIFIL çerçevesinde bir tezkereyi de -devam edip-
görüşeceğiz. Türkiye'nin bekası, birliği ve
beraberliği için, bütünlüğü için, geleceği için -umuyorum ve
diliyorum ki- seçilmiş milletvekillerimizin bu tezkerede de olumlu oy
vereceklerini düşünüyorum. Hiç kimse terör örgütü destekçisi
değildir, olduğuna da inanmıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bu Parlamento
içerisinde terör örgütü destekçilerinin yaşamayacağını,
barınmayacağını
Hiçbir milletvekilinin de bu konuda öyle
düşündüğü kanaatinde değilim. Biraz önce Sayın Özgür
Özelin ifade ettiği, bir resmî kurumun 2 no.lu Baroya üye
olmadığın takdirde senin avukatlık sözleşmeni iptal
ediyoruz. hükmünün, böyle bir ifadenin doğru olmadığına
inanmak istiyorum; varsa, gerekli işlemler yapılacaktır.
Nasıl ki Sayın Kılıçdaroğlunun yerel seçimlerde
Namus sözü veriyorum, hiçbir işçi, AK PARTİli veya başka bir partiden
olduğundan dolayı, atanan bir işçi işsiz
kalmayacaktır. diye ifade ettiğine
Biz nasıl ki bu
şekilde ifade ediyorsak
Nitekim, bununla ilgili diğer belediyelerin
yaptığı icraatlarda Sayın Kılıçdaroğlunun
namus sözünü hatırlattıysak, eğer bu konuda BOTAŞ herhangi
bir şekilde baroyu öne sürerek birinin sözleşmesini iptal ediyorsa
yanlış yapmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Yetkili
merciler ve ilgililer de bunun üzerine düşeceklerdir. Şahsen ben
böyle bir haksızlık varsa takipçisi olacağımı ifade
etmek istiyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt)
Sayın Başkan, hoşgörünüze sığınarak, çok önemli
bir mesele var, bir dakikada toparlayayım.
BAŞKAN Buyurun.
32.-
Siirt Milletvekili Meral Danış
Beştaşın, Deniz Poyraz davasıyla ilgili
ayrıntıları mutlaka öğreneceklerine ilişkin
açıklaması
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt)
Sayın Başkan, Deniz Poyraz İzmir il binamızda katledildi,
katili Onur Gencer tutuklu ve dün, önceki gün Onur Gencerin, katliam
haftası dâhil, defalarca İzmir Emniyet Müdürlüğüyle
görüştüğü ortaya çıktı; avukatlar hemen başvuru
yaptı mahkemeye, ses kayıtlarını ve diğer
ayrıntılarını istedi fakat mahkeme reddetti. Bir katil,
Türkiyenin 3üncü büyük partisinin il binasını basarak genç bir
kadını katletti, öncesinde defalarca Emniyetle görüşmeleri
ispatlandı ve biz iktidar grubuna sesleniyoruz: Emniyetle ne görüştü,
kiminle görüştü, nasıl görüştü, bu ayrıntıları
mutlaka öğreneceğiz ve bu konuda önümüz kesilmesin çünkü vazgeçmeyeceğiz.
BAŞKAN Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup
bilgilerinize sunacağım.
Okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının, Türk Dili Konuşan Ülkeler
Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA) Türk Grubunun AK PARTİ Grubu
kontenjanından İstanbul Milletvekili İsmet Uçmanın
vefatı nedeniyle boşalan üyelik için AK PARTİ Grubu
Başkanlığınca İstanbul Milletvekili Erol Kayanın
aday gösterildiğine ilişkin tezkeresi (3/1706)
22/10/2021
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kuruluna
28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun'un 2nci maddesine göre; Türk Dili Konuşan Ülkeler
Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA) Türk Grubunun Adalet ve Kalkınma Partisi
(AK PARTİ) Grubu kontenjanından İstanbul Milletvekili İsmet
Uçmanın vefatı nedeniyle boşalan üyeliğe, AK PARTİ
Grup Başkanlığınca İstanbul Milletvekili Erol Kaya
aday gösterilmiştir.
Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Mustafa
Şentop
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır,
okutup oylarınıza sunacağım.
VII.-
ÖNERİLER
A)
Danışma Kurulu Önerileri
1.-
Danışma Kurulunun, Anayasa'nın 92nci
maddesi kapsamında sunulan (3/1704) esas numaralı
Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin görüşmelerinde siyasi
parti grupları adına yapılacak konuşmaların süresinin
en fazla 2 konuşmacı tarafından kullanılabilmesine; bu
birleşimde gündemin Başkanlığın Genel Kurula
Sunuşları kısmında yer alan işlerin
tamamlanmasına kadar çalışmaların sürdürülmesine ilişkin
önerisi
No: 66 26/10/2021
Danışma Kurulu
Önerisi
Danışma Kurulunun 26/10/2021 Salı
günü (bugün) yaptığı toplantıda, Anayasa'nın 92nci
maddesi kapsamında sunulan (3/1704) esas numaralı
Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin görüşmelerinde siyasi
parti grupları adına yapılacak konuşmaların süresinin
en fazla 2 konuşmacı tarafından kullanılabilmesi; bu
birleşimde gündemin Başkanlığın Genel Kurula
Sunuşları kısmında yer alan işlerin
tamamlanmasına kadar çalışmaların sürdürülmesi önerisinin
Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Mustafa
Şentop
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Elitaş Özgür Özel
Adalet ve Kalkınma Partisi Cumhuriyet Halk
Partisi
Grubu Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
Hakkı Saruhan Oluç Erkan Akçay
Halkların Demokratik Partisi Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
Lütfü Türkkan
İYİ Parti
Grubu Başkan Vekili
BAŞKAN Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Anayasa'nın 92nci
maddesine göre verilen Cumhurbaşkanlığı tezkerelerinin
görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci sırada yer alan, (3/1704) esas
numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresini okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
A) Tezkereler (Devam)
2.- Türkiyenin millî
güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve
her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde
gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriyedeki tüm terör örgütlerinden
ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf
etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî
güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiyenin güney kara
sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir
meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla
ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiyenin menfaatlerini etkili
bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride
telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik
bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul,
miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi
harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve
aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin
Türkiyede bulunması, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği
esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi
için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak
düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara
göre yapılması için 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla verilen ve son olarak 7/10/2020
tarihli ve 1266 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla
30/10/2021 tarihine kadar uzatılan izin süresinin Anayasanın 92nci
maddesi uyarınca 30/10/2021 tarihinden itibaren iki yıl uzatılmasına
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1704)
16 Ekim 2021
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye'nin güney kara sınırlarına
mücavir bölgelerde yaşanan gelişmeler ve süregiden çatışma
ortamının millî güvenliğimiz açısından
taşıdığı risk ve tehditler artarak devam etmektedir.
Türkiye, komşumuz Irak'ın toprak
bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının
korunmasına büyük önem atfetmektedir. Diğer taraftan, Irak'ta PKK ve
DEAŞ unsurlarının varlığı sürdürmesi, etnik
temelli ayrılıkçılığa yönelik girişimler,
bölgesel barışa, istikrara ve ülkemizin güvenliğine
doğrudan tehdit oluşturmaktadır.
Suriye'de, sınırımıza mücavir
alanda, PKK/PYD-YPG ve DEAŞ başta olmak üzere, mevcudiyetini sürdüren
terör örgütleri ülkemize, ulusal güvenliğimize ve sivillere yönelik
eylemleri sürdürülmektedir. PKK/PYD-YPG, Suriye'de bölücü faaliyetlerine devam
etmektedir. Harekât alanlarımızda tesis edilen sükûnet ve
istikrarı korumak amacıyla, meşru ulusal güvenlik
çıkarlarımız doğrultusunda önlemler alınmaktadır.
İdlip'te, Astana süreci çerçevesinde istikrar ve güvenliğin tesisine
yönelik faaliyetlerimizi hedef alan risk ve tehditler devam etmektedir.
Bütün bu gelişmeler çerçevesinde, terörle Irak
ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü bozmaya ve sahada gayrimeşru
oldubittileri oluşturmaya yönelik, millî güvenliğimize tehlike
oluşturabilecek her türlü risk, tehdit ve eyleme karşı
uluslararası hukuktan doğan haklarımız doğrultusunda
gerekli önlemlerin alınması millî güvenliğimiz açısından
hayati önem arz etmektedir.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin 2170 (2014), 2178 (2014), 2249 (2015), ve 2254 (2015)
sayılı kararlarıyla, Irak ve Suriyenin toprak bütünlüğünün
ve bağımsızlığının teyit edilmiş
olmasının ve yine 2170 (2014) sayılı Kararda bu
ülkelerdeki terör faaliyetlerinin kınanarak DEAŞ ve benzeri terör
örgütlerinin faaliyetlerine karşı Birleşmiş Milletler üyesi
tüm ülkelere 1373 (2001) sayılı Karar ve uluslararası hukuk
çerçevesindeki sorumluluklarına uygun şekilde gerekli tedbirleri alma
çağrısında bulunulmuş olmasının
ışığında, Türkiyenin DEAŞ ve diğer terör
örgütleriyle mücadele amacıyla oluşturulan uluslararası
koalisyon bünyesinde iştirak ettiği faaliyetlerin sürdürülmesi de
önem taşımaktadır.
Bu mülahazalar ışığında,
Türkiyenin millî güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler,
terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası
hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriyedeki tüm
terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek
saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer
muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini
sağlamak, Türkiyenin güney kara sınırlarına mücavir
bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı
bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler
istikametinde Türkiyenin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve
kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla
karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine
yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı
Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi
harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve
aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin
Türkiyede bulunması, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının
belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin
giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân
sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek
esaslara göre yapılması için 2/10/2014 tarihli ve 1071
sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla verilen ve son
olarak 7/10/2020 tarihli ve 1266 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi
Kararıyla 30/10/2021 tarihine kadar uzatılan izin süresinin
30/10/2021 tarihinden itibaren iki yıl uzatılması hususunda gereğini
Anayasanın 92nci maddesi uyarınca bilgilerinize sunarım.
Recep
Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi üzerinde İç Tüzükün 72nci maddesine göre görüşme
açacağım. Bu görüşmede siyasi parti gruplarına ve
şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri
gruplar için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.
Az önce alınan karar gereğince, siyasi
parti grubu adına yapılacak konuşmalar en fazla 2
konuşmacı tarafından kullanılacaktır.
Tezkere üzerinde söz alan sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum: İYİ Parti Grubu adına
Ahmet Kamil Erozan, Bursa; Aytun Çıray, İzmir. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Kamil Aydın, Erzurum. Halkların Demokratik
Partisi Grubu adına Hakkı Saruhan Oluç, İstanbul. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Ahmet Ünal Çeviköz, İstanbul. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına İsmet Yılmaz, Sivas.
Şahıslar adına Saliha Aydeniz, Diyarbakır; Özgür Özel,
Manisa.
İYİ Parti Grubu adına ilk olarak
Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Kamil Erozan.
Süreniz on dakikadır.
Buyurun Sayın Erozan. (İYİ Parti
sıralarından alkışlar)
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET
KAMİL EROZAN (Bursa) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; izin verirseniz öncelikle ben bu tezkerenin birtakım
teknik kusurları üzerinde durmak isterim.
Bir defa biraz evvel söylendi- bu, tek tezkere
olmaması gereken bir metin. Dolayısıyla ben, bugünkü hâliyle
bunu
Bizim başka vesilelerle ifade ettiğimiz gibi, nasıl torba
kanunlar varsa bu, maalesef, biraz torba tezkere konumunda çünkü Irakta ve Suriyede
Türk Silahlı Kuvvetlerinden beklenen işlevler birbirinden çok
farklı. Ayrıca, Suriyedeki İdlib gerçeği ve Mehmetçikin
karşı karşıya bulunduğu riskler Iraktan
farklılaştırılmasını gerektiriyor Suriyenin.
İkinci dikkatimizi çeken husus, bu tezkerenin
bir değil iki yıllık gelmiş olması. Başka
örnekleri de vardır bunun geçmişte ama içinde bulunduğumuz
konjonktürde garip bir tablo ortaya çıkıyor çünkü malumunuz,
Cumhurbaşkanlığı seçimi 2023te olacak, sizlerin AKP
sıralarından söylediği gibi, hâlbuki bu tezkere
Cumhurbaşkanının süresini de aşıyor, âdeta
Cumhurbaşkanının beklentisi
2023ten sonra da sanki görevde ve
bu tezkerenin uygulayıcısı olacağını
düşünüyor herhâlde Sayın Cumhurbaşkanı. Bu, demokratik
nezakete de uymuyor, onun altını çizmek istiyorum.
Üçüncüsü, her yeni gelen tezkere bir evvelkinde
başarısız olunduğunun ifadesi. Başarılı
olunsaydı yeni bir tezkereye gerek kalmazdı. Bu sefer yine geldi,
demek ki bir evvelki dönemde, son bir sene içinde yapılanlardan bir sonuç
alınamamış ki ayrıca, bu sefer iki seneliğine
geldiğine göre, önümüzdeki dönemde yapılacak işlerin bir senede
bitirilemeyeceğinin de altı çiziliyor maalesef bu tezkereyle.
Dördüncüsü, bir coğrafi tanım
farklılığı var bu tezkerenin içinde. Bir önceki tezkerede
PKK/PYD-YPGnin Fıratın doğusunda bölücü gündemine hız
verdiğinden söz edilirken bu kez PKK/PYD-YPG Suriyede yani
Fıratın doğusu, batısı değil, Suriyenin
bütününde bölücü faaliyetine devam etmektedir. deniliyor. Şimdi, bu,
ister istemez iktidarın o coğrafyadaki niyetleri konusunda hem bizde
hem dışarıdan bu işi takip edenlerde mutlaka çeşitli
ünlem işaretleri veya soru işaretleri yaratıyordur. Bölücü
kelimesinin altını özellikle çiziyorum çünkü Fıratın
doğusundan eğer bölücü olarak bahsediliyorsa şunun da
altını çizmek durumundayım: Madem komşumuz Suriyenin
toprak bütünlüğünün risk altında bulunduğunu görüyoruz, çok
şükür demem lazım ki artık iktidar da o bütünlüğün risk
altına girdiğini görmüş demektir. Şunu da belirtmek isterim
ki Suriyede Cumhurbaşkanı siz sevseniz de sevmeseniz de Beşar
Esaddır. Beşar Esad, Arap âlemindeki konumunu güçlendirmeye ve
giderek daha fazla ülke tarafından muhatap alınmaya
başlamıştır. İktidar, ülkemizde maalesef hâlâ Esada
Esed demeye devam etmektedir.
Bu tezkerenin son bölümlerine geldiğinizde hâlâ
yabancı askerlere atıfta bulunan bir bölüm var yani Türkiyede
konuşlandırılabilecek yabancı askerlerden bahsediliyor. Ha,
bunun Patriot füzeleriyle ülkemizde bulunan yabancı askerler olabileceğini
düşünmek mümkünse de bunun hâlâ böyle arkaik bir cümle olarak bunun içinde
bulunması ister istemez kafamızdaki soruları biraz daha
bulanık hâle getiriyor ve ister istemez başka bir konjonktürde olsak
dahi Fransız mı, İngiliz mi, Amerikalı mı, Alman
mı, Rus mu? diye kafamızda ünlem işaretleri oluşuyor.
Biz İYİ Parti olarak, iktidarın
Suriye politikasının yanlışlıklarını
başından beri vurguladık. Terörizmle mücadele etmek ülkemiz
açısından bir öncelik olmakla birlikte durum İdlib özelinde
karmaşıklaştı. Son dönemde Rusyanın ülkemize yönelik
yakınmaları da arttı ve Moskovada varılan mutabakatlar
çerçevesinde üzerinize düşen görevi yerine getiremeyecekseniz gölge
etmeyin bari. diyen bir Putinle karşı karşıya
kaldık. Putinin 29 Eylül tarihinde Soçide baş başa
yaptığı görüşmede bu hususu Sayın Erdoğana da
söylediği Soçi sonrasındaki askerî harekâtlarda gözlenen
artışla bir kez daha teyit edilmiş oldu. Söz konusu
görüşmenin baş başa yapılmış olması bir
hayra alamet değildir. Bürokraside bir laf vardır: Birisini taltif
edecekseniz herkesin önünde yapacaksınız, eğer
eleştirecekseniz baş başa yapacaksınız. Benim
gördüğüm, o baş başa yapılan görüşmenin arkasında
mutlaka Putinin birtakım eleştirileri vardır; aynı
şey Biden için de geçerlidir, Amerikada yapılan görüşmenin de
baş başa yapıldığını hatırlatmakta
fayda görüyorum.
Rusyanın 29 Eylül tarihinden bu yana Esadla
birlikte yürüttüğü askerî faaliyetler bölgedeki Türk Silahlı
Kuvvetleri unsurlarını da giderek risk altına sokmuştur.
Nitekim, son günlerdeki saldırılar âdeta Türk gözlem
noktalarının 150-
11 Ekim 2021 tarihinde Sayın
Cumhurbaşkanı Suriyede gereken adımları
atacağız. açıklamasını yaptı. Aradan iki hafta
geçti, iktidar, ekonomik krizle daralan toplumsal desteğini tahkim
edebilmek için dış politika ve askerî operasyonları âdeta bir
kaldıraç olarak kullanmaya devam etmektedir. Tencerenin
kaynamadığı, fukaralığın arttığı,
seçimin yaklaştığı bir ortamda gündemi
değiştirmek herhâlde bir öncelik hâline gelmiştir.
Görüldüğü kadarıyla, ülke içindeki sıkıntılara çözüm
üretmekten âciz iktidar açısından iktidarın kişisel
bekası her şeyden daha önemli bir noktaya gelmiştir. Suriyede
yapılacak yeni bir askerî operasyonun Türkiye açısından
anlamlı bir siyasi veya askerî sonucu doğurmayacağını
biz de biliyoruz. Siyasi hedefi olmayan askerî operasyonlarla da bir yere
varmak mümkün değildir. Oysa Türkiye, Suriye politikasında askerî
operasyonlar yerine diplomatik kanallarla beslenen uluslararası
girişimleri ön plana çıkarmak durumundadır. İktidarın
Suriyenin kuzeyinde ve Fıratın doğusunda oluşturmayı
planladığı güvenli bölge ise bir tampon bölgeden öteye
gidememiştir. Türkiyenin Suriye kaynaklı güvenlik risklerini ortadan
kaldırabilmesi için yapması gereken sadece bir bölgeyi tampon bölge
veya güvenli bölge değil, Suriyenin tamamını güvenli bölge
hâline getirmesidir. Maalesef, istesek de istemesek de bunu ancak Suriyede
Esadla görüşmekle gerçekleştirmek mümkündür.
Konu terörizmle mücadele olduğu müddetçe bunu
bir ulusal güvenlik meselesi olarak kabul ettik. Biz bu coğrafyadaki
tezkerelere geçmişte, terörizmle mücadele anlayışının
gereği olarak ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücüne
inandığımız ve Mehmetçikin bu Gazi Meclisin desteğine
sahip olduğunu da vurgulamak üzere olumlu oy verdik. Bu desteğimizin
hiçbir şekilde iktidarın politikalarına verdiğimiz bir
destek olarak algılanmaması gerektiğini düşünüyoruz. PKK ve
türevlerine yönelik olarak ülke içinde de mücadele verildiği bir
gerçektir, ona da destek veriyoruz ve bu bağlamda, Süleyman Soylunun,
İçişleri Bakanımızın verdiği birtakım
rakamlara değinmek isterim: 19 Eylül itibarıyla 197 terörist
kaldı, 25 Eylül itibarıyla 189 kaldı, 5 Ekim itibarıyla 181
kaldı. dedi. Bu tempoyla gidilirse yirmi dört hafta sonra
sıfıra geleceğiz. Dolayısıyla ben, yirmi dört hafta
sonra Sayın Süleyman Soylunun hangi rakamı telaffuz edeceğini
merakla bekliyorum. Aynı şey Sayın Hulusi Akar
açısından da geçerlidir, ondan da Iraktaki rakamları
bekliyorum.
Önümüzdeki tezkereyle Türk Silahlı Kuvvetlerini
Irak ve Suriyede görevlendirmeyi ele alıyor olsak da bu bölgelerdeki
harekâtlar sadece TSKyle sınırlı değildir, burada Jandarma
ve Polis Harekât da görev yapıyor ve maalesef onlardan da şehit
vermeye başladık; dolayısıyla, onları rahmetle
anarım ama bu görevlendirmelerin bu Meclisten geçmiyor olmasını
da bir garabet olarak nitelendirmek istiyorum çünkü o görevlendirmeler sadece
bir genel müdürün imzasıyla oluyor, hâlbuki Türk Silahlı Kuvvetlerini
gönderirken buradan tezkere çıkarıyoruz.
İktidara çağrımız, teröristle mücadele
önceliğinden bağımsız olarak, öngörülü davranması ve
Suriye meselesinin çözümüne giden yolda önemli bir aşama olan Cenevredeki
Anayasa müzakerelerine pozitif bir yaklaşımla bir an evvel müdahil
olmasıdır. Suriyede yeni bir Irak modelinin şekillenmesi
istenmiyorsa şimdi hareket etme zamanıdır. Çözüme giden yolun
sadece Moskova veya Washingtondan değil, Şamdan da geçtiği
unutulmamalıdır. Zamanında Gerekiyorsa gidip Esadla da
görüşürüm. diyenin Sayın Genel Başkanımız olduğu
da hatırda tutulmalıdır. Bu başarılabilirse Türkiye
olarak Suriyeyle ilişkilerimize olduğu kadar bölgesel istikrara da
önemli bir katkıda bulunmuş ve ülkemizde bulunan 4 milyonu
aşkın Suriyeli kaçkının da salimen ülkelerine
uğurlanmasının kapısı aralanmış olur. Bu
anlayışla, devletin çıkarlarının savunucusu olan bir
siyasi parti olarak, iktidarı bir kez daha aklıselimle hareket etmeye
ve her türlü maceracılıktan uzak durmaya davet etmeyi de görev
biliyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlarım.
(İYİ Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN İYİ Parti Grubu adına
ikinci olarak İzmir Milletvekili Sayın Aytun Çıray
konuşacaktır.
Buyurun Sayın Çıray. (İYİ Parti
sıralarından alkışlar)
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY
(İzmir) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Suriyede
bizi gittikçe bataklığa sürükleyen süreçler Suriye duvarlarına
bir grup öğrencinin Beşar Esad için Ey doktor, sıra sana
geldi. diye yazmasıyla başladı ve böylece, bize kendi
yanlış dış politikalarını millî diye dayatan
bir siyaset anlayışıyla karşı karşıya
kaldık.
Değerli arkadaşlar, bu tezkerenin
gerekçesindeki çarpıtmalar, yanlış Suriye
politikalarının devam ettirileceğini ortaya koymaktadır.
Tezkerede yer alan Millî güvenliğimiz açısından taşıdığı
risk ve tehditler artarak devam etmektedir. şeklindeki vurgu doğrudur
ancak bu risk ve tehditlerin baş sebebi Adalet ve Kalkınma Partisi
iktidarıdır. Öyle ki bugün Türkiyenin en önemli meselesi
konuşulurken, âdeta bir savaş yetkisi verilecekken Adalet ve
Kalkınma Partisinin grup sıralarına bakın, grup
sıralarına bakın! (İYİ Parti sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlar, oysa 23 Aralık
2009 tarihinde Şamda Esadla birlikte yürüttükleri ortak bir Bakanlar
Kurulunda Sayın Erdoğan Suriye bizim Orta Doğuya açılan
kapımız ve ikinci evimizdir. demişti. Maalesef bu olumlu tablo
Suriyede 2011 Martında başlayıp 2012de kanlı bir iç
savaşa dönüşen krizle sona erdi. Aslında, bu krizde Türkiye
taraf olmak yerine saygın bir ara bulucu olmayı tercih etseydi hiç
şehit vermeyecektik, hiç! (İYİ Parti sıralarından
alkışlar) Belki de binlerce insan ölmeyecekti, milyonlarca Suriyeli
sığınmacı da Türkiyede olmayacaktı. Ancak Sayın
Erdoğan barışçıl dış politika yerine
rövanşist ajandasına geri döndü; maskeler çıkarıldı,
gömlekler tekrar değiştirildi; devletin tüm kurumlarında
yaşanan rejim tahribatı Dışişlerinde olabilecek en
ağır şekilde yaşandı; Dışişleri, önü
var arkası yok Hollywood setlerine dönüştürüldü; apaçık mezhepçi
tercihlerle, İhvanla müttefik olundu.
Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet
tarihimizde hiçbir siyaset ve siyasetçi, süper güçlerin ve onların
bölgesel iş birlikçilerinin amaçlarına bu kadar yarayacak
zararlı bir politika uygulamamıştır. İşin vahim
tarafı, yapılan bütün bu harekâtlara, verilen şehitlerimize
rağmen, Amerika ve Rusya tarafından korumaya alınan Menbiç, Ayn
el Arap, Ayn İsa, Tel Rıfat gibi bölgeler nedeniyle Türk askerinin
güvenliği tesis edilememiştir ve terörist PYDnin de
ordulaşması engellenememiştir; böylece, bu bölgede, AKP
politikaları, PKK devlet yapılanması için elverişli bir
zemin oluşturmuştur. İdlibde ise radikal dinci, kafa kesici
binlerce teröristin varlığı çok ciddi bir tehdittir. Üstelik,
Sayın Erdoğan Soçi Anlaşmasıyla Rusyaya bu teröristleri
İdlibden üç ayda uzaklaştırma sözü vermişti ancak bu
sözünü de yerine getiremedi. Niye? Soruyorum size: Açık kapı
politikaları nedeniyle Türkiyeye sızan katillerin kanlı
eylemler yapmasından korkulduğu için mi yoksa
sınırımızda ortaklıklarınız olduğunu
söylediğiniz bir Taliban devleti mi oluşsun isteniyor?
Değerli arkadaşlarım, Türkiyenin
dış politikalarının beka sorununa dönüşmesinin
asıl nedeni, Sayın Erdoğanın iktidarda kalmayı ve
mevcut rejimi her ne pahasına olursa olsun tahkim etmeyi kendisi için bir
varoluş hâline getirmiş olmasıdır. Bu nedenle, ekonomide
yarattığı ölümcül tahribat nedeniyle
sıkışınca gündem değiştirmek ihtiyacı ortaya
çıktı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Osman
Kavalanın derhâl serbest bırakılması yönündeki
kararının uygulanmasını talep eden 10 büyükelçinin
açıklaması âdeta iyi bir çıkış noktasıydı.
Derhâl, hukuki bir konu siyasi bir konuya dönüştürülmeye
başlandı. Çıktı Bizim niyetimiz asla kriz çıkarmak
değil; ülkemizin hakkını, hukukunu, onurunu,
çıkarını ve egemenlik haklarını korumaktır.
dedi. Hâlbuki kendisinin ve partisinin önerisiyle değiştirilen
Anayasamızın 90ıncı maddesiyle egemenlik devri
yaptığımızın bal gibi farkındaydı. Temel
hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla
kanunların aynı konuda çıkabilecek uyuşmazlıklarda
milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. diyor
Anayasa madde 90. Yani AİHM kurallarının, kararlarının
uygulanması mecburdur. Yani Takmıyorum. dediğinizde
takmadığınız AİHM kararları değil,
Anayasanızdır. (İYİ Parti sıralarından
alkışlar)
Şimdi, size senaryoyu biraz daha görünür hâle
getireyim. 18 Ekimde büyükelçiler AİHM kararının
uygulanması için çağrıda bulundular, 19 Ekimde
Dışişlerine çağrılıp uyarıldılar, 23
Ekimde Sayın Erdoğan Bunlara persona non grata uygulanması
için emir verdim. dedi, 25 Ekimde ise 10 büyükelçilikten Viyana
Sözleşmesinin 41inci maddesine riayet etmeyi teyit ederiz.
açıklaması geldi. Yani büyükelçiler Riayet etmedik. demediler,
Özür diliyoruz. demediler. Zaten Viyana Sözleşmesine uyduk, uymaya
devam edeceğimize söz veriyoruz." dediler. Ancak senaryo gereği
mesele hızla tırmandırıldı, konu iç ve dış
güçler eksenine oturtuldu. İktidar Pravdaları
aracığıyla Büyükelçiler özür diledi. palavrası
yayıldı ve sonuç olarak kahramanca çark edildi.
Değerli milletvekilleri, gelin, kamerayı
bu defa farklı bir açıya çevirelim. Ne de olsa süper güçlerin
karşılarında kendileriyle yaptıkları görüşmeleri
devletinden gizleyen bir siyasetçi var. Böyle birinden kayıt
dışı her türlü taviz alınabilir. Bunun
karşılığında yapmaları gereken tek şey, ona
içeride tepe tepe kullanacağı bir güç görüntüsü vermek.
Haklarını teslim etmemiz gerekir, yıllardır bunu çok iyi
yaptılar, Sayın Erdoğanın muazzam propaganda makinesini
sürekli yağladılar. Şimdi, 10 büyükelçi operasyonuyla benzer bir
hadiseyi yaşıyoruz; tek fark, Sayın Erdoğanın
yaldızının dökülmüş olması ve inişte
olmasıdır, önümüzdeki seçimlerde milletimizin iradesiyle
gideceği muhakkaktır ancak Suriyeyi ve bölgeyi dizayn eden güçler
böyle bir aktörü kaybetmek istememektedirler. 10 büyükelçi operasyonunun
asıl gizli amacı, insanlarımızı görülmemiş bir
sefalete sürükleyen ekonomik buhran gayyasında batıp çıkan
Sayın Erdoğana can simidi olmaktır. En gelişmiş 10
ülkenin büyükelçisi âdeta saygısızca yapılmış
ültimatom izlenimi verecek bu çağrıyı neden yapsınlar?
Avrupa Birliğinin ilgili organları, Avrupa Konseyinin olağan
mekanizmaları ne güne duruyor? Bu büyükelçilerin bu bilgileri, bu
mekanizmaları bilmemesi mümkün mü? Ahmak mı bunlar?
Değerli arkadaşlar, bu olayın tam da
Sayın Erdoğanın Bidenla Romada yapacağı muhtemelen
tutanaksız, kayıt dışı görüşmeler öncesinde
olması manidardır. Burada acı olan, Osman Kavalanın bir
operasyona alet edilmiş olmasıdır. Ama sinekten yağ
çıkarma peşindeki güçleri uyarmak istiyorum: Bu tür danışıklı
dövüşleri artık milletimiz yutmuyor. Bizim Dışişleri
Bakanlığı bürokrasisine karşısında titredikleri
Tayyip Bey emir verecek de üç gün bekleyecekler. Yuttuk, yemezler!
