TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

65’inci Birleşim

9 Mart 2022 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’in, Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşunun 104’üncü yıl dönümü ve İstiklal Marşı’nın kabulüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Uşak Milletvekili Özkan Yalım’ın, Uşak’ın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Adana Milletvekili Kemal Peköz’ün, Adana’nın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi’nin, araştırma görevlilerinin özlük haklarına ilişkin açıklaması

2.- Bursa Milletvekili Erkan Aydın’ın, zeytinliklerin imara ve madencilere açılmasına ilişkin açıklaması

3.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, çiftçilere verilen desteğin yetersizliğine ilişkin açıklaması

4.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, ayçiçeği yağı üzerinden stokçuluk ve spekülasyon yapıldığına ilişkin açıklaması

5.- Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin’in, Cumhurbaşkanının hekimlere yönelik sözlerine ilişkin açıklaması

6.- Adana Milletvekili Orhan Sümer’in, Adana’nın Yüreğir ilçesinin sorunlarına ilişkin açıklaması

7.- Düzce Milletvekili Ümit Yılmaz’ın, stokçulara verilen cezaların artırılması gerektiğine ilişkin açıklaması

8.- Kırıkkale Milletvekili Ahmet Önal’ın, akaryakıta gelen zamlar nedeniyle şoför esnafının yaşadığı mağduriyete ilişkin açıklaması

9.- Muğla Milletvekili Süleyman Girgin’in, Cumhurbaşkanının hekimlere yönelik sözlerine ilişkin açıklaması

10.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, akaryakıta gelen zamlar nedeniyle şoför esnafının yaşadığı mağduriyete ilişkin açıklaması

11.- Mersin Milletvekili Baki Şimşek’in, Ukrayna’dan tahliye edilen öğrencilerin Türkiye’deki okullara nakline ilişkin açıklaması

12.- İstanbul Milletvekili Hayati Arkaz’ın, 8-14 Mart Dünya Glokom Haftası’na ve Dünya Tuza Dikkat Haftası’na ilişkin açıklaması

13.- Balıkesir Milletvekili İsmail Ok’un, çiftçilere verilmesi gereken teşviklere ilişkin açıklaması

14.- Niğde Milletvekili Selim Gültekin’in, Niğde’ye yapılan yatırımlara ilişkin açıklaması

15.- Kayseri Milletvekili Dursun Ataş’ın, kamudaki engelli kotasına ilişkin açıklaması

16.- Muğla Milletvekili Burak Erbay’ın, yanlış tarım politikalarına ve çiftçilerin desteklenmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

17.- Kocaeli Milletvekili Sami Çakır’ın, İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümüne ilişkin açıklaması

18.- Sivas Milletvekili Ulaş Karasu’nun, Sivas’ın Zara ilçesinde sağlık alanında yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

19.- Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül’ün, AKP’nin ithalata dayalı tarım politikasına ilişkin açıklaması

20.- Mersin Milletvekili Hacı Özkan’ın, Bilim ve Teknoloji Haftası’na ilişkin açıklaması

21.- Antalya Milletvekili Hasan Subaşı’nın, Vergi Usul Kanunu’nda değişiklik öngören kanun tekliflerinin bekletildiğine ilişkin açıklaması

22.- Konya Milletvekili Abdulkadir Karaduman’ın, İsrail’le normalleşme adımlarının Filistin davasına ihanet olduğuna ilişkin açıklaması

23.- Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’in, Eskişehir Seyitgazi-Afyon yolunda yaşanan ölümlü kazalara ilişkin açıklaması

24.- İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun, Cumhurbaşkanının doktorlara ilişkin sözlerine, akaryakıta gelen yüksek zamlara, ayçiçeği üretiminin yetersiz olduğuna ve vatandaşlarımızın uzun kuyruklarda beklemesinin sebebinin Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ve plansız tarım yönetimi olduğuna ilişkin açıklaması

25.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, Şenyaşar ailesinin başlattığı adalet nöbetinin 1’inci yıl dönümüne, İstanbul Beyoğlu’ndaki 8 Mart kutlamalarına ve sosyal bilgiler kitaplarında Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde hangi tahılların yetiştirildiğini gösteren haritaların gerçekleri yansıtmadığına ilişkin açıklaması

26.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, yüksek enflasyon tehlikesine, tüketicinin mağduriyetine ve Genel Kurul gündemine ilişkin açıklaması

27.- Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal’ın, Antalya Diplomasi Forumu’na ve bütün dünyada yaşanan hiperenflasyon sonucunda vatandaşlarını enflasyona ezdirmemek için Hükûmetin gerekli önlemleri almakta olduğuna ilişkin açıklaması

28.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu Ban’ın İYİ Parti grup önerisi üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

29.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, iktidarı Boğaziçi Üniversitesinden elini çekmeye çağırdığına ilişkin açıklaması

30.- Denizli Milletvekili Yasin Öztürk’ün, betona gelen zam nedeniyle müteahhitlerin yaşadığı mağduriyete ilişkin açıklaması

 

V.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- İYİ Parti Grubunun, Aksaray Milletvekili Ayhan Erel ve arkadaşları tarafından, mutsuz kişi sayısındaki artışın nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 24/1/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- HDP Grubunun, Ağrı Milletvekili Abdullah Koç ve arkadaşları tarafından, yoksulluk ve açlık sınırında yaşanan artışın önlenmesi amacıyla 9/3/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, Sivas Milletvekili Ulaş Karasu ve arkadaşları tarafından, kamudan ihale alan firmaların yaşadığı sorunların araştırılması amacıyla 8/3/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

4.- AK PARTİ Grubunun, bastırılarak dağıtılan 319 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1’inci sırasına alınmasına ve bu kısımda bulunan diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine ve Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü Birleşiminde 316 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölümünde yer alan maddelerin oylamalarının tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine ilişkin önerisi

 

B) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 10/3/2022 Perşembe günü toplanmamasına ilişkin önerisi

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Şentop ve beraberindeki Parlamento heyetinin Pakistan Ulusal Meclisi Başkanı Asad Qaiser’in vaki davetine icabetle Azerbaycan-Pakistan-Türkiye Üçlü Parlamento Başkanları İkinci Toplantısı’na katılmasına ilişkin tezkeresi (3/1881)

 

 

 

 

 

VII.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Teklifleri

1.- Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu ve 24 Milletvekilinin Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4258) ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 319)

2.- Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir ve 36 Milletvekilinin Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4212) ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 316)

9 Mart 2022 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Süreyya Sadi BİLGİÇ

KÂTİP ÜYELER: Rümeysa KADAK (İstanbul), Abdurrahman TUTDERE (Adıyaman)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 65’inci Birleşimini açıyorum.(x)

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce 3 sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşunun 104’üncü yıl dönümü ve İstiklal Marşı’nın kabulü münasebetiyle söz isteyen Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’e aittir.

Buyurun Sayın Aydemir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’in, Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşunun 104’üncü yıl dönümü ve İstiklal Marşı’nın kabulüne ilişkin gündem dışı konuşması

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekillerini hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.

Arkadaşlar, 12 Mart bizim için hususi bir zaman dilimidir ama bu, sadece Erzurum için değil, bütün Türkiye için, bütün Türk milleti için özel bir zaman dilimidir. İki yönüyle özeldir. Bir defa İstiklal Marşı’nın kabulünün 101’inci yılı, bu çok çok önemlidir, bundan dolayı değerlidir. Bir başkası, 12 Mart Erzurum’un şahlanış yıl dönümüdür, “kurtuluş” demiyorum dikkat ederseniz ki bu kavramı kullanmamayı hususen salık veriyorum ben. Şahlanış yıl dönümü eğer olmasaydı ne olurdu? Mefhumumuhalifinden bakmak lazım; olmasaydı 23 Temmuz olmazdı, 23 Temmuz olmasaydı cumhuriyetin temelleri atılamazdı, cumhuriyet belki ihdas edilemezdi, kurulamazdı. Dolayısıyla o gün yaşananlar hepimiz için çok çok değerlidir, çok önemlidir ama o gün o süreçte, o vetirede Erzurum’da yaşanmış olanları da burada kayda geçirmek lazım; neler olmuş, ne tür ızdıraplar yaşanmış, onları mutlaka ama mutlaka burada dercetmek lazım, kayıt altına almak lazım.

Arkadaşlar, size özellikle bir kitaptan bahsetmek istiyorum. “Erzurum’un Kara Günleri” diye kayda alınmış; Erzurumlu Tellibeyzade Hacı Faruk Efendi’nin bizatihi yaşayarak günbegün not aldığı mektuplarını kitap hâline getirmişiz, Dergâh Yayınları’ndan çıkmış. Efendim, burada o vasatta neler yaşamışız hepsini not etmişler. Hususen birtakım isimler, aradan zaman geçince, biraz da böyle insancıl bir tutum alıyormuş pozisyonu alarak o günleri unutturmaya çalışıyorlar, ben yeniden bunları hatırlamamız gerektiğini burada özellikle not düşüyorum.

Nedir arkadaşlar? Bakın, bir müddet önce bu kürsüde bir isimden bahsedildi. Bahsedeni söylemeyeceğim ama o ismi söyleyeceğim arkadaşlar. “Karekin Pastırmacıyan” diye bir isim, Erzurum Milletvekilliği yapmış bu adam. Kim bu? Osmanlı Bankasını basan eşkıyalardan birisi. Osmanlı Bankası 1896 yılında saldırıya uğramış, sonrasında bu adam, 1908’de İkinci Meşrutiyet'ten sonra Erzurum Milletvekili seçilmiş. Yani eşkıyalığı tescilli bir adam milletvekili olabilmiş. Niye? Bağrı geniş bir milletiz arkadaşlar biz, maalesef çok çabuk unutuyoruz olanı biteni; öyle olduğu zaman da ardından işte bu neviden olumsuzluklar yaşanıyor. 25 bin insanın katlinde bu adamın, Pastırmacıyan'ın parmağı var. Öyleyse, yağmurlar yağıp yarıklar örtülmemeli, mutlaka ama mutlaka o yaşanmışlıkları hep sıcak tutmak lazım, hep akılda tutmak lazım. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

İşte o yüzdendir ki arkadaşlar, şunu biz hep söylüyoruz: Erzurum'un kara günlerini başka yerlerde yaşayanlar da oldu; ben biliyorum, Sivas’ta yaşayanlar oldu, efendim, Amasya’da yaşayanlar oldu, yurdumuzun birçok yerinde bunlar yaşandı. Zaman geçince bunları sükût ediyoruz, alttan alıyoruz; yapmamalıyız. Biz de özel aforizmalar var arkadaşlar, derler ki: “Hırsız evden olunca öküz bacadan çıkarmış.” Biz hırsızlara dikkat edelim, içimize sinmişlere dikkat edelim, bugünün nevzuhur Pastırmacıyanlarına dikkat edelim. Etmezsek ne olur? Aynı şeyleri bir daha yaşarız, yaşamamak için mutlaka uyanık olmamız lazım. Hep biliyoruz ki uyuyanlar uyanamadılar. Arkadaşlar, bu millet yaşanmışlıklarıyla bir vatan kurdu. Biz de geleceğe böyle çok mütebariz, çok berrak bir vatan bırakmak için, çok daha şahika, çok daha özel zirvelerde bir vatan bırakabilmek için bu yaşanmışlıkları hep hatırda tutacağız arkadaşlar.

Bakın, size hususi bir not düşmek istiyorum, Erzurum’da bizatihi bana yakın zamanda anlattı Hacı Zeki Karagöz diye bir ağabeyim. Nerede anlattı bunu? Efendim, Karaçoban diye bir ilçemiz var bizim; Erzurum’a en uzak ilçedir, Kürtlerin mukim olduğu bir ilçedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

Buyurun.

İBRAHİM AYDEMİR (Devamla) – Vatanseverlik kıvamı o kadar yüksek ki bunların onları tanıdığınızda, yanlarına gittiğinizde, efendim, yüreğinize sokmak istersiniz. Hacı Zeki Karagöz şunu anlattı, babasından dinlemiş, babası özellikle bu hadiselere muhatap olmuş; babası diyor ki: “Hiçbir günahımız yokken Ermeni çeteleri bizi alıp tandırların içine soktular. Öylesine zulme, öylesine işkenceye muhatap kıldılar ki bizi, yarı canavar hayvanların üzerine gaz döküp ahırlara doldurdukları insanların üzerine saldılar.” Bunları unutmayalım arkadaşlar. Böyle insani hasletlerimiz elbette yüksek olacak, elbette insana saygı duyacağız ama bu kitapsızlıkları unutmayacağız. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

Ben, bu vesileyle, o dönem şehit olmuşlara, toprağa düşen bütün şehitlerimize rahmet diliyorum. Tabii, sonraki zaman diliminde de vatan için can verenlere yüreğimizi açtığımızı, inşallah cennette mülaki olmayı niyazla hepinize saygı sunuyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gündem dışı ikinci söz, Uşak’ın sorunları hakkında söz isteyen Uşak Milletvekili Özkan Yalım’a aittir.

Buyurun Sayın Yalım. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Uşak Milletvekili Özkan Yalım’ın, Uşak’ın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Değerli çalışma arkadaşlarıma ve de bizi izleyen tüm vatandaşlarımıza saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, sadece bir yıl geriye dönmek istiyorum. Biliyorsunuz, Mart 2021’de motorin 6,80 TL’ydi ama bugün itibarıyla motorin yani mazot 22,91 TL. Bugün akşam tekrar bir zam daha geliyor, yarın 25,19 TL. Değerli arkadaşlarım, tüm vatandaşlarımız; gördüğünüz gibi bir yılda 4 kat artan motorin, mazot fiyatları var. Peki, mazot fiyatlarından kimler özellikle, ciddi anlamda zarar görüyor? Tabii ki tüm vatandaşlarımız ama özellikle de piyasada çalışan, hizmet sektöründe çalışan değerli firma sahipleri veya şoför kardeşlerimiz. Ben tekrar söylüyorum: Bir yılda 4 kat artan, tam tamına 22,91 TL’ye gelen, 6,80 TL’den 22,91 TL’ye gelen motorin fiyatlarını özellikle gündeme getirmek istiyorum.

Biliyorsunuz, Ukrayna-Rusya savaşı var. Hükûmet diyecek ki, burada Grup Başkan Vekili Mahir Bey diyecek ki: “Savaş var, bundan dolayı motorin fiyatları artıyor.” Doğru ama bakın, Mahir Bey, önümüzdeki süreçte özellikle bu savaşın etkisiyle… Özellikle, tarlaya destek veriyorsunuz -çiftçimizi tembelleştiren- ürüne destek vermediğinizden dolayı çiftçi ekip biçmiyor. Onun için, bakın, bu traktörün kullandığı motorini ÖTV’siz, KDV’siz… Avrupa’da buna “kırmızı mazot” deniliyor; gelin, kırmızı mazot verelim. Bu traktörün bir deposu 1.500 TL’ye doluyor. 1.500 TL’ye dolduğu zaman bu çiftçi bu traktörünü dolduramıyor, böylelikle ne ekebiliyor ne de ürün kaldırabilecek. Önümüzdeki yaz çok şeylere gebe. Bakın, ekmek bugün şehrine göre 2,5-3,5 TL ama ekmeğin 10 TL, 15 TL olacağını görüyoruz. Onun için, gelin, çiftçiye, özellikle de çiftçinin kullandığı motorine destek verin, böylelikle tüm Türkiye’deki çiftçilerimiz bütün arazilerini ekip biçebilsin ama 25 TL mazotla kesinlikle çiftçimiz bu traktörü kullanamayacak. Onun için de bu traktörü kullanamıyor ve de ben bu traktörü çiftçi kullanamadığından dolayı gördüğünüz gibi yan yatırıyorum.

Evet, gelelim hepinizin hizmet sektörü… Gerçi İstanbul’daki taksiciyi, İstanbul’daki vatandaşı siz sevmiyorsunuz, onları UKOME’de her zaman reddettiriyorsunuz, yeterli taksi yok ama bunun yanında da taksici kan ağlıyor. Arkadaşlar, taksici, bugün, inanın, taksimetre fiyatlarıyla kendi kontağını çeviremiyor, zarar ediyor; kısa mesafeye artık dua eder oldu kısa mesafe gelsin diye çünkü kısa mesafeden belki bir üç beş kuruş kazanıyor ama uzun mesafeden taksici şu anda zarar ediyor.

Aynı şekilde, bakın, bu da vatandaşımızın kullandığı bir otomobil. Siz Doğan görünümlü bir Şahin’i bile bir vatandaşa çok gördünüz. Gerçekten, Doğan görünümlü Şahin’in bile bugün bir deposu 1.500 TL’ye doluyor, onun için vatandaşımız akaryakıt -ne bezin ne motorin ne gaz- alamıyor.

Aynı şekilde, bakın, şehirler arası dolmuşçular, otobüsçüler… Bu otobüs firmaları bugün kontak kapattılar çünkü otobüs firmaları bugün 22 TL’ye dayanan -yarın 25 TL olacak- bu motorinle bu otobüsü yola gönderemiyorlar çünkü sattıkları bilet fiyatıyla bu işten zarar ediyorlar. Biz demiyoruz ki vatandaşın biletinin fiyatını yükseltelim; hayır, Sayın Mahir Ünal, gelin, profesyonel anlamda kullanılan, 12 ton ve üzeri bütün araçlardaki ÖTV’yi ve KDV’yi kaldırın, “ACCSİZE” mazot desteğini getirin Avrupa’daki gibi, hem taksicimiz hem minibüsçümüz hem otobüsçümüz hem de kamyoncumuz bu işten ekmek parası kazanabilsin. Yoksa evde içtiğiniz suyu, oturduğunuz koltuğu, üzerinize giydiğiniz ceketi getirecek olan ne kamyoncu bulabileceksiniz ne de sevdiklerinizi evinden evine veya şehirden şehre götürecek olan otobüsçü bulabileceksiniz.

Aynı şekilde, şehir içinde çalışan halk otobüsleri… Değerli arkadaşlar, bu halk otobüslerini kullanan vatandaşlarımız, onları çalıştıran firma sahipleri veya şahıs firmaları zarar ediyor. Bu motorin ücretleriyle bu minibüsler dönmüyor, çalışamıyorlar; gerçekten de bu işi yapamaz hâle geldiler. Yakında bunların hepsi tek tek kontak kapatmaya gidecekler. Bu destekleri vermezseniz başınıza gelecekleri şimdiden siz düşünün.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZKAN YALIM (Devamla) – Sayın Başkanım, bir dakika daha sizden rica edeceğim.

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

Buyurun.

ÖZKAN YALIM (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bunun yanında, en önemli varlıklarımız olan çocuklarımız… Tabii ki taşımalı eğitim gören çocuklarımızı götüren, taşıma sektöründe kullanılan minibüsler var. Taşımada kullanılan, çocuklarımızı taşıyan bu minibüslerin sahipleri veya firma sahipleri, inanın, geçen yıl 6 TL’ye sözleşme yapıyorlar, bu yıl mazot oldu 25 TL. Sadece vermiş olduğunuz zam, geçen yılın, 2021 yılının son dört ayına yüzde 10. Siz diyorsunuz ki: “Yüzde 10 zamla döndür bu işi.” Döndüremez. Gelen mazot farkı yüzde 400, 4 kat mazot zammı geliyor ama siz yüzde 400 yerine yüzde 10 zam veriyorsunuz. Onun için, bu öğrenci taşıyıcı firma sahipleri de bu işi yapamaz hâle geldiler, çocuklarımızı taşıyamayacaklar, kesinlikle bunu da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Gelin, bu vatandaşlarımıza desteği verin, hem taksicimize hem minibüsçümüze hem traktörcümüze, çiftçimize gereken desteği verin diyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gündem dışı üçüncü söz, Adana’nın sorunları hakkında söz isteyen Adana Milletvekili Sayın Kemal Peköz’e aittir.

Buyurun Sayın Peköz. (HDP sıralarından alkışlar)

3.- Adana Milletvekili Kemal Peköz’ün, Adana’nın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adana’nın sorunlarıyla ilgili söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, mücadelemizin öncü dinamik gücü olan kadın arkadaşlarımızı saygıyla ve sevgiyle selamlamak istiyorum.

Adana’da Taksiciler Derneği iki gündür siyah kurdeleyle çalışmalarını sürdürüyor. Ekim ayında 8 lira olan yakıt şimdi 23 liralara dayandı; bu şekilde hayatlarını kurtaramayacaklarını, evlerine ekmek götüremeyeceklerini ve seslerini iktidara duyurmak için siyah kurdele takarak dolaşıyorlar, çalışıyorlar, bunu da bildirmek istedim.

Adana’nın çokça sorunu var; hava kirliliği, işsizlik, havalimanının durumu, metro, tarım, mevsimlik işçilerin durumu, kentsel dönüşüm gibi birçok sorunu var. İTÜ Meteoroloji Bölümünün yaptığı araştırmaya göre, pandeminin başladığı yılda bir önceki yıla göre bütün illerde hava kirliliğinde aşağı yukarı yüzde 8 civarında azalma yaşanmış olmasına rağmen, Adana yüzde 21 artışla en kirli illerden bir tanesi olmuştur. Yani üç günlük ortalama aldığınız zaman iki günü orta kararda, bir günü mutlaka kötü durumda.

Adana'da işsizlik de yine geniş boyutlarda. Adana’da 20 kişiden fazla insan çalıştıran yerlerde çalışan insanların sayısı 151 bin; bunların 114 bini erkeklerden, 37 bini de kadınlardan oluşuyor. Son bir yıl içerisinde işlerini sorduğunuz Adanalıların yaklaşık olarak yüzde 59,8’i işlerinin ya kötü olduğunu ya da çok kötü olduğunu ifade ediyor.

Adana'nın bir tane havalimanı var, biliyorsunuz, şehir içerisinde. Dünyadaki 41.820 havalimanından bir tanesi olup başta geliyor yani 1’inciliği kimseye kaptırmıyor ve şehir içerisinde. Bunun şehir dışına alınması söz konusu. Bunun şehir dışına alınması Adana'da yaşayan insanlar için ciddi sorunlar yaratacaktır ve ikinci bir Atatürk Havalimanı olayıyla karşı karşıya kalmış olacağız. Onun için, bu havaalanının kapatılmaması gerektiğini düşünüyoruz.

Yine, bir atık ithali söz konusu. Çin'in atık ithalinden sonra, Türkiye, Avrupa'dan, özellikle İngiltere'den atık ithal etmeye başladı ve Mayıs 2021’de atıkla ilgili kısıtlama getirilmiş olmasına rağmen temmuzda 484 ton olan atık miktarı kasım ayında 4.126 tona yani yaklaşık olarak 10 katına çıkmıştır; bu da çok ciddi bir sorun. Çünkü o atıklar meydanlarda yakılıyor ve onlar kansere, çocukların hormonlarındaki bağışıklık sisteminin bozulmasına, benzeri şeylere neden oluyor, onun için problem oluyor.

Adana'nın bir metrosu var 13,5 kilometreden oluşan ama aksının yanlış seçilmiş olması ve çok pahalı bir fiyata yapılmış olması nedeniyle hem ulaşımda yeteri kadar kullanılamıyor hem de her sene sadece faizleri ödenebiliyor, anapara borcu devam ediyor ve belediyenin üzerinde bu çok büyük bir yüktür. Buna Ulaştırma Bakanlığının mutlaka bir çözüm bulması -yeni bir metro inşaatı için programa alınmayan proje için de programa alınması ve 2022 programına alınamıyorsa bile 2023 programına mutlaka alınması- ve insanların ulaşıma kolay erişebilmelerinin sağlanması gerekiyor.

Yine, Adana’da tarım çok ciddi bir sorun, tarım alanlarında çok ciddi azalma var, 2004’te 551 bin hektar olan ekilebilir alan 2020 yılında 397 bin hektara düşmüş durumda. Dolayısıyla da insanlar tarım yapmaktan yavaş yavaş vazgeçiyorlar çünkü tarıma, Tarım Kanunu gereği verilmesi gereken 78 milyar lira yerine 25 milyar 834 milyon lira para ayrılmış durumda. Bununla insanlar tarım yapamıyorlar ve gerekli yatırımı yapamadıkları için, ürünlerini, daha doğrusu girdilerini kullanamadıkları için de yavaş yavaş tarımdan vazgeçiyorlar. Tarımda çalışan nüfusun yaş ortalaması her gün biraz daha büyüyor ve şu anda 56 yaş civarında, yakın bir zamanda bu, 60-65’e çıkacaktır çünkü gençler geleceklerini tarımda arayamıyorlar.

Yine, mevsimlik tarım işçileri Adana’da çok yoğun olarak bulunuyor. Bu tarım işçileri son derece kötü koşullarda yaşıyorlar. “Taşı eksen yetişir.” denen Adana’da bu insanlar tarım yapmaya çalışırken ancak çadırlarda yaşamaya devam ediyorlar, suya erişemiyorlar, temizliğe erişemiyorlar, tuvalet ihtiyaçlarını doğru dürüst karşılayamıyorlar ve aynı zamanda ısınma problemleriyle; kışın ısınma, yazın ise sıcak problemiyle karşı karşıya kalıyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

KEMAL PEKÖZ (Devamla) – Van'dan Adana'ya göç etmiş ve tarım alanlarında çalışıyor, çadırlarda yaşıyor olmalarına rağmen bunlar, zaman içerisinde çadırlarda yerleşik hâle gelmiş durumdalar. 17 yaşındaki Perişan isimli genç şöyle diyor: “Geçim sorunundan dolayı Adana'ya geldik ancak ben okumak istedim fakat çalışmam nedeniyle -hayatımı kazanmak için- okuyamıyorum. Günde 150 lira kazanıyoruz; 11 kişilik bir aileyiz, 3 kişi çalışıyor ve dolayısıyla elektrik faturasını bile ödemekte zorlanıyoruz. Klimayı açamıyoruz, her gün elektriğe zam geliyor, bu ay 400 lira geldi, biz bunu ödeyemeyiz. Hiçbir şey alamıyoruz ve yoksullukla baş başa kaldığımızı ifade etmek istiyorum.”

Yine Adana'nın kentsel dönüşüm problemi var. Kuzey Adana ile güney Adana arasında çok ciddi bir problem var. Yıllardır kentsel dönüşümden söz edilmiş olmasına rağmen şu anda güney Adana'da kentsel dönüşüm sağlanamamış ve insanlar çok kötü koşullarda yaşamaya devam ediyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEMAL PEKÖZ (Devamla) – Bir yandan hava kirliliği bir yandan ulaşıma ulaşamama gibi sorunlar yaşıyorlar.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, sisteme giren ilk 20 milletvekiline yerlerinden birer dakika süreyle söz vereceğim.

Sayın Çelebi, buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi’nin, araştırma görevlilerinin özlük haklarına ilişkin açıklaması

MEHMET ALİ ÇELEBİ (İzmir) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Araştırma görevlileri için iki farklı statü vardır, kadroları Yükseköğretim Kanunu’nun 33/a ve 50/d maddelerine göre ihdas edilmektedir. 33/a’lılar emekli olana kadar araştırma görevlisi olarak kalabiliyor, 50/d’liler doktora öğrencilikleri bitince işten atılıyorlar. Bir unvan, iki statü; birisi güvenceli, diğerine taşeron muamelesi. 35’li yaşlarında doktorayı bitirmiş bir araştırma görevlisinin tezini savunduğu gün iş akdine son vermek özenle bakıp büyüttüğünüz ağacı tam meyve verecekken kesmek değil midir? Araştırma görevlilerinin aynı özlük haklarına sahip olmaları gerektiği düşüncesiyle, iş güvencesi ve bilimsel akademik özgürlüğün sağlanması adına tüm araştırma görevlisi kadrolarının acilen 33/a maddesine göre düzenlenmesi veya başarıya endeksli sürekli sözleşme yenilenmesi gerekir diyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Sayın Aydın…

2.- Bursa Milletvekili Erkan Aydın’ın, zeytinliklerin imara ve madencilere açılmasına ilişkin açıklaması

ERKAN AYDIN (Bursa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tarımda dışa bağımlılığımızın faturasını ağır ödüyoruz. Ayçiçeğini dışarıdan alıyoruz, buğdayı dışarıdan alıyoruz; bereketli Anadolu topraklarını da madencilere terk ediyoruz. Malumunuz, 1 Martta bir genelgeyle zeytinliklerin madencilere açılmasının önü açıldı ve milyonlarca zeytin ağacı şu anda risk altında, tehditte. Bu konuyla ilgili yeni atanan Tarım ve Orman Bakanı da 2009 yılında, yine, zeytinliklerin imara ve madencilere açılmasıyla ilgili bir kanun teklifi vermiş yani umudumuz artık bu Bakandan da pek fazla yok. Kendisinin ilk imzacı olduğu 2009 yılındaki kanun teklifi de o zamanki zeytinliklerin imara ve madencilere açılmasını içeriyor ancak bu mücadeleyi sürdüreceğiz; zeytinliklerimizi, geleceğimizi, yeşilimizi, doğamızı bu talana, bu ranta kurban etmemek için bütün 84 milyon halkımızla mücadele edeceğiz.

BAŞKAN - Sayın Kayışoğlu…

3.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, çiftçilere verilen desteğin yetersizliğine ilişkin açıklaması

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Teşekkür ediyorum.

Ayçiçeği ekimi önümüzdeki ay başlıyor. İktidar 2022 yılı için ton başına 300 lira destek açıkladı. Bursa Yenişehir Ziraat Odası Başkanı Sadi Aktaş bunun yeterli olmadığını söylüyor, “Ton başına 600 lira destek ve ton başına 9.500 lira avans verilse dağ taş ayçiçeği olurdu.” diyor. Türkiye'de uygulanan tarım politikalarının çiftçiyi mutsuz ettiğini, önümüzdeki süreçte sebzede de benzer sorunların gündeme gelebileceğini ifade ediyor. Örneğin geçen yıl karpuz fidesi 65 kuruş iken bu yıl 1,70 lira; çekirdeksiz karpuzun fidesi 6,50 lira. Biberin 1 dönümü için çiftçi 5 bin lira harcıyor; işçilik ve diğer giderler eklendiği zaman 1 dönüm biber için 25 bin lira harcama yapılıyor. Çiftçinin kazanabilmesi için 1 dönüm biberden 40 bin lira kazanması gerekir, bunun tüketiciye yansımasını varın siz düşünün.

Yine mazot desteğinin yetersiz olduğu, mazota bir yıl için verilen desteğin 1 dönümü sürmeye yetmediğini söylüyor, bu sese kulak verin artık diyorum.

BAŞKAN – Sayın Taşkın…

4.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, ayçiçeği yağı üzerinden stokçuluk ve spekülasyon yapıldığına ilişkin açıklaması

ALİ CUMHUR TAŞKIN (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Son günlerde ayçiçeği yağı üzerinden Türk ekonomisini hedef almaya çalışan stokçular bir kez daha yakayı ele verdi. Stokçuluk ve spekülasyon yaparak haksız kazancına kazanç eklemek en hafif tabirle ahlaksızlıktır. Yapılmak istenen yapay, planlı bir vurgundur. Yaşanan panik ve kaos havasının amacı, insanları korkutmak, bunun üzerinden para kazanmak ve siyasi rant elde etmektir. Muhalif medyada da bu görüntülerin özellikle servis edilmesi, kriz varmış gibi lanse edilmesi tamamen planlıdır. Daha önce yapamadıklarını, 2022’de gıda üzerinden, ekonomi üzerinden yapmaya çalışıyorlar. Herkesin bildiği gibi Türkiye’de ayçiçeği yağı sorunu yoktur.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderliğinde AK PARTİ iktidarı olarak milletimizin daima hizmetindeyiz diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Şahin…

5.- Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin’in, Cumhurbaşkanının hekimlere yönelik sözlerine ilişkin açıklaması

FİKRET ŞAHİN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biri değerli hekimlerimiz için “Giderlerse gitsinler.” derken Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” diyerek hekimlere ve eğitime verdiği değeri ne güzel göstermiş. Örnek alınması gereken bir tutum, tabii anlayana.

Bakın, “Giderlerse gitsinler.” dediğiniz hekimlerimiz tarihimizde nasıl yer almış: 1915 Çanakkale Savaşı’na katılan 765 Tıbbiyeliden 346’sı şehit oldu. 1918’de İstanbul işgaline karşı çıktılar, İstanbul Tıp Fakültesine Türk bayrağı asarken İngilizler tarafından vuruldular. 1919’da Bandırma Vapuru’nda Mustafa Kemal’in 22 kişilik kurmay heyetinin içinde 3 Tıbbiyeli hekim vardı ve “Manda kabul edilemez.” diyerek Anadolu’nun düşman işgaline karşı duranlar yine Tıbbiyelilerdi. Hekimler, Kuvayıtıbbiye olarak bu ülkenin kurtuluşunda görev aldılar, birilerinin demesiyle bir yere gitmezler.

BAŞKAN – Sayın Sümer…

6.- Adana Milletvekili Orhan Sümer’in, Adana’nın Yüreğir ilçesinin sorunlarına ilişkin açıklaması

ORHAN SÜMER (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Adana Yüreğir ilçemizin Doğankent, Solaklı ve Yunusoğlu bölgelerinde vatandaşlarımızın acilen çözüm bekleyen sorunları bulunuyor. Bölgemiz, artan nüfusuna rağmen yatırımlardan gerekli payı alamıyor. Bölgede artan kalp krizi ve diğer acil vakalardan ölüm oranı çok yüksek, insanlar hastaneye yetişemiyor. İhtiyaç duyulan tam teşekküllü hastane olmadığı gibi, yıllardır sözü verilen Karşıyaka devlet hastanesinin de yapımına başlanmadı. Yerleşim yeri içerisinden geçen drenaj kanalları özellikle çocuklar için büyük risk oluşturuyor. Yine, gençlerde uyuşturucu kullanımının artmasının önüne geçecek önlemlerin alınması gerekiyor. Suriyeli sığınmacıların kontrolsüz bir biçimde bölgeye yerleştirilmesi bölgenin demografik yapısını bozuyor. Elektrik kesintilerine bir türlü çare bulunamıyor, vatandaş çok mağdur durumda. Yanlış ve üreticiyi desteklemeyen tarım politikaları bölgede hayvancılığı bitirme noktasına getirirken ürünlerin de tarlada kalmasına neden oluyor. Adanalı hemşehrilerimiz iktidardan bu dertlerine çözüm üretmesini, ilgili bakanlıkların bir an önce devreye girmesini talep ediyor. Artık saraydan değil, sokağın sesinden…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yılmaz…

7.- Düzce Milletvekili Ümit Yılmaz’ın, stokçulara verilen cezaların artırılması gerektiğine ilişkin açıklaması

ÜMİT YILMAZ (Düzce) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Pandeminin son dönemlerine geldiğimiz bugünlerde Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesi sonucunda yaşanan savaş tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tarım girdilerinde ve gıda fiyatlarında artış yaşanmasına neden olmaktadır. Ayrıca, yaşanan savaşla beraber petrolün varili 130 dolara gelmiş, bu durum lojistik fiyatlarında artışa, lojistik fiyatlarındaki artış da gıda fiyatlarının daha da fazla yukarı gitmesine sebep olmuştur. Dünyada bunlar yaşanırken sosyal medya hesaplarından yapılan yalan yanlış paylaşımlarla paniğe sevk edilen halk raflara hücum etmiş, toplumu rahatsız eden görüntüler ekranlara yansımıştır. Bu durumu fırsat bilen bazı çevreler stokçuluk yaparak gıda fiyatlarının anormal şekilde yükselmesine neden olmaktadır. Vatandaşlarımızın devletten beklentisi perakende yasasında düzenleme yapılarak stokçulara verilen cezaların artırılması.

BAŞKAN – Sayın Önal…

8.- Kırıkkale Milletvekili Ahmet Önal’ın, akaryakıta gelen zamlar nedeniyle şoför esnafının yaşadığı mağduriyete ilişkin açıklaması

AHMET ÖNAL (Kırıkkale) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Son günlerde akaryakıt ürünlerine gelen zamlar taksici, minibüsçü, servisçi, nakliyeci esnafımıza nefes aldırmıyor. Son altı ayda benzine yüzde 166, motorine yüzde 235, LPG'ye yüzde 300 zam geldi. Geçen yıl ocak ayında 396 TL'ye dolan araç deposu bugün 822 liraya doluyor. Esnaf, vatandaş akaryakıt zamlarına feryat ediyor, duyan yok. Gelen zamlar karşısında esnafımız işini bırakma noktasına geldi. Artık, minibüsçü, taksici, servisçi, nakliyeci esnafımız yolcu ya da yük yerine dert taşıyor. Esnafımız “Bittik, tükendik, geçinemiyoruz.” diyor; duyan yok. Devletten milyarlarca lira değerinde kamu ihalesi alıp vergi vermeyenlere sağladığınız imkânları biraz da üreten, çalışan, emek veren bu insanlara sağlamalısınız. Her fırsatta zam yaparak görmezden geldiğiniz, ekonomik krizden en çok etkilenen bu sektörün içerisinde bulunduğu ekonomik zorluklardan kurtulmaları için acilen adım atın; aksi hâlde, çoluğunun çocuğunun rızkını kazanmaya çalışan bu esnafımız işini kaybedecek diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Girgin…

9.- Muğla Milletvekili Süleyman Girgin’in, Cumhurbaşkanının hekimlere yönelik sözlerine ilişkin açıklaması

SÜLEYMAN GİRGİN (Muğla) – Teşekkürler Sayın Başkan.

14 Mart Tıp Bayramı'na beş gün kala doktorlarımıza yönelik “Varsın, gidiyorlarsa gitsinler.” açıklamasını kınıyorum. Sağlık sistemini çökertmenizin sorumluluğundan doktorları düşmanlaştırarak kaçamayacaksınız. Hastaları müşteri, doktorları tüccar, hastaneleri ticarethane olarak gören zihniyet, bir de “Bu devlet sizi okuttu.” demiş. Bakın, emekli bir taksici ne diyor: “Çocuklarımı kimse bedava okutmadı. Onları doktor yapmak için maaş yetmedi; pazarda maydanoz sattım, sanayide ve inşaatlarda amelelik yaptım, saat beşte mesaiden çıktım, gece saat yirmi dörde kadar şoförlük yaptım; bu şekilde okuttum.” Anne ve babaların emeklerini yok sayan bu anlayış bilsin ki bu devir bittiğinde kimsenin yüzüne bakamayacak. Nasıl ki bu diyar “Doktorları ağaca bağlayın da kaçmasın.” diyenlere mülk olmadıysa size de mülk olmayacak. Emeğe saygı duyun. Doktorlar kalacak, siz gideceksiniz. “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” diyen Atatürk’ün ruhu şad olsun.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Gaytancıoğlu…

10.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, akaryakıta gelen zamlar nedeniyle şoför esnafının yaşadığı mağduriyete ilişkin açıklaması

OKAN GAYTANCIOĞLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

AKP’den haber olarak günlük akaryakıt zamlarını duyuyoruz. Bu sıklıkla verdiğiniz haberler artık vatandaşı perişan ediyor; zam haberlerinize biraz ara verin diyorum. Verdiğiniz haberler şoför esnafını batırdı; kamyoncular, taksiciler, servisçiler, minibüsçüler, şehirler arası yolcu taşıyanlar, özel halk otobüsü çalışanları battı. Yedek parça, lastik fiyatları uçtu, alabilene aşk olsun. Şoför esnafı bu zamların altından kalkamaz, vatandaşı taşıyamaz. Esnafımız sabahtan akşama çalışıyor ama evine ekmek götüremiyor. Kamyoncu binlerce kilometre direksiyon sallıyor, eli boş. Halk otobüslerine, ücretsiz taşıdıkları vatandaşlarımız için yapmanız gereken ödemeleri zamanında ve yeterli miktarda yapmıyorsunuz. Bizim belediyelerimiz bütün gücüyle halka destek olmak için halkımızı zararına taşıyor ama halk otobüsü, minibüs esnafı ne yapsın? Bu zamlara nasıl dayansın? AKP sayesinde, vatandaşımız lüks araçlara binemiyorum diye üzülmüyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şimşek…

11.- Mersin Milletvekili Baki Şimşek’in, Ukrayna’dan tahliye edilen öğrencilerin Türkiye’deki okullara nakline ilişkin açıklaması

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Rusya-Ukrayna savaşından dolayı orada mahsur kalan vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu Dışişlerimizin ve personellerinin yoğun gayretleri sonucu ülkemize dönmüştür. 13 bine yakın vatandaşımızın tahliyesi tamamlanmıştır, bunların çoğunluğu öğrencidir. Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK'ce, bu öğrencilerimizin mağdur olmaması adına Türkiye'de denkliği olan ve eşdeğer puanlara yakın olan okullara bunların nakillerinin yapılarak bu öğrencilerin sene kaybı önlenmeli, bu gençlerimizin umutsuzluğa kapılmalarının önüne geçilmelidir. Bu konuda mutlaka bir çalışma yapılmasını, öğrencilerimizin eğitimlerine en az yaz ayı itibarıyla başlamasını, devam etmesini talep ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Arkaz…

12.- İstanbul Milletvekili Hayati Arkaz’ın, 8-14 Mart Dünya Glokom Haftası’na ve Dünya Tuza Dikkat Haftası’na ilişkin açıklaması

HAYATİ ARKAZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

8–14 Mart Dünya Glokom Haftası vesilesiyle vatandaşlarımıza glokomun ciddiyetini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Halk arasında “göz tansiyonu” ya da “karasu” adlarıyla bilinen glokom orta yaş üzerinde her 40 kişiden 1’inde görülür ve hastalığın ortaya çıktığı 10 kişiden 1’inde kalıcı körlüğe neden olabilir.

Ayrıca, Dünya Tuza Dikkat Haftası vesilesiyle obezitenin sebeplerinden biri olan fazla tuz tüketimine dikkat çekmek istiyorum. Aşırı tuz tüketimi kalp ve böbrek hastalıkları, hipertansiyon, osteoporoz, obezite ve bazı kanser türlerinin oluşumuna neden olmaktadır. Tuz tüketimi günlük 5 gramı geçmemelidir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ok.

13.- Balıkesir Milletvekili İsmail Ok’un, çiftçilere verilmesi gereken teşviklere ilişkin açıklaması

İSMAİL OK (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Girdi maliyetlerindeki artış, tarım alanlarının hızla azalması, kimyasal gübre ve aşırı ilaç kullanılması, ithalatın her geçen gün artması gibi daha birçok nedenle çiftçilerimiz üretim yapamaz hâle gelmiştir. Çiftçilerimizin tekrar üretim yapabilmesi için başta akaryakıt olmak üzere, gübre ve yemde sübvanse yapılmalıdır.

Ayrıca, kimyasal gübre ve zehirli ilaçlar yerine organik tarım desteklenerek teşvikler hızla artırılmalıdır.

Yine, küçük işletmeler ve gıda imalathanelerinde çevre dostu alternatif enerji kaynaklarına yatırım teşvik edilerek, destekler artırılarak maliyetler aşağıya çekilmelidir. Gıda, stratejik bir üründür. Dolayısıyla, ithalata ayrılacak olan kaynaklar Türk çiftçisinin ve köylüsünün üretimini arttırmak için kullanılmalı ve bu, ivedilikle hayata geçirilmelidir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Gültekin…

14.- Niğde Milletvekili Selim Gültekin’in, Niğde’ye yapılan yatırımlara ilişkin açıklaması

SELİM GÜLTEKİN (Niğde) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, Niğde’mize eserler kazandırmaya, hizmetler üretmeye hız kesmeden devam ediyoruz. 31 Martta ihale edeceğimiz Andaval Demir Yolu Yükleme Merkezimizle hem şehir içi trafiği rahatlatacak hem de yük taşınmasının daha modern ve daha yüksek kapasiteli yapılmasını sağlayacağız, böylece, Niğde'mizin ticaret hacminin artışına önemli bir katkı sunacağız.

Niğde Ömer Halisdemir Eğitim ve Araştırma Hastanemizde yeni hizmete açtığımız kemoterapi, kanser tedavi ünitemizle, artık hastalarımız il dışına gitmeden devam eden kür tedavilerini hastanemizde alabileceklerdir. Yakın zamanda hastane kadromuza katacağımız onkoloji uzmanlarımızın eklenmesiyle de yeni tanı alan kanser hastaları, ilk tanıdan itibaren tedavi, takip süreçlerini hastanemizde yapabileceklerdir.

Yine, Sayın Cumhurbaşkanımızın imzasıyla dört yıllık fakülte statüsüne dönüştürdüğümüz Zübeyde Hanım Sağlık Bilimleri Fakültemizle üniversitemizi geliştirmeye, büyütmeye ve geleceğin sağlıkçılarını Niğde'mizde yetiştirmeye devam edeceğiz diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Ataş…

15.- Kayseri Milletvekili Dursun Ataş’ın, kamudaki engelli kotasına ilişkin açıklaması

DURSUN ATAŞ (Kayseri) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Engelli vatandaşlarımız, Engelli Kamu Personeli Sınavı’ndan yeterli puanı alsa bile atanamamaktadır. Bunun en temel nedeni engelliler için belirlenen zorunlu kontenjan sayısından daha az kadro ilanı açılması ve iki sınav arası yapılan 3 atama sayısının 2’ye düşürülmesidir. Yaklaşık olarak 200 bin engelli aday atanmayı ve bir iş bulmayı beklerken engelliler için sadece 2.005 kişilik kadro açılmıştır. Sadece kamuda 8 bin kontenjan açığı varken bunun dörtte 1’i kadar alım yapılması kanunun açıkça ihlalidir. Bu nedenle, yıllardır atama bekleyen yüz binlerce engelli vatandaşımız mart ayı içerisinde en az 5.600 ek atama yapılmasını ve kamudaki engelli kotasının yüzde 6’ya çıkarılmasını istemektedir. Bu talepleri yerine getirilmeli, engelli vatandaşlarımızın önüne yeni bir engel daha konulmamalıdır diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Erbay…

16.- Muğla Milletvekili Burak Erbay’ın, yanlış tarım politikalarına ve çiftçilerin desteklenmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

BURAK ERBAY (Muğla) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Üst üste gelen zamlar yurttaşlarımızı açlığa ve yoksulluğa mahkûm etmiştir; bu tablonun sebebi AKP'nin yıllardır uyguladığı yanlış tarım politikalarıdır. Rusya-Ukrayna savaşı tarımsal üretimde bağımsızlığın ve kendi kendine yeterli olmanın önemini bir kez daha göstermiştir. İthalata dayalı tarım politikasının sonucu kıtlıktır, bu da ülkemizin bağımsızlığının tehlikeye girmesi anlamına gelir.

TÜİK'e göre son bir yılda kırmızı mercimeğin fiyatı yüzde 58, arpanın yüzde 47, tahıllar ve buğdayın fiyatı ise yüzde 35 oranında artmıştır. Çözüm, temel gıda maddelerinde KDV'yi yüzde 1’e indirmek değil çiftçimizi desteklemektir. Mazot, gübre, tohum, ilaç gibi temel girdi maliyetlerinde ÖTV’nin kaldırılması ve KDV'nin düşürülmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiğim kanun teklifi yaklaşık bir yıldır raflarda beklemektedir. Bu konuda samimiyseniz derhâl bu kanun teklifini işleme alalım, girdi maliyetlerini düşürelim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sami Çakır…

17.- Kocaeli Milletvekili Sami Çakır’ın, İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümüne ilişkin açıklaması

SAMİ ÇAKIR (Kocaeli) – Sayın Başkan, Kurtuluş Savaşı'nın başlarında millî bir ruh oluşturmayı teminen Maarif Vekâletince bir güfte yarışması düzenlenmiş, söz konusu yarışmaya katılan 724 şiirden hiçbiri millî marş olmaya layık görülmemiştir. Zorla ikna edilen Mehmet Akif'in Taceddin Dergâhı'nda istiklalin, istikbalin ve milletin ruh duygularını şaha kaldıracak özellikte ve güzellikte kaleme aldığı şiir Türkiye Büyük Millet Meclisinin 12 Mart 1921 oturumunda heyecanla dinlenmiş, coşkuyla kabul edilmiştir. Milletin geçmişi ile geleceği arasında muazzam bir kurguyla kaleme alınan şiir, şairin duygu dünyasıyla o günün mücadele aşkını mısralara işlemiş, yarınların özgürlük meşalesini yakmıştır. Akif'in “İstiklal Marşı’nı milletime hediye ettim; o, milletin öz malı ve eseridir.” ifadesindeki alicenaplığı unutmadan duasında dediği gibi “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Karasu…

18.- Sivas Milletvekili Ulaş Karasu’nun, Sivas’ın Zara ilçesinde sağlık alanında yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

ULAŞ KARASU (Sivas) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sivas’ta sağlık alanında yaşanan sorunlar tüm uyarılarımıza rağmen devam ediyor. Zara ilçemizde bulunan Devlet Hastanesi her geçen gün atıl duruma gelmekte, vatandaşlarımıza hizmet sunamamaktadır. Önceki yıllarda Zara Devlet Hastanesinde hizmet veren çocuk, genel cerrahi, kadın doğum, diyetisyen gibi bölümler doktor bulunmadığından artık ilçede hizmet verememektedir. Tedavi hakkından faydalanan vatandaş sayımız da on yılda dibe inmiştir. 2012 yılı kış döneminde 500 hastanın tedavi gördüğü Zara’da bu yıl sadece 100 hasta tedavi görebilmiştir. Vatandaşlarımız çok basit tedaviler için dahi komşu ilçelere veya merkeze gitmek zorunda kalmaktadır. Buradan “Sivas sağlıkta çağ atladı.” diyenleri Zara’da yaşanan mağduriyete çözüm üretmeye, Sağlık Bakanlığını konuyla ilgili acilen adım atmaya davet ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bülbül…

19.- Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül’ün, AKP’nin ithalata dayalı tarım politikasına ilişkin açıklaması

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

AKP iktidarının yarattığı ekonomik kriz ve bununla birlikte Rusya ile Ukrayna arasında başlayan sıcak savaşın faturası yine vatandaşa çıkıyor. AKP’nin ithalata dayalı tarım politikası, üreticiyi ve tüketiciyi mağdur etmiştir. Toprak Mahsulleri Ofisinin yaptığı ihalede resmen fiyat rekoru kırılmıştır; 285 bin ton buğday, 408 ile 451 dolar arasında değişen fiyatla satın alındı. Yine TMO’nun haziran ihalesinde bu fiyat 262 dolardı. Böylece sezon başında ortalama 262 dolar olan ithal buğdayın tonu 451 dolara yani yaklaşık 2 katına çıktı. Toprak Mahsulleri Ofisi bu fiyatlarla ithalat yapacak ve buğdayın tonu 5 bin ile 7 bin TL arasında olacak.

Son yıllarda yaklaşık 20 bin fırın kapandı. Vatandaşın alım gücü yapılan zamlarla tükendi. Şimdi bu zamlar sonrası ekmek fiyatları 5-6 liraya kadar yükselecek. Şu an Ankara’da simit fiyatı 4 TL, İstanbul’da simit fiyatı 3,5 TL. Vatandaş, halk ekmek kuyruklarında bekliyor. Ülkeyi yönetemeyen, bataklığa sürükleyen AKP iktidarına soruyorum: Ekmeklik buğday…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özkan…

20.- Mersin Milletvekili Hacı Özkan’ın, Bilim ve Teknoloji Haftası’na ilişkin açıklaması

HACI ÖZKAN (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Toplumların refahını ve ülkelerin uluslararası alanda rekabet gücünü artırmak ve sürekli kılmak için bilim ve teknoloji yatırımlarının ve AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesiyle bilim ve teknoloji kültürünün toplumda hâkim kılınması gerekmektedir. Türkiye, AR-GE çalışmalarını geliştirerek dünyada yaşanan değişimi ve gelişimi yakalamak için son yıllarda bilim ve teknolojiyi etkin ve verimli bir şekilde kullanarak ülkemizin yaşam standartlarını hızla yükseltmektedir. Bilim adamlarımızın ve gençlerimizin bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da dünya çapında bilime ışık tutacak başarılı çalışmalar yapacaklarına yürekten inanıyorum.

Bu duygularla Bilim ve Teknoloji Haftası’nı kutluyor, bu kadim sahada uğraş sarf eden herkese başarılar diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Subaşı…

21.- Antalya Milletvekili Hasan Subaşı’nın, Vergi Usul Kanunu’nda değişiklik öngören kanun tekliflerinin bekletildiğine ilişkin açıklaması

HASAN SUBAŞI (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Vergi Usul Kanunu 359’uncu madde usulsüz belge düzenlemeyi cezalandırır. Belge kullanılırsa çift ceza, her vergi döneminde tekrarlanmasıyla da katlanarak yirmi otuz yıl hapis söz konusudur. On birlerce mağdur esnaf vardır. Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı ve Başsavcısı da VUK 359’un haksız cezalara neden olduğu ve TCK 43’üncü maddeye göre zincirleme suç olarak kabulü gerektiği görüşündedir. TCK 43 aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda bir ceza verileceği ancak ağırlaştırılacağına hükmeder. Verdiğimiz kanun teklifi hâlen bekletilmektedir. İktidar vekillerinin çok kere reform paketlerinde düzeltileceği sözlerine rağmen konu gündeme bile gelmemiştir. Haksızlığın ertelenmesi vicdanları kanatmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Karaduman…

22.- Konya Milletvekili Abdulkadir Karaduman’ın, İsrail’le normalleşme adımlarının Filistin davasına ihanet olduğuna ilişkin açıklaması

ABDULKADİR KARADUMAN (Konya) – Sayın Başkan, işgal rejimi Filistin’de, Kudüs’te çocukları, kadınları ve bebekleri katlederken bu katliamı sergileyen rejimin Cumhurbaşkanını ülkemize davet etmek Filistin davasına ihanettir. Kaldı ki böyle bir teröristi törenlerle, yollara paçavralarını asarak karşılayamazsınız. Tarih, hamasi sözlerle Müslümanları kandırırken onlara düşmanlık edenleri nasıl el üstünde tuttuğunuzu kayıt altına alıyor. Siz burada İsrail’le normalleşme adımları atarken onlar kirli ayaklarıyla ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’yı işgal etmektedir. Tarihe bakın, İsrail’le normalleşen bütün ülkeler bunun bedelini ağır bir şekilde ödemiştir. Bu ilişkileri asla kabul etmiyoruz. İsrail elebaşı Hertzog’u ülkemizde istemiyoruz. Terörist İsrail, iş birlikçileriyle zail olacak ve Filistin özgürleşecektir.

BAŞKAN – Sayın Çakırözer…

23.- Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’in, Eskişehir Seyitgazi-Afyon yolunda yaşanan ölümlü kazalara ilişkin açıklaması

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Eskişehir’de ölüm yoluna dönen Eskişehir Seyitgazi-Afyon yolu can almaya devam ediyor. Pazartesi günü bu yolda yaşanan kazada şampiyon tekvandocular yetiştiren Nadir Özsoy Hocamız, sporcu kızı Semanur Özsoy ve yine bir sporcu babası Hüseyin Kaplan yaşamını yitirdi. 16 yaşındaki sporcumuz Görkem Sarı hâlâ yoğun bakımda. Yıllardır bu Mecliste söylüyoruz. Yetmedi, Kırka’da yol kapattık, açıklama yaptık. Daha geçen ay 10 bin imzayla bu Mecliste basın toplantısı düzenledik. Duymadınız, duymuyorsunuz; bakın, bu yolda son on bir yılda bine yakın kaza meydana geldi, 1.362 yurttaşımız yaralandı, 35’ten fazla yurttaşımız yaşamını yitirdi. AKP Genel Başkan Vekili Binali Yıldırım, daha bir hafta önce Eskişehir’deydi, kendisine bu yolu hatırlatanlara ne dedi biliyor musunuz? “Ömür biter, yol bitmez.” dedi. Evet, yollar bitmiyor ama ömürler, canlar gidiyor; artık yeter, gerçekten yeter! Sizler, bu yaptığınızla sadece Eskişehir’i cezalandırmıyorsunuz, bu yolu kullanan herkesi cezalandırıyorsunuz. Ailelerin feryadını…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi Sayın Grup Başkan Vekillerinin söz taleplerini karşılayacağım.

Sayın Dervişoğlu, sizden başlıyoruz.

Buyurun.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Benden mi başlıyorsunuz?

BAŞKAN – Bu rotasyon işini kaldırdık efendim, tekrar bu sırada devam edeceğiz.

Buyurun.

24.- İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun, Cumhurbaşkanının doktorlara ilişkin sözlerine, akaryakıta gelen yüksek zamlara, ayçiçeği üretiminin yetersiz olduğuna ve vatandaşlarımızın uzun kuyruklarda beklemesinin sebebinin Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ve plansız tarım yönetimi olduğuna ilişkin açıklaması

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Çok teşekkür ederim efendim, sağ olun.

Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, dün yapmış olduğu konuşmasında doktorlarımızı hedef alarak “Açık konuşuyorum, gidiyorlarsa gitsinler.” demek suretiyle kabul edilemez bir ifade kullanmışlardır. Sayın Genel Başkanımız Meral Akşener Hanımefendi’nin “Saray hayatı yöneticiyi vatandaşından uzaklaştırır.” tespitinin bir kez daha doğru olduğunu gördük. Sayın Cumhurbaşkanı, içinden çıktığı millete yabancılaşmış, vatandaşların derdinden de uzaklaşmıştır. İçinde doktorların da bulunduğu ülkenin en parlak beyinleri Türkiye'den yurt dışına göç ederken bunun sebeplerini araştırmak ve önünü almak yerine “Giderlerse gitsinler.” demek tam bir sorumsuzluk ifadesidir. Saraya taşınmadan önce “Fırat’ın kenarında kaybolan kuzunun sorumluluğu bile benim üzerimdedir.” diyen Sayın Erdoğan, bugün geldiği noktada ülkemizin kaybettiği her bir değerin sorumluluğunu da artık vicdanında hissetmek mecburiyetinde olduğunu unutmamalıdır. Gençlerimiz değerlidir, kıymetlidir; o gençler bize de geliyorlar hatta umutsuzluklarına bağlı olarak bu ülkeyi terk etmek istediklerini söylediklerinde biz kendilerinin ülkelerinde kalmalarının gerekli olduğunu anlatıyoruz. Eğer gitmesi icap eden birileri varsa o da bu iktidardır; millet hancıdır, bu iktidar da yolcudur.

Dün akaryakıta gelen yüksek zamlardan sonra bu geceden itibaren geçerli olmak üzere yine fahiş zamlar beklenmektedir. Böylece akaryakıt fiyatları art arda yedi gün zamlanmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin, buyurun.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Motorinin litre fiyatı bu gece itibarıyla 25 lirayı, benzinin fiyatı ise 22 lirayı aşacaktır. Son dört ayda petrol fiyatları yüzde 47 artarken dolar kuru yüzde 46 artış göstermiştir; buna karşılık ise benzin yüzde 175, motorin ise yüzde 222 zamlanmıştır. Yani akaryakıta gelen zamlar, petrol ve dolar artışlarının 3 katından fazladır. Hükûmet “Zamların sebebi biz değiliz.” dese de rakamlar ortadadır; yapılan fahiş akaryakıt zamlarının tek sebebi de bu Hükûmetin ekonomi bilmezliğidir. Plansız ve kötü ekonomi yönetimi vatandaşımızın cebini doğrudan etkilerken alım gücünü de hızla düşürmektedir. Geçtiğimiz sene vatandaş bir asgari ücretle, 2.800 lirayla deposunu 4 kez doldururken bu sene bir asgari ücretle ancak 3 depo mazot alınabilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin, buyurun.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Yapılan zamlar, alınan vergiler ve her geçen gün artan geçim zorluğu artık aziz milletimiz tarafından dayanılmaz bir noktaya gelmiştir. Hükûmetin bu ülkeye yapacağı en büyük iyilik derhâl seçim kararı almak olmalıdır.

Sayın milletvekilleri, aziz milletimiz 70’li yıllardan sonra yine kuyruklara girmeye başlamıştır. Önce hayat pahalılığıyla baş edilmek için ucuz ekmek sırası bekleyen vatandaşlarımız, daha sonra akaryakıt için uzun kuyruklara girmek zorunda kalmıştır; son olarak da bitkisel yağ için kuyruklar oluşmaya başlamıştır. Hükûmet hedefi 2023 olarak gösterirken Türkiye’ye 73’lü yılları geri getirmiştir. Basına yansıyan izdiham görüntüleri ve taksitli ayçiçeği yağı satışları Hükûmetin Türkiye’yi getirdiği noktanın fotoğrafı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayçiçeğindeki sorun yetersiz üretimden kaynaklanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Ayçiçeğinde ocak ayında 220 milyon dolar ithalat yapılırken ihracat sadece 64 milyon dolarda kalmıştır. İthalatın artması üretimin azalmasına sebep olmuştur. Üstelik mazot ve gübredeki fiyat artışları nedeniyle önümüzdeki günlerde de gıda fiyatlarının yükselmesi kaçınılmaz olacaktır. Fiyatların yükselmesinin ve vatandaşlarımızın uzun kuyruklarda beklemesinin sebebi Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yarattığı tek adam algısıyla ekonomideki kötü gidişat ve plansız işleyen tarım yönetimidir.

Aziz milletimiz böyle yönetilmeyi hak etmiyor. Sandık gelecek, iktidarı devraldığımızda bu kötü gidişata “Dur!” diyeceğiz. Türkiye’yi kuyruk bekleme sarmalından kurtaracağız diyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Oluç, buyurun.

25.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, Şenyaşar ailesinin başlattığı adalet nöbetinin 1’inci yıl dönümüne, İstanbul Beyoğlu’ndaki 8 Mart kutlamalarına ve sosyal bilgiler kitaplarında Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde hangi tahılların yetiştirildiğini gösteren haritaların gerçekleri yansıtmadığına ilişkin açıklaması

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, Urfa’nın Suruç ilçesinde 14 Haziran 2018 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın koruma ve yakınları tarafından eşi ve 2 oğlu katledilen Emine Şenyaşar ile katliamdan yaralı kurtulan oğlu Ferit Şenyaşar’ın Urfa Adliyesi önünde 9 Mart 2021 tarihinde başlattığı adalet nöbeti 1’inci yılını tamamladı. Kışın dondurucu soğukta, yazın kavurucu sıcakta dahi adalet nöbetini devam ettiren ve adalet arayan Şenyaşar ailesine verilen cevap ise ne oldu? 6 kez gözaltına alınmak, 14 kez ifadeye çağrılmak ve 4 dava açılması.

Hiçbir hukuk sisteminde ve vicdanda yeri olmayan bu tablo aslında iktidarın adalet anlayışının tablosudur. Katilleri koruyarak, tek talebi adalet olan anneye zulmederek hukukta adalet sağlanamaz, bunu bir kez daha vurguluyoruz.

Şenyaşar ailesiyle dayanışmamızı bir kez daha ifade ediyoruz. Mecliste araştırma komisyonu kurulsun dedik, kabul etmedi iktidar partileri; bunu tekrarlıyoruz, tekrar gündeme getireceğiz. Barolara çağrı yapıyoruz; Şenyaşar ailesiyle dayanışmanızı sürdürün ve adaletin sağlanması için gereken adımların atılmasını sağlayın diyoruz. Adalet Bakanlığına çağrı yapıyoruz; Şenyaşar ailesinin taleplerini dinleyin ve adaletin sağlanması için, bu taleplerin gerçekten yerine getirilmesi için adım atın. Şenyaşar ailesini baskı altına almak, oradaki adalet nöbetini engellemeye çalışmakla herhangi bir şekilde hukukta adalet sağlanamaz.

Sayın vekiller, dün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ydü ve Türkiye’nin her tarafında Kadınlar Günü meydanlarda, sokaklarda, köylerde, ilçelerde, şehirlerde gerçekten çok büyük bir coşkuyla kutlandı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin, buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Hakikaten, mücadele açısından baktığımızda çok önemli bir tablo ortaya kondu. İstanbul’da 20’ncisi düzenlendi gece yürüyüşünün. Beyoğlu Kaymakamlığının ve İstanbul Valiliğinin yasaklamasına rağmen çok geniş bir katılımla bu yürüyüş gerçekleşti ve kadınlar bir kez daha yasakları ve barikatları dinlemediklerini ortaya koydular.

“Kadına şiddete hayır!” denilen bir günde kadınlara şiddet uygulandı yine İstanbul'daki gösterilerde. Hâlbuki hep söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz, kadınlara şiddet uygulamak değildir yapılması gereken, kadınlara şiddet uygulayanlarla, kadınları katledenlerle uğraşmaktır esas itibarıyla. Kravat indirimine, nüfuzlarına, cezasızlık politikalarına güvenen erkeklerle uğraşmaktır esas yapılması gereken ve hamaset yerine de İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönmektir esas yapılması gereken.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin, buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) - Dediğim gibi, tüm baskılara rağmen İstanbul'da da Beyoğlu'nda da kadınlar 8 Martı büyük bir coşkuyla, heyecanla kutladılar. İşte, o kutlamadan en güzel laf da… Sanıyorum dün gecenin lafı buydu: “Barikatı yıkarım, bulaşığa karışmam.” dedi kadınlar. Bu da herhâlde Beyoğlu Kaymakamlığına, İstanbul Valisine, Emniyetine ve tabii, onların başındaki İçişleri Bakanlığına gönderilmiş olan bir laf olsun, bizim tarafımızdan da.

Sayın vekiller, Türkiye'de okullarda biliyorsunuz ilk ve ortaöğretimde kitaplar var ve bu sosyal bilgiler kitapları. Bu sosyal bilgiler kitaplarında bugün açıkça çocuklara yanlış bilgi ve yalan bilgi öğretiliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Toparlıyorum efendim.

Şimdi, bu kitaplardan bir tanesinde şöyle bir harita var: Bu haritada Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde hangi tahılların yetiştirildiği gösteriliyor ve Türkiye bir tahıl ambarı ve tarımda kendine yeten bir ülke olarak anlatılıyor çocuklara. Açıkça yalan yani bu geçmiş, bu düzeltilmiyor da. Bakın, bu haritaya göre, mesela, Hakkâri, Van, Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, Iğdır, Bingöl, Muş, Bitlis, Siirt buğday resmiyle gösterilmiş. Gerçek resimde ne var? Bütün meralar ve yaylalar güvenlik bölgesi ilan edilmiş ve yasak durumda yani gerçek resimde üretim yok; işsizlik, yoksulluk, açlık var; çiftçiye VEDAŞ ve DEDAŞ zulmü var ama bu harita başka bir şey gösteriyor.

Yine, bu haritaya göre Urfa, Antep, Hatay, Kilis, Batman mercimek, pamuk, mısır resimleriyle gösterilmiş. Gerçek resimde ne var? Gerçek resimde, yine DEDAŞ zulmü var, bitmeyen ve artık kadük hâle gelmiş GAP var, ÖSO çetelerinin cirit attığı bir sınır var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Tamamlıyorum.

Yine, bu haritada Trakya bölgesinde ayçiçeği resimleri görünüyor ama gerçek resim nedir? Ayçiçeği ithalatında Türkiye, dünya lideri olmuş; ayçiçeği üretimi Türkiye’nin ihtiyacının yarısını bile karşılamıyor. Bu haritada, imara açılan meralar, tarlalar; kirlilikten, plansız sanayileşmeden ve inşaat politikalarınız sonucunda yok olmuş olan Ergene havzasından herhangi bir söz konusu yok.

Ege Bölgesi’nde zeytinleri görüyoruz ama Ege Bölgesi’ndeki zeytinliklerin şu anda, maden ruhsatlarıyla -Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı eliyle- nasıl tahrip edilmekte olduğunu tartışıyoruz kaç gündür burada.

İç Anadolu’da buğday tablosunu görüyoruz ancak gerçek ne? Türkiye’de 10 milyon ton buğday ithalatı var. Türkiye buğday ithal eden bir ülke hâline gelmiş ve bu ithalatın yüzde 78’i Rusya’dan ve Ukrayna’dan gerçekleşiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Son kez buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Bitiriyorum efendim.

Yine, bu haritaya göre, Karadeniz’de fındık ve çay resimlerini görüyoruz. Hâlbuki ÇAYKUR’un düştüğü felaket durum, fındıkçının yaşadığı felaket anlatılmıyor; derelere, tarım arazilerine, yaylalara yapılan yollar, barajlar, HES inşaatları anlatılmıyor; altın madenleri, peşkeş çekilen topraklar anlatılmıyor. Büyük bir kandırmacayla ve yalanla karşı karşıyayız. Aslında, iktidara ve Millî Eğitim Bakanlığına tavsiyemizdir, bu haritaları ve o kitaplardaki doğru olmayan bilgileri bir an evvel kaldırın ve gerçek Türkiye haritasını, borç batağında ve üretimden vazgeçmek zorunda kalmış olan çiftçinin, köylünün dertlerini anlatmaya bakın ve çocukları yanlış bilgilerle eğitmekten uzaklaşın diyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özkoç…

26.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, yüksek enflasyon tehlikesine, tüketicinin mağduriyetine ve Genel Kurul gündemine ilişkin açıklaması

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, yüksek enflasyon tehlikesiyle karşı karşıyadır. Vatandaş markette, fatura öderken bankada, pazarda yüksek enflasyon altında ezilmektedir ancak iktidar, Mecliste vatandaşın enflasyon altında ezilmesini önleyecek yasalar yerine, Sanayi Komisyonunu başka konularla meşgul etmektedir. Meclis gündemine tüketicinin korunması hususunda genelgeçer maddeler getirmek yüksek enflasyon ortamında zaten alım gücü düşmüş vatandaş için bir şey ifade etmemektedir. Tüketicinin dertlerini bu maddeler mi çözecek? Tüketici zor durumda, tarladan sofraya ürünün fiyatı 5 kata kadar katlanıyor ama ortada hal yasası yok. Tüketicinin korunacak bir zırhı kalmamış, esnaf için yeni vergi düzenlemesi gerekirken Meclise özel sipariş veriyorsunuz, “Malı otuz gün içinde yetiştiremeyebilir.” diye esenlik maddesi getiriyorsunuz. Sanayi Komisyonu cebe dokunan iş üretmelidir. Hiperenflasyona doğru gittiğimiz bu süreçte tüketicinin suratı dağıtılmış ama siz hâlâ makyaj ürünü dağıtmaya devam ediyorsunuz. Yapısal reformları yapacak bir gücünüzün kalmadığı artık aşikâr. Açıkça, artık gitmeye odaklanmışsınız ancak şimdi giderken tüketicinin yükünü düşürecek yasaları çıkarmak yerine “E-ticarette malı şu kadar günde teslim almazsan karşı tarafa şu kadar ceza keseceğim.” diye madde getiriyorsunuz. Hal yasası, perakende ticaret yasası, üretim reformu, OSB Kanunu değişiklikleri nerede?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Neden bunları hâlâ getirmediniz de şimdi önümüze uzaktan mesafeli satış sözleşmesinin, ayıplı malda iadenin usullerini, taksitle satışta temerrüde düşmeyi, cayma süresinde borcun ifasını getiriyorsunuz? Her işimizi hallettik de konut kredisi çeken müşteriye bankanın zorunlu sigorta yapmasını engelleyen madde mi kaldı? Enflasyonu düşürecek bunlar mı gerçekten? Piyasada güven sağlayacak maddeler gerçekten bunlar mı? Bu kanuna karşı değiliz ancak Türkiye, büyük bir ekonomik krizin içerisindedir. Bunun farkına varmayan bir tek saray, bir tek AKP iktidarıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, tüketiciyi, esnafı, sanayiciyi yakan büyük sorunlara çare aramalıdır ancak Meclisi yok sayan anlayışın bunu yapabilmesi mümkün değildir. Çare güçlendirilmiş parlamenter sistemdir.

BAŞKAN – Sayın Ünal…

27.- Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal’ın, Antalya Diplomasi Forumu’na ve bütün dünyada yaşanan hiperenflasyon sonucunda vatandaşlarını enflasyona ezdirmemek için Hükûmetin gerekli önlemleri almakta olduğuna ilişkin açıklaması

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Antalya Diplomasi Forumu, Cumhurbaşkanımızın himayesinde ve Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun ev sahipliğinde 11-13 Mart tarihlerinde “Diplomasiyi Yeniden Kurgulamak” temasıyla toplanıyor. Liderler, siyasetçiler, önde gelen akademisyenler, diplomatlar, kanaat önderleri küresel ve bölgesel meseleleri yeni bakış açılarıyla ele alacak ve sorunlara, küresel sorunlara yeni çözüm önerileri aranacak. Türkiye’nin böyle bir foruma ev sahipliği yapıyor olması, dış politikamız açısından oldukça önemli. Yine, bu forum esnasında Dışişleri Bakanımız, Rus ve Ukraynalı mevkidaşlarıyla 3’lü formatta Ukrayna-Rusya savaşını ve barışa şans tanımayı gündemlerine alacaklar ve buradan Ukrayna-Rusya savaşıyla ilgili de hayırlı bir netice çıkmasını temenni ediyoruz.

Özellikle Covid’le beraber bütün dünyada ortaya çıkan yüksek enflasyon sorunu, maalesef Ukrayna-Rusya savaşıyla beraber artık kronik bir krize dönüşmenin eşiğinde. 2020 yılında 18 dolarlara kadar düşen Brent petrolün varili bugün artık 130 dolara dayanmış durumda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin, buyurun

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Son bir yılda doğal gaz ABD’de yüzde 150 artarken Avrupa’da yüzde 600’lere maalesef ulaşmış durumda. Bütün dünyada yaşanan hiperenflasyon sonucunda vatandaşımızı enflasyona ezdirmemek için Türkiye, Hükûmet, Cumhurbaşkanlığımızın riyasetinde gerekli önlemleri almakta, gerekli çalışmaları yürütmektedir. Takdir edilmelidir ki böyle zamanlarda siyasetten ziyade aslında hepimizin ortak mücadelesiyle, birlik beraberlik içerisinde, daha çok çözüm önerileriyle, ön açıcı çözüm önerileriyle bu süreci götürmenin siyasette de iyileştirici bir etki oluşturacağına inanıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Türkiye, özellikle son üç yılda bölgesel olarak oluşturulmak istenen istikrarsızlaştırma ve çatışma bölgelerinde ortaya çıkan insani dramlara karşı daha çok istikrarlaştırıcı, düzenleyici ve insani meselelerde insani değerleri önceleyen bir dış politikayla yoluna devam etmektedir.

Bugünkü çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

İYİ Parti Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- İYİ Parti Grubunun, Aksaray Milletvekili Ayhan Erel ve arkadaşları tarafından, mutsuz kişi sayısındaki artışın nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 24/1/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

09/03/2022

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma kurulu 09/03/2022 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                                            Dursun Müsavat Dervişoğlu

                                                                                                                                                                               İzmir

                                                                                                                                                                   Grup Başkan Vekili

Öneri:

Aksaray Milletvekili Ayhan Erel ve 20 milletvekili tarafından, mutsuz kişi sayısındaki artışın nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 24/01/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 09/03/2022 Çarşamba günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin gerekçesini açıklamak üzere İYİ Parti Grubu adına Sayın Ayhan Erel.

Buyurun. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN EREL (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yüce Türk milleti; hemen sözlerimin başında, bugün 9 Mart, yılın 68’inci günü olması vesilesiyle, vatanına, milletine, bayrağına, devletine, dinine, diyanetine bağlı Aksaraylı hemşehrilerimizin Dünya Aksaraylılar Günü’nü kutluyor; saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yaşayan mutsuz kişi sayısının her geçen gün artmasının araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla İYİ Parti olarak vermiş olduğumuz araştırma önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Pazarda, çarşıda, dolmuşta, otobüste, insanların olduğu yerlere baktığımızda, vatandaşların hemen hemen tamamına yakınının asık suratlı, çatık kaşlılığı, birbirine gülümsemeden bile kaçınır bir davranış tarzıyla karşı karşıya kaldığımız, Türkiye’nin yaşadığı bir gerçektir.

Yine, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan son yaşam memnuniyeti araştırmalarına göre Türkiye’nin yarısından fazlası mutsuzdur, hayatından memnun değildir. Gıda, giyim, ulaşım, eğitim fiyatlarının son bir senede neredeyse 3 kat arttığı bir ülkede vatandaşların mutlu olmasını beklemek mümkün değil. Son bir yılda benzine yüzde 166, motorine yüzde 240 oranında zam yapılması ve bu zamların altında inleyen vatandaşımızın da mutlu olmasını beklemek mümkün değil. Son iki yılda Avrupa’nın elektrik ve doğal gaz zam şampiyonu olan ülkemizde yaşayan vatandaşlar nasıl mutlu olsunlar?

Değerli milletvekilleri, geleceğini göremeyen, geleceğine ilişkin hayal dahi kuramayan öğrencilerimiz, gençlerimiz mutsuz. Üniversite kazanma sevinci yurt bulamayıp açıkta kalarak kursağında kalan öğrencilerimiz mutsuz. Binbir zahmetle okulunu bitiren, iş bulamayan, ataması yapılamayan mezunlarımız mutsuz, onların anaları-babaları mutsuz. KYK borçları icra olarak önlerine gelen gençlerimiz mutsuz. Evlilik çağında sevdiği kişiyle evlenemeyen, çeyizini düzemeyen gençlerimiz mutsuz; Diyanetin de kulakları çınlasın. 2.500 lira maaşla geçinmeye çalışan, elini öpen torununa harçlık veremeyen emeklilerimiz mutsuz. Gece gündüz çalışarak alnının teriyle rızkının peşinde koşan, emeğinin karşılığını alamayan işçi kardeşlerimiz hâliyle mutsuz. Açlık sınırı altında çalışan, evine helal lokma götürmekten başka amacı, gayesi olmayan asgari ücretli kardeşlerimiz mutsuz. Üst üste gelen zamlarla, mazot fiyatıyla, tohum fiyatıyla, gübre fiyatıyla, elektrik faturalarıyla mücadele eden ve artık baş edemeyen, icralardan dolayı traktörünü satmak zorunda kalan nasırlı elleri öpülesi çiftçilerimiz mutsuz. Artan enflasyon karşısında alım gücü gün geçtikçe düşen, üç yıldır aynı takım elbiseyi, altı yıldır aynı paltoyu giyen memurlarımız mutsuz. Elektrik faturaları kira fiyatlarını 2’ye, 3’e katlayan esnafımız mutsuz. Evladına et yediremeyen, tenceresinde et değil dert kaynayan kıymetli analarımız, bacılarımız mutsuz. Çocuğunun okul masraflarını karşılamakta zorlanan, evladına bir pantolon dahi alamadığı için bunalıma giren babalar, kardeşler, abilerimiz mutsuz. EYT mağdurları, haklarını alamayan sağlık çalışanları, 3600 ek gösterge hayaline kapılanlar, taşeronda kadro rüyası görenler, hepsi mutsuz. Tabii ki iktidar vekilleri ülkenin güllük gülistanlık olduğunu, vatandaşın mesut ve mutlu yaşadığını iddia edebilirler ancak sahaya çıktıklarında durumun böyle olmadığını kendileri de görmektedirler.

Değerli milletvekilleri, görüyorum ki vatandaşın yanında son günlerde iktidar da mutsuz çünkü zamanında ya da erken yapılacak bir seçimde gideceklerinin farkına vardılar ve bu durum da onları mutsuz ediyor ama bugünler böyle kalmayacak, bugünler geçecek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

AYHAN EREL (Devamla) – Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in sık sık vurguladığı gibi, önümüzdeki seçimler, kötü ile iyinin seçimi olacak; kötüler gidecek, iyiler gelecek. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Vatandaşa yüzünü dönen, vatandaşın sesini kısmaya çalışan, feryadına duyarsız kalanlar gidecek, vatandaşın derdiyle dertlenen, sevinciyle mutlu olanlar gelecek.

Bugün büyük sıkıntılar çeken fakat devletine, milletine, bayrağına sadık kalan cefakâr milletimiz hak ettiği huzurlu günlere elbet kavuşacaktır. Kimse şüphe duymasın, kimse endişelenmesin, bu ülke sahipsiz değildir. Meral Akşener’in liderliğinde daha iyi, daha güzel bir Türkiye’ye hep birlikte kavuşacağız diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Hüseyin Kaçmaz.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. İYİ Partinin vermiş olduğu grup önerisi üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Yapılan araştırmaya göre 10 kişiden 4’ü kendini ne mutlu ne de mutsuz hissederken bu ülkede, her 10 kişiden 3’ü ise kendisini mutsuz hissediyor. Bence bu araştırma eksik kalmış diyebilirim çünkü çevremizde gördüğümüz herkes neredeyse bu ülkede artık mutsuz. İktidarın yönetemediği bir gerçek, artık herkesin kabul ettiği ve gördüğü bir durum. Ekonomik sıkıntılar, pandemi ve siyasetteki gerilimler Türkiye’de vatandaşı etkiliyor. Evet, doğru.