Adını koyalım, bu operasyon 10 büyükelçi operasyonudur,
Türkiyeye karşı düzenlenmiş ortak bir operasyon, kirli bir
tezgâhtır.
Değerli vekiller, Suriyede Türkiye değil,
Erdoğan rejimi Esad rejimine yenilmiştir. S-400ler ile Patriotlar
arasına sıkışmış Erdoğan rejimi Amerika ile
Rusyanın karşılıklı senaryolarının figüranı
dahi değil, set işçisi olmuştur ve hem Irakta hem Suriyede bir
süper güç gibi hareket eden İran varken Türkiye sadece
başkalarının plan ve dizaynlarının taşeronu
konumuna düşürülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti adına
Suriyede millî bir görev icra eden şerefli Türk ordusunun askerlerinin
zarar görmemesi için bu tezkereye evet diyeceğiz. (İYİ Parti
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) Bu arada bu tezkereyi Irak
tezkeresiyle birlikte getirerek yaptığınız ahlak
dışı siyasi kurnazlığın da farkındayız.
YAVUZ SUBAŞI (Balıkesir) Ancak
İYİ Parti yapar onu, ancak İYİ Parti yapar.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) Şimdi, bu arada, bu
tezkerenin öncekilerden farklı olarak bir yıllığına
değil, iki yıllığına düzenlenmesinde bir art niyetin
olmadığına inanmak istiyoruz. Eğer bu iki yıllık
süreyle 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel
Seçimlerinde seçmenlerimizin tercihlerini etkilemeye yönelik bazı
operasyonlar ve manipülasyonlar düşünülüyorsa tavsiyem, bu niyetten tez
elden vazgeçmenizdir. Biliniz ki Mehmetçikimizin ve şehitlerimizin
kanının seçim oyunlarına alet edilmesine asla müsaade etmeyiz.
En derin saygılarımla. (İYİ
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Erzurum Milletvekili Sayın Kamil Aydın.
Buyurun Sayın Aydın. (MHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum)
Saygıdeğer Başkanım, çok kıymetli milletvekilleri;
Türk askerinin Irak ve Suriye'ye sınır ötesi operasyonu konusunda
Cumhurbaşkanına verilen yetkinin iki yıl daha uzatılmasını
öngören Cumhurbaşkanlığı tezkeresi hakkında Milliyetçi
Hareket Partisi Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sayın milletvekilleri, temel evrensel bir
kriter olmasının yanı sıra hemen hemen tüm felsefe ve inanç
sistemlerinde de açıkça öncelendiği gibi insanı makbul,
güvenilir ve değerli kılan onun eylemi ile söylemi arasındaki
denge ve ahenktir. Olması gereken bu söz ve eylem uyumunun önemini ifade
eden çok veciz sözler bulunmaktadır. Örneğin Ya olduğun gibi
görün ya da göründüğün gibi ol. ya da İnandığın gibi
yaşamıyorsan yaşadığın gibi inanmaya başla.
veya Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bunlar sadece saydığımız
birkaç örnektir. İnsanlardan beklenen bu ideal tavır, aslında
benzer yapılar olan devletlerden de beklenmektedir. Yani, bir devletin de
güvenilir olabilmesi için eylemi ile söylemi arasında çelişkiler
taşımaması gerekmektedir.
Şimdi, bizim de parçası olmaya
çalıştığımız veya hâlihazırda olduğumuz
birçok uluslararası yapının söylem olarak demokrasi, insan
hakları, hukukun üstünlüğü, barış, inanç ve düşünce
özgürlüğü gibi birtakım ideal kuram ve kavramları sürekli dile
getirirken öte yandan, uygulama söz konusu olduğunda pek de böyle olmadıklarını
yaşadığımız tarihî geçmişimiz bize göstermektedir.
Somutlaştırmak gerekirse, şayet söylemlerinde samimiyet söz
konusu olsaydı dünden bugüne sömürgecilik, işgaller, savaşlar,
nükleer silahlanmalar, küresel iklim değişiklikleri, açlıklar,
susuzluklar, yoksulluklar, kan ve gözyaşı olmazdı ama oldu.
Çünkü eylemler söylemleri maalesef gölgede bıraktı.
Sayın milletvekilleri, bunu neden söyledik?
Dilimize pelesenk olmuş güzel bir söz var: Ele verir talkını,
kendi yutar salkımı. Şimdi, buradan hareketle, bizi güvenlikçi
politikalardan dolayı suçlayan ülkelerin savunma, güvenlik ve silahlanma
bağlamlı yatırım, ihracat ve ithalat rakamlarına
bakalım. Gördüğümüz tablo açık ve nettir. 2021 uluslararası
güvenlik raporlarına göre, dünyada en fazla askerî harcama yapan ülke
sıralamasına şöyle bir göz attığımızda ilk
başta Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Rusya, Hindistan ve Fransa
gelmektedir. ABDnin 2020 askerî harcamaları yüzde 4,4 artarak 778 milyar
dolara ulaşmıştır. Bu, 2021 için de üç aşağı
beş yukarı aynıdır. Çinin harcamaları ise
yaklaşık olarak yüzde 2 artarak 252 milyar dolar seviyelerindedir.
Öte yandan, acil ihtiyaç duyup üretmeyi
başardığımız bazı sofistike savunma sanayi ürün
ve araçlarından dolayı duydukları hayal
kırıklığı, kin ve nefretten mütevellit ülkemizi
güvenlikçi politika yapmakla ve Asya, Afrika ticari ilişkilerinde savunma
sanayi bazlı ticari hamlelerimizi eleştirenlere cevaben şunu
ifade etmekte yarar vardır: Amerika Birleşik Devletleri 2016 ve 2020
yılları arasında en fazla silah ihracatı yapan ülke olurken
küresel ihracattaki payı yüzde 37dir. Rusya yüzde 20 ve Fransa yüzde
8,2lik oranlarla onu takip eden diğer ülkelerdir.
Aynı dönemde en fazla silah ithal eden ülkeler
sıralamasına bir göz attığımızda ise ne gariptir
ki yüzde 11lik oranla Suudi Arabistan, yüzde 9,5le Hindistan ve 5,8le
Mısır gelmektedir.
Şimdi, saygıdeğer milletvekilleri,
silah sanayisi üretimi, ihracatı ve ithalatı oranları ile
jeopolitik risk oranları arasında bir bağlantı kurarak değerlendirme
yaptığımızda, gördüğümüz manzara, Türkiye'nin
coğrafi konumu ve komşuları itibarıyla
taşıdığı güvenlik riskleri ile savunma
harcamaları, savunma ürünü ihracat ve ithalat oranları arasında
uçurum bulunmaktadır, diğerlerine kıyasladığımızda.
Yani daha somutlaştırmak gerekirse İsrail, İngiltere,
Avusturya ve Kanadanın dahi gerisinde kalmaktayız. Bunu rakamsal
ifade ettiğimizde, 18 milyar dolara tekabül eden sadece yüzde 2,8
oranından bahsediyoruz ve ülkeler arası sıralamada da
16ncı sırada bulunmaktayız. Bu gerçekçi manzara karşısında
Hükûmetin güvenlik ve savunma sanayisi üretimi ağırlıklı
ticari anlayışını suçlamak tam bir
tutarsızlıktır. Bu konuda yapılan bilimsel bir
çalışma benzer çıkarımlarla şöyle demektedir: Tehdit
algısını yüksek hisseden ülkeler ile hegemonik güç elde etmek
isteyen ülkelerde savunma sanayisi önem kazanmaktadır.
Dünya savunma sanayisi ve üretiminin büyük bir
bölümü gelişmiş birkaç ülke tarafından
gerçekleştirilmektedir. Diğer bir ifadeyle, dünyadaki büyük 100
savunma sanayisi firmasının maalesef 43ünü Amerika Birleşik Devletleri
yönetmekte, deruhte etmektedir. Bununla birlikte, kötü komşu ev sahibi
yapar misali, Türkiye gibi savunma sanayisinde yer edinmek isteyen ülkeler
grubu da bu sürede ortaya çıkmıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri, bugün
ülkemizin coğrafi haritasını şöyle önümüze koyup stratejik
bir tefekkürde bulunduğumuzda, uyku orucunda olmamızın
kaçınılmaz olduğunu açıkça görmekteyiz. Yani kara ve deniz
sınırlarımız ışığında
değerlendirildiğinde, doğrudan etkilenip ağır bedeller
ödediğimiz sorunların yanı sıra,
komşularımızın kendi içlerinde yaşadıkları
sorunlardan veya yan etkilerinden payımıza düşeni
aldığımız açık bir gerçektir. Yapılan tüm
uluslararası toplantılarda yoğunluklu olarak öne
çıkarılıp tartışılan ve topyekûn mücadele
edilmesi öngörülen küresel sorunlar arasında farklı biçim, yöntem ve
formatta hâlâ iğrenç varlığını sürdüren terör,
maalesef önceliğini muhafaza etmektedir. Bizim de doğrudan veya
dolaylı etkilendiğimiz sorunların başında, bölgedeki
varlığımızı, egemenliğimizi ve demokratik
yapımızı tehdit edici ve yıkıcı amaca matuf her
türlü terör saldırıları gelmektedir. Diğer bir ifadeyle,
yurt içinde kırk yıla yakın uzun bir süredir milletimizin
canına, malına, birlik, beraberlik ve kardeşliğine
kastederek Türkiye'yi istikrarsızlaştırılıp
itibarsızlaştırmaya yönelik, başta PKK ve türevi terör
örgütleri olmak üzere, her türlü terörist yapının içeride ve
dışarıda alçak saldırılarının ağır
faturaları bizleri derin bir üzüntüye gark etmektedir. Buna bağlı
diğer öncelikli bir sorun da komşu ülkelerde meydana gelen iç
karışıklıklar ve akabinde kaybolan emniyet, güvenlik ve
ekonomik sıkıntılardan doğan güç sorunudur çünkü bölge
ülkeleri için sığınılacak tek güvenli liman Türkiyedir.
Sayın milletvekilleri, bu genel
değerlendirme ışığında, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak gündemimize aldığımız tezkerenin üç boyutlu
yani ulusal, bölgesel ve küresel savunma ve güvenlik ihtiyacından
doğmuş bir zaruret olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü
uluslararası ilişkilerin ve hareketliliğin ivme
kazandığı bu yüzyılda Bekle, gör. veya Bana değmediği
sürece bin yıl yaşasın. politikalarının artık ne
sahada ne de masada geçerli bir yaklaşım olmadığı
açık ve nettir. Diğer bir ifadeyle, taciz ve saldırıların
vuku bulmasını beklemeden potansiyel tehdit, tahrik ve riskin
oluştuğu her yerde proaktif davranılıp
etkisizleştirilmesinin 21inci yüzyıl savunma ve güvenlik
stratejisinin özünü oluşturduğunun farkında ve Allaha
şükür, millet olarak bilincindeyiz.
Sayın milletvekilleri, bugün, Türkiye
Cumhuriyeti devleti de buna mukabil bir tutum sergileyip proaktif davranarak
yaklaşık kırk yıldır milletimizin yurt içinde ve yurt
dışında canına musallat olmuş PKK ve türevleri
başta olmak üzere, her türlü terör örgütleriyle köklerinin kazınması
suretiyle kahramanca mücadele etmektedir.
İnisiyatif alıp proaktif
davrandığımız diğer önemli bir mesele de Orta
Doğu, Balkanlar ve Kafkaslar üçgeninde hem karada hem de mavi vatanda
kuşatmaya alınıp etkisiz kılınmaya yönelik
oldubittilere karşı gösterdiğimiz millî refleksimizdir. Bu
bağlamda kabullendiğimiz stratejimizin, azim ve
kararlılığımızın yegâne ilham kaynağı,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak içselleştirdiğimiz Önce ülkem ve
milletim, sonra partim ve ben. düsturunun iksiri olan yurdumuzu ve milletimizi
özümüzden çok sevmemizdir. Bu iksirin gücüyle elde edilen iki bin üç yıl
yıllık kadim Türk devlet aklı, sırtlanlar
kavşağı diyebileceğimiz bu zor ve bir o kadar da büyük
ehemmiyeti haiz coğrafyada varlığını sürdürme
adına güçlü stratejilerle ayakta kalmayı
başarmıştır. Bu güçlü stratejik müktesebatıyla Türk
Silahlı Kuvvetleri, 2016-2020 yılları arasında
sırasıyla Fırat Kalkanı Harekâtı, İdlib
Operasyonu, Zeytin Dalı Harekâtı, Barış Pınarı
Harekâtı ve Bahar Kalkanı Harekâtıyla
sınırlarımızı başta PKK/PYD-YPG ve IŞİD
terör örgütlerinden temizleyerek güney sınırımızı
güvenceye almayı ve olası kitlesel göçlerin önüne geçmeyi
amaçlamış ve bunda da çok şükür başarıya
ulaşmıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu
başarının altında yatan yüce gerçek ise, millet ve onun
kolektif kurumsal yapısı, devletin ebet müddet varlığını
idamesi bağlamında, yani vatan savunmasında ikircikli,
pısırık, ezik ve teslimiyetçi davranıp yıldız
misali parlayıp sönmekten ziyade, gayrısını teferruat sayıp
muhtaç olunan kudretin varlığına sonuna kadar
sığınarak yalpalamadan ve arkaya bakmadan Kızılelmaya
yürüyüp dönmeme iradesidir. İşte bunu başaranlardır
nesilden nesile, dilden dile anılanlar.
Bunu şair çok net ve güzel bir şekilde
ifade etmiş dizelerine dökerken:
Bu vatan toprağın kara
bağrında,
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.
Bu vesileyle, vatan savunmasında
sıradağlar gibi durup kendini tarihe veren aziz şühedaya rahmet
ve selam olsun diyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak tezkerenin lehinde
amasız, fakatsız, hiçbir mazerete sığınmadan
şartsız şurtsuz kabul oyu vereceğimizi ifade ediyoruz. Bunu
açık ve net bir şekilde hem şühedaya olan saygımız
gereği hem de vatan ve millete olan bağlılığımız,
bu noktadaki sorumluluğumuz gereği ifade ediyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, son zamanlarda
malumunuz hem soft hem de hard power dedikleri yani yumuşak ve sert
güç noktasında bir denge mücadelesi sürüp gitmektedir ama maalesef
özellikle dışarıdan verilen sufleler
ışığında, gerçekten, maksadını, ölçüsünü
aşan birtakım suçlamalara tanıklık ettik son günlerde.
Bunların hepsi, son birkaç yıldır Türkiyenin özellikle savunma
sanayisinde katettiği mesafelere, bir ket vurma noktasında, engel
teşkil eden hamlelerdi. İşte, bunların en sonuncusunu da 10
büyükelçi üzerinden verilen bildiride çok net bir şekilde gördük ama hazin
olan şu ki, üzüldüğümüz nokta şu ki: Bu Türkiye Büyük Millet
Meclisi gibi ulvi çatının altında aidiyetimizin sadece bizi
seçip buralara gönderen aziz milletimize ve onların ali menfaatlerine yani
çıkarlarına olması gerekirken biz, tam tersine, kraldan çok
kralcı bir üslupla bu beyannameye taraf çıkıp
haklılığını savunmaya başladık. Hatta, bu
bağlamda, birileri maksadını aşarak, ölçüyü daha da
kaçırarak bize aba altından sopa gösterip bir de Elçiye zeval
olmaz. mesajları verdi. Şimdi ben buradan sesleniyorum: Evet, elçiye
zeval olmuştur, açık ve net söylüyoruz. Elçiye nasıl zeval
olmuştur? Verilen bildiri daha sonra net bir şekilde inkâr edilerek
-bir şekilde- özür dileme mahiyetinde yeni bir ifadeye matuf
kılınmıştır. Yani Elçiye zeval olmaz. korkusuyla
gerçekten Türk siyasetinde bir kaos arayışı içerisinde bir
pozisyon bulmaya çalışan birilerine biz de bu yüce Meclisin
kürsüsünden net bir şekilde ifade ediyoruz ki: Evet, zeval olunan da zeval
eden de aynı kesimdedir, aynı taraftadır.
Bu duygu ve düşüncelerle, bu tezkerenin
milletimize, devletimize, vatanımıza hayırlara vesile
olmasını diler, yüce heyetinizi en kalbî duygularımla,
saygılarımla selamlarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Halkların Demokratik Partisi
Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Hakkı Saruhan Oluç.
Buyurun Sayın Oluç. (HDP sıralarından
alkışlar)
HDP GRUBU ADINA HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Her yıl olduğu gibi bir kez daha
Irak-Suriye tezkerelerini tartışıyoruz. Elbette sadece
tezkereleri değil, iktidarın dış politikasını da
değerlendiriyoruz. Kısaca şunu ifade etmek isterim ki bu
iktidarın dış politika karnesinde bir kelime yazıyor, tek
bir kelime, o da fiyasko. Son on bir yıla
baktığımızda ortaya çıkan tablo ancak böyle
tanımlanabilir. Peki, bunun temel nedeni nedir? Temel neden, dış
politikada diplomasi, diyalog, müzakere anlayışı yerine askerî
güç gösterilerinin, askerî operasyonların, bölgesel askerî güç olma
hevesinin geçirilmiş olmasıdır. İktidar, Türkiyeyi
demokrasi ve insan haklarına saygı, toplumsal adalet, hukukun
üstünlüğü, ekonomik istikrar ve refah, eşitlik ve özgürlük
konularında bölgenin bir model ülkesi hâline getirme
anlayışında değildir; tam tersine, çatışma,
savaş, işgal girişimleri, komşularıyla düşman
olma, vekâlet savaşlarının ve mezhep
çatışmalarının bir öznesi olma anlayışı egemen
hâle getirilmiştir. Bu iktidar, dış politikada fiyaskolar ve
yanlışlar yapma istikrarına sahip bir iktidardır.
Yakın tarihimize baktığımızda dış politikada
böylesi sorumsuz davranan bir iktidarı gerçekten bu ülke görmedi
diyebiliriz. Diplomasi yerine kabadayılık, devlet aklı yerine akılsızlık,
iç iktidar hesaplarıyla dışarıda
çatışmaların parçası olan bir zihniyet. Doğu Akdeniz
fiyaskosu da böyle yaşanmıştır, Mısırla
ilişkiler de böyle altüst edilmiştir, Ege politikaları da böyle
çözümsüz kalmıştır, Libya tuhaflığı da böyle
ortaya çıkmıştır. Bu adımlar yanlıştır
dediğimizde Türkiye toplumunun çıkarlarını korumak için
diplomasiyle çözülmesi gereken sorunları askerî yöntemlerle çözemezsiniz.
dediğimizde bizi yerli olmamakla suçlayanlar, sonunda bizim dediğimiz
noktalara gelmişlerdir.
Batılı müttefiklerle ve kurumlarla
girilen kavga yanlıştır. Diplomasiye ve diyaloğa ihtiyaç
var; sert söze, kutuplaştırmaya, gerginliğe ihtiyaç yok. dedik
ve haklı çıktık. İktidarın
yaptıklarının yanlış olduğu o alanda da ortaya
çıktı. Şimdi teker teker bunlardan uzaklaşılmaya
çalışılıyor ama son, büyükelçiler meselesinde de görüldü ki
öfke baldan tatlı geliyor size. Sürekli şeker komasına giriyor
bu iktidar. (HDP sıralarından alkışlar) Ama sonra öfkenin
bal olmadığını anladığınızda iş işten
geçiyor, haydi U dönüşü yapmaya başlıyorsunuz.
Suriye ve Irak yanlışları da aynı
anlayıştan kaynaklanmıştır. Beş saatte
Şama varırız. diye düşünenler, on bir yıldır
yanlış üzerine yanlış yapmışlardır,
komşumuzdaki bir iç savaşa yangına körükle gider gibi benzin
dökmüşlerdir, yüzlerce yıldır aynı coğrafyada
yaşayan insanları birbirlerine düşman etmekten
kaçınmamışlardır. Bu iktidar, komşusunun felaketi
üzerinden kendi bekasını, ülkenin ya da toplumun değil, kendi
bekasını sürdürmüştür ve aynı zihniyetle devam etmektedir.
İktidar, Orta Doğuda oyun kuran
değil, sadece oyunbozan olmuştur. Küresel güçler arasında denge
sağlamak iddiasıyla bir oraya bir buraya savrulmuştur, gerçek
budur. Rusya ve ABD arasında düşülen durumun tarifi açıkça
böyledir. Güvenilmez ve inandırıcı olmayan bir iktidar
olmayı bütün Batılı müttefikler ve komşular
açısından sağlamıştır; büyük başarı,
yıldızlı pekiyi. Avrupa Konseyi gibi üyesi olunan veya Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi gibi taraf olunan anlaşmalarla ve kurumlarla kavgalı hâle
gelmiştir bu iktidar. Ne uğruna? Kendi bekası için, toplumun ve
ülkenin bekası için değil; tartışmasız, açık bir
biçimde durum budur. Bir ülke, bir toplum çatışmanın, savaş
ortamının, kutuplaşmanın ve gerilimin içindeyse işte
orada her türlü karanlık, kirli ilişkinin var olması
kaçınılmazdır, evrensel ve tarihsel bir kuraldan söz ediyoruz.
Bu iktidar da aynı durumla karşı karşıya
bırakmıştır ülkeyi; ne yazık ki sadece ülkeyi
değil, bütün toplumu.
Suriyeyi konuşmaya başlayınca,
komşusunun iç savaş ortamına boylu boyunca dalan bir iktidar,
vekâlet savaşı sürdüren bir iktidar konuşulurken
kaçınılmaz olarak başka konular da gündeme gelmektedir. Petrol
kaçakçılığı yok mu? Var. Yasa dışı petrol
ticareti yok mu? Var. Peki, bunun uluslararası alanda ortaya çıkan
belgeleri yok mu? Var. Peki, yasal olmayan silah ticareti ve
kaçakçılığı yok mu? Var. Suriye'nin zenginliklerinin talan
edilmesi yok mu? Var. Uyuşturucu ticareti yok mu? Var. Bu kirli ve
karanlık ilişkilerle, mafyatik yapılarla iktidarın içinde
yer alan odakların ilgisi yok mu? Maalesef, var. Ahrar el-Şamdan El
Nusraya, IŞİDden Heyet Tahrir el-Şama, El Kaide
artığı ve türevi bütün yapılarla maddi, manevi, lojistik
ilişkiler yok mu? Var. Özgür Suriye Ordusu veya Millî Suriye Ordusu, hangi
adla olursa olsun, insanlık suçu işleyen yapılara destek yok mu?
Var. Peki, neden bunların hepsi var? Çünkü savaş ve çatışma
ortamından nemalananlar var, bu ortamdan beslenenler var, bu ortamdan
iktidara beka sağlama anlayışı var. İşte,
Suriye-Irak tezkerelerinin Türkiye'yi getirdiği nokta burasıdır.
Bütün bunları yeni söylemiyoruz. Bakın, 16 Ekim 2019da, yine bu
kürsüde, Suriye tezkeresi üzerine yaptığım konuşmada
bunların hepsine işaret etmiştim -açın tutanakları
bakın- yeni bir durumla karşı karşıya değiliz.
Bugünden geriye giderek birkaç örnek vereyim: Daha geçtiğimiz günlerde
Mali Eylem Görev Gücü (FATF) Türkiye'yi gri listeye aldı. 1991den beri
Türkiye, FATF üyesi ve bu iktidar sayesinde gri listeye şimdi
alınmış oldu, Bravo(!) diyelim. Neden? 2019da Türkiye FATFye
verdiği sözleri tutmadı, alelacele, gri listeye alınmasın
diye, 2020 Aralık sonunda bir kanun teklifiyle geldiniz. Biz o zaman
eleştirdik, Bu kanun teklifi FATFnin taleplerini ve Birleşmiş
Milletlerin terörün finansmanıyla ilgili kararlarını yeterince
içermiyor. dedik, dinlemediniz. Peki, ne oldu? O yasa çıktı,
ardından FATF 9 sayfalık bir rapor hazırladı. Ne zaman? 11
Şubat 2021de ve bu raporda FATF dedi ki: Sizin
çıkardığınız kanun teklifi bizim taleplerimizi ve
BMnin kararlarını tam olarak karşılamıyor.
Bir de çok yaratıcısınız ya,
Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini
engellemek için de bu yasa teklifinin içine maddeler yerleştirdiniz. Ne
oldu? FATF bunu da gördü, yanlış bulduğunu o raporda açıkça
ilan etti. Yapmayın. dedik, dinlemediniz, sonunda Türkiye gri listeye
alındı. Sürpriz mi? Değil, bu iktidarın adım adım
hazırladığı bir durumdan söz ediyoruz. İsminde
AKolan bir parti ülkeyi gri listeye aldırdı. Bravo (!)
Gri listeye alınırken yapılan
açıklamada FATF Başkanı isim vererek dedi ki: IŞİD ve
El Kaide gibi örgütlerin mali finansmanına soruşturma açmakta
kararlı olmayan bir iktidarsınız. Yani Siz, bu örgütlerin
finansmanına göz yumuyorsunuz, engellemiyorsunuz. demiş oldu. Bundan
daha ağır bir suçlama olabilir mi? Bizim yıllardır
söylediğimizi FATF Başkanı söyledi. Neden? Neden
engellemiyorsunuz bu işi? İşte, Suriye tezkerelerinin Türkiyeyi
getirdiği nokta burasıdır. Daha geçen gün sorduk bu
sıralarda, bu ülkede IŞİDliler, IŞİD emirleri, IŞİD
maliye bakanı; kimisi yakalanıyor, kimisi bir işe girmiş,
kimisi şirketler kurmuş, ortalıkta cirit atıyorlar, bu
nasıl iş dedik, cevap yok. Bu ülkenin sınırlarından
Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Komiserliğinin zaman zaman raporları
açıklanıyor. Haziran 2019dan Temmuz 2020ye kadar olanlara dair
raporlarda, öldürme, yağma, savaş suçları, her türlü insan
hakları ihlali, işkence, taciz, tecavüz, insanlığa
karşı işlenen suçlar
Yani insan sayarken bile tedirgin oluyor,
bitiremiyor. Bu raporlarda bu tür suçlarla ilişkilendirilenler kimler?
Süleyman Şah Tugayı, Hamza Tümeni, Sultan Murat Tümeni, Ahrar
el-Şarkiye, Şam Cephesi, Suriye Millî Ordusu ve diğerleri,
saymakla bitmez. Bu cümlelerin ardına ise bu raporlarda maalesef bir
şey ekleniyor, diyorlar ki: Türkiyenin himayesindeki gruplar. Ya, böyle
bir şey olabilir mi? Neden bu gruplar Türkiyenin himayesinde? Bunun
cevabı var mı? Yok. Neden Birleşmiş Milletler,
Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi
uluslararası kurumların raporlarında böyle anılıyor
Türkiye? Neden? İşte, Suriye tezkerelerinin Türkiye'yi getirdiği
nokta burasıdır.
Sizin kavramlarınızla konuşayım,
komşu ülkenin toprakları üzerinde ameliyat yapmak, bu mu iyi
komşuluk ilişkileri? Suriye'de yaşayan Kürt, Arap, Türkmen, tüm
halklarla iyi ekonomik, ticari, kültürel ve siyasal ilişkiler kurmak
yerine çetelerle dar alanda egemenlik oyunları oynamak, bu mu büyük devlet
politikası? İşte, Suriye tezkerelerinin Türkiye'yi
getirdiği nokta burasıdır.
Bir kez daha hatırlatalım, 2011
yılı itibarıyla bu iktidarın komşularla
sıfır sorun dönemi bitti ve herkesle sorun dönemi başladı.
Bölge halklarını hâkimiyet altına alma isteği ve hami olma
hevesi zuhur etti, bölge halkları zorla, askerle, vekâlet
savaşçılarıyla yaratılmaya çalışılan bu
hâkimiyeti kabul etmeyince hoş geldi değerli yalnızlık!
İşte, Suriye tezkerelerinin Türkiye'yi getirdiği nokta
burasıdır. Bakın, bizlerin çabası, bu iktidar çökerken
ülkeyi ve toplumu daha büyük acılara sürüklemeyin diyedir.
Uluslararası endekslerde Türkiye'nin parlak
durumda olduğunu iddia edemezsiniz. İfade Özgürlüğü ve Hesap
Verilebilirlik Endeksi, Politik İstikrar ve Şiddetin Yokluğu
Endeksi, Düzenleyici Kurumların Kalitesi Endeksi, Hukukun Üstünlüğü
Endeksi, Yolsuzluğun Kontrolü Endeksi; saymakla bitmez, her biri teker
teker incelendiğinde, Türkiye bu endekslerin tamamında listelerin
sonunda yer almaktadır ve negatif bir seyir izlediği görülmektedir.
İşte, Suriye tezkerelerinin Türkiye'yi getirdiği nokta
burasıdır. Savaş yorgunu bir ülkeye yani Suriye'ye daha ateş
sönmemişken yeni çatışmalarla gitmek yani benzinle gitmek, en
hafif tabiriyle kötülüktür ya, en hafif tabiriyle. Orta Doğu bir dinamit
deposudur, çaktığınız kibritin neye yol
açacağını hiç düşünmüyorsunuz çünkü sizin için önemli olan,
iktidarınızı kaybetmemek; iktidarın bekasıdır,
ülkenin ve toplumun bekası değil.
İki yıl için isteniliyor tezkere.
Şimdiye kadar 6 kez uzatılmış, her seferinde bir yıl
istenilmiş, şimdi iki yıl isteniliyor. Neden? 2023 Ekimine
kadar. Gelecek Ekim ayında Meclisin toplanamayacağını
mı düşünüyor bu iktidar? Seçim havasına girildi, iktidar bir
yıl sonrasında kendinden emin değil mi? Kendi durumunu
öngöremiyor mu bu iktidar? Kendi vekillerinden de mi destek
alamayacağını düşünüyor bu iktidar? O yüzden mi iki
yıl istiyorsunuz? Gerçek bu, sizler de biliyorsunuz. Suriye-Irak tezkeresinin
bir yıl yerine iki yıl uzatılması TBMMden açık çek
anlamına gelmektedir. Meclisin asker gönderme ve savaş yetkisinin iki
yıl boyunca sarayın ipoteği altında tutulması da
başlı başına sorumsuzluktur, Meclisin 2023 yılı
sonuna kadar baypas edilmesidir.
Şunu bir kez daha hatırlatalım:
Tezkere demek, FATFde gri listeye girmek demektir; tezkere demek,
Suriyede vekâlet savaşlarının yürütülmesi demektir,
IŞİDlilerin ve diğerlerinin bu ülkede cirit atması
demektir; hukuksuzluklar, adaletsizlikler demektir; tezkere demek, mülteci
akınının sürmesi demektir. Ülkelerinde huzur ve barış
olmadığı için topraklarını terk etmiş olan
milyonlarca insan bizim ülkemizdedir. Elbette, onların insanca yaşama
ve çalışma hakları bizim onlara borcumuzdur, bunu asla tartışmıyoruz
ama Türkiye yeni mültecileri kaldıracak durumda değildir, ne
altyapısı ne ekonomisi buna izin vermemektedir. Ancak
çatışmanın sona erdiği, askerî değil siyasi
adımların öne geçtiği, diyalog ve müzakerenin olduğu bir
ortam, demokratik bir Suriye bu sorunun da aşılmasına yol açar.