Şimdi, tabii, bir genel bir de spesifik bir konuya ilişkin 2 rapora baktım. İstanbul merkezli “Spectrum House” isimli kuruluş Kürt gençlerin arasında yani Z kuşağıyla bir araştırma yapmış, bir anket yapmış. Yine “Türkiye Gençlik Araştırması 2021” isimli bir rapor var, Konrad-Adenauer-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciği tarafından yapılmış. Türkiye’de her 3 gençten 1’inin tamamen mutsuz olduğuna ilişkin raporlar söz konusu. Tabii, yapılan araştırmalarda, yüz yüze uygulanan anketlerde elde edilen veriler, Türkiye’de gençlerin değerlere bakışı, kurumlara güveni, siyasi ve sosyal tutumları, kültürel tercihleri, ekonomik şartları, siyasilerden beklentileri, oy verme yönelimleri ile gelecekte Türkiye’yi ve dünyayı bekleyen sorunlara ilişkin görüşleri konusunda çarpıcı sonuçlar ortaya çıkarıyor. Şunu net bir şekilde söyleyeyim: Her 3 gençten 1’i tamamen umutsuz ve gelecek kaygısıyla yaşıyor; tabii, toplumun tümü de yine bu şekilde, dediğimiz gibi. Kürt gençlerine baktığımızda, Z kuşağının en temel sorunları arasında -yine, dediğimiz gibi, bu genel sorun gibi- işsizlik, gelecek kaygısı, ekonomik sorunlar ön plana çıkmakta ve bu durum gençlerin endişe, korku ve geleceğe dair tasavvurlarını da önemli oranda etkilemektedir.

Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye’de sosyal patlamaya doğru giden, sosyal bir krize dönüşme riskiyle karşı karşıya olan bir ekonomik kriz var iktidar her ne kadar kabul etmese de. Sayın Cumhurbaşkanı birkaç gün önce “Son günlerde bir de yağ meselesi çıkardılar, bizim böyle bir sorunumuz yok.” diyor ve alttaki bir “tweet” Türkiye’deki durumu gözler önüne seriyor aslında. Ne diyor? “Gözü karartıp tutuklanmayı göze alacağım.” diyor.

Evet, ekonomik kriz… İnsan açken ve kendisini ifade edemezken bu ülkede mutlu olamaz. İnsanlar aç, insanlar ekonomik krizle karşı karşıya, geleceğe dair bir umutları yok, gelecek kaygıları, endişeleri var ama bunu ifade edebilecekleri bir ortam dahi sunulmuyor vatandaşlara ve insanlar kendilerini ifade etmeyi bile “Gözü karartıp tutuklanmayı göze alacağım.” şeklinde paylaşıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaadenizle…

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) – Aslında bu durum bile ülkenin hangi durumda olduğunu net bir şekilde gösteriyor.

Yine, cumhuriyet tarihinde ilk defa AKP iktidarına nasip olan bir durum daha söz konusu bu aralar: Neredeyse yedi günde 7 kez zam gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Yine akaryakıtta, burada; 1 Mart, 2 Mart, 3 Mart, 4 Mart, 5 Mart, 8 Mart, 9 Mart ve yine 10 Martta motorine 2,25 benzine de 79 kuruş zam beklentisi var. Bu durumlar, dediğimiz gibi; geçim sorunu, yağ ve yakıt kuyrukları, insanların açken, insanların mutsuzken, umutsuzken, gelecek kaygısı yaşıyorken bunu ifade edemeyecek bir ortamın olması durumunda -şunu net bir şekilde söyleyeyim- sabır taşı bile olsa çatlar. Sabrın da bir sonu vardır, bunu da iktidara hatırlatmak isterim.

Bu ülkede yapılması gerekenler… Bu krizlerin aşılması için gerçek bir demokrasiye dönüş elzemdir ve yine, Kürt meselesinde çözüm bu sorunlara aslında çözüm üretir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) – Teşekkürler.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Bekaroğlu.

Buyurun Sayın Bekaroğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu önerge çok önemli bir önerge, araştırmalardan söz etti arkadaşlar. Bu araştırmalar tek başına önemli ama benzer araştırmalar var önceden yapılan. O araştırmalar ile bunları karşılaştırdığımız zaman gerçekten bu konuda, insanların mutsuzluğuyla ilgili Türkiye'nin gelmiş olduğu vahim noktayı göstermektedir. Tabii, mutsuzluk bir hastalık değil yani depresyonla arasında bir fark var, fark var ama bir seviye farkı. Dolayısıyla, depresyon ve mutsuzlukta gelecek beklentisinin, insanların kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları çoluk çocuklarıyla ilgili gelecek beklentisiyle mutsuzluğun çok yakın bir ilişkisi olduğunu bütün araştırmalardan biliyoruz; klasik kitaplara girmiş şeyler.

Şimdi, Türkiye’de gerçekten insanların gelecek beklentisi ne olabilir? Biraz evvel arkadaşlarımız anlattılar, böyle bir ortamda -bazı arkadaşlarımızın altını çizdiği durumlar karşısında- insanlar geleceklerine nasıl umutla bakabilirler? Ben de birkaç tanesinden bahsedeyim: Mesela, her gün bütün televizyon erkanlarında siyasetçilerin, ülkenin Cumhurbaşkanının, bakanlarının, Hükûmet ortaklarının bağırdığı çağırdığı, ülke nüfusunun yarısını hain, terörist ilan ettiği bir ülke düşünün; analistler televizyonlara çıkıyorlar, işte birtakım yorumcular filan, sabaha kadar diğerlerine çamur atıyorlar, iftira ediyorlar, yalan söylüyorlar insanların gözlerinin içine baka baka; böyle bir ülkede insanlar gerçekten nasıl mutlu olabilir? Haksızlığın, adaletsizliğin, adam kayırmanın had safhaya çıktığı, KPSS’den 100 alan insanın işe giremediği ama dayısı olan birisinin 60’la, mülakatla işe girdiği bir ortamda gerçekten insanların mutluluğundan nasıl söz edebiliriz mesela böyle on binlerce öğretmenin iş beklediği bir ortamda?

Değerli arkadaşlarım, insanlar ekim yapacak, gübre atamıyor; çocuğuna harçlık veremiyor. Böyle bir ortamda nasıl mutlu olabilir insanlar? Ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıyor ülkenin doktorlarına hakaret ediyor arkadaşlar, “Nereye giderseniz gidin.” diyor ya; böyle bir ülke olabilir mi kardeşim? Böyle bir insan bir ülkede Cumhurbaşkanlığı yapabilir mi? Böyle bir ülkede yaşayan insanlar -bırakın doktorları- gerçekten geleceğe umutla bakabilir mi? Böyle bir ülkede yaşıyoruz değerli arkadaşlar. Bakın, yabancı tarım firmalarına danışmanlık yapan bir tarımcı, ziraatçı, ziraat hocası Tarım Bakanı olarak atanmıştır bu ülkede; böyle bir ülkede insanlar geleceğe umutla bakabilir mi değerli arkadaşlarım?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bakın, bir taraftan, burs ve yurt bulamadığı için okul kaydını donduran çocuklar var, bir taraftan da ilgisi olmadan milyonlarca burs alıp yurt dışında doktora, master yapanlar var; bunların haberlerini dinliyor insanlar değerli arkadaşlarım. İş bulamayan ya da güvencesiz çalışan ya da almış olduğu 4.250 lira asgari ücretin 1.250 lirası patron tarafından geri alınan insanların bulunduğu; öbür taraftan da 2 tane, 3 tane maaş, 20 bin lira, 30 bin lira, 40 bin lira alan insanların bulunduğu bir ülkede gerçekten adaletten söz edebilir miyiz, insanların mutluluğundan söz edebilir miyiz değerli arkadaşlar? Gördünüz gibi “mutluluk” dediğimiz şey tamamen politik bir olay yani insanların böyle, kişilikleriyle ilgili değil, tamamen politik olay. Politik iktidar vermiş olduğu kararlarla insanları mutsuz ediyor.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sağ olun Sayın Bekaroğlu, teşekkür ediyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Zehra Taşkesenlioğlu Ban.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU BAN (Erzurum) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; İYİ Parti grup önerisi aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Altı yıldır Mecliste milletvekiliyim çok şükür ve muhalefete baktığımda siyasetin en temel düsturu olan şu ilkeyi içimden her seferinde geçiriyorum: Keşke bizim ülkemizde de muhalefet her kötüye baktığında “iyi” demenin, her iyiye baktığında da “kötü” demenin olmadığını idrak etmiş ve buna göre hareket etmiş olsaydı; bugün, tüm dünyayı iki yıldır kasıp kavuran pandemi sürecinin, insanların ekonomik, sosyal ve ruhsal hayatlarında meydana getirdiği dalgalanma sonucunda birtakım raporlara da giren ve ülkemizi de etkisi altına alan bu sürecin üzerimizdeki etkisiyle ilgili daha objektif konuşabilseydi.

Birleşmiş Milletler, 2021 yılında Dünya Mutluluk Raporu’nu yayınladı: İngiltere 4 sıra geriye giderek 17’nci sırada oldu, Çin 10 sıra geriye giderek 84’üncü sırada yerini aldı, Amerika 30 sıra geriye giderek yerini aldı yani tüm dünyada pandeminin etkisiyle aslında mutluluk oranı azaldı ancak ülkemizde pandemi sürecinde AK PARTİ iktidarının yaptığı çalışmalarla, elhamdülillah, göreceli olsa da bir artış söz konusu. Bizler, geldiğimiz ilk günden itibaren şuna inandık: Milleti yaşatacağız ki devleti yaşatacağız. Bunu pandemi sürecinde de yerine getirdik. İnsan odaklı yönetim anlayışımızın bir sonucu olarak, pandemi sürecinde tüm vatandaşlarımızın yanında olabilmek amacıyla sağlık sektöründe sözde çadır hastaneleri değil, özde acil durum hastaneleri kurduk.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) – Bravo!

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU BAN (Devamla) – Sözde şehir hastaneleri yerine Kayseri’de, Sivas’ta, Erzurum’da, Tokat’ta onlarca şehir hastanesini yerine getirdik.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Ultrason günü üç ay sonra geliyor, üç ay sonra!

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU BAN (Devamla) – Sayın Bekaroğlu, sizden ricam beni dinliyor olmanız, rica ediyorum.

Gelişmiş ülkeler henüz maskeye dahi ulaşamamışken, İtalya gibi ülkelerde insanlar çadır hastanelerde tedavi görürken solunum cihazı yapmak ve üretmek yine Türkiye’ye nasip oldu çok şükür. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Birçok ülke aşı üretememişken biz hem kendi aşımızı ürettik hem de Türkiye olarak vatandaşlarımızı aşıya en hızlı ulaştıran ülke olduk.

Pandeminin etkisi sadece bu değildi tabii ki; çalışma hayatında da etkisi oldu, ekonomik hayatta da etkisi oldu.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Kanun çıkarın, kanun…

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU BAN (Devamla) – Yine, kapsayıcı büyüme kavramından yola çıkarak vatandaşlarımızın yanında olmak için… Çalışma hayatında, özellikle kısa çalışma ödeneği, asgari ücret desteği gibi ödeneklerle vatandaşlarımızın yanında olduk. Toplamda 4 milyon insana 50 milyardan daha fazla destek olduk. Şartları kısa çalışma ödeneğiyle tutmayan vatandaşlarımıza nice desteklerde bulunduk.

SALİH CORA (Trabzon) – Bravo!

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU BAN (Devamla) – Kısacası, salgının başından itibaren verdiğimiz teşvik ve desteklerle 80 milyar TL’yi bulduk. Yine, pandemi döneminde esnafımızın yanında olduk.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayınız sözlerinizi.

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU BAN (Devamla) – Uzunca bir süre ertelediğimiz vergi oranları, işe devam kredileri, kamu bankaları ve Kredi Garanti Fonu aracılığıyla aşmış olduğumuz finansman yöntemleriyle bu süreçte esnafımızın dimdik yanında durduk. Biz, üretmeye ve büyümeye devam ettik. 2021 yılı sonunda Türkiye, Çin’den sonra yüzde 11 büyümeyi gerçekleştiren en önemli ülkelerden biri oldu ve bunu biz muhalefete rağmen yaptık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sayın Özkoç, bunu rakamlar söyledi, biz değil.

KANİ BEKO (İzmir) – 10 milyon işsiz var memlekette, ne anlatıyorsun sen ya? 10 milyon işsiz var arkadaş ya, hayret bir şey!

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU BAN (Devamla) – Tabii ki salgın dönemi, iki önemli konuda maalesef tüm dünyadaki gibi ülkemizi de sıkıntıya soktu; birincisi artan gıda fiyatları, ikincisi enerji fiyatları. Hem gıda fiyatlarıyla hem artan enerji fiyatlarıyla ülkemizde mücadele etmeye devam ediyoruz ve devam da edeceğiz.

Bu duygularla daha mutlu bir Türkiye’nin inşasında yirmi yıldır çalıştığımız gibi, daha mutlu bir Türkiye’nin inşası için 2053, 2071 hedeflerimizle, Milliyetçi Hareket Partisiyle, Cumhur İttifakı’yla yolumuza gümbür gümbür devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; MHP sıralarından alkışlar)

RAFET ZEYBEK (Antalya) – Batırdınız, batırdınız!

BAŞKAN – Arkadaşlar, biraz sakin lütfen.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Özkoç, buyurun.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim...

BAŞKAN – Bir sataşma yok, sadece kayıtlara geçsin diye...

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Yok, yok; sataşma yok. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki parlamenterlere sataşma yok ama milletimize karşı bir sataşma var.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

28.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu Ban’ın İYİ Parti grup önerisi üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Şimdi, ben bunu bir fıkrayla Sayın Zehra kardeşime anlatayım. İki boksör ringde dövüşüyorlarmış, biri fena hâlde dayak yiyormuş; köşesine gidince antrenörü demiş ki: “Harika gidiyorsun, çok güzel, müthişsin.” Boksör de “İyi de niye ben dayak yiyorum?” diye sormuş.

SALİH CORA (Trabzon) – Fıkrayı yanlış anlatıyorsun.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Onun gibi, Zehra kardeşim, sen milletten kopmuşsun. Millet yoksulluk içerisinde; benzin kuyrukları var, ayçiçeği yağlarında... İnsanlar marketlerde ayçiçeği yağı bulamıyor, evde yoksulluktan dolayı intihar eden kadınlar var. Sen yüreğini AKP’ye değil, millete çevir, öyle vekillik yap kardeşim; tamam mı?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

V.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- İYİ Parti Grubunun, Aksaray Milletvekili Ayhan Erel ve arkadaşları tarafından, mutsuz kişi sayısındaki artışın nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 24/1/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – İYİ Parti grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- HDP Grubunun, Ağrı Milletvekili Abdullah Koç ve arkadaşları tarafından, yoksulluk ve açlık sınırında yaşanan artışın önlenmesi amacıyla 9/3/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

9/3/2022

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 9/3/2022 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun oylarına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                                                  Hakkı Saruhan Oluç

                                                                                                                                                                            İstanbul

                                                                                                                                                                   Grup Başkan Vekili

Öneri:

9 Mart 2022 tarihinde Ağrı Milletvekili Sayın Abdullah Koç ve arkadaşları tarafından (17325 grup numaralı) yoksulluk ve açlık sınırında yaşanan artışın önlenmesi amacıyla verilen Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 9/3/2022 Çarşamba günkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin gerekçesini açıklamak üzere Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Sait Dede.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA SAİT DEDE (Hakkâri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; TÜRK-İŞ'in açlık ve yoksulluk sınırı araştırması yeni beslenme kalıbı temel alınarak farklı bir çalışma grubu tarafından hesaplandı ve 2022 Ocaktan itibaren açıklanmaya başlandı. Gıda ürünlerinde KDV'nin yüzde 1’e düşürülmesi 14 Şubatta etiketlere yansıdı ancak öncesinde yükselmiş olan başta yumurta ve un gibi temel gıda ürünleri ile yükselişi durdurulamayan meyve ve sebze fiyatları yüzünden vatandaşın reel geliri bu ayda da geriledi. Özellikle taze sebze ve meyve, üretim ve tedarik maliyetlerinin yanında ürün azlığından dolayı cep yakmaya devam ediyor.

Resmî verilere göre, gübre ve toprak geliştiricilerinin fiyatlarındaki yükseliş yüzde 150’yi aştı. Markette ve pazarda sepet tutarı arttıkça zorlanan tüketici, almaktan vazgeçip ürünlerinin bazılarını bırakmaya başladı. Akaryakıt, doğal gaz, elektrik gibi enerji giderleri de hane halkı üzerinde büyük bir yük oluşturmaya devam ediyor. 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı, açlık sınırı 4.552,56; gıda harcaması ile giyim, konut, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarı -yoksulluk sınırı yani- 15.139,90 TL’ye yükseldi.

Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilen Temmuz 2018’den bu yana enerjiden gıdaya kadar temel ihtiyaçlara her gün zam geliyor. Akaryakıta her gün zam gelmeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta dört günde arka arkaya 4 zammın ardından benzinin litresine bugün itibarıyla 1,07 TL, motorinin litre fiyatına ise 1,59 TL zam geldi. Yine, bu gece yarısından itibaren geçerli olmak üzere benzine 79 kuruş, motorine 2 lira 25 kuruş zam bekleniyor. 1 depo akaryakıtın maliyeti iki ayda yaklaşık 500 lira arttı.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilen 2018 Temmuzdan bu yana otomobile yüzde 419, köprü geçiş ücretlerine yüzde 317 zam yapılmıştır, ekmeğin fiyatı yüzde 159 artmıştır, ayçiçeği yağına yüzde 198 zam yapılmıştır. Acil önlem alınmaz ve üretim artırılmazsa artışın katbekat artacağı açıktır.

Akaryakıta gelen zamlar sadece araba sahiplerini değil, uçak ve otobüs bileti ücretlerinden tutun, çiftçinin üretimine kadar birçok alanı doğrudan etkiliyor. Uçak bileti ücreti yüzde 291, şehirler arası otobüs bileti ücreti ise yüzde 224 artmıştır. Akaryakıt zamları, tarımdan taşımacılığa kadar bütün sektörleri etkilemekte ve yaşanan gıda krizini daha da derinleştirmektedir; halkımız âdeta kıtlıkla karşı karşıya bırakılmaktadır.

Bakın, 5 Mart Cumartesi akşamı ayçiçeği yağında arz sıkıntısı ve zammın beklendiği haberleri üzerine marketlere akın eden yurttaşlar kuyruklar oluşturdu. Zam gelmeden yağ almak isteyenler marketlerde izdihama neden oldu. İstanbul’da birçok zincir markette saatler içinde 5 litrelik ayçiçeği yağları tükendi. Marketlerde 2 adetten fazla 5 litrelik yağ satışı yapılmazken markasına ve markete göre fiyatları 139 ile 180 lira arasında satışa sunuldu. Türkiye, geçen yıl ayçiçeği yağı ithalatının yüzde 80’ini, ithal ettiği buğdayın yüzde 85’ini Rusya ve Ukrayna’dan yaptı. Bu tablo nedeniyle, önümüzdeki aylarda hem ürün temininde zorluklar yaşanacağı hem de fiyatların büyük oranda artacağı belirtiliyor. Bu nedenle Türkiye’nin, Rusya ile Ukrayna arasında başlayan savaş dolayısıyla, ithal ettiği ayçiçeği yağı, buğday, arpa ve mısır gibi ürünleri önümüzdeki yıl içerisinde temin etmekte zorlanacağı açıktır. Bu nedenle, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş Türkiye’deki fiyatların yükselmesine ve yoksulluğun daha da derinleşmesine neden olacaktır.

Sayın Başkan, iktidarın yirmi yıldır uyguladığı yanlış ekonomi ve tarım politikaları sonucu, Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan savaşın ekonomik etkilerini savaşan ülkelerden önce Türkiye yaşamaya başlamış ve kriz derinleşmiştir. Her konuda dışa bağımlı ve üretim olmayan bu ekonomik yapıda şimdi kimse sadece savaşa sığınmasın. Bu iktidar döneminde, bu savaştan önce de her gün daha fakirleştik, her gün daha yoksullaştık. Dış politikadan ekonomiye kadar bütün alanları yıllardır yönetemeyen bu iktidar, acı reçetesini şimdi sadece savaşı bahane ederek halklarımıza ödetmek istiyor. Ülkenin bütün kaynaklarını yandaşa peşkeş çeken bu iktidara yurttaşın zerre kadar güveni kalmamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

SAİT DEDE (Devamla) – Tamamlıyorum Başkanım.

Yurttaşların yağ kuyruklarına girmek zorunda kaldığı, çocuklarına bez dahi alamayacak düzeye geldiği, esnafın kepenk kapattığı, kira, enerji fiyatlarının tavan yaptığı bu kriz sürecinde asgari ücret elbette erimiştir.

İzah ettiğimiz sebeplerden dolayı, yoksulluk ve açlık sınırında yaşanan artışın önlenmesi, asgari ücretin yeniden tespiti ve incelenmesi amacıyla bir araştırma komisyonu kurulması elzemdir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – İYİ Parti Grubu adına Sayın Arslan Kabukcuoğlu.

Buyurun. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin vermiş olduğu Meclis araştırması önergesi üzerine İYİ Parti Grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Ülkemizde 2013 yılından bu tarafa millî gelir daima düşmektedir. Bunun Türkçesi, hepimiz bir önceki yıla göre fakirleşiyoruz. Dünya fakirleşiyor mu? Hayır. Bu durum bize has, etrafımızdaki ülkeler varlıklarını artırıyor, bölgenin fakirleşen ülkesi biziz. Hükûmet, yetki ve sorumluluğunda gelişen olayları başka nedenlere mal etmekte mahirdir. Hükûmet, ekonomideki başarısızlığı neredeyse Jüpiter’e düşen gök taşına bağlayacak. Tarım ülkesiydik, açlık ülkesi olduk. Çiftçi, evinin kapısından kafasını çıkaramıyor. Mazotun litresinin 25 Türk lirası olduğu yerde üretim haliyle durur. Ülkemiz tarihinde görülmemiş bir zam furyası içindeyiz. Milletimiz haklı olarak “Bu zamlar ne zaman bitecek?” diye soruyor. 1 Ocaktan itibaren mazota, benzine 25 kez zam geldi. Ne yazık ki insanlar 1 litre mazot için benzinliğin kapısında yatacaklar. Savaşan ülkelerin enflasyonları yüzde 8, yüzde 10; barış ülkesi olan bizde ise enflasyon yüzde 54’tür. Onlar savaşıyor, biz savaşmaktan da kötü durumdayız. Bu beceriksizlik, bu iradesizlik ülkeyi batırmıştır. Yapılacak her türlü maddi düzenleme, çöle düşen yağmur gibi gökyüzünde buhar olmaktadır.

Asgari ücret hesabı yılda 1 kez yapılamaz. 21 Ocakta ilan edilen asgari ücret 405 dolar iken davulla zurnayla 2022 yılında ilan edilen asgari ücret sadece 295 dolardı. Açlık sınırı 2021 Şubat ayında 2.736 lira iken 2022 Şubat ayında asgari ücretin 300 lira üzerine çıkarak 4.453 lirayı bulmuştur. 2021 Şubat ayında 8.912 lira olan yoksulluk sınırı ise yüzde 69,8 artarak 15.139 liraya çıktı.

İYİ Partinin iktidar planları ve projeleri hazırdır. İlk genel seçimde bu Hükûmet gidecek; bu, Hükûmetin lehine olan bir şey aslında. Sayın Cumhurbaşkanı 1990’lı yılların yoksulluğundan bahsediyor, 2022 yılını istisna ediyor olmalı. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti böyle bir yokluk yaşamadı, savaşan ülkeler dahi yaşamıyor. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, iktidarın kendi eliyle yol açtığı yüksek enflasyon yüzünden asgari ücretteki artışın dört ayda eriyeceğini, o yüzden üç aylık periyotlar hâlinde asgari ücretin tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

ARSLAN KABUKCUOĞLU (Devamla) – Hükûmet, asgari ücretle çalışan vatandaşlarımızın hayatlarını idame ettirmek ve çalışanlarımızın emeğini enflasyona karşı korumak istiyorsa bunları yapmalı, en geç üç ayda bir asgari ücreti belirlemelidir.

Bu bilgiler dâhilinde asgari ücretle ilgili ve Türkiye'nin yoksulluğuyla ilgili gerekli düzenlemelerin yapılmasını talep ediyoruz.

Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Kani Beko.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KANİ BEKO (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP grup önerisi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bugün ülkemizde çok ağır bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Bu krizden tüm yurttaşlarımız etkilenmektedir fakat en çok, dar gelirli ve asgari ücretli emekçilerimiz etkilenmektedir. Saray yönetimi, başta gıda olmak üzere her gün doğal gaza, elektriğe, benzine, mazota arka arkaya yaptığı zamlarla işçiyi, yoksulu, işsizi, emekliyi, çiftçiyi, öğrenciyi, dar gelirli yurttaşları kar altında bırakmıştır. Yılın hemen başında iktidarın yüzde 50 zam yaparak 4.253 liraya çıkardığı asgari ücret daha cebe girmeden açlık sınırı 4.552 lira, yoksulluk sınırı ise 15.140 lira olmuştur maalesef. Sarayın yanlış ekonomi politikaları nedeniyle TL tarihte görülmediği kadar değer kaybetmiş ve bu durumda etten süte, ekmekten yağa kadar birçok temel gıdaya zam gelmiştir. AKP’nin on dokuz yıllık iktidarında zengin daha da zengin olurken sizin sayenizde açlık, sefalet maalesef ülkemizde diz boyu olmuştur. Asgari ücretlinin maaşının yarısı çocuk bezi ve mamasına giderken çocuk bezi alamayanlar muşamba kullanmak zorunda kalmışlardır. Bebek mamaları artık marketlerle kilitli paketlerde satılmaktadır. Bu maaşlarla geçinmeye çalışan aileler çocuklarına süt bile alamaz duruma gelmişlerdir. Elektrik ve doğal gaz parasını ödeyemeyen asgari ücretliler kışın akrabalarıyla birlikte aynı evi paylaşmak zorunda kalmışlardır. O nedenle diyoruz ki yılın daha başında enflasyon karşısında eriyen asgari ücret yeniden belirlenmelidir. Bu olağanüstü zamlar nedeniyle tüm maaş ve ücretler en az asgari ücret artış oranı kadar artırılmalıdır. İşçilerin, kamu çalışanlarının, emeklilerin maaşlarını enflasyona karşı korumalı, bunu yapabilmek için eşelmobil sistemi mutlaka uygulanmalıdır. 1.500 lira maaşla geçinemeyen ve akşam karanlığında pazar yerlerinde pazar artıklarını toplayan emekliyi, yarattığınız bu utanç tablosunu, gelin, bir de siz izleyin. En düşük emekli aylığı en az asgari ücret düzeyine çekilmelidir, EYT'lilerin emeklilik hakları derhâl verilmelidir. Kamu çalışanlarına da ayrımsız 3600 ek gösterge kesinlikle verilmelidir. Elektrik, su, doğal gaz ve internet faturalarına yapılan zamlar geri alınmalı, faturalar vergi ve kesintiden muaf tutulmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

KANİ BEKO (Devamla) - Zaten her yaptığımız alışverişe vergi verdiğimiz için devlet eliyle soyguna dönüşen vergiler; MTV (motorlu taşıtlar vergisi), ÖTV (özel tüketim vergisi), KDV (katma değer vergisi), stopaj vergisi kesinlikle kaldırılmalıdır. “Çiftçiye ve köylüye anayasal hakkı olan millî gelirin yani gayrisafi millî hasılanın en az yüzde 1’i verilir.” denilmesine rağmen 2006 yılından bu yana vermediniz; köylüyü, çiftçiyi de maalesef perişan ettiniz. Bugün, işçinin, yoksulun, emeklinin, dul ve yetimlerin, çiftçinin, memurun, emeğiyle geçinenlerin geleceğini ipotek altına aldınız, elinde avucunda kalmış son kuruşa göz diktiniz ancak krizin bedelini emekçiye, yoksula, emekliye ödetemeyeceksiniz. Bizim burada bir önerimiz var: Ekonomik ve Sosyal Konsey derhâl toplanmalı diyoruz.

Beni dinlediğiniz için sizleri sevgi ve saygılarla selamlıyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Orhan Yegin.

Buyurun Sayın Yegin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ORHAN YEGİN (Ankara) – Teşekkür ederim Başkanım.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; aziz milletimizi ve onu temsil eden Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Kıymetli milletvekilleri, özellikle tüm dünya, istinasız tüm ülkeler, tüm milletler, hepimiz çok zorlu, çok olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bu anlamda, dünya tarihinin belki de en acı bir kesitine hep beraber tanıklık ediyoruz diyebiliriz.

İki yıl önce küresel bir salgınla sarsılan dünya, şu an belki de bir dünya savaşının eşiğine gelmiş durumda. İnsanlık salgının ekonomik, sosyal, psikolojik yıkımını tam atlatmaya başlayacak bir umut yeşertmiş iken şimdi de Rusya ve Ukrayna arasındaki yaşananlar hem küresel piyasaları hem de sosyolojik dengeleri maalesef altüst etmeye hazır durumda beklemekte. Rusya’nın Ukrayna işgaliyle başta enerji olmak üzere birçok sektör bu gerilimden maalesef çok olumsuz etkilendi. Enerji ve emtia fiyatlarının artması zaten pandemiyle dünyada ortaya çıkan yüksek enflasyonu iyice tetikledi ve bir enflasyon sorununu bütün dünyada önümüze koydu. Pandemi öncesinde 40 dolar olan petrol fiyatları, son gelişmelerin küresel petrol arzını olumsuz etkileyeceğine yönelik endişelerle beraber 133 dolarları gördü. Altın fiyatları son dokuz ayın en hızlı aylık artışını kaydetti. Avrupa başta olmak üzere tüm ülkelerde enflasyonda yükselişin hızlandığını gördüğümüz bir dönem yaşıyoruz.

Yine, Karadeniz bölgesindeki 2 büyük buğday ihracatçısı Ukrayna ve Rusya’nın savaş hâlinde olması buğday ve mısır fiyatlarının artmasına sebep oldu. Ukrayna ve Rusya, küresel ayçiçeği yağı ihracatının yaklaşık yüzde 80’ini gerçekleştirdiğinden, bitkisel yağ fiyat endeksinde ciddi artışların ortaya çıktığı bir dönem yaşıyoruz. Görüldüğü gibi, maliyetlerin artması bir sarmal gibi tüm dünyada fiyatları artırırken biz ve Avrupa ülkeleri gibi petrol ithali yüksek olan ülkeler bundan maalesef daha fazla etkilenir hâle geliyor.

Kıymetli milletvekilleri, tüm bu hayatı zorlaştıran, genel dengeyi ve düzeni bozan küresel gelişmelere rağmen, biz Türkiye olarak süreci doğru yönetmeye, bu güzel ülkemizin ve aziz milletimizin bu yaşanan olumsuzluklardan en az etkilenmesi için doğru pozisyonlar almaya ve isabetli adımlar atarak zorlaşan hayatın daha ağır bir yük hâline gelmesine mani olacak adımlar atmaya çalışıyoruz. Bunun sonucu olarak küresel manada var olan tüm olumsuzluklara rağmen, mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı, evet, yetersiz olsa da aralık ayında bir önceki aya göre 0,1 puan azalarak 11,2 oldu. Bu dönemde istihdam oranı yüzde 47, iş gücüne katılım oranı 52,9 düzeyinde gerçekleşti. 2021 yılında cari işlemler açığı yıllık bazda yüzde 58,1 daralarak 14,9 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

ORHAN YEGİN (Devamla) – Başkanım, teşekkür ederim.

Vergi gelirlerindeki artışın da etkisiyle merkezî yönetim bütçe dengesi ocak ayında 30 milyar TL fazla verdi. Başta gıda olmak üzere, birçok üründe KDV indirimleri ve ÖTV indirimleri oldu.

Kıymetli milletvekilleri, zor günler geçiriyor dünya, biz de bu dünyanın bir parçasıyız ama sanki her olumsuzluğa Hükûmet sebep oluyormuş, benzine, mazota, enerjiye sanki keyfî zamlar yapılıyormuş gibi bir algı oluşturmak insafa ve vicdana sığmaz. Elbette ki haklı eleştiriler de var yani asgari ücretin alım gücü elbette tartışılabilir, tartışılmalıdır. Hatta, evet, asgari ücret bir istisna ücret olmalıdır. Evet, asgari ücretle çalışan sayısını en alt düzeylere indirmemiz gerekiyor ki bu konuda elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Ancak bugünün stresini, zorluklarını anlamak için biraz daha küresel duruma, bölgesel sıkıntılara ve tüm şartlara bakarak olaylara bir yorum geliştirmemiz gerekiyor.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

3.- CHP Grubunun, Sivas Milletvekili Ulaş Karasu ve arkadaşları tarafından, kamudan ihale alan firmaların yaşadığı sorunların araştırılması amacıyla 8/3/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

9/3/2022

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 9/3/2022 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                                                        Engin Özkoç

                                                                                                                                                                            Sakarya

                                                                                                                                                                   Grup Başkan Vekili

Öneri:

Sivas Milletvekili Ulaş Karasu ve arkadaşları tarafından, kamudan ihale alan firmaların yaşadığı sorunların araştırılması amacıyla 8/3/2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (3247 sıra no.lu) diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 9/3/2022 Çarşamba günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin gerekçesini açıklamak üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Ulaş Karasu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ULAŞ KARASU (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamudan ihale alan firmaların yaşadığı sorunların tespit edilmesi amacıyla vermiş olduğumuz araştırma önergesi hakkında söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle “kamu” ve “ihale” denilince Cumhur İttifakı’nın aklına 21/B’yle dolar garantili, geçiş garantili ihaleleri verdiğiniz, milletin cebini hortumlayan 5’li çete gelebilir, “Bunların ne sorunu var?” diye düşünebilirsiniz. Baştan söyleyeyim, sayenizde onların hiçbir sorunu yok ama hiç merak etmeyin, onlarla hesap günü yaklaşıyor. Siz onları düşünürken biz, kamudan ihale alıp mağdur olan 80 bin müteahhidi, binlerce servis taşımacısını, hazır yemek sektörünü, mağduriyet yaşayan vatandaşlarımızı düşünüyoruz. 19 Ocakta Mecliste, kamudan ihale alan firmalara fiyat farkı ödenmesini öngören kanun kabul edildi, 24 Şubatta da Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle detayları açıklandı. O gün bu kürsüden uyarılarda bulunmuştum, fiyat farkı ödemesinin yetersiz olduğunu, sektörün zaten iki yıldır can çekiştiğini, altı aylık periyot için fiyat farkının hiçbir anlam ifade etmediğini, tasfiye hakkı olmadan sektörde yaşanan krizin bitmeyeceğini söylemiştim. Ancak tüm uyarılarımıza rağmen kanun maddesi mevcut hâliyle geçti ve bahsettiğimiz senaryo ne yazık ki gerçekleşti.

Ben her gün onlarca müteahhitten telefon alıyorum; eminim, aynı kişiler sizlere de ulaşmaya çalışıyorlardır. Bana söyledikleri şu: “İktidar bizi idam sehpasına çıkardı, boynumuza ipi geçirdi, geriye bir tek tabureyi çekmek kaldı. Bizim durumumuz bir idam mahkûmundan farksız.” Allah aşkına, emeğiyle, alın teriyle, namusuyla iş yapan binlerce kişiyi bu hâle getirmeye ne hakkınız var? Tehlikenin farkında değilsiniz; müteahhitler batarsa alt taşeronundan ürün tedarikçisine, yüz binlerce inşaat işçisinden finans sektörüne kadar her sektörde büyük mağduriyetler yaşanacak. Kur korumalı mevduatla, bankada dövizi olana üç ayda bir kur farkı veriyorsunuz; peki, bu ülkede üreten, katma değer sağlayan, istihdam yaratan yüz binlerce kişinin günahı ne? Tek talepleri hakkaniyetli bir düzenleme. Bakan Nebati “Gözlerimdeki ışıltıyı görüyor musunuz?” diyor ya, ekmeğini inşaat sektöründen kazanan milyonlar Bakan Nebati’nin gözüne bakınca iflası görüyor, yazılan çeki, batık krediyi görüyor, yoksulluğu görüyor, işsizliği görüyor. Bakın, son bir yılda inşaat demiri 5.500 TL'den 16 bin TL'ye, hazır beton 300 TL'den 750 TL'ye, çimento 300 TL'den 800 TL'ye çıktı. Bir an önce gerekli önlemleri almazsanız müteahhitler inşaatları durdurmaya, teminat mektuplarını yakmaya mecburlar ve bu gerçekleştiği takdirde sektörde çalışma barışı diye bir şey kalmayacağını, adım attığınız her yerde yarım kalmış inşaatları göreceğinizi bilin.

Değerli milletvekilleri, aranızda mazotun litre fiyatını bilen var mı? Ben, bu kürsüye çıkmadan önce 22 lira 90 kuruştu, yarın da 25 TL'yi geçeceği belirtiliyor. Artık akaryakıta gelen zamları takip edemez hâle geldik. Biz böyleyken servis, taşımacılık sektörünün hâlini bir düşünün. Hepsi ellerinde hesap makinesi, televizyonun karşısında akaryakıta gelen zam haberlerini bekliyorlar, her zam haberinde biraz daha zarar ediyorlar çünkü ihaleyi aldıkları tarihte mazotun fiyatı 6,5 TL'ydi, şimdi 25 TL. Sadece mazot yüzde 300 zamlandı; yedek parça, bakım masrafı derken tüm girdi kalemlerinde en az yüzde 200’lük artış yaşandı. Yine, hazır yemek sektöründe de durum farklı değil, vatandaşlar yağ kuyruğunda, et kuyruğunda, ekmek kuyruğundayken, gıda fiyatları almış başını gidiyorken hazır yemek sektörü yüzlerce kişinin yemek ihtiyacını bu zamlarla nasıl karşılayacak? Siz gelin hesap edin.

Velhasıl, bugün, bu firmaların çok büyük bir bölümü kamudan ihale aldığına bin pişman durumda; hepsi zarar etme noktasını geçti, iş artık batma noktasına geldi. Bu yanlışı düzeltmek, bu sorunları tespit edip gidermek bu Meclisin asli görevidir.

Sizleri önergemize destek olmaya davet ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – İYİ Parti Grubu adına Sayın Bedri Yaşar, buyurun. (İYİ Parti sıralarında alkışlar)

İYİ PARTİ GRUBU ADINA BEDRİ YAŞAR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bu geçtiğimiz yılın sonunda, Mustafa Elitaş Bey’le beraber bu kanunun çıkması için fiyat farkı kararnamesiyle ilgili, burada gündemdeyken de biz hatırlatmıştık, demiştik ki: Sizin çıkaracağınız bu fiyat farkı kararnamesi hiçbir yaraya merhem olmayacak; sadece 7’nci ayın 1 ile 31’i arasına bu fiyat farkını veriyorsunuz, bu da genelde yaklaşık yüzde 10 fiyatları değiştiriyor. Yine, buna paralel dedik ki: Sizin muhakkak tasfiye kararnamesini çıkarmanız lazım. “Yok, bunlar müteahhit; geçmiş dönem kazançlarına saysınlar.” dediniz.

Buradan müteaddit defalar söyledim, siz “müteahhit” deyince karıştırıyorsunuz; mahşerin beş atlısı başka bir şey, bu 40 bin gariban başka bir şey. Onların böyle bir derdi yok zaten; onlar yolcu garantili, araç garantili, hasta garantili, dolar bazlı taahhütleriyle bu işi yapıyorlar, hatta tam tersine göbeklerini ovuşturuyorlar fiyatlar arttığı sürece, yetmiyor, devlet onları bir de takviye ediyor. Bakın, bu 40 binin üzerindeki müteahhit aynı zamanda, şu anki mevcut istihdamın yüzde 5’ini, yüzde 6’sını karşılıyor. Bu ne demek, biliyor musunuz? Yaklaşık 1 milyon 200 bin, 1 milyon 300 bin kişiye iş veriyorlar. Bunların zaten iki yakası bir araya gelmiyor. Her biri bugün TOKİ’de, il özel idarelerinde, hatta KÖYDES projelerinde bile diyor ki: “Kardeşim, fiyat farkı alamazsınız.” Daha bunu bile anlayamayan, uygulamaya çalışan bir sürü insan var. Yetmiyor, diyor ki: “Bu mektupları yakarsanız da kurtulamazsınız.” Niye? “Oluşan fiyat farkını da size rücu edeceğiz.” diyor. Bakın arkadaşlar -arkadaşımızda ifade etti- inşaat sektörünün alt grupları var; sayarsak elektrikçisinden, mekanikçisinden, sıvacısından, yemekçisinden, nakliyecisinden, selam vereninden, selam alanından 300’ün üzerinde alt sektör var; bunların tamamı bunlardan etkileniyor. Yani bugün, düşünebiliyor musunuz mazot fiyatını, düşünebiliyor musunuz çimentodur, betondur, demirdir? Sizin verdiğiniz yüzde 10 fiyat farkıyla bu işlerin altından kalkması mucize bile değil. Hâlbuki devletin birinci görevi, en azından bu alan içerisinde, bu sorumluluk duygusu içerisinde bunların da yanında olması.