Peki, önerimiz ne? Ne yapmak gerekiyor
komşumuzda süren savaş ortamını sona erdirmek için?
Sorunların değil, çözümün tarafı olunmalıdır; birinci
nokta bu.
Bunun için, bir kez daha tekrarlıyoruz: Suriye,
Arapı, Kürtü, Türkmeniyle Suriye halklarınındır.
Öncelikle, bu halkların iradesini hiçe sayan her girişim
yanlıştır; yıkım yerine, yeniden inşa
politikalarına ihtiyaç vardır. Suriye halkları, geleceklerine ve
demokratik Suriye rejiminin yeni toplumsal sözleşmesine birlikte ve
müzakereyle karar vermelidir. Barış ve müzakere tek geçerli yoldur.
Suriyenin toprak bütünlüğü içinde, güçlü bir yerel demokrasi üzerinde
yükselen bir demokratik rejim inşası adımları, en gerçekçi
ve doğru olan yoldur. Bütün etnik, toplumsal, inançsal ve kültürel
oluşumların, kendilerini kurumları
aracılığıyla ifade ettiği; toplumsal mutabakata,
demokrasiye ve çoğulculuğa açık, insan haklarına
saygılı bir rejim. İşte, Türkiye, elindeki bütün imkânlarla
bu yöndeki adımları desteklemelidir, komşusunun geleceğini
barış içinde inşa edebilmesini
kolaylaştırmalıdır.
Savaşın korkunç
yıkımını bilmeyenler, barışın kıymetini
de bilemez. Hâlbuki bugün en çok zayıflatılan barış ve
müzakere politikası elimizdeki en güçlü imkândır. Türkiye, bütün
komşularıyla ilişkilerini ekonomik, diplomatik, kültürel alanda
geliştirmelidir; bunun yolu diplomasi ve müzakeredir. Size
yapılmasını istemediklerinizi başkalarına yapmaya
kalkışmak en büyük tutarsızlıktır. Bir
coğrafyanın nüfus yapısıyla oynamaya Bulgaristan ve
Yunanistan örneklerinde haklı olarak karşı çıkarken Suriye
ve Irakta Biz bunu yapabiliriz. diye düşünmek en büyük
tutarsızlıktır.
Bizler tezkereye hayır oyu vereceğiz.
Barışa barış diyenlere öfkenizin nedeni de kendi
iktidarınızı sürdürmek için
başlattığınız bu yapay çatışma
ortamının fiyaskoyla sonuçlanması korkunuzdur.
İktidarınız zayıflıyor diye halklara acı
çektiriyorsunuz. Ekonomide ve sosyal alanda çoklu krize yol açıyorsunuz.
Türk lirasını pul ettiniz. İşsizlik, hayat
pahalılığı, yoksulluk, yolsuzluk hep bu yanlış
politikalarınızın sonucudur. Bizler, savaşın,
çatışmanın, tezkerenin ülke ve toplum yararına
olmayacağını bildiğimiz için karşı
çıkıyoruz. Kürtlerin varlığına, Kürt
halkının siyasi ve idari haklarını kullanmasına
düşmanca yaklaşmak çözüm değil, çözümsüzlüktür. Her yerde
Kürtlerin kazanımlarına itiraz ediyorsunuz. Kuzey ve doğu
Suriye'de de, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetiminde de içten içe
düşmanlık besliyorsunuz. Kürtfobiklik iyi değildir. Hâlbuki
Kürtün hakkı, hukuku olursa Türk de huzur bulur, Fars da huzur bulur,
Arap da huzur bulur, herkes huzur bulur; barış içinde, eşitlik
içinde bir arada yaşamanın yolu budur. Kürt sorununa demokratik ve
barışçıl çözüm konusunda ısrarcıyız biz
Halkların Demokratik Partisi olarak. Bu sorun, çatışmalar ve
gözyaşlarıyla değil, diyalogla, müzakereyle çözülmelidir. Çare
Washingtonda, Moskovada değil, Ankarada bu Meclis çatısı
altındadır. Kendi sınırlarında yaşayan Kürtlerle,
komşu sınırlarda yaşayan Kürtlerle
barışmaktır doğru olan. Türkiye'nin güvenliği Suriye
iç barışından ve barışçıl politikalardan
geçmektedir.
Bu Meclisin diyalog kurmak gibi tarihsel bir
vazifesi vardır. Hangi partiden olursa olsun her milletvekilinin vicdani
görevi vardır, çağrımız herkesedir. Türk, Kürt ve Arap
halklarının birlikte, eşit olarak yaşamaları,
ortaklıkları bölge için huzur ve refah adımı
olacaktır. Bizler, meşru olan demokratik çözüm ve barış
mücadelemizin hem ülkemizde hem de komşularımızda kararlı
takipçisi olmayı sürdüreceğiz. Gelin, hep beraber
barışı örelim, eşitliği ve kardeşliği
sağlamlaştıralım. Parti, görüş ya da konum fark
etmeksizin insanların ölümüne, yerinden edilmesine karşı
çıkan, savaş ve çatışma karşıtı olan
herkesedir çağrımız. Biz İnsanlar ölmesin; bu topraklara,
bu coğrafyaya barış gelsin. diye bu yola çıktık.
Hiçbir zorluk bizi bu yolumuzdan geri çeviremez. O nedenle, bir kez daha
tezkereye hayır diyoruz. Hayırda hayır vardır diyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Ünal Çeviköz.
Buyurun Sayın Çeviköz. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk
Silahlı Kuvvetlerinin Irak ve Suriye topraklarındaki
varlığını iki yıl uzatma talebiyle Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulan tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi ve
değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Suriyede 2011
yılının Mart ayından beri bir iç savaş var. Bu
savaşın yıkıcılığını en çok
hisseden iki ülke var; bunlardan bir tanesi iç savaşın bizzat ev
sahibi olan Suriye, diğeri de bu iç savaşa taraf olan Türkiye.
İç savaş Suriyeyi yakıp yıkarken, ülke nüfusunun
yarıdan fazlasını yerlerinden ederken, milyonlarca Suriyeliyi
ülke dışına kaçmaya zorlarken Türkiye'yi de adım adım
bu iç savaşın içine çekti, yarattığı
yıkımdan Türkiye'nin de zarar görmesine yol açtı.
Neydi Suriye'de yapılan hata? Yapılan
hata, Türkiye Cumhuriyetinin tarihinde asla izlenmeyen bir dış
politika değişikliğiyle
Değerli milletvekilleri, önümüzdeki tezkereyle
ilgili olarak dikkat çeken bazı hususları burada sizlerle
paylaşmak isterim: Suriye'yle ilgili olarak ilk kez 2012 yılında
önümüze gelen ve yurt dışına asker gönderilmesiyle ilgili,
Anayasa'nın 92nci maddesi uyarınca yüce Meclisimizin
onayını isteyen tezkereler silsilesi, 2014 yılından
itibaren Suriye ve Irak tezkerelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisine birlikte
sunulmasına dönüşmüştür. Anlaşılan o ki, bu
toptancı zihniyet, iktidarın torba yasa
anlayışını torba tezkere anlayışı olarak da
sürdürmesinden kaynaklanıyor.
Bir diğer açıklama da Irak ve Şam
İslam Devleti adı altında faaliyetlerini sürdüren terör örgütü
hem Irak'ta hem Suriye'de terör eylemlerinde bulunduğu için böyle bir
yönteme gidilmiş olabileceği. Ama bir yandan iki ayrı
komşumuz olan Irak ve Suriye'nin ayrı ayrı
bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne
saygı gösterilmesi gerektiğini savunuyorsunuz, bir yandan da siz bu
iki ülkeyi aynı sepete koymakla zaten bağımsızlık,
egemenlik ve toprak bütünlüklerinin ihlalini zımnen kabul etmiş
oluyorsunuz.
Bir diğer gariplik bu tezkerenin süresi.
İki yıllık bir süre için Türkiye Büyük Millet Meclisinden izin
isteniyor. Neden iki yıl sayın milletvekilleri? Türkiye'de, geçtim
erken seçimden, 2023 yılının Haziran ayında
yapılması gereken normal seçimlerde mi yapılmayacak yoksa? Bu
tezkerenin süresi 30 Ekim 2023 tarihine kadar uzatılıyorsa, bu, halk
iradesinin, bir sonraki seçimde işbaşına gelecek olan yasama ve
yürütmenin hak ve hukukunun gasbı anlamına gelmektedir; böyle bir
gasba bu millet vakti geldiğinde hayır demesini bilir. Ama biz
bunun örneğini daha önce de gördük; daha önce, bu yılın
başında Libya ve Afganistan tezkerelerinin de on sekiz aylık
sürelerle önümüze getirildiğini gördük. Anlaşılan o ki seçimlere
yaklaştıkça iktidar tezkerelerin süresini uzatıyor. Neden
korkuyorsunuz? İktidardan uzaklaşmakta olduğunuzu görmeyen,
bilmeyen, duymayan kalmadı ki. Tezkerelerin süresini uzatmakla ömrünüzü
uzatmaya mı çalışıyorsunuz? Korkunun ecele faydası
yoktur; geliyor gelmekte olan, gidiyor gitmekte olan. (CHP
sıralarından alkışlar) Yurt dışında asker
bulundurma sürelerini uzatmak da bu akıbeti değiştirmeye
yetmeyecek, bu da böyle biline.
Bakın, biz bu süre meselesini Libya tezkeresi
önümüze getirildiği zaman da konuştuk. Libya tezkeresini on sekiz
aylık süre için getirdiğinizde dedik ki: Bu on sekiz ay 24
Aralık 2021 tarihinde yapılacak olan Libya seçimlerinin de tarihinin
süresini aşıyor. Bu seçimlerden sonra Libyada kurulacak olan yeni
hükûmetin askerlerimizin Libyada bulunmasına razı
olacağının garantisi var mı? Dinletemedik. Şu
sırada zaten Libyada geçici Hükûmet mensupları, Tobruktaki Meclis
yetkilileri, geçici Başkanlık Konseyi ve Dışişleri
Bakanı dâhil herkes Türkiye'nin Libyada asker bulundurmasına
karşı olduğunu dile getiriyor ve askerlerimizin çekilmesini
istiyor ama şunu söylemem lazım: Kendi ülkesinin yasal seçim
süreçlerine, yasama ve yürütmenin yetkilerine saygı göstermeyen bir
iktidarın başka ülkelerin yasama, yürütme ve halk iradesine
saygı göstermesi zaten beklenemezdi. Libya halkına da bunun ne kadar
yanlış olduğunu anlatmak ve Libya halkı ile Türkiye
halkını yeniden barıştırmak da bize düşecek
anlaşılan.
Peki, Libyada durum bu da Afganistanda farklı
mı oldu? Afganistan tezkeresini de on sekiz aylık getirdiniz, o zaman
da dedik ki: Afganistanda sıkıntılı bir süreç var. Taliban
Afganistan için yeniden ciddi bir tehdit hâline geldi. Afgan Hükûmetinin
giderek güçlenen Taliban karşısında tutunabilmesi güç görünüyor,
dikkatli olalım. Ne oldu? Dediklerimizin hepsi gerçek oldu. Afganistanda
on sekiz ay için süre istediğiniz Türk Silahlı Kuvvetleri
varlığını altı ay içinde apar topar çektiniz. Üstelik
Taliban Kabile yaklaşmadan çok önce dedik ki: Mehmetçikin can
güvenliği tehlikede, siz ise Kabil Havalimanının
güvenliğini üstlenmeye çalışıyorsunuz, çekin
Mehmetçikimizi bu cehennemden. Bunu haftalarca ısrarla dile getirdik.
Amerikan askerlerinin artık Afganistanda daha fazla kalmayacağı
anlaşılana kadar da askerimizi tehlikeye atmaya devam ettiniz.
Şükürler olsun ki bir tekinin bile ayağına taş
değmeden Mehmetçikimiz Afganistanı terk etti. Hâlâ da
akıllanmadınız, şimdi de Taliban hükûmetine kur
yapıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, Suriye'de,
inanın, bu Libya ve Afganistan konusunda dile getirdiğim hususlardan
çok daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. 14
Eylülde Moskovayı ziyaret eden Suriye Devlet Başkanı Beşar
Esad ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir görüşme
yaptılar ve bu görüşmeden sonra, Suriye'de bulunan tüm yabancı
askerlerin çekilmesi gerektiğini açıkladılar. Adres, Amerika
Birleşik Devletleri ve Türkiyeydi elbette ama bunu kimse pek ciddiye
almadı; aksine, Sayın Erdoğan, New Yorkta Bidenle
görüşemeden ülkeye döner dönmez, Amerika Birleşik Devletlerinin
Suriye'den askerlerini çekmesini söyledi. Amerika Birleşik Devletleri muhtemelen
Suriye'den çekilmeyi de yakında gündemine alacak çünkü artık,
dünyada, başka ülkelerin topraklarında asker bulundurmak üzerinden iç
politikada nemalanma devri sona erdi. Afganistan örneğinde olduğu
gibi Türkiye'nin de artık bu politikadan vazgeçmesinin zamanı geldi.
2016 yılından beri Suriye'de operasyon yapılıyor. Sonuç
nedir? Sıfıra sıfır elde var sıfır. Yurt
dışındaki yegâne ulusal toprak parçamız olan Süleyman
Şah Türbesini apar topar kaçırdınız, 2015
yılından beri altı yıldır Süleyman Şah
Türbesinin topraklarını geri alamadınız. Suriyede geri
çekilmeyi altı yıl önce başlatmışken, şimdi sanki
bu hiç olmamış gibi Suriyede yeni bir operasyondan söz ediyorsunuz.
Maksadı nedir? Süleyman Şah Türbesini yeniden ait olduğu
topraklara taşımak mı? Merak etmeyin, onu da zamanı geldiğinde
biz gerçekleştireceğiz.
Deniyor ki: Tel Rıfat bölgesinde bir askerî
harekât düzenlenecekmiş. Böyle bir harekâtın maliyeti,
sakıncaları, askerî taktik ve stratejik bakımdan
yapılabilirliği düşünülmüş mü acaba? Bugün, Türkiyede yandaş
sevdalılar dahi biliyor ki böyle bir operasyonun kara harekâtı olarak
gerçekleştirilmesi neredeyse bile bile intihara gitmek demek; arazi
yapısı düz, herhangi bir engebe yok ve her şeyden önemlisi hava
desteğiniz yok. Zira Rusya hava sahasını kapatmış
durumda. Yani Türk askeri böyle bir operasyona
kalkıştığı takdirde keklik gibi avlanacak. Son
zamanlarda ardı ardına bazı generallerimizin istifa etmek,
emeklilik istemek gibi davranışları acaba bundan mı
kaynaklanıyor? Böyle bir operasyonun herhangi bir kurmay zekâya dayanmadığı
açıkça belli. Hani, yapay zekâya bile başvursanız bir iki
simülasyonla harekâtın nasıl bir sonuç vereceğini görürsünüz ama
anlaşılan ne kurmay zekâya ne yapay zekâya başvuruluyor, Bir
deneyelim bakalım, ya tutarsa. deniyor herhâlde. Böyle bir şeye de
dense dense kobay zekâ denir.
Suriyede ne gibi bir tehlikeyle karşı
karşıya olduğumuzu, biz, 2018 yılında Soçide
yapılan Astana süreci zirvesine ilişkin toplantıdan beri
söylüyoruz. Bugün, Suriyede başlıca sorun, İdlib bölgesindeki
cihatçı unsurların Türk Silahlı Kuvvetlerinin
varlığına güvenerek eylemlerini sürdürmeleri ve orada tutunmaya
devam etmeleridir. M4 ve M5 Kara Yollarının kontrolünü Suriye
yönetimine devretmekle yükümlü olan iktidar, bunu yerine getiremediği için
Suriyede şehit vermeye devam ediyor. 27 Şubat gecesi 33 askerimizi
bir anda kaybetmemizin müsebbibi, işte, bu inatçı ve hiçbir
stratejiye dayanmayan ısrardır. Bugün, Rusya ve Suriye, Türkiyenin
2018 yılından beri yerine getirmemek maksadıyla türlü bahaneler
uydurduğu M4 ve M5 Kara Yollarının çevresinin radikal ve
terörist unsurlardan temizlenmesi için gerekli operasyonu kendileri
gerçekleştirmeye hazırlanıyorlar. Herkes kollarını
sıvamış bekliyor. Böyle bir harekât başladığı
takdirde Türkiyeye doğru yeni bir göç dalgasının başlamayacağına
da kimse inanmıyor.
İktidar Türkiyeyi Suriyede rehin hâline
getirdi. Bir yanda Amerika Birleşik Devletleriyle nerede birlikte hareket
edeceğini bilemeyen ve savrulan bir politika, bir yanda Putine koşup
İdlibde ne yapacağını bilmeyen bir politika, bir yanda da
Suriyede sözde şirin görünmeye çalışarak himaye edilen terör
grupları. İdlibde Silahlı Kuvvetlerimizin bulunduğu gözlem
noktalarının civarında kimler var biliyor musunuz? Terörist unsurlar
ve terörist gruplar. Bunlar bizim Silahlı Kuvvetlerimize ne kadar
yakında konuşlanırlarsa o kadar güven içinde
olduklarını zannediyorlar. Rusyanın hava desteğiyle Suriye
ordusu da sürekli olarak onları vuruyor. Bazı durumlarda gözlem
noktalarımızın hemen yanı başına kadar düşen
bombardımanlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Öte yandan, Türkiyeyi hizaya sokmak için
çalışan ve aklı sıra Türkiyeye gözdağı vermeye
çalışan terör grupları da var; örneğin, Ebu Bekir
Sıddıkın Yardımcıları Seriyyesi. Son dokuz ayda
bu grubun askerlerimize yönelik saldırılarının ne kadar
yoğunlaştığını biliyor musunuz? Ben size
söyleyeyim: 7 Aralık 2020, İdlibin kuzey kırsalındaki Ram
Handan köyünde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına ağır
silahlı saldırı; 4 Ocak 2021, İdlibin kuzeyindeki Kafraya
köyü yakınlarında konvoyumuza saldırı; 16 Ocak 2021,
İdlibin kuzeyinde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına keskin
nişancı saldırısı; 25 Ocak 2021, İdlibin
doğu kırsalındaki Binniş kasabasında Türk Silahlı
Kuvvetlerinin merkez olarak kullandığı askerî üsse yönelik
keskin nişancı saldırısı; 24 Şubat 2021,
İdlibin kuzey kırsalındaki Maret Mısrin bölgesinde Türk
Silahlı Kuvvetlerine ait bir konvoya saldırı; 13 Mart 2021,
İdlib kent merkezi yakınlarında Türk Silahlı Kuvvetlerine
ait bir askerî konvoya EYP düzeneğiyle saldırı; 15 Mart 2021,
İdlib kent merkezi sanayi bölgesi girişinde Türk Silahlı
Kuvvetlerine ait bir araca daha önceden yola yerleştirilmiş bir EYP
düzeneğiyle saldırı; 23 Mart 2021, İdlibin güney
kırsalındaki Türk Silahlı Kuvvetleri üs noktası önünde daha
önceden yola yerleştirilen bir EYP ve Türk Silahlı Kuvvetleri
zırhlısının geçişi esnasında bunun infilak
ettirilmesi; 8 Nisan 2021, İdlibin güneyindeki Cebel Zaviye bölgesinde
Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir askerî konvoya el yapımı
patlayıcıyla saldırı; 15 Nisan 2021, İdlibin
doğusundaki Korniş bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetlerine ait
konvoya EYPyle saldırı; 28 Nisan 2021, yine, İdlibin güney
kırsalındaki Mestume köyü ekseninde Türk Silahlı Kuvvetlerine
ait zırhlı araçlara EYP saldırısı; 10 Eylül 2021,
İdlibin kuzeyindeki İdlib-keferya yolu üzerinde ilerleyen Türk
Silahlı Kuvvetlerine yönelik EYP saldırısı. Savunma
Bakanlığımız, değil saldırıyı yapan
unsurların ismini anmak, bu saldırılardaki şehit
sayısını dahi veremiyor. Bu tezkerede, böyle bir örgüte yönelik
bir mücadele verileceğinden hiçbir şekilde söz edilmiyor. Aynı
şekilde, 33 askerimizin şehit verildiği ve Türkiye için âdeta
bataklığa dönüşen İdlib konusunda koskoca, üstelik iki
yıl süre istenen tezkerede sadece bir cümleyle geçilmiş. Denmiş
ki: İdlib'de, Astana süreci
çerçevesinde istikrar ve güvenliğin tesisine yönelik faaliyetlerimizi
hedef alan risk ve tehditler devam etmektedir. Sizce bu ifade İdlibden
ülkemize yönelik tehlikeleri anlatmak konusunda yeterli mi? Ülkemizin terör
örgütü listesinde yer alan ve İdlibdeki en kalabalık terör örgütü
olan Heyet Tahrir el-Şam konusunda da tezkerede herhangi bir ifade
bulunmuyor. Biz bu tezkerenin değil İdlibde, tüm Suriye
sathında dahi gerçek tehlikeleri görerek hazırlanmış bir
metin olduğunu düşünmüyoruz.
İdlibe Rusya
desteğiyle Suriye tarafından başlatılacak bir operasyonun
ülkemiz açısından çok ciddi sonuçları olacağını
hiçbir şekilde görmezden gelemeyiz. Böyle bir durumda askerlerimizin ve
sınırlarımızın güvenliği öncelikli hedefimiz
olmalıdır. Devir artık Suriyedeki durumun Türkiyeye
verdiği ve vereceği zararı ortadan kaldırmak için bu
ülkenin içinde bulunduğu iç savaşı durdurma,
barışı kurma ve barış için çalışma
zamanıdır. Biz, Türkiyenin Suriye politikasını bu
şekilde kurgulamak istiyoruz. Biz Türkiyede bulunan milyonlarca
Suriyelinin kendi vatan topraklarına gönül rahatlığı içinde
dönebilmeleri için zemin hazırlanmasını
sağlayacağımızı söylüyoruz ve bunun için iki
yılda gereğini yerine getirmeyi vadediyoruz. Siz ise değil
barışı kurmak ve Suriyeyi istikrara kavuşturmak, bu kaosun
iki yıl daha devam etmesini savunuyorsunuz. Biz bu oyuna
gelmeyeceğiz. Suriye topraklarındaki oyununuzu millî dava bahanesi
adı altında sürdürmenize asla müsaade etmeyeceğiz.
Bakın, size
izlenmesi gereken politikanın ne olduğunu anlatalım: Suriyede Birleşmiş
Milletlerin tanıdığı ve meşru olarak gördüğü Esad
yönetimiyle diplomatik ilişki kurulmalıdır. Esad'ın kendi
ülkesinde toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve siyasi birliğini
kurabilmesi için kolaylaştırıcı olunmalıdır.
Burada bir konuyu daha özellikle vurgulamak isterim:
Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatının (INTERPOL) resmî
kaynaklarından yapılan açıklamaya göre, Suriye Devlet
Başkanı Beşar Esad'ın yönetimi yeniden INTERPOL
üyeliğine kabul edildi. Bu karardan Esad'ın diğer
uluslararası kurumlar tarafından da kabul gördüğü
anlaşılıyor. INTERPOLün kurum olarak da özellikleri göz önünde
bulundurulacak olursa INTERPOL özellikle uluslararası terörizmle mücadele
konusunda Esad yönetimiyle birlikte çalışacak.
Bugünkü tezkerenin ana temalarından biri olan
terörle mücadele konusu da göz önünde bulundurulduğunda, biz neden Suriye
yönetimiyle konuşmuyoruz ve niçin Suriye yönetimiyle birlikte
çalışmıyoruz, üstelik Adana Mutabakatı gibi bir dayanağımız
bile varken? Afganistan'da olduğu gibi, burnu daha fazla kanamadan, daha
fazla şehit vermeden Mehmetçikimizin artık Suriye topraklarında
macera aranmasına alet olmaktan vazgeçilmeli; planlı, programlı,
belli bir takvime bağlı bir çıkış stratejisinin derhâl
hayata geçirilmesi ve böylece Suriye yönetimiyle yeniden güven
sağlayıcı bir ortamın hazırlanması gereklidir.
Değerli milletvekilleri, sürekli radikal terör
örgütlerinin yeni varyantlarının çıktığı bir
alanda askerlerimizin daha fazla kalmasına karşı
çıkıyoruz, radikal terör örgütlerine karşı askerlerimizin
canlı kalkan olarak kullanılmasına karşı
çıkıyoruz ve biz bu tezkereye hayır diyoruz. (CHP ve HDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Sivas Milletvekili Sayın İsmet Yılmaz.
Buyurun Sayın Yılmaz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA İSMET YILMAZ (Sivas)
Teşekkür ediyorum Muhterem Başkanım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Türkiye'nin millî güvenliğine yönelik her türlü eylemlere, terör tehdidi
ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde
gerekli her türlü tedbiri almak; Irak ve Suriye'deki terör örgütlerinden
ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek; kitlesel göç
gibi diğer muhtemel risklere karşı gereken tedbirleri almak;
Türkiye'nin hak ve menfaatlerini etkin bir şekilde korumak için süratli ve
dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut,
şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin
olacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere
gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olarak yabancı silahlı
kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına ve bu kuvvetlerin
Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre
kullanılması için 7/10/2020 tarihli ve 1266 Sayılı Türkiye
Büyük Millet Meclisi Kararı ile 30/10/2021 tarihine kadar uzatılan
izin süresinin 30/10/2021 tarihinden itibaren Anayasa'mızın 92nci
maddesi uyarınca iki yıl uzatılmasına dair
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerinde AK PARTİ
Grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle sizleri ve ekranları başında
bizleri izleyen aziz milletimin her bir mensubunu saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerimin hemen başında, bu vatan için
can veren tüm şehitlerimizi rahmetle, minnetle ve şükranla
anıyorum; hayatta olan gazilerimize de Allah'tan sağlıklı,
uzun ömür diliyorum. Ülkemizin huzur ve güvenliği için büyük bir inançla,
cesaretle ve fedakârlıkla görevlerini yapan asker, polis, jandarma ve
güvenlik korucularına teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, uzun zamandan beri halkımızın
huzuruna, ülkemizin millî birliğine ve vatanımızın toprak
bütünlüğüne yöneltilmiş terör örgütleriyle mücadele etmektedir.
Değişen ve artan çevresel zorluklara uygun olarak terörle mücadelenin
başladığı günden bugüne kadar devam eden mücadele bundan
sonra da terör sona erinceye kadar devam edecektir. En sonda
söyleyeceğimizi en başta söyleyeyim: Türkiyenin terörle mücadelesi
devam ettiği sürece terörle mücadele eden Hükûmetimizin; büyük bir
inançla, cesaretle, fedakârlıkla görevlerini yapan asker, polis, jandarma
ve güvenlik korucularımızın yanında olmaya devam
edeceğiz.
Terör devam ediyor mu? Evet. Terör örgütleri yurt
dışından yönetiliyor ve destek alıyor mu? Evet. Emperyalist
güçlerin bir terör örgütünü bir başka terör örgütüyle mücadele
ediyormuş gibi göstererek meşrulaştırma çabası var
mı? Evet. Terör örgütüne emperyalist devletler silah vermeye devam ediyor
mu? Evet. Terör tehdidi ve göç riski var mı? Evet. Bütün bu sorulara
Evet. diyenlerin tezkereye de evet diyeceğine inanıyoruz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkanım, sayın
milletvekilleri; bize göre bu tezkere Türkiyenin millî güvenliği
açısından güçlü bir irade beyanıdır. Bu irade beyanı,
Türkiyenin millî birlik ve bütünlüğünü korumaya her şart
altında kararlı olduğumuzu ve bunun için her türlü meşru
mücadeleyi vereceğimizi ifade eder. Bu iradeyi savunmak; milletimizi,
ülkemizi, demokrasimizi ve cumhuriyetimizi savunmaktır. Bu irade
sayesinde, sınırlarımız yakınında kurulmak
istenen terör devletçikleri -hem DEAŞın hem de PKKnın- ortadan
kaldırılmıştır. Eğer bu irade beyanı
olmasaydı PKK ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin
sınırlarımıza yakın yerlerde fiilî
oluşumları söz konusu olacaktı. Buna izin vermedik, bundan sonra
da izin vermeyeceğiz.
Yüce Meclisin takdirine sunulan tezkere Türkiyenin millî
güvenliği açısından gerekli iradeyi temsil eder. Bazı
milletvekillerimiz tezkere süresinin iki yıl olarak istenmesine itiraz
etmektedirler. Sürenin iki yıla çıkarılmasının
ardında başka nedenler aranması gereksizdir. Sürenin iki
yıllık istenmesinin amacı Suriye ve Iraktaki mücadelenin
devamlılığı gereği olup aynı zamanda
kararlılığımızın göstergesidir. Ayrıca, bu
tezkereyle bir yetki, bir izin verilmektedir; siz isterseniz Meclisin
verdiği bu yetkiyi kullanmazsınız. Kaldı ki benden önceki
bir hatip de Afganistana verilen uzun süreli iznin
kullanılmadığını da ifade etti. Demek ki Meclisin
verdiği emir, talimat değil bir yetki iznidir; isteyen hükûmet
kullanır, istemeyen kullanmaz.
Tezkereyle ilgili açıklama istenilen bir
başka husus: Tezkerenin amaçlarına matuf olmak üzere yabancı
silahlı kuvvetlerin Türkiyede bulunması hükmü de var. Bu hüküm
2014ten bu yana Irak-Suriye tezkerelerinde var, yeni bir şey değil.
Tezkere DEAŞla mücadeleyi de kapsıyor, açık yazım var.
Türkiye DEAŞla Mücadele Uluslararası Koalisyonu üyesidir. Çok
taraflı terörle mücadelenin bir parçasıyız. Bu hüküm tezkerede
bu amaçla yer almaktadır. Türkiye'nin terörle mücadelede uluslararası
iş birliğini desteklemesi anlamına gelen ve son zamanlarda DEAŞla
Mücadelede Uluslararası Koalisyonu üyesi olmamızı anlatan
maddelerin yeni bir maddeymiş gibi, yeni bir konuymuş gibi
tartışılması da doğru değildir.
Her ne olursa olsun, Türkiye terörle mücadelesini
eksiksiz ve en güçlü şekilde sürdürecek, terör örgütlerine göz
açtırmayacaktır. Türkiye Iraktan ve Suriyeden ülkemize yönelecek
terör örgütlerinin saldırılarını bertaraf etmek üzere her
türlü tedbiri almaktadır; bu, ülkemizin en tabii hakkıdır.