Bakın, siz inşaat sektörden geliyorsunuz, bugün demir 16.250 lira. 16.250 lira, siz bugün, 2022 birim fiyatlarıyla -ben size söyleyeyim- sıfır tenzilatla verseniz para kazanmaları mümkün değil. Bakın, daha yeni açıklandı 2022 birim fiyatları; sıfır tenzilatla verin, bu işi yapacak insan bulamazsınız. Onun için, bakış açınızı lütfen değiştirin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

BEDRİ YAŞAR (Devamla) - Toparlıyorum Başkan.

Ne olur? Şimdi, hiç olmazsa dedik ya, hiç olmazsa… İş alanlar daha işe başlamadılar, hiç başlamayan var, yüzde 10 gerçekleştiren var, yüzde 20 gerçekleştiren var; hiç olmazsa bunlara bir tasfiye hakkı verin dedik veyahut şu fiyat farkını doğru düzgün verin insanlar işlerini yapsınlar. Buradan altını çiziyorum, yapmadığınız her işin devlete maliyeti en az 3 katı, en az 3 katı yani tasfiye etti, teminat mektubunu yaktı, tekrar ihaleye çıktınız, tekrar yaptırmaya kalktınız -buradan söylüyorum- bunun kamuya zararı en az 2 katı, 3 katı. Ama onlar “Hiç olmazsa utanma pazarı -şerefimiz var, onurumuz var- zarar edelim, az zarar edelim ama bu işleri yapalım; bize destek olun.” diyor. Bundan daha haklı nasıl bir talep olur, nasıl izah edilebilir? Lütfen, siz de bu işi bir daha gözden geçirin. Geçen söylemiştim “Üzerinde çalışalım.” diyordu.

Ben bu önergeyi destekleyeceğimizi buradan ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Erol Katırcıoğlu, buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kamudan ihale alan şirketlerin durumu kötü yani hepimiz biliyoruz; zaten başka türlü olma ihtimali de yok. Neden yok? Çünkü genel olarak bu ihaleler verilirken pandemi gibi bir mesele, Ukrayna savaşı gibi bir mesele dikkate alınarak verilmedi, dolayısıyla da bu türden hesaba katılması zor olan hadiseler sonucunda, efendim, maliyetler arttı ve dolayısıyla da fiyatlar arttı vesaire. Dolayısıyla da yani kamudan ihale yoluyla iş almış olan şirketlerin durumları parlak değil. Dolayısıyla da bu konu araştırılması gereken bir konu. Sadece inşaat sektöründen söz etmek doğru da değil çünkü kamu ile özel sektör arasındaki ilişkiler esasında kamunun dışında da birçok sektörü kapsar. Dolayısıyla da bu araştırma önergesi isabetli bir önerge ve bu çerçevede bir araştırma komisyonu kurulmasında büyük yarar var gibi geliyor bana.

Efendim, konunun bir başka önemli tarafı şudur: Kamu ve özel sektör arasındaki ilişkiler. Türkiye’de en azından, kamu, sermaye birikim aracı olarak işlev görür yani şunu kastediyorum: Kamu ihaleleri çerçevesinde özel kesimde sermaye birikimi sağlanır; işte, ne bileyim, on dokuz yılda 190 defa Kamu İhale Kanunu’nun değişmiş olması esasında bunu yansıtıyor ama bunun da ötesinde ihalelerin çoğunun, özellikle büyük ihalelerin çoğunun davet usulüyle yapılabiliyor olmuş olması da bence bunu açıkça ortaya koyuyor.

Şimdi, bu da bu araştırma önergesi içinde ele alınması gereken bir mesele yani diyebiliriz ki, işte, inşaat sektöründe ihale almış olan 40 bin şirketten bahsediliyor, hadi bunlar o kadar önemli olmayabilir ama değerli arkadaşlar, Türkiye’nin oligarkları da bu süreçte ortaya çıkmıştır. Yani bugün itibarıyla “5’li çete” falan diye konuşuyoruz ama aslında “5’li çete” derken yani 5 kişiden ya da 5 şirketten oluşan bir durumdan söz etmememiz lazım; o, bir sembol. Peki, arkasında ne var? Arkasında, arkadaşlar, şu var: Tıpkı Rusya’da olduğu gibi -nasıl ki Rusya’da- efendim, düzen değişirken oligarklar ortaya çıktıysa Türkiye’de de Adalet ve Kalkınma Partisinin yönetiminin belli bir noktasından sonra, efendim, Türkiyeli oligarklar oluşmuştur ve oluşmaktadır da. Dolayısıyla da bu araştırma önergesi eğer konuşulacaksa bunun da dikkate alınmasında büyük bir yarar var çünkü gerçekten de bu mesele Türkiye’nin gelişme süreciyle de çok yakından ilgili.

Yani çok vaktim kalmadı, galiba bir dakika vereceksiniz Sayın Başkan, teşekkür ederim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, bakın, 1960’tan itibaren Türkiye'de uygulanan sistem, Türkiye'yi 1980’li yıllarda 70 sente muhtaç bir ülke hâline getirdi ve bu modelin içinde en önemli unsurlardan bir tanesi de KİT sistemiydi, KİT'lerdi ve siyaset, o dönemde KİT'leri kullanarak sermaye birikimi yarattı. Yani bugün itibarıyla Koç, Sabancı vesaire diye sayıyoruz ya o dönemin sermaye gruplarını ama emin olun, o dönemin sermaye gruplarını oluşturan sürecin başında da kamu var idi çünkü siyasetçiler kamuyu, özel sektörün sermaye birikimini sağlamak için kullanıyor, özel sektör de doğrusunu isterseniz siyasetçilere fazla dokunmamayı tercih ediyor, onları destekliyor.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Bülent Tüfenkci.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA BÜLENT TÜFENKCİ (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; 2020 yılında bütün dünyayı etkisi altına alan, dünya ticaretini daraltan salgın etkisinin 2021 yılının sonuna doğru azalmasıyla birlikte emtia fiyatlarının anormal şekilde artmasıyla bütün dünyada ekonomik bir dalgalanma meydana geldiği ve enflasyonun bütün dünyayı etkisi altına aldığı hepimizce bilinmektedir. Elbette ki yaşanan hadiselerin Türkiye'de de ciddi etkilerinin olduğunun farkındayız. Bunun etkilerini en aza indirmek için Hükûmetimiz her türlü tedbiri almıştır, almaya da devam etmektedir; bu tedbirleri alırken yalnızca bir kesimi hedef almamakta, bütün kesimlerin bu enflasyondan en az etkilenmesi noktasında tedbirler almakta. Bu kapsamda da geçtiğimiz günlerde, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’na geçici 5’inci madde eklenmiş, bu noktada da 4737 sayılı Kanun’a göre ihalesi yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla devam eden sözleşmelerde ihale dokümanlarında fiyat farkı verilip verilmemesine bakılmaksızın bütün ihalelerde ek fiyat farkı uygulanması hükmü getirilmiştir. Tabii, bu yeterli mi, yetersiz mi; tartışılabilir ama esas itibarıyla, bu sözleşmelere devir imkânı da getirilmiş, isteyen müteahhit arkadaşlarımız, yapamayacağını düşünen arkadaşlarımız bir başka müteahhit arkadaşa devredebilir. Bu devirlerde de hiçbir kısıtlama getirmedik. Ayrıca, damga vergisiyle ilgili de düzenleme yaparak “Bu devirlerde damga vergisi alınmaz.” dedik.

Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, hiçbir vatandaşımızı enflasyona ezdirmeyeceğimizi ifade ettiğimiz gibi hiçbir kesimi de enflasyona ezdirmeyeceğiz. Hızlı artan girdi fiyatlarına rağmen Türkiye ekonomisi 2021 yılında yüzde 11 gibi bir büyümeyi yakaladı ve yine, girdi fiyatlarındaki artışa ve ekonomik daralmaya rağmen de 2021 yılı itibarıyla -döviz kurlarındaki artışları da dikkate aldığınızda- Türkiye, kişi başına düşen millî gelirini de 900 dolar artışla 9.535 dolar olarak gerçekleştirdi. Bütün bu sıkıntılara rağmen biz, Hükûmet olarak tedbirlerin hızlı bir şekilde alındığını görüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

BÜLENT TÜFENKCİ (Devamla) – Eğer bu konuda düzenleme yapılması gerekirse zaten Meclisimiz ve Hükûmetimiz bu noktada gerekli çalışmaları yapıyorlar, müteahhitlerin paralarını öncelikli olarak ödemeye çalışıyorlar, bu noktada her türlü tedbiri alıyorlar.

Ben, tekrardan Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum, Allah'a emanet olun diyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Sayın Oluç, yerinizden bir söz talebiniz vardı, onu vereceğim; buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

29.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, iktidarı Boğaziçi Üniversitesinden elini çekmeye çağırdığına ilişkin açıklaması

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, şimdi, biraz sonra Millî Eğitim Komisyonundan gelmiş olan bir kanun teklifini görüşmeye başlayacağız; bir üniversite kuruluşu ve bir üniversitenin isminin değiştirmesiyle ilgili. Maddelerde tabii arkadaşlarımız görüşlerini açıklayacaklar fakat ben, üniversiteler demişken aslında kurulu olan ve bir intikam duygusuyla yok edilmeye çalışılan bir üniversiteden söz etmek istiyorum, bunu hatırlatmak istiyorum. Yani öğretim üyeleri horlanan, bilimsel değerleri ve çalışmaları yok sayılan, öğrencileri itip kakılan, gözaltına alınan, tutuklanan, atanmış bir rektör tarafından ihbar edilen bir üniversiteden söz etmek istiyorum. İşten atılan akademisyenlerin olduğu, yine intikam duygusuyla işten atılan akademisyenlerin olduğu bir üniversiteden söz etmek istiyorum, Boğaziçi Üniversitesinden. Boğaziçi Üniversitesinde ilk önce, biliyorsunuz bir rektör atandı, ilk önce bir rektör atandı, Melih Bulu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi, buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Öğrenciler ve öğretim üyeleri bu atamaya karşı çıktılar dışarıdan atandığı için. Bir süre sonra Melih Bulu görevinden alındı, farkına bile varmadı. Tam bir felaket yaşandı. Sonra Naci İnci atandı, o da sorunları çözemedi çünkü aynı anlayışla işini devam ettirdi. Aslında öğrencilerin ve Boğaziçindeki akademisyenlerin, öğretim görevlilerinin istedikleri bir tek şey var; kendi üniversitelerinde katılımcı ve müzakereci bir demokrasi anlayışının yöneticilerin belirlenmesinde geçerli olmasını istiyorlar. Bu kadar basit bir şey istiyorlar ama iktidar büyük bir intikam duygusuyla gerçekten bu üniversiteyi şu anda işlemez hâle getirdi. En son, üniversitenin fakülte yapısı da aslında hocası ve öğrencisi olmayan yeni fakülte kurulmasıyla dejenere edilmekte ve en son 3 dekan hukuksuz olarak görevinden alındı Boğaziçi Üniversitesinde.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Ve 1988’den günümüze Boğaziçi Üniversitesinin üst yönetiminde aktif olarak rol almış 46 akademisyen 5 Mart günü Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi ve İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine dışarıdan dekan atanmasına karşı bir açıklama yaptılar. Aralarında Profesör Ayşe Buğra, Edhem Eldem, Şevket Pamuk, Binnaz Toprak gibi profesörlerin olduğu kişiler, 46 akademisyen bu durumun aslında Boğaziçi Üniversitesini nasıl dejenere ettiğini ve bütün ilkelerini ortadan kaldırdığını çok açık bir şekilde anlattılar ve bunu protesto ettiler. Ben, üniversite kurulumu ve bir üniversitenin isminin değiştirilmesini tartışacağımız için yok edilmeye çalışılan Boğaziçi Üniversitesine dair de bu cümleleri söylemek ve iktidarı bir kez daha Boğaziçi Üniversitesinden elini çekmeye çağırmak istedim.

Teşekkür ederim söz verdiğiniz için.

V.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

4.- AK PARTİ Grubunun, bastırılarak dağıtılan 319 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1’inci sırasına alınmasına ve bu kısımda bulunan diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine ve Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü Birleşiminde 316 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölümünde yer alan maddelerin oylamalarının tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine ilişkin önerisi

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

9/3/2022

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 9/3/2022 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                                                                                                          Mahir Ünal

                                                                                                                                                                      Kahramanmaraş

                                                                                                                                                        AK PARTİ Grubu Başkan Vekili

Öneri:

Bastırılarak dağıtılan 319 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1’inci sırasına alınması ve bu kısımda bulunan diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Genel Kurulun 9 Mart 2022 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde 316 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölümünde yer alan maddelerin oylamalarının tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Evet, öneri üzerinde söz talebi yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Şentop ve beraberindeki Parlamento heyetinin Pakistan Ulusal Meclisi Başkanı Asad Qaiser’in vaki davetine icabetle Azerbaycan-Pakistan-Türkiye Üçlü Parlamento Başkanları İkinci Toplantısı’na katılmasına ilişkin tezkeresi (3/1881)

9/3/2022

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa Şentop ve beraberindeki Parlamento heyetinin Pakistan Ulusal Meclisi Başkanı Sayın Asad Qaiser’in vaki davetine icabetle, Azerbaycan-Pakistan-Türkiye Üçlü Parlamento Başkanları İkinci Toplantısı’na katılması hususu 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 9’uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                                                                                      Mustafa Şentop

                                                                                                                                                    Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.07

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.22

BAŞKAN: Başkan Vekili Süreyya Sadi BİLGİÇ

KÂTİP ÜYELER: Rümeysa KADAK (İstanbul), Abdurrahman TUTDERE (Adıyaman)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 65’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince denetim konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sıraya alınan, Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu ve 24 Milletvekilinin Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

VII.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Teklifleri

1.- Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu ve 24 Milletvekilinin Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4258) ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 319) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Komisyon Raporu 319 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde gruplar adına ilk söz, İYİ Parti Grubu adına Sayın İmam Hüseyin Filiz’in.

Buyurun Sayın Filiz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde İYİ Parti adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifinde, İstanbul Ayvansaray Üniversitesinin adı “İstanbul Topkapı Üniversitesi” olarak değiştirilmekte ve Bursa’da “Mudanya Üniversitesi” adıyla bir vakıf üniversitesi kurulması teklif edilmektedir. Bu konularda görüşümüz olumludur.

Değerli milletvekilleri, bu üniversitenin kuruluşuyla, 207 olan üniversite sayımız 208’e çıkacaktır. Hemen belirtmeliyim ki Türkiye'de üniversite sayısının arttırılmasına da Mudanya Üniversitesinin kurulmasına da karşı değiliz ancak kırmızı çizgimiz, üniversitelerde nitelikli eğitim ve araştırma yapılıyor olmasıdır. Bu olmadığı takdirde, eğitimde boşa kürek sallamaya devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, toplam 645.079 öğrencinin eğitim aldığı vakıf yükseköğretim kurumlarının sayısı 77’ye ulaşmış ve yükseköğretim sistemi içerisinde önemli bir konuma gelmiştir. İstanbul'da 47 ve Ankara'da 13 olmak üzere, birçok ilde vakıf yükseköğretim kurumu mevcuttur. Hemen ilave etmeliyim ki eğitimin niteliği ve araştırma geliştirme çalışmaları açısından, devlet üniversitelerinde gördüğümüz sıkıntılar ve farklılıklar vakıf üniversitelerinde de fazlasıyla mevcuttur.

Değerli milletvekilleri, Yükseköğretim Kurulu son birkaç yıldır vakıf üniversitelerinin işleyişi konusunda raporlar yayınlamaktadır. Bu raporlarda her ne kadar vakıf üniversitelerinde işlenen mali suçlar, akademik ortama uymayan birçok yanlış iş belirtilmemiş olsa da genel işleyiş hakkında bazı ipuçları vermektedir. YÖK'ün hazırladığı Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2021 Raporu’nda, vakıf üniversitelerinin hukuki statüsünün Anayasa’mızın 130’uncu maddesine ve 2547 sayılı YÖK Kanunu’na tabi olduğu, vakıflar hukukuna göre işleyeceği ve asla kazanç amacı güdemeyeceği belirtilmektedir. Bu maddeler ve hukuki düzenlemeler olduğu hâlde, bazı vakıf üniversitelerinde mütevelli heyet başkanlarının üniversiteyi, şirket gibi bile değil, kendi özel mülkleri gibi yönettiği basına yansıyarak haberlere konu oldu. YÖK Kanunu’na göre atanan rektörlerin makamlarından kovulduklarına şahit olduk. Rektörün odasını basarak “Burası benim mülkümdür.” diyen mütevelli heyeti başkanları gördük. Bunların kurduğu üniversitelerin ülkemize ne faydası olabilir?

Değerli milletvekilleri, vakıfların nasıl yönetileceği kanunda açıkça belirtildiği hâlde milyon dolarlık servetlerle bazı vakıf üniversitelerinin satıldığını gördük, hatta son yıllarda satılan bazı vakıf üniversitelerinin yabancı şirketler tarafından alındığı gazetelerde yer aldı. Yükseköğretim Kurulunun raporunda “Vakıf üniversitesinin kaynakları, kurucu vakfın katkıları ve öğrenci gelirleridir.” ifadesi yer almaktadır. Maalesef, bu üniversitelerin pek çoğunun bu gelirler dışında gelirleri bulunmamakta ve vakıf katkısı çok sınırlı kalmaktadır. Burada da “vakıf” adı altında kurulan bu üniversitelerin öğrencilerden beslendikleri, öğrencilerden elde edilen milyarlarca liralık gelirlerin vakıf mütevelli heyetinin mülkiyetindeki bir servet gibi kullanıldığı anlaşılmaktadır. YÖK raporunda, öğrenci gelirleri, kamu desteği ve istimlak kanunlarının bu kuruluşlara tanıdığı yetkilerle palazlanan bu vakıf üniversitelerinin gelir-gider kalemlerinin kamu kuruluşlarındaki gibi şeffaf olması gerektiği ve kamuya açık bir tarzda denetlenmesi gerektiği dile getirilmiştir. Ancak görünen odur ki bu üniversiteler yeterince denetlenmiyorlar.

Değerli milletvekilleri, “Vakıf üniversitelerinin pek çoğu öğrenci gelirleriyle palazlanıyorlar.” dedim, şimdi size iki farklı anlayışta vakıf üniversitesinden örnek vereceğim.

Birinci grupta adı uluslararası arenada hiç bilinmeyen üniversiteler var. Bu üniversiteler bir öğrencinin üniversiteye maliyetinin katbekat üstü ücret talep ediyorlar. Mesela öğrenci başına ortalama 6 bin lira harcayan bir üniversite bu öğrencilerden 12.500 lira ile 40 bin lira arasında ücret talep ediyor. Bu yapıdaki üniversitelerde reklam ve tanıtım için ayrılan bütçenin AR-GE bütçelerinden çok fazla olduğu hayretle izlenmektedir. Üniversitelerin, yasa gereği, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine bütçe ayırması gerekir. Raporda yer alan istatistiklere bakıldığında bu tür vakıf üniversiteleri araştırma geliştirme faaliyetlerine çok sembolik harcamalar yapmışlar. Bu harcamalar karşılığında ortaya çıkan bilimsel ürünler hakkında da hiçbir bilgi yoktur.

Uluslararası arenada dünya üniversiteler sıralamasında zaman zaman ilk 500’e giren ve Türkiye’de çok bilinen nitelikli vakıf üniversitelerinden de bir örnek vereyim. Öğrenci başına yaptığı 50 bin lira civarında harcamaya karşılık 2021-2022 eğitim yılı için öğrenciden 62.100 lira ücret talep ediyor. Vakıf üniversitelerinden bahsederken biz de bu iki grubu ayırt etmek durumundayız, hepsini aynı sepete koyamayız.

Değerli milletvekilleri, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na göre “Vakıflarca kurulan yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarının nitelikleri devlet yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının niteliklerinin aynıdır.” denilmektedir. Ayrıca 15 Nisan 2020’de kabul edilen 7243 sayılı Kanun’la Yükseköğretim Kanunu’nda yapılan değişiklik uyarınca “Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez.” denmesine rağmen bu üniversiteler, öğretim üyelerine yasada belirtilen ücretleri de ödemiyorlar. 2022 Ocak ayında üniversite öğretim üyelerine enflasyon oranının dörtte 1’i kadar zam yapıldı. Bu yanlışlık denetlenmeli ve mağduriyetler giderilmelidir.

Değerli milletvekilleri, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı OECD ülkelerinde ortalama olarak 30’dur. Ancak vakıf üniversiteleri raporunda, öğrenci sayısı 30 binin üstünde olan birkaç vakıf üniversitesinde öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 50 ile 65 arasında olduğu belirtilmiştir. Kampüsü ve yeşil alanı bile olmayan bu vakıf üniversitelerinde az sayıda öğretim üyesiyle bu kadar çok öğrenciye nitelikli bir eğitim nasıl verilebilir? Bu kuruluşlara, bu suistimalleri yapma imkânını kimler veriyor? YÖK neden Vakıflar Kanunu’nu ve YÖK Kanunu’nu ihlal eden bu kuruluşlara fırsat veriyor, anlamakta güçlük çekiyoruz.

Değerli milletvekilleri, vakıf üniversitelerini kendi içinde karşılaştırırsak bazıları fiziksel imkânlar açısından çok gelişmiş, bazıları bir binaya sıkışık şekilde eğitim vermektedir. Kontenjanlar bazılarında dolarken bazılarında yüzde 40 düzeyinde kalmaktadır. Bazılarında programlara… Mesela Bilkent Üniversitesi elektrik elektronik programına en düşük 19.007’nci sıradaki öğrenci girerken başka bir vakıf üniversitesinde aynı programa 299.775’inci sıradaki aday giriyor yani 300 bine 225 kişi kalmış; dört yıl sonra 2 öğrenci de elektrik elektronik mühendisi oluyor, kalite farkını dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Vakıf üniversitelerinin tümünde 4 milyon basılı kitap bulunmaktadır. Bilkent Üniversitesinde 513 bin kitap varken bir başka vakıf üniversitesinde sadece 1.428 kitap bulunmaktadır ki birçok kişinin şahsi kütüphanesinde bundan daha fazla kitap vardır.

Kısacası, Türkiye'nin en iyi üniversiteleri arasına giren vakıf üniversiteleri var, eğitim düzeyi liseden ileri gidememiş vakıf üniversiteleri de var. Hedef, alınacak tedbirlerle, hepsinin iyi düzeyde olmasını sağlamaktır. Yeni kurulacak olan Mudanya Üniversitesi mütevelli heyeti ve rektöründen, bahsettiğim konuları dikkate alarak iyi üniversiteler arasında yer alması konusunda gerekeni yapmalarını beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce tekrar hatırlatmak isterim ki vakıf kanunlarını ihlal edenler, yetim malı çalanlar gibidir. Sayın Maliye Bakanı, siz bu kuruluşların mali konularda yasaları çiğnemesine müsaade edemezsiniz. Sayın YÖK Başkanına da sözüm var: Sayın YÖK Başkanı, birçok vakıf üniversitesinin devasa reklam harcamalarıyla gençlerin umutlarını çalmalarına seyirci kalamazsanız. Siz, TYT ve AYT’de barajları kaldırmakla gençlerimizi bu vakıf üniversitelerinin sömürü çarklarına yönlendirdiğinizi bilmiyor musunuz?

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin yönetimi iktidarın kayırmacılığa, rüşvet ve yolsuzluğa saplanan politikalarıyla felaketin içine sürüklenmiştir. Halkımız bu felaketi acı bir şekilde yaşıyor, bunu hepimiz görüyoruz.

Üzülerek belirteyim ki ekonomide yaşadığımız felaketin bir benzerini de eğitim, çalışma ve uzmanlaşma alanında görüyoruz. Bunu gençlerimiz yaşıyor, karamsarlıkla hayata tutunmaya çalışıyor. Üniversite mezunlarımızın iş bulma umutları gittikçe azalıyor. Öğretmenlik eğitimi alanların bile çoğu garsonluk yapıyor, tezgâhtarlık yapıyor, öğretmenliğe atanabilmek için yıllarca KPSS sınavlarına hazırlanıyor; sınavı kazananlar ise yandaş anlayışla yapılan mülakat barajını aşamıyor, psikolojileri bozulan öğretmen adayları intihar ediyor. Fen edebiyat fakülteleri gibi temel bilim eğitimi veren okullar öğrenci bulamamaktadır, buna karşılık öğrencisi olmayan bölümlerde çok sayıda profesör, asistan ve öğretim görevlisi istihdam edilmektedir. Üniversite sonrası iş bulanların önemli bölümü ise meslekleri dışında, asgari ücretle ve günde on saat çalıştırılmaktadır. TÜİK verilerine göre, 40 bini 30 yaş altında olmak üzere 110 binin üzerinde işsiz mühendis bulunmaktadır, 700 bin civarında öğretmen işsizdir, iktisat fakültelerinden mezun olup iş bulamayanların sayısı 500 bine yaklaşmıştır.

Değerli milletvekilleri, işsizliğin sebeplerinden biri, iktidarın üniversite mezunlarına yönelik bir istihdam politikasının olmamasıdır. Bir diğer ve çok önem verdiğimiz sebep, kontenjanların tespitinde arz talep dengesinin gözetilmemesidir. İhtiyaçtan fazla bölümler, fakülteler açılmaktadır. 2018’den bu yana 28 fakülte kapatılmış, 194 fakülte açılmıştır. Bu fakültelerin hangi ihtiyacı karşıladığını merak ediyoruz. En son 3 eczacılık fakültesi açılmıştır; eğitim veren 47 eczacılık fakültesinden sadece 14’ünün akredite eczacılık eğitimi verebileceğini de hatırlatmak istiyorum. Altyapıdan ve yeterli eğitim kadrosundan yoksun olarak açılan yeni fakülteler sunulan eczacılık eğitiminin niteliğini her geçen gün azaltmıştır ve azaltmaya devam etmektedir. 2016 yılında Sağlık Bakanlığınca yayınlanan Sağlık İş Gücü Raporu’nda 2023 yılında yüzde 30 eczacı istihdamı fazlasına dikkat çekilmişken eczacılık fakültelerine 3.500’ü aşkın kontenjan ayrılması ve her yıl 2 binden fazla öğrencinin eczacılık fakültesinden mezun olması yakın gelecekte geri dönüşü zor sonuçlar doğuracaktır. Benzer durum yükseköğretimdeki diğer disiplinler için de geçerlidir.

Değerli milletvekilleri, sağlık çalışanlarımız devlet hastanelerinde performans oyunlarıyla meşgul ediliyorlar. Mesleklerini meslek ahlakına uygun bir tarzda yapamamanın sıkıntısı içindeler. İktidarın ekonomi politikasındaki sömürü düzeninin kurallarıyla karşı karşıya kalıyorlar ve istifa ediyorlar; Batı ülkelerine göç ediyorlar ya da göç etmek istiyorlar. Onların bu durumunu bilen Cumhurbaşkanımızın “Gitsinler, onların yerine yabancı doktor getirir çalıştırırız.” demesi de ürkütücüdür. Eşi, kızı ve damadı hekim olan bir kişi olarak bu beyanattan üzüntü duyuyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım, rüzgâr yüksek basınçtan alçak basınçlı bölgeye doğru eser. Eğer rüzgârı tersine çevirmek istiyorsanız basıncı azaltın. “Başkalarını getiririz.” demek çözüm değildir ve rüzgârı tersine çevirmez. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’un Esenyurt ilçesinin Pınar Mahallesi’ni ziyaret ettim. Mahalle muhtarı, aile sağlığı merkezinde çalışan 2 doktordan 1’inin Tanzanyalı, diğerinin de İranlı olduğunu, vatandaşın bu durumdan memnun olmayıp Türk doktor istediklerini söylediler ve bize Atatürk’ün “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” sözünü hatırlattılar. Yani, rüzgâr tersine esmiyor. Yurt dışına gitme eğilimi sadece sağlıkçılarda değil, diğer disiplinlerden de mezun olan nitelikli eğitim almış mezunlarımızda da vardır.

Değerli milletvekilleri, eğitim çok ciddi bir iştir, okul öncesinden başlayarak üniversite eğitimine kadar zincirin tüm halkaları önemlidir. Ortaöğretime göz atacak olursak 700 bini aşkın öğrenci TYT'de 150, AYT'de 180 puan barajını geçemiyorsa, onları yeni maceralara sürükleyecek formüller yerine, on iki yıl okuduktan sonra sıfır puan alan 215 bin öğrenciden matematik veya Türkçe derslerinden 1 soru dahi yapamamış olan 700 bin ortaöğretim mezununa, gençlerin niçin bu hâlde olduklarını inceleyelim. Aslında bu durum genel olarak ortaöğretimin çöktüğünün göstergesidir. On iki yılda dört işlemi dahi yapamayan öğrencilerin yetiştirildiği millî eğitim sistemini sorgulamamız gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, 207 üniversitenin büyük çoğunluğunda nitelikli eğitimin verilmediği bilinen bir gerçektir. Üniversiteler, yönetimlerinin beceriksizliği, adaletsizliği, liyakatsizliği ve keyfîliği, öğretim elemanlarının bir bölümünün yetersizliği sebebiyle büyük sıkıntılar içerisinde. Siyaset, üniversiteleri tam olarak abluka altına almıştır. Uygulamalı eğitim göz ardı edilmektedir. Özet olarak söylersem, sistemin altı da çürük, üstü de.

Değerli milletvekilleri, bu tür konuşmaları yapmak yerine, eğitim kurumlarımızın başarılarını konuşmayı çok arzu ederiz. Bunun için, eğitim sistemi kendini bilen insan yetiştirmeyi hedeflemeli, kul hakkı yememeyi bir değer olarak öğretmeli, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamalı, eğitimi para kazanma aracı olmaktan çıkarmalı; eğitimde parası olan ile olmayan arasında eşitlik sağlanmalı ve kaynaklar tasarruflu kullanılmalı yani israf durdurulmalıdır.

Bize, mesai saati tanımayan, laboratuvarlarında ve araştırma merkezlerinde ışıkları sabahlara kadar yanan üniversiteler lazım. Bunun için de huzur lazım, adaletli uygulamalar lazım, heyecan lazım.

Değerli milletvekilleri, bir milletvekili, bir üniversite hocası ve eski bir rektör olarak inancım odur ki İYİ Parti, AK PARTİ’nin eğitim hayatına getirdiği bu bozuk düzeni ortadan kaldıracak ve eğitimde olmamız gereken yerde olacağız. Biz hazırız diyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Kamil Aydın.

Buyurun Sayın Aydın. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) – Saygıdeğer Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’ndaki değişiklik üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Çok kıymetli milletvekilleri, aslında, dün Komisyonda görüştüğümüz birkaç maddelik bir kanun olan bu teklif içerisinde, 2 vakıf üniversitesinin birinin isminin değişikliği, diğerinin ise kuruluşuyla ilgili gündem var ama biz biraz genel bir değerlendirmeye tabi tutup onların da neden açılması gerektiği konusunda bir iki şey söylemeye çalışacağız.

Saygıdeğer milletvekilleri, hepinizin malumu olduğu üzere, geri kalmışlıklar da gelişmişlikler de inanın bir bütünlük arz eder yani bir ülke düşünün çok geri kalmış, çok fakruzaruret içerisinde ama öyle bir sektörü var ki çok ilerlemiş, dünyanın ilk 3’ünde bir ülke olsun; bu, doğru olamaz, bu, mümkün değil ya da tam tersi, çok gelişmiş bir ülke düşünün ki bir bağlamda çok gelişmiş ama diğer şeylerde çok geri kalmış; daha da somutlaştırayım isterseniz: Şimdi, “Dünya 5’ten büyük” söylemiyle bizim de dikkatlerimizi çekmesi hasebiyle bu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin üye ülkelerine baktığımızda, bu ülkelerin -işte, geçenlerde Çin’de olimpiyatlar yapıldı- sadece sanayide, teknolojide, ekonomide kalkınmışlığı söz konusu değil, bunların güçlü altyapısını oluşturan eğitimde de aynı zamanda büyük bir kalkınmışlık seviyesinde olduklarını açıkça görmekteyiz yani bu, Amerika Birleşik Devletleri için de geçerli, Rusya için de geçerli, Fransa için de geçerli, Çin için de geçerli, öyle, Almanya, İngiltere devamını getirebiliriz. Bunların sanatta da edebiyatta da teknolojide de birtakım uluslararası icatların gelişiminde de çok önde olduklarını açık bir şekilde görüyoruz.

O zaman, tabii, bu gelişmişliğin temelinde olan en önemli faktörün de eğitim olduğunu ihmal etmemeliyiz. İşte, bizim tabii, kültürel dokumuzda dünden bugüne, dilden dile aktarılan çok güzel, bunu özetleyen bir ifade var: “Beşikten mezara kadar.” Batılılar buna “yaşam boyu” da dediler ve bu bağlamda bir program da hazırladılar. O zaman beşikten mezara kadar üzerinde çok önemle büyük bir hassasiyetle durmamız gereken bir alandan bahsediyoruz. Tabii ki bunu, şimdi iyice pratikleştirip, iyice sistematikleştirdiğimiz bir okul öncesi eğitimle başlatıp, ilk, orta, lise daha sonra tabii, yükseköğrenime taşıma sorumluluğu içerisinde olmak zorundayız.

Tabii, bugün ana konumuz olması hasebiyle, birazcık üniversiteler bağlamında bir iki şey söylemekte yarar var. Şimdi, tabii, kanuna bahis İstanbul'da bir Ayvansaray Vakıf Üniversitesinin isim değişikliği… Çok makul, mantıklı, gerekçeye oturtulmuş, tamamen coğrafi bir yanlış anlaşılmaya ve bundan mütevellit, uluslararasında ya da ülke içerisinde yanlış algılamalara mahal vermemek adına yapılan bir değişiklik. Niye? Çünkü kampüs, ana yerleşke surların karşısında, Topkapı'da yani müthiş bir mekân. Hem uluslararası bağlamda hem gerçekten Türkiye'de öğrenci cezbetme noktasında da coğrafyaların büyük bir etkisi olduğuna, büyük bir faktör olduğuna bir akademisyen olarak bire bir tanıklık ettim. Yani dünyanın en iyi kadrosuna sahip olun, en iyi laboratuvarlarını kurun ama maalesef -bir bilim adamı olarak diyorum bunu- yine de coğrafi nedenler, tercih nedenlerinden bir tanesi, hatta belki en önemlilerinden biri olabiliyor. Bu düşünceden hareketle, bu Ayvansaray Üniversitesi yerleşkesinin Topkapı'da olması hasebiyle yani bedeni orada, varlığı orada ama ismi diğer tarafta kalmış, bunun “Topkapı”ya dönüştürülmesiyle alakalı…

Diğeri de yine, Bursa'da bir vakıf üzerinde, bugüne kadar eğitim camiasında bir sürü faaliyette bulunmuş bir vakıf sahibinin, Mudanya’da bir üniversiteye dönüştürme, yani Türk eğitim sisteminde vakıf üniversiteleri adına bir katkıda bulunma noktasında, kurmak niyetinde olduğu bir Mudanya Üniversitesi.

Saygıdeğer milletvekilleri, malumunuz, üniversiteler, genel anlamı itibarıyla evrensel bilginin üretildiği, teknolojiye dönüştürüldüğü ve transfer edildiği hatta iletişim unsuru olduğu gerçek kurumlardır. Yani nerede üretilirse üretilirsin bu, mutlaka bütün insanlığın ortak değeri, ortak bilgi ağına dönüşmektedir, bunu açıkça ifade edebiliriz.

Tabii, Türkiye’de üniversite sayıları son zamanlarda çok speküle edildi ama ben, diğer üniversite sayıları noktasında farklı ülkelerin de bir analizini yapmaya çalıştığımda, çok da abartılı bir rakam değil, hatta biraz eksik dahi olduğuna tanıklık ettim. Yani kabaca bir örnek vermek gerekirse Amerika Birleşik Devletleri’nde 5 binin üzerinde 6 bin civarında üniversitenin varlığı, Japonya’da yine bine yakın üniversitenin varlığı, e, bizim nüfus oranı olarak baktığımızda Almanya’da yine 380-390’larda üniversite sayısının varlığı söz konusu. Dolayısıyla, bizde 131’i devlet -işte, yeni kurulanlarla birlikte- 78’i vakıf üniversitesi olmak üzere 207-209 bandında seyretmesi çok da garipsenecek bir durum değil. Bunu niye söylüyorum? Sayı üzerinden olumsuzlama, sayı üzerinden Türkiye’de böylesine bir eğitimin eksikliğini, noksanlığını gündeme getirip buradan bir çıkarım yapmanın çok normal, çok mantıklı olduğu kanaatinde değilim. Burada aslolan şudur: Aslında tabii ki sayıların nitelikli bir şekilde artması yani fiziki şartlarda her ilde bir üniversite olmasının hiçbir sakıncası yok. Aslolan burada, bu üniversiteleri ayakta tutacak, işte, amacına matuf niteliksel gelişimlerini sağlamak. Niye? Çünkü malum, üniversitelerin faaliyet alanları belli, sınırlı yani evrensel bilgi üretecek. Bunu nasıl yapacak? Bir; eğitim öğretim ayağıyla yapacak, biraz üç ayaklı düşünüyoruz, eğitim öğretim ayağıyla yapacak. İki; yaptığı araştırmalarla teknolojiye vesile olacak birtakım bilimsel gelişmelerle ikinci ayağını, ikinci önemli fonksiyonunu yerine getirecek. Üçüncüsü de, bölgesel kalkınmaya katkıda bulunacak “tematik” dediğimiz yani o coğrafyanın kalkınma modeline; içine istihdam koyun, ekonomik büyüme deyin, ticaret deyin, gelişme deyin, teknoloji üretimi deyin, ne derseniz deyin buna yönelik birtakım faaliyetlerde bulunması. O zaman şöyle bir çıkarımı çok rahat bir şekilde yapabiliriz: Üniversitenin niteliksel olarak kesinlikle ödün vermeden gelişimini sürdürmesi noktasında büyük bir hassasiyet içerisinde olmalıyız.

Şimdi, bu anlamda, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de rakamlar üç aşağı beş yukarı farklı olabilir, bir vakıf bir de devlet üniversitesi geleneği var. Bazı ülkelerde vakıflar biraz yukarıda, bazılarında devlet üniversitelerinin yukarıda olduğunu görüyoruz ama özellikle gerçekten kuruluş amaçlarına yani misyon ve vizyonuna uygun faaliyette bulunması gerektiği noktasında bizim hassasiyet göstermemiz lazım. Yoksa toptan bir şekilde, toptancı bir mantıkla, vakıf lehinde, devlet üniversiteleri aleyhinde ya da tam tersi; devlet üniversiteleri lehinde, vakıf üniversiteleri aleyhinde olma, çok da mantıkla izah edilecek bir durum değil. Çünkü her ikisinin de gerçekten bir ihtiyaca matuf kuruldukları konusunda kanaatimiz kesindir.

Şimdi somut örnekler vereceğiz. Bugün Türkiye’deki sayısı 78’e ulaşan vakıf üniversitelerine baktığımızda, gerçekten, faaliyet olarak, eğitim öğretim, bilim, teknoloji üretimi noktasında çok büyük katma değer sağladıklarını biliyoruz, evrensel bilgiye de katkıları var. İşte, hepinizin bildiği isimleri hepimiz bir çırpıda sayabiliriz yani Koç, Sabancı, Bilkent, Başkent gibi, devamını getirerek birçok üniversiteyi sayabiliriz ve buralara da müthiş bir rağbet var üstelik. Bu, Batı’da da böyle.

Bakınız, özellikle vakıf üniversitelerine tamamen olumsuz bakanlara seslenerek şunu ifade etmek istiyorum: Amerika Birleşik Devletleri’nde, inanın, Georgetown bir vakıf üniversitesi, Stanford bir vakıf üniversitesi, Johns Hopkins bir vakıf üniversitesi, Yale bir vakıf üniversitesi. Şimdi, çocuklarınızın gerçekten çok yüksek puanlarla gidip eğitim almasını istediğiniz üniversiteler. Bunları çok göz ardı etmemek lazım ama tabii, burada aslolan şudur: Vakıf üniversitesi gerekçelerine, özellikle misyonuna, vizyonuna çok iyi dikkat etmek zorundayız. Burada, tabii -zaman zaman Millî Eğitim Komisyonunda dile getirdik- aksak yönleri var mı? Var. Bunlar kurulurken gerçekten, böyle, çok talep edilen, aşırı rağbet edilen üniversitelerken bugün hem öğretim üyesi istihdamı noktasında hem de öğrencilerin tercihi noktasında, yavaş yavaş, birazcık, böyle, bir çekince arz ettiğine tanıklık ediyoruz. Niye? Çünkü “vakıf” adı altında gerçekten böyle tamamen kazanç odaklı bir amaca yönelik hareket etmeleri dikkatleri çekiyor ve “kendiliğinden diskalifiye edilen üniversiteler” diyebiliriz bunlara biz ama burada aslolan, devlet üniversiteleri ile vakıf üniversitelerini birbirlerinin antitezi gibi değil, gerçekten bilimsel, evrensel bilginin üretilmesinde birbirlerinin rakibi olarak değil; yan yana, kol kola giden, “Daha iyiyi ben yaparım.” diyebilen bir rekabet içerisinde olmalarını düşünmektir. Böyle olursa çok sağlıklı şeyler üretilir. Bunu niye söylüyoruz? Sanki Türkiye’de vakıf üniversitelerini bir gerçek değilmiş gibi bazen lanse ediyoruz; bir gerçek.