Hiçbir egemen devlet kendi sınırlarına dayanmış bir
terör hattını olağan ve doğal bir durum olarak göremez ve
gelişmelere bigâne kalamaz. Mecliste en ufak bir laf
atıldığında cevap vermek hakkını en doğal
hakkı gören milletin vekillerinin komşu bir ülkeden ülkemize
yapılan saldırıya ülkemizin karşılık vermesini
evleviyetle haklı görür. Bugün tekrar Gazi Meclisimize gelen Irak ve
Suriye tezkeresi esasen daha önce yine sizlerin oylarıyla kabul edilen
tezkerelerin iki yıl süreyle uzatılmasını
amaçlamaktadır. Söz konusu terörle mücadele ve halkımızın
huzur ve güvenliği olduğunda siyasi parti kimliklerimizin bir anlamı
olmadığını, bu konuda Türkiye'nin geleceğinin ve ülke
menfaatlerinin öncelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hangi partiden
olursak olalım, her şeyden önce Türkiye'nin ve milletimizin
yanında duralım. Milletimizin bizden ve Gazi Meclisimizden
beklediği de budur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
ülkemizin dış politikasının temeli Atatürk'ün Yurtta
barış, cihanda barış. ilkesine dayanır. Ülkemizin
güvenlik politikası devletimizin egemenliği ve
bağımsızlığını korumaya, milletimizin
barış içinde huzurunu sağlamaya yöneliktir. Uluslararası
toplumun saygın ve sorumlu bir üyesi olarak Türkiye, Birleşmiş
Milletler şartında dile getirildiği üzere, sorunların
barışçıl yollarla ve diplomatik yöntemlerle çözülmesini savunur.
Güç kullanmak ancak meşru müdafaa ve uluslararası hukukun cevaz
verdiği durumlarda istisnai olarak mümkündür.
Türkiye aynı coğrafyayı
paylaştığı devlet ve halklarıyla
karşılıklı saygı ve anlayış temelinde
dostluk ilişkileri geliştirmeyi amaçlar. Böylelikle bölgemizin ortak
bir barış ve refah havzasına dönüşebileceğine
inanır. Ancak barışı kurmak ve korumak Türkiye'nin tek
taraflı olarak kendi başına yapabileceği bir şey
değildir; komşu ülkelerin de kendi iç barış ve düzenlerini
sağlayarak egemen devletlerin temel fonksiyonlarını
hakkıyla eksiksiz yerine getirmesine bağlıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Irak ve Suriyedeki istikrarsızlık ve çatışmalar ülkemize
mücavir bölgelerde terör örgütlerinin yuvalanmasına yol
açmıştır. Bu terör örgütleri, komşu ülkelerin
topraklarını kullanarak ülkemize yönelik saldırı
düzenlemektedir. Türkiye, varlığına ve birliğine yönelik bu
saldırıları, doğrudan kaynağında etkisiz hâle
getirmek için mücadele etmektedir. Irakın kuzeyindeki PKK terör örgütüne
yönelik Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının karadan ve havadan
yaptıkları huzur operasyonları devam etmektedir. Bölücü terör
örgütüne karşı mücadeleyi devam ettirmek, teröristlerin
sınır ötesinden destek almasını ve sınırdan
sızmalarını önlemek, ileriden hudut güvenliğini etkin
olarak sağlamak amacıyla operasyonlara devam edilmektedir. Bu etkin
ve başarılı terörle mücadelenin sürdürülebilmesi için Türk
Silahlı Kuvvetlerinin bölgedeki operasyonel varlığının
korunması, Türkiyenin millî güvenliği için elzemdir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
911 kilometreyle en uzun kara sınırımızı
paylaştığımız komşumuz Suriyede 2011
yılından bu yana devam eden ihtilaf, millî güvenliğimiz
bakımından tehditler arz etmeye devam etmektedir. Rejimin şiddet
politikası ve otorite boşluğunu fırsat bilen terör
örgütleri, ihtilafa kalıcı çözümün önündeki en büyük engellerden
biridir. Suriye ihtilafının Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin 2254 sayılı Kararı temelinde siyasi çözüme
kavuşturulması, ülkemizin en öncelikli dış politika
hedeflerinden biridir. Bu itibarla, geçtiğimiz hafta Cenevrede
altıncı turu yapılan ve Dışişleri
Bakanlığımızdan bir heyetle yakından takip edilen
Anayasa Komitesinin kuruluşu ve çalışmalarına
başından beri güçlü destek verdik. Bu siyasi sürecin somut sonuçlar
getirmesi için de çalışıyoruz. Ancak askerî çözüm
ısrarından vazgeçmeyen, görüşmeler devam ederken bile masum
çocuk ve sivilleri öldürmekten çekinmeyen rejim, siyasi sürecin arzu edilen
hızla ilerlemesini engellemektedir. Siyasi süreçte rejim ve
destekçilerinin somut sonuçlar doğuracak adımlar atmasını
sağlamak, uluslararası topluma da düşen önemli bir görev ve
sorumluluktur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Suriye ihtilafı sadece millî güvenliğimiz bakımından
değil, bölgesel güvenlik ve istikrar açısından da birçok tehdit
ve risk barındırmaktadır. Bu risk ve tehditlerin
başında terör örgütü PKK/PYD-YPGnin bölücü gündemi, DEAŞ terörü
ve sınırlarımıza yönelik kitlesel göç ihtimali gelmektedir.
Biz de ülkemizde bir göç dalgasını istemiyoruz, Türkiyeye yeniden
mültecilerin gelmesini istemiyoruz, yeni bir göç dalgasıyla
karşılaşmak istemiyoruz ama bunu istemeyeceğini söyleyen
kimselerin mutlaka bu tezkereye evet demesi lazım çünkü İdlibdeki
4 milyon insanın 1 milyona yakını sınırlarımıza
gelmişti; 500 binin üzerindeki mülteci sınırlarımızdan
yerleşim yerlerine tekrar geri döndüler, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
orada olmasıyla ve kısmi bir sükûneti sağlaması
dolayısıyladır. Bu itibarla, ülkemizin ve
vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği için
mevzuatımızdan ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve
sorumluluklarımız doğrultusunda aldığımız
tedbirlerin kararlılıkla sürdürülmesi zaruret arz etmektedir.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Süleyman Şah
Türbesini niçin taşıdınız?
İSMET YILMAZ (Devamla) Temel
amacımız, Suriyenin toprak bütünlüğünün korunmasına,
Suriyenin terör örgütlerinden tamamen arındırılmasına,
ülkemize tehdit arz etmeyecek şekilde kalıcı
barışın sağlanmasına ve kardeş Suriye
halkının kendi topraklarında huzur içerisinde
yaşamasına destek olmaktır. Ülkemiz, bu amaçlar
doğrultusunda tüm bölgesel ve uluslararası girişimlerde en
başından bu yana öncü ve etkin rol oynamaktadır. PKK/PYD-YPG ve
DEAŞ başta olmak üzere terör tehdidiyle mücadele ederken aktif, ön
alıcı ve tehdidi kaynağında yok etmeye dayalı bir
tutum izleyegeldik.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sınırlarımızın hemen yanı başındaki
Suriye topraklarında bir terör koridoru oluşturma teşebbüsünü
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı
Harekâtlarımızla akamete uğrattık. Harekâtlarımız
neticesinde, Suriye sınırlarımız boyunca uzanan 8.200
kilometrekarelik bir alanı PKK/PYD-YPG ve DEAŞ teröründen
arındırdık. Terörden arındırılan bölgelerde
mayın temizliğinden asayiş tesisine, yerel yönetim ve güvenlik
kurumlarının oluşturulmasından sağlığa,
eğitimden adalete kadar pek çok farklı alanda icra edilen
faaliyetlerle düzenli bir sosyal hayat yeniden kurulmuştur. İş
yerleri, hastaneler, camiler ve tüm eğitim kurumları açılarak
yerli halka hizmet verilmektedir. Yarım milyon Suriyeli çocuk düzenli
olarak okullarına devam etmektedir. İstikrarlaştırma
projeleri sayesinde Türkiyedeki 460 binin üzerinde Suriyeli ülkemizden kendi
bölgelerine, bu bölgelere gönüllü olarak geri dönmüştür.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; PKK/PYD-YPGnin Suriyenin toprak bütünlüğünü bozmaya ve
sahada gayrimeşru oldubittiler oluşturmaya matuf girişimleriyle,
harekât alanlarına sızma girişimleri ve bu alanlardaki Suriyeli
sivil halkı hedef alan terör eylemleri sürmektedir. Terör örgütü,
buraların istikrarsız olduğu izlenimini yaratmayı ve geri
dönmek isteyen Suriyelileri caydırmak istemektedir. Terör örgütü, son bir
yıllık dönemde, harekât alanlarında doğrudan Suriyeli
sivilleri hedef alan 500den fazla terör saldırısı
gerçekleştirmiştir, 100den fazla sivil hayatını
kaybetmiştir. Bu terör eylemlerine karşı gereken yanıt
süratle verilmekte ve mücadelemiz kararlılıkla sürdürülmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
terör örgütünün sözde Suriye Demokratik Güçleri adı altında
uluslararası alanda meşruiyet kazanma ve baskısıyla
tahakkümünü artırma teşebbüslerine karşı da mücadelemiz
tavizsiz sürmektedir. Bu gayrimeşru oluşum, bölücü gündemini
ilerletmek ve meşru Suriye muhalefeti kontrolündeki bölgelerde tesis
edilen istikrarı baltalamak amacıyla Suriyeli sivilleri hedef alan
insan hakları ihlallerini de sürdürmektedir; insanlığa
karşı suç ve savaş suçu teşkil eden eylemler
gerçekleştirmekte, terör örgütü DEAŞ mensuplarını
çıkarları için serbest bırakmakta ve sadece Suriye halkının
olan doğal kaynakları gasbetmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
PKK/PYD-YPG, Suriyeli Kürtleri hiçbir zaman temsil etmemektedir. Terör
yöntemleri ve dış mihrakların desteğiyle kurmak
istediği baskıcı gayrimeşru yapı çökmeye mahkûmdur.
Bölücü gündemine ve terör eylemlerine son dönemde hız kazandıran bu
terör örgütüne karşı, sahada etkin mevcudiyetimizi muhafaza etmek her
zamankinden daha önemli hâle gelmiştir. Bu vesileyle, Suriyede hâlen var
olan terör bölgelerinin mutabakatlara uygun olarak temizlenmemesi hâlinde
gerekli adımları atmaktan hiçbir zaman çekinmeyeceğimizi
açıkça ifade etmek isterim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Rusya ve İranla birlikte yürüttüğümüz Astana süreci çerçevesinde,
İdlibde istikrar ve güvenliğin sürdürülebilir
kılınmasına yönelik faaliyetlerimizi hedef alan girişimlere
de karşı koymaktayız. Başta kitlesel göç hareketleri olmak
üzere, sınırlarımıza yönelik tehditlerin önlenmesi,
Suriyeli masum sivillerin rejim saldırılarından korunması,
bölgeye kesintisiz insani yardım sağlanması ve siyasi sürecin
ilerletilmesi için İdlibde sükûnetin muhafazasına büyük önem
veriyoruz. Bu bağlamda, 5 Mart 2020 tarihinde imzalanan İdlib
Gerginliği Azaltma Bölgesindeki Durumun
İstikrarlaştırılmasına İlişkin
Muhtıraya Ek Protokol temelinde bölgede tesis edilen ateşkes,
ülkemizin yoğun çabaları ve sahadaki askerî mevcudiyetinin
sağladığı caydırıcılık sayesinde
sürmektedir. Sahadaki nispi sükûnet sayesinde o tarihten bu yana
sınırlarımıza gelmiş İdliblilerden 560 binin
üzerindeki Suriyeli İdlibdeki evlerine geri dönmüştür.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sahada gayrimeşru oldubittiler oluşturabilecek ve millî
güvenliğimize tehlike arz edebilecek her türlü risk, tehdit ve eyleme
karşı başta meşru müdafaa hakkımız olmak üzere,
uluslararası hukuktan doğan haklarımız doğrultusunda
her türlü önlemi uzun dönemli olarak ve kararlılıkla almaya devam
edeceğiz; bunu ilgili tüm tarafların bilmesi gerekir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bu süreçte siyasi partilerimizin terörle mücadele hususunda ortak bir irade ve
hassasiyet göstermesi önemlidir. Ülkemizin birliği ve bölünmez
bütünlüğü içinde milletimizin varlığına yönelik tehditleri
bertaraf edebilmek için bu tezkereyle talep edilen yetkilere ihtiyaç
vardır. Türkiyeye yönelik tehditler devam ettiği sürece, bu
tehditlerin ortadan kaldırılması amacıyla Türk Silahlı
Kuvvetlerinin sınır ötesine gönderilmesi imkânını da
sağlayan tezkereye AK PARTİ olarak biz destek
olacağımızı ifade ediyoruz.
Cumhurbaşkanımıza yetki veren tezkerenin uzatılması
terör tehdidinin kalıcı bir şekilde ortadan
kaldırılması amacıyla yürütülen kapsamlı ve çok
boyutlu faaliyetleri destekleyecektir ve ülkemizin her ne pahasına olursa
olsun, tehdit nereden ve kimden gelirse gelsin kendimizi savunmaya yönelik
kararlılığının da en somut göstergesidir. Bu Meclisin
millete karşı sorumlu olduğunu hisseden milletvekillerinin de bu
tezkereye evet diyeceğine inanıyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından
alkışlar)
MAHMUT TANAL (İstanbul) Biz millî
egemenliğimizi nasıl yabancı güçlere
BAŞKAN Gruplar adına yapılan konuşmalar
tamamlanmıştır.
Tezkere üzerinde şahsı adına ilk
olarak Diyarbakır Milletvekili Sayın Salihe Aydeniz
konuşacaktır.
Buyurun. (HDP sıralarından
alkışlar)
SALİHE AYDENİZ (Diyarbakır)
Öncelikle, işkence ve ölümevlerine dönüşen cezaevlerinde rehin tutulan
siyasi tutsakları ve her türlü baskıya, her türlü saldırıya
karşı asla direnişten vazgeçmeyen, mücadeleden vazgeçmeyen
halklarımızı saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.
Evet, bugün burada 84 milyonun içinden üç beş
mutlu azınlığın dışında kalan bütün Türkiye
toplumunu, halklarını daha çok yoksullaştıracak,
kutuplaştıracak, yeni felakete sürüklemeye sebep olacak ve en
önemlisi, Kürtün fermanı olacak bir tezkere onaya sunuluyor. Her geçen
gün daha çok eriyen, çürüyen, kriz ve kaoslarla boğuşan, iç ve
dış siyasette gittikçe çaresiz kalan bu iktidar çareyi yine
çözümsüzlükte ve savaş siyasetinde bulmak için tezkereye
sarılıyor çünkü topluma şiddet ve kaostan başka bir
şey vadedemeyen bu iktidar da biliyor ki Vatan, millet, Sakarya.
edebiyatı ve Kürt düşmanlığı Türkiyedeki ilkel
milliyetçiliği her zaman hareketlendiriyor. Defalarca bitme noktasına
gelmiş olan iktidar, yıllardır her seferinde sınır
güvenliği, beka meselesi üzerinden HDP dışındaki diğer
muhalefeti istediği çizgide hizalıyordu.
Yıllardır savaşa ve
saldırılara zemin hâline gelen Irak-Suriye tezkereleri birçok
açıdan sorunların derinleşmesine neden olmuştur.
Derinleşen bu sorunların en başında da Kürt sorunu gelmektedir.
Yıllardır Kürt sorununa yaklaşımını inkâr, imha
ve asimilasyon politikası olarak derinleştiren iktidar, kendi eliyle
isteyerek, bilerek Kürt sorununu bölgesel bir soruna dönüştürmüştür.
Yıllardır terörle mücadele adı altında, beka meselesi
aldatmacasıyla, güvenlik gerekçesiyle Kürt halkına
düşmanlık yapılıyor ve bu düşmanlık üzerinden
doğası, kimliği, kültürü ve varlığı tehdit
altında tutuluyor.
Kürt sorununu bitirdik. diyenlere buradan sormak
istiyorum: Kürt sorununu Türkiye'de 20 milyonun konuştuğu dili
bilinmeyen bir dil olarak tanımlayarak mı çözdünüz? Kürt sorununu
cezaevlerinde Kürtçe halay çektikleri için kadınlara disiplin cezası
vererek mi çözdünüz? Kürt sorununu Parklarda Kürtçe ıslık
çaldılar. diye gençlere soruşturma açarak mı çözdünüz? Kürt
sorununu daha birkaç gün önce Diyarbakırda gerçekleştirilen ve
izinli kadın mitinginde anaların sarı, kırmızı,
yeşil renklerdeki eşarplarına tahammülsüz davranarak mı
çözdünüz?
Onlarca defa farklı isimler altında askerî
harekâtlar düzenlenmiş olmasına rağmen hiçbir harekâttan siyasi
bir sonuç alınamamıştır. Defalarca denenmiş ve sonuç
alınamamış yöntemlerde ısrar ederek mi bu sorunu çözdünüz?
Tecridi, kayyumu, siyasi operasyon politikalarının
süreklileştirilmesiyle her an darbe mekaniğini devrede tuttuğu
bir süreci yönetim şekline dönüştürerek mi bu sorunu çözdünüz?
Yıllarca savaş ve militarizm yöntemleriyle
çözülecek diye 3 trilyon dolardan fazla para harcandı; bu kadar daha
harcansa da bu yöntem ekonomik, siyasal, toplumsal ve ekolojik krizin
derinleşmesinden başka bir sonuç vermez. Her geçen gün daha çok derinleşen
çoklu kriz ve yönetememesinden freni patlamış bir kamyon misali
sağa sola çarpa çarpa aşağı doğru giden bu iktidar,
dizginlenemez bir çıkmaza girdiğinden sınır güvenliği,
beka meselesi bahanesiyle tezkerenin gerekçesini ne kadar süsleyerek, cilalayarak
sunarsa sunsun bu tezkere bir çözümsüzlük ve talan siyasetinden başka bir
şey değildir.
Tezkere, içeride ve dışarıda Kürtün
fermanıdır, işgal ve yayılmacı politika yürütmektir.
Biz, bu politikayı Afrinden, Serekaniyeden, Gire Spiden, yine, Irak federe
Kürdistan bölgesinden yürüttüğünüz politikalardan çok iyi biliyoruz ama
şunu çok net ifade edelim: 21inci yüzyılda yeni Osmanlı
projesi hayallerinden vazgeçin çünkü bu hayallerinize karşı
başta Kürt halkı olmak üzere kendini yönetmek isteyen halklar ve
uluslararası dengeler izin vermez. Tezkerelerle, işgal ve talan
politikasıyla Kürtlerin bulunduğu her coğrafyaya
saldırı kabul edilemez.
Mevcut iktidarın, beka ve sınır
güvenliğini bahane ederek aslında kendi tükenmişliğini
saklamaya ve savaş politikasına sarılarak kendini korumaya
çalışmasına tabii ki şaşırmıyoruz çünkü bu
iktidarın kaybedeceği çok şey var. Kaybettiklerinde,
uyguladıkları onca yolsuzluk, hukuksuzluk, adaletsizlikler nedeniyle
hesap vereceklerini iyi biliyorlar; bu sebepten, sarılacakları tek
yol savaş, işgal ve talan politikasıdır. Önemli olan,
toplumsal demokrasiden, barıştan söz eden ve sorunu çözme iradesi
olduğunu ifade eden tüm muhalefetin bu tezkerenin çıkmaması için
açık, kesin ve net tutum alıp almayacağıdır; önemli
olan, herkesin savaşın, ekonomik, siyasal, toplumsal krizlerin ve
ölümün sebebi olacak olan bu tezkereye cesaretle hayır diyebilmesidir;
önemli olan, muhalefetin ırkçılığın ve
milliyetçiliğin siyaset olmadığını söyleyebilmesidir.
AKP-MHP iktidarı gerek iç gerek dış siyasette savaş,
şiddet, baskı politikalarında bütünlüklü bir çözümsüzlük
siyaseti yürütmektedir; buna karşı mücadele de bütünlük içerisinde
olmalıdır. Muhalefetin, iç siyasette ülkenin içinde bulunduğu
sorunlara çözüm ararken dış politikada da savaş, şiddet,
hegemonya politikalarına destek vermemesi gerekiyor ki bu coğrafyada
demokrasiyi, onurlu barışı birlikte inşa edelim.
Bugün burada, 84 milyon adına, tezkereye
hayır oyu çıkması tüm halklar için tarihî bir
sınavdır. Bu sınav karşısında onurlu bir tutum
sergileyemeyenler tarih önünde halklara hesap verecektir. Ayrıca, her
seferinde bir yıl olarak planlanan tezkerenin bu defa iki yıl olarak
planlanması ve bu şekliyle onaylanması demek bu iktidarın
muhalefeti ve toplumu savaş politikasıyla kendi bekası için
teslim alması anlamına gelmektedir. Tüm bu sebep ve gerekçeler
ışığında başta Kürt halkı olmak üzere,
Türkiye halkları savaşta, sandıkta ve seçimde, meşru
demokratik zemin de olan sokakta ve en önemlisi, toplumsal adalet zemininde
elbet hesabını soracaktır.
Savaşa, ölüme, Kürtün fermanına, ekonomik
krizlerin derinleşmesine ve halkın daha çok
yoksullaştırılmasına, yolsuzluklara karşı ülkeyi
ve halklarımızı korumanın en açık anlamı bu
tezkereye hayır demektir diyorum, bütün halklarımızı
saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Şahsı adına ikinci
konuşmacı, Manisa Milletvekili Sayın Özgür Özel.
Buyurun Sayın Özel. (CHP sıralarından
alkışlar)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi
iktidarının Anayasanın 92nci maddesine dayanarak Türkiye Büyük
Millet Meclisinden silahlı kuvvet kullanılmasına ilişkin
bir tezkeresi var, bu tezkereyi görüşüyoruz.
Biz bu tezkerenin bütününe Anayasaya
aykırılık yönünden, süre yönünden, talep edilen yetkinin
belirsizliği ve orantısızlığı yönünden,
gereklilik ve yerindelik yönünden itiraz ediyoruz. Bu
itirazlarımızı gerekçelendirecek olursak; tezkere bundan önceki
hükûmetlerin yapmadığı, ihtiyaç duymadığı
şekilde kalitesiz yasama anlayışında çokça
kullandığınız torba yasanın bir benzeri torba tezkere
niteliğindedir. Bir an için Adalet ve Kalkınma Partisinin bütün tez
ve taleplerinin doğru, yerinde ve haklı olduğunu düşünecek
bile olsak bu tezkerenin dörde bölünmesi gerekir; Kuzey Irak için bir
tezkereye, kuzey Suriye için bir tezkereye, İdlibdeki misyon için bir
tezkereye ve yabancı askerlerin Türkiyede bulundurulması için
ayrı bir tezkereye ihtiyaç vardır. Kaldı ki siz böyle bir
tezkereyle birden fazla ülkeye, birden fazla bölgeye
Süresi altı
aydı bir yıl oldu, iki yıla çıkardık. derseniz,
şu önermeye hanginiz doğru diyebilir: İktidara gelinir, Meclise
tezkere yollanır, dünyadaki 210 ülkeye beş yıl süreyle
savaş açma ve askerlerini bulundurma yetkisi
Anayasa bu yetkiyi
münhasıran ve doğru tarif ederek bu Meclise veriyorsa,
Anayasayı değiştirmek için en az 360 milletvekiliyle halka
teklif ya da 400 vekilin oyu gerekiyorsa siz salt çoğunlukla bu yetkiyi
sayısını sizin belirlediğiniz ve süresini sizin
belirlediğiniz bir şekilde yürütmeye nasıl devredersiniz?
Anayasa değişikliği hükmünde tezkere de olmaz, kanun da olmaz.
Böyle bir şeyi yapacaksanız dönerler burada Anayasayı
değiştirecek çoğunlukta bir iradeyi ararlar. Öncelikle bu
tutarsızlığınızı milletimize ifade edelim.
Devamında, süre yönünden niçin iki yıl?
Niçin sorusunun cevabını arıyoruz ama usulen de burada bir
eksiklik var. Böyle bir değişikliğe gidiyorsanız, siz bir
demokrasi Parlamentosuysanız ve Dışişleri Bakanınız
varsa, bu Dışişleri Bakanınızın hiç değilse
Parlamentoda grubu bulunan partilerden, Parlamentoda milletvekili olan
partilerin Genel Başkanlarından bir randevu isteyip bu talebin
gerekliliğini ifade etmesi gerekmez mi? Konuşmalarda ne Sayın
Bakanın ne de yürütmenin başının bu konuda herhangi bir
ifadesini görmedik; düpedüz nezaketsizliktir. Yalnız, bu iki
yıllık sürenin, seçimler gününde yapılsa bile, seçimlerden
sonraki dört ayı da kapsıyor olmasının Anayasa'ya
aykırılık ve gelecek Meclisin iradesine ipotek
açısından tartışmalı olduğunu ifade ederiz.
Ayrıca, iktidarda olmadığınız bir dönem için yerimize
niye yetki talep ettiğinizi de anlamış değiliz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, Sayın Bakanın
konuşmasında da izleri vardı, bu tezkereye niçin hayır
denmemesi gerektiği söyleniyor. Zaten Adalet ve Kalkınma Partisini
yöneten trol aklı Bu tezkereye hayır demek hainliktir, askerin
arkasında durmamaktır. gibi tuhaf söylemleri sosyal medyaya,
liderlerin prompterlarına ya da bu kürsüye taşıyabiliyor.
Peki, çok değerli milletvekilleri, partiniz hep
iktidarda sanıyorsunuz; partiniz hep iktidarda olmayacak ama hep iktidarda
da değildiniz. Partinizin 3 Kasım 2002 günü sonlanan bir
yılın biraz üzerinde bir muhalefet partisi deneyimi var. O muhalefet
partisi 10 Ekim 2001de Afganistana asker yollarken hayır oyu
kullandı -hep beraber- ve sözcünüz burada çıktı Kapsamı,
sınırı, zamanı, süresi belirsiz böyle bir yetkiyi, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin gönderilmesini doğru bulmuyoruz. dedi, ret oyu
kullandınız; size hain diyen yoktu. Ayrıca, Kuzey Irakta ne
yaptınız? 25 Aralık 2001 ve 18 Haziran 2001de Kuzey Irak
tezkereleri geldi. O zaman altı ay istiyordu koalisyon hükûmeti,
sözcüleriniz çıktılar ve dediler ki: Irakın toprak
bütünlüğünün muhafaza edilmesine özen gösterilmiyor. Önümüzdeki dönem bu
yetki bu bölgeye kan ve gözyaşı getirir. Türkiyenin, bu bölgenin
zararına gelişecek gelişmeler olabilir. Parti grubumuz ve
partimiz Kuzeyden Keşif Harekâtının uzatılmasından
rahatsızdır. Ret verdiniz Sayın Bakan, hep beraber.
Muhalefetteyken Kuzey Irak tezkeresine ret verenlerin, Afganistana ret
verenlerin bugün çıkıp tezkereye ret verenin millîliğini
sorgulayacak hakkı da yoktur, haddi de yoktur. (CHP sıralarından
alkışlar)
Gelelim gereklilik noktasına; Kuzey Irak ve
kuzey Suriyede bir taraftaki, her iki taraftaki terör örgütlerine atıf
var. Beyler, bayanlar; Birleşmiş Milletler Şartının
51inci maddesi net; bir ülkeye sınır ötesinden bir örgüt, bir terör
örgütü ya da diğer ülkeye saldırıda bulunursa buna meşru
müdafaa hakkı ve saldırının kaynağına kadar
sıcak takip hakkı vardır. Sayın Bostancı
hatırlayacaktır, Adalet ve Kalkınma Partisi,
iktidarının ilk altı yılında bazı
anayasacılar, bazı hukukçular, bazı siyasetçiler Ya, bu Kuzey
Irak operasyonları için tezkere lazım. dediğinde ısrarla
Hayır, terör örgütüne sıcak takip ve meşru müdafaa hakkı
Birleşmiş Milletler Şartının 51inci maddesinden
gelir, gerek yok. dediniz; tutanaklar onlarca beyanınızla dolu.
Demek ki neymiş? Bu tezkerenin derdi terörle mücadele de
değilmiş; yoksa IŞİDe, PKKya,
saydığınız terör örgütlerine karşı sıcak
takip ve meşru müdafaa hakkını da
kullanırmışsınız, kimse de bir şey demezmiş.
Peki, bu tezkere neymiş? İdlib misyonunu karşılayan bir
tezkere mi? Bakarsanız, İdlibde yapmaya
çalıştığınız işlerin bir bütünü zaten
meşru bir devlet karşınızdaysa savaş sebebi
sayılır. İdlibe savaş açmak için, İdlibdeki misyonu
tamamlamak, orada hastaneler kurmak, inşaatlar yapmak, doğrudan
egemenlik kullanmak için bir yetki talep ediyor musunuz? O da tezkerenin içinde
yok.
Ne var tezkerenin içinde? Türkiyede yabancı
askerlerin bulunması. Vallahi, bu torbanın etrafındaki
göstermelik terörle mücadele yaklaşımları falan milleti
kandırmaya çalışır başaramaz da bu madde size
karşı arkadaşlar. Bu madde, 1 Martta Amerikan askeri Iraka
gitmesin diye Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve Genel
Başkanının bir saatlik konuşmasıyla, 99 AK PARTİ
milletvekilini ikna etmesiyle, Coninin postalını Türkiye topraklarına
değirmediğimize kızan Recep Tayyip Erdoğanın size
aldığı tedbirdir, size aldığı tedbirdir, bize
değil. (CHP sıralarından alkışlar) O yüzden herkes ne
konuştuğunu, neyi savunduğunu düşünecek. Partisinde tek adam
olabilir, yürütmede tek adam olabilir, bunun verdiği güçle gözü bir
başka şekilde dönmüş bakıyor olabilir ama kimse Suriyedeki
evlatlarımızı bir felakete sürüklemek, maceracı
dış politika yapmak, yaklaşmakta olan seçimde savaş
ilanıyla belki seçimleri biraz daha öteye atmak için iç politikaya yönelik
bu hedeflerle tasarlanmış bu oyunda arkanıza dizilecek, size
meşruiyet kazandıracak durumda değil. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sesi olan, gücü olan, kendine güvenen, çıkacak,
gelecek buraya. İdlibde 34 evladımız şehit
edildiğinde altı saat susup açıklamayı Hatay Valisine
yaptıranlar, iki gün susup İlk ne diyecek? denildiğinde
Trumpla arasındaki hikâyenin komikliklerinden bahsedenler, 34
evladımızı kimin vurduğunu çıkıp da
Cumhuriyetin
kuruluşundan beri, Kurtuluş Savaşından beri bir seferde
verdiğimiz en fazla şehitte Bunu şunlar vurdu, Türkiye de böyle
cevap verdi, böyle hesap sordu. diyeceğiniz yerde olağan
şüphelinin kapısında oturup da iki dakikalık sayacın
Rus televizyonundaki yayınına susanların bize millîlik dersi
verecek ne hakkı vardır ne haddi vardır! (CHP
sıralarından alkışlar)
Genel Başkanımız, grubumuz, hepimiz,
kendimiz, evladımız; kuramızı çekeriz, askere gideriz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) Sayın Başkan,
toparlıyorum.
BAŞKAN Buyurun toparlayın.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) Askere gideriz, görevimizi
yaparız ama evlatlarını, çocuklarını askere yollamak
yerine bedelli askerlikleri, çürük raporlarını tercih edip
başkasının evladının şehadeti üzerinden siyaset
kuranlara Cumhuriyet Halk Partisinin cevabı hayırdır,
hayır olacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
Son sözüm Sayın Başkan, tezkerenin
Anayasaya usuli ve esasi aykırılıklarından, süresinden,
istenen yetkinin genişliğinden, yetki isteyenin yetersiz, dengesiz ve
beceriksiz dış politikasından, terörle mücadele için ihtiyaç
duyulmadığı hâlde buna millî duygu istismarı katanlara
itirazdan dolayı ve kuvvetler ayrılığını ayaklar
altına almış bir iktidarın emrine bize milletin emanet
ettiği bu yetkiyi vermeyeceğimiz için hayır diyoruz,
hayır diyoruz, hayır diyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, (3/1704)
esas numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.23
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.45
BAŞKAN: Başkan
Vekili Celal ADAN
KÂTİP ÜYELER: Necati
TIĞLI (Giresun), Rümeysa KADAK (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 11inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
2nci sırada yer alan, (3/1705) esas
numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin
görüşmelerine başlıyoruz.
Tezkereyi okutuyorum:
3.- Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFILin görev süresinin uzatılması
yönündeki 2591 (2021) sayılı Kararı çerçevesinde, hudut,
şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının; 1701 (2006) sayılı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında;
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde UNIFILe, 31/10/2021
tarihinden itibaren bir yıl daha iştirak etmesi ve bununla ilgili
gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için
Anayasanın 92nci maddesi uyarınca izin verilmesine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1705)
16/10/2021
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
11/8/2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı
Kararıyla bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye,
Lübnan'da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne
(UNIFIL) Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı
sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi son olarak Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 6/10/2020 tarihli ve 1264 sayılı
Kararıyla 31/10/2020 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmıştır.
Türkiye UNIFIL'e yaptığı
katkılarla barışı koruma harekâtının etkin
biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Bu çerçevede
Türkiye'nin katkısı gerek Birleşmiş Milletler sistemi
içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte, gerekse kapsamlı sivil-asker
iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan toplumunun her
kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına, ayrıca barış
ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının sürdürülmesine
hizmet etmiştir.
Bu itibarla, UNIFIL'e katkımızın
sürdürülmesinin önem arz ettiği değerlendirilmektedir.
UNIFIL'in görev süresi Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 30/8/2021 tarihli ve 2591 (2021) sayılı
Kararıyla 31/8/2022 tarihine kadar uzatılmıştır.
Bu hususlar ışığında ve
Lübnanla ikili ilişkilerimiz ve bölgedeki güvenlik şartları da
göz önünde tutularak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönündeki 2591 (2021)
sayılı Kararı uyarınca; hudut, şümul ve miktarı
Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında 31/10/2021
tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL'e iştirak etmesi ve bununla
ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması
için gereğini Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca bilgilerinize
sunarım.
Recep
Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi üzerinde İç Tüzükün 72nci maddesine göre görüşme
açacağım. Bu görüşmede siyasi parti gruplarına ve
şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri
gruplar için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.
Tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: İYİ Parti Grubu adına Aydın Adnan
Sezgin, Aydın; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İsmail
Özdemir, Kayseri; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına
Hişyar Özsoy, Diyarbakır; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Utku Çakırözer, Eskişehir; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Yavuz Ergun, Niğde; şahıslar adına Sibel
Özdemir, İstanbul; Mustafa Destici, Ankara.
İlk söz İYİ Parti Grubu adına
Aydın Milletvekili Sayın Aydın Adnan Sezgine aittir.
Buyurun Sayın Sezgin. (İYİ Parti sıralarından
alkışlar)
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN
SEZGİN (Aydın) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Irakın kuzeyinde şehit verdiğimiz
Mehmetçikimiz Yunus Emre Yalmana Allahtan rahmet, ailesine ve milletimize
başsağlığı diliyorum.
Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev
Gücü (UNIFIL) 1978 yılından bu yana varlığını
sürdürmektedir. UNIFIL, Lübnan ve İsrail arasında
barışın sağlanmasına katkı sağlamak,
İsrail kuvvetlerinin güney Lübnandan geri çekilmesini garanti altına
almak, uluslararası barışı ve güvenliği yeniden tesis
etme ve Lübnan Hükûmetine otoriteyi sağlamaya yardımcı olma
görevlerini üstlenmiştir. 2006 yılında gerçekleşen
İsrail-Lübnan savaşının ardından misyonun
genişletilmesine karar verilmiştir. Ülkemiz, UNIFIL harekâtına
15 Ekim 2006 tarihinden itibaren katkı sağlamaya
başlamıştır. Bugün Lübnan'da durum giderek daha vahim bir
hâl almaktadır. Onlarca kişinin hayatını kaybettiği
silahlı çatışmalar yaşanmaktadır, ekonomik kriz
Lübnan'ı ve bölgeyi derinden etkileyen boyutlara ulaşmıştır.
Kriz, bir insani krize dönüşme sürecindedir. UNIFIL kapsamında görev
yapan uluslararası misyon, krizlerle sarsılmaya devam eden bir
bölgede mütevazı barış gayretlerine katkıda bulunmak gibi
bir vazife üstlenmiştir. Ülkemizin Lübnan'daki mevcudiyeti sembolik de
olsa bölgedeki istikrar ve barış ortamını tesis etmeye
katkı sağlamak açısından önemlidir. Bu çerçevede Lübnan'da
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına dayanan
barışı koruma harekâtına katkı sağlayan
Silahlı Kuvvetlerimizin görev süresinin bir yıl daha
uzatılmasını İYİ Parti olarak destekliyoruz.
Bölgesel ve küresel barış ve istikrar
çabalarına katkıda bulunmak cumhuriyetimizin geleneksel dış
politikasına da uygun bir tutumdur. Cumhuriyet dönemi dış
politikamızın diğer önemli bir özelliği ise geçmişten
kalan sorunların esiri olmayarak, millî güvenliğimizin ve ulusal
çıkarlarımızın gerektirdiği şekilde tüm ülkelerle
sağlam ilişkiler kurarak ileriye bakmaktır. Sorunları diplomasi
ve müzakereler yoluyla, uluslararası iş birliği yoluyla çözmek,
karşılıklı çıkarları gözetmek dış
politikamızın önemli değerleri arasında olagelmiştir.
Askerî ve ekonomik açıdan donanımımızın en zayıf
olduğu cumhuriyetin ilk yıllarında Hatay sorunu, Boğazlar
meselesi, o döneme ait Türk-Yunan sorunları gibi pek çok mesele
barışa katkı sağlayarak ve millî
çıkarlarımıza en uygun şekilde çözüme
ulaştırılmıştır. Daha sonraki yıllarda da
dış politikamızda, cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya
konulmuş olan bu anlayış başarılı bir
şekilde uygulanmış, millî güvenliğimizin tehdit edilmesine
asla mahal verilmemiştir. Aynı zamanda, uluslararası camiada
vatandaşlarımızın yüzünü kızartacak tutum ve
davranışlardan kaçınmaya da özen gösterilmiştir. Bu
anlayış sayesinde dış politikamız en kritik dönemlerde
dahi hem milletimize savaş yaşatmama başarısını
göstermiş hem de devletimize itibar kazandırmıştır.
Bugün o geçmişe nazaran, aciz bir görüntü
vermekteyiz. Dış politikamız kalmamıştır, bunu
defalarca dile getirdik. Uluslararası ilişkilerimiz ise
hastalıklı bir yaklaşımın esiri olmuş, akıl
dışılığın tahakkümü altına girmiştir.
Büyükelçiler krizinde yaşananlar tam anlamıyla bu
hastalıklı yaklaşımın bir yansımasıdır.
10 büyükelçinin bildirisi yöntem açısından yanlış ve
talihsizdir ancak Sayın Cumhurbaşkanının mukabelesi de yine
hesapsız olmuştur. Ardından, talebini, ortaya koyduğu
talebini hiçbir şekilde karşılamayan ve malumun ilamından
ibaret olan bir açıklamayla geri adım atmıştır.
Büyükelçiler adına ABD Ankara Büyükelçiliği tarafından sosyal
medyadan yapılan bir cümlelik açıklama iktidar
yandaşlarının öne sürdüğü gibi bir geri adım
değil, aksine, söylediklerimizin arkasındayız vurgusudur.
Açıklamada, Viyana Sözleşmesinin 41inci maddesine riayet etmeye
devam edildiği belirtilmiştir. Diplomatik ilişkiler
hakkında Viyana Sözleşmesinin 41inci maddesine göre,
tırnağı açıyorum Kabul eden devletin kanunlarına ve
nizamlarına riayet etmek, ayrıcalıklarına ve
bağımsızlıklarına halel gelmeksizin bu gibi
ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan
yararlanan her şahsın görevidir. Kabul eden devletin iç işlerine
karışmamak da bu şahısların keza görevidir.
tırnağı kapattım. Yayınlanan açıklamada ne özür
ne de bir geri adım söz konusudur. Büyükelçiler bildirisinin Viyana
Sözleşmesine uygun olduğu vurgulanmıştır sadece.
Üstelik, bu açıklama ABD adına yapılmış, 10 ülkenin
hepsi değil, sadece bazıları bu beyanata
katıldıklarını ifade etmiştir. Daha sonra
açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanlığı
sözcüsüyse Osman Kavala olayına dair yaptığı
değerlendirmede, 18 Ekimde büyükelçilerin yayınladığı
bildirinin Viyana Sözleşmesinin 41inci maddesiyle tutarlı
olduğunu tekrar etmiş, bırakın özrü, geri adım gibi
yorumlanabilecek herhangi bir ifade kullanmamıştır.
Büyükelçilerin bildirisinde bir hususu da göz
ardı etmemek gerekir: Türkiye, Avrupa Konseyinin kurucu ülkeleri
arasındadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi
bünyesinde yer alan bir kurumdur. Büyükelçilerin uygulanmasını
istediği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da iç
hukukumuzun ve uluslararası hukukun bir parçasıdır. Sayın
Genel Başkanımızın da belirttiği gibi, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin yetkilerini kabul etmiş bir ülkenin o
mahkemenin kararlarına uymamış olması meseleyi iç mesele
olmaktan çıkartmaktadır. Olup biteni içeriye nasıl pazarlamaya
çalıştığınız değil, hamlenin muhatabı
olan ülkelerin meseleyi nasıl algıladığı mühimdir.
Yabancı basına baktığınızda onların hadiseyi
Recep Tayyip Erdoğandan U dönüşü Recep Tayyip Erdoğan çark
etti. gibi ifadelerle yansıttığı görülüyor maalesef.
Siyaset gibi diplomasi de sonuç alma sanatıdır. Ne sonuç
alındı bu hoyratlıktan? Tek netice, dışarıdaki
Türkiye algısının daha da geriye gitmiş
olmasıdır. İktidarın hukuk devleti değerlerine ve
uluslararası ilişkilerin normlarına uyum
sağlayamadığı kanaati güçlenmiştir. Madem 41inci
maddenin telaffuz edilmesini istiyordunuz, bunu bu sarsıntılara yol
açmadan da yapabilirdiniz. Türkiyenin artık Ugandalı diktatör Idi
Amin imajından kurtulması şarttır. Çıkış
noktası hangi gerekçeye dayanıyor olursa olsun bu hadise bizler için
sadece ve sadece mahcubiyet vesilesidir. Elbette krizin geride
bırakılmış olması, anlamsız bir kaostan
şimdilik uzaklaşılması sevindiricidir. Ancak milletimiz
kendi yarattığımız krizlerle boğuşmaktan, yoktan
yere yaratılan risklerle mücadele etmekten yorulmuştur. Tek adam
rejimi yine takla atmıştır.
Değerli arkadaşlar, Suriye ve Iraka asker
gönderme tezkeresi az önce yapılan görüşmeler sonucunda kabul
edilmiştir, ülkemiz açısından hayırlı
olmasını diliyorum. Partimizin sözcüleri bu tezkereyle ilgili,
tezkereye dair görüşlerimizi ayrıntılarıyla izah ettiler.
Suriye'de İdlib başta olmak üzere ülkemizin karşı
karşıya bulunduğu büyük sıkıntı ve tehlikeler
vardır. Ayrıca, buradaki gelişmelerin iç politika maksatlı
istismar edilmesi kamuoyumuzda yaygın ve ciddi bir endişedir.
İdlibde Rus, Suriye ve kısmen İranlı milislerin gözlem
noktalarımıza yakın mahallere saldırıları
sürmektedir. Türkiye, Suriye ve elbette İdlibde hava gücü ve
savunmasından da mahrum durumdadır.
Putin ile Sayın Cumhurbaşkanının
gerçekleştirdiği son Soçi görüşmesinden bir sonuç
alınamadığı anlaşılmaktadır. Bunu söylerken
bir çekince ifade etmek istiyorum. Bu çok mahrem görüşmede bir al ver
pazarlığı yapılmış ise bunu bilmemiz tabii ki
mümkün değildir ama böyle bir pazarlığın tüm
sorumluluğu Sayın Cumhurbaşkanına ait olacaktır.
Bugün Türkiye, Birleşmiş Milletler
tarafından terörist grup olarak kabul edilen HTŞyle İdlibdeki
iş birliğini sürdürmekte ısrarlı olduğu görünümü
vermektedir. Bu tutum, Rusyayla varılan mutabakatlara
aykırıdır. Türkiye, kendini İdlibde çok riskli bir konuma
hapsetmiştir. Yıllardan beri bahsettiğimiz bölgenin
Peşaverleşmesi tehdidi, gün geçtikçe daha da belirgin hâle
gelmektedir. Rusyayla mutabakatımıza uyarak HTŞ ve diğer
benzeri terörist gruplara karşı harekâta girişmemiz, büyük
riskleri de beraberinde getirebilir. Asgari 30 bin silahlı insandan
oluşan HTŞnin ve diğer grupların İdlibdeki
askerlerimize zarar vermeleri, hatta Türkiye içinde faaliyete geçmeleri
tehlikesi vardır. Zaten Mehmetçik, İdlibde Ebubekir
Sıddıkın Yardımcıları Seriyyesi örgütünün
tasallutu altındadır.
HTŞyi ve diğer terörist grupları
pasivize etmekte daha fazla gecikmemiz hâlinde ise Rus-Suriye ve İran
birliklerinin saldırıları ve Halep ile Lazkiyeyi bağlayan
M-4 Kara Yolunun kullanılabilir ve kendileri açısından güvenli
hâle getirilmesine yönelik operasyonları ivme kazanacaktır. Her
hâlükârda geçici bir çözüm olarak karakollarımızın, gözlem
noktalarımızın M-4ün kuzeyine taşınması talep
edilecektir, belki de talep edilmiştir. Her geçen gün tehdit ve tehlike,
sınırlarımıza daha da yakınlaşmaktadır.
İdlibde 4 milyon insan sıkışmış durumdadır.
Hem ulusal hem de uluslararası basın; Rusyanın, Suriye'nin ve
İranın İdlibde yapacakları radikal ve topyekûn bir
operasyonun 1 milyondan fazla yeni mültecinin Türkiye'ye doğru akın
etmesine neden olabileceğini belirtmektedir. Biz de yıllardan beri bu
tehlikeyi dile getiriyoruz.
İktidar ne Astana sürecini ne de Soçi
görüşmelerini iyi kullanabildi. Zaten Astana diye de bir süreç
kalmadı. 4 Mayıs 2017de Astanada gerçekleştirilen zirvede
Türkiye, Rusya ve İran arasında İdlibin tamamını
Lazkiye, Halep, Hama ve Humusun belli bölümlerini, Şamın Doğu
Guta bölgesini, Dera ve Kuneytirenin belli bölümlerini kapsayan
çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmasına
ilişkin muhtıra imzalanmıştı ama tedricen bu bölgeler
rejimin eline ve Rusyanın kontrolüne geçmiştir. İdlibde de
benzer bir senaryo muhtemeldir. Maalesef, geçtiğimiz günlerde Fırat
Kalkanı harekâtı bölgesinde rejim veya Rusya'nın kontrolünde
bulunan bölgelerden, muhtemelen Tel Rıfattan, YPG/PKK güdümlü füzeyle
zırhlı araçlarımıza saldırı
gerçekleştirmiştir. Saldırıda 2 Özel Harekât polisimiz
şehit olmuş, 2 Özel Harekât polisimiz de
yaralanmıştır. Ardından, Karkamış ilçemize Suriye
sınırları içinden hava saldırısı
düzenlenmiştir. Aynı günlerde Afrinde PKK/YPGli teröristler
tarafından bomba yüklü araçla saldırı düzenlenmiştir.
Akabinde Sayın Cumhurbaşkanı Sabrımız bir yere kadar,
mücadelemiz farklı şekillerde devam edecektir. ifadelerini
kullanmıştır. Bu ifadeyle ne kastedilmektedir?
Suriyeyle ilgili tüm aktörler herhangi bir askeri
müdahalemize itirazlarını açık şekilde ifade
etmişlerdir. Tel Rıfat, 2018den beri tartışma konusudur,
ancak, konuşulanlar havada kalmaktadır. Bu bölge, yıllardan beri
tehdit zemini olma konumunu sürdürmektedir. Menbiçin ve Tel Rıfatın
YPG/PKKdan arındırılmasını Rus tarafı taahhüt
etmiştir, ne var ki bu da gerçekleşmemiştir. Türkiye, son
günlerde olduğu gibi Tel Rıfat ve Menbiç'ten kaynaklanan birçok
tehdide muhatap olagelmektedir. Suriye'nin kuzeyinde kontrol ettiğimiz
bölgelerde karşı karşıya bulunduğumuz baş
aktörlerin çoğu, İdlib'de de karşı karşıya
bulunduğumuz aktörlerdir. Bu kadar ülkeyle aynı anda ve zeminde
ilişkileri bu denli riskli hâle getirmek, ülkemiz açısından bu
denli büyük tehditlere yol açmak gerçek bir faciadır. Artık,
askerlerimizin, ülkemizin bu ağır tehditlerle
karşılaşmayacağı, harekâtların gereksiz
kalacağı bir ortamın hazırlanmasına katkıda
bulunulmalıdır, öncülük yapılmalıdır. İdlib'de
2020 yılının Şubat ayında gerçekleştirilen hava
saldırısında şehit olan Mehmetçiklerimizin acısı
hâlâ yüreklerimizdedir, elbette diğer tüm şehitlerimizin de,
ruhları şad olsun.
İktidarın görevi, dış
politikayı deneme tahtasına çevirerek millî güvenliğimizi ve
vatandaşların güvenliğini tehdit edecek riskleri yaratmak yerine
denenmiş yöntemleri ve diplomasiyi seçmek, barışı ve huzuru
aramak olmalıdır. Bir kerecik de olsa milletin
çıkarlarını ve ülkenin geleceğini düşünün. Suriye
krizinde çok önemli sorumluluk taşıyan Türkiye'nin, krizin
başlangıcından yaklaşık on bir yıl sonra,
Öte yandan, belirli bir süreden beri Esad rejimi,
uluslararası camiaya hızlı adımlarla geri dönüş
istikametinde yol almaktadır. Bunu Arap ülkeleri başta olmak üzere
uluslararası camia, Suriyeye yeniden yüzünü dönmektedir. şeklinde
de ifade edebiliriz. Tüm bu gelişmeler, 2 Kasım 2017 Soçi
Mutabakatında Suriye Arap Cumhuriyeti olarak iktidarın
tanıdığı, birlik ve bütünlüğünü temin etmeyi taahhüt
ettiği Suriyenin rejimiyle resmen görüşme gereğini ortaya
koymaktadır. Suriye krizinin çözümü için tek yol siyasi yöntemdir. Suriye'nin
birlik ve bütünlüğünün korunması, topyekûn güvenliğimiz
açısından elzemdir. Bunun başlıca yolu, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı Kararına uyarak
Cenevrede Birleşmiş Milletler himayesinde yürütülen yeni anayasa
görüşmelerini desteklemek için azami gayret göstermek ve
barışın sağlanmasına katkıda bulunmaktır.
Anayasa görüşmeleri maalesef tıkanmış durumdadır ancak
görüşmelerde bir ilk adım atılmıştır. Türkiye, bu
müzakerelerin canlandırılmasına ve makul şekilde
ilerlemesine aktif ve samimi katkıda bulunmalıdır. Bu süreçte
iktidarın Suriye Arap Cumhuriyetini temsil eden hükûmetle masaya da
oturması gerekmektedir. Talibanla görüşmekte beis görmeyen iktidar,
Esadla görüşmeme inadına son vermelidir. Ülkemizdeki Suriyeli
sığınmacıların en uygun şekilde vatanlarına
dönmelerinin temininin de yolu budur.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
(İYİ Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Kayseri Milletvekili Sayın İsmail Özdemir.
Buyurun Sayın Özdemir. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR
(Kayseri) Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türk
Silahlı Kuvvetlerinin 1701 (2006) sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 Sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında; 31 Ekim
2021 tarihinden itibaren bir yıl daha Lübnan Geçici Görev Gücüne
iştirak etmesi kapsamında Meclis gündemimizde bulunan
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi hakkında Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi
Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Orta Doğunun en
kırılgan ve hassas ülkelerinin başında gelen Lübnan, 4
Ağustos 2020 tarihinde başkent Beyruttaki limanda gerçekleşen
büyük bir patlama sonrasında siyasi ve ekonomik krize sürüklenmiştir.
İyi koşullarda saklanmadığı için 7.750 ton amonyum
nitratın patlaması tarihteki nükleer olmayan en büyük patlama olarak
kabul edilirken, yaşanan bu olay sonrası 200e yakın insan
hayatını kaybetmiş, yaralıların sayısı ise 6
bini aşmıştır. Bu elim hadise, iç savaş tecrübesi
yaşamış, istikrarsız iktidarlarla uzun yıllar ayakta
kalma mücadelesi vermiş, bölgesel ve küresel güç
savaşlarının konumlandığı Orta Doğu ve
Doğu Akdeniz ülkesi olan Lübnanda toplumsal fay hatlarını daha
da aktif hâle getirmiştir. Nitekim, Beyrut Limanındaki
patlamayı takip eden günlerde Hükûmet istifa kararı almış,
toplumsal gösteriler Covid-19 salgınına rağmen devam
etmiştir.
Ancak yaşanan sıkıntılar bununla
da sınırlı kalmamış, bu kez zaten zor durumda olan
Lübnan ekonomisi daha kötü bir hâl almaya başlamıştır.
Ülkede süregelen hayat pahalılığı giderek artarken,
devletin özel teşebbüslere ödeme imkânı da yine ortadan kaybolmaya
başlamıştır. Bu durumun faturası, öncelikli olarak
enerji sektörüne kesilmiş, Lübnanda faaliyet gösteren enerji
şirketleri çalışmalarını durdurmak mecburiyetinde
kalmıştır. Böylece siyasi istikrarsızlık, terör,
toplumsal huzurun kaybolması, Covid-19 salgını ve ekonomik krize
ilave olarak bir de enerji krizi vasat bulmuştur. Yaşanan enerji
krizi sonrasında Lübnan tabiri caizse karanlığa gömülmüş,
ülkenin pek çok bölgesinde gün içerisinde sadece birkaç saat elektrik
sağlanabilmiştir. Enerji santrallerinin durması, zor
koşullarda olan üretimi vurması bir yana, daha çok sağlık
alanını etkilemiştir. Hastaneler bu alanda en ciddi
sorunların yaşandığı yerler olarak öne çıkarken
çoğu eczane pek çok hayati ilaç tedarikinde sıkıntı
yaşamaya koyulmuştur. Böylelikle sorunlar yumağı daha da
büyümüştür. Lübnanda güncel olarak öne çıkan enerji krizi öyle bir
boyut almıştır ki ülkenin millî borcunun yaklaşık
yarısının elektrik sektöründen kaynaklandığı
ifade edilmektedir.
Yaşanan vahamet, bir başka hâliyle
devalüasyonda da kendisini göstermektedir. Ülkenin para birimi, son iki
yılda yüzde 90dan fazla değer kaybetmiştir. Bu oran, 1975 ile
1990 yılları arasında yaşanan iç savaştan beri Lübnan
tarihinin en ciddi krizi olarak göze çarpmaktadır. Her ne kadar ülkedeki
hükûmet krizi eylül ayında çözüme ulaşmış gözükse de
yaşamı zorlaştıran ve iç çatışma
koşullarını aradan geçen her gün biraz daha alevlendiren
gelişmeler hâlen sürmektedir. Bugün giderek vahim bir durum alan ekonomik
koşullarda Lübnan Silahlı Kuvvetleri ile İç Güvenlik Kuvvetleri
mensuplarının gelir düzeyindeki azalma devletin asayiş alanındaki
kabiliyetlerini de etkilemekte ve ne yazık ki
kısıtlamaktadır. Üstelik bütün bu yaşananlar Orta
Doğunun genelinde var olan sorunlardan bağımsız
değil, tam tersine neredeyse hepsiyle ilintili olarak seyrine devam
etmektedir. Lübnanda yeni hükûmet henüz göreve başlamışken
sorunlara çözüm getirme uğraşıyla birlikte yeni krizleri de
kucağında bulmuştur. Elektrik kesintisi sebebiyle sorun
yaşanan ülkede, çoğu insanın ihtiyacını
karşılayabilmek için jeneratör kullanmaya başlaması, bu kez
de akaryakıt sorununu doğurmuştur. Tam da böylesi bir süreçte
İran, Lübnan'a Hizbullah'ın kontrol ve koordinesinde
dağıtılmak üzere 4 milyon litre yakıt götüren 80 tankerlik
bir konvoyu Suriye üzerinden ülkeye sokmuştur. Bu durum Hizbullah'ın
konumunu güçlendirirken, diğer taraftan İran'ın Orta
Doğu'da ulaştığı imkân ve kabiliyeti de gözler önüne
sermiştir. Suriye iç savaşının
başladığı dönemleri takip eden zamanlamayla, fiilî olarak
bu krize dâhil olan İran'ın kendi topraklarından başlayarak
Lübnan'a uzanacak bir hat kurma istediği, üzerinde sıklıkla
konuşulan bir senaryoydu. Bir başka deyişle, Basra Körfezi ve
Doğu Akdeniz hattının aynı kapsamda birleştirilmesiyle
alakalı bazı gündemlerin olabileceği, bunun da Orta
Doğunun barış ve istikrarını etkileyebileceği
değerlendirmeleri yapılmaktaydı. Bu senaryoya öncelikli olarak
karşı çıkanlarsa Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail
başta olmak üzere Orta Doğuda İran'ın faaliyetlerinden
rahatsız olan diğer ülkelerdir. Gelinen aşamada
İran'ın Lübnandaki Hizbullaha 80 tankerlik uzun bir akaryakıt
konvoyu göndermiş olması bahse konu olan ülkelerin de dikkatini
çekmiştir. Bunun sonucu olarak bölgede yakın zaman içerisinde yeni
çatışma koşulları ve alanlarının gerçekleşmesi
neredeyse kesin bir hâl almaktadır. Ancak bunlardan daha önemlisi,
Lübnan'ın da aynı çatışmalardan nasibini alma riskiyle
karşı karşıya kalmış olmasıdır;
kaldı ki, Hizbullah üzerinden, İran'ın Lübnan'a insani
gerekçelerle erişim gösterdiği böylesi bir olay sonrası Lübnan
Hükûmeti derhâl olayın kendilerinin bilgisi dışında ve
izinlerinin alınmadan gerçekleştiğini duyurmaları
olmuştur. İran karşıtı ülkeler ise uzun yıllardan bu yana Lübnan ordusuna
sağlanan milyarlarca dolarlık yardımı sorgulamaya
koyulmuşlardır. Bölgesel bazda gerginlik yaratan bu durum, kısa
sürede kendini Beyrut sokaklarında göstermiştir. Liman patlaması
soruşturmasıyla ilgili düzenlenen gösterilerde, geride
bıraktığımız haftalarda ne yazık ki kan
akmıştır; göstericilerin üzerine ateş açılması
sonucu 6 kişi hayatını kaybedip 32 kişinin yaralandığı
olay neticesinde ellerinde otomatik silahlar olan sivil kıyafetli
kişiler sokaklarda boy göstermiştir.
Dolayısıyla,
Lübnan yeniden, eski karanlık zamanlarında olduğu gibi, yeni bir
iç savaşın içerisine sokulmak istenmektedir. Yapılan
sağduyu ve itidal çağrılarının ne derecede
karşılık bulacağı ise henüz kesinlik
kazanmış değildir. Zira ülkede her anlamda kaybolmaya yüz tutan,
sadece istikrar değil, aynı zamanda taraf ve grupların birbirine
olan tahammüllerinin de olduğu anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla,
Lübnanda yaşanan gelişmeler Türkiye açısından bütünün bir
parçası olarak görülüp kabul edilmeli, tarihî ve kültürel
bağlarımız olan bu ülkede yaşanan her gelişmenin millî
güvenliğimizi doğrudan etkileyebilecek potansiyele sahip olduğu,
akıllardan çıkarılmamalıdır. Suriye ve Irakta
yaşanan istikrarsızlıklar, terör meseleleri ve hatta iç
savaşın taşıdığı hesaplaşmanın
diğer bir parçasının Lübnanda olduğu her yönüyle aşikârdır.
İşte bu yüzden sorunları sadece Lübnan özelinde okumak ve
yorumlamak, bizler açısından eksik bir değerlendirme
olabilecektir. Gerek uzak gerekse yakın dönem gelişmeleriyle beraber
Lübnanda yaşananlar düşünüldüğünde başta güvenlik olmak
üzere hemen her mesele mutlaka ülkemizi doğrudan ilgilendiren neticeler
doğurabilmektedir. Terör sorunundan tutun bölgesel girişim ve
çabaların tamamında Lübnan, hedefte olan ülkelerden bir tanesidir. Lübnan
merkezli yaşanan her gelişmenin bekamıza yönelen tehditleri
beslediğini ise tecrübeyle yaşamış, görmüş bir
ülkeyiz. Bu sebeple, Lübnan'ın iç barış ve huzurunun
korunması, istikrarın tesis edilmesi, sadece ülkelerarası
ilişkilerle, küresel prestij ve
ağırlığımızla yahut tarihî ve kültürel
bağlara sahip olduğumuz bir ülkeyle olan münasebetler çerçevesinden
değil, millî güvenliğimiz açısından da önem arz etmektedir.