Sayın milletvekilleri, bakınız, sizin evlatlarınız şu anda Türkiye dışarısında, ülke dışında… Sadece lisans eğitimi için şu civar ülkelere giden öğrenci kapasitemiz neredeyse yüz binlerle telaffuz ediliyor. Şimdi, burada mademki böyle bir vakıf, böyle bir dışarıda, böyle bir başka yerde okuma ihtiyacı ya da isteğine -neyse- orada cevap alamayıp dışarıyı tercih etme noktası var ise o zaman bizim gerçekten şapkamızı önümüze koyup vakıf üniversiteleri üzerinden geliştirmeye, büyümeye, yönlendirmeye yönelik birtakım girişimlerde bulunmamız kaçınılmazdır ama bunun yerine “Vakıf üniversiteleri tamamen olumsuz birtakım eğitimsel faaliyetlerde bulunuyor. Dolayısıyla, vakıf üniversitelerine gerek yoktur.” demek, gerçekten sıkıntılı bir ifadedir; öğretim üyesi açısından da böyledir. Bakınız, vakıf üniversiteleri ilk kurulduğunda, Allah korusun, Türkiye’de çok tecrübeli, yetkin, alanında büyük marka olmuş birtakım bilim adamları 65 yaş sınırında oldukları için devlet üniversitelerinde emekliye sevk edilmek üzereyken ya da sevk edildikten sonra bir anda vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla, o uzun yıllara dayalı bilgi, beceri, deneyimlerini tekrar bizim evlatlarımıza aktarma fırsatı buldular. Benim bir çırpıda aklıma gelen isimler belli; rahmetli Talât Sait Halman Hocayı ben Bilkent’te tanıdım, Halil İnalcık Hoca yine bir vakıf üniversitesi üzerinden ömrünün son yıllarına kadar bu ülkeye bilimsel anlamda hizmette bulundular, Sayın Doğramacı Hocamız da öyle yaptı, hâlâ Mehmet Haberal Hocamız aynı şeyi yapıyor. Yani bu devlet üniversitesi endeksli, tek yönlü bir bakış tarzıyla eğer bugüne kadar gelinmiş olsaydı, Allah korusun, bunların hiçbirisi 65’inden sonra, o en yetkin oldukları dönemde üretime herhangi bir katkıda, bilimsel gelişmeye katkıda bulunmayacaklardı. Buna öncelikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Tabii, bu yaş konusu gündeme gelmişken bir kanayan yarayı sürekli tekrar edeceğiz, YÖK’ün sürekli duymasını sağlamaya çalışacağız. Şimdi, tabii, bölgeler arası farklılıkları dikkate alarak, ben bir Doğu Anadolu milletvekili olarak ve ilk kurulan bir üniversitenin mensubu olarak, bugüne kadar çok büyük bilim adamları yetiştiren bir üniversitenin otuz yıl mensubu olmakla gurur duyan bir kardeşiniz olarak şunu ifade etmek istiyorum: Doğu Anadolu Bölgesi’nde, bir zamanlar “Üniversiteye gerek yok.” denilen coğrafyada daha sonra ülkenin gerçekten bilimsel dünyasına, bürokrasisine ve gerçekten siyasi hayatına büyük katkılarda bulunmuş bu üniversiteler, artık yavaş yavaş, bu yasadan kaynaklı birtakım yanlış uygulamalardan dolayı eksiklikler hissediyor, kan kaybediyor. Nedir bu? Yeni kurulan üniversitelere öğretim üyesi temini adına doğru bir düşünce ama yöntemde biraz aksaklık var. Efendim “65 yaş sonrası emekli olun Elâzığ Fırat Üniversitesinden, Atatürk Üniversitesinden, Dicleden, Van Yüzüncü Yıldan, gidin, 2006 veya 2008 sonrası kurulan yeni üniversitelerde 72 yaşına kadar devam edin.” Bunu demek, o bölgelerdeki akademik dengeyi bozmak demektir. Biz bunu sürekli gündeme getirdik, bana öğretim üyesi arkadaşlarımızdan büyük bir talebi olarak geldi. Yani 65 yaşına kadar… Artık Dünya Sağlık Örgütünün “orta yaş” olarak tespit ettiği 65 yaşında, bir insanın en verimli olduğu dönemde “Hadi, siz emekliye ayrılın ya da şuraya gitmek zorunda kalın ki orayı da ikna ederseniz şayet...” Böyle bir alışmışlık ve orada yaşanmışlığın vermiş olduğu o yerleşik geleneğin aksine, sanki zorunlu göçe tabi tutmak gibi bir algı oluşturuyor.

Bu anlamda, biz ısrarla diyoruz ki: Bakınız, insan kaynağı israfı gerçekten çok büyük maliyetleri olan bir israftır. Dolayısıyla, bu yetişmiş elemanların israfını önleme adına, bu üniversitelerde kök salmış, gerçekten o bölgede yaşamayı içselleştirmiş bilim insanlarının orada devam etmesi noktasında gerekli iyi niyetin gösterilmesinin sağlanması taraftarıyız.

Saygıdeğer milletvekilleri, tabii, diğer bir husus da sürekli gündeme getiriliyor. İnanın, burada yurt dışında eğitim almış bir sürü arkadaşımız var, hiçbirimiz şunu dile getirmedik: “Ya, ben bu üniversitede eğitim yapıyorum, çocuklarımızı göndermişiz -birçoğunuzun evlatları dünyanın birçok yerinde eğitim alıyor özellikle lisansüstü bağlamda- inanın hiç merak etmedik bu üniversitenin rektörü kim, bu üniversiteyi kim idare ediyor, rektörün adı ne?” Hatta “Dekanın adı ne?” dahi merak konusu olmamıştır. Ama ne olur üniversiteleri siyasi malzeme yapmaktan çıkaralım.

Bir Boğaziçi sendromu oluşturup “Efendim, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü, atanmış rektör.” Peki, hangisi seçilmiş rektör? Yani Sayın YÖK Başkan Vekili burada… Yani biz bir hukuk devletiyiz, hukuk böyle bir atama şekli koymuş, bu da bütün üniversiteler için geçerli olan bir şey yani sanki biz de “Bütün üniversiteler eşittir, bazıları daha eşittir.” mantığıyla hareket etme güdüsüne sahibiz. Bu, başta o üniversite olmak üzere inanın Türk eğitim hayatına, Türk üniversite hayatına büyük zararlar verir kanaatindeyim. Biz, o çocuklarımızın ilime, bilime, üretecekleri teknolojik birtakım gelişmelere odaklanmasını sağlamak adına o üniversiteyi tartışma konusu yapmaktan çıkaralım artık. Yönetici atamaları kriterleri belli; A üniversitesinde aynı kriterler geçerli, Boğaziçinde de aynı kriterler geçerli ama diğer üniversitelerde -efendim- rektörün arabasının üzerine çıkıp böyle her türlü nümayişi yapıp “Ben bu rektörü istemiyorum.” mantığıyla hareket edersek inanın Türkiye’de gerçekten geçmişte varlığından çok rahatsız olduğumuz üniversite olaylarına geri dönmüş oluruz.

Biz hatırlıyoruz hocalık yıllarımızda da öğrencilik yıllarımızda da. Hiç unutmuyorum, yeni milletvekiliydim şurada, kızım, telefonda ağlayarak “Baba, üniversitemizde molotofkokteylleri atıldı, bayraklarımız yakılıyor, bizlere saldırı yapıyorlar dışarıdan gelen birileri...” Biz bunları yaşadık, bu günleri, hoca olarak da yaşadım. Şimdi üniversitelerimiz gerçekten güvenli; emniyetin, güvenliğin hâkim kılındığı ortamlara dönüştü Allah’a şükür. Evlatlarımız okusun, gelsin bu sıralarda otursunlar, bilim adına birtakım katkılarda bulunsunlar. Türkiye’nin atamalarının ne şekilde, nasıl yapıldığı noktasında yarın öbür gün yetki alsınlar, gelsinler, bunu legal ortamlarda tartışıp düşünceleri neyse ortaya koysunlar. Dolayısıyla, ben, gerçekten, Türkiye’deki bu üniversite varlığına 2 üniversitenin -birinin isim değişikliğiyle ve aynı zamanda genişleyerek- katılması... Çünkü bir meslek yüksekokulu olarak yola çıktı ama şu hâliyle, 34’ün üzerinde üniversite birimini oluşturmuş bir yapı İstanbul’da, bir diğeri de Bursa Mudanya’mızda faaliyet gösterecek 2 vakıf üniversitesinin daha başarılı olmasını en büyük dilek ve temenni olarak ifade ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi adına, bu üniversitelerin kurulması noktasında büyük destek olduğumuzu ifade ediyorum, hatta kendi kendime keşke bir tane de kadim şehrim Erzurum’a açılsa bunu da memnuniyetle karşılarım diyorum.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ

MADDE 1- 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununun ek 171 inci maddesinin başlığında ve birinci fıkrasında yer alan "İstanbul Ayvansaray Üniversitesi" ibareleri "İstanbul Topkapı Üniversitesi" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN – 1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

"EK MADDE 205- Mevzuatta İstanbul Ayvansaray Üniversitesine yapılan atıflar İstanbul Topkapı Üniversitesine yapılmış sayılır."

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir. "Mudanya Üniversitesi

EK MADDE 206- Bursa'da Bursa Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı Kanunun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Mudanya Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesinden,

b) Mühendislik, Mimarlık ve Tasarım Fakültesinden,

c) Sağlık Bilimleri Fakültesinden,

ç) Lisansüstü Eğitim Enstitüsünden,

d) Meslek Yüksekokulundan,

oluşur."

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Kemal Bülbül’ün.

Buyurun Sayın Bülbül. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) – Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum.

Sayın Başkan, Değerli Komisyon, değerli milletvekilleri; herkesi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, 209 üniversite var şu anda Türkiye’de; 131’i devlet üniversitesi, içerisinde teknik üniversite, güzel sanatlar üniversitesi, Polis Akademisi, Milli Savunma Üniversitesi gibi üniversiteler var; 78’i de vakıf üniversitesi. Bu üniversitelere dair şu anda içinde bulunduğumuz durumda çok ciddi sorunlar varken sanki yükseköğretimde herhangi bir sorun yokmuş gibi sadece bir üniversite kuruluşu ve bir üniversitenin adının değişiminin yasa önerisi olarak getirilmiş olması insanı üzüyor tabii.

Nasıl bir süreçle getiriliyor bu yasa teklifi? Bakın, bu yasa teklifi, Ayvansaray Üniversitesinin isminin Topkapı Üniversitesi olarak değiştirilmesi; gerekçesi de bulunduğu coğrafi konum nedeniyleymiş yani umarım öyledir, umarım öyledir diyelim ve Bursa’da kurulması düşünülen Mudanya Üniversitesi… Şimdi, Mudanya Üniversitesi henüz kurulmadan yani Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülüp yasalaşmadan gazeteye ilan verilmiş ve öğretim üyesi arandığı söylenmiş; böyle bir durum da söz konusu. Mudanya’da bir vakıf üniversitesi kurulması sakıncalı mıdır? Hayır, değildir. Mudanya’da bir üniversite kurulabilir, bunda bir sakınca da yoktur fakat yöntemde bir sorun var. Hem Komisyon görüşmesinde hem buradaki görüşmelerde hem teklifin içeriğinde, teklifin geliş biçiminde vesaire bir sorun var ve şu sorunların yaşandığı…

Bakın, “vakıf” sözcüğü vakfetmek, adamak, hayır hasenat anlamında; adamak sözcüğünden gelir vakıf. Vakıfta kâr güdülmez, vakıfta sadece manevi, maddi destek olur ve bu destek karşılıksız olur. Peki, şu anda vakıf üniversiteleri böyle mi? Hayır, böyle değil. Vakıf okulları vesaire böyle mi? Onlar da böyle değil. Eğitim tamamen ticarileşmiş ve bu ticarileşme artık bir cazibe şekline dönüşmüş; o nedenle, bunu kabul etmemiz mümkün değil.

Ve yine, bakınız, YÖK’ün durumu, YÖK’ün içinde bulunduğu... Bir 12 Eylül hediyesi olan, bir 12 Eylül üretimi olan, bir 12 Eylül patenti olan; eğitim bilimi, üniversite özerkliği, üniversitenin üniversal yapısı, üniversitedeki öğretim üyeleri, üniversitedeki öğrencilerin üniversal öğrenimi konusunda, bunların üzerinde bir tahakküm, bir vesayet kurumuna dönüşen ve varlığı sürekli tartışma konusu olan; demokratik kamuoyu tarafından varlığı sürekli kabul edilmeyen ve kaldırılması istenen YÖK’ün yapısı bu durumdayken böyle bir teklifin getirilmiş olması da yine manidar.

Yine, üniversitelere kayyum atanması... Bakın, aslında bu kayyum atama, bakanlığa kayyum atama... “Affedildi.” diyor ya, “Affını istedi.” diyor ya, aslında, o da bir tür kayyum atama. Bakanlığa kayyum atama, üniversiteye kayyum atama, belediyeye kayyum atama ve benzeri; bu şekilde kayyum rejimine dönüşmüş gidiyor ve buna itiraz eden öğrencileri “Terörist.” diye adlandırma... Bakınız, öğretim yılı başında 3 temel sorunu dile getiren “Barınamıyoruz, beslenemiyoruz, ulaşım hakkımızı elde edemiyoruz, ulaşım hakkımıza sürekli zam yapılıyor; bu 3 hakkımız ihlal ediliyor.” diyen öğrencilere dönük “Teröristsiniz.” denildi. “Barınamıyoruz.” diye parklarda eylem yapan öğrencilere “Teröristsiniz.” denildi ve aslında, öğrencilerin demokratik haklarını kullanmasına karşı suç işlenmiş oldu.

Bakın, bunun yanında barış akademisyenleri Türkiye'de koskocaman bir hukuki, koskocaman skandal bir konudur. Barış akademisyenleri hakkında Anayasa Mahkemesinin, yerel mahkemelerin “Göreve iade edilmelidir. Barışı istemek suç değil düşünceyi ifadedir, barışı istemek bir haktır. Düşünceyi ifade temel özgürlük haklarından biridir.” demesine rağmen barış akademisyenleri görevlerine iade edilmedikleri gibi, hemen her fırsatta “Savaş istemiyoruz, çatışma istemiyoruz. Türkiye'nin sorunlarını barışçıl, demokratik yöntemlerle çözmesini istiyoruz. Kürt sorununun barışçıl, demokratik yöntemle çözülmesini istiyoruz.” diyen barış akademisyenleri de terörist olarak ilan edilmiştir, bu da barış akademisyenlerine karşı işlenmiş bir suçtur. Barış akademisyenlerinin hem ekonomik hem özlük hem akademik haklarına karşı işlenmiş açık ve aleni bir suç var burada.

Bakınız, hâl böyleyken barış akademisyenleri tıpkı… Şu anda ekonomik sebeplerle, çalışma koşulları sebepleriyle, ülkedeki siyasetten doğan gerginliğin topluma yansıması ve darbedici durumlar nedeniyle yurt dışına giden doktorlara “Giderlerse gitsinler.” diyen zihniyet var ya; onun aynı şekilde barış akademisyenlerine de aynı şekilde tüm demokrasi isteyen çalışanlara da bakış açısı budur. O nedenle, KHK’yle ihraç edilmiş olan -İbrahim Kaboğlu Hocam da bunlardan birisi- akademisyenler ve memurlar bugün adı konulmamış bir idam cezasına çarptırılmış durumda, başka bir işte çalışmaları da engelleniyor, yaşamlarını ekonomik olarak idame etmeleri engelleniyor ve bu insanlar toplum önünde rencide ediliyor, küçük düşürülüyor, ötekileştiriliyor.

Şimdi, üniversitede yemek sorunundan barınma sorununa, ulaşım sorunundan üniversiteyi yönetenlerin öğrencilerle ilişkilerine kadar; bakın, akademisyenler ve özellikle rektörler ve dekanların çoğu kendilerini üniversitenin patronu... Çünkü tek insan yönetimini taklit ediyorlar; tek insan yönetimini, tek adam yönetimini üniversiteye de teşmil etmeye çalışıyorlar ve burada kendilerini üniversitenin patronu ilan edip öğrencilere fırça, ötekine posta, ötekine racon... Böyle bir bilimsel ortam, böyle bir üniversal ortam olabilir mi? Bir üniversitede akademisyen ya da rektör ya da dekanın –tabii, tümünü söylemiyoruz, ilgilileri sosyal medyada, medyada görüyoruz- kullandığı dil ile üniversal kültürün, akademik kültürün ve nezaketin hiçbir ilgisinin olmadığını açık bir şekilde görüyoruz.

Öğrencilerin içinde bulunduğu durumlardan söz etmişken, bir eğitimci olarak, eğitim fakültelerinde olan öğrencilerin ve eğitim fakültesinden mezun olup da öğretmenlik hakkını elde ettiği hâlde atanamamış öğrencilerin durumu da başlı başına bir facia, başlı başına bir skandal. Eğitim fakültelerinin müfredatı, oradaki eğitim içeriğinden tutun da işte, verdiği mezunların işsiz kalmasıyla ilgili skandalı da belirtmek gerekir. Yine, üniversitelerden mezun olan kişilerin iş bulamaması, işsiz kalması, ülkede oldukça fazla sayıda üniversiteli işsizin olması ve Hükûmet yetkililerinin de “Efendim, her üniversiteyi bitiren iş bulmak zorunda mı?” gibi skandal sözler söylemesi de üniversiteye nasıl bakıldığının göstergesi.

Burada çok ciddi bir fırsat eşitliği sorunu da vardır hem üniversite öncesi ortaöğretimde hem de ortaöğretim sonrasında üniversitede. Hakkâri Üniversitesinde okumak ile Orta Doğu Teknik Üniversitesinde ya da batıdaki bir üniversitede okumanın fırsat eşitliği, eğitim eşitliği vesaire gibi -ne yazık ki- eşitlikleri yoktur. Hakkâri Üniversitesindeki, Şırnak Üniversitesindeki, Ağrı Üniversitesindeki akademisyen sayısı da neredeyse yok denecek kadar az ve bir tür akademisyenlikle taltif edilmiş, görevinin ne olduğu belli olmayan kimi devşirme akıllarla üniversiteler idare edilmekte, yönetilmekte, üniversite müfredatı bu şekilde götürülmeye çalışılmaktadır.

Hâl böyle olunca, bu kadar ağır sorun söz konusu olunca, Covid koşullarında üniversite öğrencilerinin sanatsal, kültürel etkinlik yapamadığı, zaten yaptıkları sanatsal, kültürel, siyasi etkinliklerin suç sayıldığı ve siyasal bilgiler fakültesine “Efendim, üniversitede siyaset yapılmaz.” denilecek kadar akıllara ziyan cümlelerin üretildiği bir yerde, üniversitede bilimden, üniversitede akademiden, üniversitede bilimsel eğitimden söz edilebilmesi mümkün değildir. Üniversite hem siyaset yapma hem çözüm üretme hem bilim üretme hem de bilimsel metodu uyarlama, uygulama yeridir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

KEMAL BÜLBÜL (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Üniversiteye ayar vermek, üniversiteyi dört köşeli kalıp içerisine sokmaya çalışmak da akademiye, bilime ve üniversiteye aykırıdır.

Evet, dün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü idi. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü Kobani kumpas davasını izleyerek geçirdim ve Kobani kumpas davasında Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayla Akat Ata Vekillerimiz yargıcı yargılayarak, “8 Mart ne anlama gelir?”i söke söke söz hakkı alarak ifade ettiler. Buradan 8 Martlarını kutluyor, saygı ve sevgiler sunuyorum.

Aysel Tuğluk’a, Nurhayat Altun’a, Edibe Şahin’e sevgi ve saygılar sunuyor, 8 Martlarını kutluyorum.

Leyla Güven’e sevgi ve saygılar; 8 Martlarını kutluyorum.

Ve dün, 8 Mart gününde Antalya’da 40 kadını gözaltına aldıran Antalya Emniyet Müdürünü ve Valiyi kınıyor, kadınlara karşı suç işlediğini söylüyor, Antalya Kadın Platformunu da buradan selamlıyorum.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Yıldırım Kaya.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YILDIRIM KAYA (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitimle ilgili bir konuyu konuşuyoruz. Ben, izniniz olursa, eğitimin hani “beşikten mezara kadar” anlayışı var ya, oradan başlamak istiyorum.

Ülkemizde okul öncesinden ortaöğretim de dâhil 18 milyon öğrencimiz var; yükseköğretimde 8,2 milyon öğrencimiz var, açık öğretimi de dâhil ettiğimizde 24,2 milyon öğrenci bulunuyor. Bu öğrencilerin velilerini de kapsadığımızda, yaklaşık olarak 72 milyonun sorununu konuşuyoruz.

Yirmi yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının başarısız olduğu alanların en başında eğitim gelmektedir. Plansız programsız hamlelerin cefasını çocuklarımız çekiyor.

Yirmi yıllık süreçte 8 defa Millî Eğitim Bakanı değişti, her Millî Eğitim Bakanının ömrü ortalama yirmi sekiz ay oldu. Bu süreçte neler yaptınız, kısaca bunlara değinmek istiyorum. Defalarca öğretim programlarını değiştirdiniz, yine de eğitimde başarı elde edemediniz. 72 bin atanmayan öğretmenden 700 bin atanmayan öğretmene geldiniz. Öğretmen adaylarımızı açlığa mahkûm ettiniz. Bakın, çocuklarınız vardır, torunlarınız vardır; LGS, OKS, SBS, TEOG, yeniden LGS, LYS, YGS, TYT, YKS; alfabede harf bırakmadınız, yine de kontenjanları dolduramadınız. Okulları nitelikli-niteliksiz diye ikiye ayırdınız. Tuvalet temizleyicisinin dahi olmadığı, okulda güvenlik görevlisinin olmadığı, özellikle uyuşturucu tacirlerinin okul etrafında cirit attığı bir süreci hep beraber yaşıyoruz. Cumhurbaşkanı “2 milyon tablet dağıttık.” dedi ama bunu Millî Eğitim Bakanlığı resmî rakamlarıyla yalanladı, dedi ki: “Yaklaşık olarak 640 bin tablet dağıttık.” 1 milyon 400 bin tablet yok. FATİH Projesi var, yaklaşık 5 milyar harcadınız, devletin paraları çöpe gitti. Sınav sorularını çalanlara şahit oldunuz, kefillik yaptınız, dediniz ki: “Ben onun kefiliyim.” Şimdi, kefili olduklarınız cezaevinde yatıyor, farkında mısınız, bilmiyorum. 4+4+4 sistemiyle altmış aylık çocuklarımızı okula başlattınız, bir kuşağı yok ettiniz. İlkokulu dört yıla indirdiniz, 5’inci sınıfı ortadan kaldırdınız, iki yüz yıllık geleneği yok ettiniz. 6 yaşındaki çocuklarımıza on iki yıl birleşik eğik yazı dayatması yaptınız, sonrasında “Ya, hata yaptık." dediniz, yeniden döndünüz. Eğitimi kademeli hâle getirdiniz. Okullaşma oranını 2002 yılının gerisine düşürdünüz. Yaklaşık olarak 20.232 köy okulunu kapattınız. Taşımalı eğitim kapsamındaki öğrenci sayısını 1 milyon 248 bine çıkardınız, ilköğretimden sonra ortaöğretimde de taşımalı uygulamalara başladınız. Köylerdeki 85 bin dersliğin kapısına kilit vurdunuz, şimdi oralar kümes hâline geldi. 2014 yılında, bir gecede, Müsteşar hariç, tüm Bakanlık, taşra ve okul yöneticilerini görevden aldınız, yerlerine yandaş bir eğitim sendikasından aldığınız talimatla atama yaptınız, daha sonra da bunları ihraç ettiniz. Kanuna aykırı olarak okul açmanın cezasını kaldırdınız, merdiven altı kaçak okullar açtınız. Teftiş sistemini sürekli değiştirdiniz, ne maarif müfettişi bıraktınız ne de Bakanlık müfettişi bıraktınız. Akademisyeni olmayan, öğrencisi olmayan üniversiteler açtınız. Barış akademisyenlerini sırf görüşlerini dile getirdikleri için KHK’yle ihraç ettiniz. Boğaziçi Üniversitesinde ikinci kayyum rektör dönemini yaşıyoruz, kayyum rektör bu sefer de kayyum dekanlar atamaya başladı. Dünyada en nitelikli üniversiteler arasında sayılan Boğaziçi Üniversitesini kendinize hedef seçtiniz. 50/d’li araştırma görevlilerini yok sayıyorsunuz. Öğrenci affı konusunda YÖK'e binlerce mektup gidiyor, sizlere de geliyor biliyorum ama bunlara YÖK de Parlamento da kulaklarını tıkıyor. 2018 yılında, barajın düşürülmemesi için YÖK Genel Kurulunun almış olduğu kararı şimdi gelen YÖK Başkanı YÖK Genel Kurulunun düşüncelerini de almadan ortadan kaldırdı, barajı sıfıra indirdi. Bununla neyi çözmek istiyorsunuz? YÖK üniversitelerdeki denklik sorununa çözüm üretmedi. Yurt isteyen, barınma hakkı isteyen, burs isteyen öğrencileri yok saydınız. Yükseköğretim düzeyinde 100 öğrenciden 18’inin yurt imkânını sağladınız, 72’sinin yurt olanağını sağlamadınız. Kredi kullanan öğrencilerin babalarının, annelerinin, kardeşlerinin evine haciz getirtiyorsunuz. Geldiğimiz nokta bu.

FETÖ'cüler il müdürü, ilçe müdürü, okul müdürü yapılarak devletin kılcal damarlarına kadar girmişti, üniversitelerde de bu vardı. İstanbul'da bir vakıf üniversitesi kuruldu, devlet arazi bağışlayarak kurdu, Şehir Üniversitesi. Bu üniversite kendi alanında nitelikli eğitim yapmaya başladı ama bu üniversiteyi de yok ettiniz. Şimdi diyorsunuz ki: “Vakıf üniversitelerine karşı mısınız?” Vakıf üniversitelerinin nitelikli eğitim verenlerine siz karşısınız. Vakıf üniversitelerinin içini boşaltan sizsiniz. Vakıf üniversiteleri vakfedilerek kurulan üniversitelerdir. Bizim karşı çıktığımız, üniversite tiplemesi ticarethanelerdir. Siz özel üniversite ile vakıf üniversitesini karıştırıyorsunuz. Bizim karşı çıktığımız özel üniversitelerdir, vakıf üniversiteleri değil.

Bursa'da kurulmak istenen Mudanya Üniversitesi konusuna Cumhuriyet Halk Partisinin Bursa milletvekillerinin hiçbirisi karşı değil. Üniversitenin içeriğine, hazırlanışına, kadrolaşmasına, niteliğine, nitelikli eğitim vermesine dair çözüm önerileri var ama siz diyorsunuz ki: “Biz yaptık, oldu.” Siz “Yaptık, oldu.” dediğinizde bakın ne oluyor?

2011 yılında Ankara'da bir üniversite vardı; Koza Üniversitesi. Bu üniversite isim değişikliği üzerine Parlamentoya geldi ama Parlamentoya gelmeden önce billboardlarda, otobüslerde “İpek Üniversitesi” adını koydular.

Şimdi, 2022 yılına geldik, üniversite kurulmamış, Parlamentoda görüşülüyor ama bir vakıf, kendi sayfasında, üniversite kurulmuş gibi öğretim elemanı arıyor, personel arıyor, bu kendi sayfasında var, Bursa'daki yerel gazetelerde de var.

2011’de ne yaptıysanız şimdi benzerini yapıyorsunuz. Bakın, 2011’de kurduğunuz İpek -Koza- Üniversitesi bugün nerede? Kapattınız. O üniversiteye çocuğunu göndereni cezaevine attınız, o üniversitede hocalık yapanı nana muhtaç ettiniz. Şimdi, bugün de aynı yöntemi işliyorsunuz. Hani diyorsunuz ya “Ya, bu güçlendirilmiş parlamenter sistem nedir?” diye. Bu güçlendirilmiş parlamenter sistem, bir vakıf üniversitesinin Parlamento kararı almadan ilanına karşı durmak demektir. Bu güçlendirilmiş parlamenter sistem, millet iradesini, milletvekili iradesini yok sayan zihniyete “Dur!” demektir.

Bugün yapılan hatadan, dün yapılan hatadan ders almayanların gerçekten dönüp bir kez daha bakması gerekiyor. Eğer biz, Parlamentoyu kendi işlevine döndürmez isek üniversitelerin, özellikle ticarethaneye dönmüş olan üniversitelerin sahiplerinin iki dudağı arasına sıkışmış bir hayatı bu gençlerimize, bu çocuklarımıza dayatmaya kalkarsak 84 milyon bundan acı çekecek.

Burada herkes elini vicdanına koymalı. Bu üniversite, sekiz aydır, üniversite kurulduğunu ilan ederek bir faaliyet yürütüyor, yasa çıkmadan ilanını yapmış. Diğer bir üniversite de ad değişikliği yapıyor; ad değişikliği yaparken buradaki milletvekili arkadaşlarımız da -daha önce üniversitenin adı vardı- şimdi değişikliğe bize teklifle geliyorlar. İyi bir şey, adını değiştirirken bile Parlamentoya geliyor. Ama neden adını değiştiriyorsun? Hangi nedenlerle bunları değiştiriyorsun? Bunların gerekçeleri maalesef yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

YILDIRIM KAYA (Devamla) – Tamamlıyorum.

Daha teklif Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmeden kendisini üniversite olarak ilan edenlere sözümüz şudur: Siz adım adım takip edileceksiniz. Biz nitelikli bilim yuvalarının mutlaka hayat bulmasını istiyoruz. Biz üniversiteye; bilimsel, laik ve kamusal eğitime karşı değiliz ama cumhuriyetle, cumhuriyet devrimleriyle hesaplaşmak isteyen bir zihniyetin karşısında da sonuna kadar mücadele edeceğiz.

Vakıf üniversitelerinin ekonomik olarak yetersiz olduğunu biliyoruz. Çalışanlara asgari ücretin bile altında ücret ödediklerini biliyoruz. Öğrencilerin bu üniversitelerde hak ettiği eğitimi alamadıklarını da biliyoruz. İtirazımız niteliksiz eğitimedir, itirazımız Cumhuriyet devrimlerinin temeline dinamit koymayadır. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Hakan Çavuşoğlu.

Buyurun Sayın Çavuşoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, çok saygıdeğer milletvekilleri; tarihî ve kültürel zenginliğimizin timsali, ecdadımızın ve medeniyetimizin kurucu şehir tasavvurunun ilk yansıması olan Bursa’mızın, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da ilerleyişine dair hususta yeni kurulacak vakıf üniversitesine dair söz almam vesilesiyle siz saygıdeğer milletvekillerimizi saygıyla ve hürmetle selamlıyorum.

Değerli Başkanım, kıymetli milletvekili arkadaşlarım; uygarlıkların beşiği Anadolu’nun cennet köşelerinden Bursa’mız, yedi bin yıllık geçmişi, ecdadımızın ilk başkenti olması sebebiyle tarihteki önemini koruyan ulu bir şehirdir. Günümüzde de ticaret, sanayi, ekonomi, kültür ve turizm başkenti olarak bu önemini muhafaza ettiğini iftiharla belirtmek isterim.

Bursa, 800 bin çalışanı, 15 milyar dolar ihracatı olan ve Türkiye nüfusunun yüzde 65’ini barındıran, Türkiye'nin sanayi ve ticaretinin yüzde 80’inin gerçekleştiği bir coğrafyanın tam ortasında yer almakta olup ülkemizin en önemli sanayi, ticaret, tarım, dağ turizmi, jeotermal ve tarih kentidir. Bursa’nın bir diğer alametifarikası ise bütün bir medeniyet coğrafyamızdan, Kafkaslardan Orta Doğu’ya, Adriyatik kıyılarından ta Altay steplerine kadar bulunan bölgelerden göç almış, müthiş bir mozaiğin ve barış içerisinde bir yaşamın örneğini bize sunan bir kent olmasıdır. Bu kentte olmaktan, bu kentin bir milletvekili olarak görev yapmaktan her zaman için gurur duyduk milletvekili arkadaşlarımızla beraber. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bursa’mız, 21 adet sanayi bölgesiyle ekonomisi güçlü olan, otomotiv sanayisi, tekstil, hazır giyim, makine metal imalatı, gastronomi sektörleriyle ihracatta ilk sıralarda yer alan endüstri üssü bir şehirdir ve Türkiye’mizin lokomotif güçlerinden biri olma özelliğini sürdürmektedir. Kıymetli hemşehrilerim adına Genel Kurulumuzun huzurunda iftiharla ifade etmek istediğim bir husus olarak, Bursa en çok ihracat yapan illerimizin başında geliyor. “Bursa büyürse Türkiye büyür.” mottosuyla yol almaya devam eden sanayici ve ihracatçılarımızın Türkiye'nin 2021 ihracatına olan katkısı -biraz evvel de ifade ettiğim gibi- 15 milyar dolardır. Sanayinin lokomotif kenti Bursa’mız, bugün, artık, Türkiye'nin gelişiminin ve öz güveninin sembolü hâline gelmiştir.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; bilindiği üzere, Bursa 3 milyon 147 bin nüfusa sahiptir. Bursa’mız 1.652 okul, 600 bine yakın öğrenci sayısıyla aynı zamanda da bir eğitim şehridir. Anadolu’nun ilk ve en büyük üniversitesi olan 1414 tarihli Bursa Yeşil Medreseye ev sahipliği yapan Bursa’mızda… Orta Çağ’ın dünyadaki en Büyük Matematik ve Astronomi Mühendisi Bursalı Kadızade Rumi bu Yeşil Medresede, diğer adıyla Sultaniye Üniversitesinde yetişmişti. Kadızade Rumi, Hoca Molla Fenari -Koca Fatih Sultan’ı yetiştiren hoca- gibi büyük zat ve daha nice zirvelerin neşet ettiği topraklar, eğitimin, ilmin beşiği olagelmiştir.

Değerli milletvekilleri, Bursa’da 1975 yılında kurulan Uludağ Üniversitesi yılda 15 bin öğrenci almakta, 2010 yılında kurulan Bursa Teknik Üniversitesi ise yılda 3 bin öğrenci almaktadır. Bu nadide şehrimizin gençlerine umut olmak, şehirlerinden ve ailelerinden ayrılmadan yükseköğrenim almalarına imkân sağlamak için bir vakıf üniversitesi kurulmasını önemli buluyoruz ve destekliyoruz.

İstanbul’da 58, Ankara’da 21, İzmir’de 10, Konya’da 5, Antalya’da 4, Mersin’de 4, Gaziantep’te 4, Kayseri’de 4, Eskişehir’de 3, Kütahya’da 2 üniversite bulunduğu hâlde, yukarıda özelliklerinden bahsettiğimiz avantajlarına rağmen Bursa’mızda ve Türkiye'nin 4’üncü büyük kentinde hâlihazırda bir vakıf üniversitesi maalesef bulunmamaktadır. Hele ki bu verileri vakıf üniversitesi olarak değerlendirirsek, Bursa ve hinterlandı olan Bilecik, Bozüyük, Kütahya, Afyon, Eskişehir, Bandırma, Balıkesir, Çanakkale ve Yalova dâhil edildiğinde, tüm bu bölgenin içerisinde, 5 milyon nüfusa sahip bir hinterlantta hiçbir vakıf üniversitesi bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekili arkadaşlarım; ilim şehri Bursa’mızın ilk vakıf üniversitesi mahiyetinde olması planlanan Mudanya Üniversitesinin doğru hedefler, doğru kadro ve planlamalarıyla yükseköğrenime önemli bir katkı sunmasını arzu ediyoruz. Son zamanlarda yükseköğretim alanında yaşadığımız ilerlemeler gerçekten yadsınamaz. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının ilgili tüm bakanlıklarla ve kamu birimleriyle gerçekleştirdiği çalışmalar, yenilenen mevzuat ve politikalar, devletimizin orta ve uzun vadeli strateji belgeleri, bu doğrultuda kalkınma ajanslarımızın, teknoloji geliştirme bölgelerimizin yürüttükleri faaliyetler bu alanda ne kadar yol katedildiğinin en önemli göstergeleridir. Tüm bu faaliyetler ve stratejiler, çağımızın gerektirdiği beceri ve yetkinlikleri kazanmaya muktedir insan kaynağının yetiştirilmesini, teknoloji üreten ve bu sayede katma değer yaratan bir Türkiye'yi hedeflemektedir.

Ülkemizin uluslararası eğitim ve doğrudan yatırımlarda bir cazibe merkezi olması temel gayedir. Mudanya Üniversitesinin kuruluş felsefesi de ülkemizin bu stratejik hedefleriyle uyumlu, ulusal ve uluslararası görünürlüğü yüksek, önce bulunduğu kentte, ardından bölgesinde, ülkesinde ve dünyada toplumsal refah ve barışın sağlanmasına katkıda bulunmak olarak özetlenmektedir. Bu amaçla, mühendislik, sanat, sosyal ve sağlık alanlarının yanında, kurulması planlanan meslek yüksekokuluyla ülkemizin en önemli ihtiyacı olan ara eleman yetiştirmek, endüstriyel proje ve AR-GE'ler üzerinden bilginin teknolojiye dönüşümüne katkı sağlamak, sosyokültürel, sanatsal ve sportif çalışmalarla toplumsal fayda oluşturulmak istenmektedir. Mudanya Üniversitesi bünyesinde hedeflenen inovasyonla, Bursa'da ekonomik güç ve rekabet edilebilirliğin daha da arttırılması arzu edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kurulması planlanan mühendislik, mimarlık ve tasarım fakültesinde Bursa'mıza yaraşır şekilde bilişim teknolojileri, endüstriyel tasarım, elektronik teknolojileri ve mekatronik gibi disiplinlerde sektörlerle iç içe uygulama ağırlıklı bir eğitim modeli planlandığı ifade edilmiştir. Özellikle çağımızda girişimcilik ve yenilikçiliğin beslenmesi gereken iki ana akım, dijital dönüşüm ve sürdürülebilir kalkınmadır. Kurulacak vakıf üniversitesiyle bu dönüşüm sürecinde bireysel düzlemde nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi amaçlanmaktadır ve Bursa’da buna çok ihtiyaç da vardır. Çağın gereklerine uygun şekilde, yapay zekâ, büyük veri analitiği, siber güvenlik, nanoteknoloji, biyoteknoloji, blokzincir teknolojisi gibi alanlarda sektörlerin ihtiyaçlarından yola çıkarak bilimsel çalışmalar yapılmasıyla yeni AR-GE ve sanayi projeleri geliştirilmesi mümkün olabilecektir.

Kıymetli milletvekili arkadaşlarım, meslek yüksekokulunda, teknik, sağlık ve sosyal alanlarda, uygulamalı eğitim modeline uygun, bölgenin ihtiyacı olan nitelikli ara eleman yetiştirilecektir. Artık sanayicilerimiz bunlara “ara eleman” demekten vazgeçtiler, gerçekten de aranan eleman olduklarını ifade ediyorlar ve “aranan eleman” diye kavramsallaştırdılar. Ayrıca, tüm bölümlerde, uluslararası üniversitelerle protokoller imzalanarak karşılıklı öğrenci değişim programlarının hayata geçirilmesi hedeflenmektedir.

Mudanya Üniversitesi, yenilikçi üniversite modelleri ile bilimsel yöntemleri kullanarak Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu öncülüğünde oluşturulan girişimci ve yenilikçi üniversite endeksi göstergelerinde iyi bir performans göstermeyi hedef olarak koymuştur. Yenilikçi üniversite modelleri, bizlere didaktik bir yükseköğretim anlayışını terk edip toplumla birlikte değer üretmeyi, bunun için de bilimsel yöntemleri kullanmayı ve toplum refahını yükseltecek bilgi ve teknolojinin üniversitelerimizde, iş dünyası-kamu-sivil toplum üçlü sarmalında üretilmesini göstermektedir. Mudanya Üniversitesi, insanlığın karşılaştığı yerel, ulusal, bölgesel ve küresel sorunlara evrensel insani değerleri temel alan bir yaklaşımla, sürdürülebilir çözümler üretebilen, uzmanlık alanlarında bireysel ve profesyonel yetkinliklerle donatılmış öğrenciler yetiştirmeyi ve yüksek etkili araştırma çıktılarına sahip toplumsal sorunlar karşısında insan odaklı ve yenilikçi çözümler üreten, ürettiği bilgiyi topluma her boyutta aktarabilen, dünya standartlarında bir araştırma üniversitesi olmayı amaçlamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Üniversite, 27.500 metrekare kapalı alanı, kız ve erkek öğrenci yurtları, laboratuvarı, atölyesi, stüdyo gibi, gençlerin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek kampüsüyle eğitim öğretim hayatına hazır hâle gelmiştir.

Bursa kentimiz, daha önce de ifade edildiği gibi, tarihsel ve kültürel geçmişi, güçlü sanayisi ve sivil toplum kuruluşlarını Mudanya Üniversitesiyle de pekiştirerek ülkemize katma değer yaratmaya, bu sayede bölgesini ve ülkesini kalkındırmaya devam edecektir.

Sürem kalmadığı için burada sözlerimi nihayete erdirmeden önce, bütün gruplara, hem olumlu hem farklı eleştirileri nedeniyle hem de Komisyon çalışmalarında vermiş oldukları katkılar nedeniyle çok çok teşekkür ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Teşekkür edebilir miyim?

BAŞKAN – Tamamlayın, bitirin, buyurun.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Bütün milletvekili arkadaşlarımız olarak buradayız, bütün milletvekili arkadaşlarımızla birlikte bu üniversitenin kanun teklifini imzaladık. Dolayısıyla biz Bursa’mıza bir katma değer üreteceğini düşünüyoruz, böyle tasavvur edildi, böyle ifade edildi ve biz de bunun takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Güçlü bir üniversitenin Bursa’da neşvünema bulması için sizlerle birlikte çabayı göstereceğimizi ifade ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum, Allah’a emanet olun. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – 4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Hasan Özgüneş’in.

Buyurun Sayın Özgüneş. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dün 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’ydü; hem zindandaki kadın yoldaşlarımızın hem dünyadaki bütün kadınların 8 Martını kutluyoruz. Geleceklerinin “…”(x) şiarıyla aydınlanmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlar, biz üniversitenin açılmasını tartışıyoruz. Evet, Türkiye’de bugün itibarıyla yaklaşık 209 üniversite var, yenisinin eklenmesi kuşkusuz anlamlı olur. Bu üniversitelerin 160 bin akademisyeni var. Yıl itibarıyla 8 milyon 240 bine yakın üniversiteli öğrenci var. Tabii, üniversitelerin çokluğu, sayısal olarak bakıldığında bir artı, bir zenginlik olarak görülebilir ancak onun niteliği ve topluma, doğaya kazandırdıklarıyla alakalı olarak değerlendirilmelidir. Bazen birilerini eğitimli yapabilirsiniz, okutabilirsiniz ama cahil insan yetiştirirsiniz. Bu nasıl oluyor? Mesela, üniversiteyi bitirip hocalık yapan birisi Nuh’un telefonla konuştuğunu iddia edebilecek kadar akıllıydı. Bir başka hoca şunu diyebiliyordu -bugünlerden bahsediyoruz değerli arkadaşlar, yetiştirdiğiniz üniversitelilerden, hocalardan-“Vatana ve millete yararlı olan insanlar ancak ve ancak cahiller olabilir.” mealinde bir söz söyleyebiliyordu. Bunlar bizim hocalarımız ve eğitim veriyorlar.

Onun ötesinde, bu yetiştirdiğimiz insanların, üniversiteli insanların hangi zahmetlerle, hangi acılarla oraya kadar gelip mezun olduklarını ve onlara neler kattığımızı biliyor muyuz? Ailelerin durumunu biliyor muyuz? Mezun oluyor, iş yok. Ne olacak ondan sonra? Görev alamıyor. Bugün bu üniversitelerin zihniyeti, mantığı bilimsel, demokratik, laik bir eğitim zihniyetine tabi olmadığı için ilerici, demokrat olanları uzaklaştırıyor. Mesela, son altı yılda ortalama -sayı olarak diyelim- 6 bin insanı yani akademisyeni KHK'yle görevden atmışsınızdır. Bunlar hep bilimi, demokrasiyi, özgürlükleri, adaleti vesaire vesaire savunan insanlar. Şimdi, bu zihniyetin 12 Eylül zihniyetinden farkı nedir? 12 Eylül geldiğinde 5 bine yakın akademisyeni ve kamu görevlisini görevden uzaklaştırdı, tabii memurları söylemiyorum, üniversitedekilerden bahsediyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bugün Londra merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu bu yıl itibarıyla bir araştırma yapmış, 500 üniversitenin içerisine ileri boyutta sadece Çankaya Üniversitesi girebilmiş, 600 ve 800 arasına 3-4 üniversitemiz girebilmiş. İşte, bilimden, demokrasiden, özgür zihniyetten yoksun olunduğu zaman çokluğun bir ifadesi olmuyor, cahil hocalar da yetiştirebiliyorsunuz ve yetiştiriyorsunuz maalesef. Bununla birlikte, çıkar gruplarına uygun hoca yetiştiriyorsunuz, öğrenci yetiştiriyorsunuz. Ucuz iş gücü olabilecek üniversiteli lazım. Kime? 5’li çetelere lazım.

Değerli arkadaşlar, şimdi, burada, Cumhuriyet gazetesinin yazarı bir liste vermiş, basından takip edebilirsiniz. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde 250 akademisyenin 200’ün üzerinde akrabası bu üniversitede görevlendirilmiş. Şimdi, böyle utanç verici, böyle bir rant makinesi kurulabilir mi? İşte, üniversiteleri, kendi yandaşlarınıza iş bulma ve fabrikatörlere, zenginlere ucuz iş gücü yetiştirme aygıtına dönüştürdünüz.

Piyasacı insanlara kâr odaklı, tekçi zihniyeti esas alan, cinsiyetçiliği ayyuka çıkaran, ayrımcı, milliyetçi, milliyetçiliğin ötesini de geçip ırkçı; dini ticari bir araç olarak, takiyecilik yaparak kullanmak isteyen münafıkları üretiyorsunuz maalesef. Dinin ahlaki boyutu bizim için kutsaldır; adaletli, eşitlikçi yönü toplumların ihtiyacıdır ancak takiyeci insanları yetiştirerek toplumu âdeta zehirliyorsunuz.

Üniversiteler arttı, nicelik, arttı ama nitelik yok. Bugün itibarıyla, bu üniversitelerdeki hocalarımız… İnsanlar nereye gidiyorlar, Ay’ı çoktan geçtiler; toplum için, doğa için her türlü bilimsel, yararlı zararlı buluşları gerçekleştirebiliyorlar. Peki, bu kadar akademisyen bugüne kadar sizin aklınızda olan ne üretebilmişler? Mesela, Türkiye neyi üretiyor bilim alanında? Niye üretemiyor? Bizim aklımız onlarınkinden daha mı az? Hayır. Onlar bilimi, özgürlüğü esas aldıkları için akıllarını kullanıyorlar, biz onların ürettiklerini kullanmayı bile beceremiyoruz. Samimi söyleyeyim, yani ben kendim bile telefonun içindeki bütün tekniği kullanamıyorum, bilgisayardaki tekniği ya da televizyondaki tekniği kullanamıyorum. Niye kullanamıyoruz? Çünkü biz bilime, özgür akla değer vermiyoruz, öğrenciyi de hocayı da yandaş, üzerinden rant elde edilecek elemanlar… Binlerce profesör görüyoruz, televizyonlara çıkıyorlar, bir partinin kiralık profesörleri olarak konuşuyorlar. Senin görevin siyasetçiye yandaş olmak, rant elde etmek midir yoksa toplumun yaşamını kolaylaştıran, bilimi toplumun hizmetine sokan yeni yeni buluşlarla toplum yaşamını rahatlatan bir görev mi olmalıdır? Maalesef, böylesine ucube yaklaşımlarla karşı karşıyayız. “YÖK” dediğiniz olgu 12 Eylülün ürünü. Nasıl ki şeyh müritleri üzerinde bir firavunlaşmayı yaşıyorsa, müdür kendi memuru üzerinde yaşıyorsa, imam cemaat üzerinde, aile reisi aile üzerinde, köy ağası marabalar üzerinde, siz de üniversite hocalarını “bilim insanı” adı altında toplum üzerinde ne olduğu belirsiz kişiliklere dönüştürüyorsunuz. Bu, kabul edilecek bir durum değil.

Diğer bir husus, bir eğitim bilimsel, demokratik, özgürlükçü, laik ve ana dille olmak zorundadır. Bunların herhangi bir tanesinin eksik olması o eğitimin sakat yürüyor olması demektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Devamla) – Siz YÖK’ü bütün kurumların başına bir ucube olarak koydunuz ve laikliği sahte tarzda kullanıyorsunuz, Anayasa’ya aykırı olarak kullanıyorsunuz; bunu iddialı olarak söylüyorum. Bakın, açıklamalar şöyle: Din ve devlet işlerinin ayrı tutulması anlamına gelir laiklik. Dine de dinsizlere de toplum karşısında bağımsız olur devlet. Siz ne yapmışsınız? Diyaneti iktidar partisinin bir aygıtı hâline getirmiş, bütün inançları -tırnak içerisinde söylüyorum- “tu kaka” hâle getirmiş, tek din, tek mezhep anlayışını bu topluma dayatıyorsunuz. Laikliği Anayasa’da yazmışsınız ama gereğini yapmıyorsunuz. Bu muhafazakâr anlayışı daha geriye götürmeyeyim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN ÖZGÜNEŞ (Devamla) – Neyse, kalsın.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 5’inci madde üzerinde gruplar adına söz talepleri karşılanmıştır.

Şimdi şahıslar adına ilk söz Sayın Sibel Özdemir’in.

Sayın Özdemir, buyurun.

Süreniz beş dakikadır. (CHP sıralarından alkışlar)

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Teşekkür ederim Değerli Başkanım.

Evet, ben de kanun teklifinin 5’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, çok önemli bir yasal düzenlemenin, evet, Meclis Başkanlığına sunulması, -2 tane- bir üniversitenin isminin değiştirilmesi ve yeni bir vakıf üniversitesi kurulması… Benden önceki hatipler de belirttiler, Komisyona gelmesi, havale edilmesi, Genel Kurulun gündemine gelmesi neredeyse bir gün bile sürmedi, dün bu saatlerde bu kanun teklifi Komisyonda görüşülmeye başlamamıştı. Dün Meclis Başkanlığına sunuldu ve Millî Eğitim Komisyonu görüşmeleriyle bugün gündemimizde.

Çok aceleyle getirilebilir elbette, belki belli gerekçeler var, belli bir mutabakat var ama en azından üniversiteleri kurarken bu dikkat ve özeni göstermemiz gerektiğini düşünüyorum, aceleyle üniversitenin kurulması değil de, daha detaylı Komisyon çalışmaları yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu kurumların temsilcilerini dinleyemedik, bu kurumlarla ilgili gerekli çalışmaları gerçekten yapamadık biz bu Komisyona katılan üyeler olarak, şeffaf bir süreç olmadı, dikkatli ve özenli bir süreç yürütemedik; bunları öncelikle bilginize sunmak istedim.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifi 5 madde, bunun 2 tanesi yürütme ve yürürlük maddesi ama kanunun gerekçesi sadece 2 cümle. Bu değişiklikleri yapmamız ve bu üniversiteyi neden kurmamız gerektiğini detaylı bir şekilde gerekçede göremiyoruz. Evet, teklif sahibi Sayın Bakan detaylı şekilde bunları açıkladı ama bunların gerekçede yer alması gerekiyordu. Hangi ihtiyaçtan, hangi eksiklikleri tamamlayacağı, hangi fakültenin hangi gerekçeyle açılacağı konusunda detaylı bir bilgilendirme yapılmalıydı.

Kanunun 1’inci maddesinde İstanbul’da bir vakıf üniversitesinin ismi değiştiriliyor. İstanbul Ayvansaray Üniversitesinin ismi İstanbul Topkapı Üniversitesi olarak değiştiriliyor ve gerekçe olarak da semt isminin bir karışıklığa sebep olduğu söyleniyor ve çok ilginç şekilde üniversiteye tekrar yeni bir semt ismi veriliyor. Ya, bu, üniversitenin kuruluş sürecinde üniversiteleri ne kadar detaylı şekilde incelememiz gerektiğini de ortaya koyuyor. Bu isim değişikliklerinin dahi ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Değerli milletvekilleri, bu üniversite 2009 yılında Plato Vakfı tarafından bir meslek yüksekokulu olarak kuruluyor. Daha sonra 2016 yılında benim de Mecliste bulunduğum, görüşmelerine katıldığım bir dönemde Ayvansaray Üniversitesine dönüştürülüyor ve geçen altı yıl süre sonrasında bu üniversite bir isim değişikliğine gitmek istiyor. Evet, olabilir ulusal ve uluslararası tanınırlık gibi belli gerekçelerle olabilir ama tekrar söylüyorum bunu o üniversitenin kurulduğu dönemde detaylı tartışmamız gerekiyordu ama benim burada sizin dikkatinize sunmak istediğim konu: Bu üniversitenin isim değişikliğine gitmesinin arkasında ne var? Ya, bu üniversitede belli sorunlar olmuş, kurucu mütevelli heyetinden üç yıl sonra bu mütevelli heyeti değişiyor ve yeni bir sermaye grubu bu üniversiteyi alıyor. Yani vakıf üniversitelerindeki temel o sermaye lobisi etkinliğini bu üniversitede görüyoruz ve bir üniversite yönetiminin belki bir ele geçirilme süreci var. Kurucu mütevelli heyetiyle bir mülkiyet sorunu var yani yeni yönetim ile eski, bu üniversiteyi kuran vakıf sahibi ve Mütevelli Heyeti Başkanı arasında bir mülkiyet ve dava sorunu var. Ya, bunların bu dava süreci nedir, neler oldu bu üniversitede, neden mallarına el konuldu ve bu isim değişikliğinin bununla bir ilgisi var mı? Bunlar detaylı sorgulanmadı. Maalesef, YÖK temsilcisi de doğal olarak teklif sahibi de bu konuya detaylı açıklık getirmedi. Yükseköğretim kurumları kurabiliriz, bu bir ihtiyaç olabilir, fakülteler kurulabilir ama burada... Evet, işte Bursa'da 79’uncu vakıf üniversitesini kuruyoruz; o ilin, o bölgenin ihtiyacı, talebi, istihdama, ekonomiye, kalkınmaya katkısını bütüncül değerlendirmemiz gerekiyordu. Kim kuruyor bu üniversiteleri, hangi vakıflar kuruyor, ne amaçla kuruyor, nasıl sermayeleri var bunların? Çünkü bu konuda gerçekten ciddi sorunlar yaşadı üniversiteler. Ve açıkçası, bir vakıf üniversitesi kuruyorken mevcut vakıf üniversitelerini de ciddi şekilde masaya yatırmamız gerekiyordu; bu üniversitelerin yönetimsel sorunları, finansal sorunları, işlevleri, hangi lobiler faaliyet gösteriyor ve yükseköğretimde bu lobilerin etkinliğini tartışmamız gerekiyordu. Bir kısmı vakıf niteliği taşıyor mu gerçekten ve bunlara karşı ne tür önlemler alınabilir? Eğitimlerinin niteliği, altyapıları, kampüs ortamları tartışılabilir; akademisyenleri, akademisyenlerinin özlük haklarını tartışabiliriz. Nitelikli bilim üretmeleri, nitelikli insan kaynağı yaratmaları noktasında nasıl katkı sunuyorlar; ekonomimize, istihdamımıza katkıları neler? Gerçekten donanımlı insan kaynağı yaratmak noktasında bu kurumları sorgulamamız gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

SİBEL ÖZDEMİR (Devamla) – Açıkçası, bunları tartışmadan, yeni ve hızlıca, aceleyle, bir saat, bir gün içinde yeni vakıf üniversiteleri kurma noktasında Meclisin daha dikkatli ve özenli bir tartışma yapması gerektiğini ben düşünüyorum. İşte, biz bu hızlı, aceleyle yapmış olduğumuz özellikle de eğitimle ilgili düzenlemelerin maalesef sonuçlarını çok ciddi şekilde alıyoruz. İşte, 4+4+4 eğitim sistemini getirdik ama günün sonunda ne oldu? Barajı düşürmek zorunda kaldık çünkü nitelikli bir eğitim sürecinden maalesef uzaklaştık. Bizim eğitim sistemini bütüncül olarak planlamamız, çağın ihtiyaçlarına göre fakülte, bölüm, kontenjanların belirlenmesi gerekir. Plansız açılan üniversitelerin idari kadrolarında, akademik kadrolarında yaşanan nitelik sorunu, nitelikli insan kaynağı sorunu… Üniversitelerimiz neden dünya sıralamalarında geriye gidiyor? Akademik kadro ilanlarında neden yönetmeliklere rağmen eş dost, akraba atamaları var, kadrolaşma var? Değerli milletvekilleri, en önemlisi, sayıları milyonları bulan üniversite mezunu gençlerimiz var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SİBEL ÖZDEMİR (Devamla) – Bu bölümlerden birçok açtık ama bu bölümlerden mezun olan genç üniversiteli işsizler var. Bunları detaylı tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Elbette ki bu kurulan üniversitenin de hayırlı olmasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir.

Şahsı adına ikinci söz Sayın İbrahim Özden Kaboğlu’nun.

Sayın Kaboğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Divan, değerli milletvekilleri; on yıl öncesine gideceğim, Tunus’tayız, Anayasa Millî Meclisi seçiliyor ve Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Fadel Moussa da seçildi. “Fadel, Dekanlık görevi bitti değil mi?” dedim, “Hayır, seçimle gelinen iki görev bağdaştığı için hem Dekan olarak görevime devam edeceğim hem de Millî Mecliste görev yapacağım.” dedi. Şimdi, biz burada tabii, mağripten yola çıktık, maşrıka ne zaman geliriz acaba?

Anayasa’mıza göre üniversite, madde 130, madde 131… “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile…” diye başlıyor madde 130; “Bilimsel özerkliğe sahip devlet üniversiteleri…” deniliyor; bir. İkinci fıkrada vakıf üniversiteleri için “…kazanç amacına yönelmeyen…” Üçüncüsü ise -YÖK’e sesleniyorum- ülke sathında dengeli bir dağılımı öngörüyor. “YÖK’e” dedim çünkü 131’inci madde YÖK’e planlamak, düzenlemek, denetlemek görev, yetki ve sorumluluğunu vermektedir ve bir de 130’uncu maddenin altıncı fıkrası üniversite öğretim üyelerinin YÖK ve üniversite yetkili organları dışında her ne suretle olursa olsun hiç kimse tarafından görevinden uzaklaştırılamayacağını emrediyor.

Şimdi, tabii ki üniversite kuruluşuna ilişkin konular dün daha çok tartışılamadı, atışma yapıldı ama dile getirildi şu anda birçok hatip tarafından. Gerekçesiz bir biçimde, özensiz bir biçimde bu yasa gündeme getirilmiş, hatta 2 üniversitenin temsilcisinin bile buraya gelmeye tenezzül etmediği bir biçimde çünkü “Nasılsa Türkiye Büyük Millet Meclisinde bizim adımız değişecek, geçecek ne olursa olsun.” ya da öbürü kurulacak anlayışıyla.

Şimdi, buradaki, esasen sorun tabii, biraz önce okuduğum Anayasa maddelerinin, özellikle 130 ve 131’in acaba ne kadarı saygı görüyor YÖK tarafından, üniversiteler tarafından ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından? Bu önemlidir çünkü bunu sorgulamadığımız sürece orada belirtilen çağdaş eğitim öğretim ve bilimsel özerklik kavramları hep havada kalır, tıpkı şimdi olduğu gibi. Zira bütün bunların çerçevesi, şemsiyesi Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan hukuk devletidir ve hâliyle üniversiteye öğretim üyesi alıp üniversitenin kurulmasında, üniversiteye öğretim üyesi alımında, yükseltilmede hep bilimsel bir kuruluşun altyapısının asgari gerekleri gözetilmeli ve liyakat ilkesi gözetilmeli.

Bu itibarla, acaba benden önceki konuşmacılar Sayın Bülbül ve Kaya'nın değindiği gibi, üniversiteden uzaklaştırılan binlerce öğretim üyesi layık olmadıkları için mi, liyakat ilkesine yanıt veremedikleri için mi uzaklaştırıldı? İşte bunu ciddi olarak sorgulamamız gerekir. Bir yerine 101 üniversite daha kurabiliriz ama binlerce öğretim üyesini üniversite dışında tuttuğumuz sürece Anayasa madde 130’da yazılı olan çağdaş ve bilimsel üniversitenin, özerk üniversitenin asgari gereklerini yerine getirmemiz mümkün olmaz. Nasıl olmaz? Zira zamanın…

Sayın vekiller, AKP sıraları sizlere de sesleniyorum çünkü Başbakanınız ve bakanlarınız sizdendi. “Biz hata yaptık, KHK ek çizelgelerinde kimlerin adlarının yer aldığını biz bilemiyoruz, basından öğreniyoruz. 16 Nisan oylamasından sonra bu hatayı düzelteceğiz.” dediler fakat 16 Nisan sonrası 24 Haziran seçimleri oldu, şimdi 3’üncü seçimlere gidiyoruz; evet, tam üç maymun oynandı.

Sayın Çavuşoğlu, siz de dinleyin lütfen.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Dinliyorum.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) – Sahibisiniz, birinci imzacısınız.

Bir, görmedim, duymadım ve konuşmadım; tam üç maymun oynandı bu konularda. Bunu burada bizim tartışmamız gerekir, sorgulamamız gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, mağribe gelecek olursak, maşrıka gelecek olursak; 2011’de, 12’de hiç değilse rektör seçimine kapı aralanmıştı ama gelin, görün ki maşrık; bugün üniversite öğretim üyeleri ebleh yerine konulduğu için üniversitelerde hiçbir biçimde seçim kuralı geçerli bulunmamaktadır.

Evet, sorun, ciddi olarak parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütmede düğümlenmektedir; tıpkı, burada üç gün önce oyladığımız Anayasa’ya aykırı yasayla birlikte, Anayasa yasakladığı hâlde aynı konuyu Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleyip yürürlüğe koyduğumuz üzere. O nedenle, üç maymun sürecini aşmamız için 3’üncü seçim en geç Haziran 2023’te şarttır ve ancak seçim yoluyla, demokratik yolla üç maymun oyunu aşılacaktır ve bilimsel, çağdaş üniversite eşiğine de ancak o zaman gelebileceğiz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – 5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teklifin görüşmeleri tamamlanmıştır.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Hayırlı olsun.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.03

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.20

BAŞKAN: Başkan Vekili Süreyya Sadi BİLGİÇ

KÂTİP ÜYELER: Rümeysa KADAK (İstanbul), Necati TIĞLI (Giresun)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 65’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2’nci sıraya alınan, Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir ve 36 Milletvekilinin Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir ve 36 Milletvekilinin Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4212) ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 316) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Komisyon Raporu 316 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu teklif İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle, teklif, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Teklifin tümü üzerinde ilk söz İYİ Parti Grubu adına Sayın İbrahim Halil Oral'ın.

Buyurun Sayın Halil Oral. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İBRAHİM HALİL ORAL (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Diyanet Akademisinin kurulması hakkındaki kanun teklifinin tümü üzerine İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk milletini yüce dinimiz konusunda aydınlatmak ve din işlerini idare etmek üzere çalışmalarını sürdüren bir cumhuriyet kurumudur. Bu kurumun personelinin liyakatli, ehliyetli ve iyi yetişmiş olması son derece önemlidir. Bu bağlamda, Diyanet Akademisinin kurulması ya da eğitim faaliyetlerinin kurumsallaştırılması bizce olumludur ancak konu Diyanet ve yüce dinimiz olduğu zaman çok daha titiz ve konuları kılı kırk yarar şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Hele ki konu din eğitimi ise toplumu dini açıdan aydınlatacak hocaların yetiştirilmesi çok daha önem arz etmektedir çünkü ülkemiz, maalesef din kisvesi altında çok büyük sorunları yüzyıllardır yaşamaktadır. Bu durum, cumhuriyetin kuruluş süreci ve sonrasında da gerçekleşmiştir.

Günümüze geldiğimizde ise başta FETÖ ve IŞİD olmak üzere pek çok terör örgütü, toplumu dinî argümanlarla etkilemekte, onarılmaz yaralar açmaktadırlar. İslam'ın çağları aydınlatan mesajı, Endülüs'ü, Semerkant'ı, İstanbul'u ilim ve inancın zirvesine taşıyan felsefesi bugün maalesef Orta Çağ Hristiyan Avrupasına benzer bir karanlığa itilmeye çalışılmaktadır. Âdeta Vatikan gibi örgütlenen ve İslam tarihindeki tasavvufla, tekkeyle, dergâhla zerre kadar alakası olmayan sözde dinî yapıların toplumu sarmaya başladığı bir ortamdayız. Bunlarla mücadelenin en güzel yolu yüce dinimiz İslam'ı doğru algılamak ve doğru anlatmaktır. Bu sebepledir ki cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığını hemen kurmuştur. Bu vesileyle her ne kadar Diyanet anmaktan imtina etse de biz bu kürsüden İslam'a ve Müslümanların özgürlüğüne yaptığı büyük hizmetler sebebiyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmetle, minnetle ve dualarla anıyoruz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Saygıdeğer milletvekilleri, din eğitiminin önemini ve toplumdaki kritik alanlara etkisini vurguladım. Bu önemi hem Kur'an-ı Kerim hem de Allah resulü Peygamber Efendimiz de vurgulamıştır. Yüce Allah Ankebût suresinde şöyle buyurmuştur: “İşte biz bu misalleri insanlar için veriyoruz fakat onları ancak âlimler düşünüp anlayabilir.” Aynı şekilde, Peygamber Efendimiz bir hadisişerifinde şöyle buyurmuştur: “Âlimler, peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler ne para ne de dirhem miras bırakmadılar ancak ilmi miras bıraktılar.”

İşte, biz, bugün bu kanun teklifiyle sadece toplumu etkileyen bir konuyu konuşmayacağız, aynı zamanda, peygamberlerin mirasına sahip çıkacak din bilginlerinin, hocaların, âlimlerin yetiştirileceği bir kurumu değerlendireceğiz. Kur’an’ın işaret ettiği önemde bir mesleğin icracılarını konuşabiliriz. Bu sebeple konuşmamı hazırlamadan önce Diyanetin emektarı personelimizle, emekli idarecilerimizle ve sendikacılarımızla istişare ettik. Kendim de bir ilahiyat mezunu olarak yaptığım bu istişarelerin de verdiği yönle akademi teklifine bazı eleştiriler getirmek istiyorum.

Teklifin gerekçesinde Diyanet İşleri Başkanlığının personel eğitiminde bugüne kadar yetersiz kaldığını ima eden ifadeleri vardır. Gerekçede bizim de konuşmamızda vurguladığımız hassasiyetler yer almaktadır ancak bu noktada eksiklikler olduğu ifade edilmektedir, hatta nitelikli personel varlığında da sorun olduğu işaret edilmektedir. Mesleki yeterliliğin akademiyle sağlanacağı vurgulanmaktadır. Kanaatimce bu gerekçe laf olsun diye yazılmış, süslü cümlelerle hacim doldurmak için kaleme alınmıştır, yoksa AK PARTİ iktidarının yirmi yıldır kendisini niteliksiz din eğitimi vermekle suçlayacağını tahmin etmiyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) İktidarın din hizmetlerini çağın gereklerine göre yapmadığını itiraf edeceğini de hiç düşünmüyorum. Yine de Anadolu’da söylendiği gibi Allah’ın sopası yoktur ki AK PARTİ iktidarı bu teklifin gerekçesinde din hizmetlerini yetersiz yürüttüğünü itiraf etmiştir; şapka düşmüş, kel görünmüştür. Biz, iktidarın bu itiraflarını da olumlu karşılıyoruz, kendilerine açık sözlülükleri için de teşekkür ediyoruz, minnettarız. Bu eksikliklerini iktidarımızda bizim gidereceğimize de milletin kürsüsünden söz veriyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu noktada daha önce bütçe görüşmelerinde de vurguladığım bir hususu da sormadan geçemeyeceğim. 2019 yılında gerçekleştirilen 6. Din Şûrası’nda ülkemizdeki dinî hizmetlerin çağın gereklerini yakalayamadığı, sosyokültürel değişimlerin dinî inançlara zarar verdiği itiraf edilmiştir. Ülkemizde dinî alanda yeterli akademik çalışma yapılmadığı vurgulanmıştır. Diyanetin bu konularda elinde sağlıklı verilerin de bulunmadığı ifade edilmiştir. Aynı ifadeler 2023 Strateji Belgesi’nde de “İç kaynaklı sorunlar” başlığı altında yer almaktadır. Ben bu hususu 2019 yılında bütçe görüşmelerinde dile getirmiştim. 2019 yılından bugüne aynı ifadeler hâlâ bu teklifin gerekçesinde yer alıyorsa siz üç yıldır aldığınız bütçeyi ne için harcadınız? Allah aşkına bunun cevabını veriniz. 2019’da tespit edilen sorunları çözmek için üç yıl sonra mı bir kanun teklifi getirmek aklınıza gelmiştir? Camileri miting alanına çevirmek, cami çıkışlarını siyaset arenasına dönüştürmek aklınıza gelirken bu işleri düzenlemek üç senedir aklınıza gelmemiş midir? Ben bu soruların cevabını yüce Türk milleti adına almak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Diyanetin bünyesinde her türlü modern bina ve donanıma sahip 1976 yılından bugüne hizmet veren 12 adet dinî yüksek ihtisas merkezi ve 1972 yılından bugüne hizmete devam eden 19 adet eğitim merkezi bulunmaktadır. Ayrıca, ülkemizde Diyanet Vakfına bağlı, 29 Mayıs Üniversitesinin de içinde olduğu 61 ilahiyat fakültesi, İslami ilimler programı bulunan üniversiteler bünyesinde 58 İslami ilimler fakültesi eğitim vermektedir. Rakamlarda hata varsa düzeltebilirsiniz. Bu teklifin gerekçesi en temelde bu kurumların yetersizliğini ima etmektedir: Bu kurumlara haksızlık yapmaya asla hakkımız yoktur. “Akademi” dediğiniz zaman çok daha kapsamlı bir eğitim kurumu öngörürsünüz ancak bu teklif, bu kapsamlı kuruma göre zayıf kalmıştır. Örneğin, Diyanet Akademisi Başkanının akademik yeterliliğine dair bir düzenleme yapılmamıştır. Akademi Başkanlığının doğrudan Diyanet İşleri Başkanına bağlı olması taşra teşkilatlarıyla uyumsuzluk yaratabilecektir.

Dinî yüksek ihtisas merkezi ve eğitim merkezlerinde görev yapan binlerce müftü ve ilim adamı yetiştirmiş emektar hocalarımız vardır. Bu hocalarımızın yapılacak sınavla akademik eğitim kadrolarına atanabileceği esası, en hafif tabiriyle, emeğe ve ilme haksızlıktır. Akademi Başkanını Diyanetin bel kemiği olan Din İşleri Yüksek Kurulunun üstüne çıkarmaksa bu Kuruldaki ilmî ve dinî yeterliliğe sahip duayen hocalarımıza haksızlıktır. Hatta Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bir kararnameyle atanan Diyanet İşleri Başkanının da akademik yeterliliklere bağlanması şarttır.

Teklifle, Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğünün içi boşaltılmakta ve bir genel müdürlüğün taşıyacağı özelliklerden uzaklaştırılmaktadır. Akademide eğitim görenlere harçlık verileceği ifadesi yanlıştır ve ayıptır. Kamu personeli olma şartlarını sağlamış bir kişiye cep harçlığı verir gibi ifadelerden kesinlikle kaçınılmalıdır. Asgari ücretten düşük olmayan bir maaş ya da burs bağlanmalıdır.

Akademi öğretim kadrolarına yüzde 10 oranında diğer bölümlerden eğitim görevlisi alınacağı ifadesi vardır. Bu ifade müphemdir, belirgin değildir. Diyanet Akademisine yine ilgili sosyal bilimler bölümlerinden hocalar alınmalı ya da müfredat ona göre şekillendirilmelidir. Diyanet Akademisine bu kanun teklifiyle su ürünleri mühendisi bile alınabilecektir. Bu nasıl bir iştir? Bu iş akıl kârı mıdır? Belirsizlik kesinlikle giderilmelidir.

Mülakat sistemi toplumsal vicdanda artık kabul edilemeyen bir durumdadır. Hele ki geçtiğimiz aylarda birkaç AK PARTİ milletvekilinin müftü ve imam atamaları için referans mektubu yazdıklarını görünce bu iş iyice vicdanları rahatsız etmektedir. İmam atamaları için torpil yazısı yazmak, AK PARTİ iktidarının çok güzel geleneğidir ve AK PARTİ iktidarını anlatmaktadır. Yüce dinimizi her türlü siyasi amaçlarına alet eden, yaptıkları siyaseti bile İçişleri Bakanının diliyle “Bize Allah yaptırdı.” diyerek meşrulaştırmaya çalışanlara da ancak bu yakışacaktır. Burada mülakat sistemi yerine din hizmetleri alan bilgisi sınavı geliştirilerek standartlaşmış bir sınav sistemi tercih edilmelidir. Tabii, burada kıraat ve müezzinlik gibi hususlar ayrı bir şekilde sınava tabi tutulabilir.

Sayın milletvekilleri, ilahiyat ve İslami ilimler fakültelerimizin ilmî etkisi Diyanet İşleri Başkanlığında artırılmalıdır. Öğretmenlik Meslek Kanunu’yla, lisansüstü eğitim eksik ve sakat olsa da teşvik edilmiştir. Diyanet İşleri personeli için de bu yapılmalıdır. Özellikle müftüler ve merkez teşkilatındaki idarecilerin ilahiyat alanında yüksek lisans ve doktora yapması teşvik edilmelidir. İlahiyat fakülteleri arasında ayrım yapmadan, bütün ekolleri ve gelenekleri dinleyerek ortak aklı ön plana çıkaran bir din anlayışı takip edilmelidir. İslami ilimler de genel dinî ilimler de bilimsel metotlarla incelenmeli ve yürütülmelidir. Dinimizin evrensel mesajları bütün inananlara aktarılmalıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, akademi mevcutta bulunan köklü eğitim kurumlarının birleşmesi ve geliştirilmesiyle kurulmalıdır, asla yeni kadro üretme alanı yapılmamalıdır. Akademinin kurulmasıyla yeni eğitim binalarına, yeni kadrolara ihtiyaç duyulacaktır. İlahiyat fakültelerine, imam-hatiplere, ihtisas merkezlerine güvenmeyip yepyeni bir köklü eğitim kurumu oluşturmak zorlama bir uygulama olacaktır. Günümüzde maalesef mevcut iktidar Diyanet İşleri Başkanlığını kadro verme ve başka kurumlara kadro transferi alanı yapmıştır. Diyanet Akademisi de bu alanda şüphe uyandırmaktadır. Diyanet Akademisi, yandaşları mülakatlarla istihdam edecek ve iktidarın politikalarını dinî örtünün altında yayacak bir kurum asla olmamalıdır. İktidarın karnesi bu konuda maalesef çok zayıftır.

Saygıdeğer milletvekilleri, bu eleştirilerimle birlikte, Diyanet Akademisi doğru yönetildiği ve eleştirilerimizle de paralel olarak yeniden geliştirildiği takdirde faydalı olacak, dinî hayatımıza katkı sunacaktır. Ancak, burada, temel meselemiz Türk milletinin tarihsel olarak İslam'a verdiği değeri, yüce dinimize gösterdiği yorumları, akılcı yaklaşımları önceleyecek bir eğitim sağlanıp sağlanmayacağıdır. Diyanet, Türkiye'nin her yerinde imam-hatip ve müezzinleri olan en yaygın kurumlarımızdan biridir. Bu bağlamda, toplumu hızlıca etkilemektedir. Diyanet, asla bir siyasi partinin arka bahçesi, camilerimiz bir siyasi partinin miting alanına çevrilmemelidir. Bunun yolu da siyaset kurumunun Diyanetten elini çekmesidir. Felsefe eğitiminin verilmesi, pozitif bilimlere yatkınlığın sağlanması sorgulayan bir nesil yetiştirmektir. Müslümanlar Kur'an-ı Kerim'de onlarca ayetin sonunda “Akıl erdirmez misiniz?” “Düşünmez misiniz?” “İdrak etmez misiniz?” mesajlarına muhatap olmaktadırlar. Bir akademi olacaksa bu saydığım ilkelere bağlı olmalıdır yoksa kurulacak şey bu topraklardan değil, siyasal İslamcı düşüncenin kaynaklarından beslenen bir yapı olacaktır. Siyasallaşan Diyanet, toplumu da siyasal pencereden kendisine baktırmaktadır. Cuma günleri hutbelerimizde suya sabuna dokunmayan ya da haftalık siyasi gündeme imalar içeren metinler okunmaktadır. Hiçbir zaman adam kayırmaktan, kul hakkına girmekten, ihaleye fesat karıştırmaktan, rüşvetten, iltimastan, fitneden bahsedilmemektedir. Tam da bu sebeple pek çok vatandaşımız ya hutbeleri mümkün olduğunca dinlemeden camilere gelmekte ya da cuma namazını maalesef terk etmektedir. Bu terk edişlerin vebali de sizin üzerinizdedir. Cuma hutbeleri toplumsal hafızaya hoşgörüyü, irfanı ve ilmi verecek içeriklerde olmalıdır. Bir an önce bu alan da düzenlenmelidir.

Saygıdeğer milletvekilleri, din eğitimine bu kadar önem verip akademi kuracağını ifade eden iktidar, din eğitimindeki çok geniş bir mağduriyeti hâlen çözememiştir. Bu mağduriyetin muhatapları fahri Kur’an kursu öğreticileri ve vekil imamlardır. Ücretli öğretmenlere yapılan zulmün bir benzeri de bu alandadır. Fahriler ve vekil imamlar ilahiyat, imam-hatip gibi okulları bitirmişlerdir, KPSS’den puan almış, Din Hizmetleri Alan Bilgisi Testi’nden en az 60 puan alarak mülakata girmeye hak kazanmışlardır. Kısacası, kadrolu ve sözleşmeli personelle aynı süreçlerden geçmektedirler.

Fahri Kur’an kursu öğreticileri ve vekil imam-hatipler tüm bu şartları taşımalarına rağmen Türkiye’nin en ücra yerleşim birimlerindeki cami ve Kur’an kurslarında her yıl göreve başlama ve ilişik kesme işlemleri tekrarlanmak suretiyle yıllarca görev yapmaktadırlar ancak hiçbir idari ve hukuki güvenceleri yoktur. SGK primleri çok düşük yatmakta, bu sebeple genel sağlık sigortası borcu ödeme gibi durumlarla karşılaşmaktadırlar.

Özellikle fahri Kur’an kursu öğreticilerinin aldıkları maaşlar ise asgari ücretin çok çok altındadır. Tekrar tekrar sınav stresine giren bu emektar hocalar, mesleki gelişmelerini bizzat sahada sağlamlaştırmaktadırlar. Özellikle, iktidarın siyasi olarak da önem verdiği 4-6 yaş grubu Kur'an kurslarında bu hocalarımız çalışmaktadır ancak hakları teslim edilmemektedir. Peygamber Efendimiz'in “Çalışana emeğinin karşılığını alın teri kurumadan veriniz.” hadisini hatırlatmak isterim. Şu an bir fahri Kur'an kursu öğreticisinin saatlik ücreti 28 Türk lirasıdır, bekâr bir vekil imam maaşı ise aylık 3.900 Türk lirasıdır. Bu maaş ancak asgari geçim indirimiyle evli ve çocuklularda asgari ücreti geçebilmektedir; bu insanların suçu nedir? Siz emekçi hocalara alınlarının terinin karşılığını Kur'an öğretirken bile vermiyorsunuz, bu nasıl bir iştir, bu nasıl bir aymazlıktır? Diyanette bu kadro ayrımları tamamen sona ermelidir, geçmişe dönük olarak Kur'an kursu öğreticileri ve vekil imamlara öncelik tanınmalıdır. Bu insanların KPSS'den aldıkları 85-90 puanlar maalesef çöpe gitmiştir. Yeni alımlar bu hocalar üzerinden yapılmalıdır. Fahri Kur'an kursu öğreticileri ve vekil imamlar kadroyu hak etmiştir, bu mağduriyet artık giderilmelidir.