Diğer yandan, Doğu Akdeniz'deki millî egemenlik
haklarımızın müdafaası hususunda da Lübnan'ın sahip
olduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu gereği önemli bir etki
barındırdığı dikkat edilmesi gereken bir başka
husustur.
Değerli milletvekilleri, Lübnan'ın
yaşadığı bunca sorunlara karşılık meseleye
insani ölçülerle yaklaşan ülke sayısı ne yazık ki yok
denecek kadar azdır. Fransa hâlâ bu ülkeye eski sömürgesi gözüyle
bakmaktadır. Öne sürdüğü her konu başlığında
hatta bu ülkeye yaptıkları resmî ziyaretlerde dahi bu çarpık
anlayışı sürdürdükleri açıkça müşahede edilmektedir.
Orta Doğu'da yaşanan çatışma ve krizlerin tarafı olan
güçler de yine vekâlet savaşlarının bir başka cephesi
olarak Lübnan'ı ele almaktadır. Dikkat edilirse insani yardımdan
ve Lübnan'da hayatın normalleşmesinden ziyade, daha çok güvenlik
eksenli politikalara ağırlık verdikleri açık biçimde
görülmektedir. Bütün bunlara karşılık, ülkemizin insani
ölçüleri, tarihî bağlar ve bakiyemiz olan diyarlara yönelik sahip
olduğumuz engin kültür çerçevesinde Lübnan'a bakış
açısı farkımızı ortaya koyduğu gibi, doğru
ölçünün ne olması gerektiğinin gösterilmesi açısından da
kıymetlidir.
Gelinen aşamada TİKA'nın Lübnana
2010 yılından bu yana toplam bütçesi 33 milyon doları aşan
130 projeyi tamamlayarak Lübnanlı kardeşlerimizin istifadesine
sunduğu ifade edilmektedir. Yine, çok sayıdaki resmî ve sivil toplum
kuruluşumuz Lübnan'da hem bu ülkenin vatandaşlarına hem de
ülkelerinden ayrılmak durumunda kalan ve Lübnan'a göç eden Suriyeli ve
Filistinli mültecilere yönelik yardım faaliyetlerini sürdürmektedir.
Lübnan ekonomisinin canlanması için Türkiye üzerine düşeni yerine
getirmektedir. Bu kapsamda, karşılıklı olarak 2010
yılında vize muafiyeti uygulamasının hayata geçirilmesi
turistik ve iş amaçlı temasların yoğunlaşmasına
katkı sunmuştur. 2006 yılında İsrail'le yaşanan
savaş sonrasında ülkemiz, yardım elini uzatan ilk ülkeler
arasında yerini almıştır. O dönemde 20 milyon dolar olan
insani yardım sağlanmış, savaşın ardından
toplanan Stockholm Konferansı ile Paris Donörler Konferansında da
ülkemiz toplamda 30 milyon dolar yardımda bulunmayı taahhüt
etmiştir. Nitekim, yeniden imar faaliyetleri kapsamında ülkemiz
Lübnan'da 37 prefabrik okul inşa edilmiştir. Müteakip zamanlarda AFAD
tarafından yapılan 20 okulla birlikte Türkiye'nin
bağışladığı toplam okul sayısı 57ye
ulaşmıştır.
Yine, Beyrut Limanında yaşanan patlama
sonrasında Türkiye, çok sayıdaki arama kurtarma uzmanları,
sağlık personeli ve insani yardım ekibini buraya
göndermiştir. Türk Kızılayı bölgede aynı kapsamda ve
aynı amaca hizmet etmek için başarılı çalışmalara
imza atmıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri, Lübnanla
münasebetlerimizi önemli kılan bir başka konu da bu ülkede var olan
ve sayılarının 20 binin üzerinde olduğu resmî kaynaklarca
ifade edilen Türk nüfusudur. Orta Doğu'daki mevcudiyetimizin yanında,
Beyrut gibi tarihî ve stratejik önemi haiz bir şehirle, aynı
güzergâhla Kudüs-i Şerife uzanan sahada var olan Türk nüfus ve
mevcudiyeti, bölgenin barış ve istikrarı açısından
oldukça büyük öneme sahiptir. Yıllardan bu yana bu gerçek ne yazık ki
bazı çevrelerce görmezden gelinmiştir. Oysa Türklük, bu alandaki
yüzlerce yıllık mevcudiyetiyle bölgeye mührünü vuran asli bir
unsurdur. Orta Doğu ülkeleriyle olan münasebetlerimizde uluslararası
hukukun gerekliliği, karşılıklı çıkar ve
menfaatler kadar, bölgede yaşayan Türklerin hak ve menfaatlerinin
korunması da son derece hayatidir. Beyrut Limanında yaşanan
patlama sonrası Sayın Cumhurbaşkanı
Yardımcımız ile Sayın Dışişleri
Bakanımızın bölgeye kısa sürede intikal etmeleri ve
Lübnan'ın yanında olup yaralarının sarılması
konusunda ülkemizin dost elinin uzatılacağının belirtilmesi
kadar, yine, Lübnan'da yaşayan ve Ben Türkmen'im. diyen soydaşlarımıza
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının verileceğinin
ilan edilmesi son derece müspet bir gelişme olmuştur. Küresel
emperyalizmin sömürgeci ve istilacı anlayışıyla etnik ve
mezhep temelli ayrışma ve kışkırtmaları
kaşıdığı bir dönemde, bilhassa Orta Doğu ve Kuzey
Afrika'da yaşayan Türklerin Türkiye Cumhuriyeti'nin kudretini her anlamda
yanlarında hissetmeleri, millî kültürlerini ve bundan sonra
yaşadıkları yerlerdeki mevcudiyetlerini koruyarak güç
kazanmaları anlamında oldukça değerlidir. Bu kapsamda,
Hükûmetimizin sürdürdüğü çabaları da memnuniyetle
karşıladığımızı yeri gelmişken ifade
etmek isterim. Kaldı ki bu gayretlerin tamamı ülkemizin millî
hedeflerine erişebilmesi için gücümüze güç katacak çarpan etkiler
doğurabilecektir.
Bu sebeplerden dolayı, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak gündemimizde bulunan tezkereye olumlu yönde oy vereceğimizi
belirtiyor, bölgede ve dünyanın pek çok yerinde üstün vazife şuuruyla
mücadele eden tüm kahraman askerlerimize Cenab-ı Allahtan üstün
muvaffakiyetler diliyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Halkların Demokratik Partisi
Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Sayın Hişyar Özsoy
konuşacaktır. (HDP sıralarından alkışlar)
HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY
(Diyarbakır) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Türkiyenin Lübnana Birleşmiş Milletler
misyonu bağlamında barış gücü göndermesine dair tezkereyi
konuşmak için bugün toplandık. Bu tabii, barış gücü
çerçevesinde bir tezkere olarak geliyor, içeriğini çok fazla
tartışmayacağız. Bugün malum, biraz önce daha önemli bir
tezkere görüşüldü, konuşuldu, çokça düşünce ifade edildi. Bir de
Türkiyenin dış politikasına dair ciddi tartışmalar
söz konusu. Ben bu tezkere vesilesiyle gündeme dair şahsımın,
grubumun düşüncelerini ifade etmeye çalışacağım.
Öncelikle, kıymetli arkadaşlar, bu
büyükelçilikler, 10 büyükelçinin persona non grata ilan edilip
kovulacağı, sonra bunun değişmesine dair birçok
arkadaş bu Genel Kurulda değindi ama bir konuya kimse ısrarla
değinmek istemiyor. Bu meseleyi iktidar da muhalefet de şu çerçevede
alıyor: Efendim, sözünüzü söylediniz ama sonra U dönüşü
yaptınız -işte, kaba bir tabirle- tükürdüğünüzü
yaladınız. Bunu bir gurur meselesi yapmanın ötesinde kimse
tartışmıyor. Şimdi, bu büyükelçiler meselesinin kökeninde
hangi sorun var, kimse bunu çok fazla konuşmuyor. Bu büyükelçiler, 10
büyükelçi tartışıldı yani bunların bu konu
hakkında böyle konuşması, işte, Kavala kararı
hakkında AİHMin bu şekilde bir tutumda bulunmasını
herkes, yani herkes demeyeyim, birçok kesim eleştirdi; aslında, çok
fazla eleştirilecek bir tarafı yok, bunu bir ulusal gurur meselesi
yapmanın da hiçbir anlamı yok; son derece açıktır.
Bakın, ben size Anayasadan, bizim o çokça eleştirdiğimiz,
hiçbir şeye benzemeyen Anayasa var ya, o Anayasadan küçük bir şey
okuyayım, çok küçük bir şey, Anayasa 90ıncı madde diyor
ki: Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya
aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere
ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı
konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas
alınır. Yani Anayasanın da üstündedir. diyor. Bir
sıkıntı çıkarsa, bir çelişki varsa dönüp Anayasaya
bile bakamıyorsunuz, Anayasa Mahkemesine götüremiyorsunuz, o
milletlerarası anlaşmanın hükmü neyse bunu yerine getirmek
durumundasınız. Bu, Anayasa, açık madde. Hukukçu arkadaşlar
benden daha iyi bilirler, burada size hukuk anlatacak durumda değilim,
mesleğim değil ama.
Şimdi, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine taraf, Avrupa Konseyinin üyesi, hatta çoğu zaman Avrupa
Konseyinin kurucu üyesi olmakla övünen bir pozisyonda. Şimdi,
biliyorsunuz, geçen sene Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2 davada
önemli kararlar aldı: Biri Kavala davası, Türkiyede sivil toplum
kesimlerinin izlediği bir dava; diğeri bizim, şu an Edirnede,
hâlâ, beş yıldır Edirnede tutsak edilen, rehin tutulan sevgili
Selahattin Demirtaş Eş Başkanımıza Büyük Dairenin
verdiği karar, 17 yargıcın ortak kararı. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi açık ve net bir şekilde diyor ki: Hem Osman
Kavala davasında hem Selahattin Demirtaş davasında bir
değil, birçok anlamda hak ihlali olmuştur. ve Bakanlar Kurulu,
Avrupa Konseyinin Bakanlar Kurulu bu kararların uygulanması için
zaten sürekli olarak Hükûmete çağrıda bulunuyorlar.
Şimdi, bu 10 büyükelçi, sadece Türkiyedeki
otoritelere, yetkililere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını
uygulamaları gerektiğine dair bir hatırlatma
yapmışlardı. Şimdi diyebilirsiniz ki: Bu büyükelçinin
işi midir, değil midir? Ona da birazdan geleceğiz.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar,
Cumhurbaşkanı çok kızdı, vallahi sanki köyünden maraba
kovar gibi Bütün büyükelçileri kovacağım. dedi; öyle tuhaf bir
psikoloji, anlamak da zorlanıyoruz. Sonra ne oldu, ben size söyleyeyim
-hani biraz değişik çevrelerden de bilgi alma imkânımız
oldu- Dışişleri Bakanı Mevlüt Bey gerçekten
uğraştı bu krizin çözülebilmesi için, en nihayetinde şöyle
bir ara formül buldular: Cumhurbaşkanı o kadar üst bir yerden bunu
kurdu ki Herkesi göndereceğim. diye, bir şekilde bu büyükelçilerin
küçük de olsa bir şey ifade etmeleri gerekiyor ki bu geri adımın
bir anlamı olsun, kendi kendine geri adım olmaz. Büyükelçiler ne
yaptılar? Şöyle bir açıklamada bulundular, sonra copy paste
bütün büyükelçiler aynı açıklamayı yaptılar. Açıklama
şöyle diyor, diyor ki: Bizler uluslararası hukuka
bağlıyız. Uluslararası hukuka
bağlılığımızı teyit ediyoruz. demiyorlar.
Bu Türkiye'de özellikle iktidara yakın çevreler sürekli çeviri hatası
yapıyorlar. Arkadaşlar, kullandıkları kavram maintains.
Bu, şu demektir: Devam ettirir. yani Biz o açıklamayı
yaparken de uluslararası hukuka bağlıyız, Türkiyenin iç
işlerine karışmıyoruz; mevcut durumda da pozisyonumuzu biz
koruyoruz, biz devam ettiriyoruz. diyor. Tabii, bu bir anda, Hükûmete
yakın medyada şöyle çıktı: Efendim, geri adım
attılar. hatta bazıları Özür dilediler. Efendim,
Cumhurbaşkanı çok memnun olmuş. da falan da filan da yani.
Şimdi, bu, işin magazin kısmı, bu, daha işin önemli
kısmı değil arkadaşlar.
Bir şekilde, olmaması gereken zaten
engellendi yani böyle yapay diplomatik kriz hani, bir şekilde
aşıldı fakat kimsenin konuşmadığı başka
bir şey var arkadaşlar: 30 Kasımda Bakanlar Komitesi tekrar
toplanacak; bakın, Avrupa Konseyindeki arkadaşlarımız var
burada, biliyorlar. 30 Kasımda Bakanlar Komitesi hem Osman Kavala hem
Selahattin Demirtaş kararlarını tekrar görüşecek. Daha önce
aldıkları kararlardan daha sert bir karar almak durumundalar; öyle
işliyor çünkü işleyiş, bir önce aldığı
kararın bir tık üzerine çıkacak; tamam mı? Zaten bir önceki
kararda -Osman Kavala kararında, Demirtaş değil-
sözleşmenin 46ncı maddesine bir hatırlatma vardı;
46ncı madde nedir? 46ncı madde, Türkiyenin Avrupa Konseyinden
çıkarılmasını başlatabilecek maddedir. Muhtemelen bu
defa Selahattin Demirtaş kararında da benzer bir maddeye referans
olacak. Başlarlar, başlamazlar ayrı bir tartışma
konusu ama Cumhurbaşkanının basitçe böyle, Sorosçu deyip tu
kaka ettiği bu mesele, Türkiyenin Avrupa Konseyinden atılma sürecini
başlatabilecek kadar büyük bir meseleye dönüşebilir. Biz, muhalefet
olarak tabii, sorumluluğumuz gereği halkı, bu Meclisi
bilgilendirmek durumundayız. Bu mesele, basitçe, büyükelçilerle ego
yarıştırmak, Türkiyenin itibarıymış, ulusal
onuruymuş meselesi değil. Eğer Türkiyenin ulusal onurunu
düşünüyorsa bu Hükûmeti yönetenler, altına imza
attığı, Ben yükümlüyüm. dediği uluslararası
anlaşmaların, kendi Anayasasının üzerinde olan
uluslararası anlaşmaların hükümlerini yerine getirir; mesele bu
kadar basit, bunları bu kadar uzatmanın bir anlamı yok.
Bir şey daha söyleyeyim kıymetli
arkadaşlar: Bu karakter suikastı Türkiyede çok fazla
yapılıyor. Osman Kavalaya dair, Cumhurbaşkanı,
görüyorsunuz yani her konuşmada Sorosçu, Sorosçu diyor da; gördünüz,
medyada Cumhurbaşkanının Sorosla fotoğrafları da
servis edilmeye başlandı. İlginç bir şeydir, bugün de AK
PARTİnin eski kurucularından yani duayen isimlerinden Bülent
Arınç Ya, biz de zamanında bu insanları baş tacı
yapıyorduk. dedi ve şu anki bu söylemlerin yanlış
olduğunu söyledi. Gerçekten çok ilginç bir durumdasınız. O dönem
Sorostan randevu almak için araya lobiler katılıyordu. Sorosla çekilen
fotoğraflar Cumhurbaşkanının, Egemen
Bağışın, Ömer Çelikin
Yok onlar burada. Egemen
Bağış, tabii, Büyükelçi oldu; kaçtı, gitti. Evet, bunlar
çarşaf çarşaf yayınlanıyordu; evet, böyle yani. Şimdi
Efendim, bu Sorosçu. diyorsun. Görsen, ne olmuş acaba? Sorosçu
dediğiniz o kurumların, o derneklerin, o düşünce
araştırma örgütlerinin verilerini, datalarını
kullanıyordunuz her yerde Adalet ve Kalkınma Partisi olarak ya!
Diyarbakırlıların deyimiyle,
(x)
şimdi böyle mi olduk, şimdi böyle mi olduk? Kendi geçmişinizi
inkâr ediyorsunuz.
Kıymetli arkadaşlar, neyse, bu
büyükelçiler meselesi, Avrupa Konseyi meselesi çok önemli bir meseledir.
Türkiyenin şu önümüzde
Bakın, başımızda onlarca kriz
var; ekonomik kriz var, finansal kriz var. Türkiyenin Avrupa Konseyinden
atılma tartışmalarının başlaması bile, bunun
yaratacağı etkiyi tahmin bile edemiyoruz ve yaşanacak bütün bu
ekonomik, siyasi kaosların ceremesini de vallahi siz çekmiyorsunuz, yoksul
halk çekecek. Bakın, dolar yükseliyor, euro yükseliyor, memleket
perişan, vallahi iktidardakilerin öyle çok ciddi bir derdi yok ama, 1
torba un olmuş 220 lira, 1 torba un. Bu yaptığınız
sorumsuz dış politikanın ekonomiye yansımalarının
faturasını yoksul halkın çocukları ödüyor; bu, bir.
ORHAN SÜMER (Adana) Benzine de yine zam
gelmiş şimdi, bir saat önce; 24 kuruş.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) Bir daha mı
geldi?
ORHAN SÜMER (Adana) Şimdi, şimdi...
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) Gelir, gelir.
Kıymetli arkadaşlar, ikinci olarak şu
konuya değinmek istiyorum, on dakikam var: Az önce, kıymetli
arkadaşlar bu Suriye-Irak tezkeresine dair tartışmalar
yaptılar, biz parti olarak her zaman yaptığımızı
yaptık, hak olanın, doğru olanın savunucusu olduk, gönül
rahatlığıyla biz evet oyumuzu verdik, zaten hep veriyoruz,
biliyorsunuz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt)
Hayır oyu verdik.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) Nasıl?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt)
Hayır oyu verdik.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) Öyle mi dedim?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) Evet.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) Çok özür
diliyorum, biz hayır dedik. (HDP sıralarından
alkışlar) Hep pozitif konuştuğumuz için... Bunu
kayıtlardan silin arkadaşlar. Hayır dedik ve bunun
gerekçelerini de şöyle diyelim arkadaşlar; bakın, az önce
Sayın Bakan burada konuştu, dedi ki: Suriyeden Türkiyeye yönelik
ciddi riskler var, çelişkiler var, çatışmalar var. Biz bunun
için, terörle mücadele için, vatan için, millet için, beka için, Sakarya için
biz bu tezkerenin uzatılmasını istiyoruz.
Şimdi, önce ben size bir şekil
göstereceğim, bir tablo göstereceğim, lütfen, burada dikkatinizi ben
çok rica ediyorum. Kıymetli arkadaşlar, bu tabloyu ben
oluşturmadım, bu tablo -ismini tam okuyayım size, ACLED diye
girebilirsiniz; A C L E D data org diye girin- The Armed
Conflict Location and Event Data Project diye bir proje. Bu şöyle:
Dünyada çatışmalı olan sınır bölgelerinin hepsine
bakıyor, o çatışmalı bölgelerde hangi taraftan hangi tarafa
silahlı saldırı yapılmış bütün bunların
kayıtlarını, istatistiklerini sunuyor. Şu an girerseniz siz
internete Etiyopya, Sudan, işte, İsrail, Filistin, Lübnan,
dünyanın birçok bölgesine dair datalar girilmiş, istatistikler
girilmiş; hangi devlet içerisinden hangi devlete saldırılar oluyor...
Kıymetli arkadaşlar, dikkatinizi ben rica
ediyorum, şurayı görüyor musunuz? Bakın, bu tablo -herkes görsün
şöyle, buradan Sayın Başkana da göstereyim- Türkiye içinden
Suriyeye yapılan silahlı saldırılar ile Suriye içinden
Türkiyeye yapılan silahlı saldırıların resmi. Bütün
datayı girmişler, böyle bir istatistik çıkmış.
Şimdi, bakın, doğrudur, Suriye tarafından Türkiyeye 22
tane saldırı tespit edilmiş, Suriyenin içinden Türkiyenin
içine doğru, 22 tane. Bu 22 taneden 10 tanesinin kaynağını
bulamamışlar; evet, saldırı olmuş ama tam olarak hangi
grup nasıl yaptı onu bulamamışlar ama
saldırının olduğunu tespit etmişler. 12 tanesiyse
Suriye Demokratik Güçleri ya da PYD dediğiniz güçlerin, YPG
dediğiniz güçlerin saldırısı, 12 tane; tamam mı? Fakat
bu saldırıların 12 tanesinin hepsi önce Türkiye tarafından
yapılan saldırılara misilleme olarak kayıtlara geçmiş.
Bakın, bu 22 taneyi tartışabilirsiniz; girersiniz, oradan
bakarsınız. Bu ACLED bizim HDPnin sponsor olduğu bir kurum değil
arkadaşlar; bu, uluslararası bir kurum. Biz de ararken bulduk yani
hani Bu HDP gitti, yanlış bilgi verdi. falan meselesi yok ortada
ha, yanlış anlamayın.
Türkiye tarafından Suriye'ye yapılan
saldırıların sayısı 3.400 civarında. Bakın,
şu maviyle gösterilenler var ya, ay ay vermiş; Ocak 2017den
Ağustos 2020ye kadar Türkiye tarafından Suriye'nin içine 3.400den
fazla silahlı saldırı, Türkiye ve Türkiye'nin desteklediği
güçler tarafından; özür diliyorum, öyle yazıyor. Bakın, bu
maviler, çizgileri görüyor musunuz? Şu altta gördüğünüz küçük
sarılar var ya, Suriye tarafından Türkiye'ye gelen
saldırıların böyle bir özeti.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, şu
var ya Oradan bize doğru güvenlik tehdidi geliyor, biz onun için bu kadar
asker yığıyoruz. falan var ya, bunun matematiksel olarak da çok
bir karşılığı yok. Bunun dışında,
Sayın Bakan başka bir şey de söyledi, dedi ki: Biz oraya asker
göndermezsek İdlibde yaşanacak bir çatışma, savaş
durumu buraya daha fazla mülteci getirecektir. Yani asker göndermesek mülteci
gelecek diyor. Peki, Sayın Bakana sormak lazım -ya, aklımızla
alay etmeyin- altı yıldır asker gönderiyorsunuz, mülteciyi mi
kestiniz? 4 milyonu zaten geldi. Zaten asker gönderdiğiniz için buraya
mülteci geliyor. O savaşı durdurmazsak, Suriye kendisini yeniden imar
etmezse, o ülke kendisini yeniden kurmazsa tabii ki buraya gelecek. Ülkelerini
dağıtıyorsunuz insanların, nereye gitmelerini
bekliyorsunuz? Dolayısıyla Türkiye halkına sesleniyoruz: Bu
tezkere, bu savaş siyaseti daha fazla mültecinin Türkiyeye gelmesi demek.
Daha önce defalarca söyledik, bir daha söyleyelim:
Türkiyenin kurumsal kapasitesi, bölgesel gücü, NATOyla ilişkileri,
Batıyla ilişkileri -gerçi şimdilerde çok bir ilişki
kalmadı ama- Türkiyenin bölgesel nüfusu gerçekten Suriyenin stabilize
edilmesine, normalleştirilmesine yardımcı olabilir. Niyet halis
olursa Türkiye, Suriyenin yeniden imarına katkıda bulunabilir.
Bakın, şu an Rusya ve Amerika dâhil dünyadaki herkes Suriye
savaşının bitmesini istiyor, Suudi Arabistan da İsrail de
-ki Amerikayla, Rusyayla bir sürü görüşme yapıyorlar- İran da
Esad da herkes bu savaşın bir noktada bitmesini istiyor. Kim
istemiyor biliyor musunuz? Bir, Hükûmet istemiyor; iki, bu Hükûmete akıl
hocalığı yapan James Jeffrey vardı ya -şimdi, Trump
düşmeden apar topar bıraktı görevi, kaçtı gitti- eski
Türkiye Büyükelçisi
Şu kelimeleri söyledi ya uluslararası
basına: Biz Türkiye sayesinde Esada bu savaşı
kazandırtmayacağız. Bunu öyle mahcubiyetle söylemiyordu,
Türkiyeye destek veriyoruz, Türkiye İdlibdeki Heyet Tahrir
el-Şama destek veriyor; -herkes terör örgütü diyor ha buna, Heyet
Tahrir el-Şama- evet, biz Türkiyenin sayesinde o Suriye
savaşını bitirmeyeceğiz. diyordu.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, Terörle
mücadele ediyoruz. söylemini ben biraz açmak istiyorum son olarak, bu konuyu
biraz derine
İki konu; bir: Türkiye, Irak ve Suriyenin toprak
bütünlüğüne saygılıdır. Sürekli bu söyleniyor ya, her
gelen söylüyor. Ya, Irak da Suriye de diyor ki: Topraklarımdan çık.
Yok, yok. Ben senin toprak bütünlüğüne saygılıyım. Hatta
senin için toprak bütünlüğünü koruyacağım. İkisi de seni
işgalci görecek ama yok ısrarla Ben toprak bütünlüğünü
koruyacağım.
İki: Ben terörle mücadele edeceğim.
diyor. Ben size bunu tercüme edeyim, tefsir edeyim. Türkiyenin, Suriyenin ve
Irakın toprak bütünlüğünden kastı aslında şudur:
Kürtlerin oradaki kazanımlarına ben saldıracağım.
Tefsirini iyi yapalım arkadaşlar, kimse kimseyi
kandırmasın.
Kürt sorunu bağlamında söylüyorum,
Terörle mücadele ediyoruz.un tefsiri şudur, bir: Ben Kürt meselesini
tanımıyorum. İki: Tanısam bile siyaseten bu sorunu
çözebilecek irade sahibi değilim. Üç: Üç beş yıl önce,
altı yıl önce böyle bir siyasi irade ortaya koymuştum ama
yaptığım ittifaklar benim o Kürt meselesini
barışçıl yollardan çözme irademi tuzla buz etmiştir ve ben
de devletin fabrika ayarlarına döndüm. Kürt meselesini bir asayiş
meselesi olarak görüyorum, bunu askere devrettim, son terörist ölene kadar
vatan, millet, Sakarya.
Ha, bu arada kıymetli arkadaşlar, bu
Sakaryadan ne istiyorsunuz gerçekten bilmiyorum. Şimdi, vallahi, bu
yaptıklarınızın ne vatana ne millete ne de
Sakaryalılara bir faydası yok. Bu vatan, millet, Sakarya
Çünkü
yapılan bütün sıkıntılı, sorunlu siyasetlerin hepsini
bu şekilde meşrulaştırıyorsunuz. Yolsuzluk oluyor
vatan, millet, Sakarya. Hırsızlık oluyor vatan, millet,
Sakarya. Savaş oluyor vatan, millet, Sakarya.
Biz, bu ülkede yurtseverliğin başka türlü
yapılabileceğini de düşünüyoruz HDP olarak. Zaten bunu
düşündüğümüz için başımıza gelmeyen kalmadı. Biz,
çok ısrarlı bir şekilde hem Türkiyede hem de Suriyede
yaşayan bütün halkların, Kürtler de dâhil bütün halkların
çıkarına olanın, Suriyeyi baştan sona tekrar demokratik
bir şekilde dizayn etmek olduğunu söylüyoruz. Aynı şekilde,
Türkiyenin de burada
Ya, 20 milyon Kürt var burada, -siz buradaki meseleyi-
bu Kürt meselesine dokunmadan Iraka, Suriyeye asker göndererek hangi meseleyi
çözebileceğinizi düşünüyorsunuz ya? Ya, AK PARTİ ve Hükûmet bütün
dış politika enerjisini Suriyede çarçur etti, heba etti, ortada bir
şey kalmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) Sayın
Başkan, bitiriyorum hemen.
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) Bir dakika varsa
bitireceğim. Meseleler çok uzun.
Terörle konuşulmazmış. Hikâye bu ya
Biz terörle son teröristte kadar mücadele edeceğiz. sürekli bize bu
hikâye anlatılıyor. Ya, kıymetli arkadaşlar, geçen gün
Taliban heyeti buradaydı, 8i terör örgütünün hâlâ listesinde. Yahu VIPle
karşılayıp konuşmadınız mı? Ya, Heyet Tahrir
el-Şamı İdlib de, Türkiye de, Birleşmiş Milletler de
terör örgütü olarak görmüyor mu? Türkiye balya balya paraları İdlibe
göndermedi mi? Şu an İdlibde Türk lirası resmî para olarak
kullanılmıyor mu? İşgal deyince kızıyorsunuz,
bırakın işgali, mali ilhak noktasına gelmişsiniz.
Dolayısıyla, kıymetli arkadaşlar yani bu kadar çifte
standart yapıp bütün bu durumların içerisine girip sonra Terörle
mücadele ediyoruz. söylemlerinizin bir hakikiliği yoktur. Biz, tüm
dış politikada olduğu gibi Suriye
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla)
politikasında, bütün bölge politikasında Hükûmeti tekrar
aklıselime, doğruya, hakka davet ediyoruz.
Bu duygularla hepinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Eskişehir Milletvekili Sayın Utku Çakırözer.
Buyurun Sayın Çakırözer. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum.
Kuzey Irak'ta yürütülen operasyonda şehit
düşen Piyade Uzman Çavuş Yunus Emre Yalman'a Allah'tan rahmet,
ailesine ve ulusumuza başsağlığı diliyorum. Bir
başka şehidimiz genç Asistan Doktor Rümeysa Berin Şen; otuz
altı saatlik nöbet sonrası evine dönerken geçirdiği trafik
kazasında yaşamını yitirdi. Ailesi ve sağlık
camiamıza başsağlığı, sabır dilerken
yoğun iş yükü ve uykusuz nöbetlerin asistan doktorları,
sağlık emekçilerimizi nasıl riske attığını
bir kez daha görmeliyiz diyorum. Sağlık emekçilerimizin insani
koşullarda çalışmaları için gerekli düzenlemelerin bir an
önce hayata geçirilmesinde Meclisimiz sorumluluk üstlenmeli diyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, Lübnan'da
konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücünde (UNIFIL)
görevli Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarımızın görev
süresinin bir yıl uzatılması tezkeresi için grubumuz adına
söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle gerek
vatanımızın savunmasında gerekse bu tezkerede olduğu
gibi Lübnan'da ve dünyanın dört bir yanında Birleşmiş
Milletlerin barış misyonlarında başarıyla görev yapan
kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımızı,
jandarmamızı, polisimizi ve sivil kurumlarımızın
temsilcilerini selamlıyorum. Bu onurlu görevlilerini başarıyla
tamamlayarak ailelerine ve vatanımıza kazasız belasız,
sağlıklı biçimde geri dönmelerini diliyorum. Buradan Lübnan halkıyla,
milyonlarca mazlum Filistinlilerle dayanışmamızı da kayda
geçirmek isterim. Bu kapsamda, 2006dan beri 14 kez uzatılan bu tezkereye
evet diyeceğimizi buradan ifade ediyorum.
Sayın milletvekilleri, tabii ki Orta
Doğu'da barışa katkı için Türkiye, on beş
yıldır askerini Lübnan'da BM kapsamında bulunduruyor. Ama ifade
etmek isterim ki AKP iktidarının dış politikadaki
saplantılı ideolojik tercihleri nedeniyle, maalesef, Orta
Doğu'da öteden beri birlikte hareket ettiğimiz ülkeler artık
karşımıza geçmiş durumda. İktidara nasıl
gelmiştiniz? Komşularla, bölgeyle sıfır sorun. diyerek.
Şimdi bir tane dahi komşumuz ya da bölge ülkesi yok ki aramızda
sıkıntı yaşanmasın. Kimden bahsediyorum?
Mısırdan. Bakın, Yunanistan ve Rum kesimiyle yan yana
anlaşma imzalayıp askerî tatbikat yapma noktasına geldiler.
Kimden bahsediyorum? Bir dönem Ankarayı Arap dünyasıyla
arasını bulacak bir güç olarak gören İsrailden bahsediyorum.
Kendi izlediğimiz yanlış politikalar sonucu bölge
barışı için mükemmel bir ara bulucu olma imkânını
kendi kendimize tükettik. Kimden bahsediyorum? Yine, bu Doğu Akdeniz Gaz
Forumunda Rumlar ve Yunanistanla bir arada olan Filistinli
kardeşlerimizden bahsediyorum. Bu kürsüde geçen yıl konuşan
parti sözcümüz Sayın Ünal Çeviköz gibi, bir kez daha, Türkiye'nin
Mısırla olan ilişkilerinin mutlaka düzeltilmesi çağrısında
bulunuyorum.
Doğu Akdenizde hidrokarbon
kaynaklarının değerlendirilmesi ve deniz yetki alanlarıyla
ilgili hukuk zemininde gerekli adımların atılması için
Mısır önemli bir aktördür. Bizlerin çağrılarına sekiz
yıl kulak tıkayan AKP iktidarı, Doğu Akdenizde
yapayalnız kalınca çareyi Mısıra zeytin dalı
uzatmakta buldu. Keşke sözlerimizi işler bu noktaya gelmeden,
Yunanistan ve Rum kesimi bölgede bu kadar destek toplamadan dinlemiş
olsalardı. Yine de hatanın neresinden dönülürse kârdır diyerek
Mısırla normalleşmenin
hızlandırılmasını ve bir an önce Kahireye büyükelçi
gönderilmesini buradan dile getirmek isterim. Benzer şekilde, Şama
ve Tel Avive de bir an önce büyükelçi gönderilmesi Türkiye'nin ulusal çıkarlarının
gereğidir.
Orta Doğuyla ilgili son söyleyeceğim
husus ise, Genel Başkanımız Sayın Kemal
Kılıçdaroğlunun İkinci Yüzyıla Çağrı
Beyannamesinde de dile getirdiği Orta Doğu barış ve
iş birliği teşkilatının bir an önce kurulması
gerekliliğidir. Türkiye, Suriye, İran ve Irak bu bölgenin meselelerini
kendi aramızda çözmeli, başka ülkelerin bu bölgeye müdahalesine izin
vermemeliyiz. Türkiye, dünyanın en fazla göçmen bulunduran ülkesi
konumunda. Gerek Suriye gerek Afganistan ve gerekse başka ülkelerden
Türkiyeye yönelik göç unsuru birlikte değerlendirildiğinde transit
ülkeler konumundaki Irak ve İran ile sorunun kaynağı olan
Suriyenin oluşturacağı böyle bir iş birliği zeminine
nasıl hayati ihtiyaç olduğu görülecektir.
Değerli milletvekilleri, Kahireye, Şama
büyükelçi gönderelim. dediğimiz bir dönemde Türkiye, ülkesindeki 10
yabancı ülkenin büyükelçisini istenmeyen adam ilan etme noktasına
geldi. 10 büyükelçinin yaptıkları açıklama ve sonrasında
istenmeyen adam ilan edilmeleri yönündeki açıklamalarla tırmanan
gerginliğin dün akşam itibarıyla sönmüş olması
sevindiricidir. Şimdi, deniyor ki: Büyükelçilerin dün
yaptığı yeni açıklama bir diplomatik zafermiş, geri
adım atmışlar. Hayır değerli arkadaşlarım,
ortada diplomatik zafer falan yok, geri adım da yok, hatta ısrar var.
İşte, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü
dün akşam açıklama yaptı, ne diyor? 18 Ekimde ne diyorsak
oradayız. diyor. O günkü açıklamamız Viyana Sözleşmesinin
41inci maddesine uygundur. diyor. Yani Osman Kavala hakkındaki AİHM
kararına uyulması çağrımız iç işlerine müdahale
değildir. diyorlar.
AK PARTİ Genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir kez daha iç politikada kendisine
yarar sağlayacağı umuduyla gerginliği
tırmandırmış ama bunun yaratabileceği büyük fatura
anlaşıldığında ise geri adım
arayışına girilmiştir. Sonunda da sarayın,
Dışişlerinin çabaları ve Türkiyenin Batıyla
kopmasından, Türkiyenin ittifak üyesi olduğu NATOda büyük bir
çatlaktan endişe duyan ülkelerin de girişimleriyle geri adım
sayılamayacak bir satırlık açıklama halkımıza
diplomatik zafer gibi sunulmak istenmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu kriz şimdilik
dindiğine göre yaşananlara soğukkanlı bir şekilde
bakabiliriz. Birincisi, bu büyükelçiler böyle bir açıklamayla Türkiyeye
baskı yapmanın sonuç getireceği kanısına acaba
nasıl kapıldı? Çünkü daha önce ABD Başkanı Trump
istediği için Rahip Brunson apar topar karar çıkartılarak
bırakılmıştı. Gizli saklı bilgi değil, Trump
-kendisi- böbürlenerek açıkladı Erdoğan üzerinde nasıl
baskı kurduğunu. Yine, Alman gazeteci Deniz Yücel, Almanya
Başbakanının ister rica deyin, ister baskı, ister
telkiniyle bırakılmadı mı? Yani bugün Yargıya
baskı kuruluyor. diyenler, yargının
bağımsızlığını gölgeleyen bu
pazarlıkların yolunu asıl açanlardır. AKP Genel
Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğana hukuka,
demokrasiye, insan haklarına uygun davranmasının ancak
dışarıdan baskılarla empoze edildiği gibi bir
algının dünyada yerleşmesi ülkemiz açısından son
derece vahimdir. Bu 10 büyükelçi de muhtemelen Erdoğanla
pazarlığın Türkiyede yargıda önemli kararları
aldırmanın kilidi olduğunu görerek diplomatik teamüle uymayan o
açıklamayı yapmışlardı.
Meselenin ikinci yönüne gelince: Türkiye, Avrupa
Konseyinin kurucusudur, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
tarafıdır. Bu Parlamentoda on yedi yıl önce tarihî bir kararla,
yine AK PARTİnin iktidarında ama biz muhalefetin de tam
desteğiyle birlikte adım atmıştık. Neydi o adım?
Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası anlaşmaların
Anayasamızın üstünde olacağı kararıydı. Avrupa
Konseyinin kurucu sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve ona riayet edilmesi için kurulan Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararları artık bizim
mevzuatımızın en yüksek ve ayrılmaz parçası
olmuştu. Yine aynı AK PARTİ iktidarı döneminde AİHM
kararlarının mahkemeler tarafından yerine getirilmesi,
yargılamaların tekrarlanması yönünde adımlar
atılmadı mı? Her yıl, hem de Avrupa Birliği
fonlarıyla bir yenisini açıkladığınız ama
gereğini hiç yapmadığınız bu yargı reformlarında,
insan hakları eylem planlarında hep uluslararası
sözleşmelerden, onlara uyumdan, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinden bahsediyorsunuz. Bakın, son İnsan Hakları Eylem
Planının daha ilk girişinde, dibacesinde ne
yazdığını size okuyayım, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararları için deniliyor ki:
İnsan hakları hukukuna ilişkin standartları sürekli
yükselten uluslararası enstrüman. Belgenin tümünde 17 kez AİHM
vurgusu var ama bir de ortada gerçekler var değerli
arkadaşlarım, dört yıldır süren bir adaletsizlik var
ortada. Kendi mahkemelerimizin 1 beraat, 2 tahliye kararı verdiği,
AİHMin de hukuk ihlali dediği bir tutukluluk var. AİHM
kararı ne diyor: Kavala siyasi gerekçelerle tutuklu.
Yargılamasında hak ihlali var. Ortada tutukluğa temel olacak
delil yok. Türkiye ise bu karara uymak yerine Kavalayı cezaevinde
tutmaya devam etti. İki yıldır yerine getirilmeyen bir AİHM
kararı var ortada. O hâle gelmişiz ki kurucusu olduğumuz,
Avrupanın vicdanı dediğimiz Avrupa Konseyinde
yaptırım uygulanması riskiyle karşı karşıyayız.
Yani kendi iktidarınızda yaptığınız Anayasa ve
yasa değişikliklerine göre şu anda AİHMin Kavala ve
Demirtaş davalarıyla ilgili kararlarına uymamak, aslında,
Anayasa ve kanunların ihlalidir değerli arkadaşlarım. Yani
meseleyi Büyükelçiler şöyle diyor, böyle diyor. diye değil Kendi
hukukumuza, kendi demokrasimize ne uygundur; biz Anayasamızda ne söz
verdik, dünyaya ne söz verdik? diye bakarak çözmeliyiz değerli
arkadaşlarım.
Meselenin üçüncü ve bence en önemli boyutuna
gelince: Yedi gün boyunca tırmandırılan bu krizin
faturasını kim ödüyor? Ne büyükelçiler ödüyor ne de saray yönetimi;
bu krizin kaybedeni dakika dakika artan dolar kuruna, onun kendi cebine
etkisine, neredeyse günde iki kez artan benzin fiyatlarına, motorin
fiyatlarına kaygılanarak bakmak zorunda bırakılan yoksul
halkımız ödüyor değerli arkadaşlarım.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin son
dönemde uluslararası itibarına ve dolayısıyla ekonomimize
zarar veren bir başka mesele de OECD Mali Eylem Görev Gücü tarafından
gri listeye alınmamız olmuştur. Yani kara parayla mücadelede
yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmediğimizin tescil edilmesidir.
Türkiye'nin dünyadan uygun koşulda borç bulmasını daha da
güçleştirecek bir kararla karşı karşıyayız. Bu
ayıbın sorumlusu dünyaya verdiği şeffaflık sözünü
yerine getirmeyen ama Yerine getiriyoruz. diyerek hem milleti hem de
Meclisimizi kandıran tek adam yönetimidir. Nasıl mı?
Anlatayım: Daha on ay önce bu Meclisten bir kanun geçirdiniz: Kitle
İmha Silahlarının Yayılmasının
Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun. Komisyonda ve
Genel Kurulda apar topar çıkarılan kanunun görüşmeleri
sırasında iktidar partisi sözcüleri dedi ki: Bu kanunu
çıkarmazsak kara parayla mücadelede alt kümeye düşeriz, gri listeye
alınırız. Aman, hemen çıkaralım. Kara parayla,
terörle mücadele edeceğiz. diyerek getirdiğiniz o kanunda sivil toplumun
sesini kısacak, sivil toplumu yok edecek düzenlemeler vardı. Daha o
zaman birçok milletvekilimiz gibi bu kürsüden uyarmıştık. Bizzat
ben, mesela, ne demiştim, hatırlatayım değerli
arkadaşlarım: Önümüze gelen bu metinde yolsuzlukla mücadele,
şeffaflık anlamında atmamız gereken diğer önerilerin
hiçbiri yok. 43 maddenin sadece 6sı terörün finansmanını
önlemeye yönelik; gerisi derneklerin faaliyetlerini kısmak, sivil toplumu
susturmak için getirilen maddeler. Yani hedefiniz aslında kitle imha
silahları ya da kara para değil, hepimizin insan haklarını
savunmak için çalışan dernekler ve sivil toplum örgütleri. Bu
gidişle gri listenin dibine, kara listenin ortasına düşeriz.
Dinlemediniz, on ay sonra işte karar açıklandı; Arnavutluk, Fas,
Suriye, Güney Sudan ve Yemen gibi ülkelerin içinde olduğu gri listeye
alındık. Hem OECDye verdiğiniz sözleri tutmadınız hem
de Tutuyoruz. diye bu Meclisi, bu milleti kandırdınız.
Şimdi foyanız ortaya çıktı. Şimdi şu soruyu
sormak bizim hakkımız değil mi; bu ayıbın hesabını
kim verecek bu millete? 10 büyükelçi için yeri göğü inletenler bu gri
listeye neden ve nasıl girdiğimizin hesabını vermeyecek mi
bu millete?
Sadece kara parayla mücadelede küme düşmüyoruz
ki; dünyada hukukun üstünlüğü sıralamasında 139 ülke
arasında 117nci sıradayız, Basın Özgürlüğü
Endeksinde 153üncü sıradayız. İnternete en fazla yasak, sansür
uygulayan ülke biziz. Son yedi yılda pasaportumuzun bile gücü daha da
azalmış, 20 sıra aşağıya düşmüş.
Değerli milletvekilleri, Türkiye demokrasiden,
hukuktan uzaklaştıkça Batı kurumlarıyla ilişkilerimiz
her geçen gün daha da geri gidiyor. Kazanılmış
haklarımızı bile savunmaktan aciz bir iktidar var. Türkiye,
Avrupa Birliğine tam üye adayı olan bir ülke, nitekim bugüne kadar
Avrupa Birliği içinde her zaman genişleme
başlığı altında yer almaktaydık ama geçen ay
Avrupa Birliği komisyonu Türkiye'yi adaylar arasından alıp Orta
Doğu ve Kuzey Afrika birimine kaydırdı. Bugün 10 büyükelçinin
açıklaması için yeri göğü inletenlerin Türkiye'nin
kazanılmış adaylık statüsünün yok sayılmasına tek
bir kelime ettiğini gördünüz mü? Göremezsiniz değerli
arkadaşlarım.
Üzülerek hatırlatmak isterim ki artık
ülkemiz uluslararası arenada sözünü de dinletemez hâle geldi. Bunu niye
söylüyorum? Geçtiğimiz hafta uluslararası anlaşmaları
oylayarak Genel Kurulumuzu kapatmıştık. O anlaşmalardan
biri de INTERPOLle ilgiliydi. Anlaşmanın komisyon
görüşmelerinde açıklandı, INTERPOLün Genel Kurulu önümüzdeki
günlerde İstanbul'da yapılacak. Atatürk'ün imzasıyla üyesi
olduğumuz INTERPOL bile Türkiye'nin yüzlerce kırmızı bülten
ve iade taleplerini reddetmekte. Komisyonda Dışişleri Bakan
Yardımcısı ve Emniyet Müdürlüğünden gelen yetkililer
açıkladılar; FETÖyle alakalı 773 kırmızı bülten,
diğer terör örgütleriyle ilgili silahlı eylemlere de
karışan 240 şahsın iade talebi, kırmızı
bülten talebi INTERPOL tarafından yani üyesi olduğumuz
uluslararası bir kuruluş tarafından reddedilmiş durumda.
Niye, neden, niçin? Değerli arkadaşlarım, çünkü Türkiye
dış politikada yalnızlaşmıştır, bu
yalnızlığın faturası ağır ekonomik
sıkıntılar ve ülke saygınlığının önemli
oranda erozyona uğramasıyla ortaya çıkmaktadır.
Dış politikamız, iç politika saikleri ve dinî, mezhepsel yaklaşımlarla
günlük olarak idare edilmeye çalışılmaktadır. Suriye, Irak,
Mısır başta olmak üzere bölge ülkeleriyle ilişkilerimiz
ideolojik saplantılara kurban edilmiştir. Bu anlayışın
ortaya çıkarttığı sorunlarla iktidar başa
çıkamamaktadır. Bugün, topraklarımızda sayıları 5
milyona ulaşan göçmen problemi, bu irrasyonel anlayışın
sonucudur. PKK/PYDnin sınırdaş ülkelerde güçlenmesi de yine bu
yanlış, irrasyonel dış politikanın
sonuçlarıdır. Anımsatmak isterim ki Suriyede rejimi
değiştirme çabasına girmeden önce sınırımızda
ne PKK vardı ne IŞİD ne Nusra ne de yüzlerce eli kanlı
terör örgütü
Şu anda da dış politikada büyük güçler
arasında ikili bir tavır sergileyerek buradan kârlı
çıkmayı beklemek şeklinde gerçek dışı olduğu
kadar tehlikeli bir yol izlenmektedir. Saray yönetimi bu yöntemi bir denge
politikası zannetmektedir. Buradan hatırlatmak isterim ki bu
topraklarda aynı kafayla oynanan son denge oyunu Osmanlı
İmparatorluğunun sonunu getirmiştir. Rusları
Amerikalılara, Amerikalıları Ruslara karşı kullanmaya
çalışmak gibi son derece tehlikeli bir politika izleniyor, S-400 ve
F-35 meselesinin özeti budur.
İkili ilişkilerde olduğu kadar çok
taraflı ilişkilerde de Türkiye kan kaybetmektedir. Demokrasi, insan
hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel çağdaş normlarda
geriye giden Türkiye, AByle ilişkilerinde, başta Avrupa Konseyi
olmak üzere, uluslararası kuruluşlarla ilişkilerinde ciddi
sıkıntılar yaşamaktadır. Türkiye, bugün, maalesef
dışarıda otoriter ve demokrasi dışı bir
anlayışla yönetilen ülkelerle aynı kategoride görülmektedir.
İktidar bu gerçeği güçlenen Türkiyenin düşmanlarının
ülkeyi zayıflatma çabaları şeklinde lanse etmeye
çalışsa da iç kamuoyunu bu yönde aldatma gayreti içinde olsa da
ekonomik gerçekler ve dış politikadaki çöküş, acı
gerçeği her gün hepimizin gözüne sokmaktadır. Dış
politikanın temel kurumu olan Dışişleri
Bakanlığı karar alma ve uygulama sürecinden büyük ölçüde
çıkartılmıştır. Profesyonel kadrolarca ve devlet
anlayışıyla yürütülmesi gereken dış politika,
ehliyetsiz kadroların elinde, parti ve şahıs çıkarları
doğrultusunda günü kurtarmaya yönelik bir anlayışla idare
edilmeye çalışılmaktadır. Dışişleri
Bakanlığı, ne yazık ki getirildiği noktada,
dünyayı okuyabilme yeteneğini kaybetmiştir. Dünyada otoriter,
otokratik sistemler uluslararası sistem dışına
itilmektedir. Türkiye, maalesef, mevcut iktidar yönetiminde demokrasi, adalet,
insan hakları, kadın hakları, güçler
ayrılığı gibi çağdaş dünyanın
değerlerinin hepsinden uzaklaşmış durumdadır. Bu
durum, sadece sosyal ve ekonomik bozulmaya neden olmamakta, Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana oluşan uluslararası
saygınlığını da hızla eritmektedir.
Kurucuları arasında yer aldığımız
uluslararası kuruluşların özellikle insan hakları
konusundaki uyarılarının yok saymak gibi gülünç bir söylemle
uygulanmaması bozulan ekonomimizi daha da içinden çıkılmaz hâle
getirmektedir; sonunda, bedeli halkımız ödemektedir. İktidar
yaptığı kimi bilinçli kimi bilinçsiz dış politika
hataları nedeniyle hayali dış düşmanlar yaratıp Don
Kişot gibi yel değirmenlerine saldırmayı
bırakmalıdır; bunun yerine, yirmi yılda tahrip ettikleri,
insan haklarına saygılı, laik, demokratik, güçler
ayrılığına dayalı parlamenter sisteme yeniden
dönüşün yolunu açması, bugün, Türkiye'ye yapacağı en büyük
iyilik olacaktır.
Değerli milletvekilleri, hem kendi ülkemizin
hem de Birleşmiş Milletlerin teröre destek verdiği için
yaptırım uyguladığı şahısların
Türkiye'de kırmızı halıyla, bakan protokolüyle
karşılanması doğru değildir. Afganistanda
insanları asarak meydanlarda sergileyen, kadınlara, gazetecilere,
etnik gruplara yeniden baskı uygulayan, kız çocuklarının
eğitime erişimini, kadınların toplumsal hayata
erişimini engelleyen, terörle, uyuşturucuyla ve yasa
dışı göçle mücadele için hiçbir somut adım atmayan Taliban
yönetiminin Ankarada el üstünde tutulması bu anlayışı
meşrulaştırmaktan başka bir amaca hizmet etmez. Bu
düşünceler sadece benim düşüncelerim değil, inanıyorum ki
dünyanın dört bir yanında ama özellikle Afganistandan milyonlarca
kadının, kız çocuğunun, baskı altındaki
aydınların talebidir.
Bu arada hatırlatmak isterim: Ankarada Taliban
için kırmızı halı serilirken 2001 yılından beri
Afganistanda görev yapan Silahlı Kuvvetler birliklerimizle birlikte
çalışan yaklaşık 150 yerel tercüman sahipsiz
bırakılmış durumdadır; bu, kabul edilemez. Bakın,
bize olduğu gibi diğer partilere de ulaşmış
durumdalar, yardım çağrılarına karşılık bile
verilmediğini söylüyorlar. Büyükelçiliğimize yardım istemek için
koşan Afgan tercümanlara hakaret edildiği iddiaları hepimizi
üzmekte. Ne olursa olsun orada bizim askerlerimizin iyiliği, huzuru,
güveni için görev yapan bu insanların yaşadığı korku
ve büyük kaygılar karşısında Ankaranın
sessizliği insani de değildir, vicdani de değildir. Meclis
kürsüsünden, bu konuda iktidara bir an önce adım atması gerektiğini
ve tüm ülkeler kendilerine Afganistanda yardım eden
tercümanlarını ve diğer Afganları Afganistandan kurtarmaya
çalışırken Türkiye'nin hiçbir şey yapmadan beklemesinin
doğru olmadığını, bir an önce bu insanları
Talibanın zulmünden kurtarmamız gerektiğini açıklayarak
sözlerime son vermek isterim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Niğde Milletvekili Sayın Yavuz Ergun.
Buyurun Sayın Ergun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ ERGUN (Niğde)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, yeni yasama
döneminin milletimize ve Meclise hayırlı olmasını temenni
ediyorum.
Silahlı Kuvvetlerimizin 31 Ekim 2021 tarihinden
itibaren bir yıl daha UNIFILe iştirak etmesiyle ilgili Türkiye Büyük
Millet Meclisinden yetki talep eden Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi üzerine AK PARTİ Grubumuz adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11
Ağustos 2006 tarihinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisimizin 5 Eylül 2006
tarihinde aldığı bir kararla bir yıl için verdiği izin
çerçevesinde, Türkiye, Lübnanda konuşlu Birleşmiş Milletler
Geçici Görev Gücüne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı
sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi, son olarak, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 6 Ekim 2020 tarihli kararıyla bir yıl
uzatılmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk milleti tarihinin hiçbir döneminde kendisinden
yardım isteyen hiçbir eli geri çevirmemiştir. Çok şükür ki
-hiçbir zaman- savaş meydanını terk etmiş bir milletin
evlatları değiliz. Biz, bu coğrafyaya gelirken de burada
yaşarken de etrafımızdaki komşularımız da ve
himayemizdeki tebaamız da bizden hep emindi. Bugün, dış
politikada yaşanan olay ve oynanan oyunları görünce bizim
üzerimizdeki sorumluluğun sadece sınırlarımızla
sınırlı olmadığı ortadadır. Suriye'de PKK
terör örgütü için oluşturulmaya çalışılan koridorun
engellenmesi için mavi vatanın ne kadar önemli olduğunu kavramak
gerekir. Bu coğrafyanın kaderi budur. Bir gün dahi
etrafımızda olan olaylara ve dönen dolaplara kayıtsız kalma
lüksümüz yoktur. Yakın coğrafyamızdan başlayarak tüm
dünyada barış ve istikrarın tesisi öncelikli dış
politika hedeflerimizden biridir. Bu politikamızı biz Dünya 5ten
büyüktür. diyen bir liderin vizyonuyla oluşturuyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
başta Suriye, Irak ve Afganistanda yaşanan olayların
birbirinden çok ayrı ve bağımsız olduğunu
düşünmek bizi yanılgıya sevk eder. Bu bölgeye huzurun gelmesi
için Türkiye Cumhuriyeti'nin ve milletinin bağrından çıkan
Silahlı Kuvvetlerimizin bölgede bulunması gerekmektedir. Silahlı
Kuvvetlerimizin olmadığı yerlerde kan ve gözyaşı
bölgeye hep hâkim olmuştur. Dolayısıyla bölgemizde istikrara her
zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Bu istikrarın
tesis edilmesinde kilit önemi haiz olan Lübnan'da barış ve
istikrarın muhafazası, bölgemizin içinden geçmekte olduğu bu
hassas süreçte hiç şüphesiz daha da önem kazanmıştır.
Suriye'deki mezhepçi yaklaşımlar tüm bölgeyi ve özellikle de
Lübnan'ı olumsuz etkilemektedir. Bölgesel siyasi gelişmeler ile
Suriye'de ve Irak'taki iç savaşların sonucunda yaşanan
kontrolsüz güç, İsrail'in müdahaleci tutumu, Lübnan'ı demokratik
anlamda her an ciddi sıkıntıların yaşanabileceği
bir ülke hâline getirmiştir. Lübnan, hassas bir ülkedir ve bu hassas
dengelerin korunmaması hâlinde bölgede yeni göç dalgalarının
yaşanması işten bile değildir. Dolayısıyla
çıkartacağımız bu tezkere çok büyük önem arz etmektedir.
Değerli Meclis üyeleri, ülkemizin kendi
sınırları dışında da varlık göstermesi
tarihî ve sosyolojik bir zorunluluktur. Devletlerin de insanlar gibi bir kaderi
vardır ve bu kader arka planda her zaman işler ve işlemeye devam
etmektedir. Lübnan ve Türkiye, geçmişten gelen bağlar ve ortak
kültürel değerlerle birbirinden ayrılmayacak şekilde birbirine
bağlıdır. Ülkemiz her daim Lübnan'ın
bağımsızlığının, birliğinin,
istikrarının ve güvenliğinin güçlü bir savunucusu ve
destekleyicisi olmuştur. Lübnan'ın zorlu döneminde biz, devlet olarak
her türlü desteğimizi sunduk ve sunmaya da devam etmekteyiz. Ülkemiz,
Beyrut Limanı patlaması sonrasında Lübnan'a ve Lübnan
halkına yardım elini uzatan ilk ülkeler arasında yer
almış ve Sayın Cumhurbaşkanımız patlamanın
hemen sonrasında ilgili tüm devlet kurumlarımızın Lübnanlı
kardeşlerimizin yaralarını sarmak üzere seferber edilmesi
yönünde talimat vermişlerdir. Sayın Cumhurbaşkanı
Yardımcımız da patlamadan hemen sonra Lübnana bir ziyaret
gerçekleştirmiştir. Patlamadan bu yana ülkemizin Lübnana
yaptığı yardımların toplam değeri 4 milyon
doları aşmıştır ve Lübnana yönelik yardım
çalışmalarımız sürmeye de devam edecektir. Lübnanın
güvenlik ve istikrarına verdiğimiz özel önem
ışığında Lübnan ordusuna da destek vermeyi
sürdürmekteyiz. Lübnan ordusu mensuplarının ve ailelerinin acil temel
ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla, Türk
Silahlı Kuvvetleri tarafından bu yıl içinde iki ayrı
sevkiyat hâlinde toplam 320 ton temel gıda maddesi gönderilmiştir.
Ülkemiz özellikle bu zor dönemde mevcut
sıkıntıların üstesinden gelinebilmesi için Lübnan devletine
ve Lübnan halkına destek olmaya devam etmektedir. Bu çerçevede,
Lübnanın istikrar ve güvenliğinin korunmasında önemli rol
oynayan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne
yaptığımız katkılarla barışı koruma
harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev
üstlenmekteyiz. Ülkemizin katkısı gerek Birleşmiş Milletler
sistemi içerisinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte gerek kapsamlı
sivil-askerî iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan
toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına, ayrıca
barış ve istikrarının korunmasına hizmet etmektedir.
UNIFILin görev süresi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 30
Ağustos 2021 tarihli kararıyla, 31 Ağustos 2022 tarihine kadar
uzatılmıştır ve bu noktada, Lübnanla ikili
ilişkilerimiz ile bölgedeki güvenlik koşulları göz önünde
tutularak UNIFILe katkımızın sürdürülmesi önem arz etmektedir.
Bilindiği üzere dünyada hiçbir şey
boşluk kabul etmez. Eğer bugün çevremizdeki boşluğu biz
doldurmazsak ülkemize düşmanlık eden emperyalist güçler doldurur ve
bizi kuşatarak yok etmeye ve elimizden bağımsızlığımızı
almaya çalışırlar. Bundan dolayı, biz başta kendi
güvenliğimiz için bu tezkereyi geçirmek zorundayız.
Bizler bin yılı aşkın süredir bu
topraklarda yaşayan büyük Türk milletinin evlatları olarak her zaman
adaletin savunucusu olduk ve her zaman mazlum milletlerin hakkını
savunduk. Malazgirtten bu zamana kadar göğsümüzü düşmanların
hücumuna siper ettik ve düşmanın her saldırısına her
zaman en ağır tokatla karşılık verdik. Şu gerçek
hiçbir zaman unutulmamalıdır ki bu coğrafyada biz Bitti.
demeden hiçbir şey bitmez ve asla bu millete kimse kefen biçemez. Biz dün
mazlumların yanındaydık, yarın da olmaya devam
edeceğiz. Türkiye olarak gönül coğrafyamızdaki tüm mazlum
halkların yanında durmaya devam edeceğiz, komşu
ülkelerimizin ve Lübnanın istikrarını hedef alan her türlü
girişimin karşısında durmaya devam edeceğiz.
Kardeş ve dost olan Lübnan halkının da yanında olacak,
huzur ve refahlarını bozacak her türlü saldırıyı
engelleyerek iç barışın ve bölge huzurunun tesisi
doğrultusunda katkılarımızı sürdüreceğiz. Bu
bağlamda, Lübnanla olan ikili ilişkilerimiz ile, bölgedeki güvenlik
koşulları da göz önünde bulundurularak, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin UNIFILin görev süresinin uzatılması yönündeki
Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında,
31 Ekim 2021 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFILe iştirak etmesi
ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin
Cumhurbaşkanlığınca yapılmasının uygun
olacağını düşünüyoruz. Tabii ki Vatan, millet, Sakarya.
cümlesinin mecazi anlamını bilmeyenlerin bu tezkereye onay vermesini
de beklemiyorum.
Sözlerime son verirken UNIFILe askerî katkıda
bulunmaya devam etmemize ilişkin tezkereyi destekleyeceğimizi
belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Gruplar adına yapılan
konuşmalar tamamlanmıştır. Tezkere üzerinde şahsı
adına ilk olarak İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir
konuşacaktır.
Buyurun Sayın Özdemir. (CHP
sıralarından alkışlar)
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben de Lübnandaki Birleşmiş Milletler Geçici Görev
Gücü (UNIFIL) kapsamında yurt dışına asker göndermeyle
ilgili izin süresinin 31 Ekim 2021 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmasına dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
üzerine şahsım adına söz aldım. Tüm Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
İlk olarak, 1978 yılında
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 425 ve 426 sayılı
Kararları uyarınca, İsrail güçlerinin Lübnan topraklarından
çekilmesini ve İsrail-Lübnan sınırının
güvenliğini sağlamak amacıyla kurulan geçici görev gücü olan
UNIFILin görev süresi her yıl Lübnanın talebi üzerine
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından
uzatılmaktadır. UNIFIL bünyesinde 31 Eylül 2021 tarihi
itibarıyla 46 farklı ülkeden 10.200 personel görev yapmaktadır;
biz ise ülkemize ait 135 personelimizle UNIFILe destek olmaktayız.
Kapsamı ve süresi bakımından aynı olan ve geçen yıl da
Genel Kurulda kabul edilen bir tezkereyle yine karşı
karşıyayız.
Değerli milletvekilleri, son derece önemli
uluslararası tezkereleri Genel Kurulda görüştüğümüz bugün, bu
iktidar döneminde, özellikle dış politika ve savunma gibi stratejik
alanların ulusal politika temelinden uzaklaşıp hızla bir
partinin veya hatta tek kişinin stratejik hedefine ve iktidarına
indirgenmesi durumuyla maalesef karşı karşıyayız. Uzun
vadeli, öngörülebilen stratejik ulusal hedefler yerine iktidarın kısa
vadeli, konjonktürel, bölgesel, dönemsel, kişisel tercihlerine indirgenen
bir dış politika anlayışı hâkim olmuştur.
Uluslararası alanda uzlaşma ve barışçıl ortam yerine
kutuplaşma ve çatışma ortamından beslenen, ulusal düzeyde
ya da içeride kısa vadeli çıkar devşirmeye yönelik bir
dış politika açmazından maalesef
çıkılamamaktadır. Neticede, uluslararası alanda
itibarsızlaşan, güven kaybeden, kurumsuzlaşan, tutarsız,
şeffaflıktan uzaklaşan bu yaklaşımın aynı
zamanda siyasi maliyetleri yanında, diplomatik maliyetleri yanında
ekonomik maliyetleriyle karşı karşıya olduğumuz bir
süreçten geçiyoruz. İşte, geçen hafta yaşanan 10 büyükelçi
krizinin ortaya çıkması. Bu kriz de uluslararası alanda
hatalı bir dış politika anlayışının tam
yansıması olmuştur, ülkemizin uluslararası alanda
karşı karşıya bırakıldığı itibarı
ve ekonomik maliyeti açısından da büyük bir zafiyet
yaşanmasına neden olmuştur.
Büyükelçiler krizinin aşılması da uzun yıllardır
ülkemizin dış politikada özelikle devre dışı
bırakılan, etkinliği azaltılan, liyakatli kadrolar ve
kurumsal yapıların önemini bir kez daha ortaya
çıkarmıştır. Yaşanan bu olay, özellikle dış
politikada kurumsal yapıların önemini,
uyardığımız gibi,
haklılığımızı da ortaya koymuştur.
Dış politikada yaşanan bu süreçler elbette üyesi olduğumuz
uluslararası raporlara da yansımaktadır.
Değerli milletvekilleri, geçen hafta üyesi
olduğumuz OECD bünyesindeki Mali Eylem Görev Gücü (FATF) raporu
yayınlandı ve çok büyük bir tartışma yaşadık.
Türkiye -burada adlarını tekrar etmek istemiyorum- ülkelerle, kara
paranın aklanması ve terörizmin finansmanı mevzuatındaki
eksiklikler nedeniyle gri listeye alındı. Geçen yıl,
ısrarla, gerek komisyonda gerekse Genel Kurulda görüşülen bu sürece
uyumla ilgili bir kanun teklifi vardı, bu görüşmeler
sırasında, bu FATF raporunun bu sonucunu öngörerek biz gerekli
uyarıları yapmıştık ancak maalesef bu uyarılarımız
dikkate alınmadı, ülkemiz bu kategoride yer aldı.
Yine, geçen hafta yayınlanan resmî aday ülkesi
olduğumuz Avrupa Birliğinin yıllık ülke raporundaki
tespitlere de dikkatinizi çekmek istiyorum değerli milletvekilleri. Avrupa
Birliğiyle ilişkilerimizde öz eleştiri ve taahhüt
ettiğimiz, kabul ettiğimiz üyelik yükümlülüklerimizi sorgulamadan,
sadece çifte standart, ön yargı, tespit ve uyarıları yok sayma
süreci, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde kazanımlar olarak
değil, her geçen gün kayıplar olarak karşımıza
çıkmaktadır. Avrupa Birliği tam üyelik sürecinin resmî aday
ülkesi olduğumuz Avrupa Birliğinin genişleme perspektifinden
-bakın, değerli milletvekilleri- komşu ülke statüsüne dâhil
edildiğimiz rapora yansımıştır. Üyeliğimizin
şartı olan, kabul ettiğimiz, taahhüt ettiğimiz,
yükümlülüklerimiz olan kriterler, Kopenhag Siyasi Kriterleri, ekonomik
kriterler ve Avrupa Birliği hukuksal mevzuatına uyum noktasında
ciddi geriye gidişler yaşandığı yönünde ülkemize ciddi
uyarılar yapılmıştır.
Değerli milletvekilleri, 2005te Avrupa
Birliği üyelik müzakerelerine başlayan Adalet ve Kalkınma
Partisi iktidarı bu süreci maalesef iyi yönetememiştir ve ülkemiz
adına Avrupa Birliği üyelik sürecinden de hızla
uzaklaşmaktayız. Siyasi kriterler bakımından AİHM -bakın,
kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin- kararları uygulanmamaktadır.
Özellikle, 2014 yılından itibaren fiilî başkanlık ve Temmuz
2018den itibaren geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı hükûmet
sistemiyle güçler ayrılığının ciddi zarar gördüğü
Avrupa Birliği raporuna da yansımıştır. Karar alma
mekanizmaları merkezîleşmiş, güç tek yerde
toplanmıştır. Türkiye'nin, üyeliğinin temel kriterleri olan
demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükleri içeren Kopenhag
Siyasi Kriterlerinden önemli ölçüde uzaklaştığına
sıklıkla vurgu yapılmıştır raporda. Adalet ve
yargı alanlarında Avrupa Birliğine uyum konusunda açıklanan
reform paketlerinin -burada hep birlikte oy birliğiyle kabul
ettiğimiz reform paketlerinin- uygulama sonuçlarını
tartışmadan, uygulamadaki sorunlar, bu alanlarda yaşanan adil
yargılama, ifade özgürlükleri, baskı ortamı, hukuksal yargı
kurumlarının yapısı, yargı mercilerinin tartışmalı atama süreçleri
ve kararları ulusal düzeyin ötesinde uluslararası alanda, işte,
Avrupa Birliği Türkiye raporuyla karşımıza
çıkmaktadır. Neticede kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyinin ve
imzacısı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarını yok saymaktan veya resmî adaylık sürecimiz olan
Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi sadece ön yargı ve çifte
standart bağlamından çıkarmalıyız.
Değerli milletvekilleri, bakın, ekonomik kriterler
bakımından da rapora yansıyan tespitler ise
Güven kaybeden,
şeffaflıktan uzaklaşan kurumların
yapılarının tahribatı ve tüm bunların ekonomik
maliyetleri de dikkatlice rapora yansımıştır. 2005
yılından itibaren Avrupa Birliğine uyum kapsamında oluşturulan
bağımsız, özerk kurumlar, düzenleyici, denetleyici kurumlar
üzerindeki müdahaleler, baskılar, atamalar artmış ve bu
kurumların zayıflatılması ve
itibarsızlaşması da yine Avrupa Birliği raporuna
yansımıştır. Bir gece yarısı
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Merkez Bankası
Başkanının görevden alınması veya yerine yeni bir
Başkanın atanması, sadece bir bürokratın yine bir gece
yarısı görevden alınıp yeni bir bürokratın atanmasının
ötesinde çok daha fazla anlam taşımaktadır.
Bağımsız ve özerk kurumlara gece yarısı kararnamelerle
müdahale, uluslararası güvenli yatırım ortamına zarar
vermektedir. İşte, bunlar da Avrupa Birliği raporuna
yansımıştır. Israrla uyardığımız, dikkat
çektiğimiz bu durumu Avrupa Birliğinin bir çifte standardı
olarak kabul edebilir miyiz değerli milletvekilleri?
Örneğin, biz Gümrük Birliği
Anlaşmasının modernizasyonu noktasında bir aşama
kaydedemedik ve ön koşulları da yerine getiremedik, haklı
gerekçelerimizi savunamadık. Avrupa Birliğinin Yeşil Mutabakatına
uyum sürecini başlatmak için geç kalmış bir eylem planı
açıklaması yapıldı ama Gümrük Birliği
Anlaşmasını uyumlaştırma yönünde maalesef bir mesafe
alamamanın da tezatlığıyla karşı karşıyayız.
Değerli milletvekilleri, yine, raporda, kurucu
üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin Yolsuzluğa Karşı
Devletler Grubu yani GRECO tavsiyelerinin de uzun yıllardır dikkate
alınmadığı uyarısı ve tespiti
yapılmıştır. Yine, bu alandaki eksiklikler de raporda ciddi
şekilde eleştirilmiştir. Bizim bunları ulusal düzeyde
eleştirip uyarmamıza rağmen uluslararası raporlara
yansımasının önüne geçilememiştir.
Evet, son olarak da raporun üçüncü
kısmında ise Avrupa Birliği hukuksal mevzuatına ve
müktesebatına uyum konusunda üzerimize düşenleri
yapmadığımız yine rapora yansımıştır.
Her alanda, 35 başlıkta, her birinde mevzuat uyumsuzlukları ve
eksiklikler raporda ortaya konulmuş. Mecliste görüştüğümüz
kanunların hangisini
Ki benim de üyesi olduğum, kuruluş
amacı Avrupa Birliği mevzuatına uyumluluğun denetlenmesi
olan Avrupa Birliği Uyum Komisyonu kaç defa toplanmıştır
değerli milletvekilleri? Yasal mevzuatlarımızdan kaynaklanan
eksiklikler giderilmiş midir? Peki, bunlar da mı Avrupa
Birliğinin çifte standardıdır? Ulusal yükümlülüklerimizi,
Meclisin asli görevini yerine getirmemesini biz nasıl
açıklayacağız çifte standart diye? Yasa yapıcı olarak
Meclisten geçen niteliksiz yasama sürecinin de Avrupa Birliğinin çifte
standardı olduğunu öne süremeyiz maalesef. İşte, o nedenle
2005 yılından itibaren on altı yılda sadece 16
başlıkta müzakereler açıldı ve sadece 1 başlık
geçici olarak kapatıldı.
Değerli milletvekilleri, evet, bu krizden
hareketle ülkemizin haklı tezlerini savunan ve bu tezlerimiz için
uluslararası alanda ve kurumsal destek alacağımız bir
noktaya taşıma hedefimizden sapmamamız gerektiğini ben
vurgulamak istiyorum. Evet, Avrupa Birliğinin ve üye devletlerin sadece
ülkemize yönelik çifte standardı ve ön yargısını biz
kesinlikle kabul etmiyoruz. İkili ilişkilerimizi Avrupa Birliği
zeminine taşıyan ülkelere karşı ve haklı tezlerimiz
olan Kıbrıstan, Doğu Akdeniz'deki haklarımızdan,
ulusal çıkarlarımızdan taviz vermeyeceğimizin
altını çiziyorum ki raporda da bu konudaki uyarıları,
eleştirileri elbette biz de kabul etmiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayın.
SİBEL ÖZDEMİR (Devamla) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Evet, biz de bu eleştirileri kabul etmiyoruz
ancak değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine stratejik tam üyelik
sürecimizin de bu iktidarın hataları,
tutarsızlıklarıyla günübirlik, ve kısa vadeli iç politikaya
alet edilmesine de karşı olduğumuzu ifade ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) Öz eleştiri ve yükümlülükleri
sorgulamadan sadece çifte standart, ön yargı, yok sayma süreci ülkemiz
açısından bir kazanım değil, üyelik sürecimizde ciddi
kayıpları da karşımıza çıkarmaktadır.
Ülkemizin haklı tezlerini savunan bu konuda, uluslararası alanda ve
kurumsal destek alacağımız bir noktaya ülkemizi taşıma
hedefimizden vazgeçmeyeceğiz.
Avrupa Birliği raporunun öz eleştirisinin
yapılması gerektiğini, kurucusu ve üyesi olduğumuz
kurumların, altına imza attığımız
uluslararası anlaşmaların yükümlülüklerini yerine getirmemenin
ülkemize ciddi siyasal ve ekonomik maliyetleri olduğunu vurguluyor, bu
maliyetlerle karşılaşmamak için ülkemizin hak ettiği
itibarlı, saygın, tutarlı, ulusal, stratejik politika hedefini
inşa edeceğimizi vurguluyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Şahsı adına ikinci
konuşmacı Ankara Milletvekili Sayın Mustafa Destici.
Buyurun Sayın Destici.
MUSTAFA DESTİCİ (Ankara) Kıymetli
milletvekilleri, değerli vatandaşlarım; öncelikle, sizleri
sevgiyle saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum. Bu
toplantılarımızın ülkemiz, milletimiz ve Türk İslam
coğrafyası için hayırlara vesile olmasını Yüce
Rabbimden niyaz ediyor, sizlere ve milletimize sağlıklı günler
ve ömürler diliyorum.
Öncelikle, dün Pençe-Yıldırım
Harekâtı bölgesinde yürütülen operasyonda, hain PKK terör örgütünün kahpe
saldırısı sonucu şehit olan Uzman Çavuş Yunus Emre
Yalman kardeşimize, tüm şehitlerimizle birlikte bir kere daha
Allah'tan rahmet diliyorum; ruhu şad, mekânları cennet olsun. Bu
vesileyle, hem ülkemiz içinde hem de ülkemiz dışında terör
örgütlerine karşı mücadele veren kahraman ordumuza, kahraman güvenlik
güçlerimize üstün muvaffakiyetler diliyor, Rabbim her daim yâr ve
yardımcıları olsun diyorum.
Evvelemirde, öncelikle, hem Suriye ve Irak
tezkerelerine hem de Lübnan tezkeresine şahsım ve Büyük Birlik
Partisi olarak kararlılıkla evet dediğimizi vurgulamak
istiyorum.
Tabii, tezkere konuşmalarını,
buradaki görüşmeleri ben de takip ettim ve buradaki konuşmalar,
tezkereden çok gündemdeki bazı konular üzerinde odaklaştı.
Onlarla ilgili, ben de fikirlerimizi, düşüncelerimizi bir kere daha
sizlerin huzurunda, aziz ve necip Türk milletimizle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, Türk yargısı
bağımsızdır ve tarafsızdır. Yargının
verdiği kararları beğeniriz, beğenmeyiz; biz kendi
düşüncelerimizi, fikirlerimizi bağımsız bir şekilde
ifade ederiz ama dışarıdan, hem de Viyana Sözleşmesi'nin
41inci maddesini kabul etmiş ABD başta olmak üzere, onun peşine
takılan 9 ülke büyükelçisiyle birlikte 10 büyükelçinin bizim yargı
süreçlerimize müdahale etmesini asla kabul etmeyiz, reddederiz, reddettik ve
sonuna kadar da reddetmeye devam edeceğiz. Ama maalesef yine, bu süreçte
üzülerek gördük ki bazı siyasi partilerimiz önce bu 10 büyükelçinin
açıklamasına el ovuşturdular ve içten içe bir sevinç duygusu
yaşadılar. Fakat onların bu el ovuşturmaları ve
sevinçleri fazla sürmedi ve Sayın Cumhurbaşkanımızın,
Türkiye Cumhuriyeti devleti Cumhurbaşkanının kararlı tutumu
ve Dışişleri Bakanına, bunların Türkiye'den
gönderilmeleri noktasında verdiği karar sonrası Viyana
Sözleşmesinin 41inci maddesine sadık olacaklarını ve buna
uyacaklarını açıkladılar.
Şimdi, bugünkü konuşmalarda da gördük,
kamuoyunda yapılan konuşmalarda da gördük. Bu sefer de yine,
bazı muhalefet partilerimiz ve milletvekillerimiz bunun bir özür
olmadığını, bunun 10 büyükelçi tarafından bir geri
adım olmadığını ifade ettiler. Bunu bu kürsüden de
söylediler. Bundan da üzülmüş durumdalar herhâlde, bunu da böyle
anlıyorum, böyle okuyorum. Hâlbuki bizim dışarıdan gelen
her türlü saldırıya ister fiilî olsun ister sözle olsun ister iç
işlerimize müdahale olsun, hep birlikte, öncelikle Türkiye Büyük Millet
Meclisinin topyekûn karşı durması gerekir. Milletimiz bunu
bekliyor, biz bunu bekliyoruz. İnşallah, bundan sonraki süreçlerin bu şekilde
olmasını arzu ettiğimizi buradan bir kere daha ifade etmek
istiyorum.
Tabii, bir başka husus, ikinci husus, yine bu
tezkere görüşmelerinde gündeme geldi -tırnak içerisinde- bizim kabul
etmediğimiz ve milletimizin de kabul etmediği ve gündeminde olmayan
bir Kürt sorunu meselesi. Ben bu yaz tatili döneminde 41 vilayete gittim:
Şırnaka da gittim, Siirte de gittim, Vana da gittim, Karsa da
gittim, Ardahana da gittim; Edirneye, Kırklareliye, Tekirdağa,
Sinopa da Adıyamana da Diyarbakıra da Hataya da Konyaya da
Sivasa da Eskişehire de Bursaya, Balıkesire, Uşaka da
gittim. Benim gittiğim hiçbir vilayette, doğu ve güneydoğu
vilayetlerimiz başta olmak üzere, Şırnakta dükkân atlamadan
esnaf gezdim, bir tane vatandaşımızın ağzından
ben böyle bir meseleye dair bir talep ya da söz işitmedim. Tabii, bunu kim
dile getiriyor? Bunu her zaman olduğu gibi PKKnın siyasi uzvu, siyasi
temsilcileri dile getiriyor ve maalesef, yine bazı siyasi partilerimizin
genel başkanlarının ağzından da biz bunu duyuyoruz.
Ben onlara günlerdir soruyorum, bir cevap alamadım, bir de buradan,
Meclisten sormak istiyorum: Bunu söyleyenler çıksınlar şu kürsüde
Kürt sorunu nedir? -üniversite 1inci sınıf sorusu- bunu bir
cevaplasınlar, bunu bir iki cümleyle bize anlatsınlar, bir de çözüm
önerilerini söylesinler. PKKnın siyasi uzantısı, bunun bir
statüsel sorun olduğunu söylüyor, özerklik diyor, ana dilde
eğitim diyor, Türklük kavramının Anayasadan
çıkarılmasını ya da yanına başka bir kavram
eklenmesini söylüyor ve daha sonra da devletleşmeden bahsediyor. Sizler
de, onlar gibi Kürt sorunu vardır. diyenler de bunu bir statüsel sorun
olarak mı görüyor? Yok, bunu bir demokrasi sorunu olarak söylüyor ve dile
getiriyorsanız o zaman muhatabınız PKKnın siyasi
uzantısı olamaz çünkü onlar demokratik bir kurum değil,
PKKnın siyasi uzantısı. Onun için, ben, milletimizin gündeminde
olmayan, devletimizin varlığına, ülkenin bütünlüğüne ve
milletin istikbaline ve istiklaline zarar verecek olan bu söylemden, siyasi
olarak yapıldığını düşündüğüm bu söylemden
herkesin uzak durmasını tavsiye ediyorum, temenni ediyorum. Biz
gündemdeki her konumuzu konuşabiliriz ama olmayan bir sorunu
varmış gibi gösterip hem de terörle mücadelenin çok
kararlılıkla sürdürüldüğü, içeride terörün minimize
edildiği, dışarıda çok başarılı
harekâtların düzenlendiği bir dönemde bu tartışmanın
gündeme sokulmasını doğru bulmuyorum; Türkiye'nin, Türk
milletinin aleyhine olduğunu düşünüyorum.
Tabii, tezkerelerle ilgili burada konuşmalar
yapıldı. Yine, maalesef, üzülerek duyduk, gördük ki Türkiye Büyük
Millet Meclisinin bu şerefli koltuklarında oturup Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, kahraman ordumuzun terörle mücadele için, bölgeden teröristleri
temizlemek için ve dahi hudut güvenliğimizi sağlamak için ve dahi hem
Suriyede hem Irakta kardeş coğrafyamızdaki insanların
huzuru ve mutluluğu için, barış için gerçekleştirdiği
bu harekâtlar saldırı olarak nitelendirilmiştir. Hiçbir
milletvekilinin bunu yapmaya
Bu Gazi Meclisimizde, cumhuriyeti kuran,
Kurtuluş Savaşını yöneten bu Gazi Meclisimizde milletimiz
bu tür sözler duymak istemiyor.
Tabii, diğer taraftan
baktığımızda, Türkiye bu harekâtları niye yapıyor?
Irakın ve Suriyenin toprak bütünlüğüne karşı olduğu
için yapmıyor. Eğer Irakta kırk yıla yakındır
PKK, Kandil başta olmak üzere, oradaki birtakım bölgelerde yuvalanmamış
olsa, Irak devleti, Irak hükûmetleri bu teröristleri kendi ülkelerinden, kendi
topraklarından çıkarmış olsa zaten bizim bölgeye harekât
yapmamız diye bir şey söz konusu olmaz ama şimdi buradan
açıkça soralım: Irakın kuzeyinde, Kandilde, Mahmurda,
diğer bölgelerde PKK başta olmak üzere teröristler var
mıdır, yok mudur? O teröristler oradan Türkiyeye yönelik, Türk
milletine yönelik saldırı gerçekleştirmekte midir,
gerçekleştirmemekte midir? Aynı şey Suriyenin kuzeyi için
geçerlidir; Suriyenin kuzeyinde ABD CENTCOMun on binlerce tır silah vererek
desteklediği PKK/PYD-YPG var mıdır? Sadece son dört ayda 27
kahramanımız şehit olmuş mudur? Türkiye durup dururken mi
bu harekâtları yapacaktır? Elbette ki PKKnın ABD
desteğinde bölgede bir terör örgütü kurmasına kanımız,
canımız pahasına bugüne kadar müsaade etmediğimiz gibi
bundan sonra da müsaade etmeyeceğiz, gerçek budur. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bizim özellikle burada Kürt
kardeşlerimizi hiç kimse istismar etmesin, Kürtler bizim
kardeşimizdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun, toparlayınız.
MUSTAFA DESTİCİ (Devamla) Halepçede
Birinci Körfez Savaşında Saddam kimyasal silahlarla bizim Kürt
kardeşlerimizi soykırıma tabi tuttuğunda onlara kucak açan
yine Türkiye Cumhuriyeti devleti ve necip Türk milleti olmuştur. Onun
için, biz zorda kalan her millete, her topluluğa sahip
çıktığımız gibi bundan sonra da sahip
çıkacağız. Bizim mücadelemiz terörledir, teröristlerledir,
teröristlerin arkasındaki emperyalistlerledir ve siyonistlerledir.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, bir kere daha
hem Büyük Birlik Partisi hem de şahsım olarak bu tezkereleri
desteklediğimizi ifade ediyor, Genel Kurulu ve aziz Türk milletini sevgi,
saygı ve muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, (3/1705)
esas numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir, hayırlı olsun.
İç Tüzükün 37nci maddesine göre verilmiş
doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım.
Önergeyi okutuyorum:
B) Önergeler
1.- Kütahya Milletvekili
Ali Fazıl Kasapın, (2/3714) esas numaralı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Mali ve Sosyal Haklarında Düzenlemeler ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi'nin
doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasına ilişkin önergesi
(4/144)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Genel Kurulun 26/10/2021 tarihli Birleşiminde
(2/3714) esas numaralı Kanun Teklifimin İç Tüzükün 37nci maddesine
göre doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Ali
Fazıl Kasap
Kütahya
BAŞKAN Önerge üzerinde, teklif sahibi,
Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap konuşacaktır.
Buyurun Sayın Kasap. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALİ FAZIL KASAP (Kütahya) Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Hepimiz milletvekili olarak burada bir yemin ettik
ve milletvekili yemininde, büyük Türk milleti önünde, toplumun huzur ve
refahı için çalışacağımıza şerefimiz ve
namusumuz üzerine yemin ettik ama Türkiyede, önümüzde şöyle bir gerçek
var: 10 milyon işsizimiz var, insanlarımız çöplerden
rızık topluyor, asgari ücret açlık sınırının
altında kaldı, çocukların yatağa aç girdiği, hayat
pahalılığının arttığı, insanların
temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı ve
yoksulluğun derinleştiği bir Türkiye, bir ülke gündemi var. Bu
ortamda kamu görevlilerinin yani atadıklarınızın,
bürokratların, bakan yardımcılarının ayda üçer
beşer yerden 150 bin liralara, 200 bin liralara yaklaşan
maaşlar, huzur hakları aldığı bir Türkiye gerçeği
var. 11 yerden maaş alan bürokratınız var; bu,
vicdansızlıktır; bu, insafsızlıktır; bu,
vurdumduymazlıktır.
Değerli arkadaşlar, çift maaş alan
bürokratlar, 3 maaş alan bürokratlar: Metin Kıratlı, Zahid
Sobacı, Fecir Alptekin, Hasan Nuri Yaşar, Meltem Taylan Aydın...
Ebubekir Şahin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı, banka
yönetim kurulu üyesi, Basın ve İlan Kurumu Genel Kurul üyesi,
iletişim uzmanı, aynı zamanda ekonomi konusunda da çok
becerikli, 85 bin lira maaş alıyor. Burhan Ersoy, 176 bin lira
maaş alıyor, Vakıflar Genel Müdürü, banka yönetim kurulu üyesi,
Vakıf Katılım Bankası Yönetim Kurulu üyesi, 176 bin lira
maaş alıyor. Ömer Fatih Sayan, 62 bin lira maaş alıyor.
Hüseyin Aydın, 74 bin lira maaş alıyor. İbrahim Kalın,
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olarak maaş
alıyor, Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış
Politikalar Kurulu Başkanlığına vekâlet ediyor, TÜRKSAT
Yönetim Kurulu üyesi olarak maaş alıyor. Fatih Kılınç,
Hazine ve Maliye Bakanlığı Daire Başkanlığından
14 bin lira, PETKİMden 49 bin lira maaş alıyor. Mustafa
Yılmaz, EPDK Başkanı ve Türk Hava Yolları Yönetim
Kurulundan maaş alıyor. Nadir Alpaslan, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Bakan Yardımcısı, 176 bin lira
maaş alıyor, 3 yerden maaş alıyor. Fahrettin Altun,
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı, hani
sarayın propaganda sorumlusu, Borsa İstanbul Yönetim Kurulundan
maaş alıyor, Cumhurbaşkanlığı İletişim
Başkanlığından maaş alıyor. Ali Taha Koç, 2
yerden maaş alıyor. Ahmet Karayiğit,
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Danışmanı, 2 yerden
maaş alıyor.
Değerli arkadaşlar, Yılmaz Çolak,
Polis Akademisi Başkanı, aynı zamanda banka yönetim kurulu
üyesi, 2 yerden maaş alıyor. Ekrem Yüce, Sakarya Büyükşehir
Belediye Başkanı, ÇAYKUR Yönetim Kurulu üyesi, ÇAYKUR batıyor.
Şuayip Birinci, Sağlık Bakanlığı Bakan
Yardımcısı, aynı zamanda TÜRKSAT Yönetim Kurulu üyesi,
sağlıkçı ve iletişimci. Ahmet Erdem, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bakan Yardımcısı,
TEDAŞ Yönetim Kurulu üyesi. Yiğit Bulut, Cumhurbaşkanı
Başdanışmanı, TÜRK TELEKOM Yönetim Kurulu üyesi. Mehmet
Hadi Tunç, Tarım ve Orman Bakanlığı Bakan
Yardımcısı, Yüksek Komiserler Kurulu üyesi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu
listeler sizin vicdanınızı sızlatmıyor mu? Türkiyede
insanların aç, çocukların yatağa aç girdiği bir ülkede
2011deki bir kararnameyle de aslında 2 yerden daha fazla yerden bu
alınmayacaktı ama sizde 11 yerden maaş alan yönetim kurulu
üyeleri var. Ama bu ülkede bir asgari ücret gerçeği var, bu ülkede 10
milyon işsiz gerçeği var. Siz bunları göre göre nasıl rahat
olabiliyorsunuz, ben anlayamıyorum.
Vermiş olduğumuz bu kanun teklifiyle
şahısların, kamu görevlilerinin, bürokratların, bakan
yardımcılarının, Cumhurbaşkanlığında
görevli şahısların yani tüm bürokratların ikinci bir yerden
maaş almasını önlemiş oluyoruz, aynı zamanda
Varlık Fonu için de geçerli bu.
Şimdi sevgili AK PARTİ'li ve Milliyetçi
Hareket Partili milletvekili arkadaşlarıma seslenmek istiyorum:
Eğer çocuklarınızın yüzüne rahat bakabilecekseniz,
eğer yastığa başınızı rahat
koyabilecekseniz, vermiş olduğumuz yemine istinaden bu kanun
teklifine evet oyu vermenizi talep ediyorum. Ne güzel söylemiş Necip
Fazıl...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) Sayın
Başkan
BAŞKAN Toparlayın Sayın Kasap.
ALİ FAZIL KASAP (Devamla) Necip
Fazılın bir dörtlüğü var, orada diyor ki: Allahın on
pulunu bekleye dursun on kul/ Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul/
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.
Değerli arkadaşlar, bu kanun teklifine
hepimizin vicdanen evet oyu vermesini talep ediyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler
Kabul edilmemiştir.
Gündemimizdeki konular
tamamlanmıştır.
Alınan karar gereğince kanun teklifleri
ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla
görüşmek için 27 Ekim 2021 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.43