Pakistan'a özel uçakla gidip milyonlarca masraf yapabilen Sayın Ali Erbaş'ın vicdanı acaba rahat mıdır? Dünyanın her yerine uçan Türk Hava Yollarının İslamabat'a tarifeli uçuşu acaba yok mudur kıymetli milletvekilleri? Hocalar dağ taş, köy, mezra demeden Kur'an öğretmeye çalışırken milyonlarca liralık arabalarla, uçaklarla gezmek İslam'ın hangi ölçüsüne uymaktadır? Sayın Erbaş'ın bu tavrı son derece hatalıdır. Sonra, kendisi rol model olmaktan bahsetmektedir. Sayın Erbaş'a bu kürsüden sormak istiyorum: Siz özel uçaklarla mı rol model olacaksınız? Bizim rol modellerimiz asrısaadetten bugüne kadar pek çoktur. Sizin hep örnek verdiğiniz merhum şair Necip Fazıl'ın dizelerinde dediği gibi “Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim/Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!” Bizim ölçümüzde tasavvuf vardır, gösterişten kaçınma vardır, tevazu vardır ve bizim ölçümüz işte budur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

İBRAHİM HALİL ORAL (Devamla) – Ancak, AK PARTİ iktidarlarında ve özellikle Sayın Erbaş döneminde Diyanet, özel uçaklarla, zırhlı arabalarla, beş yıldızlı otellerdeki toplantılarla anılmaktadır, bu durumu asla kabul edemeyiz. Yine, merhum Sezai Karakoç’un dizelerinde dediği gibi “İslam'ı sen öyle yaşa, öyle yaşa ki seni öldürmeye gelen sende hayat bulsun.” Diyanet, doğru yönetilene kadar da yapıcı, tarafsız eleştirilere devam edeceğim; Diyanet, siyasetin esaretinden kurtulana kadar mücadele edeceğim.

Saygıdeğer milletvekilleri, bütün bu eleştirilerle birlikte, burada kurulacak olan Diyanet Akademisinin hayırlara vesile olmasını diliyor, bu düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Kamil Aydın.

Buyurun Sayın Aydın. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) – Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, dünden bugüne insanlığın ve onun kurumsal yapıları olan devletlerin huzur, güven ve refah içerisinde yaşadıkları dönemler analitik bir irdelemeye tabi tutulduğunda, bu istikrarlı yapıyı güçlü kılan sistematik kurumların ve onların karar alıcı kadrolarının dengeli bir tutum öncelemeleri dikkatleri çekmektedir. Dengeden kastımız, eylem-söylem, ilim-amel, teori-pratik, uyum ve birlikteliğinin birinin diğerine feda edilmeden uygulamaya aktarılmasıdır. Toplumlara hizmeti ve her anlamda kalkınmayı hedefleyen kurumsal yapıların böyle bir denge merkezli hareket etmeleri profesyonel bilgi ve becerinin, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin başarılı biçimde uygulamaya konulması anlamına gelmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti devletini Türk milletinin ebet müddet teminatı görerek 2023, 2053, 2071 gibi kısa, orta ve uzun vadeli vizyon ve misyon ortaya koyan devletimizin, bölgesinde lider ve dünyada her anlamda güçlüler arasında yer alması için bu hassas dengeyi muhafaza etmesi kaçınılmazdır. Somutlaştırmak gerekirse, kurumların güçlü kılınması adına hem kurumsal anlamda çağın bilimsel ve teknik kazanımlarının yakından takip edilmesi hem de bu kazanımların ülkenin uluslararası boyutta yüksek hedeflerinin gerçekleştirilmesi adına uygulamaya yani pratik alana aktarılması elzemdir. Bu dengenin muhafaza edilmesi adına bazı kurumlarımız; bilgi, beceri, teknolojik gelişimlerin takibi ve transferlerini ilgili genel eğitim kuruluşlarından tedarik ederken hukuk, savunma ve güvenlik bağlamlı hizmet veren diğer bazı kurumlarımız ise ilaveten kendi bünyelerinde eğitim uygulama destekli alt eğitim kurumları oluşturmaktadır. Millî güvenlik, polis ve hukuk akademilerinin yanı sıra benzer ihtiyacın giderilmesi adına yurt içinde ve yurt dışında milyonlarla doğrudan hizmet alanı oluşturan farklı faaliyet alanları ve büyük hizmet kadrosuna sahip Diyanet İşleri Başkanlığımızın bünyesinde Diyanet Akademisi kurulması gündeme alınmıştır.

633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun gereği İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli Diyanet İşleri Başkanlığı bu görevlerini yurt içinde ve yurt dışında büyük bir gayret ve özveriyle yerine getirmektedir. Din hizmetlerinin çağın ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde yürütülmesi ancak nitelikli din görevlileriyle mümkündür. Bu sebeple özellikle din hizmetleri alanında Başkanlıkta görev alacak personelin göreve başlamadan önce mesleki yeterliliklerinin sağlanması, niteliklerinin geliştirilmesi ve bu şekilde göreve hazır hâle getirilmesi büyük önem arz etmektedir. Mezkûr hususlar dikkate alınarak vaiz, Kur’an kursu öğreticisi, imam-hatip ve müezzin-kayyım unvanlarında görev alacakların mesleğe başlamadan önce, mevcut personelin de hizmet içi eğitim, uzmanlık programları, seminer, sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikler yoluyla gelişmelerine katkı sağlanarak nitelikli görevlilerin yetiştirilmesi amacıyla Başkanlık bünyesinde böylesine büyük bir akademik yapıya ihtiyaç duyulmuştur. Bu husus, İslam dininin ortaya koyduğu evrensel değerlerin halka doğru ve güvenilir kaynaklardan aktarılması, Müslüman vatandaşların samimi duygularının istismar edilmesinin önlenmesi, İslam dinine ve Müslümanlara karşı oluşan haksız düşüncelerin ve ön yargıların önüne geçilmesi bakımından da önemlidir.

Aslında bütün mesleki faaliyetlerde genelgeçer bir davranış kalıbı olma zorunluluğuna rağmen toplumda yönlendirici kanaat önderi görev ve sorumluluğu sahiplerinin hassaten söylemleriyle değil, onlarla uyum içerisinde olan eylemleriyle de iz ve etki bıraktıklarına tanıklık etmekteyiz. Özellikle taşrada öğretmenlerle birlikte din görevlilerinin büyük ve yüksek bir sorumluluk taşıdıkları ayrıca dikkatlerimizi çeken önemli bir gerçektir. Söz konusu bir de Allah’ın emirlerinin takdimi ve yaşatılması olunca din görevlilerimizin bilgi ve birikimlerinin yanı sıra örnek tutum ve davranışlarının daha büyük bir önemi haiz faktör olduğunu açıkça görmekteyiz.

Son zamanlarda, Diyanetin yurt dışı temsilcilerinin kendilerini günün şartlarına uygun donatmalarının yanı sıra temsil konusunda da hassasiyet göstermeleri daha elzem bir gereklilik arz etmektedir. Çünkü İslamofobik tutum ve davranışların zirve yaptığı bu dönemde, özellikle yurt dışı görevinde bulunanların her türlü saldırı, taciz ve provokasyona karşı, bulundukları ortamda İslam’ı temsil noktasında büyük sorumluluk taşımaları en büyük beklentimizdir. Bu beklentimizin giderilmesi konusunda büyük bir boşluğu dolduracağına bu Akademi üzerinden inancımız tamdır. Akademideki eğitim süreçleri, aday din görevlileri üzerinde ayrıca bir aidiyet duygusunun gelişimine de katkı sağlayacaktır.

Kanun teklifiyle Başkanlık bünyesinde Diyanet Akademisinin kuruluşuna ve burada görev yapacak kişilerin özlük haklarına ilişkin düzenlemeler de yapılmaktadır. Bu kanun teklifiyle sadece eğitim bağlamlı bir boşluğun doldurulması deruhte edilirken kurum bünyesinde yaşanan sıkıntıların giderilmesi konusunda da çalışmalar devam edecektir kanaatini taşımaktayız. Buna somut bir örnek vermek gerekirse, özellikle bize ulaşan talepler ışığında ifade etmek isterim ki murakıpların özlük haklarıyla ilgili de birtakım gelişmelerin, birtakım düzenlemelerin yapılması da kaçınılmazdır. Ben inanıyorum ki Diyanet İşleri Başkanlığımız buna da dikkatlice odaklanacaktır.

Saygıdeğer milletvekilleri, aslında yarın gündem dışı bir konuşmayla ifade etmem gereken bir konuydu ama maalesef bugünkü konuşmamın bir kısmını 12 Mart tarihine odaklanarak -iki önemli olayın meydana geldiği bir gündür, bir tarihtir- birazcık bir yönüyle İstiklal Marşı’mıza referansta bulunarak Türkiye Büyük Millet Meclisindeki kabulüne, biraz da kadim şehrim dadaşlar diyarı Erzurum’un kurtuluş günü olduğuna dair bir iki şey ifade edip sözlerimi noktalamak istiyorum. Evet, ifade ettiğim gibi, 12 Mart iki önemli tarihî olaya tanıklık eden çok önemli bir gündür. Birincisi, bu Gazi Meclisimizin Millî Mücadele’deki en sıkıntılı dönemde vatan ve Millî Mücadele Şairi Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı’mızı kabul ettiği gündür. Öte yandan, yıllarca Doğu cephesinde süren Rus işgalinden alınan cesaretle Ermeni çetelerinin saldırılarının son bulduğu yani kadim şehrim Erzurum’un kurtuluş günüdür aynı zamanda.

Şimdi, bu bağlamda, tabii, tarihî bir geçmişi hatırlatmak yerine ben Erzurum’un bugünkü durumunu, hâlini, ahvalini birkaç cümleyle ifade edip yapılanları ve yapılması gerekenleri kısaca özetlemek istiyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, evet, şehrimiz tarihsel süreçte her zaman İpek Yolu üzerinde, bütün, doğudan batıya geçiş güzergâhı olma hasebiyle birçok medeniyete, kültüre, gelişmelere ev sahipliği yapmıştır. Bugün de aynı misyonu muhafaza etmekte yani 2 üniversitesiyle, 2 araştırma hastanesiyle, köklü kurumlarıyla gerçekten Doğu Anadolu Bölgesi’nde bir bölgesel sorumluluk taşımaktadır. Elbette ki dezavantajları da vardır iklimiyle, coğrafyasıyla, uzaklığıyla, ulaşımda yaşadığı sıkıntılarıyla. Bütün bu olumsuz özelliklerine rağmen, yine de, gerçekten, Türkiye Cumhuriyeti devleti vatan, millet, bayrak, söz konusu olduğunda gözünü kırpmadan her türlü fedakârlığı yapmaya dün olduğu gibi bugün de hazır bir coğrafyanın adıdır. Dolayısıyla, bugüne kadar o vakur duruşunu muhafaza eden Erzurumlunun aç olsa dahi dik olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyması hasebiyle, bugüne kadar yapılanları gerçekten büyük bir takdire şayan bulup Hükûmetimize teşekkür etmekle birlikte, eksik kalan birkaç projenin de bir an önce hayata geçirilmesi noktasında, diğer milletvekillerimizin arzu ve temennileri olduğu gibi ben de partim adına bunları bir iki cümleyle ifade etmek istiyorum. Bunların başında, ticari kalkınma noktasında -Allah korusun- hem göçü önleyici hem de demografik yapıyı bozulmadan, erozyondan kurtaracak bir 6’ncı bölge sistematiği geliştirildi. Bu, birçok Doğu Anadolu ilinde olduğu gibi Erzurum’da da göçü tersine çevirdi, bugünlerde en büyük sıkıntımız olan istihdam noktasında vatandaşımızın gerçekten büyük bir nefes almasını sağladı. Bunun sürdürülebilir hâle getirilmesi en büyük dilek ve temennimizdir.

Öte yandan, yine, malumunuz, ulaşımda gerçekten büyük, devasa atılımlar oldu, gelişmeler oldu hem hava ulaşımında hem kara ulaşımında hem de deniz ve demir yollarında. Tabii, Erzurum, hava ve kara yolu üzerinden bu imkânlardan yeterince faydalandı ama demir yolları bağlamında yüksek hızlı trenin -ısrarla biz bunu tekrar ediyoruz, etmeye devam edeceğiz- Sivas’a kadar genişleyip Erzincan’a kadar projelendirilmesi taahhüt edilen bir yapının artık ovaya indikten sonra, bundan sonra ta Kars’a kadar sınırımızın… Çünkü Kars’a kadar gitmesinin çok önemli uluslararası bir katkısı da olacaktır. Niye? Çünkü oradan ta doğuya doğru açılan bir Bakü-Tiflis-Kars tren hattımız var; oraya gelecek bir yüksek hızlı trenin ticaretimize de, gelişmelerimize de, Doğu’yla ilişkilerimizdeki etkileşime de her türlü katkısı olacaktır. Ben buradan Ulaştırma Bakanımıza da -evet, korsan bir bildiri gibi oluyor ama kusura bakmayın- sesleniyorum: Ne olur Erzincan’a kadar programa alınan yüksek hızlı trenin Erzurum-Kars hattından devam edip nihayete ermesi en büyük arzumuzdur diye düşünüyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)

Evet, bir diğer kalkınma kalemimiz olan tarım ve hayvancılıkta lider bir kentimiz var. Elbette ki tarımda çok yönlü bir üretimi söz konusu değil maalesef, birkaç ürün alma şansı da yok Erzurum’un; inanın bir defa ekiyor, bir defa biçiyor Erzurum, o da ağırlıklı olarak tahıl ve şeker pancarı, biraz da ayçiçeğine başladı. Böyle zor şartlarda, bir ekip bir alınan bir coğrafyada tarıma gerçekten biraz daha destek verilmesi konusunda yine yetkililerimizi bize katkıda bulunmaya davet ediyorum.

Hayvancılıkta 800 küsur bin büyükbaş rakamla Türkiye'nin nüfus başına en büyük hayvancılık merkezi olduğunu biliyoruz ama besicilerimizin, hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın sıkıntılarına da vâkıfız. Burada da yine yem başta olmak üzere hayvancılık girdilerinde - elbette ki fakruzaruretlerimizin farkındayız ama- eğer bir pozitif ayrımcılık yapılacaksa bu bölge dikkatle, önemle öncelikli olmak zorunda.

Şehrimizin merkezi aynı şekilde trafik sorunu yaşamakta. Ta yıllar önce Erzurum’da Sayın Cumhurbaşkanımızın verdiği bir söz vardı, bir talimat vardı, hafif raylı sistemin Erzurum için çok kaçınılmaz, çok gerekli olduğunu ifade etmişlerdi çünkü düz bir alan, inanın hakikaten hafif raylı sistem için çok kolay inşa edilip hayata geçirilecek bir yapıydı. Bunun da tekrar programa alınması konusunda yine şehrimizin kıymetli vatandaşları adına ifade etme zorunluluğu hissettim.

Saygıdeğer milletvekilleri, doğal gaz, malum, bütün Türkiye’nin şu anda gündeminde olan bir sıkıntı. Elbette ki kaynağının ne olduğunu biliyoruz. Uluslararası yaşanan bu kaos, sıkıntı, savaşlardan dolayı... Maalesef, bizim de dışa bağımlılığımızın en yüksek seviyede seyrettiği 2 önemli emtiadan, kaynaktan -doğal gaz ve petrol- bir tanesi. Dolayısıyla, evet, elbette ki sıkıntıların farkındayız. Sağ olsunlar Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bu bağlamda bir çözüm üretti; 4 milyon haneye 450 TL’den 1.150 TL’ye kadar doğal gaz katkısı sağlayacak yardım hedeflenmektedir.

Ben buradan ifade etmek isterim ki, yılın sekiz ayında doğal gaz ya da kömürle ısınmak zorunda kalan Erzurumluya -özelde Erzurum ama genelde Doğu Anadolu Bölgesi- yüksek giderini kapsayan bu doğal gaz iyileştirme projesinde öncelik verilsin. İnşallah, bunda 450 TL’den değil de en üst rakam olan 1.150 TL’den sürekli desteklenmesi konusunda da bir müjde, bir destek verilir diye beklentimiz yüksektir.

Öte yandan, sağlıkta, elbette ki Atatürk Üniversitemizin Araştırma Hastanesi, inanın, birçok bölge hastanesine, hatta Türkiye’nin birçok hastanesine insan kaynağı sağladı ama artık 2 bölge hastanesiyle yetiştirdiği bütün, özellikle uzman hekimler noktasında -özel hastanelerin batıda çok yüksek rakamlarla gelişmesinden dolayı- bir beyin göçüne, bir doktor göçüne neden olunmaktadır. Bu anlamda da yine Sağlık Bakanlığımızdan hassaten ricamız, bizim gerçekten elli yıllık bir mazisi olan tıp fakültelerimizin ve ona kardeş olan Bölge Araştırma Hastanemizin özellikle cerrahi branşlarda uzman kadrolarıyla desteklenmesi ve gerekirse bir de halkın talebi olarak bölgede bir sağlık merkezi, özel sağlık merkezi, hatta bir iki tane sağlık merkezi kurulması konusunda yardımlarımızı ifade etmek istiyorum.

Ben, bu vesileyle, 12 Martı, önümüzdeki günlerde bu iki güzel amaçla yâd edeceğimiz bu tarihi birkaç cümleyle ifade etmek istedim. Ben, görüşmekte olduğumuz bu kanunun gerçekten amacına matuf bir şekilde kabul edilmesi konusunda Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteğimizin tam olduğunu ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Ruştu Tiryaki.

Buyurun Sayın Tiryaki. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine, daha doğrusu Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı bir Diyanet Akademisi kurulması üzerine grubumuzun görüşlerini sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, mücadeleleriyle ülkenin geleceğine umutla bakmamızı sağlayan, kararlı mücadelelerinden asla taviz vermeyen, yaşama haklarına ve yaşam biçimlerine sahip çıkan tüm kadınların “8 Mart”ını kutluyorum. Yine, başta Aysel Tuğluk olmak üzere, sevgili Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata ve tüm devrimci kadın tutsaklara sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Varlıkları bizlere ilham vermeye devam edecek.

Evet, bir dünya savaşının arifesindeyiz. Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş, ekonomi ve enerji başta olmak üzere, büyük bir krize yol açıyor. Zayıf ve kırılgan bir ekonomiye sahip olduğu ve kötü yönetildiği için bu savaştan en çok zarar gören ülkelerin başında geliyoruz. Sadece yağ krizi bile bu savaşın Türkiye’yi ne kadar etkilediğini gösterir diye düşünüyorum. 2022 yılında, Avrupa’nın doğusunda büyük bir dram yaşanıyor. Umarım, Türkiye, Avrupa Konseyinde alınan karara karşı çıkarak büyük bir yalpalama yaşasa da daha sonra çözüm ve barışın tesisi için sürdürdüğü aracılığı yapmaya devam eder. Fakat bir konuya özellikle dikkatinizi çekmek isterim; yakın geçmişte yaşanan savaşların ve iç çatışmaların neredeyse tamamının içerisinde Türkiye ve Rusya -her nedense- bir biçimde yer alıyor. Bu konu hakkında biraz düşünmemiz gerekmez mi? Savaş ve çatışma nerede, Türkiye ve Rusya mutlaka orada; kıta, ülke, bölge hiçbir şekilde fark etmiyor; Afrika’da, Libya’da, Asya’da, Suriye’de, Kafkaslarda, Azerbaycan ve Ermenistan arasında ve bugün Ukrayna’da. Bir şekilde, bu savaşların içerisinde Türkiye ve Rusya’nın yer alması üzerinde gerçekten düşünmemiz gerekir diye düşünüyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Amerika’yı görmüyor musun, Amerika’yı?

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Bizler, bütün savaşlara karşı barışı ve çözümü savunmaya devam edeceğiz. Evet, bütün dünya savaşa ve savaşın etkilerine yoğunlaşırken biz Mecliste Diyanet Akademisini tartışıyoruz. Kuşkusuz, Meclisin olağan çalışmalarını sürdürmesi önemli ama Meclisin bir önceliğinin olması gerekmez mi? Bu ülkenin birinci önceliği gerçekten Diyanet Akademisi mi? Bu ülkenin birinci önceliği -az evvel görüştüğümüz- İstanbul Ayvansaray Üniversitesinin adını değiştirmek mi? Bu ülkenin birinci önceliği “Mudanya Üniversitesi” adıyla yeni bir vakıf üniversitesi kurmak mı? Bence değil, bizce değil.

Teklife gelince, Komisyonda söylediğimizi tekrar edelim: Bizler, ilkesel olarak, kamu hizmetlerine alınacakların niteliklerinin artırılması amacıyla atılacak adımların hiçbirine karşı çıkmayız. Dolayısıyla, Diyanet İşlerine Başkanlığına bağlı kuruluşlarda görev alacak imam, müezzin-kayyım ve vaizlerin görgülerinin, bilgilerinin, niteliklerinin artırılmasını ve göreve başlamadan önce eğitim almalarını sağlayacak Diyanet Akademisinin kurulmasına da bu minvalde karşı çıkmıyoruz. Yalnızca sorun şu, teklif sahipleri diyor ki: “Biz, bir Diyanet Akademisi kuracağız; bu Akademi yüksek ihtisas merkezlerinden, ihtisas merkezlerinden ve eğitim merkezlerinden oluşacak. Memuriyete başlayacak kişiler, göreve başlamadan önce, akademiye giriş sınavındaki başarı durumuna göre altı ay ile üç yıl arasında burada eğitim görecek -memuriyet değil, birazdan nedenini anlatacağım- bu süreyi de Diyanet İşleri Başkanlığı belirleyecek.” Yani bu eğitim süresi altı ay da olabilir, on altı ay da olabilir, yirmi altı ay da olabilir, otuz altı ay da olabilir; bu konuda yasada hiçbir düzenleme yok, Diyanet İşleri Başkanlığı nasıl takdir ederse, nasıl uygun görürse.

Şimdi, bu teklifi okuduğunuzda şöyle sanırsınız, dersiniz ki: “Herhâlde bir akademi kuruluyor.” Çünkü teklifin gerekçesinde öyle anlatılıyor. Yüksek ihtisas merkezleri var, ihtisas merkezleri var, eğitim merkezleri var ancak durum tam olarak böyle değil. Neden? Çünkü şu anda zaten Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı yüksek ihtisas merkezleri var ve bunların sayısı 12, yine şu anda Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı eğitim merkezleri var ve bunların sayısı en az 19; araya sadece ihtisas merkezleri kurulacak.

Şimdi, eğitim kadrosu kimlerden oluşacak? Şu anda yüksek ihtisas merkezlerinde ve eğitim merkezlerinde görev yapanlar Akademide eğitimci olarak görev yapmaya devam edecek veya sınava alınacaklar.

Şimdi, durum şu: Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 7’nci maddesinde düzenlenen Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevlerinin bir kısmı Diyanet Akademisine devrediliyor. Eğitim yine yüksek ihtisas merkezleri ile eğitim merkezlerinde devam ediyor ve bu yüksek ihtisas merkezleri ile eğitim merkezlerinde görev yapacak eğitmenler yine görevlerine devam edecekler. Şimdi, bu sadece adın değiştirilmesi anlamına gelmiyor mu? Yani bir akademinin kurulması bu kadar basit mi? Yani Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevlerinin bir kısmını ayırdığınızda, zaten var olan yüksek ihtisas merkezleri ile eğitim merkezlerinin arasına bir ihtisas merkezi yerleştirdiğinizde ve aynı eğitimciler yine görevlerine devam ettiğinde bir akademi kurmuş olmazsınız.

Teklife ilişkin bir diğer eleştirimiz şu: Diyanet Akademisi kurulmasına olanak tanıyacak kanun teklifinin dağınık olduğunu düşünüyoruz, bunu da Komisyonda söyledik. Bunun yerine, bağımsız bir yasal düzenleme getirilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz. Ayrıca, mevzuattaki örnekleri de bu şekilde. Örneğin; Polis Akademisinin bağımsız bir yasası var; 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Yasası.

Yine, Anayasa’ya aykırı olsa da -çünkü bir yasayla değil, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kuruldu- Adalet Akademisinin kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esaslar bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, 34 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle kuruldu. Dolayısıyla, bu konuda özel bir yasa yapılması Diyanet Akademisine de kurumsal bir güvence sağlamış olacaktır.

Şimdi, bir akademi kurmak her zaman istediğiniz sonuçlara yol açmayabilir. Bunu niye söylüyorum? Şunun için: Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara geldikten çok kısa bir süre sonra, 31 Temmuz 2003’te hâkim ve savcıları eğitmek, bağımsız yargıç yetiştirmek amacıyla Türkiye Adalet Akademisini kurdu. Ne zaman? Temmuz 2003’te. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra “Gülen yapılanmasına hizmet ediyor.” diyerek bir OHAL kanun hükmünde kararnamesiyle Adalet Akademisi kapatıldı ancak Mayıs 2019’da 34 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle yeniden kuruldu. Dolayısıyla, bir akademi kurmak her zaman istediğiniz amaçlara hizmet etmeyebilir. Bu nedenle, bu konuda bir kaygı taşımalı ve buna göre düzenleme yapmalıydınız.

Teklife yönelik bir diğer eleştirimiz 5’inci maddeyle ilgili yani sözleşmeli personel istihdamına ilişkin. Ben Komisyonda da söyledim, sözleşmeli personel istihdamı Hükûmetin politikası; sadece bu teklif sahipleri sözleşmeli personel istihdamını savunmuyor, bir bütün olarak kamu hizmetlerinin tamamında Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri sözleşmeli personel istihdam etmek istiyor. Beş yılı aşkın bir süredir, Millî Eğitim Bakanlığına öğretmen olarak atanan, daha doğrusu bu pozisyonlarda görevlendirilen her öğretmen sözleşmeli olarak görevlendirildi. Son olarak, sanırım Ekim 2021’de olacak, 7.800 imam, müezzin-kayyım aldınız; bunların tamamı yine sözleşmeli olarak alındı. Yani bu Hükûmet politikası böyle devam ediyor. Siz, memur değil sözleşmeli personel almak istiyorsunuz. Bakın, din hizmetleri ya devletin asli ve sürekli görevleri arasındadır ya da değildir. Eğer asli ve sürekli görevleri arasındaysa bu hizmeti kamu görevlileri eliyle yürüteceksiniz. Sözleşmeli personelle, geçici personelle bu hizmeti yürütemezsiniz.

Şimdi, bu eleştiriyi getirdiğimizde Komisyondaki arkadaşlar dediler ki: “Ya, biz memurları atıyoruz, hemen yer değişikliği istiyorlar, bunu önlemek için sözleşmeli personel istihdam ediyoruz.” Oysa bunun çözümü var, iki şey yapsanız bunu çözebilirsiniz. Birincisi, görevine hizmet duyduğunuz yerleri cazip hâle getirirsiniz. Lojman tahsis edebilirsiniz, ek ödemesini yüksek tutabilirsiniz, ek ücret verebilirsiniz, bazı yerlerde olduğu gibi her üç yıl görev yaptığında bir ek kademe verebilirsiniz; bunu cazip hâle getirebilirsiniz. İkinci yolu da şu: Eğer gerçekten görev yerlerinin değişmesinden rahatsızlık duyuyorsanız yasaya bir hüküm eklersiniz, dersiniz ki: “Memur olarak atananlar, üç yıl boyunca, özür grupları hariç, tayin isteyemezler.” Bu kadar. Yani mesele sadece tayin meselesi değil; siz, geçici personel almak istiyorsunuz. Gerçekten kamu hizmetlerini memurların yapmasını, yürütmesini ilkesel olarak bu Hükûmet savunmuyor.

Teklife yönelik bir diğer eleştirimiz 6’ncı maddeye ilişkin. Buna göre, Diyanet Akademisi, Başkanlık kadrosunda çalışıp, başka eğitim kurumlarından mezun olup Başkanlığın memur kadrolarına atanmak isteyenlere de hizmet içi eğitim verecek. Bunda herhangi bir sorun yok, bu iyi bir şey fakat sorun şurada, teklifte aynen şöyle yazıyor: “Başkanlıkça belirlenen esaslara göre uygun görülenlerin arasından belirlenecek.” Yani hizmet içi eğitime alınacak. Ben Komisyonda da söyledim, dedim ki: Şu “uygun görülenler” kelimelerini çıkarsanız, koşulları taşıyan herkesi belli bir sıra içerisinde hizmet içi eğitime alsanız.

Şimdi, yasa teklifi bu hâliyle geçerse Diyanet İşleri Başkanlığı, hizmet, kıdem dâhil olmak üzere bütün koşulları taşısa da sadece uygun görmediği için bazı kişileri kurum içerisinde unvan değişikliği sınavına almayabilecek. Komisyonda bu konuda bir adım atmadınız. Meclise gelmeden önce bu konuda bir çalışma yapın dedik ama gördüğümüz kadarıyla bu konuda da herhangi bir adım atılmış değil teklif sahipleri tarafından.

Bir diğer eleştirimiz 5’inci maddenin son fıkrası. Buna göre, “Sözleşmeli personelin -bakın, yine teklifte yazıyor- disiplin ve izin işlemleri, ilişik kesilme halleri, sözleşmeli personel pozisyonlarına atanma şartları, sınav ve usulleri yönetmelikle düzenlenir.” Anayasa hükmü çok açık, Anayasa 128’in ikinci fıkrası: “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin -yani sözleşmelilerin- nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” Bu, emredici hüküm. Oysa siz bu teklifte diyorsunuz ki: “Atanma, disiplin hükümleri -yani hak ve yükümlülükleri- yönetmelikle düzenlenecek.” Bu açıkça Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırı. Dolayısıyla bunun da teklif metninden geri çekilmesi gerekir.

Şimdi, teklife ilişkin bir diğer eleştirimiz şu: 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 1 sayılı cetvelinin 6’ncı sırasına ilişkin yani şimdi getirdiğiniz teklife göre Akademide görev alacak öğretim üyelerine verilecek ek ödeme. Bu yüksek ihtisas merkezleri ve eğitim merkezlerinde görev alacak eğitmenlerin en düşük ek ödeme katsayısı 130 olacak. 130 olması demek; burada görev yapacak eğitimcilere aylıklarını vereceksiniz, ayrıca Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle girdikleri her ders için ücret vereceksiniz ve bu ek ödemeyle her birisine ayrıca en az 2.900 TL ödeyeceksiniz demek. Ama şu anda -ek ödeme alanlar- yirmi yıllık, otuz yıllık bir vaizin bile ek ödeme katsayısı 66 yani 1.450 TL alacak. Hazır düzenleme yapmışken en azından bunların ek ödeme katsayılarını yüzde 50 artırın. Zaten cazip hâle getirmişsiniz, ücretlerini vereceksiniz, ek ders ücreti vereceksiniz; yirmi yıllık, otuz yıllık bir vaizin 2 katı kadar ek ödeme veriyorsanız diğerlerini de yüzde 50 oranında artırın dedik, bu konuda da bir adım atmadınız.

Şimdi, bir diğer eleştirimiz şu: Yasa teklifinin yürürlük maddesi. Garip bir şekilde -az evvel eleştirdiğim- ek ödemeye ilişkin kanun teklifinin yürürlüğe girme tarihi bu kanun teklifinin yayım tarihi değil, 15 Ocak 2023 tarihinde yürürlüğe girecek. Neden? Komisyonda sorduk, “E, bunun için hazırlık yapılacak.” yanıtını verdi teklif sahipleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri. Şimdi, Akademi önümüzdeki hafta hemen açılacak, Akademide şu anda eğitim görenlerin hepsi eğitim görmeye devam edecek, öğretim üyelerinin de büyük bir bölümü yine bu Akademide eğitmen olarak göreve devam edecek. Yani bir hafta sonra Akademiyi açıyorsunuz, eğitimlere devam ettiriyorsunuz, ücretlerini buna göre ödeyeceksiniz ama “Ek ödemelerini ben 2023 yılı Ocak ayına kadar ödemeyeceğim ancak dokuz ay sonra ek ödemelerini ödeyeceğim.” diyorsunuz. Tıpkı öğretmenlerin ek göstergesini 3600’e çıkardığınızda yaptığınız gibi, “Paramız yok.” demiyorsunuz da yürürlük tarihini 15 Ocak 2023 tarihine erteliyorsunuz. Bunun mantıksal, hukuksal hiçbir gerekçesi yok, önümüzdeki haftadan itibaren uygulanmasının önünde hiçbir hukuksal engel yok.

Şimdi, Komisyon görüşmeleri sırasında, çok sınırlı sayıda, birkaç kaynak dışında, Aleviliğin zaten Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yok sayıldığını söyledim ama Şafiilik mezhebinin de Diyanet İşleri Başkanlığında yeterince temsil edilmediğini, Kürtlerin çoğunlukla Şafii olduklarını, Kürtlerin yoğun yaşadıkları kentlere ve köylere atama yapılırken hassasiyet gösterilmesi gerektiğini söylemiştim. Başkanlık, bu konuda çok hassas olduklarını, orada, eğitim merkezlerinde görev yapanların neredeyse tamamının aslında Şafii mezhebine tabi olduğunu, imamlar konusunda da bu hassasiyete sahip olduklarını söyledi. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı, bana Şafiilik öğretisine dair yayınladıkları kaynaklardan da birer örnek verdiler, bunun için kendilerine teşekkür ediyorum. Umarım, gerçekten bu hassasiyete sahip biçimde Diyanet İşleri Başkanlığı çalışmalarını yürütür fakat Alevilik konusunda elle tutulur hiçbir çalışması olmadığını… Sanırım, zaten Alevilerin de böyle bir talebi yok bu ülkede, bu Diyanet İşleri Başkanlığının kendilerini temsil edebileceğine inanmıyorlar. Umarım, bir gün bütün mezheplerin, bütün inançların eşit şekilde, eşit mesafede, laiklik ilkesine uygun biçimde temsil edildiği böyle bir din işleri konseyi, bir kuruluş kurulur.

Son olarak, Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı birkaç tane fetvayla ilgili örnekle konuşmamı bitirmek istiyorum. Şimdi, gerçekten, bütün samimiyetimle söylüyorum: Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri; İslam adına, Hazreti Muhammed’in dini adına lütfen bu fetvaları yayınlamayın. Gerçekten, bu fetvaları okuyan herkes Diyanet İşleri Başkanlığının değil, İslam’ın kadın düşmanı olduğunu düşünüyor. Korkunç fetvalar yayınlanıyor. Yani bu soruların hepsine yanıt vermek zorunda değilsiniz, bu sorulara verdiğiniz yanıtlarla kadın düşmanlığını ayyuka çıkarmak zorunda değilsiniz.

Bakın, ben size birkaç tanesini okuyayım. Diyanetten cuma hutbesi: “Eş cinsellik ve nikâhsız yaşama, hastalıkları beraberinde getiriyor.” Yani bir bilim insanına gidip sorun, deyin ki: “Bir kişi eğer nikâhla yaşarsa cinsel hastalıklarla ilgili hasta olmaz, nikâhsız yaşarsa hastalanır.” Yani böyle bir fetva olabilir mi? Tıp ilmiyle eğitimini almış herhangi bir kişi, size bu konuda “Evet.” diyebilir mi? Yani nikâhlı olmak veya nikâhsız olmak nasıl bir hastalık kaynağı olabilir? Bunu, Diyanet İşleri Başkanlığı bir fetva olarak yayınlıyor.

Şimdi, bir başka şey: “Erkek, kadını gıyabında boşayabilir.” Yani şimdi, Türkiye’de bir Medeni Kanun olmasa bunları yine söyleyin ama lütfen bu tür sorulara böyle cevaplar vermeyin. Diyanet İşleri Başkanlığının fetvasında diyor ki: “Buna göre koca, eşine, gıyabında kendisini boşadığını bildirirse veya güvenilir bir kişi kadına, kocasının gıyaben kendisini boşadığını haber verirse boşanma gerçekleşmiş olur.” Yani niye böyle bir fetva verir Diyanet İşleri Başkanlığı? Yani dışarıda, başka bir yerde bir kadını boşayabileceğini söylemesi İslam öğretisinin içerisinde olsa bile, medeni hukukun yürürlükte olduğu bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir fetva vermeli mi? Bunu okuyan insanlar sizce Diyanet İşleri Başkanlığı hakkında ne düşünür?

SERKAN TOPAL (Hatay) – Medeni Kanun’u boşa çıkardılar.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Diyanet İşleri Başkanlığının bir başka fetvası, skandal fetvalardan: “Eş öldüyse eniştenin beklemesine gerek yok.” Yani böyle bir fetva... Rica ediyoruz, vermeyin böyle fetvalar ya! Yani “Eniştenin beklemesine gerek yok, hemen evlenebilir, hemen birlikte olabilir.” fetvaları veriyorsunuz. Bu, Diyanetin verdiği fetva ve ben bunu yalanlamadığınız basından aldım.

SERKAN TOPAL (Hatay) – Fetvalar konusunda yüksek lisans görüyoruz!

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - “Baldız fetvaları” yani böyle fetvalar vermeyin. İslam, böyle bir din değil. Siz, bu fetvaları vererek insanların sadece inançlarıyla ilgili kuşku duymasına yardımcı oluyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Bir başka örnek, şimdi, yardım yapılmasını teşvik ediyorsunuz, zekâtın yardım kampanyalarına destek şeklinde yapılmasını söylüyorsunuz ve diyorsunuz: “Yeter ki zekât olarak belirtin bunu ama merkezî yardım kampanyalarına destek verin.” Yani eğer Hükûmet yardım kampanyası yürütüyorsa zekât verirseniz “caiz” eğer belediye bir yardım kampanyası yürütüyorsa o zekâtı oraya vermek “caiz değil” mi? Bunu söylemiş oluyorsunuz; böyle fetvalar vermeyin.

Sonra “Sol elle şeytanlar yemek yer.” anlamına gelecek fetvalar veriyorsunuz. Diyanet İşleri Başkanlığının böyle fetvaları olamaz. Sevgili Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri “Sol elle şeytanlar yemek yer.” diyorsunuz, bu ülkede milyonlarca insan var sol elle yemek yiyen. Ya, siz milyonlarca çocuğa nasıl “şeytan” dersiniz? Hani, Hazreti Muhammed’in sağ eliyle yemek yemesi başka bir şey ama…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Neyse, bu fetvalar meselesi gerçekten rahatsızlık yaratıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı hiçbir şey söylemesin, sadece sussun yeter, bu ülkeye katkı sunar diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Yıldırım Kaya, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YILDIRIM KAYA (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet Akademisinin kurulmasını düzenleyen Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sizleri selamlıyorum.

Dün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ydü. Neşet Ertaş kadınlara dönük, kadınların kıymetine dönük çok güzel şeyler söylemiş, ondan bir dörtlüğü buradan size sunmak isterim:

“İki büyük nimetim var

Biri anam, biri yârim

İkisine de hürmetim var

Biri anam, biri yârim

Ana deyip de geçilmez

O yâr anadan seçilmez

İkisine de gıymat biçilmez

Biri anam, biri yârim.” diyor.

Anasına kurşun sıkan, yârine kurşun sıkan eller kırılsın. Anasının cenazesinden, anasının defin işleminden sonra anasının mezarına saldıranların yaşattığı dramdan sonra Aysel Tuğluk cezaevinde rahatsızlandı, şu anda cezaevinde, hâlâ yatıyor. Anası onun en kıymetlisiydi, Aysel Tuğluk’un hâlâ cezaevinde tutulması gerçekten kabul edilemez. Aysel Tuğluk’un şahsında, seçilerek göreve gelmiş -belediye başkanı, milletvekili- ama şu anda cezaevinde yatan, mücadelesi için cezaevinde yatan kadınların da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

Bu yasa teklifi Komisyona geldiği gün 3 Marttı; acaba tesadüf mü dedim, Komisyon Başkanımız “Salı günü grup toplantıları var, çarşamba da grup toplantıları var, perşembe yapalım.” dedi ama tesadüfen Milliyetçi Hareket Partisinin grup toplantısı perşembe günü de vardı. Ben tesadüf olmasını temenni ettim çünkü 3 Mart 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştu, 3 Mart 1924’te halifelik kaldırılmıştı, 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu gerçekleşmişti yani üç büyük devrim gerçekleşmişti 3 Mart 1924’te. Cumhuriyeti kuranlar, bu devrimi gerçekleştirenler bize Diyanet İşleri Başkanlığını da inançları da emanet etmişlerdi. Bu görüştüğümüz yasa teklifinin Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırı bir yasa teklifi olduğunun altını en başta çizmek istiyorum.

3 Mart 1924’te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının ilk Başkanı Mehmet Rifat Börekçi'yi saygıyla, rahmetle anıyorum. Mehmet Rifat Börekçi, Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kuran, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının yanında duran, kefen parasını Millî Mücadele’ye bağışlayan bir din bilginidir. (CHP sıralarından alkışlar) Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayımilliyecilerin idamını isteyen Şeyhülislam Dürrizade’nin fetvasına karşı Ankara Fetvası’nı hazırlayıp “Dinimizce düşmana karşı mücadele etmek sevaptır, bu mücadeleyi yapanlara idam cezası verilemez.” dediği için kendisi hakkında da idam kararı verilmiştir. Bir kez daha, idam kararı alacağını bilerek bu fetvayı yayınlayan ilk Diyanet İşleri Başkanımızı rahmetle anıyorum. Bizlere özgür bir vatan bırakan, devrimler gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, tüm yoldaşlarını, tüm şehit ve gazilerimizi bir kez daha saygıyla, minnetle anıyorum.

Özellikle şunu belirtmek isterim: Diyanet konusu olduğunda, inançlar meselesi geldiğinde hem rahmetli dedem Hacı Hasan Kaya’yı hem rahmetli babam Hacı İsmail Kaya’yı hem hoca olan rahmetli amcam Hacı Hilmi Kaya’yı hatırlarım. Bana söyledikleri, öğretileri şudur: “Senden istediğimiz bir tek şey var: Siyasetle uğraşıyorsun; dini asla siyasete alet etme, dini siyasete alet edenlere de asla geçit verme. Diyanet İşleri Başkanlığı cuma fetvaları yayımlar. Cuma fetvasında kürsüye çıkan imam, eğer gerçekten, inançlara, dinî değerlere saygıyı anlatmak yerine bir siyasi propagandaya girişmişse onun arkasında da namaz kılma.” Rahmetli dedem de rahmetli babam da rahmetli amcam da rahat uyusun; onların öğretileriyle, inançlarımı yaşamaya ve inançlarını özgürce yaşamak isteyenlerin yolunu açma konusunda kararlı bir mücadeleye devam edeceğim. Siz rahat uyuyun. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, hizmet içi eğitim Diyanet İşleri Başkanlığında var fakat bu, yetersiz görülüyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz nitelikli din görevlileri yetiştirilmesini savunuyoruz. Çünkü ilk Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rifat Börekçi fetvasında nasıl ki Millî Mücadele kahramanlarına sahip çıkmış, kefen parasını vermişse onun gibi din görevlilerinin yetişmesi bizim olmazsa olmazımızdır. İmam-hatipleri kuran, ilahiyat fakültelerini açan Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü iç eğitimde yetersiz kaldığını düşünüyorsa “Diyanet Akademisi” ya da başka bir isimle bir kurul kurulabilir ama bu, 633 sayılı Kanun’un içine sıkıştırılarak olamaz çünkü kuruluş gerekçeleri, amaçları, kapsamı, denetimi, maddeleri çelişkiye yer bırakmayacak şekilde açık, anlaşılır bir şekilde yazılmalıdır; hazırlıklar tüm parti temsilcileriyle ayrıntılı tartışılmalıdır, Diyanet İşleri Başkanlığı içerisinde örgütlü olan tüm sendikaların görüşleri alınmalıdır; ilahiyat fakültesindeki rektörlerin, dekanların ve hocaların düşünceleri alınmalıdır; imam-hatip liselerinde müdürlük yapan, idarecilik yapan ve imamlık yapan din âlimlerinin görüşü alınarak ayrı bir kanun hazırlanmalı diye Komisyonda bunu anlattık ama Komisyonu ikna edemedik, Genel Kurul ikna olur mu bilemiyorum ama gerçekten, Diyanet İşleri Başkanlığının nitelikli din görevlileri yetiştirme diye bir arzusu varsa, niyeti varsa gelin bunu 633’ün içine sıkıştırmayalım, bağımsız bir kanun çıkartalım derim.

“İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.” Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasa’daki görevlerine bakalım:

1) Laiklik ilkesini gözetmek.

2) Bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalmak.

3) Milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinmek.

4) İslam dini ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek.

5) Din konusunda toplumu aydınlatmak.

6) İbadet yerlerini yönetmek.

Buna Diyanet İşleri Başkanlığı şunları da ekledi, şimdi uygulanıyor: Resmî nikâh yapmak, eğitim kurumları açmak ve din eğitimi yapmak, din eğitimi yapacak din görevlerini belirlemek, özellikle Diyanet İşleri Başkanının şahsı üzerinde iktidar adına siyasi görevler ifa etmek. Şimdi bu eklenen 4 maddeye dikkatinizi çekerim; eğitim kurumları açmak ve din eğitimi yapmak var zaten, peki Diyanet Akademisine niye ihtiyaç duyuyoruz, bunu sorgulamak gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığı, yeni görevleri sonucunda tartışılan bir kurum hâline gelmiştir maalesef, siyasi kutuplaşmanın bir parçası olmuştur, kendi varoluş nedenlerini kendi eliyle kaldıran bir kurum hâline gelmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, din görevlilerinin sorununa çözüm üretmek zorundadır. Hani din görevlilerine 3600 ek gösterge ne oldu? Hepimiz seçim meydanlarında söz vermedik mi? Biz bu kanun tekliflerini getirmedik mi? Reddetmediniz mi? Şimdi neden imamlara 3600 ek göstergeyi hak görmüyorsunuz? Bunun izahı var mı? Bunun izahı yok.

Diyanet İşleri Başkanlığının ne Anayasa ne de kuruluşu yasasının 1’inci maddesi gereği halka, halkın bir kesimine eğitim verme görevi vardır. Diyanet İşleri Başkanlığının eğitimle ilgili tek görevi, bütün kamu kurumlarının da görevi olduğu gibi, kendi personelinin daha nitelikli, verimli çalışmasını sağlamak amacıyla hizmet içi eğitim vermektir. Özel kanunun 1’inci maddesinde yer alan toplumu aydınlatmak görevi ise İslam diniyle ilgili konularda toplumu bilgilendirmekten ibarettir.

Diyanet İşleri Başkanlığının eğitimle ilgili bir kurum hâline gelmesi Kur’an kurslarıyla olmuştur ancak bu görev de Eğitim Birliği Yasası gereği Millî Eğitim Bakanlığının gözetim ve denetiminde olmak zorundadır. Eğitim Birliği Yasası gereği bütün eğitim öğretim faaliyetleri Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak yürütülür.

Görüşülmekte olan kanun teklifiyle, Diyanet İşleri Başkanlığı 1924 öncesinin Şeriye ve Evkaf Vekâletine benzer bir konuma getirilmek istenmektedir. Teklifin 3’üncü maddesinde de Kur’an eğitim merkezleri ayrı bir kurum olarak sayılmaktadır. Kur'an eğitim merkezinin hedef kitlesi kurum personeli değildir, Kur’an öğrenen çocuklardır. Anayasa'nın 42’nci maddesi gereği, Kur’an kurslarının hedef kitlesi olan kimseler 18 yaşını aşmamış çocuklardır. Çocuklar eğitimi ancak Millî Eğitim Bakanlığı kuruluşlarıyla birlikte yapabilirler.

Diyanet personeli sayısı 6 bakanlıktan çok. Bakalım: Taşra teşkilatında 125.079; merkez teşkilatında 1.694; yurt dışı teşkilatında 409; Din Yüksek İhtisas Merkezinde 761; eğitim merkezlerinde 526; toplamda ise 128.469 personel bulunmaktadır.

Ben Ankara milletvekiliyim, Ankara’nın köylerini geziyorum. Dün benim ziyaretime gelen muhtar şunu söyledi: “Sevgili Vekilim, önümüz ramazan ayı, bizim camimizde imamımız yok, teravih namazını kim kıldıracak?” Anadolu'nun birçok köyünde bu problem yaşanıyor. Diyanet İşleri Başkanlığına soruyorum: 128.469 personeliniz var, her köyde cami var, neden imam yok? Bu ramazan ayında, bu köyleri imamsız bırakmak Allah'tan reva mı?

Bakın, Diyanet İşleri Başkanlığı, cemevlerinin elektriklerinin kesilmesini dert etmek zorundadır çünkü Alevi toplumunun vergileriyle sizler maaş alıyorsunuz. Cemevlerini göz ardı ediyorsunuz, havrayı, kiliseyi göz ardı ediyorsunuz. Farklı inançtan olanların eğitimiyle ilgili herhangi bir düzenleme yok. Diyanet İşleri Başkanlığının sadece ve sadece İslam dini içerisinde bir mezhebe sıkıştırılarak işlem görmesi doğru değildir. Bunun hak olmadığını, bunun adalet duygusundan uzak olduğunu, onların vergisiyle yapılan hizmetin de haram olduğunu siz benden daha iyi bilirsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Lütfen, bunu dikkate alalım.

Kanun teklifi, Anayasa’nın 106’ncı ve kuruluş kanununun 1’inci maddesine göre iki temel soruna sahiptir: Birincisi, Diyanet İşleri Başkanlığının Millî Eğitim Bakanlığıyla olması gereken iş birliği yok sayılmaktadır; ikincisi ise kendi personelini yetiştirmekle görevli olan Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulların eğitimlerini, doğrudan, göreve başlamadan yetersiz bularak kendi personelini yetiştirme sürecine girmiştir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Diyanet İşleri Başkanlığı veya bir başka devlet kurumu, Millî Eğitim Bakanlığından bağımsız bir biçimde eğitim kurumu hâline gelemez. 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleriyle, ısrarlı bir biçimde kendini 633 sayılı Teşkilat Kanunu ve yönetmeliklerde yer alan Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili hükümlerin karşısında konumlandırmıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığı kendi bünyesinde çalışacak din görevlilerini önceden “aday din görevlisi” sonra “sözleşmeli personel” sonra ise “kadrolu memur” olarak atamayı öngörmektedir. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda da aynı yanlışlık yapıldı. Gelin “aday din görevlisi” “din görevlisi” diye ayrıştırmaktan, “sözleşmeli” ve “kadrolu memur” diye bir ayrımdan vazgeçelim çünkü bunların eş birleştirilmesi konusunda da ciddi problemler var. Dolayısıyla, Anayasa’nın kamu hizmetleriyle ilgili hükümlerine diğer kamu kurumları gibi tabi olması gerekir. Anayasa’nın 70’nci maddesinde “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” hükmü yer almaktadır. Göreve başlamadan önce din görevlisi olarak alınacak personelde görevin gerektirdiği koşullar var ise hizmet alımında hizmet öncesi bir mesleki eğitim öngörülemez. Bu durum, görevin gerektirdiği koşullar dışında kamu hizmetine başlamak için ayrıca bir engel oluşturmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığının din hizmetleri için eğitim kurumları olan imam-hatip liselerinin ve ilahiyat fakültelerinin Diyanet İşleri Başkanlığına doğrudan personel yetiştirme görevini boşa çıkarmaktadır. Bu düzenleme, bu şekliyle imam-hatip liseleri ve ilahiyat fakültesi mezunları üzerinde keyfî uygulamaların da önünü açacak bir düzenlemedir. Açıkça, mesleğe başlamadan önce “aday din görevlisi” adı altında onlara verilmesi düşünülen meslek, eğitim yoluyla bir eleme yöntemine gidilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığının kendisine personel yetiştirmek gibi bir görevi yoktur. Bu görev yalnızca ve yalnızca Millî Eğitim Bakanlığına aittir. İmam-hatip lisesi mezunlarını, ilahiyat fakültesi mezunlarını yok saymayalım. Orada yapılan eğitimler nitelikli eğitimlerdir. Eğer orada yapılan eğitimlerin nitelikli olmadığını düşünüyorsanız mevcut olan 644 imam-hatip lisesine, 100’e yakın ilahiyat fakültesine haksızlık ediyorsunuz, oradaki hocalara haksızlık ediyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Diyanet İşleri Başkanlığının ihtiyaç duyduğu personel de imam-hatip liseleri ve ilahiyat fakültesi mezunlarından olur. Hizmet içi eğitimde 128 bin personelin… Hizmet İçi Daire Başkanlığının elini güçlendirecek tüm yetkileri verelim. Personelin hizmet içi eğitimlerini altı ayda bir mutlaka yapsın çünkü çağ değişiyor, dünya değişiyor. Bizim, 21’inci yüzyılın dünyasına uygun -kendi anlayışımızı da- bu çerçevede yetiştirilecek imamlara, din görevlilerine ihtiyacımız var. Bunu Hizmet İçi Daire Başkanlığı mutlaka gerçekleştirecektir.

Bu teklif, Diyanet İşleri Başkanlığının kendisini ayrı bir bakanlık; Millî Eğitim Bakanlığından, YÖK’ten tamamen ayrı bir kurul hâline getiriyor. Bunun önüne geçemeyebiliriz, bu tehlikeli bir durumdur. Gelin, bunu, ayrı bir kanun teklifi olarak bir kez daha gerçekten bilim insanları, din âlimleri ve ilgili kurumlarla bir kez daha görüşelim diyorum. Sizlere bir kez daha çağrı yapmak istiyorum: Gelin, hep birlikte, nitelikli bir din görevlisi yetiştirme politikasını Diyanet İşleri Başkanlığının eline verelim ama bunu asla ve asla bir siyasal düşüncenin çizgisine yöneltmeyelim. Bu olursa dinimiz, inancımız, dinî değerlerimiz gerçekten tartışmalı hâle gelir.

Ben geçenlerde Keçiören’de bir Kur’an kursuna taziyeye gittim. Bu taziyede hocanın bana söylediklerini sizlere aktarmak istiyorum, vebali üstümde kalmasın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

YILDIRIM KAYA (Devamla) – Kur’an kursu hocası şunu söyledi: “Cumhuriyetin kurulduğu yıllardaki Diyanet İşleri Başkanını ve Başkanlığını arar olduk. Bizim çocuklarımız…”

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Adamı yakma.

YILDIRIM KAYA (Devamla) – İsmini söylemiyorum.

“…dinden uzaklaşır hâle geldi, yüzde 26’sında sıkıntılar yaşıyoruz. Sizden ricamdır, Parlamentoda bunu dile getirin.” Bana bunları anlatırken Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili olduğumu düşünerek anlattı, “Cumada, hutbelerde siyaset yapılıyor, bu doğru değil. Reise bunu anlatın.” dedi. Daha sonra dediler ki: “Yıldırım Kaya, Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili.” O da dedi ki: “Sizden pek buraya gelen olmuyordu, onun için böyle dedim.”

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Bizi de yaktın yani.

YILDIRIM KAYA (Devamla) – Yakmadım.

Ama bu lafım onun reisine mutlaka ulaşsın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YILDIRIM KAYA (Devamla) – Sayın Diyanet İşleri Başkanlığı, cuma hutbelerinde siyasetten vazgeçin. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kaya, teşekkür ediyorum, sağ olun.

Sayın Özkoç, sataşmadan söz istiyor musunuz? (CHP sıralarından gülüşmeler)

Evet, şahsı adına ilk söz Sayın Abdüllatif Şener’in.

Buyurun Sayın Şener. (CHP sıralarından alkışlar)

ABDÜLLATİF ŞENER (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosunda kısa bir süre de olsa imamlık yapmış bir kardeşiniz olarak bu kanunun ayrıntılarına girmeden sadece gönlümden geçenleri paylaşacağım. Burada, Diyanet Akademisi kuruluyor. Bu teklif yapılabileceğin en iyisini öneriyor mu? En iyiyi oluşturmak için Diyanet mensupları dışında kimlerle tartışıldı? Üniversitelerden, sivil toplum kuruluşlarından oluşturulmuş hangi kurullarda müzakere edildi ve sonra buraya getirildi? Bunu bilmek hakkımızdır diye düşünüyorum. Bilelim ki sadece Diyanet mensuplarının hazırlayıp getirdiği bir metni tartışıyorsak bu iyi bir düzenleme olsa bile yapabileceğimizin en iyisi değildir. En iyiyi bulamadığımız bir konuda ziyandayız demektir çünkü artık, dünya iyiyi değil, en iyiyi gerçekleştirenlerin kazandığı, izzet ve onuru koruduğu bir dünya hâline gelmiştir; Mülk suresinin 2’nci ayeti de bunu ifade etmektedir.

(Hatip tarafından Mülk suresinin 2’nci ayetikerimesinin okunması)

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Yani “Allah ölümü ve hayatı, içinizden hanginiz işi en iyi yapacaksınız; bunu denemek için, bunu sınamak için yaratmıştır.” buyuruluyor.

En güzel iş nasıl ortaya çıkar? Hayatın pratiklerini yaşamakla, üretim sürecinin içinden çıkar. Teknoloji ve bilginin üretildiği alanlar kütüphanelerden daha çok, yaşanan hayatın kendisidir. Çağdaş yaşam koşullarından, o koşulların ürettiği bilgi ve teknolojiden, onların nasıl üretim süreçleri oluşturduğundan haberdar değilseniz sadece teknolojiyle ilgili değil, din ve sosyal bilimler konusunda da gerekli mesafeyi alamazsınız. “Ne alaka Sayın Vekil?” demeyin çünkü çok alakası var, çünkü dinî düşüncenin gelişimi de din dışı konulardaki hayat pratiklerine çok borçludur. Medeniyet çalışması yapan araştırmacılar bin dört yüz on iki yıllık İslam tarihini iki döneme ayırırlar: 11’inci yüzyıla kadarki dönem İslam medeniyetinin zirve dönemidir; İslam dünyası bilimde, teknikte, sanat ve kültürde dünyanın da zirvesindedir ama 12’nci yüzyıldan itibaren İslam dünyası uygarlıkta gerileme dönemine girmiştir. Bu iki dönem arasındaki fark şudur: Yapılan bir araştırmaya göre birinci dönem yani 8’inci–11’inci yüzyıllarda yaşamış 4 bin önemli âlim veya din dışı konularda bilginin yüzde 91’inin devletle iş birliği hâlinde olmadığı, iktidarlarla birlikte çalışmadığı, kamuda görev almadığı tespit edilmiştir. Ebu Hanife gibi, Ahmed b. Hanbel gibi pek çokları –din bilginleri dâhil– bağımsız olarak, iktidardan bağımsız olarak ve iktidarın sofrasına oturmanın haram olduğuna inanarak bilimsel çalışmalarını yapmışlardır.

Değerli arkadaşlar, gerileme döneminde ise başta din bilginleri olmak üzere hemen hemen tüm bilginler devlet görevlisidir yani iktidar ve ulemanın iş birliği vardır. Son 8 yüzyıl bunu ifade ediyor ve bu dönem İslam dünyasının gerileme dönemidir. Bunun sonucu olarak son 8 yüzyıldır İslam dünyasının geliştirdiği teknik, dünyaya armağan ettiği tek bir teknik yoktur. Bugünkü İslam anlayışımızı şekillendirenler de birinci dönem ulemasıdır, ikinci dönem uleması ise içtihat kapısını da kapatmış, birinci dönem ulemasının söylediklerini 8 yüzyıldır aynı kalıplarla tekrar edip durmaktadır.

Zaman zaman camilerde vaazunasihat edenlerin söyledikleri sözleri dinlerken garipliklerin, İslam'ı bir meslek hâline dönüştürmenin sıkıntılarını çektiğimizi ben şahsen hissediyorum. Daha bundan üç beş yıl önce bir il müftümüzün cuma vaazında, eski zamanlarda insanların ömrünün otuz-kırk bin yıl olduğunu, birkaç yıl süre itikâf hayatlarının olduğunu ve onların sevaplarına yetişemeyeceğimizi söylemesi beni hiç şaşırtmamıştı çünkü dini meslek olarak görürseniz veya dini bir meslek hâline getirir, onda derinleşmeyi de birinci dönem bilginlerinin yazdıklarına, görüşlerine bağlarsanız dünün hayat pratiklerinin ürettiklerini tekrarlarken sizi dinleyen sanayide çalışan bir gencin bile gülümseyeceği laflar edersiniz. “Tamam işte, Sayın Milletvekili, biz de bunun için Diyanet bünyesinde bir akademi kuruyoruz.” diyenler olabilir ama burada soruyorum: Peki ama Diyanetin merkez bürokrasisini, yüzlerce yıl öncesinin pratikleriyle ortaya çıkan bilgileri ayıklama yapmadan tekrar etmekten kim kurtaracaktır? Hangi pratikleri, pratiğe dayalı üretim metodolojileri kurtaracaktır? Zaman zaman Diyanetin sitesinde yer alan, ilme, mantığa ve akla aykırı fetvaları nasıl yorumlayacağız? “Fetâvâyi Hindiyye”de gördüğünüz her fetvayı yayınlamaya kalkarsanız toplum ne düşünür veya toplumu neye özendirmiş olursunuz?

Kurumlar, bir toplumun ekonomik gelişimini sağlayan temel determinantlardan biridir. Sadece devlet kurumlarını kastetmiyorum; din de her ülkede ana kurumlardan biridir. Bakın, Max Weber, Batı’da Sanayi Devrimi sonrası ekonomik, sosyal, bilimsel, sanatsal ve kültürel gelişmenin temelinde Protestan ahlakı olduğunu ileri sürmüştür. Bu tez tartışılabilir ama şu da bir gerçektir ki 19’uncu yüzyılın sonuna kadar gelişmiş ülkelerin hepsi Protestan nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerdir. Bugüne baktığımızda “Weber yanılmıştır.” diyebiliyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Ama şu da bir gerçektir ki Amerika Birleşik Devletleri'nin millî geliri 23 trilyon dolar, Çin'in millî geliri 17 milyon dolar, Japonya'nın millî geliri 5-6 trilyon dolardır. İslam İşbirliği Teşkilatına üye 57 Müslüman ülkenin toplam millî geliri sadece Japonya kadardır hatta dünyadaki, ABD'deki 3 büyük firmanın piyasa değeri 57 İslam ülkesinin toplam millî gelirinden fazladır. Bunu sorgulamayacak mıyız, bunun altındaki tüm kurumsal yapılarımızın ne hâlde olduğunu hesaba çekmeyecek miyiz? Din kurumu da dinî müesseseler de dâhil olmak üzere.

İslam adına konuşurken düşünmek lazım. Dünya millî geliri açısından bu verdiğim rakamlar şunu gösteriyor: Dünya, âdeta zekâtını Müslümanlara bırakmış veya ihracat açısından bakıyorsunuz; 57 ülkenin kendisine yaptığı ticaret, petrol ve doğal gazı bir yana bırakırsanız dış ticaret açısından dünya zekâtını değil fitresini Müslümanlara bırakmış gibi gözüküyor. İslam adına konuşurken ve iş yaparken bu dünya gerçeklerini düşünmeyelim mi? Görevimiz, sadece ve sadece inananlar olarak kendi bulunduğun ülkede nüfuz alanlarını genişletmek mi olmalıdır, buna mı odaklanmak lazımdır? (CHP sıralarından alkışlar) Allah’ın insanların Müslüman olmalarına ihtiyacı yoktur ama Müslümanların gerçekten Müslüman olmaya ihtiyacı vardır. (CHP sıralarından alkışlar)

Bir noktayı da hatırlatmak isterim: Hayatım boyunca pek çok ateistle İslam üzerinde tartışmalar yaptım, hiçbirinde hiç kimse benimle Allah’ın varlığı üzerinde tartışma yapmadı. Hepsi bizim ibadet ve muamelat konusu saydığımız meselelerle ilgili tartışmışlardır yani günümüzde muamelat ve ibadet konuları bile itikat konusu hâline dönüşmüştür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Siz şimdi bu konuları fıkhın muamelat ve ibadetle ilgili delillerine dayanarak günümüz toplumuna anlatmaya başladığınızda yanılırsınız. Neden yanılırsınız? “Kitap” “sünnet” “icma” “kıyas” diye muamelat konularını bu topluma anlatmaya kalktığınız zaman dinleyenler açısından itikat konusu olduğu için metodolojiyi yanlış seçmiş olursunuz. Bunun yerine, akait bilimiyle uğraşanların, kelam bilginlerinin “Dinî nas hangisidir?” dendiğinde kabul ettikleri mütevatir haber, akıl ve deneyi delil olarak aldığınız zaman günümüz toplumuna hitap edersiniz. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar) Dünün muamelatı bugün itikat konusu hâline gelmiştir. Onun için, önce topluma sunacağı konularda zanna uyan bir yapı problemlidir. Hâlbuki Necm suresi 28’inci ayette şöyle diyor:

(Hatip tarafından Necm suresinin 28’inci ayetikerimesinin okunması)

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yani zan sizi gerçeğe ulaştırmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Zannı ayıklayıp kesin hükümlere, kelamın delillerine, itikat konudaki delillere yönelmek suretiyle dini anlatmak bir gereklilik hâline gelmiştir diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP, HDP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına ikinci söz Hacı Ahmet Özdemir’in.

Sayın Özdemir, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) – Değerli Başkanım, çok kıymetli milletvekili arkadaşlarım ve bizleri izlemekte olan aziz milletimiz; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben biraz Diyanet Akademisi çerçevesinde kalmaya çalışayım diye niyetlendim ama o kadar üst düzey, entelektüel şeyler söylendi ki burada, herhâlde Diyanet Akademisine sıra gelmeyecek gibi bir hâl aldı durum. Son konuşmacı arkadaşımız hakikaten ihatalı, farklı konulara temas eden, farklı değerlendirmeleri içeren aydınlatıcı konuşması benim için de -kendisi için olduğu kadar- sürpriz oldu. Ama ben, bu entelektüel tartışmaları bu kürsüden Diyanet Akademisi çerçevesinde ufak tefek cevaplamak veya bunlara girmek niyetinde değilim ama söylemekte yarar görüyorum: Kendisi kaynağını da bize Komisyon çalışmaları sırasında ifade etmişti “Şu kaynağa bakar mısınız.” diye. Ben o kaynağa baktım, daha sonra ilgili şahsın birkaç makalesini de okudum. Fakat şunu da ifade etmekte yarar görüyorum: Bizim ilahiyat fakültelerinde ve ilahiyat camiasında “Gazali’den önce” “Gazali’den sonra” şeklindeki bir milat tayinine yönelik açıklamalardan pek hazzetmediğimi, bunun çok da kabul edilebilir tarafı olmadığını izninizle, müsaadenizle söyleyeyim. “12’nci yüzyıl” dediğiniz zaman Gazali’yi mihver alırsınız, “Gazali’den öncesi” “Gazali’den sonrası” şeklinde İslam aydınlanmasını, İslam düşüncesini, İslam keşiflerini nitelendirirsiniz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Konya) – Ben öyle bir şey demedim.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Zatıaliniz söylemediniz ama 12’nci yüzyıl tam oraya tekabül ettiği için söylüyorum.

KEMAL BÜLBÜL (Antalya) – İbni Rüşd Hocam, İbni Rüşd.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Burada, Osmanlı’yı ve Osmanlı’nın kuruluş dönemindeki özellikle çalışmaları, çabaları göz ardı eden, göz ardı etmeye çalışan, saklamaya çalışan bir çabanın, gayretin izini görebilirsiniz baktığınızda. Ben oraya çok fazla girmek istemiyorum; gerektiğinde zatıalinizle özel meclislerde çok uzun tartışmalar yaparız, karşılıklı bilgileniriz, istifade ederiz ama burası onun yeri değil.

Gelelim bu mezhep, tarikat, tasavvufla alakalı konulara. Kemal Bey’e de söyledim, zatıalileri, kendileri Komisyonda ifade ettiler. “Bu konu çok su kaldırır, bu hamur çok su kaldırır, bunu bizim özel oturup konuşmamız lazım.” dedim, o özel oturumu gerçekleştireceğiz. Diyanet İşleri Başkanlığında bazı düzenlemeler yapabilmek için bizim önümüzde hem kanuni engeller vardır hem kuruluş felsefesi açısından engeller vardır hem de dinin temel saikleri, temel esprisi açısından ciddi engeller vardır. Onu da ben sizinle özel oturumlara havale ettiğimi burada -madem böyle birtakım konuşmalara girme ihtiyacı hasıl oldu- ifade etmekte yarar görüyorum.

Gelelim benim arkadaşım İbrahim Halil Oral Bey; kendisi bizden bir devre önceydi, zannediyorum 82 mezunu arkadaşlarımızdan. Bizim yasamızla alakalı bazı konulara temas etti. Ruştu Bey’in konuşmalarında da ben bu temasların izlerini yer yer gördüm. Bizim gerekçemizi şu şekilde anlamış arkadaşlar, gerekçelendirmeyi yaparken biz dedik ki: “Mevcut personel daha yeterli hâle gelecek.” Eğer bu “Daha yeterli hâle gelecek.” ifadesi “Mevcut durum yetersizdir.” anlamında anlaşılıyorsa yanlış anlaşılmıştır, tashih etmenizi ben sizlerden istirham ediyorum. “Daha donanımlı hâle gelecektir.” dedik, bu “Donanımsızdır.” anlamına geliyorsa tashih etmenizi ben sizlerden rica ediyorum. “Daha iyi yetiştirilmiş bir personel bu sayede hizmet verecektir.” demek eğer “Şu anki personel yetersizdir.” anlamına geliyorsa -ki bu yanlıştır- onu da tashih etmenizi rica ediyorum.

Özlük haklarıyla ilgili hususları ben Komisyonda da ifade ettim, arkadaşlarımız da ifade ettiler. Yani burada dile getirildiği için söylüyorum, murakıplar, vaizler ve diğer personel… Devlet memurlarıyla alakalı, devlet memurları rejimiyle alakalı çalışmalar bir bütün hâlinde yapılacağı için, bu kanun teklifinde sadece ilgili kısımla alakalı düzenlemelere, özlük haklarındaki iyileştirmelere yer verilmiş, diğer hususlar yapılacak düzenlemeye bırakılmıştır.

Bir de zannediyorum bir yanlış anlaşılma oldu. Şöyle: Diyanet Akademisi Başkanının seçilmiş kurulların başkanlarının önüne geçtiği gibi bir anlaşılma olmuş, onu tashih edelim. Ne özlük hakları bakımından ne de protokol açısından böyle bir öne geçme söz konusu değildir; yasa taslağı iyi incelenirse bunun böyle olmadığı görülecektir.

Ben her hafta düzenli olarak cuma namazlarına giden bir insanım; söylemeye de utanıyorum. Diyanetin hutbelerinin niteliğinin son dönemlerde özellikle bir hayli arttığının da farkındayım ve Diyanetin hutbelerinde asla siyasetle ilgili hususların yer almadığını da bir ilahiyat hocası olarak dinlediğimde, bir mümin, bir Müslüman, camide bulunan bir cemaat, herhangi bir fert olarak dinlediğimde görüyorum.

SERKAN TOPAL (Hatay) – Yani son dönemlerde…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Hangi camiye gidiyorsun Hocam, ona gidelim. Hangisine gidiyorsan oraya gidelim.

BAŞKAN – Sayın Özkoç, rica ediyorum… Lütfen, Sayın Özkoç…

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Hepsinde aynı hutbe okunuyor ya, hepsinde aynı yani.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Bütün camilerde aynı hutbe okunuyor.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisi Camisi’ne gidiyorum, TOKİ Camisi’ne gidiyorum, Hacı Bayram Camisi’ne gidiyorum, Kocatepe Camisi’ne gidiyorum.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Öyle değil, öyle değil. Öyle değil Hocam. Yalan söylemek de günahtır! Ona göre konuşalım.

BAŞKAN – Sayın Özkoç… Sayın Özkoç…

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Çok ayıp ediyorsun! Olduğu gibi iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Ya, yapma, yapma, yapma Engin Bey, rica ediyorum.

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Hiç yakışmadı Engin Bey! Çok ayıp yani! Çok ayıp yani!

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Olduğu gibi iade ediyorum, olduğu gibi iade ediyorum.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Siyasi onlar, siyasi.

BAŞKAN – Sayın Özkoç…

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Ya, sizin karşınızdaki insan ya!

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Yani Ahmet Bey gibi birisini yalanla itham etmek hoş bir şey değil, yapmayın.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Engin Bey, sana hiç yakıştıramadım, sen bana bir özür borçlusun.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – O da günahtır Hocam, milletin gözünün içine baka baka yapıyorsun. Birazcık korkarak hareket etmek lazım.

BAŞKAN – Sayın Özkoç, rica ediyorum…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Lütfen Engin Bey; sonuna geldik, lütfen.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Sen bana bir özür borçlusun, sen bana bir özür borçlusun.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Ahmet Bey saygın bir insandır, bunu söylemenizi reddediyorum.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Biz kibarca şöyle derdik… En azından yani, bu ifadeyi kullanacak bile olsanız, sizin nezaketinize yakıştıramadım.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Açık ve net siyaset yapıyorlar.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – “Hilafıhakikat söylüyorsunuz, doğru söylemiyorsunuz.” diye daha nazik bir ifade kullanabilirsiniz ama “Yalan söylüyorsunuz.” ifadenizi buradan, ben Konyalıyım, Konya’ya kadar 10 kat iade ediyorum size. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Ben, yalan söylemek günahtır diyorum; yalan söyleme.

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Siz helalleşene kadar bu millet sizinle 50 kere hesaplaşacak Engin Bey, 50 kere hesaplaşacak bu millet sizinle!

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Toplumu din konusunda aydınlatmakla görevli Diyanet İşleri Başkanlığının…

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Siz daha çok helalleşirsiniz bu kafayla!

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – İyi, ben de gidiyorum ya; ben de gidiyorum, ben de görüyorum. Sen misin Müslüman sadece?

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Daha çok helalleşirsiniz siz bu kafayla!

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Bir saniye arkadaşlar…

BAŞKAN – Sayın Özdemir, siz devam edin lütfen.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Şöyle söyleyeyim izninizle…

BAŞKAN - Sayın Özkoç, bu kadar alıngan olmayın; Grup Başkan Vekilisiniz, yerinizden söz veririm ben size isterseniz. Rica ediyorum, lütfen…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkanım, bana akıl vermeyin. Ben, ne zaman söz isteyeceğimi bilirim.

BAŞKAN – Bir bitirsin ama… Müsaade edin, lütfen ama…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sataşma Meclis adabında vardır, bana oturduğun yerden akıl verme!

BAŞKAN - Sayın Grup Başkan Vekili, yapmayın. Sayın Grup Başkan Vekilisiniz, “yalancı” diye hatibe sataşıyorsunuz ya, yapmayın yani.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Tamam, bana akıl verme! Yalan söylüyorsa yalan söylüyordur!

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Bunu söyleyemezsiniz!

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Söylerim!

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Ayıp ya, ayıp, ayıp! Yakışıyor mu senin gibi bir milletvekiline “Yalan söylüyor.” demek?

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Böyle bir şey yok.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Olur mu öyle şey?

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Böyle bir şey yapamazsınız.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özdemir, siz devam edin.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Çok ayıp, çok ayıp! Bir Grup Başkan Vekilinin mehabetine yakıştıramadım, yakıştıramadım.

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Kendine yakıştırıyor musun söylediğini? Ne kadar seviyesiz bir laf atma be!

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Her yerde siyaset yapıyorlar. Doğru mu?

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Size yakıştıramadım, ana muhalefet partisine yakıştıramadım; hele hele şahsıma yönelik olarak böyle bir ithamın yöneltilmesini asla yakıştıramadım, kabul etmiyorum; tekrar söylüyorum, tekrar iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Ben de aynı şeyde ısrar ediyorum.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Şunu söyleyeyim: Biz bu yasayı büyük bir olgunlukla müzakere ettik, çok güzel bir müzakere yönettik, çok ortak noktalar tespit ettik ve güzel bir çalışma olduğu hususunda neredeyse mutabakat sağladık. Buraya geldiğinde de ben, bugün, kar yağışı vesaire olmasaydı sizlerden şunu rica edecektim: Böylesine olgun bir ortamda müzakere edilen ve böylesine, kabul edilebilir yönlerinin kabul edilemez yönlerinden çok olduğu -eleştirilebilir yönlerinin az, öbür tarafın çok olduğu- bir yasayı gelin bu akşam burada çıkaralım ve yarın herkes seçim bölgelerine gitsin diye özel ricada bulunacaktım. Şu ana kadar da tartışmalar çok hoş gitti ama Grup Başkan Vekilinin -onun da ben, belki tansiyonunun yüksekliğine, şekerinin artmasına veriyorum- atağıyla birazcık durum elektriklendi. Ama şunu söyleyeyim: Diyanet İşleri Başkanlığı bu devletin kurucularının da kuruluş felsefesinin de vazgeçilmez kurumlarından bir tanesidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Biz kurduk, Cumhuriyet Halk Partisi kurdu.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Dolayısıyla, bizim, Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetlerini iyileştirecek, hizmet edenlerini, çalışanlarını, personelini daha liyakatli hâle getirecek her türlü çalışmaya kimden gelirse gelsin katkı vermeye hazır olduğumuzu, bu uğurda gayret sarf edeceğimizi… Ve gecesini gündüzüne katarak -Komisyondaki ifademi yine, tırnak içi olarak bire bir alıyorum- gecenin bir yarısında başlayan, mesai mefhumu tanımayan ve ertesi günün gece yarılarını geçen zaman dilimlerine kadar camide ibadet eden, Müslümanlara hizmet eden, ayrıca topluma hizmet eden bu insanların bu özverili çalışmalarını, toplumu bütünleştirici, kaynaştırıcı, kucaklaştırıcı…

YILDIRIM KAYA (Ankara) – 3600 ek göstergeyi hemen ekleyelim Ahmet Hoca!

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – …âdeta birbiriyle tam hemhâl olacak şekle getirici çalışmalarını yadsıyamayız, yabana atamayız; bu milletin millet olmasındaki, bu devletin devlet olmasındaki önemini asla ıskalayamayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi Sayın Özdemir, buyurun.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Dolayısıyla, bu yasayı hakikaten Genel Kurulda da -zannediyorum- Komisyondaki aynı olgunluk içerisinde -ki bir yol kazası yaşadık, o yol kazasını ben ağır hasarla atlatmış olmamayı diliyorum; bu yol kazasını da bir kenara bırakarak yine aynı olgunlukla- tamamlayacağımızı, kabul edeceğimizi ve yolumuza devam edeceğimizi umuyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Orhan Bey, sizin bir söz talebiniz vardı, kullanmak istiyor musunuz?

ORHAN SÜMER (Adana) – Ben soru-cevap için sisteme girmiştim, geri çektim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

Sayın Öztürk, bir söz talebiniz var.

Buyurun Sayın Öztürk.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

30.- Denizli Milletvekili Yasin Öztürk’ün, betona gelen zam nedeniyle müteahhitlerin yaşadığı mağduriyete ilişkin açıklaması

YASİN ÖZTÜRK (Denizli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Hazır beton üreticileri son dönemlerdeki maliyet artışlarını gerekçe göstererek müteahhitlerin bağlantısını yaptığı betona zam yapıyor ve sözleşmelerini iptal ediyor, çeklerini iade ediyor. Beton üreticilerinin sözleşmeli satışlarını iptal etmesi, inşaat malzemeleri ile inşaat işlerini sekteye uğrattı. Zor duruma düşen müteahhitlerin nihai tüketiciyle arasındaki ilişki zedelenmekte ve itibarları zedelemektedir. Tedarik zincirinin bozulması, ham madde fiyatlarının yükselmesi bu durumda maliyetlere yol açmış olabilir ama sözleşmedeki fiyatlara sadık kalmayarak, pahalılığı ileri sürerek verdikleri sözden cayan, C30 pompa fiyatını 300-500 lira iken 1.000 liraya çıkaran hazır beton üreticilerinin de bu konuda sözleşmelere sadık kalmasını bekliyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime iki dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.08

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.09

BAŞKAN: Başkan Vekili Süreyya Sadi BİLGİÇ

KÂTİP ÜYELER: Rümeysa KADAK (İstanbul), Necati TIĞLI (Giresun)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 65’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER (Devam)

B) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 10/3/2022 Perşembe günü toplanmamasına ilişkin önerisi

Danışma Kurul Önerisi

No: 74                                                                      9/3/2022

Danışma Kurulunun 9/3/2022 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantıda, Genel Kurulun 10/3/2022 Perşembe günü toplanmaması önerisinin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

                                                                                                                                                                      Mustafa Şentop

                                                                                                                                                           Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                                                                            Başkanı

                                         Mahir Ünal                                                                          Engin Özkoç

                                  Adalet ve Kalkınma Partisi                                               Cumhuriyet Halk Partisi

                                       Grubu Başkan Vekili                                                       Grubu Başkan Vekili

 

                                       Hakkı Saruhan Oluç                                                   Muhammed Levent Bülbül

                                 Halkların Demokratik Partisi                                             Milliyetçi Hareket Partisi

                                       Grubu Başkan Vekili                                                       Grubu Başkan Vekili

 

                                                                                             Dursun Müsavat Dervişoğlu

                                                                                                             İYİ Parti

                                                                                                   Grubu Başkan Vekili

BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

VII.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

2.- Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir ve 36 Milletvekilinin Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4212) ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 316) (Devam)

BAŞKAN – 316 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon yok.

Ertelenmiştir.

Gündemimizde başka bir konu bulunmadığından, alınan karar gereğince kanun teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 15 Mart 2022 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.10



(x) 7/4/2020 tarihli 78’inci Birleşimden itibaren, coronavirüs salgını sebebiyle Genel Kurul Salonu’ndaki Başkanlık Divanı üyeleri, milletvekilleri ve görevli personel maske takarak çalışmalara katılmaktadır.

(x) 319 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi

(x) 316 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir